İmam-ı Gazzali

Lebbeyk

Well-known member
İMAM-I GAZZALİ


Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed b. Ahmed' (H. 450/505/m. 1058-1111) Tus sehrinde dogdu. Yasadigi yüzyil siyasî bakimdan çalkantili, fakat Ilmî ve dinî hayat bakimindan Islâm dünyasinin ve hatta o günkü dünyanin en parlak dönemini teskil eder. Ayrica Gazzâlî, yalniz döneminin degil, bütün Islâm düsüncesi tarihinin en önde gelen düsünürlerindendir. Ehl-i sünnet inancina yaptigi hizmet, kendisine Huccetü'l-Islâm lakabinin verIlmesine sebep oldu. FIkihta Sâfiî, kelâmde Es'ariyye ekolünü benimsemis olan

Gazzâlî ömrünün sonlarini tasavvufî bir hayat içinde geçirdi.

Gazzâlî; Kelâmcilar, sûfiyye, bâtinîler ve özellikle yunan kaynakli felsefe dahil, devrinin bütün düsünce sekillerini olabildigince tahlil ve tenkitten geçirdi (De Boer, Islâm'da Felsefe tarihi, Çev, Yasar Kutlay s. 109).

Eserleri, Islâm dini ve düsüncesinin hemen her alani ile ilgili oldugu gibi, her zihin seviyesindeki Insan a hitabedecek sekilde de hem yaygin hem yüksek bir özellige sahiptir. Baslicalari; 0hyâ'ü-Ulûmi'd Dîn: Sam'da inzivada bulundugu sirada yazdigi, 0nanç, Ibâdet ve tasavvufa dair konulari içine alir. El-Munkiz'u-mine'd-Dalâl: Düsünce hayatini ve kendisinin geçirdigi ruhâ-manevî merhaleleri anlattigi eseridir. Bu eser degeri bakimindan Augustin'in "Les C onfessions" (itirafla) ina; Descardes'in "Metod üzerine Konusma" sina ve Rousseau'nun "itiraflar" ina benzetilir (HIlmi Ziya Ülken, Islâm Felsefesi-Kaynaklari ve Tesiri, Istanbul, 1967, s. 120). Mekâsidu'l-Felâsife: Felsefenin mahiyetini ve filozoflarin delillerini sergiler. Daha sonra tenkit edecegi Islâm messaî (Aristocu) felsefesinin güzel bir tanitimi mahiyetindedir.

Mi'yâru'l-Ilm ve Mihakkü'n-Nazar: Bu Iki eser, klâsik mantigin temel problemlerini sergiler ve mantigin öneminden bahseder.
el-Iktisad fi'l-i'tikad, Ilcamu'l-Avân an Ilmi'l-Kelâm, Mizânu'l-Amel, Miskâtu'l-Envâr, Cevâhiru'l-Kur'ân, er-Risâletü'l-ledunniyye Faysalu't-Tefrika, Kimyayi Saadet, Mearicü'l-Kuds, el-Mustasfa isimli eserleri ise Kelâm, tasavvuf ve ahlâka dairdir. Gazzâlî, sözü geçen eserleriyle Islâm inanç ve düsünce hayatinin günümüze kadar gelen meselelerinin hemen hepsiyle ilgilendigini göstermektedir.

Bütün endisesi Islâm akidesini, buna bagli olarak da Islâm ahlâkini ve düsüncesini savunup yaymak olan Gazzâlî, din ile dogrudan ilgili bulunmayan diger ilimleri de Islâm dinini esas alarak degerlendirmistir. Bu sebeple de devrinin gelenegine uyarak bütün ilimleri, Islâm inancini esas kabul ederek bir siniflamaya tâbi tutmustur.

Buna göre, ilimler önce;

a-Ser'î (dinî) ilimler: Usûl, yani Tevhid Ilmi ve furu' amelî ilimler.

b-Aklî ilimler: Rîyazî ve mantikla ilgili olanlar; Tabiî ilimler, metafizik (varlik Ilmi) diye ana bölümlere ayrilir. Daha sonra, Ilâhiyât, Siyâset ve Ahlâk da ayn ilimler olarak yer alir (Gazzâlî, Makasidu'l Felâsife Nsr. Süleyman Dünya, Kahire,1960, s. 134 vd).

