Melekler Ve Meleklere İman

Eyvàh!

Well-known member
Melekler Ve Meleklere İman


Allahu Teâlâ'nm Zâtı, Sıfatlan ve Fiilleri ile ilgili konuları in­celedikten sonra, bu bölümde Allah'ın Meleklerinden bahsedecek, meleklerin mahiyetini, İslâm akîdesindeki yerini ve vazifelerini beyan edeceğiz.[1]

1 - Meleklertn Mahtyett Ve Vasıfları :


«Melek» kelimesi, yetkili dilcilere göre Arapça bir kelime olup, «elûk» veya «elûke» kökünden gelir. Elûk; götüren, elûke de: haber götüren manasınadır.
«ELK» aslında «elçilik» demektir. Müfredi (tekili), «mefal» vezninde «melek» ise de, bilâhare hemze (') «lâm» dan sonraya alı­narak «mel'ek» olmuş, daha sonra hemze de düşerek kelime «me­lek» haline gelmiştir. Bu gibi değişikliklere Arapçada çok rastla­nır.
Haber götüren elçi mânâsına gelen «melek» in çoğulu «melâike» dir.
Ibn-i Hayyan ve Râğıb gibi dilciler, melek kelimesinin, «kuv­vet ve iktidar» mânâsına gelen «melk», yahut «milk» kelimesinden geldiği kanaatındadırlar.
İngiliz müsteşriklerinden Papaz D. B. Mac Donald, bu kelimenin İbrânice'den Arapça'ya geçmiş olabileceği fikrine kapılmışsa da, bilâhare, yapılan incelemeler sonunda îbrânice'nin çok eski ki­tabelerinde böyle bir fiilin izine rastlanmadığını itiraf etmiştir.[2]
Meleklerin cins ve mahiyeti hakkında çeşitli görüşler varsa da, meşhur olan; meleklerin ruhanî, nûrânî ve lâtif birer varlık olduk­larıdır. Kur'an-ı Kerîm'in birçok âyetlerinde meleklerin, diğer var­lıklar gibi, müstakil olarak yaratılan, fakat maddî varlıklara mah­sus olan yemek, içmek, uyumak, evlenmek gibi hallerden uzak ve müstağni, erkeklik ve dişilikle muttasıf bulunmayan nuranî ve lâ­tif varlıklar olduğu, kendilerine verilen en büyük işleri îfâya, en kısa 'Zamancta en uzak mesafeleri kat'etmeye, diledikleri şekil ve surette görünmeye muktedir, Hak Teâlâ'nın mükerrem kullan ol­dukları beyan olunmuştur [3] Bu bakımdan melekler, îtibârî birer yarlık olmayıp, Yüce Allah'a asla isyan etmeyen, O'nun emirlerini usanmadan yapan ve.harfiyyen yerine getiren, nûrânî, masum ve şerefli kullandır. Nitekim Hak Teâlâ melekleri için : [4] ve Onlar, Allah'ın emirlerine isyan edip karşı gelmezler emrolundııkları şeyleri (aynen) yaparlar.» buyurmuştur.
Kur'an-ı Kerîm'de insanların topraktan, cinlerin ve şeytanın ateşten yaratıldıkları beyân olunmakta ise de, [5] Meleklerin han­gi maddeden yaratıldıkları açık bir dille bildirilmemiştir. Ancak Hz. Âişe Radıyallahu Anhâdan nakledilen bir hadise göre; Peygam­berimiz; cinlerin nârdan (ateşten), meleklerin de nurdan (ışıktan) yaratıldıklarını bildirmiştir [6] Bu hadis, meleklerin maddî ol­mayan rûhânî ve nûrânî lâtif yaratıklar olduğunu, meleklerle cin­lerin iki ayn asıldan gelen iki ayrı varlıklar olduklarını gösterir.
Kur'an'da, meleklerin kanatları olduğundan da bahsedilmiştir.
Halbuki kanat, maddî bir. sıfattır. Fakat buna dayanarak, manevî varlıklar olan melekleri kuş gibi kanatlı, maddî bir varlık olarak tasavvur etmek, yanılş bir anlayış olur. Çünkü Kur'an'da bahse­dilen melek kanadı, kuş kanadı gibi maddî bir kanat olmayıp, vazi­felerini en sür'atli bir şekilde görmelerine delâlet eden manevî bir kanat, bir kuvvet sembolüdür,
Bu söz, temsilî ve mecazî bir ifadedir. Nitekim maddî ve ma­nevî ilimlere sahib olan bir kimseye de, mecazen «Zü'l - cenâheyn» yani iki kanat sahibi, denir.[7]

2- Melekler Görülebilir Mi?


