Bakara Sûresi - İman-ı Bilahiret

Huseyni

Müdavim

﴿وَالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَاۤ اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَاۤ اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَبِاْلاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
blank.gif
1


Kur’ân-ı Kerim, bu âyet gibi çok âyetlerde terkiplerin, kelâmların muhtemel bulundukları ihtimallerden, vecihlerden bir ihtimalini veya bir vechini bir emare ile tayin etmemekle, nazm-ı kelâmı, mürsel ve mutlak bırakmıştır. Bu da i’câzı intaç eden îcâza menşe olarak lâtif bir sırdır. Şöyle ki:

Belâgat, muktezâ-yı hale mutabakattan ibarettir. Kur’ân’ın muhatapları, muhtelif asırlarda mütefavit tabakalardır. Bu tabakalara mürâaten, muhavere ve mükâlemeyi o asırlara teşmil etmek üzere, çok yerlerde tâmim için hazf yapıyor, çok yerlerde nazm-ı kelâmı mutlak bırakıyor ki, ehl-i belâgat ve ulûm-u Arabiyece güzel görünen vecihler, ihtimaller çoğalsın ki, her asırda her tabaka, fehimlerine göre hissesini alsın.

Bu âyeti mâkabliyle nazm ve rapteden münasebet:

Kur’ân-ı Kerim, evvelki âyetle tâmim yaptıktan sonra, bu âyetle tahsis yapmıştır. Evet, bu âyet, ehl-i kitaptan iman edenleri tahsisle şereflerini ilân; ve imana gelmeyenleri imana teşvik ediyor. Abdullah ibn-i Selâm ele alınarak diğerlerinin Abdullah ibn-i Selâm gibi olmaları için yapılan teşvik gibi.


Ve keza, Kur’ân-ı Kerimin bütün ümmetlere ve risalet-i Muhammediyenin bütün milletlere şâmil olduklarını tasrih etmek üzere, her iki اَلَّذِينَ
blank.gif
2
ile مُتَّقِينَ
blank.gif
3
’nin her iki kısmına tansis edilmiştir.




[NOT]Dipnot-1 “Onlar sana indirilen Kur’ân’a da, senden önceki peygamberlere indirilen kitaplara da inanırlar. Onlar, âhirete de kesin olarak iman etmiş kimselerdir.” Bakara Sûresi, 2:4.
Dipnot-2 Öyle ki (bk. n-ḥ-v: İsm-i mevsûl).
Dipnot-3 Allah'tan korkanlar; takvâ sahipleri.
[/NOT]


Abdullah İbni Selâm: (bk. bilgiler)belâgat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
ehl-i belâğat: belâgat âlimleri, edebiyatçılar, söz ve ifade uzmanlarıehl-i kitap: Allah’ın gönderdiği kitaplara inanan Hıristiyan ve Yahudiler
emare: işaret, alâmetfehim: anlayış, idrak
hazf yapmak: bir sözü zikretmemek, düşürmek, kaldırmakintaç etme: netice verme, sonucunu doğurma
i’câz: mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülükkelâm: söz, ifade
keza: böylece, bunun gibilâtif: ince, güzel, hoş
menşe: kaynakmuhavere: karşısına alarak konuşma
muhtelif: farklı, değişikmuhâtab: hitap edilen, kendisine karşı konuşulan
muktezâ-yı hale mutabakat: hâlin icabına ve gereğine uygunlukmutlak: kayıtsız, sınırsız; teklik, çokluk veya nitelik gibi şeylere bakılmaksızın kullanıldığı mânâya delâlet eden lâfız; kitap kelimesi gibi
mâkabli: birşeyin öncesimükâleme: karışılıklı konuşma
mürsel: bir hükümle sınırlandırılmamış, kayıt altına alınmamışmürâaten: riayet ederek, gözeterek
mütefavit: farklınazm: diziliş, tertip; Allah Teâlâ tarafından dizilen, Kur'ân-ı Kerîmin mübârek ifadeleri
nazm-ı kelâm: söz ve ifadenin tertip ve dizilişiraptetmek: bağlamak
risalet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliğitahsis: hâs kılma, özelleştirme; genel bir mânâ ve hüküm ifade eden bir sözü, belirli bir hükme mahsus kılma, belirli bir mânâda kullanma
tansis: nas, delil getirmek, delili yerleştirmek; en açık mânâyı, en kesin ifade ile delile dayandırarak söz etmek tasrih etmek: açıklamak, açıkça bildirmek
terkip: birkaç kelimeden oluşan ifade, birleşim, birleşik sözteşmil etmek: kapsamına almak, genelleştirmek
tâmim: umumileştirme, genelleme; bir hükmü aynı cinsin bütün fertlerine vermeulûm-u Arabiye: Arap dili ve edebiyatına ilişkin ilimler; belâgat ilmi gibi
vecih: yön, yüzîcâz: sözü kısaltmak; maksadı açık ve net bir şekilde ifade etmek suretiyle, az sözle çok mânâları ifade etme
şâmil olmak: kapsamak, içine almak