Gazzâlî'nin ilimleri degerlendirisi, din-ilim ve din-felsefe iliskileri gibi, günümüz Insanini yakindan ilgilendiren hususlara isik tutacak mahiyettedir. Ona göre, matematik, Geometri ve Astronomi gibi ilimlerin olumlu veya olumsuz denebilecek sekilde din ile ilgili bir yönü bulunmamaktadir. Bu ilimlerin meseleleri, aklî delillerle ispat edilen konular olup, ögrenildikten sonra inkâra mahal bulunmayan hususlardir. Din adina bu gibi ilimlere karsi çikmak, dine zarar verir. (Gazzalî, el-Munkiz'u-mine'd-Dalâl, çev. HIlmi Güngör, Istanbul 1948 s. 18). Mantik Ilmi de dinin esaslariyla ilgili bulanmadigindan, onun reddedIlmesi dogru degildir. Sayet, yukardaki bu söz konusu ilimler din adina reddedilecek olursa, reddedenin aklinda hatta dininde bir kusur oldugu süphesi uyanabilir (Gazzâlî, a.g.e., s. 20-21).

Tabiati kendine konu edinen ilimlere gelince, bunlar, âlemdeki cisimlerden yani, gökler, yildizlar, yerdeki su, hava, toprak, ates gibi basit cisimlerden, hayvanlar, bitkiler, madenler gibi bilesik cisimlerin degisme ve gelismelerinden bahseder. Din, tip Ilmini oldugu gibi, bu çesit tabiata dair ilimleri de inkâr etmez. Ancak, felsefeciler (felâsife) ilâhiyata dair ve metafizikle ilgili konularda yanIlmislardir der (Gazzâlî a.g.e., s. 22-25).

Gazzâlî, Islâm dünyasinin siyasî çalkantili döneminde ve Islâm inancinin çesitli düsünce akimlariyla mücadele ettigi bir sirada yasadigindan, inanç konularini ele alip savunun kelâm Ilmini, aklî meseleleri isleyen felsefeyi ve dini hayati bu Ikisinin üstünde ve disinda tamamen ruhî bir yaklasim içinde görmeye çalIsan tasavvuf ekollerini ciddi bir tenkit ve tahlilden geçirme ihtiyaci duymustu. Onun birinci gayesi, Islâm inancina ve ehl-i sünnet akidesine gelebilecek her çesit hücuma karsi koymakti (Mâcit Fahri, Islâm felsefesi Tarihi, Çev. Kasim Turhan, Istanbul 1987, s. 174). Bu sebeple, günümüz müslümanlarina da isik tutacak bazi temel Ilkeler tesbit etmisti.

Buna göre,

Kelâmcilar, Islâm dininin inanç esaslarini bid'at ehline yani, ehl-i sünnet ve'l-cemaat yoluna uymayan her çesit inanç ve düsünceye karsi savunurken, onlarin delillerini ve mantigini da kullanmak durumunda kalmislar, sadece karsilarindakilerin fIkirlerinin yanlisligiyla ugrasmamislardir. Oysa Gazzâlî'ye göre bu usûl ile halki bile ikna etmek mümkün degildir. Yine, kelâmcilar bu Ilmin amaci disina çikmislardir. Çünkü, herkes için yararli olmayacak olan bu Ilmi çok yayginlastirmislardir. Gazzâlî, Islâm inanç esaslarini bir savunma araci olan kelâm Ilmini, süpheye düsmüs zeki kimselerin süpheden kurtulmak gayesi ile ve Islâm inancini savunan bilginlerin' dini savunmak için ögrenmesinin uygun olacagini söyler.'
Gazzâlî'nin en mühim yönlerinden biri de, felsefe ile olan iliskisidir. Onunun felsefe çalismasi, Islâm düsüncesinde ve ilâhiyet alaninda kendisinden sonra gelen düsünürlerin ve düsünce alanlarinin herbirinde etkili olmustur. Bu konuda kullandigi metot ise, felsefesine karsi oldugu, Aristo mantigini kabul ederek ve felsefeyi yakindan taniyarak, felsefe tenkitçiligi seklinde ortaya çikar. (W. Montgommery Watt, Islâmî Tetkikler, Islâm Felsefesi ve kelâmi, çev. Süleyman Ates, Ankara 1968, s. 108 vd.).