Melekler, nurdan yaratılan, rûhânî ve manevî lâtif varlıklar oldukları için, kendilerine mahsus olan mahiyetleri, insan gözüne görünmelerine engel teşkil etmektedir. Çünkü insan sözü, —genel olarak— melekler gibi nûrânî, îâtif varlıkları görebilecek şekilde yaratılmamıştır. Ancak, Cenab-ı Hak, Peygamberlerine bu kuvveti verdiğinden,- yalnız onlar melekleri hakîkî hüviyetleriyle görebilir­ler. [8]

3- Meleklere İmân :


tslâmda îmân esaslarından biri de, Yüce Allah'ın melekleri ol­duğuna inanmaktır. Meleklere îmân, Islâmda inanç esasları arasın­da mühim bir yer işgal eder. Çünkü melekler, vahiy ve Peygam­berliği, görülmeyen ilâhî âlemden, "görülen insanlık âlemine nakle­den Allah elçileri, bu âlemin nizâmını sağlayan ilâhî vasıtalar ve insanlara iyiliği ilham eden nûrânî varlıklardır. O halde vahye ve Peygamberliğe inanmak, ancak meleklere inanmakla olur. Yani Pey­gamberlere inanmadan önce, onlara peygamberliği getiren meleğin varlığına inanmak lâzımdır. Bu bakımdan meleğe îmân, peygamber­liğe îmân demektir. Meleği inkâr ise, Peygamberliği inkâr mânâsı-nı ifade eder. İşte bu sebepledir ki meleklere îmân, îmân esasları arasında Allah'a îmândan sonra yer almıştır [9] Nitekim Kur'anU Kerîm'de Yüce Allah'a îmândan sonra Meleklerine, daha sonra da, Kitaplarına ve Peygamberlerine îmân etmek zikredilmiştir [10] Esa­sen, diğer îmân esaslarına inanmak, herseyden önce Allah'a, sonra O'nun gibi görünmeyen Meleklerine inanmakla kaabildir. Bu Peygamber, Rabbi tarafından inzal olunana (Kur'an'a di, mü'minler de inandılar. Herbirt Allah'a, Meleklerine, Kitaplarına Peygamberlerine inandılar.»
inan- hetten de ruhanî lâtif varlıklar olan Meleklere îmân, maddî ve ma­nevî varlıkların yaratıcısı bulunan Hak Teâlâ'ya îmândan sonra zikredilmiştir. [11]

4 - Meleklerin Naklen Sübûtlî Ve Aklen Cevazı :


Görünmeyen ve göremediğimiz bu varlıkların mevcudiyetini Kur'an-ı Kerîm bize haber veriyor. Peygamberimiz, melekleri biz­zat görmüş ve var olduklarını bildirmiştir. Allah'ın Kelâmı olan Kur'an'm her verdiği haber hak ve gerçeğin ifadesidir. Peygam­berler ise, doğrulukla muttasıfdırlar ve asla yalan söylemezler. O halde bizler müslüman olarak Kur'an ve Hadisle sabit olan, bütün geçmiş Peygamberlerin ve Semavî Dinlerin, varlığında ittifak ettik-ieri meleklere inanmakla mükellefiz. Bu sebeble, şer'an sabit olan melekleri inkâr etmek küfrü icabettirir. Bu hususta vârid olan muh­kem âyetleri te'vile kalkışmak asla caiz değildir.
Şer'an sabit olan meleklerin varlığını insan aklı da inkâr et­mez. Gerçi akıl, meleklerin ne varlığını, ne de yokluğunu kesin de­lillerle ispat edebilir. Fakat akıl, bu gibi görülmeyen varlıkların muhal olmadığına, bilâkis vücudu caiz olan şeylerden olduğuna de­lâlet eder. Çünkü; melekleri inkâr için, aklî veya ilmî hiçbir delil ortaya konamaz. Aksi halde, gözümüzle göremediğimiz ve bugünkü müsbet ilmin ve felsefenin mahiyetini bilemediği ruhumuzun ve ak­lımızın da varlığım inkâr etmemiz gerekir. Fakat göremiyoruz veya mahiyetini bilemiyoruz diye, ne ruhu, ne de akh İnkâr edebiliriz. O halde, ruh gibi maddî olmayan ve «Mücerredât» denilen mânevi varlıklara inanmaya mecburuz. Bu gibi varlıklar, müşahede ve tec­rübeye (gözlem ve deneye) dayanan müsbet ilmin sınırı'dışında ka­lan, fizik ötesi, manevî yaratıklardır. Nitekim, Sokrafc ve Eflâtun gibi ilahiyatla uğraşan eski filozoflar, fizik ötesi ruhanî varlıkların mevcudiyetine, inanmışlar ve onlara «Misâller âlemi, Ervâh-ı Ul-viyye, Ukûl-i Âliye, Nüfûs-i Mücerrede» gibi isimler vermişlerdir. Bugünkü müsbet ilimle uğraşan bilginlerin çoğu, fizik Ötesi birta­kım kuvvetlerin bu maddî âlemde görülen bazı hâdiselerin meyda­na gelmesine sebeb olduğunu kabul etmektedir. Bütün bunlar, me­leklerin mevcudiyetini akim caiz gördüğüne delâlet eder.
Hülâsa, melekler de ruhumuz gibi vardır. Gerçi biz onları gö­remiyoruz. Fakat Peygamberler görmüşler ve büyük bir melek olan Cebrail'in elçiliğiyle Allah'ın vahyine mazhar olmuşlardır. Onlar,melekler vasıtasiyle Allah'ın emir ve yasaklarını telâkki ederek, beşeriyyeti hidâyete sevketmişlerdir. Nitekim mukaddes Kitabımız Kur'an-ı Kerîm de Sevgili Peygamberimize aynı şekilde indirilmiş ve bize meleklerin varlığını haber vermiştir. Onun içindir ki, biz müslümanlar, Kur'an-ı Kerîm'in ve Peygamberimizin haber verdiği ve uklımızın da varlığını kabul ettiği meleklere inanırız. Çünkü me­lekleri inkâr. Mukaddes Kitapları ve Peygamberleri de inkâr etme­yi gerektirir. [12]

