Nokta

Huseyni

Müdavim
Nokta

مِنْ نُورِ مَعْرِفَةِ اللهِ جَلَّ جَلاَلُهُ
blank.gif
1


Kırk beş sene evvel
blank.gif
2 telif edilmiş bir risalenin bir kısmıdır


İfade-i meram


Bir bahçeye girsem iyisini intihab ederim. Koparmasından zahmet çeksem hoşlanırım. Çürüğünü, yetişmemişini görsem “Huz mâ safâ” derim. Muhataplarımı da öyle arzu ederim. Derler:

“Sözlerin iyi anlaşılmıyor?”


Bilirim ki, kâh minare başında, kâh kuyu dibinde konuşuyorum. Neyleyeyim, zuhurat öyle. Şuâat ve şu kitapta mütekellim, âciz kalbimdir. Muhatap, âsi nefsimdir. Müstemi, müteharrî-i hakikat bir Japondur. Temâşâ eden bunu düşünmeli. Gayetü’l-gayat olan mârifetullahın bir burhanı olan mârifetü’n-Nebîyi Şuâat’ta bir nebze beyan ettik. Şu risalede maksud-u bizzat olan tevhidin lâyühad berâhininden yalnız dört muazzam burhanına işaret edeceğiz. Hem nazar-ı aklîyi hads-i kalbiyle birleştirmek için, melâike ve haşrin bir kısım delâiline îma ederek, imanın altı rüknünden dördünün birer lem’asını, fehm-i kàsırımla göstermek isterim.



[NOT]Dipnot-1 Marifetullahın (c.c.) nurundan (bir nokta).
Dipnot-2 Milâdî 1918 (1337).

[/NOT]

Japon: (bk. bilgiler – Japonya)
Said Nursî: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)
arzu etmek: istemekberâhin: güçlü deliller
beyan etmek: açıklamak, izah etmekburhan: güçlü delil, kesin kanıt
delâil: delillerfehm-i kasır: dar anlayış, etraflıca anlayamama
gayetü’l-gayât: gayelerin gayesi, gayelerin son noktası, esas hedefhads-i kalbi: kalbin güçlü sezişi
haşir: insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanmasıhuz mâ safâ: duru ve saf olanı al
ifade-i meram: bir maksadın ifadesiintihab etmek: seçmek
kâh: bazanlem’a: parıltı
lâyühad: sınırsızmaksud-u bizzat: asıl gaye
melâike: meleklermuazzam: azametli, çok büyük
muhatap: hitap edilenmârifetullah: Allah’ı tanıma
mârifetü’n-Nebî: Peygamberi (a.s.m) bilmek, tanımakmüstemi: dinleyici
müteharrî-i hakikat: hakikati inceleyen, araştıranmütekellim: konuşan
nazar-ı aklî: aklî bakış, akıl gözü, aklın anlayışınebze: az miktar
nefis: bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygurisale: küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un bölümlerinden her biri
rükün: esas, şarttelif: yazılmış eser
temâşâ: seyir, hoşlanarak bakmatevhid: birleme; her şeyin bir olan Allah’a verilmesi
zuhurat: gönle doğan mânâlar, ele gelen hakikatlerâciz: güçsüz, elinden bir şey gelmeyen
âsi: isyan eden, başkaldıranşuâât: ışınlar; Risalet-i Muhammediyenin isbatına dair bir eser olup, 1921 yılında Üstad Saîd Nursî tarafından telif edilmiştir

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nokta - Sayfa: 317

مَنْتُ بِاللهِ وَمَلٰۤئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ اْلاٰخِرِ وَبِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ مِنَ اللهِ تَعَالىَ وَالْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقٌّ اَشْهَدُ اَنْ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللهِ
blank.gif
1

Said Nursî

endOfSection.gif
endOfSection.gif



[NOT]Dipnot-1 Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah Teâlâdan geldiğine iman ettim. Ölümden sonra diriliş haktır. Allah’tan başka ilâh olmadığına şahitlik ederim. Muhammed’in, Allah’ın resulü olduğuna da şahitlik ederim.

[/NOT]
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nokta - Sayfa: 318


besmele.jpg


اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلٰى مُحَمَّدٍ خَاتَمِ النَّبِيِّينَ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
blank.gif
1


اَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ الْحَىُّ الْقَيُّومُ
blank.gif
2

maksudumuzdur, matlubumuzdur. Gayr-ı mütenahi berâhininden dört burhan‑ı küllîyi îrad ediyoruz.

Birinci burhan:
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Şu burhan-ı neyyirimiz Şuâat’da tenevvür ettiğinden, tenvir-i müddeâmızda münevver bir mir’attır.


İkinci burhan: Kitab-ı kebîr ve insan-ı ekber olan kâinattır.

Üçüncü burhan: Kitab-ı mu’cizü’l-beyan, Kelâm-ı Akdestir.

Dördüncü burhan: Âlem-i gayb ve şehadetin nokta-i iltisakı ve berzahı ve iki âlemden birbirine gelen seyyârâtın mültekası, vicdan denilen fıtrat-ı zîşuurdur. Evet, fıtrat ve vicdan akla bir penceredir; tevhidin şuâını neşrederler.

BİRİNCİ BURHAN: Risalet ve İslâmiyetle mücehhez olan hakikat-ı Muhammediyedir ki, risalet noktasında en muazzam icmâ ve en vâsi tevatür sırrını ihtiva eden mecmû-u enbiyânın şehadetini tazammun eder. Ve İslâmiyet cihetiyle



[NOT]Dipnot-1 Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Peygamberlerin hâtemi olan Muhammed’e ve bütün âl ve ashabına salât ve selâm olsun.
Dipnot-2 “Allah Teâlâ ki, Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O Hayydır, O Kayyûmdur.” Bakara Sûresi, 2:255.
[/NOT]


Aleyhissalâtü Vesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsunKelâm-ı Akdes: kutsal söz; Kur’ân
berzah: geçit yeriberâhin: güçlü deliller, kanıtlar
burhan: gülü delil, sarsılmaz kanıtburhan-ı küllî: çok büyük ve kapsamlı delil
burhan-ı neyyir: nurlu, parlak delilcihet: yön, taraf
fıtrat: yaratılış, mizaç, karakterfıtrat-ı zîşuur: şuurlu fıtrat; yaratılışında ve öz yapısında şuur olan varlık
gayr-ı mütenahi: sonu olmayan, nihayetsizhakikat-ı Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) hakikati, mânevî şahsiyeti
icmâ: görüş birliği, aynı gerçek üzerinde birleşmeihtiva etmek: içermek
insan-ı ekber: en büyük insanirad etme: sunma, söyleme
kitab-ı kebîr: büyük kitap, kâinatkitab-ı mu’cizü’l-beyan: açıklaması ve ifadesi mu’cize olan kitap, Kur’ân
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarmaksud: kast edilen, hedeflenen şey
matlub: istenen, arzu edilenmecmû-u enbiyâ: peygamberlerin hepsi
mir’at: aynamuazzam: azametli, çok büyük
mücehhez: cihazlanmış, donanmışmülteka: buluşma yeri; kavşak
münevver: aydın, aydınlanmışneşretmek: yayınlamak
nokta-i iltisak: kavuşma noktası, birleşme noksatırisalet: elçilik, peygamberlik
seyyârât: bir yerde durmayıp yer değiştiren şeylertazammun etmek: içine almak, içermek
tenevvür etmek: aydınlanmaktenvir-i müddeâ: iddia edilen şeyin aydınlatılması
tevatür: doğru kanallardan ve yalan söyleme ihtimali olmayan topluluklardan gelen doğru habertevhid: birleme; her şeyin bir olan Allah’a verilmesi
vicdan: iyiyi kötüden ayırabilen hisvâsi: geniş
âlem: dünyaâlem-i gayb: gayb âlemi, görünmeyen âlem
Şuâât: ışınlar; Risalet-i Muhammediyenin isbatına dair bir eser olup, 1921 yılında Üstad Said Nursî tarafından telif edilmiştirşehadet: görünen âlem
şuâ: parıltı; ışık hüzmesi

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nokta - Sayfa: 319


vahye istinad eden bütün edyân-ı semâviyenin ruhunu ve tasdiklerini taşıyor. İşte, bütün enbiyanın şehadetiyle ve bütün edyânın tasdikiyle ve bütün mu’cizatının teyidiyle musaddak olan bütün akvaliyle, vücud ve vahdet-i Sânii beşere gösteriyor. Demek şu dâvada ittihad etmiş bütün efâzıl-ı beşer nâmına o nuru gösteriyor. Acaba bu kadar tasdiklere mazhar, büyük, derin, durbîn, sâfi, keskin, hakaik-âşina bir gözün gördüğü hakikat, hakikat olmamak hiç ihtimali var mı?

