İskilipli Atıf Hoca ve Şehadeti

molla_zehra

Well-known member
İskilipli Atıf Hoca'nın soyunun, Osmanlı Devleti'nin Doğu komşusu olan ve Otlukbeli Savaşında Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmet karşısında aldığı mağlubiyetten sonra kendisini toparlayamayarak, kısa sayılabilecek bir sürede yıkılan Akkoyunlu Aşiretine dayandığı rivayet edilir. İmamoğulları olarak bilinen köklü bir aileye mensup Mehmet Ali Ağanın ve soyu Ben-i Hattab aşiretine dayanan Nazlı Hanım'ın oğludur. Hicri 1292 yılında, Çorum'a bağlı İskilip kazasının Tophane mezrasında dünyaya gelmiştir. Henüz bebekken öksüz kalan İskilipli Atıf Hoca, dedesinin himayesinde yetişmiştir.

Henüz çocuk yaşlarda iken doğduğu kaza olan İskilip'te ilim tedris etmeye başlayan Atıf Hoca. ailesinin rızasına mugayir olmasına karşın, o dönemde İslami ilimlerin merkezi olan İstanbul'a giderek, orada ilmini ilerletmeye karar verdi ve 1893 yılından itibaren ilim tahsilini İstanbul'da dönemin meşhur müderrislerinin gözetiminde devam ettirdi. 1902 yılında medrese eğitimi üstün derece ile bitiren Atıf Hoca, Ruus sınavını da kazanarak , bir sonraki yıldan itibaren Fatih Camiinde talebe okutmaya başladı. İcazet ile ilim hayatının sona ermemesi gerektiğini düşünen Atıf Hoca, aynı süreçte bir taraftan da İstanbul Dar'ul Fünun'unda öğrenim görmeye devam etti. 1905 senesinde buradan da üstün derece ile mezun olarak bugün Kabataş Erkek Lisesi olarak bilinen okula Arapça öğretmenliğine başladı.
İstabulda bulunduğu dönemde, özellikle Meşihat-i İslamiye olarak bilinen dönemin Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesindeki çalışanların haklarını savunduğu için Şeyhulislam tarafından Bodrum kazasına sürüldü. Osmanlı Hafiyelerinin yoğun baskılarından kurtulabilmek amacı ile sahte bir pasaport kullanarak Kırım'a gitti. Kırım'da bir süre kalan Atıf Hoca, Polonya'nın başkenti Varşova'ya kadar gitmek zorunda kaldı. İkinci Meşrutiyet ilan edilmeden kısa bir süre önce de İstanbul'a dönüş yaptı.

İstanbul'a dönüşünden itibaren dönemin İslami matbuatları olan Sebilürreşad, Beyan-ül Hak gibi gazetelerde yazılar yayınladı ve İstanbul'da tanınan simalardan birisi haline geldi. Meclis-i Mebusan seçimlerinde Çorum'dan milletvekili adayı olan İskilip Atıf Hoca, İttihatçılarının çekememezliği sebebi ile uzun süre sürgün hayatı yaşadı ve Mahmud Şevket Paşa'nın öldürülmesi ile 31 Vak'alarından ötürü de bir dönem tutuklu kaldı. Sürgünlüğünün ardından memuriyete tekrar atanan Atıf Hoca, medreselerde ders okutmaya tekrar başladı.
1919'da dönemin tanınmış İslami Şahsiyetleri ile birlikte Cemiyet-ül Müderrisun isimli cemiyetin teşekkülünde görev aldı. Müderrisler arası alakayı tesis etmek amacı ile kurulan cemiyet daha sonra ismini "Teali İslam Cemiyeti" olarak değiştirdi. Sonraları devrin diktatörlerince milli bütünlüğe düşman cemiyetler arasında sayılacak olan Teali İslam Cemiyeti, işgal sürecinde işgale sessiz kalmamış ve İstanbul'un İngilizlerce işgali karşısında halkın uyanışı için gayret göstermiş, İzmir'in işgal edilmesine de sert bir beyanname ile karşı çıkmıştı. Kuvva-i Milliye hareketinin Anadolu'da ortaya çıkmasına karşı Teali İslam Cemiyeti adına yazılan ve halkı Kuvva-i Milliye hareketine destek vermemeye davet eden bir fetva ile adı anılsa da zamanın Vakit gazetesinde fetvayı tekzib eden bir yazı yayınlamıştır. Ancak bu yalanlamanın yeterli olmadığı sonraları Cumhuriyetin etkin gücü olanların kendisine güttüğü kin ile anlaşılmıştır.