5 - - Meleklerin Vazifeleri :


Kur*an-i Kerîm'in birçok âyetlerinde meleklerden bahsedilmiş çeşitli vazifeleri ve gördükleri işlere göre aldıkları isimler beyan olunmuştur. Kur'an'a göre melekler, üç büyük gurupta toplanmak­tadır :
A) fiîîİîyyûn, Mukarrebun» diye anılan meleklerdir ki, bunlar dâima Hak Teâlâ'yı tenzih ve tehlil ile, O'na ibadet etmekle meş­guldürler. Dâima Allah mahabbetiyle istiğrak halindedirler.
B) «Müdebbirât» adıyla anılan melekler olup, bu kâinatın ni­zam ve intizâmında ilâhî irâdenin icrasına vasıtalık ederler. Yani hiîkatin devamını ve tekâmülünü temin ederler.
C) İnsanın ruhî hâli ve tekâmülü ile vazifeli olan meleklerdir.
Bu melekleri ve vazifelerini şu beş gurupta toplamak müm­kündür :
1- Bunların başında, meleklerin en büyüklerinden Cebrail gelir ki, vazifesi çok mühimdir. Bu vazife, insanları hidâyete şev-keden ve onları her iki dünyada da saadet ve selâmete ulaştıran ilâhî vahyi, Peygamberlere tebliğ etmektir. İlâhî emâneti Peygam­berimize ve daha evvelki Peygamberlere ulaştıran bu meleğe «Va­hiy Meleği», «Ruhu'l-Enıîn» ve «Kuhu'l - Kudüs» isimleri verilmiş-
2- Bu guruptaki meleklerin ikinci vazifesi de, Allah'ın Pey­gamberlerine ve kuvvetli îmân sahibi sâlih kullarına kuvvet ver­mek, sıkıntılı ve üzüntülü anlarında onları teselli etmek ve mane­viyatlarını yüks e itmektir. Nitekim Kur'anda mü'minlere, düşman­larına karşı yardım için melekler gönderildiği birçok âyetlerde zikredilmiştir [13] Bu yardımın, manevî bir yardım, kalbe itmi'nan ve müjde için olduğu yine Kur'an'da beyân olunmuştur. [14]
3- İnsanların her türlü halleriyle ilgili meleklerin üçüncü vazifesi ise, Allah'a inanmayan kötü ruhlu insanlara verilen ilâhî cezayı ifâ etmektir. [15]
4- Meleklerin dördüncü vazifeleri de, yeryüzündeki insanla­rın hidayetleri için duada ve onlara şefaatte bulunmaktır [16] Bu dua ve şefaat, «Rahmeti her şeyi kuşatan ve kaplayan Allah'ın» [17] iradesiyle bütün insanlar için ise de, meleklerin yalnız mü'-minlere mahsus olan duaları daha kuvvetlidir [18] Peyamberler için olan dualar ise, onları takdis etmek ve risâlet vazifelerine yar­dımcı olmaktır.
5- Meleklerin diğer bir vazifesi de, insanlara iyi ve hayırlı şeyleri telkin etmek suretiyle onların doğru yola girmelerini ve ru­hen yükselmelerini sağlamak, böylece onları iyi ve asil bir hayata yöneltmek, saadet ve selâmete erdirmektir. Yukarıda beyan olun­duğu gibi, meleklerin kâfirler için bile şefaat edip dua etmeleri, onları ruhî yükselme yoluna sevketmek içindir. Mü'minleri hakka, gerçeğe ve aydınlığa- çıkarmaları ve Peygamberlere selât-ü selâm getirmeleri ise, onların ruhî yükselme dâvalarını ilerletmektir.
Meleklerden bir kısmının da özel vazifeleri vardır. Meselâ «Ha-faza» [19] denilen melekler vardır ki, her insana bunlardan iki melek verilmiştir. Bunlar, insanın her türlü iyi ve kötü hareketle­rini yazarlar. Kur'an'da bu meleklere «Kirâmen Kâtibin» (Şerefli, ulu yazıcılar) adı verilmektedir [20] Melekler mânevi ve ruhanî lâ­tif varlıklar oldukları için, şüphesiz onların yazmaları, insanın yaz­ması gibi değildir. Sonra bu kayıt işi bir ihtiyaçtan doğma olma yıp, insan oğlunu, işlerinde dikkat ve itinâya sevketmeyi hedef alan bir takım ilâhî hikmetlere müsteniddir.
Bir de «MOnker ve Nekir» ismi verilen melekler vardır ki bun­lar, insana, öldükten sonra soru sormaya memurdurlar.
Bunlardan başka, AzrMadıyla anılan, ruhları kabzetvncye me­mur melek, Mikâil ismiyle bilinen, nzıklan sahihlerine ulaştırma ve yağmur yağdırmak, rüzgâr estirmek gibi tabiî hadiseleri yönet­mekle vazifeli melek ve kıyameti ilân eden Sûr'u üflemekîe v oteli forâfîl adlı melek vardır ki, bu üç m°lek, Cebrail Aleyhisselâm, me­leklerin en büyükleri ve onların resulleridir. [21]