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - İman-ı Bilahiret - Sayfa: 76


Ve keza, يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ
blank.gif
1
sadefinde bulunan imanın rükünlerini beyan etmek için, icmalden sonra tafsile geçmiştir. Çünkü bu âyet; kitaplara, kıyamete sarahaten; rusül ve melâikeye zımnen delâlet eder.


Kur’ân-ı Azimüşşan burada
blank.gif
2
وَالْمُؤْمِنُونَ بِالْقُرْاٰنِ gibi îcazlı ifadeleri terk edip, وَالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَ ا اُنْزِلَ اِلَيْكَ
blank.gif
3
ile itnabı ihtiyar etmiştir. Şu itnab, bu makamı yüksek nükte ve letâifle tezyin etmek için ihtiyar edilmiştir.

1. Esmâ-i mevsûle ve müphemeden bulunan اَلَّذِينَ burada hükmün medârı ve maksadın esası, iman sıfatı olduğuna ve mevsûfu ile sâir sıfatları iman sıfatına tâbi ve altında görünmez bir durumda olduklarına işarettir.


2. Yalnız bir zamanda sübutu ifade eden مُؤْمِنُونَ
blank.gif
4
kelimesine bedel, fiil sigasıyla يُؤْمِنُونَ
blank.gif
5
tabiri, nüzul ve zuhur tekerrür ettikçe imanın teceddüt ettiğine işarettir.


3. İphamı ifade eden مَا iman-ı icmâlînin kâfi geldiğine ve imanın, hadîs gibi bâtınî ve Kur’ân gibi zâhirî vahiylere şâmil olduğuna işarettir.


[NOT]Dipnot-1 “Gayba inanırlar.” Bakara Sûresi, 2:3.
Dipnot-2 Kur’ân’a iman edenler.
Dipnot-3 “Onlar sana indirilen Kur’ân’a inanırlar.” Bakara Sûresi, 2:4.
Dipnot-4 Mü'minler, Allah'a inananlar.
Dipnot-5 İnanırlar.
[/NOT]

Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi yüce olan Kur’ânbeyan etmek: açıklamak
bâtınî: görünmeyen, içe aitdelâlet: işaret etme, gösterme; söz ile kullanılmış olduğu mânâ arasındaki bağlantı
esmâ-i mevsûle ve müpheme: gr. ism-i mevsuller; mânâsı kapalı isimler; mânâsı kendisinden sonra gelen cümle ile açıklanan ve bir ismi başka bir cümleye bağlayan kelimedir.hadîs: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
icmal: özetleme, kısaca ifade etmeihtiyar edilme: seçilme, tercih edilme
iman-ı icmâlî: icmâl-i iman; Resûl-i Ekrem‘in (a.s.m.) tebliğ ettiği detaya girmeden genel olarak inanma ipham: kapalılık, belirsizlik
itnab: sözü uzatma; yeni bir fayda için, maksadı alışılmamış şekilde uzun bir söz ile ifade etmekkeza: böylece, bunun gibi
kâfi: yeterlikıyamet: kâinatın ölümünden sonra, âhirette bütün ölülerin dirilip ayağa kalkmaları, mahşerde toplanmaları
letâif: lâtifeler, incelikler, güzelliklermedâr: kaynak, sebep, dayanak
melâike: meleklermevsûf: nitelenen; imanla nitelenen mü’min kimseler
nükte: ince ve derin mânâlı söznüzul: inme, iniş
rusül: peygaberler, nebilerrükün: esas, şart
sadef: sedef; inci kabuğusarahaten: açıkça, açık bir şekilde
siga: gr. kip, kalıpsâir: diğer, başka
sübut: sabit, kesinliksıfat: özellik, nitelik
tafsil: ayrıntı, detaylı açıklamateceddüt: yenilenme, tazelenme
tekerrür etmek: tekrarlanmaktezyin etmek: süslemek
tâbi: bir şeye bağlı, uyanvahiy: Cenâb-ı Hak tarafından Cebrail (a.s.) vasıtası ile peygamberlere bildirilen emir ve yasaklar
zahirî: dış, görünenzuhur: görünme, ortaya çıkma
zımnen: gizlice, dolaylı olarakîcâz: sözü kısaltmak; maksadı az sözle açık ve net bir şekilde ifade etmek
şamil: içine alan, kapsamlıاَلَّذِينَ: (bk. n-ḥ-v
مَا: (bk. ḥ-r-f