Cumhuriyet Dönemi evvelinde kaleme aldığı ve Tesettür-i Şer'i, Din-i İslam'da Men-i Müskirat gibi eserleri yoğun ilgi uyandırmış aynı serinin 1924 senesinde yayınlanan üçüncü kitabı "Frenk Mukallitliği ve Şapka" da halkın teveccühünü kazanmıştır. Söz konusu eserde, Batılı tasavvuru ve hayat anlayışını yerden yere vuran İskilipli Atıf Hocaefendi, İslam'ın şahsiyeti inşa eden bir din olduğunu ifade ederek, gayr-ı Müslimlerin hayat tarzını taklit etmenin aslında Kur'an'a ve Sünnet-i Resulullah'a zıt düşmek anlamına geldiğini belirtiyordu. Batı eksenli bir politika güden ve Türkiye'nin Batı'ya endeksleme gayretinde olan mevcut yönetime ağır bir tokat niteliği taşıyan eser "Şapka İnkilabı" ismiyle müsemma "Kılık Kıyafet Yasasının" yürürlüğe girmesinin ardından gündeme oturdu. Zira Müslüman Anadolu Halklarının yasanın öngördüğü giyinme şekillerine ve kisvelerine yönelik protestosunda bu eserin etkili olduğuna inanılıyordu. Çıkardığı yasaları ne pahasına olursa olsun uygulamayı kararlaştıran Ankara Hükümeti, Anadolu'nun bir çok ilinde kararına muhalefet edenleri idam ediyor ve kurduğu gayrı meşru mahkemelerde kendi halkına akla gelmeyen suçlamalarda bulunuyor, görülmemiş cezalara imza atıyordu. Suça kani olunmadığı hallerde yıllarca hapis cezası veriliyor, suçun en ufak bir delilin olması halinde ise mutlak idam kararı çıkarılıyor ve karar en kısa sürede adeta halka gözdağı vermek istercesine icra ediliyordu. İşte bu dönemde, İslam'ın yılmaz müdafii İskilipli Atıf Hoca'nın "Frenk Mukallitliği ve Şapka" isimli eseri yasaklanıyor, mevcut nüshalar toplatılıyor, kitap eğer bir evde bulunursa ev halkı suçlu sayılıyordu. İskilipli Atıf Hoca hakkında ilgili resmi kuruluşlar soruşturma başlatmışlardı. Oysa Hoca'nın ilgili yasa ile suçlanması oldukça saçma idi. Çünkü söz konusu kanun, İskilipli Atıf Hoca'nın kitabının yazılmasından sonra çıkartılmıştı. Dolayısıyla kanun kendinden önce işlenen fiiller için de geçerli olması hukukun genel geçer ilkelerine zıttı. Ancak, mahkemelerin hukuku değil gücü, yönetimin de insanı değil kurumu esas aldığı bir karanlık dönemde bu gerçeklerin gündeme dahi getirilmesi mümkün olmamıştı. Hulasa, zalim ve despotların eli başlatılan soruşturma Ankara'dan gelen emirle neticelendirilmiş ve İskilipli Atıf Hoca 7 Aralık 1925'te tutuklanarak Giresun'a sevkedildi. Bölge mahkemesi İskilipli Atıf Hoca hakkında beraat kararı verdi ancak Kolluk Kuvvetleri kendisini salıvermeyerek gelen emir üstüne İstanbul'a götürdüler. İstanbul'a götürülmelerine mütekaip haklarında yapılan tahkikatın ardından Atıf Hoca ve diğer tutuklular Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından yargılanmak üzere Ankara' ya sevkedildiler.

İstiklal Mahkemelerine ait tutanak ve belgeler halen tam olarak incelemeye açılmadığı için Mahkeme celselerindeki iddialar ve yapılan savunmalar detaylı bilgi sahibi değiliz. Ancak şahidlerin naklettikleri vakıalar ve yayınlanan sınırlı bir kaç hatıra denemesinden bilgi edinebiliyoruz. Bununla birlikte, celselerden bize anlatılan en ilginç hatıra şudur:

Kel Ali namıyla bilinen Ali Çetinkaya İskilipli Atıf Hoca'ya dönerek sert bir şekilde konuşur...

-Sen bilmiyor musun ki şapkada bez parçasıdır, fes de, sarık da...

Bu ifadeye karşılık İskilipli Atıf Hoca şöyle konuşur:

- Evet, biliyorum... Ancak Hakim Heyetinin arkasında asılı duran bayrak da bezdendir, İngiliz bayrağı da. Onu kaldırıp İngiliz bayrağı asarsanız ne olur?

ŞEHADETİ

Mahkemenin neticesinde, Savcı 10 yıl ağır şartlarda sürgün cezası istemesine karşın İstiklal Mahkemesi Hakimi Kel Ali(Ali Çetinkaya) teamüllere aykırı bir şekilde İskilipli Atıf Hoca hakkında idam kararı verir. Nihayet 4 Şubat 1926 sabahı hakkında verilen idam kararının infazı için Eski Meclis binasının hemen önündeki meydanlık alanda kurulan darağaçlarının olduğu yere getirilir. Elleri bağlı ve başında uğruna ipe gittiği İslami kisvesi, sarığı... Üzerinde kefeni de olacak beyaz idam elbisesi... Tağutların hükümlerini reddedip yalnız Allah'ın hükümlerini tanıdığı için eğilmeden, bükülmeden ve uğruna ölüme yürüdüğü Dinden geri adım atmadan, onurlu bir şekilde darağacına çıkıyor... Olaya şahid olanların anlattığına göre, İslam'a ve Müslümanlara karşı kindar ve son derece müstebit olan Kılıç Ali, idam anında dahi İskilipli başındaki sarığa rıza göstermemiş ve çıkartılmasını emretmiştir. Son sözü Kelime-i Şehadet olan İskilipli Atıf Hoca, 4 Şubat 1926 sabahı zalimlerin eliyle ipi çekilmek suretiyle idam edilmiş ve şehid olmuştur. Ne var ki İskilipli varlığına binlerce canı kurban eden sistemin ne ilk ne de son kurbanıdır.!
 
Üst