6- Melekler İnsanlardan Efbal Mıdır?


Meleklere îmân farz olduğu gibi, onları ta'zim ve tebcil etmek de her mü'mine farzdır.
Peygamberler, meleklerin resulü olan dört büyük melek dahil, bütün meleklerden efdâl yani daha faziletli ise de, bu dört melek bütün insanlardan efdâîdir. Bu husus «lemâ-i Ümmet» ile sabittir.
Takva sahibi insanlar da, diğer meleklerden daha faziletli ve üstündürler. Çünkü melekler, yaradılış bakımından günâh işlemez­ler, Allah'a itaat ve ibadet onlar için tabiî ve fitrî bir iştir. Onları bu işten menedecek ne nefisleri vardır, ne de haricî bir tesire mâ­ruzdurlar. Halbuki insan akıl ve nefis sahibi olup,her türlü menfi tesirleraltındadır. Buna rağmen bu menfi ve kötü engelleri aşar ve Yüce Allah'a inanarak, salih amel işlerse, elbet meleklerden daha faziletli ve daha üstün derecede bir varlık olur. [22]

Görülmeyen Yaratıklardan Cin Ve Şeytan


Nûrânî ve ruhanî lâtif varlıklar olan meleklerden başka, Al-lahu Teâlâ'nın yaratmış olduğu gözle görülmeyen bir kısım gizli mahlûkları (yaratıkları) vardır ki, onlara (cin) adı verilir. Şeytan da cin tâifesindendir.[23]

Cin Ve Şeytan Kelimelerinin Lügat Ve Istılah Manâları :


«Cin» ismi, (cenne) kelimesinden gelir. Cemre; örttü, gizledi, gölgeledi, sakladı ve korudu demektir. Kelimenin aslı, bir şeyi his­ten gizlemek mânâsını ifade eder. Arap dilcileri, kelimenin kökünde ve aslında müttefiktirler. Meselâ : Cenne; bahçenin ağaçları top­rağı Örttüğü ve gizlediği için, «bahçe» mânâsına da gelir. Nitekim toprağı örtülmüş bağ, bostan ve bahçe'ye, aynı kökten gelen (cen­net) adı verilir. Cünne, kalkan ve siper mânâsında, (cenin) ana rah­minde saklı kalan çocuk, (cenan) göğüs içinde bulunan kalb, (cu-nün) nefis ile akıl arasında perde olan «delilik» mânâsına gelir. Bu kelimelerin hepsinde histen gizleme mânâsı vardır. Bu esasa göre cin, gizli mahlûklar cinsine delâlet eden bir «ism-i cins» tir. Müf-redi «Cinnî» dir.
«Dilciler» den Râğıb-i tsfehâm'nin El - Müfredat'mda bildirildi­ğine göre, gizli kuvvetler mânâsına gelen (cinn), iki türlü kulla­nılır :
1- Cin (ins) kelimesi karşılığında kullanılan ve histen, in­san gözünden gizli olan bütün ruhanî varlıklardır. Bu, cinn keli­mesinin genel mânâsıdır. Bu mânâda meleklere ve şeytana da cin
denilebilir. Çünkü melek de, şeytan da gözle görülmeyen gizü var­lıklardır [24]
2- (Cinn), ruhanî varlıkların hepsinin değil, bir kısmının adıdır. Çünkü ruhanî varlıklar üç kısımdır :
Birinci kısım ruhanîler, Yüce Allah'a itaat ve ibâdet eden nje-lekler'dir ki, bunlar yanlış is yapmazlar ve insanı aldatmazlar.
İkinci kısmı teşkil eden, şerir ve isyankâr olan Şeytanlar'dır.
Bunlar insanı aldatırlar; şer ve kötülük için çalışırlar.
Üçüncü nevi ruhanîler ise, ikisi ortası olan gizli yaratıklardır. Bunların hayırlısı ve Allah'a itaat edeni olduğu gibi, şerlisi ve Al­lah'a isyan edeni de vardır. Özel manâsıyla Cin, bunlara denir. Cin deyince, bu iki sınıfı da (yani mü'min ve kâfiri de) olan ruhanî yaratıklar olduğunu anlamak, en doğru ve meşhur olandır.
«Cinn Sûresi»nde etraflı olarak bahsedilen cinler, Rahman sû­resi âyet 15, 33 de geçen (Cinn) ve (Cânn) bunlardır. Cinn'in, müf-redi, «Cinnî», çoğulu ise «Cinne» gelir. Nitekim, «En-Nâs sûresi» nin 6. âyetinde «... Min-el Cinneti ve'n-Nâs» buyuruimuştur. [25]