Gazzâlî'nin bir felsefe tenkitçisi olarak Islâm dünyasinda derin etkisine ek olarak, onun "süphe, hakki götürür." prensibiyle Fransiz düsünürü Descartes'e "Sebep ile sonuç arasinda zorunlu bir baglilik yoktur" düsturu ile David Hume'a ve "Aklin bütün meseleleri kavrayamadigini" ileri süren Ilkesiyle de Alman düsünür Kant'a öncülük ettigi söylenir (Cavid Sunar, Islâm Felsefesi Dersleri, Ankara,1967, s. 115).

Gazzâlî'nin felsefe'den amaci, dinin felsefeden üstün oldugunu göstermektedir. Uasmak Istedigi sey de, her türlü süpheden uzak kesin (yakînî) bilgidir. O, aradigi kesin bilgiyi dünya ile ilgilerini kesmis olan kalbin safiyetinde bulur. bu tavriyla da genelde tasavvufa meyleder. Allah hakkinda bir bilgiye sahip olmanin sarti; mal, evlat, makam, mevki, vb. dünya ile ilgili baglardan kurtulma, dilin daima Allah'i zikretmesi ve nihayet dildeki zikrin kalbe intikâl edip, hatta kisinin kalbinden de lâfiz ve kelimelerin silinip, sadece onlari manasinin kalmasidir. Kisi ruhu temizleme yoluna girip, bu yolun gerektirdigi seyleri uygulamaya baslayinca, kendisinde Allah'i taniyip bIlmeye yarayan kesifler ve müsâhadeler zuhûr etmeye baslar (Gazzâlî, ihya, III, s. 19).

Hayatinin sonlarinda yazdigi ve bir otobiyografik eser olan el-Munkiz'u mine'd Dâlâl'de Gazzâlî kendi zihnî ve ruhî durumunu anlatir. Burada derin ve hakikati arayan bir süphe sergilenir. O, bu yipratici süpheden Allah'in lütfu ile kalbine attigi bir nur yardimiyla kurtulur. Böylece, apaçik hakikatleri aklin, akil yürütmenin ve mantigin yardimi olmaksizin yani delilsiz ve ispatsiz bir sekilde birdenbire kavramasi mümkün olmustur (Gazzâlî, el-Munkiz, s. 8),

Allah'in kereminden gelen bu nur ile gerçege ulastiktan sonra, kendi zamanindaki hakikat arastiricilarini bu sahip oldugu ölçüye göre dört sinifa ayirir ki, bu tasnif, Islâm düsüncesindeki ana ekollerin bir elestirisi demektir.

a) Kelâmcilar: Bunlar, dinin esaslarini mantiktan çikardiklari delil ve kaidelere göre savunmaya çalisirlar. Fakat bunlar, "Hâl gözüyle" kesfedIlmemis apaçik dayanaklardan çikmadigi iç in yeterli gayretler degildir.

b) Felsefeciler (felâsife): Kendi gayretleriyle arastirdigi felsefede Gazzalî filozoflari üç ana grupta toplar:

1- Dehriyyûn (Materyalistler): Allah'in varligini ve ruhu inkâr eden; âlemin ezelî ve ebedî (baslangiçsiz ve sonsuz) oldugunu ileri sürenlerdir. Bunlar, kâfir ve zindik bir guruptur.

2- Tabîiyyûn (Natüralistler): Gazzâlî'ye göre bunlari da inkârci (zindik) saymak gerekir. Çünkü onlar, âlemi taniyinca, Allah'in varligini kabul ettiler fakat, ruhun ölmezligini ve ahiret hayatini inkâr ettiler.