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - İman-ı Bilahiret - Sayfa: 77


4. اُنْزِلَ
blank.gif
1
maddesi itibarıyla, Kur’ân’a iman, Kur’ân’ın Allah’tan nüzulüne iman demek olduğunu gösteriyor. Kezalik, Allah’a iman, Allah’ın vücuduna iman; âhirete iman, âhiretin gelmesine iman demektir.


5. اُنْزِلَ mâziye delâlet eden heyeti itibarıyla, henüz nâzil olmayanın nüzulü, nâzil olanın nüzulü kadar muhakkak olduğuna işarettir. Maahaza, يُؤْمِنُونَ
blank.gif
2
’deki istikbâl, اُنْزِلَ ’nin mâziliğinden neş’et eden noksanı telâfi eder. Yani henüz nâzil olmayan kısım اُنْزِلَ ’nin şumulü dahilinde değilse de, يُؤْمِنُونَ ’nin şumulü altındadır. Bu tenzil meselesi, Kur’ân’ın çok yerlerinde vuku bulmuştur. Bazan mâzi, istikbale misafir gider; bazan de muzari; mâzinin memleketine gelir. Bunda, çok lâtif bir belâgat vardır. Şöyle ki:


Bir adam, kendisine göre henüz geçmemiş birşeyi mâziye delâlet eden bir sîga ile işittiği zaman, zihni heyecana gelir, ayılır. Anlar ki, muhatap yalnız o değildir. Belki, arkasında muhtelif mesafelerde pek çok ayrı ayrı taifeler, saflar bulunmakla, kendisine tevcih edilen hitapları, nidaları, İlâhî hitabeleri, arkasında bulunan bütün o taifeler işitir gibi zihnine gelir.

عَلَيْكَ
blank.gif
3
’ye bedel اِلَيْكَ
blank.gif
4
’nin zikri, Resul-i Ekremin (a.s.m.) teklif edilen risalet vazifesini cüz-i ihtiyarîsiyle haml ve kabul etmiş olduğuna ve bu hizmet Cibril tarafından görüldüğünden, Resul-i Ekremin (a.s.m.) daha yüksek olduğuna işarettir. Çünkü عَلٰى da ihtiyar olmadığı gibi, vasıta-i nüzulün daha yüksek




[NOT]Dipnot-1 İndirildi.
Dipnot-2 İnanırlar.
Dipnot-3 Senin üzerine.
Dipnot-4 Sana.
[/NOT]


Cibril: Cebrail (a.s.)Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
belâgat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesicüz-i ihtiyarî: insandaki çok az seçim gücü, irade
delâlet: işaret etme, gösterme; söz ile kullanılmış olduğu mânâ arasındaki bağlantıhaml: yüklenme
heyet: genel yapı; burada Kur’ân’ın sûre ve âyetleri kastediliyorhitap: seslenme
ihtiyar: irade, tercih istikbâl: gr. gelecek zaman; müzari fiil hem şimdiki zaman hem de geniş ve gelecek zaman mânâsı taşır, yani “yu’minûn” müzari fiili “müminler indirilene inanıyorlar hem de indirilecek olana da inanıyorlar” mânâsı taşıdığını ifade eder
itibarıyla: özelliğiyle, bakımındankezalik: böylece, bunun gibi
lâtif: ince, güzel, hoşmaahaza: bununla birlikte
mazi: gr. geçmiş zamanmuhakkak: kesin
muhtelif: çeşitli, farklımuhâtab: hitap edilen, kendisine karşı konuşulan
muzari: gr. şimdiki, geniş ve gelecek zaman kipineş’et etmek: doğmak, meydana gelmek
nida: çağrı, seslenişnâzil olma: inme
nüzul: inme, inişrisalet: peygamberlik
sîga: gr. kip, kalıptaife: sınıf, tabaka
tenzil: peyderpey, yavaş yavaş indirmetevcih edilme: yöneltilme
vasıta-i nüzul: iniş, inme vasıtasıvuku bulmak: meydana gelmek
vücud: varlık, var oluşâhiret âlemi: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
şumul: kapsamعَلٰى: (bk. ḥ-r-f

