Emirdağ Lâhikası’nı nasıl okumalı?

tuncerr

Active member
METİN KARABAŞOĞLU
Bediüzzaman Said Nursî’nin talebeleriyle ve başkaca bazı zevat ile yazışmalarını içeren lâhikalar, Risale-i Nur ile temsil edilen iman hizmetinin serencâmını gösterdiği gibi, hayata dair birçok ders ve ölçü içerir.
Barla Lâhikası’ndan başlayarak Emirdağ Lâhikası’nın son cildine kadar uzanan bu mektuplar, zor bir zamanda imana ve Kur’ân’a hizmeti hayatının öncelikli gayesi edinmiş her mü’min için bir yol haritası gibidir. Bu yolda neler yaşanır, hangi sınanmalara maruz kalınır, hangi badirelerden geçilir, bu badireler karşısında nasıl bir ruh halini kuşanmak gerekir gibi nice sorunun cevabını bu lâhika mektuplarında bulmak mümkündür.

Yine bu mektuplar, “Mü’minin ferasetinden korkunuz” hadisine mâsadak olmuş bir ahir zaman mü’mini olarak Bediüzzaman’ın ve talebelerinin cehdiyle Risale-i Nur’la temsil edilen iman hizmetinin tohum iken meyvedar bir ağaç haline gelişinin de ipuçlarını verir.

Nitekim, bu lâhikalar içerisinde ilki olarak Barla Lâhikası’nda, henüz filiz vermiş bir iman hizmeti çekirdeğinin toprağa tutunma serencâmını okuruz. Kastamonu Lâhikası’nda bu iman hizmeti çekirdeği fide halindedir artık ve kök salmaktadır. Emirdağ Lâhikası’nın ilk cildinde bu kök salmış fidenin bir ağaç olarak boy verişinin, ikinci cildinde ise çiçek vermeye başlamasının serencâmını okuruz.

Maamafih, bir ağacın çekirdek halinden meyveli bir ağaç olmasına kadar yaşadığı sergüzeştin bir benzeri, Risale-i Nur’la temsil edilen bu iman hizmeti için de söz konusudur. Bu süreç, kolay olmamıştır. Kökler beslensin diye toprağa çapa vuranlar olduğu kadar, ağaç olamadan kuruyup gitsin diye doğrudan köke ve gövdeye çapa vuranlar da olmuştur. Sürgünler, hapisler, işkenceler, iftiralar, zehirlenmeler yaşandığı gibi, gövdenin içine kurt salma teşebbüsleri dahi olmuştur.

Lâhika mektupları, böylesine zor bir süreçte, üstelik dünya konjonktüründe faşizmin ve komünizmin yükselişiyle gelen bir diktacı/dayatmacı zihniyet istilası da söz konusu iken bir iman hizmetinin nasıl özünü ve aslını zayi etmeden kök salabildiğinin anahtarlarını vermesi bakımından son derece kıymetlidir. İman hizmeti esnasında yaşanan bütün bu sınanmaların sadece Bediüzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nur’u telif ve neşrettiği 1926-1960 yıllarına mahsus olmayıp; her devirde bir benzerinin yaşanabilirliği açısından bakıldığında ise bugün için de ziyadesiyle yol göstericidir.

Bu nazarla bakınca, Barla Lâhikası’nın mektuplarında görünen o feragat-merkezli, samimiyet ve hesapsızlık yüklü uhuvvet atmosferinin teşekkülü de; Kastamonu Lâhikası’nın mektuplarında görülen, bir dünyevîleşme kasırgası hengâmında mü’min olarak dik durabilme cehdi ve teşebbüsü de; Emirdağ Lâhikası’nda görülen bir sosyal/siyasal açılım hengâmında dönüşmeden, değişmeden, başlangıçta hedeflenen uhrevî cehdi bir dünyevî ranta dönüştürmeden dünyevîlere de yol gösterici olabilme gayreti de bugünün mü’minlerine çok şey söyler.

Şunu da belirtelim ki, bu genellemeler, ilgili lâhika mektuplarının ‘genel hali’ne dair yorumlardır yalnızca. Yoksa her mektup, sadece bu ‘genel hal’e indirgenmesi imkânsız, her biri son derece ince nüanslar, derinlikli ölçüler barındırmaktadır. Bazan bir cümlesinin, hatta bir cümledeki bir tabirin veya bir kelime tercihinin bile son derece öğretici olduğu, bu yüzden bilhassa dikkatle okunmayı hak eden mektuplardır bunlar. Dolayısıyla da, her bir lâhika, her bir mektubuyla çalışılmayı hak etmektedir.

Son yıllarda, bu yönde müstakil çabaların varlığını görmek insanı memnun ediyor. Meselâ Ümit Şimşek'in Barla Lâhikası'ndan hareketle kaleme aldığı dikkate değer Barla Modeli kitabı ile, Abdullah Aymaz'ın Kastamonu Lâhikası Üzerine başlıklı ve daha önce hakkında bir değerlendirme yazısı yazdığımız çalışma ilk anda akla gelenlerden.

Yine Abdullah Aymaz'ın imzasını taşıyan Emirdağ Lâhikası Üzerine-1 ise, Bediüzzaman'ın bu iki ciltlik lâhikasının ilk cildinde yer alan mektupları ve onlar hakkında muhterem yazarın değerlendirmelerini içeriyor.(Bu arada, kitabın başlığında yer alan (1) kaydından da anlıyoruz ki, yakın bir zamanda Emirdağ Lâhikası’nın 2. cildi üzerine bir çalışmayı da yine Abdullah Aymaz imzasıyla okuyacağız.)