Şeytan Kelimesi İse :


Dilcilere göre; azınlıkta, şer ve kötülükte emsalsiz olan şerir ve anut (inatçı) mânâsına gelen, her mütemerrit'e (azgına) veri­len bir isimdir. Bu bir «cins isim» dir. Şeytan kelimesinden daha çok (cin) cinsinden olan «Cin Şeytanı» anlaşılırsa da, kötü ruhlu insanlara da bu ad verilir. Hatta kötü hayvanlara da... Meselâ arap dilcileri, yılan'a «Hayye» dedikleri gibi, «Şeyâtınu'l Arap = Arap şeytanları» da derler. Bu esasa göre, «Şeytan» kelimesi, kötü ruh­la alâkası olan, görülen veya görülmeyen her kötü ve haktan uzak şeylere verilen bir isimdir. Cin şeytanı denildiği gibi, insan şeyta­nı, hayvan şeytanı da denir. Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de, «Şeyâtın-ı ins* ve «Şeyâtın-ı cin» tâbirleri [26] insan ve hayvan görülür, fakat, ruhta gizli ol&ri kötülük ve habaset görünmez. O, eserleri ile anlaşılır.
O halde, insan şeytanında da şeytanlık, gizli, bir haldir. Bu se­beple şeytan isminden, genel olarak, gizli, kötü bir kuvvet, kötü ve habis bir ruh anlaşılır. însan şeytanı, şeytanlıkta adolan cin şeytanına tâbidir. Ona bağlıdır.
Ehl-i Sünnet'e göre şeytan ismin'den maddî kötü kuvvetler de anlaşılır ise de, bilhassa görülmeyen bu gibi kötü ve haktan uzak­laşan gizli ruhlara delâlet eden bir «Cins ismi» dir. Yaratılışta her cins bir «Ferd-i Evvel», yani ilk fert ile başladığından, «şeytan» denilince bu cinsin ilk ferdi olan ve babası sayıîan ilk şeytan, yani «iblis» akla gelir ve ona has (özel) bir isim gibi olur. Ruhlar âle­minde iken, Allah'a isyan ederek ve tekebbür göstererek, insan ır­kının ilk ferdi Âdsm Aleyhi^eîâm'a (tazim gayesiyle) secde etme­yen (İblis) ilk şeytandır. [27]
Dilci imamlara göre (Şeytan) kelimesi uzaklık mânâsına ge­len (Satana =maddesinden, veya ihtirak (yanmak), yahut butlan mânâsına gelen (Şeyata = (ûa~i) ) dan gelir. Birincisine göre «Fi'lân» vezninde, haktan uzak olan, ikincisine göre ise, «Fu'lân» vezninde yanmış ve bâtıl demektir [28]