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - İman-ı Bilahiret - Sayfa: 78


olduğuna delâlet eder. اِلَيْكَ
blank.gif
1
’deki zamirin ism-i zâhire tercih sebebi, Kur’ân ve Kur’ân’a ait hususat hususunda Hazret-i Muhammed (a.s.m.) yalnız muhatap olup, kelâm, Allah’ın kelâmı olduğuna işarettir. Bu kelâmın îcaz derecesi, şu zikredilen letâiften anlaşıldı.


وَمَاۤ اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ
blank.gif
2
Bu gibi sıfatlarda bir teşvik vardır. Ve o teşvikten sâmileri imtisâle sevk eden emirler ve nehiyler doğuyor.


Bu cümlenin mâkabliyle nazmına dair “dört letaif” vardır.

1. Bu cümlenin mâkabline atfı, medlûlün delile olan bir atfıdır. Şöyle ki:

“Ey insanlar! Kur’ân’a iman ettiğiniz gibi, kütüb-ü sâbıkaya da iman ediniz. Çünkü Kur’ân, onların sıdkına delil ve şahittir.”


2. Yahut o atıf, delilin medlûle olan atfıdır. Şöyle ki:

“Ey ehl-i kitap! Geçmiş olan enbiya ve kitaplara iman ettiğiniz gibi, Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ile Kur’ân’a da iman ediniz. Zira onlar, Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) gelmesini tebşir ettikleri gibi, onların ve kitaplarının sıdkına olan deliller, hakikatiyle, ruhuyla Kur’ân’da ve Hazret-i Muhammed’de (a.s.m.) bulunmuştur. Öyleyse, Kur’ân Allah’ın kelâmı ve Hazret-i Muhammed (a.s.m.) de resulü olduğunu tarik-i evlâ ile kabul ediniz ve etmelisiniz.”

3. Zaman-ı Saadette Kur’ân’dan neş’et eden İslâmiyet, sanki bir şeceredir. Kökü Zaman-ı Saadette sabit olmakla, damarları o zamanın âb-ı hayat menbalarından kuvvet ve hayat alarak her tarafa intişar ettikleri gibi, dal ve budakları da istikbal semâsına kadar uzanarak âlem-i beşere maddî ve mânevî semereleri yetiştiriyor.


[NOT]Dipnot-1 Sana.
Dipnot-2 Senden önce indirilen (kitaplara)... Bakara Sûresi, 2:4.
[/NOT]

atf: (Ar. gr.) bağlaç; kendinden öncekiyle sonraki arasındaki kelime veya cümle grubu arasındaki irtibatı kuran edatdelil: işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şey
delâlet: işaret etme, göstermeehl-i kitap: Allah’ın gönderdiği kitaplara inanan Hıristiyan ve Yahudiler
enbiya: nebiler, peygamberlerhakikat: esas, gerçek mahiyet
hususat: husûsi şeyler, özel durumlarimtisal: emre uyma
intişar etmek: yayılmakism-i zâhir: açıkça söylenen isim
istikbal: gelecekkelâm: söz, ifade
kütüb-ü sabıka: Kur’ân’dan önce gelen semâvî kitaplarletâif: lâtifeler, incelikler, güzellikler
medlûl: mânâ, anlam, işaret edilmiş olanmenba: kaynak
muhâtab: hitap edilen, kendisine karşı konuşulanmâkabli: öncesi
nazm: dizme, tertip edip düzenleme; Kur'ân-ı Kerîmin Allahü taâlâ tarafından dizilen mübârek sözleri, ifadelerinehiy: yasak
neş’et etmek: doğmakresul: peygamber
ruh: öz, cevhersabit: yerleşik
semere: meyve, neticesemâ: yükseklik, gökyüzü; burada teşbih olarak gelecek asırlar kastediliyor
sevk etmek: yöneltmeksâmi’: işiten, dinleyen
sıdk: doğruluktarik-i evlâ: daha uygun, daha üstün yol
tebşir etmek: müjdelemekzaman-ı Saadet: Peygamberimizin (a.s.m.) yaşadığı dönem, mutluluk asrı
zamir: gr. ismin yerini tutan kelimeâb-ı hayat: hayat suyu
âlem-i beşer: insanlık dünyası, insan âlemiîcâz: sözü kısaltmak; maksadı az sözle açık ve net bir şekilde ifade etmek
şecere: ağaç