3- 0lâhiyyun: Gazâlî'ye göre bu gurubun da iman esaslarina uygun bulunan yönlerinin yaninda, imanla uyusmayan taraflari da vardir. F elâsife (felsefeciler) zümresini teskil eden bunlarin önde gelenleri, Eflâtun ve Aristoteles'in düsüncelerini Islâm dünyasinda devam ettirenlerdir. Gazzâlî'ye göre felsefecilerin en mühim yanlislari, ilâhiyyat konusudur. Aristocu (messâî) diye bilinen bu filozoflar, gurubunun Tehâfütü'l-Felâsife (Filozoflarin tutarsizligi) adli ünlü eserinde üç meselede küfre, onyedi meselede de bid'at ve sapikliga düstüklerini ileri sürer (Gazzâlî, Tehâfütü'l-Felasife (Filozoflarin tutarsizligi) çev. H. Bekir Karliga, Istanbul 1981 s. 14-16). Buna göre felâsife; Kiyamet günü hasrin beden ile olmayacagini yani sadece ruhen vücud bulacagini, Allah'in âleme ait teferruati degil de sadece Küllî (genel kanunlari bildigi), Üçüncüsü de, âlemin kadîm (ezelî) oldugunu ileri sürdükleri için Gazzâlî'ye göre küfre girmisler yani, Islâm dini açisindan inkârci durumuna düsmüslerdir.

c) Bâtinîler: Gazzâlî'nin ehl-i sünnet inanci karsisinda degerlendirdigi ve reddettigi diger bir grup da, kendi döneminde Islâm akidesi için büyük tehlike teskil eden bâtinîlerdir. Bunlar, herseyin zahirî (dis) ve bâtinî (içderûnî) manalari bulundugunu iddia edenlerdir. Bunlara göre, bütün farzlarin ve sünnetlerin zahirleri birer Isaret ve remizden ibarettir, gerçek manalar ise, bâtinda gizlidir. Bâtinîler bu iddialarindan yola çikarak Ayetler Hadisler ve din ile ilgili her hususu bâtinî bir yoruma (te'vile) tabî tutarlar. Halbuki bu durum Islâm dinine uygun degildir.

Gazzâlî zamaninda Hasan Sabbah gizli bir teskilat kurup, etrafindaki fedâilerle dehset saçari hareketlere girismisti, kendini de ma'sum (hata etmez ve günahsiz) Imam diye tanitmisti. Bu durum, Islâm dini için hem inanç bakimindan hem de siyasî olarak bir tehlike olusturmustu. Onlarin temel Ilkeleri, birligi te'min etmek için bir Imam-i masum'â baglanmak ve bütün bilgileri ondan ögrenmek gerektigi seklindeydi (Gazzâlî, Munkiz, s. 31, vd.) Gazzâlî, onlara karsi, müslümanlarin Imam-i masum'u Hz. Muhammed (s.a.s)'dir. Biz, Allah tarafindan ona indirilen Kur'an-i Kerîm'e ve onun sünnetine bagliyiz diyerek, bâtinîligi kesinlikle reddeder (0brahim Agah Çubukçu, Gazzâlî ve Bâtinîlik, Ankara 1964 s. 51, 70).


