İfadetü’l-Meram

Huseyni

Müdavim

İfadetü’l-Meram

Kur’ân-ı Azîmüşşan, bütün zamanlarda gelip geçen nev-i beşerin tabakalarına, milletlerine ve fertlerine hitaben Arş-ı Âlâdan irad edilen İlâhî ve şümullü bir nutuk ve umumî, Rabbanî bir hitabe olduğu gibi; bilinmesi, bir ferdin veya küçük bir cemaatin iktidarından hariç olan ve bilhassa bu zamanda, dünya maddiyatına ait pek çok fenleri ve ilimleri camidir. Bu itibarla, zamanca, mekânca, ihtisasca dâire-i ihatası pek dar olan bir ferdin fehminden ve karihasından çıkan bir tefsir, bihakkın Kur’ân-ı Azîmüşşana tefsir olamaz. Çünkü, Kur’ân’ın hitabına muhatap olan milletlerin, insanların ahval-i ruhiyelerine ve maddiyatlarına, cami bulunduğu ince fenlere, ilimlere bir fert, vâkıf ve sahib-i ihtisas olamaz ki, ona göre bir tefsir yapabilsin. Hem bir ferdin mesleği ve meşrebi taassuptan hâli olamaz ki, hakaik-i Kur’âniyeyi görsün, bîtarafane beyan etsin. Hem bir ferdin fehminden çıkan bir dâvâ, kendisine has olup, başkası o dâvânın kabulüne dâvet edilemez—meğer ki bir nevi icmaın tasdikine mazhar ola.

Binaenaleyh, Kur’ân’ın ince mânâlarının ve tefsirlerde dağınık bir surette bulunan mehasininin ve zamanın tecrübesiyle fennin keşfi sayesinde tecellî eden hakikatlerinin tesbitiyle, herbiri birkaç fende mütehassıs olmak üzere muhakkıkîn-ı ulemadan yüksek bir heyetin tetkikatıyla, tahkikatıyla bir tefsirin yapılması lâzımdır. Nitekim, kanunî hükümlerin tanzim ve ıttıradı, bir ferdin fikrinden değil, yüksek bir heyetin nazar-ı dikkat ve tetkikatından geçmesi lâzımdır ki,



Arş-ı Âlâ: Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yüce yerKur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi yüce olan Kur’ân
Rabbanî: Rabbe aitahvâl-i ruhiye: ruhî haller, psikolojik haller ve durumlar
beyan etmek: açıklamakbihakkın: hakkını vererek, gerçek anlamıyla
bilhassa: özelliklebinaenaleyh: bundan dolayı
bîtarafane: tarafsızcacemaat: topluluk, grup
câmi: bulunması gereken her şeyi kendinde toplayan, bulundurandâire-i ihata: kapsam alanı, dairesi
dâvâ: iddiafehm: anlama, kavrayış
ferd: kişi, şahıshakaik-ı Kur’âniye: Kur’ân hakikatleri, esasları
hakikat: asıl, gerçek, doğru hitabe: konuşma, sesleniş
hitaben: hitap ederek, seslenerekhitap: sesleniş, konuşma
hâli olmak: uzak, beri olmaicma: fikir birliği; bir asırdaki İslâm âlimlerinin herhangi bir mesele üzerinde içtihad ve delile dayanarak varmış oldukları görüş birliği
ifadetü’l- meram: maksadın ifadesi, söylenmesiihtisasca: uzmanlık bakımından
iktidar: güç, kuvvetirad etmek: sunmak, söylemek
itibar: hususiyet, bakımındankarîha: zihin gücü, akıldan çıkan fikirler
keşf: açığa çıkarmamaddiyat: maddî şeyler
mazhar olmak: erişmek, nail olmakmehâsin: güzellikler, iyilikler
mekânca: yer bakımındanmeslek: ilimde tutulan yol
meşrep: hareket tarzı, metotmuhakkıkîn-i ulema: gerçekleri delilleriyle araştırıp inceleyen ve bilen âlimler
mütehassıs olmak: ihtisas sahibi olmak, uzmanlaşmaknazar-ı dikkat: dikkatlice bakış
nev-i beşer: insanlar, insanlık türünevi: çeşit, tür
nutuk: konuşmasahib-i ihtisas: uzmanlık sahibi
taassup: aşırı derecede bağlılıktahkikat: doğruluğu hakkında araştırma çalışmaları
tanzim: düzenleme, düzene koymatasdik: doğrulama, kabul etme
tecellî etmek: belirmek, görünmek, yansımaktefsir: Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap, eser
tetkikat: araştırmalar, incelemelerumumî: genel
vâkıf: bir şeye hâkim olacak derecede bilgi sahibi olanıttırad: tertip ve düzen içinde olma
şümûl: kapsam
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İfadetü’l-Meram - Sayfa: 24


umumî bir emniyeti ve cumhur-u nâsın itimadını kazanmak üzere millete karşı bir kefalet-i zımniye husule gelsin ve icma-ı millet, hücceti elde edebilsin.