İKİNCİ BURHAN: Kâinat kitabıdır. Evet, şu kitabın bütün hurufu ve bütün noktaları, efrâden ve terekküben Zât-ı Zülcelâlin vücud ve vahdetini, elsine-i mahsusaları kıraatla
blank.gif
1 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ’yi tilâvet ediyorlar. Cemî zerrat-ı kâinat, birer birer, zât ve sıfât ve saire vücuh ile hadsiz imkânat mabeyninde mütereddit iken, birden bire bir ciheti takip, muayyen bir sıfatla ittisaf, mahsus bir keyfiyetle tekeyyüf ederek hayret-bahşâ hikemi intaç ettiğinden, Sâniin vücub-u vücuduna şehadetle, avâlim-i gaybiyenin enmuzeci olan lâtife-i Rabbâniye içinde ilân-ı Sâni eden misbah-ı imanı ışıklandırıyorlar. Evet, bir nefer, nefsinde ve takımda ve bölükte, taburda ve orduda gibi; herbir zerre de, kendi başıyla zât, sıfât, keyfiyetindeki imkânat cihetiyle Sânii ilân ettiği gibi, tesâvir-i mütedahileye benzeyen mürekkebat-ı müteşâbike-i mütesâide-i kâinatın herbir makamında ve herbir nisbetinde ve herbir dairesinde, herbir zerre, muvâzene-i




[NOT]Dipnot-1 “Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin (Kusursuzluğunu bilip kemâlâtını göstermesin).” İsrâ Sûresi, 17:44.
[/NOT]

Sâni: herşeyi san’atla yaratan AllahZât-ı Zülcelâl: haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah
akval: sözleravâlim-i gaybiye: bilinmeyen ve görünmeyen âlemler
beşer: insanburhan: güçlü delil, sarsılmaz kanıt
bölük: takımlardan oluşan askerî birlikcemî: bütün, hep
cihet: yön, tarafdurbîn: uzağı gösteren âlet; dürbün
edyân: dinleredyân-ı semâviye: İlâhî dinler
efrâden: ferdler, bireyler olarakefâzıl-ı beşer: insanlığın en faziletlileri
elsine-i mahsusa: özel lisanlar, dillerenbiya: nebiler, peygamberler
enmuzec: nümune, örnekhadsiz: sınırsız
hakaik-âşina: gerçeklere âşina, gerçekleri bilen ve onlara yabancı olmayanhakikat: gerçek
hayret-bahşâ: hayret bahşeden, hayret verenhikem: hikmetler; belli amaç ve faydalara yönelik olma
huruf: harflerilân-ı Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah’ı ilân
imkânat: imkân dahilinde olan şeyler, olasılıklarintaç etmek: sonuç vermek
istinad: dayanmaittihad etmek: birleşmek
ittisaf: vasıflanma, nitelenmekeyfiyet: nitelik, durum
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarkıraat: okuma
lâtife-i Rabbâniye: İlâhî hakikatleri hisseden ve mânevî zevkleri alan his, duygumabeyninde: arasında
mahsus: has, özelmakam: derece, yer
mazhar: erişmiş, nail olmuşmisbah-ı iman: Allah’a imanın lâmbası
muayyen: belirlimusaddak: doğrulanan, onaylanan
mu’cizat: mu’cizeler; Allah tarafından verilip, yalnız peygamberlerin gösterebilecekleri olağanüstü şeylermürekkebat-ı müteşâbike-i mütesâide-i kâinat: kâinatta bir ağ gibi birbirine bağlanarak genişleyen terkipler, birleşikler
mütereddit: tereddüt eden, kararsıznefis: bir kimsenin kendisi
nisbet: bağnâm: ad
saire: başkaları, diğerlerisâfi: arı, temiz
sıfât: sıfatlar, niteliklertabur: dört bölükten meydana gelen askerî birlik
takım: en küçük askerî birliktasdik: doğrulama, onay
tekeyyüf: bir nitelik kazanmaterekküben: birleşik olarak
tesâvir-i mütedahile: iç içe geçmiş tasvirler, resimlerteyid: destek, muvafakat
tilâvet: okumavahdet: birlik
vahdet-i Sâni: herşeyi san’atla yaratanın birliği; kâinatın san’atkârı olan Allah’ın birliğivücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu olması
vücud: varlıkvücuh: yönler
zerre: maddenin en küçük parçasızerrât-ı kâinat: kâinattaki, evrendeki zerreler, atomlar
zât: şahıs, kendisişehadet: şahitlik, tanıklık

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nokta - Sayfa: 320


cereyan-ı umumîyi muhafaza; ve her nisbetinde ve her takımında ayrı ayrı vazifeyi ifa ve hikmeti intaç ettiklerinden, Sâniin kast ve hikmetini izhar ve vücut ve vahdetinin âyâtını kıraat ettikleri için, Sâni-i Zülcelâlin berâhini, zerrattan kat kat ziyade olur. Demek
blank.gif
1اَلطُّرُقُ اِلَى اللهِ بِعَدَدِ اَنْفَاسِ الْخَلاَئِقِ hakikattir, mübalâğa değil; belki nâkıstır.


S: Neden aklıyla herkes göremiyor?

C: Kemâl-i zuhurundan ve zıddın ademinden.

تَأَمَّلْ سُطُورَ الْكَائِنَاتِ فَإِنَّهَا مِنَ الْمََلإِ اْلاَعْلٰۤى اِلَيْكَ رَسَاۤئِلُ

Yani, “Sahife-i âlemin eb’âd-ı vâsiasında Nakkaş-ı Ezelînin yazdığı silsile-i hâdisâtın satırlarına hikmet nazarıyla bak ve fikr-i hakikatle sarıl. Tâ ki mele-i âlâdan uzanan şu selâsil-i resâil, seni âlâ-yı illiyyîn-i tevhide çıkarsın.”


Şu kitabın heyet-i mecmuasında öyle parlak bir nizam var ki, nazzâmı güneş gibi içinde tecellî ediyor. Her kelimesi, her harfi birer mu’cize-i kudret olan bu kitab-ı kâinatın te’lifinde öyle bir i’câz var ki, bütün esbab-ı tabiiye, farz-ı muhal olarak muktedir birer fâil-i muhtar olsalar, yine kemâl-i acz ile o i’câza karşı secde ederek
blank.gif
2 سُبْحَانَكَ لاَ قُدْرَةَ لَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ diyeceklerdir. Herbir kelimesi bütün kelimatıyla münasebettardır. Ve her harfi, bâhusus zîhayat bir harfi, bütün cümlelere karşı müteveccih birer yüzü, nâzır birer gözü var



[NOT]Dipnot-1 Allah’a giden yollar, mahlukâtın nefesleri sayısıncadır.
Dipnot-2 Sen her türlü noksandan münezzeh ve uzaksın. Bizim hiç bir kudretimiz yoktur. Şüphesiz ki Sen Azîzsin, Senin kudretin herşeye galiptir; Hakîmsin, Senin her işin hikmet iledir.
[/NOT]

Nakkaş-ı Ezelî: Ezelî Nakkaş; ezelden beri bütün varlıkları nakış nakış işleyip san’atla yaratan AllahSâni: herşeyi san’atla yaratan Allah
Sâni-i Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi olan ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allahadem: yokluk
berâhin: güçlü deliller, sarsılmaz kanıtlarbâhusus: özellikle; bilhassa
eb’âd-ı vâsia: geniş mesafeler, boyutlar, uzaklıklaresbab-ı tabiiye: tabiî, doğal sebepler
farz-ı muhal olarak: olmayacak birşeyi olacakmış gibi düşünerek… varsayalım ki…fikr-i hakikat: gerçek ve doğru bir düşünce, gerçeğe nüfuz eden düşünce
fâil-i muhtar: dilediğini yapmakta serbest olanhakikat: gerçek
heyet-i mecmua: bütün hepsi; bütün bölümleri, bireylerihikmet: sır, gaye, fayda; bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde yaratılma
ifa: yerine getirmeintaç etmek: sonuç vermek
izhar: ortaya çıkarma, göstermei’câz: mu’cize oluş, bir benzerini yapmakta başkalarını âciz bırakma
kast: amaç, hedefkelimat: kelimeler, sözler
kemal-i zuhur: son derece açık olma; gözlerin görme sınırını aşacak şiddette açık ve meydanda olmakemâl-i acz: tam anlamıyla âcizlik, güçsüzlük
kitab-ı kâinat: kâinat kitabıkıraat etmek: okumak
mele-i âlâ: Allah katında en yüksek en yakın makam; melekler âlemimuktedir: güçlü
muvâzene-i cereyan-ı umumî: genel gidişatın dengesi, bütün hareket ve faaliyetlerin dengesi mu’cize-i kudret: Allah’ın kudret mu’cizesi
mübalâğa: abartımünasebettar: ilgili, bağlantılı
müteveccih: yönelmiş, dönmüşnazzâm: nizam veren, düzene koyan
nisbet: bağnizam: düzen
nâkıs: noksan, eksiknâzır: bakan, gözeten
sahife-i âlem: evren sayfasıselâsil-i resâil: mektup silsileleri, mektup zincirleri
silsile-i hâdisât: olaylar zinciritecellî etmek: yansımak, görünmek
telif: yazmavahdet: birlik
vücut: varlıkzerrat: zerreler
zîhayat: canlı, hayat sahibizıd: ters, karşıt, zıt
âlâ-yı illiyyîn-i tevhid: tevhid mertebelerinin en yükseği; her şeyi bir olan Allah’a verme derecelerinin en yükseği, en zirvesiâyât: âyetler, deliler

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nokta - Sayfa: 321


olan bu kitabın öyle bir muzâaf iştibak-ı tesânüd-ü nazmı vardır ki, bir noktayı yerinde icad etmek için, bütün kâinatı icad edecek bir kudret-i gayr-ı mütenahi lâzımdır. Demek sivrisineğin gözünü halk eden, güneşi dahi o halk etmiştir. Pirenin midesini tanzim eden, manzume-i şemsiyeyi de o tanzim etmiştir.