2 Cin Ve Şeytanın Mahiyeti Ve Vasıfları :


Kur'an-ı Kerîm'de bildirildiğine göre Cin ve Şeytan, aynı cins­ten olan ve görülmeyen yaratıklardır. Çünkü şeytan cinsinin ilk ferdi olan «İblis» in, ein'den olduğu şöylece tasrih edilmiştir. [29]
«Kani biz Meleklere, «Adem'e secde edim» demiştik de, îblîs-ten başkası hemen secde etmişti. O ein'den idi. Rabbinin enrâne karşı gelmişti.»
Hak Teâlâ Iblis'e : «Sana emrettiğim halde, secde etmene mâni olan "ne var, niçin secde etmiyorsun?» diye sorduğu zaman dedi ki :
«Ben ondan hayırlıyım, (Âdem'den üstünüm). Beni ateşten ya­rattın, Onu ise çamurdan...» [30]
Cinler ve cin cinsinden olan şeytan; saf ateşten, yani duman­sız ateş alevinden yaratılan nurânî lâtif varlıklardır. Bu konuda Kur'an-ı Kerîm'de :
«Cinni de faha, saf bir ateşten yarattı.» [31]
«Cinleri [32] de daha önce alevli (dumansız) ateşten yarat­tık.» [33] Duyurulmuştur.
Cinler de, melekler çibi -örülmeyen gizü varlıklar olup, çe­şitli şekil ve surete girmeye ve zor işleri yapmaya muktedir, fakat cins ve mahiyet bakımından meleklerden ayrı yaratıklardır. Daha önce zikrettiğimiz Hz. Âise (r.a.)'nin naklettiği hadis, bu hususu açıkça göstermektedir. [34]
Eski Hukemâ ve Mütefekkirler, cinlere «Ervâh-ı Süfliyye (Süf­li kötü ruhlar), Ervah-. Arziyye» adını vermişlerdir. Cinler arasın­la da insanlar gibi evlenme vardır. Onlar da, Yüce Allah, anan Dansı- ve ibâdetle mükelleftirler. Bazıları isyankâr olup kâfirdir. Diğer bir kısmı da itaatli mü'mindir. Allah'ın Yüce kudreti karşısında hiç bîrirân kudret vo hükmü olmayıp, O'nun âciz ve sorumlu yara­tıklarıdır. Allah'ın izni ve hükmü Gİmadikça, hiç bir kimseye ne iyilik, ne de kötülük yapabilirler. Cinler, Allah'ın peygamberlerine bildirdiği ilâhi vahyinden haberdar olamazlar, gaybı bilemezler [35] Çünkü Allahu Teâlâ gizli âleminden kimseyi haberdar etmemiştir. Ancak, seçtiği ve dilediği peygamberlerine insanlara tebliğ etmek üzere emirlerini bildirmiştir.[36]

3 - Hz. Peygamber Cinlerin De Peygamberîdîr '.


Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Hâtemü'l - Enbiyâ (Peygamberlerin Sonuncusu) ve en büyüğü olduğu için, bütün in­sanlığa gönderildiği gibi, cinlere de peygamber olarak gönderilmiş­tir, O, ins vs cinn'in peygamberidir. Cinlerden bir taifenin Peygam­berimizi Kur'an okurken dinleyerek îmân ettikleri, dinledikleri ilâ­hî hükümleri diğer cinlere bildirdikleri ve onları İslâm'a davet et­tikleri «Cin Sûresi»nde, ayrıca «Ahkâf Sûresi»nde beyan edilmiş­tir. [37]
Cin sûresinde şöyîe buyurulmuştur :
(Ey Muhammedi) De ki : «Cinlerden bîr zümrenin Kur'an okurken dinlediği bana vahyolundu. Onlar (Kur'an)ı dinlemişler de (şöyle) demişler : «Biz gerçekten hayranlık veren bir Kur'an din­ledik ki O, Ilakk'a ve doğruya götürüyor, biz de O'na îmân ettik. Rabbimize (artık) hiçbir şeyi ortak koşmayacağız...» [38]

4 - Cinler İlâhi Sırlara Vâkıf Mıdır?