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - İman-ı Bilahiret - Sayfa: 79


Evet, İslâmiyet, mâzi ile istikbali kanatları altına almış, gölgelendirerek, istirahat-i umumiyeyi temin ediyor.

4. Kur’ân-ı Kerim, o cümlede ehl-i kitabı imana teşvik etmekle, onlara bir ünsiyet, bir sühulet gösteriyor. Şöyle ki:


“Ey ehl-i kitap! İslâmiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur; size ağır gelmesin. Zira, size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor. Ancak, itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz diye teklifte bulunuyor. Zira Kur’ân, bütün kütüb-ü sâlifenin güzelliklerini ve eski şeriatlerinin kavaid-i esasiyelerini cem etmiş olduğundan usulde muaddil ve mükemmildir. Yani, tâdil ve tekmil edicidir. Yalnız, zaman ve mekânın tagayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebeddüle maruz olan füruat kısmında müessistir. Bunda aklî ve mantıkî olmayan bir cihet yoktur. Evet, mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilâçların tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hasıl olduğu gibi, bir şahsın yaşayış devrelerinde, talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik, hikmet ve maslahatın iktizası üzerine, ömr-ü beşerin mertebelerine göre ahkâm‑ı fer’iyede tebeddül vardır. Çünkü, fer’î hükümlerden biri, bir zamanda maslahat iken, diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilâç, bir şahsa devâ iken, şahs-ı âhere dâ’ olur. Bu sırdandır ki, Kur’ân, fer’î hükümlerden bir kısmını neshetmiştir. Yani vakitleri bitti, nöbet başka hükümlere geldi, diye hükmetmiştir.”

مِنْ قَبْلِكَ
blank.gif
1
: Kur’ân’da hiçbir kelime bulunmuyor ki, mevkiiyle münasebettar olmasın veyahut mevkiinin başka bir kelimeye münasebeti daha çok olsun. Evet, Kur’ân’ın herhangi bir yerinde bulunan bir kelime, o mevkiin başında bir tâc-ı zerrin gibi görünür. Ve aralarındaki münasebetlerden dolayı, aralarında geçimsizlik yeri yoktur. Ezcümle, مِنْ قَبْلِكَ kelimesine bak. Bu âyetin her tarafından



[NOT]Dipnot-1 Senden önce.
[/NOT]