Sünuhat
’ın dokuzuncu sahifesinde
blank.gif
1مَاخَلْقُكُمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ اِلاَّ كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ âyetinin sırrına müracaat et. Yalnız şu kitabın küçük bir kelimesi olan balarısını gör: Nasıl şehd ü şehadet o mu’cize-i kudretin lisanından akıyor! Veyahut şu kitabın bir noktası olan hurdebînî bir huveynat ki, çok defa büyülttükten sonra görünür. Dikkat et: Nasıl mu’ciznümâ, hayret-fezâ bir misâl-i musağğar-ı kâinattır! Sûre-i Yâsin, sûret-i lâfz-ı “Yâsin” de yazıldığı gibi, cezâletli, mûciz bir nokta-i câmiadır. Onu yazan, bütün kâinatı da o yazmıştır. Eğer insafla dikkat etsen, şu küçücük hayvanın ve huveynatın sureti altında olan makine-i dakika-i bedîa-i İlâhiyenin şuursuz, kör, mecrâ ve mahrekleri tahdid olunmayan ve imkânâtından evleviyet olmayan esbab-ı basîta-i câmide-i tabiiyeden husulünü, muhal-ender-muhal göreceksin


Eğer herbir zerrede hükemâ şuuru, etibbâ hikmeti, hükkâmın siyaseti bulunduğunu ve herbir zerre de sair zerratla vasıtasız muhabere ettiğini itikad edersen, belki nefsini kandırıp o muhali de itikad edebilirsin. Halbuki, o zîhayat makinede öyle bir mu’cize-i kudret, öyle bir harika-i hikmet vardır ki, ancak bütün kâinatı, bütün şuûnatını icad eden, tanzim eden bir Sâniin sun’u olabilir. Yoksa kör, az, basit imkân tereddüdüyle ayak atamaz. Esbab-ı tabiîden olamaz. Bâhusus



[NOT]Dipnot-1 “Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibi kolaydır.” Lokman Sûresi, 31:28.
[/NOT]

Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah
Sûre-i Yâsin: Yâsin Sûresi, Kur’ân-ı Kerimin 36. sûresi
Sünuhat: Üstad Bediüzzaman’ın Eski Said döneminde yazdığı bir esercezâlet: akıcı ve güçlü ifade, güçlü anlatım
esbab-ı basîta-i câmide-i tabiiye: tabiattaki basit cansız sebepleresbab-ı tabiî: tabiî, doğal sebepler
etibbâ: tabibler, doktorlarhalk eden: yaratan
harika-i hikmet: hikmet harikası; harika bir gaye ve olağanüstü bir faydahayret-fezâ: hayret veren, şaşırtan
hikmet: bilimhurdebini: mikroskobik
husul: meydana gelmehuveynat: mikroplar; mikroskopik hayvanlar
hükemâ: âlimler, filozoflarhükkâm: hâkimler, büyük devlet adamları
icad etmek: yaratmak, var etmekimkân: olabilirlik, varlığı ile yokluğu eşit olan ve varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olan
imkânâtından evleviyet olmayan: ihtimallerindeki öncelikleri ayırt edilemeyen; oluşma ihtimallerinde öncelik olmayaninsaf: merhamet ve adalet dairesinde hareket
itikad etme: inanmaiştibak-ı tesânüd-ü nazm: bir ağ gibi birbirine bağlanıp dayanmış olan nazım, diziliş
kudret-i gayr-ı mütenahi: sonsuz bir kudret ve muktedir bir iktidarkâinat: evren, bütün yaratılmışlar
lisan: dilmahrek: hareket yeri
makine-i dakika-i bedîa-i İlâhiye: Allah’ın eşi ve benzeri olmayan, ince ayarlı makinası, sistemi, düzenimanzume-i şemsiye: güneş sistemi
mecrâ: akım yerimisâl-i musağğar-ı kâinat: âlemin küçültülmüş örneği
muhabere etme: haberleşmemuhal: imkânsız, olması aslâ mümkün değil
muhal-ender-muhal: imkânsızlık içinde imkânsızlık, olması aslâ mümkün olmayanmuzâaf: kat kat
mu’cize-i kudret: Allah’ın kudret mu’cizesimu’ciznümâ: mu’cize gösteren, mu’cizeli
mûciz: kısa ve özlü ifademüracaat: başvurma
nefis: bir kimsenin kendisinokta-i câmia: kapsamlı bir nokta
sair: diğersun’: san’at
suret: görünüm, şekilsûret-i lâfz-ı Yâsin: Yasin kelimesinin yazılış şekli
sır: gizli gerçektahdid: sınırlama
tereddüt: şüphezerrat: zerreler
zerre: en küçük madde parçasızîhayat: canlı, hayat sahibi
şehd ü şehadet: şehadet balışuur: bilinç
şuûnat: işler, haller

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nokta - Sayfa: 322


o esbab-ı tabiîyenin üssü’l-esası hükmünde olan cüz-ü lâyetecezzâdaki kuvve-i câzibe ve kuvve-i dâfianın içtimâlarının hortumu üzerinde, bir muhaliyet damgası var. Fakat câizdir ki, herbir şeyin esası zannettikleri olan cezb, def, hareket, kuvâ gibi emirler, âdâtullahın kanunlarına birer isim olsun. Lâkin kanun, kaidelikten tabiîliğe ve zihnîlikten hâricîliğe ve itibarîden hakikate ve âletiyetten müessiriyete geçmemek şartıyla kabul ederiz.

S: Ezeliyet-i madde ve harekât-ı zerrattan teşekkül-ü envâ gibi umur-u bâtılaya neden ihtimal veriliyor?


C: Sırf başka şey ile nefsini ikna etmek sadedinde olduğu için, o umurun esas‑ı fasidesini tebeî bir nazarla derk etmediğinden neş’et ediyor. Eğer nefsini ikna etmek suretinde, kasten ve bizzat ona müteveccih olursa, muhaliyetine ve mâkul olmadığına hükmedecektir. Faraza kabul etse de, tegafül-ü ani’s-Sâni sebebiyle hasıl olan ıztırar ile kabul edilebilir. Dalâlet ne kadar aciptir. Zât-ı Zülcelâlin lâzım-ı zarurîsi olan ezeliyeti ve hassası olan icadı aklına sığıştırmayan, nasıl oluyor ki gayr-ı mütenâhî zerrâta ve aciz şeylere veriyor?

Evet, meşhurdur ki, hilâl-i îde bakarlardı. Kimse birşey görmedi. İhtiyar bir zât yemin etti: “Hilâli gördüm.” Halbuki gördüğü hilâl, kirpiğinin takavvüs etmiş beyaz bir kılı idi. Kıl nerede, kamer nerede? Harekât-ı zerrat nerede, sebeb-i teşkil-i envâ nerede?

İnsan fıtraten mükerrem olduğundan hakkı arıyor. Bazan bâtıl eline gelir, hak zannederek koynunda saklar. Hakikati kazarken ihtiyarsız dalâlet başına düşer; hakikat zannederek başına giydiriyor.



Zât-ı Zülcelâl: haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allahacip: acayip, şaşırtıcı, tuhaf
aciz: güçsüzbizzat: doğrudan
bâhusus: özellikle; bilhassabâtıl: doğru olmayan, İslâmiyete uymayan
cezb: çekimcâiz: mümkün olan
cüz-ü lâyetecezzâ: bölünmeyen, parçalanmayan en ufak zerre, bölünmez parça; atomdalâlet: doğru ve hak yoldan sapma, sapkınlık
def: uzaklaştırmaderk etmek: anlamak, algılamak
esas: temelesas-ı fayda: asıl fayda, asıl yarar
esbab-ı tabiîye: tabiî, doğal sebeplerezeliyet: sonradan var olmama, varlığının başlangıcı olmaması
ezeliyet-i madde: sonradan meydana gelmemiş ve varlığının başlangıcı olmayan madde; maddenin yaratılmamış olmasıfaraza: varsayalım ki
fıtraten: yaratılış açısındangayr-ı mütenâhî: sonsuz
harekât-ı zerrat: zerrelerin, atomların hareketlerihassa: özellik
hasıl olan: ortaya çıkanhilâl: yay şeklinde görülen ay
hilâl-i îd: bayram hilâli; Ramazan’nın son günü akşamı görülen Şevval ayı hilâlihâricî: dışarıya ait; zihnin dışındaki gerçek dünyaya ait
hükmetmek: kesin bir yargıya varmakhükmünde olma: benzer birşeyle aynı hükmü taşımak
icad: var etme, meydana getirmeitibarî: var sayılan, gerçek ve fiilî olmayan
içtimâ: toplanma, bir araya gelmekaide: düstur, prensip
kamer: aykuvve-i câzibe: çekim gücü
kuvve-i dâfia: itme gücükuvâ: kuvvetler, güçler; enerjiler
lâzım-ı zarurî: olması gerekli, şart olanmuhaliyet: imkânsızlık; yani fâil olması, bizzat işi yapması mümkün değil
mâkul: akla uygunmüessiriyet: tesirlilik, bizzat fiil ve eseri yapan olma
mükerrem: şereflimüteveccih: yönelmiş, dönmüş
nazar: bakışnefis: bir kimsenin kendisi
neş’et etmek: doğmak, kaynaklanmaksaded: niyet, maksat
sebeb-i teşkil-i envâ: türlerin oluşum sebebisuret: görünüm, şekil
tabiî: doğaya, tabiata aittakavvüs: yay gibi bükülme
tebeî: başka birşeye tabi olan, dolaylıtegafül-ü ani’s-Sâni: her şeyin sanatkârı olan Allah’ı unutma veya unutur gibi yapma
teşekkül-ü envâ: türlerin oluşumu, meydana gelmeleriumur: işler
umur-u bâtıla: doğru olmayan hususlarzerrât: zerreler, atomlar
zihnî: düşünce kalıpları içerisinde olanzât: kişi
âdetullah: Allah’ın kâinata koyduğu kanun ve prensiplerâletiyet: âletlik, vasıtalık
üssü’l-esas: temel taşı; esas sağlam temelıztırar: çaresizlik

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nokta - Sayfa: 323


S: Nedir şu tabiat, kavânin, kuva ki, onlarla kendilerini aldatıyorlar?

C: Tabiat, âlem-i şehadet denilen cesed-i hilkatin anâsır ve âzâsının ef’âlini intizam ve rapt altına alan bir şeriat-ı kübrâ-yı İlâhiyedir. İşte şu şeriat-ı fıtriyedir ki, “sünnetullah” ve “tabiat” ile müsemmâdır. Hilkat-i kâinatta câri olan kavânin-i itibariyesinin mecmû ve muhassalasından ibarettir. Kuvâ dedikleri şey, herbiri şu şeriatın birer hükmüdür. Ve kavânin dedikleri şey, herbiri şu şeriatın birer meselesidir. Fakat o şeriattaki ahkâmın yeknesak istimrârına istinaden vehim, hayal tasallut ederek tazyik edip, şu tabiat-ı hevaiye tevazzu’ ve tecessüm edip mevcud-u haricî ve hayalden hakikat suretine girmiştir. Hayali, hakikat suretinde gören, gösteren, nüfusun istidat-ı şûresinden, fâil-i müessir tavrını takmıştır. Halbuki, kör, şuursuz tabiat, kat’iyen kalbi ikna edecek ve fikre kendini beğendirecek ve nazar-ı hakikat ona ünsiyet edecek hiçbir mülâyemet ve münasebet yok iken ve masdar olmaya kabiliyeti mefkud iken, sırf nefy-i Sâni farazından çıkan bir ıztırar ile veleh-resan-ı efkâr olan kudret-i ezeliyenin âsâr-ı bâhiresinin tabiattan suduru tahayyül edilmiş.