İnsanları aldatarak dalâlete, küfre ve inkâra sevketmeye, bâ­tıl ve sapık inançlara yöneltmeye ve onların ahlâkını ifsada çalı­şan şeytan, Rabbine isyan eden cin tâifesindendir. Şeytan insanın açık bir düşmanıdır. Bu hususta bir çok âyetler vardır [39] Müş­rikler eskiden, İlâhî sırlara vâkıf olduklarını zannettikleri ve bu sebeple korktukları cinleri ulûhiyet derecesine çıkararak, onları ilâhlaştırırlardı. Dev, peri, şeytan, cin ve melek adıyla andıkları, hayra ve şerre kaadir zannettikleri, esrarengiz ruhanî yaratıktan iîâh kabul ederek, onlara ibâdet ederlerdi. Her birine çeşitli tılsım­lar, sihirler yapan Sâbiîler, Süryânîler, Yunanlılar, Romalılar, Ca-hiliye Arapları, İslâm'dan önceki Şanıanist Türkler [40] ve diğer müşrikler, bütün bu görülmeyen gizli ruhanî varlıkları ilâhlaştıra-rak, onları Allah'a ortak koşar, O'na oğullar ve kızlar uydurur-Kur'an-ı Kerîm'de çok yerde ve özellikle Cin Sûresinde bildi­rildiğine göre, cinler ve şeytanlar, ilâhî sırlar ve vahy hakkında bilgi sahibi değildirler. Bu husus kesinlikle reddedilmiştir. Nitekim, Kur'an-ı Kerim'in Peygamberimize İnzalinden söz edilirken şöyle buyurulmuştur :
«...Kur'an muhakkak ki, Âlemlerin Rabbi Canibinden indiril­medir. O'nu, Ruhu'l - Emin» inzâr edicilerden olasın diye, senin kal­bine mânâsı açık Arapça bir dil île indirmiştir...» [41] Aynı sûre nin sonlarında ise :
«..O'nu (Kur'an-ı) asla şeytanlar indirmedi. Bu onlara ya­raşmaz, esasen buna güçleri yetmez. Şüphesiz onlar, (vahyi) işit­mekten uzaklaştırılmışlardır...» [42] buyuruluyor.
Bu âyetlerden, şeytanların ve cinlerin vahye ve ilâhî sırlara asla vâkıf olmadıkları, buna güçleri yetmediği, vahyi Peygamber­lere bizzat Hak Teâlâ'nm gönderdiği ve Cibril'i Emîn tarafından kalplerine ilkâ olunduğu kesin olarak anlaşılmaktadır. Bu ve daha bir çok âyetlerden [43] anlaşıldığına göre, halk arasında zanne­dildiği gibi, şeytanlar ne göklere yükselirler, ne de ilâhî sırlan öğ­renerek yer yüzüne inerler. Bu, onların ne vazifesidir, ne de buna güçleri yeter. Halk arasındaki bu düşünceler mesnetsiz olup, ef­sâneden başka bir şey değildir.
Ancak, şu husus da bir gerçektir ki; Cinler ve Şeytan, saf ateşten yaratılan nûrânî varlıklar olarak, vahyi ve ilâhî sırları öğ­renmek gücünde olmamakla beraber, insanların görmediği ve bil­mediği bir çok manevî ve adî hâdiseleri görür ve bilirler. Fakat cinlerin şeytanlıklarına kapılarak ve gaipten sırlar öğrenmek sev­dasıyla onların istilâsına düşmemeli, kötü tasarrufuna girmemeli­dir. Gerçek şudur ki; cinlere verilen tasarruf kudreti, insanlara ve­rilen idrâk kuvvetinden daha yüksek değildir ve bunların hepsi ilâhî kudret ve azamet önünde bir hiçtir. Onun içindir ki, Allah'a ihlâs ile îmân eden gerçek mü'minler onlardan korkmazlar ve isti­lâlarına uğramazlar. Çünkü, Kur'an-ı Kerîm'in nuru onları yaKar.Nitekim Cin sûresinde bu gerçekler anlatılmış cinlerin varlığı, mes'uliyetleri, mükellefiyetleri ve insanlarla olan alâkaları bildiril­miştir. Cin ve şeytanlar, Yüce Allah'a ve ,ilâhî emirlerine karşı hiç bir şey yapamazlar ve gayb hakkında bilgi sahibi olamazlar. [44]

5- Cin Ve Şeytan Niçin Yaratılmıştır?