ahkâm-ı fer’i: temele ait olmayan hükümler; iman esaslarına ait olmayan hükümleraklî ve mantıkî: akla ve mantığa uygun
cem etmek: toplamakcihet: yön, taraf
devâ: ilâç, şifadâ’: hastalık, dert
ehl-i kitap: Allah’ın gönderdiği kitaplara inanan Hıristiyan ve Yahudileresasat-ı diniye: dine ait esaslar, temeller
fer’î hüküm: temele ait olmayan hüküm, dallara ait hükümfüruat: temel olmayan feri meseleler; namaz, oruç gibi ibadetler, alışveriş gibi muameleler
hasıl olmak: meydana gelmekhikmet: fayda, gaye
ikmal: tamamlamaiktiza: gereklilik
istikbal: gelecekistirahat-i umumiye: genel huzur, insanların dünya ve âhiret rahatı, mutlululuğu
itikadat: inançlarkavaid-i esasiye: temel kurallar, prensipler
keyfiyet: nitelikkezalik: böylece, bunun gibi
kütüb-ü sâlife: Kur’ân’dan önce gelen Tevrat, Zebur ve İncil gibi geçmiş semavi kitaplarmaruz olan: tesirine uğrayan, tesiri altında kalan
maslahat: fayda, yararmazarrat: zarar
mevasim-i erbaa: dört mevsimmeşakkat: zorluk, güçlük
muaddil: tadil eden, düzeltenmâzi: geçmiş zaman
müessis: tesis eden, kuranmükemmil: tamamlayan, tamamlayıcı
münasebettar: bağlantılı, ilgilinesh: değiştirme, hükmünü kaldırma; şer’i bir hükmün tatbikten kaldırılmış olduğunu bildirme
sair: diğer başkasühulet: kolaylık
tagayyür: değişmetahavvül: başka bir hâle geçme, dönüşme
talim ve terbiye: eğitim ve öğretimtebeddül: değişim, değişme
tekmil: tamamlamatâc-ı zerrin: altın tâc
tâdil: düzeltmeusul: asıllar, temeller; imanî meseleler
ömr-ü beşer: insanın ömrüünsiyet: yakınlık, dostluk
şahs-ı âher: diğer şahıs, başkasışeriat: Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - İman-ı Bilahiret - Sayfa: 80


uçup bu kelimenin başına konan letâifi gör. Zira bu âyet, nübüvvet hakkındadır. Nübüvvet meselesinde beş maksat vardır. Bu maksatlar, beş nükte ve letâifden in’ikâs etmiştir. Bu beş letâif, مِنْ قَبْلِكَ
blank.gif
1
’nin sadefindedir. Maksatlar ise:


1. Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, resuldür.

2. Ekmelü’r-Rusüldür.

3. Hâtemü’l-Enbiyadır.

4. Risaleti, âmmedir.

5. Şeriati, sâir şeriatlerin mehâsinini cem ile onların nâsihidir.

Birinci maksadın مِنْ قَبْلِكَ ’den veçh-i in’ikâsı: Meslekleri ve yolları bir olan bir cemaat, مِنْ قَبْلِكَ kelimesinden îmaen fehmolunur. Binaenaleyh, Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) مِنْ قَبْلِكَ ’deki zamire merci olması, o cemaatten mâdud olmasını iktiza eder. Ve onların meslekleri olan nübüvvetlerine ve kitaplarının sıdkına olan bütün deliller, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın risaletine ve Kur’ân’ın Allah’tan nâzil olduğuna bir hüccet-i katıa olduğu gibi, onların mu’cizeleri de Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) dâvâsına bir mu’cize hükmüne geçer.

İkinci maksadın veçh-i in’ikâsı, üç kaideden tezahür eder.

1. Sultanlar daima halkın, cemaatin, ordunun sonunda çıkarlar.

2. Nev-i beşerde tekemmül vardır. Bu tekemmül kanunu, ikinci mürebbînin ve ikinci mükemmilin, evvelki mürebbîlerden daha ekmel olmasını iktiza eder.


[NOT]
Dipnot-1 Senden önce.
[/NOT]

Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunEkmelü’r-Rusül: peygamberlerin en mükemmeli
Hâtemü’l-Enbiyâ: peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (a.s.m.)binaenaleyh: bundan dolayı, bunun üzerine
cem: toplamakcemaat: topluluk, halk
delil: işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şeyekmel: daha mükemmel, daha iyi
fehmolunmak: anlaşılmakhüccet-i katıa: kesin delil
iktiza etmek: gerektirmekimaen: gizli ve ince bir mânâyı işaret ederek, göstererek
in’ikâs: yansıma, aksetmekaide: kural, prensip
letâif: lâtifeler, incelikler, güzelliklermehâsin: güzellikler, iyilikler
merci: kendisine dönülen şeymu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü hâl ve fiil ve eser
mâdud: sayılan, sayılmışmükemmil: ikmal eden, tamamlayan, mükemmelleştiren
mürebbî: eğitici, terbiye edicinev-i beşer: insanlık, insan türü
nâsih: değiştiren, bir hükmü ortadan kaldırannâzil olmak: inmek
nübüvvet: peygamberliknükte: ince ve derin mânâlı söz
resul: gönderilen, peygamberrisalet: peygamberlik
sadef: içinde inci bulunan kabuksair: diğer, başka
sıdk: doğruluktekemmül: olgunlaşma, mükemmelleşme, ilerleme
tezahür etme: ortaya çıkma, meydana çıkmaveçh-i in’ikâs: yansıma yönü, akseden tarafı
zamir: gr. ismin yerini tutan kelimeâmme: umuma ait, genel
şeriat: Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi, İslâmiyet