Halbuki tabiat misalî bir matbaadır, tâbi’ değil; nakıştır, nakkaş değil; kàbildir, fâil değil; mistardır, masdar değil; nizamdır, nâzım değil; kanundur, kudret değil; şeriat-ı iradiyedir, hakikat-i hariciye değil. Meselâ, yirmi yaşında bir adam birden bire dünyaya gelse, hâli bir yerde, muhteşem ve sanayi-i nefîsenin âsârıyla müzeyyen bir saraya girse, hem farz etse, kat’iyen hariçten gelme hiçbir



ahkâm: hükümler, esaslar
anâsır: unsurlar
cesed-i hilkat: yaratılmış olan varlık cesedi, bedenicâri olan: geçerli olan
ef’âl: fiiler, işlerfaraz: varsayım
fâil: işi yapan, fiilin sahibifâil-i müessir: etkin olan; iş ve fiili bizzat yapan
hakikat: gerçekhakikat-i hariciye: dışa ait, görünen maddî gerçek
hariç: dış, dışarıhilkat-i kâinat: evrenin yaratılışı
hâli: boş, ıssızintizam: düzen, disiplin
istidat-ı şûre: çorak, verimsiz yetenekistimrâr: devamlı sürüp gitme, devamlı olma
istinaden: dayanarakkabil: mümkün, olabilir
kat’iyen: kesinliklekavânin: kanunlar
kavânin-i itibariye: itibarî kanunlar; maddî olmayan kanunlarkudret: güç, iktidar
kudret-i ezeliye: Cenâb-ı Hakkın ezelî kudretikuvâ: kuvvetler, güçler; enerjiler
masdar: kaynakmecmû: toplanmış, bir araya getirilmiş
mefkud: kaybolmuşmevcud-u haricî: gözle görülür şekilde maddî bir yapıya sahip olan
misalî: görüntüden ibaretmistar: cetvel, şablon
muhassala: sonuç, toplammuhteşem: ihtişamlı, görkemli
mülâyemet: uygunlukmünasebet: bağlantı, ilgi
müsemmâ: isimlendirilenmüzeyyen: süslenmiş
nakkaş: nakış ustasınakış: işleme, süsleme
nazar-ı hakikat: gerçek bakışnefy-i Sâni: kâinatın san’atkârı olan Allah’ı reddetme, yok sayma
nizam: düzennâzım: düzenleyen
nüfus: nefislerrapt: bağ
sanay-i nefîse: güzel san’atlar, ileri sanayisudur: çıkma
suret: görünüm, şekilsünnetullah: kâinatta yürürlükte olan İlâhî kanunlar
tabiat: doğa; düzenin devam etmesi gayesiyle Allah tarafından kâinata konulmuş olan kanunlar mecmuasıtabiat-ı hevai: hava gibi görünmez ve lâtif özellikte olan tabiat
tahayyül edilmek: hayal edilmektasallut: musallat olma, sataşma
tazyik etme: zorlama, baskı yapmatecessüm: cisimlenme, maddî olarak görünme
tevazzu’: madde gibi bir mekân almatâbi’: tab eden, basan
vehim: kuruntu, olmayan şeyi varmış gibi gösteren düşünceveleh-resan-ı efkâr: fikirleri, düşünceleri hayrette bırakan
yeknesak: tekdüze, monotonâlem-i şehadet: görünen âlem
âsâr: eserlerâsâr-ı bâhire: apaçık eserler
âzâ: uzuvlar, organlarünsiyet: alışkanlık, yakınlık
ıztırar: çaresizlikşeriat: İlâhî anayasa, Allah’ın koyduğu kanunlar mecmuası
şeriat-ı fıtriye: Allah’ın yaratılışa koyduğu ve bütün varlıkların tabi olduğu anayasa, kanunlar mecmuasışeriat-ı iradiye: Cenâb-ı Hakkın irade sıfatından gelen şeriat, tabiat kanunları
şeriat-ı kübrâ-yı İlâhiye: Allah’ın kâinata koyduğu ve bütün varlıkların tabi olduğu büyük anayasa, kanunlar mecmuası

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nokta - Sayfa: 324


fâilin eseri değil. Sonra içindeki eşya-yı muntazamaya sebep ararken, tanziminin kavâninini câmi bir kitap bulsa, onu mâkes-i şuur olduğundan, bir fâil, bir illet-i ıztırarî kabul eder. İşte, Sâni-i Zülcelâlden tegafül sebebiyle, böyle gayr-ı mâkul, gayr-ı mülâyim bir illet-i ıztırarî olan tabiat ile kendilerini aldatmışlar.

Şeriat-ı İlâhiye ikidir:


Biri: Sıfat-ı kelâmdan gelen bir şeriattır ki, beşerin ef’âl-i ihtiyariyesini tanzim eder.

İkincisi: Sıfat-ı iradeden gelen ve “evâmir-i tekviniye” tesmiye edilen şeriat-ı fıtriyedir ki, bütün kâinatta câri olan kavânin-i âdâtullahın muhassalasından ibarettir. Evvelki şeriat nasıl kavânîn-i akliyeden ibârettir; tabiat denilen ikinci şeriat dahi, mecmu-u kavânin-i itibariyeden ibarettir. Sıfat-ı kudretin hassası olan tesir ve icada mâlik değillerdir.

Sabıkan, sırr-ı tevhid beyanında demiştik: Herşey herşeyle bağlıdır. Birşey herşeysiz yapılmaz. Birşeyi halk eden, herşeyi halk etmiştir. Öyleyse, birşeyi yapan Vâhid, Ehad, Ferd, Samed olmak zarurîdir.

Şu ehl-i dalâletin gösterdikleri esbab-ı tabiiye, hem müteaddit, hem birbirinden haberi yok, hem kör, iki elinde iki kör olan tesadüf-ü a’mâ ve ittifakıyet-i avrânın eline vermiştir.


قُلِ اللهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ فِى خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ 1


[NOT]

Dipnot-1 “Sen Allah de, sonra da onları daldıkları batakta bırak, oynayadursunlar.” En’âm Sûresi, 6:91.
[/NOT]

Ehad: her bir varlık üzerinde birliğinin izleri görünen ve bütün kemâl sıfatların sahibi olan bir AllahFerd: vâhid ve ehad olan; birliğiyle kâinatın tamamına ve kâinatta bulunan her bir varlığa bizzat hükmeden ve Kendisinin hiçbir dengi ve benzeri bulunmayan Allah
Samed: Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herşey Kendisine muhtaç olan AllahSâni-i Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi olan ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah
Vâhid: Zâtında, sıfatlarında, isimlerinde, işlerinde ve hükümlerinde asla ortağı, benzeri ve dengi olmayan ve herşeyi birliğiyle kuşatan Allahbeyan: açıklama, anlatım
beşer: insancâmi: içine alan
câri olan: geçerli olanef’âl-i ihtiyariye: iradeyle yapılan davranışlar, fiiller
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlaresbab-ı tabiiye: doğal sebepler
evvel: önceevâmir-i tekviniye: Allah’ın kâinata koyduğu kanunlar, emirler
eşya-yı muntazama: düzenli eşya, düzenli şeylerfâil: işi yapan, fiilin sahibi
gayr-ı mâkul: akla uymayangayr-ı mülâyim: uygunsuz, abes
halk etmek: yaratmakhassa: özellik
icad: var etme, meydana getirmeillet-i ıztırarî: çaresizlik sonucu olarak iddia edilen sebep
ittifakıyet-i avrâ: tek gözü kör olan ittifak, beraberlik; arkasında hükmeden İlâhî kudret görülmediği için sadece maddî güce sahip olduğu sanılan birlik ve beraberlikkavânin: kanunlar
kavânin-i âdâtullah: Âdetullah kanunları; kâinatta işleyen İlâhî yasalar, yaratılış kanunlarıkavânîn-i akliye: aklî kanunlar
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarmecmu-u kavânin-i itibariye: varsayıma dayalı kanunlar bütünü
muhassala: sonuç, toplammâkes-i şuur: şuur ve düşüncenin yansıdığı yer, şuur aynası
mâlik: sahipmüteaddit: bir çok, çeşitli
sabıkan: bundan öncesıfat-ı irade: Cenab-ı Hakkın irade sıfatı, niteliği
sıfat-ı kelâm: konuşma sıfatısıfat-ı kudret: kudret sıfatı, neteliği
sırr-ı tevhid: birlik espirisi; herşeyin bir olan Allah’a ait olmasının sırrı, Ona ait kılma sırrıtabiat: doğa; Allah’ın kâinata koyduğu ve kâinatın düzenini devam ettirmeye sebep olan kanunlar mecmuası
tanzim: düzenlemetegafül: gaflet etme, bilmez görünme, anlamazlıktan gelme
tesadüf-ü a’mâ: kör raslantıtesmiye edilen: adlandırılan
zarurî: zorunluşeriat: İlâhî kanun, anayasa
şeriat-ı fıtriye: Allah’ın yaratılışa koyduğu, bütün varlıkların bağlı olduğu anayasa, kanunlar mecmuasışeriat-ı İlâhiye: Allah’ın koymuş olduğu anayasa, kanunlar mecmuası

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nokta - Sayfa: 325


Elhâsıl: İkinci burhanımız olan kitab-ı kebir-i kâinattaki nazm ve nizam, intizam ve telifindeki i’câz güneş gibi gösteriyor ki, bir kudret-i gayr-ı mütenahi, bir ilm-i layetenâhî, bir irâde-i ezeliyenin eserleridir.

S: Nazm ve nizam-ı tâmme neyle sabittir?