Evet, Kur’ân-ı Azîmüşşanın müfessiri, yüksek bir deha sahibi ve nâfiz bir içtihada malik ve bir velâyet-i kâmileyi haiz bir zât olmalıdır. Bilhassa bu zamanlarda, bu şartlar ancak yüksek ve azîm bir heyetin tesanüdüyle ve o heyetin telâhuk-u efkârından ve ruhlarının tenasübüyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassuplarından âzâde olarak tam ihlâslarından doğan dâhi bir şahs-ı mânevîde bulunur. İşte, Kur’ân’ı ancak böyle bir şahs-ı mânevî tefsir edebilir.

Çünkü “Cüzde bulunmayan, küllde bulunur” kaidesine binaen, her fertte bulunmayan bu gibi şartlar, heyette bulunur. Böyle bir heyetin zuhurunu çoktan beri bekliyorken, hiss-i kablelvuku kabilinden olarak, memleketi yıkıp yakacak büyük bir zelzelenin arefesinde bulunduğumuz zihne geldi. HAŞİYE-1

“Birşey tamamıyla elde edilemediği takdirde o şeyi tamamıyla terketmek caiz değildir” kaidesine binaen, acz ve kusurumla beraber, Kur’ân’ın bazı hakikatleriyle, nazmındaki i’câzına dair bazı işaretleri tek başıma kaydetmeye başladım. Fakat, Birinci Harb-i Umumînin patlamasıyla Erzurum’un, Pasinler’in dağ ve


[NOT]Haşiye-1 Evet, Van’da Horhor medresemizin damında esnâ-yı derste büyük bir zelzelenin gelmekte olduğunu söyledi. Hakikaten söylediği gibi, az bir zaman sonra Harb-i Umumî başladı.
(Hamza, Mehmed Şefik, Mehmed Mihri).
[/NOT]

Birinci Harb-i Umumî: I. Dünya SavaşıErzurum: (bk. bilgiler)
Hamza: (bk. bilgiler – Müküslü Hamza)Harb-i Umumî: I. Dünya Savaşı
Horhor medresesi: (bk. bilgiler)Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi büyük olan Kur’ân
Mehmed Mihri: (bk. bilgiler)Mehmed Şefik: (bk. bilgiler – Şefik Arvasî)
Pasinler: (bk. bilgiler)Van: (bk. bilgiler)
acz: acizlik, güçsüzlükarefe: dinî bayramların bir gün öncesi anlamındaki bu kelime mecaz olarak “az önce” mânâsında kullanılmıştır
azîm: büyükbilhassa: özellikle
binaen: -dayanarakcaiz: sakıncasız, doğru
cumhur-u nas: halkın çoğunluğu, halk kitlesicüz: bölüm, parça
dehâ: olağanüstü zeka ve akıl sahibi kimseemniyet: güven
esnâ-yı ders: ders esnasındahakikat: asıl, gerçek, doğru
hakikaten: gerçektenhaşiye: dipnot, açıklayıcı not
heyet: kurulhiss-i kablelvuku: bir şeyi olmadan önce hissetme duygusu
husule gelmek: meydana gelmekhâiz: sahip, elde etmiş
hüccet: delilhürriyet-i fikir: düşünce özgürlüğü
icma-ı millet: milletin görüş birliğine varmasıihlâs: sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
itimad: güveniçtihad: dinen kesin olarak belirtilmeyen konularda Kur’ân ve hadisten hükümler çıkarma
i’câz: mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülükkabil: gibi, tür
kaide: kural, düstur, prensipkefalet-i zımniye: dolaylı olarak kefil olma, gizli güvence
küll: bütün, genelmâlik: sahip
müfessir: Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından tefsir eden, yorumlayan âlim kimsenazm: tertip, diziliş, düzen; Kur'ân-ı Kerîmin Allahü taâlâ tarafından dizilen mübârek sözleri, ifadeleri
nâfiz: nüfuz sahibi, etkin, hükmü geçentaassup: aşırılık; önyargıdan doğan körü körüne bağlılık ve aşırılık
tefsir: Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap, esertelâhuk-u efkâr: fikirlerin birikimi
tenasüp: uygunluktesanüd: dayanışma
umumî: genelvelâyet-i kâmile: mükemmel velilik; kulluk noktasında mânevî mertebeleri aşarak Allah’ın yakınlığını ve dostluğunu elde etme mükemmelliği
zelzele: deprem manasındaki bu kelimeyle Birinci Dünya Savaşı kast edilmiştirzuhur: ortaya çıkma
âzâde olma: kurtulma, hür ve serbest olmaşahs-ı mânevî: tüzel kişilik; bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik, topluluk