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - İman-ı Bilahiret - Sayfa: 81


3. Alelekser, halefin mahareti, selefinden daha ziyadedir.

İşte bu üç kaideden, Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) ekmel-i enbiya olduğu tezahür eder.


Üçüncü maksadın vech-i in’ikâsı: Meşhur bir kaidedir ki, bir vâhid çoğalsa, teselsül eder, gittikçe gider, bir yerde durmaz. Fakat çoklar ve kesir olanlar ittihad etse, kuvvetlenir, istikrar peyda eder, yerinde kalır, daha değişmez. Demek, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, hâtemü’l-enbiyadır. Mefhum-u muhalifiyle işmam eder ki, ondan sonra peygamber gelmez; hâtemiyetine hâtem ve imza basar.

Dördüncü maksadın veçh-i in’ikâsı: مِنْ قَبْلِكَ
blank.gif
1
kelimesinin ifade ettiği gibi, Hazret-i Muhammed (a.s.m.), onların halefidir ve onlar, tamamen o hazretin selefleridir. Binaenaleyh, halefin, selefe ait vazifeyi tamamıyla üzerine alarak onların yerine kaim olması, o hazretin bütün seleflerine nâip ve bütün ümmetlerine resul olduğunu iktiza eder.


Evet, bu kaide, hükmüne uygun fıtrî bir kaidedir. Zira, Zaman-ı Saadetten evvel insan âleminin ihtiva ettiği ümmetler, milletler arasında maddeten ve mânen, istidaden ve terbiyeten pek muhtelif ve geniş mesafeler vardı. Bunun içindi ki, terbiye-i vâhide ve dâvet-i münferide kâfi gelmiyordu. Vakta ki âlem-i insaniyet Zaman-ı Saadetin şems-i saadetiyle uyandı ve müdavele-i efkâr ile, an’anelerinin terkiyle, tebdiliyle ve kavimlerin birbirine ihtilâtlarıyla ittihada meyil gösterdi ve aralarında münakale ve muhabere başladı; hattâ küre-i arz bir memleket, belki bir vilâyet, belki bir köy gibi oldu; bir dâvet ve bir nübüvvet umum insanlara kâfi görüldü.


[NOT]Dipnot-1 Senden önce.
[/NOT]

Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunHâtemü’l-Enbiyâ: peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
Mefhum-u muhalif: zıt anlam, ters mânâalelekser: çoğunlukla, genellikle
an’ane: gelenekbinaenaleyh: bundan dolayı, bunun üzerine
dâvet-i münferide: tek bir dâvet, çağrıekmel-i enbiya: peygamberlerin en mükemmeli
fıtrî: tabii, doğalhalef: sonraki, sonra gelen, birinin yerine geçen
hazret: saygıdeğer mübarek; burada peygamberimiz (a.s.m.) kastedilirhâtem: mühür
hâtemiyet: son olmaihtilât: birbirinin içine girip karışma
ihtiva etmek: kapsamak, içine almakiktiza etmek: gerekli kılmak
istidaden: kabiliyet, yetenek olarakistikrar: yerleşme, karar kılma
ittihad: birleşmeişmam: hissettirme, çıtlatma, kokusunu hissettirme
kaide: kural, prensipkaim olmak: makam ve görevi üstlenmek
kavim: millet, halkkesir: çok
kâfi: yeterliküre-i arz: yerküre, dünya
muhabere: haberleşmemuhtelif: farklı
mânen: mânevî olarakmüdavele-i efkâr: fikirlerin dolaşımı, aktarımı, karşılıklı fikir alışverişinde bulunma
münakale: karşılıklı iletişim, etkileşim, alış-verişnâip: başkasının yerine geçip onun işini yürüten, yerine getiren
nübüvvet: peygamberlikpeyda etme: kazanma
resul: peygamberselef: önceki, önce gelen
tebdil: değiştirmeterbiye-i vâhide: tek bir terbiye ve eğitim
terbiyeten: eğitim, yetişme itibariyleteselsül etme: zincirleme uzayıp gitme
tezahür etme: ortaya çıkma, meydana çıkmaumum: bütün
vakta: ne zaman kivech-i in’ikâs: aksetme, yansıma yönü
vilâyet: il, şehirvâhid: bir
zaman-ı Saadet: Peygamberimizin (a.s.m.) yaşadığı dönem, mutluluk asrıziyade: çok, fazla
âlem: dünyaâlem-i insaniyet: insanlık âlemi, dünyası
şems-i saadet: mutluluk güneşi