Elcevap: Nev-i beşerin havâs ve cevâsisi hükmünde olan fünun-u ekvan, istikrâ-i tâmme ile o nizamı keşfetmişlerdir. Çünkü, herbir nev’e dair bir fen ya teşekkül etmiş veya etmeye kabildir. Herbir fen, külliyet-i kaide hesabıyla, kendi nev’indeki nazm ve intizamı gösteriyor. Zira, herbir fen kavaid-i külliye desâtirinden ibarettir. Demek, şahsın nazarı, nizamı ihata etmezse, cevâsis-i fünun vasıtasıyla görür ki, insan-ı ekber, insan-ı asgar gibi muntazamdır. Herbir şey, hikmet üzere vaz edilmiştir. Faidesiz, abes yoktur. ŞuHAŞİYE-1*) burhanımız değil yalnız erkânı ve âzâsı, belki bütün hüceyratı, belki bütün zerratı birer lisan-ı zâkir-i tevhid olarak büyük burhanın sadâ-yı bülendine iştirak ederek Lâ ilâhe illâllah diye zikrediyorlar.

ÜÇÜNCÜ BURHAN: Kur’ân-ı Azîmüşşandır. Şu burhan-ı nâtıkın sinesine kulağını yapıştırsan işiteceksin, “Allahü Lâ İlâhe İllâ Hû”yu tekrar ediyor. Hem gayet mükemmel semerâtıyla, meyvedar bir ağacın menba-ı hayatı olan cürsûme olmazsa veya kökü bozuk ise, semere vermez. Şu burhanımızın dallarında meyve-i hak ve hakikat o kadar çoktur ve o kadar doğrudur ki, şüphe bırakmaz ki, cürsûmesinde olan mesele-i tevhid, hiç vehim bırakmaz derecede kuvvetli,



[NOT]Haşiye-1*) Delâletçe siması bir Hu lafzına benzer ki, o’nun herbir cüz’ü küçük ’lardan, herbir küçük ’da küçücük ’lardan teşekkül etmiştir.
[/NOT]

Allahü Lâ İlâhe İllâ Hû: “O Allah ki, Ondan başka ilâh yoktur”
: O, Allah
Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi yüce olan Kur’ânLâ ilâhe illâllah: “Allah’tan başka ilâh yoktur”
abes: boş ve faydasızburhan: güçlü ve sarsılmaz delil
burhan-ı nâtık: konuşan delilcevâsis: gizli şeyleri araştıranlar
cevâsis-i fünun: casus gibi davranan fenler; gizli şeyleri araştıran fenlercürsûme: kök
cüz’: kısım, parçadelâletçe: işaret olarak, gösterdiği mânâ olarak
desâtir: prensipler, kurallarelcevap: cevap, yanıt
elhâsıl: kısaca, özetleerkân: temel unsurlar, esaslar
fen: bilimfünun-u ekvan: yaratılışa ait ilimler, pozitif bilimler
gayet: son derecehakikat: gerçek
havâs: hasseler, duyular, duygularhikmet: gaye, fayda, güzel san’at
hüceyrat: hücrelerhükmünde olan: bir şeyle aynı hükmü alan
ihata etmek: içine almak, kapsamakilm-i layetenâhî: Allah’ın sonu olmayan ilimi
insan-ı asgar: küçük insan, insan insan-ı ekber: büyük insan, kâinat
intizam: düzenlilikirâde-i ezeliye: ezelî olan Allah’ın irâdesi
istikrâ-i tâmme: tümevarım, endüksiyon; bir bütünü oluşturan parçaların hepsini inceleyerek o bütün hakkında hüküm vermekiştirak etmek: katılmak
i’câz: mu’cize oluş, bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakmakabil: mümkün
kavaid-i külliye: geniş kapsamlı kanunlarkitab-ı kebir-i kâinat: büyük kâinat kitabı; bir kitabı andıran evren
kudret-i gayr-ı mütenahi: Allah’ın sonsuz güç ve iktidarıkülliyet-i kaide: kuralın genelliği, kapsamlılığı
lafz: ifade, kelime, sözlisan-ı zâkir-i tevhid: Allah’ın birliğini zikreden, anan dil
menba-ı hayat: hayat kaynağımesele-i tevhid: tevhid meselesi; birleme konusu
meyve-i hak: hakikat, gerçek denilen meyvemeyvedar: meyveli
muntazam: düzenlimükemmel: eksiksiz
nazar: bakış, görüşnazm: diziliş, ahenk ve vezin
nev-i beşer: insanlarnev’: tür, cins
nizam: düzennizam-ı tâmme: tam bir düzen
sadâ-yı bülend: yüksek sessemere: meyve
semerât: meyvelersima: yüz, çehre, görünüş
sine: göğüstelif: yazma
teşekkül etme: ortaya çıkma, şekillenmevasıtasıyla: aracılığıyla
vaz edilme: konulma, yerleştirilmevehim: zan, şüphe, kuruntu
zerrat: zerrelerzikretmek: anmak
âzâ: uzuvlar, organlar

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nokta - Sayfa: 326


doğru bir hak ve hakikati tazammun ediyor. Hem şu burhanın âlem-i şehadet tarafına tedellî etmiş olan ahkâma dair dalı, bütün sıdk ve hak ve hakikat olduğu gibi, bizzarure âlem-i gayb tarafına uzanan tevhide ve gayba dair gusn-u azamı (büyük dalı) yine sabit hakaikle meyvedardır.

Hem derince şu burhan tersim edilse anlaşılır ki, onu gösteren zât, neticesi olan mesele-i tevhidde o kadar emindir ki, hiçbir şaibe-i tereddüt hiçbir tarafında ihsas edilmiyor. Hem o neticeyi bütün hakaike esas addederek, müselleme ve zaruriye olduğunu bütün kuvvet-i beyanıyla ve ısrarıyla ona giydiriyor. Ve başka şeyleri ona ircâ ediyor. Temel taşı o şedit kuvvet, sun’î olamaz. Hem de, üstündeki sikke-i i’câz her ihbarını tasdik eder, tezkiyeden müstağni kılar. Âdeta ihbaratı binefsihâ sâbit umurlardandır. Evet, şu burhan-ı münevverin altı ciheti de şeffaftır. Üstünde i’câz, altında mantık ve delil, sağında aklı istintak, solunda vicdanı istişhad, önünde, hedefinde hayır ve saadet, nokta-i istinadı vahy-i mahzdır. Vehmin ne haddi var ki girebilsin!


Mârifet-i Sâni denilen kemâlât arşına uzanan miracların usulü dörttür.

Birincisi: Tasfiye ve işrâka müesses olan muhakkikîn-i sufiyenin minhacıdır.

İkincisi: İmkân ve hudûsa mebnî mütekellimîn tarîkidir.

Bu iki asıl, çendan Kur’ân’dan teşâub etmişlerdir. Lâkin fikr-i beşer başka surete ifrağ ettiği için uzunlaşmış ve müşkilleşmiş. Evhamdan masun kalmamışlar.



addetmek: saymak, tutmakahkâm: hükümler, esaslar
arş: makam, derecebinefsihâ: kendi kendine
bizzarure: ister istemez, zorunlu olarakburhan: güçlü ve sarsılmaz delil
burhan-ı münevver: nurlu, parlak delilcihet: taraf, yön
evham: vehimler, zanlar, kuşkularfikr-i beşer: insan fikri
gayb: bilinmeyen ve görünmeyen âlemgusn-u azam: büyük dal
hakaik: hakikatler, gerçeklerhakikat: gerçek; herbir şeyin gerçeği
hayır: iyilikhudûs: sonradan meydana gelme, yok iken varlık kazanma
ifrağ etme: bir halden başka bir hâle dökme, sokmaihbar: haber verme
ihbarat: haber vermelerihsas edilmek: hissedilmek
imkân: olabilirlik, varlığı ile yokluğu eşit olan ve varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olanircâ etmek: verme, dayandırma
istintak: konuşturmaistişhad: şahit gösterme, şahit tutma
işrâk: sezgi; keşif ve ilham ile insanı Allah’a götüren yolları bulmaya çalışmaki’câz: mu’cize oluş, bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakma
kemâlât: mükemellikler, kusursuzluklarkuvvet-i beyan: güçlü anlatım
masun: sağlam, korunmuşmebnî: kurulmuş, bina edilmiş
mesele-i tevhid: tevhid meselesi, birleme konusumeyvedar: meyveli
minhac: yol, meslekmiraç: yükseliş
muhakkikîn-i sufiye: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen tasavvuf âlimlerimârifet-i Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah’ı bilme, tanıma
müesses: kurulmuşmüselleme: herkes tarafından kabul edilen; doğruluğu, gerçekliği herkesçe kabul edilmiş olan
müstağni kılmak: tenezzül etmemek, gerek duymamakmütekellimîn: kelâm âlimleri
müşkilleşmek: zorlaşmaknokta-i istinad: dayanak noktası
sikke-i i’câz: mu’cizelik mührü, benzerinin getirilmesinin imkânsızlığıyla ilgili delilsun’î: uydurma, yapmacık
suret: görünüm, şekilsıdk: doğruluk
tarik: yoltasdik etmek: doğrulamak, onaylamak
tasfiye: arındırma; zikir ve ibadetlerle kalbi ve aklı Allah’ın gayrından arındırarak Allah’a ve Onun marifetine ulaşmaya çalışmaktazammun etmek: içine almak, kapsamak
tedellî etme: aşağı inme, eğilmetersim edilmek: resmedilmek, çizilmek
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olmasıtezkiye: temize çıkarma
teşâub etmek: şubelere, kısım ve bölümlere ayrılmakumur: işler
usul: metod, yolvahy-i mahz: Allah’ın vahyinin ta kendisi, sırf vahiy, hâlis ve katıksız vahiy
vehim: zan, şüphe, kuruntuzaruriye: zorunlu
âlem-i gayb: gayb âlemi, görünmeyen âlemâlem-i şehadet: görünen âlem
çendan: gerçişaibe-i tereddüt: şüphe lekesi
şedit: şiddetli

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nokta - Sayfa: 327


Üçüncüsü: Şübehat-âlûd hükemâ mesleğidir.

Dördüncüsü ve en birincisi: Belâgat-ı Kur’âniyenin ulvî mertebesini ilân etmekle beraber, cezâlet cihetiyle en parlağı ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzuh cihetiyle beşerin umumuna en eşmeli olan mirac-ı Kur’ânîdir.


Hem o arşa çıkmak için dört vesile vardır: İlham, tâlim, tasfiye, nazar-ı fikrî.

Tarîk-i Kur’ânî iki nevidir.

