AHMET FEYZİ KUL:LÜMME-İ ŞEYTANİ

Sergerdan

Well-known member
Ahmet Feyzi Kul'un yâd-ı cemîli için Çamlık'ta mezarı başında 26 Haziran Pazar günü (bugün) Egeli dost ve yakınlarının bir araya geleceklerini işittim.
"Keşke, ben de katılsaydım" diye düşündüm...
Ben onu ortaokul öğrencisi iken tanıdım... Risale-i Nur Külliyatı'na ve Nur'un müellifine âşıktı. Okunan konuların iyice anlaşılmasını isterdi. Onun için bizlere "Ne anladık bakalım?" diye sorular sorardı. Meselâ "Bu 26. Lem'a olan İhtiyarlar Risalesi, acaba gençler için mi, yoksa ihtiyarlar için mi yazılmış?" der, kendisinin uzun uzun düşünüp karara vardığı bir meselede bizden cevap beklerdi. Çünkü kendisi bütün Külliyat için, yani her mütalaa ve müzakere ettiği Risale için "Ben bundan ne anladım?" diye kendi kendine soru sormuş ve cevabını bulmaya çalışmış hatta üşenmeden anladıklarını da yazıya dökmüştür. Ahmet Feyzi Kul ağabeyimizi İzmir'den Mustafa Birlik, Hüseyin Çağdır ve Yusuf Öztanzan gibi ağabeyler benden daha yakından, daha iyi tanırlar. Ama ben bildiğim, tanıdığım kadar ondan bahsetmek istiyorum.
Gerçekten çok güzel konuşur ve yazardı. Bir sayfada bir nokta koyduğu birer belagat ve mantık şaheseri cümleleri vardı. İzmir Torbalı'dan bir avukat bir gün kendisine ezberden uzun ve gerçekten şâhâne ifadelerle dolu bir mektup okumuştur. Feyzi ağabey de "Fe sübhânallah!. Bunu kim yazmış?" diye sorunca "Ağabey nasıl hatırlamazsın? Ben askere gidince bana yazıp gönderdiğin mektup!" demiştir.
Onun için biz kendisine çok sorular sorardık. Onları dikkatlice dinler sonra da o güzel üslubu ile cevap verirdi. Bir seferinde ya fazlaca üzerine gittik veya imtihanvâri bir soru sorduk, bize "Sorun, sorun! Ben eskiden bir yumurtaya kırk kulp takardım. Hiçbir şeyin peşine körü körüne takılıp gitmem. Bu Risaleler üzerinde çok durdum. Teslim oldum. Çok da istifade ettim. İnşaallah sorularınızın altında kalmam!." dedi.
Seneler sonra Amerika'da emekli bir doktorla karşılaştım. Uzun müddet görüşmelerimiz oldu. Bizde Külliyat'ı görünce: "Ben Tireliyim... 1946'da çekilmiş bir fotoğraf var. Tire pazarının olduğu günlerde bize Kireççi Hâfız diye birisi gelir sohbet ederdi. Ondan çok istifade ettim. İmanî, İslamî ve insanî pek çok şey öğrendim. Bizim aile hayatı sapasağlam ayakta elhamdülillah... Halbuki, hanımım bir kolej mezunu. O kolejden mezun olan kızlardan hiçbirisinin aile hayatı kalmamış. Hepsi boşanmış. Ama bir biz istisnayız." dedi. Fotoğrafı istirham ettim. Baktım Ahmet Feyzi Kul ağabeyimiz. Herhalde bir dönem kireç işleri ile meşgul olduğu için oralarda öyle tanınmış...
Sohbetlerde o mübarek ve merhum ağabeyimize soru sormamızın bir sebebi de biz sormazsak, onun bize soru sorması korkusuydu. Çünkü ya bir kelime sorar veya okunan bir parça için burada ne denilmek istiyor diye bir şey sorardı. Bir seferinde "Lümme-i şeytaniye ne demek?" diye sordu. Cümlenin akışından şeytanın vesvese vermesiyle ilgili bir şey olduğunu anlıyorduk; ama lümmenin tam lügat mânâsını çözemiyorduk. Bize "Lümme hortum demektir. Ehl-i tahkîk olmalısınız!." dedi.
Bir akşam İzmir-Karşıyaka'da sohbet vardı. 14. Lema'daki Besmele'nin sırları üzerinde duruyorduk. Merhum Tuzcu Câhit Erdoğan ağabey, Ahmet Feyzi ağabeyin kulağına eğilip "Ağabey, biraz anlaşılacak yerlerden ders yapsanız. Millet pek anlamıyor." dedi. Onun yavaşça demesine karşı Ahmet Feyzi ağabey, sesini yükseltip herkes duyacak şekilde "Tabii canım, Üstad zaten bu eserler anlaşılmasın diye yazmış!." dedi. Bana da dönüp "Oku! Kaldığın yerden aynı mevzuya devam et." dedi ve o derin meselelerin izahına yeniden başladı. Cenab-ı Hak rahmet eylesin.
 
Üst