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - İman-ı Bilahiret - Sayfa: 82


Beşinci maksadın vech-i in’ikâsı: مِنْ قَبْلِكَ
blank.gif
1
’deki مِنْ iptidâ mânâsını ifade eder. İptidâ ise, bir intihâya bakar. İntihâ, adem-i ihtiyaca delâlet eder. Öyleyse, o hazret, Hâtemü’l-Enbiyadır ve âlem-i insaniyetin başka bir resule ihtiyacı yoktur.

مِنْ قَبْلِكَ kelimesinin bu beş letâife mâkes ve mazhar olmasına nazar-ı belâgatçe delâlet eden emare şudur ki: Bu beş maksat, bir nehir gibi şu âyetlerin altında cereyan etmekle, âyetten âyete intikal neticesinde مِنْ قَبْلِكَ havuzunda içtima etmiştir.

Evet, kelimenin sathında görünen bir tereşşuh, bir yaşlık, kelimenin altında havuzun bulunduğuna delâlet ve ima eder. Maahaza, bu maksatların beyanına ayrı ayrı âyetler tahsis edilmiştir.



[NOT]Dipnot-1 Senden önce.
[/NOT]

Hâtemü’l-Enbiyâ: peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (a.s.m.)abes: gayesiz, faydasız, boş
adem-i ihtiyaç: ihtiyaçsızlık, ihtiyacı olmamaburhan: güçlü ve sarsılmaz delil
cereyan etmek: akmak; gerçekleşmek, meydana gelmekdelâlet etme: işaret etme, gösterme; söz ile kullanılmış olduğu mânâ arasındaki bağlantı
emare: işaret, alâmetfehmetmek: anlamak
feyz-i Kur’ân: Kur’ân’ın verdiği ilham, bereket ve ilim bolluğufıtrat: yaratılış
hazret: saygıdeğer mübarek; burada peygamberimiz (a.s.m.) kastedilirhaşir: yeniden diriliş; insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah‘ın huzurunda toplanması
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılmasıhilkat: yaratılış
hükümfermâ: hüküm sürenhülâsa: özet
intihâ: son, neticeintikal: geçme
iptidâ: başlama, başlangıçisraf: savurganlık
istikrâ-ı tam: bütün cüz’î olaylardan hareket ederek küllî bir hükme varma; tümevarım; endüksiyon; burada bütün ilimlerin hep birlikte aynı sonuca parmak basmaları kastediliyoriçtima: toplanma
kast ve irade: yönelme ve isteme; burada herşeyi kuşatan, Allah’ın küllî iradesi kastediliyorletâif: incelikler, güzellikler
maahaza: bununla birliktemazhar: görünme yeri
mevzu: konu
mâkes: yansıma yeri,
nazar-ı belâgat: belâgat ilminin bakışınev’i: tür, çeşit
nizam: düzen, kanunnizam-ı ekmel: en mükemmel ve eksiksiz düzen
resul: peygamberrisale: küçük kitap mektup; Risale-i Nur’un her bir bölümü
sath: yüzey, dıştafsilât: ayrıntılar, detaylar
tahsis: hâs kılma, özelleştirme, ait kılmatereşşuh: sızıntı
tezkiye: iyi hâl üzere şahitlik etme, temize çıkarma, haklı çıkarmavech-i in’ikâs: aksetme, yansıma yönü
âlem: kâinat, evren, yaratılmış herşeyâlem-i insaniyet: insanlık âlemi
âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesişahid-i âdil: adaletli tanık, delil
مِنْ: (bk. ḥ-r-f

<tbody>
</tbody>
 
Üst