Birincisi: Delil-i inayet ve gayettir ki, menâfi-i eşyayı tâdât eden bütün âyat-ı Kur’âniye bu delili nesc ve şu burhanı tanzim ediyorlar. Bu delilin zübdesi, kâinatın nizam-ı ekmelinde ittikan-ı san’at ve riayet-i mesâlih ve hikemdir. Bu ise, Sâniin kast ve hikmetini ispat ve tesadüf vehmini ortadan nefyediyor. Zira ittikan ihtiyarsız olmaz. Evet, nizamın şahitleri olan bütün fünun-u ekvan, mevcudatın silsilelerindeki halkalardan asılmış mesâlih ve semeratı ve inkılâbât-ı ahvâlin katmer ve düğümleri içinde saklanmaz hikem ve fevaidi göstermekle, Sâniin kast ve hikmetine kat’î şehadet ediyorlar. Ezcümle:

Fenn-i hayvanat, fenn-i nebatat, iki yüz bini mütecâviz envâın büyük peder ve âdemleri hükmünde olan mebdelerinin herbirinin hudûsuna şehadet ettiği gibi; mevhum ve itibarî olan kavânin, kör ve şuursuz olan esbab-ı tabiiye ise bu kadar hayret-fezâ silsileler ve bu silsileleri teşkil eden ve efrad denilen dehşet-engiz birer makine-i acîbe-i İlâhiyenin icad ve inşasına adem-i kabiliyetleri cihetiyle




Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allahadem-i kabiliyet: yeteneğin olmayışı
arş: en yüce makambelâgat-ı Kur’âniye: Kur’ân belâğatı, Kur’ân’ın güzel ve yerli yerinde ve muhatabın hâline uygun anlatımı
beşer: insanburhan: güçlü ve sarsılmaz delil
cezâlet: akıcı ve güçlü ifade, güzel anlatımdehşet-engiz: dehşet verici
delil-i inayet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzen deliliefrad: fertler
envâ: türler, çeşitleresbab-ı tabiiye: doğal sebepler
ezcümle: örneğineşmel: en kapsamlı; en geniş
fenn-i hayvanat: hayvanları inceleyen ve onlar hakkında bilgi veren ilim dalı, zoolojifenn-i nebatat: bitkileri inceleyen ve onlar hakkında bilgi veren ilim dalı, botanik
fevaid: faydalar, yararlarfünun-u ekvan: yaratılışa ait ilimler, pozitif bilimler
hayret-fezâ: hayret verici, şaşırtıcıhikem: hikmetler
hikmet: Allah’ın bilerek yararlı bir şekilde iş yapmasıhudûs: sonradan meydana gelme, yok iken varlık kazanma
hükemâ: filozoflar, felsefeyle uğraşanlarhükmünde olan: bir şeyle aynı hükmü alan
icad: var etmeihtiyar: dileme, istek, irade
ilham: Allah tarafından insanın kalbine indirilen mânâinkılâbât-ı ahvâl: hallerdeki, durumlardaki değişimler
inşa: kurma, bina etmeistikamet: doğruluk
itibarî: var sayılanitkan: bir şeyi sağlam ve pürüzsüz yapmak
itkan-ı san’at: sağlam ve pürüzsüz san’atkast: amaç, hedef
katmer: üst üste katlanmış sargıkavânin: kanunlar
makine-i acîbe-i İlâhiye: Allah’ın hayret verici makinesi, eserimebde: başlangıç
menâfi-i eşya: eşyaların, varlıkların faydalarımesâlih: maslahatlar, faydalar, işler
mevcudat: varlıklarmevhum: gerçekte olmadığı halde varmış gibi hayal edilen, düşünülen
mirac-ı Kur’ânî: Kur’ânî yükselişmütecâviz: sınırı geçen, başkalarının sınırını tecavüz eden
nazar-ı fikrî: fikrî nazar, düşünceye ait bakış, görüşnefyetmek: inkâr etmek, reddetmek
nesc: dokumanevi: çeşit
nizam: düzennizam-ı ekmel: en mükemmel ve eksiksiz düzen
peder: babariayet-i mesâlih: amaçlara, yararlara riayet etme, uyma
semerat: meyveler, neticelersilsile: zincir
tanzim etmek: düzenlemektarîk-i Kur’ânî: Kur’ânî yol
tasfiye: arındırmateşkil eden: oluşturan
tâdât eden: sayantâlim: eğitim, öğretim
ulvî: yüce, büyükumum: bütün
vehim: kuruntu, olmayan şeyi varmış gibi gösteren düşüncevesile: araç, vasıta
vuzuh: açıklıkzübde: en seçkin kısım, öz
âyat-ı Kur’âniye: Kur’ân’î âyetlerşehadet etmek: şahitlik yapmak
şübehat-âlûd: şüphelerle karma karışık olmuş, şüphelerle dolu

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nokta - Sayfa: 328



herbir fert, herbir nevi müstakillen Sâni-i Hakîmin dest-i kudretinden çıktıklarını ilân ve izhar ediyorlar. Kur’ân-ı Kerîm
blank.gif
1 فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرَى مِنْ فُطُورٍ der.


Kur’ân’dan delil-i inayet, vücuh-u mümkinenin en mükemmel veçhi ile bulunuyor. Kur’ân kâinatta tefekküre emir verdiği gibi, fevâidi tezkâr ve ni’metleri tâdât eden âyâtın fevâsıl ve hâtimelerinde galiben akla havale ve vicdanla müşaverete sevk etmek için اَوَلاَ يَعْلَمُونَ 2 اَفَلاَ يَعْقِلُونَ 3 اَفَلاَ تَتَذَكَّرُونَ 4 فَاعْتَبِرُوا 5

gibi o burhan-ı inayeti ezhanda tesbit ediyor.


İkinci delil-i Kur’ânî: Delil-i ihtirâdır. Hülâsası:


Mahlûkatın her nevine, her ferdine ve o nev’e ve o ferde mürettep olan âsâr-ı mahsusasını müntiç ve istidad-ı kemâline münasip bir vücudun verilmesidir. Hiçbir nevi müteselsil-i ezelî değildir. İmkân bırakmaz. İnkılâb-ı hakikat olmaz. Mutavassıt nev’in silsilesi devam etmez. Tahavvül-ü esnaf inkılâb-ı hakaikin gayrısıdır. Madde dedikleri şey, suret-i mütegayyire, hem harekât-ı mütehavvile-i hâdiseden tecerrüd etmediğinden hudûsu muhakkaktır. Kuvvet ve suretler, a’râziyetleri cihetiyle envâdaki mübâyenet-i cevheriyeyi teşkil edemez. A’râz


[NOT]
Dipnot-1 “Haydi, çevir gözünü: En küçük bir kusur görüyor musun?” Mülk Sûresi, 67:3.
Dipnot-2 “Onlar bilmiyorlar mı ki?” Bakara Sûresi, 2:77.
Dipnot-3 “Hiç düşünmüyorlar mı?” Yâsin Sûresi, 36:68.
Dipnot-4 “Hiç düşünmez misiniz?” Yûnus Sûresi, 10:3.
Dipnot-5 “İbret alınız.” Haşir Sûresi, 59:2.
[/NOT]

Sâni-i Hakîm: herşeyi belirli maksat ve faydalara uygun ve tam yerli yerinde yaratan ve san’atlı bir şekilde yapan Allaha’râz: bir şeyin aslında bulunmayıp onun üzerinde sonradan meydana gelen
burhan-ı inayet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzen delilicihet: taraf, yön
delil-i Kur’ânî: Kur’ânî delildelil-i ihtirâ: Allah’ın hiç yoktan yaratması delili
delil-i inayet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzen delilidest-i kudret: Allah’ın kudret eli
envâ: türler, çeşitlerezhan: zihinler
fevâid: faydalar, kazançlarfevâsıl: fasıllar, bölümler
galiben: çoğunluklagayr: hariç, başkası
harekât-ı mütehavvile-i hâdise: sonradan var olan değişen hareketler, oluşumlarhavale: gönderme, verme
hudûs: sonradan meydana gelme, yok iken varlık kazanmahâtime: sonuç, son bölüm
hülâsa: özet, özimkân: olabilirlik, varlığı ile yokluğu eşit olan ve varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olan
inkılâb-ı hakaik: gerçek ve doğruların değişmesi, zıtlarına dönüşmesiinkılâb-ı hakikat: gerçek ve doğrunun değişmesi, zıttına dönüşmesi
istidad-ı kemâl: olgunlaşma kabiliyetiizhar etmek: göstermek, ortaya çıkarmak
mahlûkat: yaratılmışlar, yaratılmış varlıklarmuhakkak: gerçekliği kesin olan
mutavassıt nev’: evrim teorisindeki ara geçiş türü, iki ayrı türden doğan melezmübâyenet-i cevheriye: asla, öze ait farklılık, zıtlık
mükemmel: eksiksizmüntiç: netice veren
mürettep: bağlantılı, dizilimüstakillen: bağımsız olarak
müteselsil-i ezelî: başlangıcı olmayan sonsuz bir zincirmüşaveret: birbirleriyle istişare etme; birbirlerine danışma
nevi: tür, çeşitsevk etmek: göndermek, yönlendirmek
silsile: zincirsuret-i mütegayyire: değişken şekil
tahavvül-ü esnaf: sınıfların, çeşitlerin dönüşümütecerrüd etmek: soyutlanmak, sıyrılmak
tefekkür: Allah’ı tanımayı netice verecek şekilde etraflıca ve derinlemesine düşünmetesbit etmek: sağlam şekilde yerleştirmek
tezkâr: zikretme; hatırlatmateşkil etmek: meydana getirmek oluşturmak
tâdât eden: sayan, ananvecih: yön, yüz
vücud: beden, varlıkvücuh-u mümkine: mümkün olabilecek yönler
âsâr-ı mahsusa: has, özel eserlerâyât: âyetler

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nokta - Sayfa: 329


cevher olamaz. Demek envâının fasîleleri ve umum a’râzının havâss-ı mümeyyizeleri bizzarure adem-i sırftan muhteradırlar. Silsilede tenâsül, şerait-i âdiye-i itibariyedendir.