d) Mutasavvife: Tasavvuf ehli
Gazzâlî, yukarda sözü edilen üç zümreyi Islâm dini karsisinda tenkit ettikten sonra, derinlemesine sûfileri tenkid eder. Ona göre sûfiler, Ilmin yaninda amelin de lüzumuna inanmis olan gurubu teskil eder. Onlarin gayesi, nefsi kötülüklerden temizlemek ve zIkir yoluyla kalpten, Allah sevgisinden baska her seyi atmaktir. Düsünce ile fiili (ameli) birlestiren tek yol buydu. Ona göre büyük sûfilerin arzu ettikleri sey, tatmak ve yasamakti. Nefsin arzularini yok etmek, kalbin dünya ile alâkasini kesmek, gurur, kibir, söhret ve gelecek endiselerini asmak onlarin baslica faziletleridir. Bu faziletler gerçeklesince Insanda kalp gözü açi lir. Gazzâlî'nin kalbin mahiyeti ve Kalp Gözü hakkindaki açiklamalari 0hya, Mizânu'l-Amel, munkiz, Risâletü'l-Ledunniyye ve Mikatü'l Envâr isimli eserleri basta olmak üzere, diger eserlerinde de yay Ilmis durumdadir. Burada onun kalp ve kalbî bilgi hakkindaki düsüncesi söyle özetlenebilir:
Kalp, Allah hakkindaki bilginin dogdugu yerdir. O, bir çesit cevherdir, Insan hakikati onunla kavrar. Kalp, Insan ruhunun kesf ve sezgi gibi en yüksek derecesini teskil eder. Ve bir ayna gibi esyanin aslini kavrar. Kalp, akilli kimseyi hayvandan, küçük çocuktan, deliden, ayiran bir mana tasir, maddî göz yani beden gözü disi (zahiri) görür fakat içi görmez. baskasini görür, kendisini görmez, sonluyu görüp kavram sonsuzu kavrayamaz. Kalp gözündeki nur ise bir olgunluk (kemâl)'tur, yukarda maddî göz için söylenen eksiklikler onda yoktur. O, baskasini idrak ettigi gibi, kendini de idrak eder. Ona, uzak-yakin birdir, esyanin sirlarina nüfûz edebilir. Kalp gözüne Akil, Ruh, Insanî nefs gibi isimler verilir. (Necip Taylan, Gazzâlî'nin Düsünce SIsteminin Temelleri, Bilgi-mantik-iman, Istanbul, 1989, s. 91 vd.).

Gazzâlî bu fIkirleriyle, soyut düsünce ve mantiga karsi, yasanmis tecrübeyi ve zevki koyarak, bunu hakikate ulastiran bir yol olarak görmüstü. Ona göre tasavvufun asil degeri de akil üstü (irrasyonel) âleme açIlmis bir kalp gözü olmasindan, nazârî olan ile amelî olani birlestirmesinden, hakikati bizzat yasanan tecrübeden çikarmasindan ve ahlâkî hayat için bir örnek olmasindan geliyordu.

Görüldügü gibi Gazzâlî, sûfîlerin zevk ve dînî tecrübe metotlarini benimser, fakat burada yanlis bir hükme varanlari da tenkit eder, meselâ; Allah ile birlestigini, ona hulûl ettigini, dînî cezbe ve istigrak (ekstaz) halinde, kendilerini her türlü dînî emrin üstüne çikmis diye kabul eden bazi sûfilerin bulundugunu, oysa, bu gibi durumlarina dine tamamen aykiri seyler oldugunu söyler (Gazzâlî el-Munkiz, s. 44, vd.; Necip Taylan, a.g.e. s. 108. vd.).

Gazzâlî'nin üzerinde durdugu çok önemli kavramlardan biri de Akil kavrami ve aklin din ile olan iliskisidir. O, akli çesitli anlamlarda kullanmistir. Meselâ; nazarî bilgileri kavramak için Insanin yaratilistan sahip oldugu kâbiliyettir. Insan, hayvandan bu hususiyeti ile ayrilir. Bazan, tecrübeden elde edilen bilgilere de akil denir. Nitekim, tecrübeli kimseye akilli kisi denIlmektedir.

Ayni sekilde devamli olan mutlulugu kazanma kabiliyetine de akil denir. Bundan hareketle Gazzâlî'ye göre aklî ilimleri ser'î (dinî) ilimlere aykiri diye görenler câhillerdir. Akil, dogru yolu serîatsiz bulamadigi gibi, serîat (din) da ancak akil ile anlasilip açikliga kavusabilir, Bu anlamda akil göze, serîat da isiga benzer. Baska bir ifadeyle, din binadir, akil ise, onun temelidir. Binasiz temel anlamsizdir, temelsiz bina ayakta duramaz.