Emirdağ Lâhikası Üzerine-1, Bediüzzaman Said Nursî’nin beraatle sonuçlanan Denizli mahkemesi (Haziran 1944) sonrasında dönemin idarecileri tarafından hukuksuz bir şekilde sürgün edildiği Emirdağ’da gerçekleşen yazışmalarını içeriyor. 1948’de kâinatın Allah’ın varlığını ve birliğini nasıl gösterdiğini anlatan Âyetü’l-Kübra’nın neşrini bahane ederek gerçekleştirilen Afyon hapsine kadarki dönemi içeren bu eser, hem Risale-i Nur hizmetinin gelişim seyri içinde yaşanan sınanmalara ışık tutması ve benzer sınanmalar için yol gösterici dersler içermesi; hem yaşanan dönemin Birinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği ve dünya konjonktürünün özgürlük ve demokrasi lehine değişmeye başladığı bir dönem olması açısından son derece önem taşıyor. Bu lâhikayı önemli kılan bir diğer unsur ise, âfâkî ve enfüsî tefekkür arasındaki farka işaret eden 90. Mektup, kâinatı Allah’ın âyetleri olarak okurken ‘bilimci’ bir yaklaşımın esiri de olmama yönünde bir ikaz içeren 123. Mektup, Risale-i Nur’un ‘adalet-i mahzâ’ noktasında doğrudan Hz. Hasan’ın yarım kalan hilafetine rabtedildiği 40. Mektup, ‘genişleme’yi değil ‘derinleşme’yi esas alma ve şahıs-merkezli olmama dersini içeren 53. Mektup gibi, Risale-i Nur hizmetinin yol haritasında birer işaret taşı niteliğindeki son derece önemli mektupları içeriyor olması.

Abdullah Aymaz’ın Emirdağ Lâhikası Üzerine-1’de her bir mektubun sonunda yaptığı değerlendirmeler, her bir mektuptan genel bir istifadeyi hedefliyor ve rahatlıkla okunan hasbî tespitler içeriyor. Aymaz’ın gerek Bediüzzaman’ın ilgili mektuplarda ismi geçen talebelerinin hatıralarına, gerek sonraki dönemden bazı hatıralara, gerek kendi yaşadığı bazı olaylara yer vermesi, okuyucuda uyanan bu ‘hasbîlik’ duygusunu pekiştirici nitelikte. Ayrıca, bu değerlendirmeleri okurken, gerek Bediüzzaman’la, gerek talebeleriyle, gerek başkaca isimlerle ilgili manidar ayrıntıları öğrenme imkânı buluyor okuyucu. 15 Haziran 1944’te beraatle sonuçlanan Denizli mahkemesinin kadın hâkimi Hesnâ Şener hakkındaki açıklamalar, Bediüzzaman’ın güzide talebelerinden Hasan Feyzi Yüreğil’in kendisi bir tarikat (Melâmetiyye) şeyhi iken şeyhliği bırakıp Bediüzzaman’a talebe oluşuna dair bilgiler, bunun iki örneği...

Muhterem yazarın ‘umumî istifade’yi gözeten bu değerli çalışmasının, bazı ince bahislerin mecburen atlanmasına yol açtığı şeklindeki izlenimimizi de bilvesile aktaralım. Meselâ, 39. Mektup’ta yer alan ve “Baki bir hakikat, fani şahsiyetler üstüne bina edilmez. Edilse, hakikata zulümdür” cümlesinden sonra gelen ‘her cihetle kemalde ve devamda bulunan bir vazife...’ ifadesinin içerdiği ‘tecdid’ ve ‘tazelenme’ esprisinin; 30. Mektup’ta siyasete dair Bediüzzaman’ın en kritik bakışını içeren “Siyasetçi ekserce tam müttaki dindar olmaz; tam müttaki dindar siyasetçi olmaz” ölçüsü dahilinde serdedilen ‘bir kısım sahabiler ve selef-i sâlihîn hariç’ ifadesinin zımnında taşıdığı Amr İbnü’l-Âs, Muaviye b. Ebi Süfyan gibi sahabilerin ‘maslahat’ gerekçesiyle ve ‘siyaset’ hesabına ‘adalet-i mahzâ’ esasının karşısında duruşlarını Bediüzzaman’ın onaylamadığı ihsasının derinlemesine açılmasını görmeyi de arzu ediyor insan. Yahut, kardeşi Abdülmecid’e yazdığı 123. Mektup’taki bilim felsefesine bakış açısından da kritik öneme sahip ifadeleri, 8. Mektup’taki ‘maddî’ ve ‘resmî’ yardıma dair sorgulamaların açılımını da...

Böylesi daha derinlemesine bir tahlil, Emirdağ Lâhikası Üzerine-1’i bin küsur sayfalık bir eser haline getirir ve ‘umumî istifade’ için bir engel teşkil ederdi belki.

Her hâlükârda, muhterem Abdullah Aymaz’ı, Bediüzzaman’ın bir lâhikasını daha dikkatle mütalaa etmeye okuyucuyu yönelten bu değerli çalışmasından dolayı tebrik ediyor; ilgili lâhikanın daha kapsamlı, daha detaylı, daha derinlemesine bir analizini de şu zamanın müdakkik evlatlarından bekliyoruz.
 
Üst