insanın apaçık düşmanı olduğu bildirilen ve gayesi insanı doğ­ru yoldan çıkararak küfre ve dalâlete şevke çalışmak olduğu an­laşılan şeytan acaba niçin yaratılmıştır?
Gerçek şudur ki; insan, yaratılış bakımından madde ve ruh'-dan teşekkül eder. Maddî cephesi; fizikî görünüşü olan bedeni ve onun tabiî ihtiyaçlarıdır. Manevî cephesini de, mahiyeti bilinmeyen ruhu ve aklı teşkil eder. Bu yaratılışının tabii neticesi olarak Yüce Allah, insana iki çeşit duygu vermiştir.
Birincisi, insanın ruh ve mânâ cephesi ile ilgili olan yüce duy­gulardır ki, bunlar insanı rûhânî ve yüce bir hayata -yöneltir.
İkincisi ise, insanın maddî ve fizikî yönü ile ilgili olan bir ta­kım süflî duygulardır. İnsan bu duygularına tabî olursa, ruh cep­hesi zayıflar, adetâ maddeleşerek âdîleşir. insandaki bu iki çeşit duyguya karşılık kâinatta da iki çeşit varlık vardır : Melekler ve şeytanlar. Şüphe yok ki, süflî ve âdî nev'iden olan duygu ve arzular, in­sanın fizikî varlığı için şarttır. Fakat bunlar, çığrından çıkıp, kont­rol edilemez bir hale gelirse, insanın iyi ve yüce bir hayata doğru yönelmesine ve yükselmesine engel olur. İnsanın bu cins dsygu ve arzularını kontrol etmesi gereklidir. Eğer bunu yapmakta başarıya ulaşırsa, ne bu fizikî arzular, ne de onu tahrik eden şeytan insa­na zarar verebilir. Bilâkis manevî cephesinin emrine girer ve onun yükselmesine hizmet eder. İnsan için bir imtihan ve deneme yeri olar bu dünya'da insanı iyiliğe yöneltmek için melek yaratılması nasıl lüzumlu ise, fizikî varlığı için de onun süflî ve âdî arzularını kamçılayan kuvvet, kontrol altına alınmak şartı ile zararsız, hattâ faydalı olabilir. Şeytanların yaratılmasında bundan başka daha bir çok ilâhî hikmetler olduğu muhakkaktır.
Nitekim Müslim'in tbn-i Mes'ud (r.a.) dan rivayetine göre Pey­gamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur : (Meali)
«İnsanlardan hiç bir fert yoktur ki, onun cinden bir şeytanı olmasın!»
Bunun üzerine sormuşlar : «Ya Resûlallah! Bu senin hakkında da böyle midir?»
Peygamberimiz cevaben : «Evet, böyledir. Şu kadar ki ben, Al­lah'ın bana oian yardımı ile, onu yola getirdim, itaatim altına al­dım, onu müslüman yaptım ve böylece şerrinden, bana kötülük tel­kin etmesinden kurtuldum. Şimdi o, bana hayırdan başka bir şey telkin edemez.» buyurmuştur.
Gerçekte şeytan, önce insana itaati kabul etmez. Onun arzu ve niyeti, insanoğlunu par,lak sözlerle ve yalanla adî ve süflî arzu­larını uyandırarak onu yanlış yola sevketmektir.
İnsan, ruhî gelişmesinin ilk devresinde şeytanın içinde uyan­dırdığı, süflî ve kötü arzulan susturmak için onunla savaşmak zorandadır. Fakat insan bu mücadelede azmederse, ilâhî vahiy saye­sinde sonunda şeytanı yenecektir. însan bu devreyi atlatıp aymak­ta başarılı olursa, artık yükselir, süfli1 arzular dizginlenir ve şey­tan ona zarar veremez hale gelir. Ona iyilikten başka şeyler telkin edemez. Nitekim Hak Teâlâ; «Benden size bir hidâyet rehberi ge­lecektir. Kim ona uyar, yolundan giderse, onlar için artık korku yoktur, onlar mahzuii da olmazlar...» [45] Duyurulmuştur.[46]

6- Cin Ve Şeytanların Varlığını Akıl İnkâr Edebilir Mî?


Saf ateşten yaratılan ve insan gözüyle görülemiyen cinler ile, aynı cinsten olduğu Kur'an âyetleriyle haber verilen şeyt^n'm nû-rânî gizli varlıklar olduğu şer'an sabittir. Bu hususta, daha ı'mce yeri geldikçe zikrettiğimiz birçok âyetler ve Kur'an-ı Kerîm'de «Cin Sûresi» adiyle anılan müstakil bir sûre vardır. Bu sûre, Kur'an-ı Kerîm'in 72. sûresi olup, 28 âyettir. Cinlerin varlığını ve kendisinin onlara da peygamber olarak gönderildiğini Hz. Pey­gamber' (s.a.v.) haber vermiştir. O halde bizlerin müslüman ola­rak muhkem âyetler ve sahih hadislerle, yani Kur'an ve Sünnet gibi iki şer'î delille var olduğu bildirilen cin ve şeytan'ın, Yüce Al­lah'ın görülmeyen gizli yaratıkları olduğuna inanmamız gerekir.
Şer'an sabit olan meleklerin varlığım inkâr edemiyen insan aklı, daha önce zikrettiğimiz aynı sebepten, varlığı şer'an yani dînen sabit olan cin ve şeytanı da inkâr edemez. Çünkü bu husus, ak-len muhal değildir. Cinlerin de, cismanî bir bünyesi olabilir. Fakat, bizim her bünyeyi görmemiz zarurî olmadığı gibi, gördüğümüz ci­simlerin de her cüz'ünü göremediğimiz bilinen bir gerçektir. O hal­de, gözlerimizin önünde, bir bünyeye sahip bir çok varlıklar oldu­ğu halde, biz onları görmeyebiliriz. Nitekim mikroplar var olduğu halde, onları gözle göremeyiz. Bu bakımdan, hava içinde hiç his­setmediğimiz dalgalar ve ışınlar bulunduğu gibi, âletle dahi hisse-demiyeceğimiz gizli varlıklar bulunabilir. Esasen, bütün cismânî ve fizikî kâinatta, nişlerimizden gizli ve görme gücüne sahip ol­madığımız ruhanî varlıkların bulunduğunu inkâr etmek doğru ol­maz. Her türlü varlığı yaratmağa kaadir olan Yüce Allah'ın yara­tıklarının, yalnız gözle veya âletle görüp bildiğimiz şeylerden iba­ret olduğunu sanmak, büyük gaflet olur. Bu ise, Yüce Allah'ın ilâ­hî kudretini ve kâinatın azametini bilmemekten başka bir şey ol­maz.[47]
 
Üst