Akil ile Nakil (nass) iliskisinde yorum (te'vil) yapanin durumunu da Gazzâlî söyle tesbit eder. Te'vil yapanlar söyle gruplandirilabilir: 1- Yalniz nakle deger verenler, 2- Sadece Akla deger verenler. 3- Akli esas tutup nakli, akla tabi kilanlar. 4- Nakli esas alip, akli nakle tabi kilanlar, 5- Hem nakli hem akli esas alip Ikisine birden deger verenler. Gazzâlî'ye göre en dogru yolu bu besincisi bulmustur. KIsaca Gazzâlî'ye göre akil ve din birbirini tamamlar. Aslinda bu Iki taraf, birbirine aykiri da degildir. Din aklin degerini inkâr etmedigi gibi, onun önemini vurgulayan ve Insani düsünmeye yönlendiren bir çok Ayet-i Kerime ve hadisler vardir. Böylece Gazzâlî akil-din iliskisini karsilikli bir ihtiyaç ve uzlasma tarzinda yorumlayarak, aklî ilimler ile dinî ilimleri, din ile dine aykiri düsmeyen düsünceyi uzlastiran bir yol tesbit eder.

Gazzâlî'nin yasadigi dönemin dinî bakimdan oldugu gibi siyasî bakimdan da önemli oldugunu biliyoruz, o, siyasetle ilgili düsüncelerini et-Tibri'l-Mesbuk fi Nasaihi'l-Mülûk, el-Munkiz, ihya, Kimyay'i-Saadet, el-Iktisad fi'l-0'tikad gibi eserlerinde ilgisi oldukça belirtmistir. 0limler siniflamasinda siyasete ayri bir yer vermis ve siyasetin Insan ve toplum hayati için geregini belirtmistir.

Gazzâlî'ye göre siyaset, Insani iyi yola yönlendiren bir ilim olan ahlâkin yaninda yer alir. Insan hayati için bu dünyada belirlenmis davranis Ilkeleri gereklidir. Çünkü, onlar ayni zamanda ahiret hayatina hazirligin da bir geregidir. Saglam bir dünya teskilati ve çalismasi olmadan ahiret hayati içinde istikrar içinde çalIsamaz. Bir yerde kanun ve nizamin temin edilememesinden dolayi siyasî bir istikrarsizlik varsa, orada Allah'a hizmet edebilecek zihnî bir sükunet de olamaz onun için Insan dünya-ahiret uyumunu kurmalidir.

Gazzâlî, Insanin tek basina yasayamayacagi yani daima hem cinsine muhtaç oldugu Ilkesinden hareketle Islâmî yönetimi yani devletin gerekliligini belirtir. Bu durum, neslin devaminin sarti oldugu gibi, ihtiyaçlarin karsilikli iliskilerle temin edIlmesinin de sartidir. Fakat Insanlar toplum halinde yasarken, karsilikli iliskiler içinde bulunacaklarindan, aralarinda bazi kavga ve anlasmazliklar da tabiî olarak çikacaktir. Bunu önlemek için bir hukuk sIstemi ve hükümet gerekli bulundugu gibi, bu siyâsî nizami sagliyacak bilgi, basiret ve önderlik vasiflarina sahip kimselerinde bulunmasi gereklidir.

Gazzâlî, Islâm devlet baskanligi için altisi yaratilistan, dördü müktesep on özelligin bulunmasi gerektigini belirtir. Bunlar, bulûg çagina gelmis olmali, akilli, hür, erkek, duyu organlari saglam olmali, cesaretli ve otoriter olmali, adil olmali, çikacak yeni durumlara göre en uygun yolu seçebIlmeli, takva sahibi, cömert ve bilgili olmali (Harun Han Sirvanî, Islâm da siyasî Düsünce ve 0dare, s. 97. vd).