Feyâ acaba! Vâcibü’l-Vücudun lâzime-i zaruriye-i beyyinesi olan ezeliyeti zihinlerine sığıştıramayan, nasıl oluyor da, herbir cihetten ezeliyete münâfi olan maddenin ezeliyetini zihinlerine sığıştırabilirler? Hem dest-i tasarruf-u kudrete karşı mukavemet edemeyen koca kâinat, nasıl oldu da küçücük ve nâzik zerratların (öyle dehşetli salâbet bulmuş ki) kudret-i ezeliyenin yed-i îdamına karşı dayanıyor? Hem nasıl oluyor ki, kudret-i ezeliyenin hassası olan ibdâ ve icadı, hiçbir münasebet-i mâkule olmadan en âciz ve en bîçâre esbaba isnad ediliyor?


İşte Kur’ân-ı Kerim, şu delili, halk ve icaddan bahseden âyâtı ile ezhanda tanzim ediyor. Müessir-i hakikî yalnız Allah’tır. Tesir-i hakikî esbabda yoktur. Esbab, izzet ve azamet-i kudretin perdesidir-tâ ki, aklın nazar-ı zahirîsinde, dest-i kudret umur-u hasîse ile mübaşir görünmesin. Birşeyde iki cihet var:

Biri, mülk-âyinenin mülevven vechi gibi, ezdat ona vârid oluyor; çirkin olur, şer olur, hakîr olur, azîm olur, ilâ âhir. Esbab bu cihette vardır. İzhar-ı azamet ve izzet-i kudret öyle ister.

İkinci cihet, melekûtiyet cihetidir: Âyinenin şeffaf vechi gibi. Şu cihet herşeyde güzeldir. Şu cihette esbabın tesiri yoktur. Vahdet öyle ister. Hattâ hayat ve ruh ve nur ve vücut, iki vecihleri şeffaf ve güzel olduğundan, mülken ve melekûten vasıtasız dest-i kudretten çıkıyorlar.



Vahdet: Allah’ın birliğiVâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
adem-i sırf: tam yoklukazamet-i kudret: Allah’ın kudretinin büyüklüğü
azîm: büyük, yücea’râz: ilinek; bir şeyin aslında bulunmayan ve sonradan meydana gelen nitelik
bizzarure: ister istemez, zorunlu olarakbîçâre: çaresiz, zavallı
cevher: asıl, özcihet: taraf, yön
dehşetli: korkunç, ürkütücüdest-i kudret: Allah’ın kudret eli
dest-i tasarruf-u kudret: Allah’ın herşeyi dilediği gibi kullanan ve yöneten kudret elienvâ: türler, çeşitler
esbab: sebeplerezdat: zıtlar
ezeliyet: başlangıcı olmayan sonsuzlukezhan: zihinler
fasîle: alt grupfeyâ acaba: hayret ve taaccüb ifadesi için söylenir; hayret verici
hakîr: küçük, ehemmiyetsizhalk: yaratma
hassa: özellikhavâss-ı mümeyyize: birşeyi diğerinden ayıran temel özellikler
ibdâ: benzersiz güzellikte yaratmaicad: var edilme
isnad etmek: dayandırmakizhar-ı azamet: büyüklüğü, yüceliği ortaya çıkarma, gösterme
izzet: büyüklük, yücelikizzet-i kudret: kudretin izzet ve üstünlüğü
kudret-i ezeliye: Cenâb-ı Hakkın başlangıcı olmayan sonsuz kudretikâinat: evren
lâzime-i zaruriye-i beyyine: apaçık zorunlu bir gereklilik şeklinde; bir şeyin apaçık zorunlu niteliğimelekûten: birşeyin görünmeyen iç yüzü, aslı, hakikati olarak
melekûtiyet: bir şeyin görünmeyen iç yüzü, aslı, hakikatimuhtera: icad edilmiş, yaratılmış
mukavemet etmek: dayanmak, karşı koymakmübaşir: temas eden, dokunan
müessir-i hakikî: gerçek tesir sahibi olan, bütün sebepleri harekete geçiren Allahmülevven: renkli
mülk: herşeyin görünen dış yüzümülken: herşeyin görünen dış yüzü olarak
münasebet-i mâkule: akla uygun bir bağ, ilgi, ilişkimünâfi: aykırı, zıt
nazar-ı zahirî: yüzeysel bakışnur: aydınlık
nâzik: zarif, ince, narinsalâbet: sağlamlık, sertlik
silsile: zincirtanzim etmek: düzenlemek
tenâsül: üremetesir-i hakikî: gerçek tesir
umum: bütünumur-u hasîse: alçak ve değersiz işler
vasıta: araçvecih: yön, yüz
vârid olmak: ulaşmak, erişmekvücut: varlık
yed-i îdam: herşeyi yok edebilen elzerrat: zerreler
âciz: güçsüzâyât: âyetler
şer: kötülükşerait-i âdiye-i itibariye: var sayılan, normal, sıradan kurallar

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nokta - Sayfa: 330


DÖRDÜNCÜ BURHAN: Vicdan-ı beşer denilen fıtrat-ı zîşuurdur. Şu burhanda dört nükteyi nazar-ı dikkate al.

Birincisi: Fıtrat yalan söylemez. Meselâ, Bir çekirdekteki meyelân-ı nümüvv der ki: “Sümbülleneceğim, meyve vereceğim.” Doğru söyler. Meselâ, yumurtada bir meyelân-ı hayat var. Der: “Piliç olacağım.” Biiznillâh olur. Doğru söyler. Meselâ, bir avuç su incimad ile meyelân-ı inbisatı der: “Fazla yer tutacağım.” Metin demir onu yalan çıkaramaz; sözünün doğruluğu, demiri parçalar. İşte şu meyelânlar, irade-i İlâhiyeden gelen evâmir-i tekviniyenin tecellîleridir, cilveleridir.


İkincisi: Beşerin havâssü’l-hams-ı zâhire ve bâtınadan başka, âlem-i gayba karşı açılan pek çok pencereleri var. Gayr-ı meş’ur pek çok hisleri var. Hiss-i sâmia, bâsıra, zâika olduğu gibi, bir hiss-i sâdise-i sâdıka olan sâika vardır. Hem bir hiss-i sâbia-i bârika olan şâika var. O şevk ve sevk yalan söylemez. Yanlış gidemez.

Üçüncüsü: Mevhum birşey hakikat-i hariciyeye mebde’ olamaz. Fıtrat ve vicdanda nokta-i istinad ile nokta-i istimdad, iki hakikat-ı zaruriyedir. Hilkatin safveti ve en mükerremi olan ruh-u beşer, o iki nokta olmazsa en süflî, en berbat bir mahlûk olur. Halbuki, kâinattaki hikmet ve nizam ve kemâl bu ihtimali reddeder.

Dördüncüsü: Akıl tâtil-i eşgal etse de, nazarını ihmal etse, vicdan Sânii unutamaz. Kendi nefsini inkâr etse de onu görür. Onu düşünür. Ona müteveccihtir. Hads—ki, şimşek gibi sür’at-i intikaldir—daima onu tahrik eder. Hadsin muzaafı olan ilham, onu daima tenvir eder. Meyelânın muzâafı olan arzu ve onun



Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allaharzu: istek
beşer: insanbiiznillâh: Allah’ın izniyle
burhan: güçlü ve sarsılmaz delilcilve: görüntü, akis
evâmir-i tekviniye: Cenab-ı Hakkın yaratmaya yönelik emirleri ve kanunlarıfıtrat: yaratılış, mizaç
fıtrat-ı zîşuur: şuurlu, bilinçli yaratılış, yapıgayr-ı meş’ur: şuurla fark edilmeyen
hads: bir anda kavrayan güçlü sezgi, sezişhakikat-i hariciye: somut, müstakil gerçekliği olan
hakikat-ı zaruriye: zorunlu gerçekhavâssü’l-hums-u zâhire ve bâtına: insandaki beş iç beş dış duygu; beş iç duygu
hikmet: fayda, gaye; bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmahilkat: yaratılış
hiss-i sâbia-i bârika: şimşek gibi parlak yedinci hishiss-i sâdise-i sâdıka: doğru altıncı his
hiss-i sâmia, bâsıra, zâika: işitme, görme, tat alma hisleri, duygularıihmal etmek: önemsememek
ilham: Allah tarafından insanın kalbine indirilen mânâincimad: donma, katılaşma
inkâr etmek: reddetmekirade-i İlâhiye: Allah’ın iradesi, dilemesi ve tercihi
kemâl: kusursuzluk, mükemmellikmahlûk: varlık
mebde’: başlangıçmetin: sağlam, kuvvetli
mevhum: gerçekte olmadığı halde var sayılanmeyelân: meyletme, eyilim
meyelân-ı hayat: yaşamak için gösterilen eğilimmeyelân-ı inbisat: genişleme, yayılma meyli, eğilimi
meyelân-ı nümüvv: büyüme, gelişme meyli, eğilimimuzaaf: katmerli, kat kat
mükerrem: şerefli, ikrama lâyıkmüteveccih: yönelmiş
nazar: bakışnazar-ı dikkat: dikkatli bakış
nefis: bir kimsenin kendisinizam: düzen
nokta-i istimdad: yardım isteme noktasınokta-i istinad: dayanak noktası
nükte: ince anlamruh-u beşer: insan ruhu
safvet: paklık, temizliksevk: yönlendirme
sâika: sevk edicisüflî: alçak, âdi
sür’at-i intikal: çabuk anlama ve kavramatahrik etmek: harekete geçirmek
tecellî: görünme, yansımatenvir etmek: aydınlatmak
tâtil-i eşgal: işe ara vermevicdan-ı beşer: insanın vicdanı
âlem-i gayb: gayb âlemi, görünmeyen âlemşevk: şiddetli arzu ve istek
şâika: insanı belli bir yöne teşvik eden duyu, duygu

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nokta - Sayfa: 331


muzaafı olan iştiyak ve onun muzaafı olan aşk-ı İlâhî, onu daima mârifet-i Zülcelâle sevk eder. Şu fıtrattaki incizap ve cezbe, bir hakikat-i câzibedarın cezbiyledir.