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İfadetü’l-Meram - Sayfa: 25

[SUB]
[/SUB][SUB]derelerine düştük. O kıyametlerde, o dağ ve tepelerde fırsat buldukça, kalbime gelenleri, birbirine uymayan ibarelerle, o dehşetli ve muhtelif hallerde yazıyordum. O zamanlarda, o gibi yerlerde müracaat edilecek tefsirlerin, kitapların bulunması mümkün olmadığından, yazdıklarım, yalnız sünuhat-ı kalbiyemden ibaret kaldı. Şu sünuhatım eğer tefsirlere muvafık ise, nurun alâ nur; şayet muhalif cihetleri varsa, benim kusurlarıma atfedilebilir.

Evet, tashihe muhtaç yerleri vardır; fakat hatt-ı harpte, büyük bir ihlâsla, şehidler arasında yazılıp giydirilen o yırtık ibarelerin tebdiline (şehidlerin kan ve elbiselerinin tebdiline cevaz verilmediği gibi) cevaz veremedim ve kalbim razı olmadı. Şimdi de razı değildir; çünkü o zamandaki ihlâs ve hulûsu şimdi bulamıyorum. HAŞİYE-1
[/SUB]

[SUB]Maahâzâ, kaleme aldığım şu İşârâtü’l-İ’câz adlı eserimi, hakikî bir tefsir niyetiyle yapmadım. Ancak ulema-i İslâmdan ehl-i tahkikin takdirlerine mazhar olduğu takdirde, uzak bir istikbalde yapılacak yüksek bir tefsire bir örnek ve bir me’haz olmak üzere, o zamanların insanlarına bir yadigâr maksadıyla yaptım.[/SUB]

[SUB]
endOfSection.gif
endOfSection.gif


[/SUB]
[NOT][SUB]Haşiye-1[/SUB][SUB] Yeni Said, Risale-i Nur’daki hakikî ihlâsla yine o ihlâsı buldu. Yeni Said, aynı ihlâsla baktı, tashih yerini bulamadı. Demek sünuhat-ı Kur’âniye olduğundan, i’câz-ı Kur’âniye, onu yanlışlardan himaye etmiş.[/SUB]
[SUB](Nur talebeleri)[/SUB]
[/NOT][SUB]
[/SUB][SUB]
[/SUB]
[SUB]Yeni Said: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)[/SUB][SUB]atfetmek: bağlamak, göndermek[/SUB]
[SUB]cevaz verme: izin verme, müsaade etme[/SUB][SUB]cihet: şekil, yön[/SUB]
[SUB]ehl-i tahkik: hakikatleri delilleriyle bilen araştırmacı âlimler[/SUB][SUB]hakikî: doğru, gerçek[/SUB]
[SUB]hatt-ı harb: savaş bölgesi, cephe[/SUB][SUB]haşiye: dipnot, açıklayıcı not[/SUB]
[SUB]himaye etmek: korumak[/SUB][SUB]hulûs: samimiyet[/SUB]
[SUB]ibare: bir metinde bulunan ifade, söz[/SUB][SUB]ihlâs: sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet[/SUB]
[SUB]istikbal: gelecek[/SUB][SUB]i’câz-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın, benzerini yapmaktan başkalarını âciz bırakan olağanüstülüğü, mu’cize oluşu[/SUB]
[SUB]maahaza: bununla beraber, bununla birlikte [/SUB][SUB]mazhar olma: ulaşma, erişme[/SUB]
[SUB]me’haz: kaynak[/SUB][SUB]muhalif: aykırı, zıt[/SUB]
[SUB]muhtelif: çeşitli, farklı[/SUB][SUB]muvafık: uygun[/SUB]
[SUB]nurun âlâ nur: nur üstüne nur, güzelden de güzel, iyiden de iyi[/SUB][SUB]sünuhat: kalbe doğan mânâ ve hakikatler[/SUB]
[SUB]sünuhat-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın nuruyla kalbe gelen mânâlar, hakikatler[/SUB][SUB]sünûhat-ı kalbiye: kalbe gelen mânâlar, hakikatler[/SUB]
[SUB]takdir: beğeni[/SUB][SUB]tashih: düzeltme[/SUB]
[SUB]tebdil: değiştirme[/SUB][SUB]tefsir: Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap, eser[/SUB]
[SUB]ulema-i İslâm: İslâm âlimleri[/SUB][SUB]yadigâr: hediye, armağan[/SUB]
[SUB]
[/SUB]
 
Üst