Gazzâlî'nin düsünce sIsteminin orjinal kabul edilen yönlerinden biri de, kendisinin bu konuda batili filozoflarla karsilastirIlmasina gerek duyulan sebeplilik (nedensellik) meselesidir. Tehâfütü'l-Felâsife isimli eserinde filozoflari tenkit ettigi en önemli felsefe problemlerinden biri olan bu konu, sebep-sonuç arasinda görülen iliskinin mutlak ve zarurî olmadigi seklinde özetlenebilir. Oysa, sebep-sonuç münasebeti felsefe ve mantikta birbirine kesin ve zarurî olarak bagli görülmektedir. Gazzâlî, böyle bir düsüncenin mucizeyi inkâr etmek olacagi anlayisindan hareketle, sebep-sonuç iliskisinin neticesini bir zarûret (vucûb) degilde olabilir (caiz) olarak görür. Çünkü sözkonusu Iki taraftan birinin varligi, digerinin de var olmasini gerektirmez ve böyle bir gereklilik anlayisi aliskanliktan kaynaklanir. Meselâ; susuzlukla su içmek, bunun kesIlmesiyle ölüm, ilâç ile sifa bulmak, gibi iliskilerin sonuçlari kaçinIlmaz degildir. Bunlarin birbirine bagliligi, Allah'in takdirinden dolayidir. Ve Allah kendi kudretiyle Isterse bunlari yaratmayabilir (Gazzâlî, Tehâfütü'l-Falâsife, s. 85)


Eserleri ortaçagda Lâtinceye çevrilen Gazzâlî, el-Gazel adiyla meshur olmustur. Özellikle yukarda degindigimiz sebeplilik konusunda Ockhamli William, Nikola ve Peter gibi hristiyan filozoflari etkilemisti. Bunun yaninda Gazzâlî, bilhassa Endülüslü Iki filozof olan Ibn Rüsd ve Ibn Tufeyl tarafindan ciddi sekilde tenkit edildi. Ancak Gazzâlî, onbirinci yüzyildan günümüze kadar ehl-i sünnet akidesinin saglam bir sekilde devam edip gelmesinden ve tasavvufta Ilmî otoritesiyle kendini daima hissettirmistir. Zamanimizda da Kelâm, FIkih, Islâm Hukuku, Tasavvuf, Ahlâk ve Felsefede önemli yerini muhafaza etmektedir.
 

memluk

Hatim Sorumlusu
- İmamı Gazali hz öğütler

-Allahü teâlânın verdiği nimeti, Onun sevdiği yerde harcamak şükür; sevmediği yerde kullanmak ise küfran-ı nimettir (nimeti inkâr etmektir).

-Belaya şükretmek lazımdır. Çünkü küfür ve günahlardan başka bela yoktur ki, içinde senin bilmediğin bir iyilik olmasın! Allah, senin iyiliğini senden iyi bilir.

-Bir sözü söyleyeceğin zaman düşün! Eğer o sözü söylemediğin zaman mesul olacaksan söyle. Yoksa sus!

-Bil ki, kalble gıybet etmek, dille etmek gibi haramdır.
Bir kimsenin noksanını, kusurunu başkasına söylemek doğru olmadığı gibi, kendi kendine söylemek de caiz değildir.

-Sabır insana mahsustur. Hayvanlarda sabır yoktur. Meleklerin ise sabra ihtiyacı yoktur.

-Allahü teâlânın, her yaptığımızı her düşündüğümüzü bildiğini unutmamalıyız. İnsanlar birbirinin dışını görür. Allahü teâlâ ise, hem dışını, hem içini görür. Bunu bilen bir kimsenin işleri ve düşünceleri edepli olur.

-Aklı olan kimse nefsine demelidir ki: Benim sermayem, yalnız ömrümdür. Başka bir şeyim yoktur. Bu sermaye, o kadar kıymetlidir ki, her çıkan nefes hiçbir şeyle tekrar ele geçmez ve nefesler sayılıdır, azalmaktadır. O halde bu günü elden kaçırmamak bunu saadete kavuşmak için kullanmamaktan daha büyük ziyan olur mu? Yarın ölecekmiş gibi bütün âzâlarını haramdan koru.

-Ey nefsim, sonra tevbe ederim ve iyi şeyler yaparım, diyorsan, ölüm daha önce gelebilir, pişman olup kalırsın. Yarın tevbe etmeyi bugün tevbe etmekten kolay sanıyorsan, aldanıyorsun.

(allahım nefsini dizginleyen bu mubarek kulların hürmetine bizlerinde nefsini terbi eyle)
 
Üst