Bu nükteleri bildikten sonra, şu burhan-ı enfüsî olan vicdana müracaat et. Göreceksin ki, kalb bedenin aktarına neşr-i hayat ettiği gibi, kalbdeki ukde-i hayatiye olan mârifet-i Sânidir ki, istidâdât-ı gayr-ı mahdude-i insaniyeyle mütenasip olan âmâl ve müyûl-ü müteşâibeye neşr-i hayat eder. Lezzeti içine atar ve kıymet verir ve bast ve temdid eder.


İşte, nokta-i istimdad ve kavga ve müzâhemetin meydanı olan dağdağa-i hayata hücum gösteren âlemin binlerce musibet ve müzâhemelere karşı yegâne nokta-i istinad, yine mârifet-i Sânidir. Evet, herşeyi hikmet ve intizam ile işleyen bir Sâni-i Hakîme itikad etmezse ve alel’amyâ kör tesadüflere havale ederse ve o beliyyâta karşı elindeki kudretin adem-i kifayetini düşünse, ister istemez tevahhuş, dehşet, telâş, havftan mürekkep bir hâlet-i cehennem-nümûn ve ciğer-şikâfe düşecektir. O ise, eşref ve ahsen-i mahlukat olan ruh-u insaniyetin herşeyden ziyade perişan olduğunu istilzam eder. O ise, intizam-ı kâmil-i kâinattaki nizam-ı ekmele zıt oluyor. Şu nokta-i istimdat ve nokta-i istinad ile bu derece nizam-ı âlemde hükümfermâlık, hakikat-ı nefsü’l-emriyenin hassa-i münhasırası olduğu için, her vicdanda iki pencere olan şu iki noktadan Sâni-i Zülcelâl mârifetini kalb-i beşere daima tecellî ettiriyor. Akıl gözünü kapasa da, vicdanın gözü daima açıktır. Sâni-i Zülcelâl bu dört burhan-ı azîmin kat’î şehadetleriyle Vâcibü’l-Vücud,



Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan AllahSâni-i Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi san’atkâr, Allah
adem-i kifayet: yetersizlikahsen-i mahlukat: yaratıkların en güzeli
aktar: her tarafalel'amyâ: körü körüne
aşk-ı İlâhî: İlâhî aşk, Allah’a duyulan aşk derecesindeki sevgibast: genişletme
beliyyât: belâlarburhan-ı azîm: büyük, güçlü delil
burhan-ı enfüsî: iç dairede, kalp ve beden dairesinde olan delilcezb: çekme
cezbe: çekilme gücüciğer-şikâfe: ciğer parçalayan, çok acı veren
dağdağa-i hayat: hayatın sıkıntılarıdehşet: korku, ürkme
eşref: en şereflifıtrat: yaratılış, mizaç
hakikat-i câzibedar: çekici gerçek, asıl esashakikat-ı nefsü’l-emriye: özde var olan gerçek
hassa-i münhasıra: birşeye ait özellikhavale etmek: bir işi başkasına bırakmak
havf: korkuhikmet: gaye, fayda ve san’ata riayet etme, uyma
hâlet-i cehennem-nümûn: Cehenneme benzer bir hâlhükümfermâlık: hüküm sürme
incizap: çekilmeintizam: düzenlilik
intizam-ı kâmil-i kâinat: kâinattaki mükemmel intizam, düzenlilikistidâdât-ı gayr-ı mahdude-i insaniye: insanın sınır koyulmamış istidatları, yetenekleri
istilzam etme: gerektirmeitikad etmek: inanmak
iştiyak: çok arzu ve istekkalb-i beşer: insan kalbi
kat'î: kesin bir şekildekudret: güç, iktidar
musibet: belâ, dert, felâketmuzaaf: katmerli, kat kat
mârifet: Allah’ı bilmek, tanımakmârifet-i Sâni: Allah’ı bilme ve tanıma
mârifet-i Zülcelâl: sonsuz yücelik ve haşmet sahibi Allah’ı bilme, tanımamürekkep: –den oluşmuş, birleşik
mütenasip: uygunmüyûl-ü müteşâibeye: çeşitli dallara ayrılmış arzular, çeşitli meyiller
müzâhemet: sıkışma, birbirine çıkıntı vermeneşr-i hayat: hayat yayma
nizam-ı ekmel: en mükemmel ve eksiksiz düzennizam-ı âlem: âlemin, kâinatın düzeni
nokta-i istimdad: yardım isteme noktasınokta-i istinad: dayanak noktası
nükte: ince anlamruh-u insaniyet: insan ruhu
sevk etmek: yönlendirmektecellî: yansıma
temdid: uzatmatevahhuş: korkma, ürküntü
ukde-i hayatiye: hayat düğümüvicdan: insanın içinde bulunan ve iyiyi kötüden ayırabilen his
yegâne: tek, eşsizziyade: fazla
âlem: kâinatâmâl: emeller, arzular
şehadet: şahitlik etme

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nokta - Sayfa: 332


Ezelî, Vâhid, Ehad, Ferd, Samed, Alîm, Kadîr, Mürid, Semî’, Basîr, Mütekellim, Hayy, Kayyum olduğu gibi, bütün evsâf-ı celâliye ve cemâliye ile muttasıftır. Zira mukarrerdir ki, masnudaki feyz-i kemâl, Sâniin zıll-i tecellîsiden muktebestir. Demek, kâinatta ne kadar hüsn-ü cemâl, kemâl varsa, umumundan lâyühad derecede yüksek tabakada evsaf-ı cemâliye ve kemâliye ile Sâni-i Zülcelâl muttasıftır. Zira, ihsan servetin, icad vücudun, icab vücubun, tahsin hüsnün, tenvir nurun fer’i ve delili olduğu gibi; bütün kâinattaki bütün kemâl ve cemâl, Sâni-i Zülcelâlin kemâl ve cemâline bir zıll-ı zalîldir ve burhanıdır.

Hem de, Sâni-i Zülcelâl cemî nekaisten münezzehtir. Zira, nevâkis mahiyet-i maddiyatın istidatsızlığından neş’et eder. Zât-ı Zülcelâl maddiyattan mücerrettir, münezzehdir. Hem kâinatın mâhiyât-i mümkinesinden neş’et eden evsaf ve levâzımatından mukaddestir.


لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىْءٌ جَلَّ جَلاَلُهُ سُبْحَانَ مَنِ اخْتَفىَ لِشِدَّةِ ظُهُورِهِ سُبْحَانَ مَنِ اسْتَتَرَ لِعَدَمِ ضِدِّهِ سُبْحَانَ مَنِ احْتَجَبَ بِاْلاَسْبَابِ لِعِزَّتِهِ 1


[NOT]Dipnot-1 Onun benzeri hiçbir şey yoktur. Münezzehtir o Zât ki, şiddet-i zuhurundan ihtifâ etmiştir. Münezzehtir o Zât ki, zıddı ve rakibi olmadığı için istitar etmiştir. Münezzehtir o Zât ki, esbabı izzetine perde yapmıştır.
[/NOT]

Alîm: herşeyi hakkıyla bilen, sonsuz ilim sahibi AllahBasîr: herşeyi gören Allah
Ehad: her bir varlık üzerinde birliğinin izleri görünen AllahEzelî: başlangıcı olmayan sonsuz
Ferd: Vâhid ve Ehad; birliği bütün varlık âlemini kuşattığı gibi her bir varlıkta da görülen AllahHayy: gerçek hayat sahibi olan ve her canlıya hayat veren Allah
Kadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi AllahKayyum: Allah’ın varlığı ve herşeyi her an ayakta tutma sıfatı
Mürid: herşeyi istediği gibi yapan AllahMütekellim: ezelî kelâm sıfatına sahip olan ve varlıklara konuşma kabiliyeti veren Allah
Samed: hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama herşey Ona muhtaç olan AllahSemî': herşeyi duyan ve işiten Allah
Sâni: herşeyi san’atla yaratan AllahSâni-i Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi san’atkâr, Allah
Vâcibü'l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan AllahVâhid: bir olan ve bütün varlıklarda birliği görülen Allah
Zât: Kendisi, AllahZât-ı Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi ve şanı yüce Allah
burhan: güçlü ve sarsılmaz delilcemâl: sonsuz güzellik
cemî: bütünesbab: sebepler
evsaf: vasıflar, niteliklerevsaf-ı cemâliye ve kemâliye: Cenab-ı Allah’ın güzelliğine ve mükemmelliğine ait vasıfları, nitelikleri
evsâf-ı celâliye: Cenâb-ı Allah’ın haşmetine ait vasıfları, niteliklerievsâf-ı cemâliye: Cenâb-ı Allah’ın güzelliğine ait vasıfları
fer’: dalfeyz-i kemâl: olgunluğun feyzi, mükemmelliği yansıması
hüsn-ü cemâl: her açıdan güzellikhüsün: güzellik
icab: zorunlu olarak gerektirmeicad: var etme, vücuda getirme
ihsan: bağış, lütuf, ikramihtifâ etmek: gizlenmek
istidatsızlık: kabiliyetsizlikistitar etmek: örtünmek, saklanmak
izzet: üstünlük, yücelikkemâl: kusursuzluk, mükemmellik
levâzımat: gerekli olan şeylerlâyühad: hadsiz
maddiyat: maddi şeylermahiyet-i maddiyat: maddiyatın öz niteliği
masnu: san’at eserimukaddes: her türlü çirkinlik ve eksiklikten yüce, kutsal
mukarrer: kesinlik kazanmışmuktebes: iktibas edilmiş, bir yerden alınmış
muttasıf: vasıflı, nitelenmişmâhiyât-i mümkine: varlıkları mümkün olan şeylerin özleri
mücerret: soyutmünezzeh: kusur ve eksiklikten yüce
nekais: eksiklikler, kusurlarnevâkis: noksanlar
neş'et etmek: meydana gelmek, doğmaktahsin: güzelleştirme
tenvir: aydınlatma, nurlandırmaumum: bütün, genel
vücub: Allah’ın varlığının zorunlu oluşuvücud: varlık, var oluş
zıll-i tecellî: yansımanın gölgesizıll-ı zalîl: koyu gölgeli yer; gölgenin gölgesi
şiddet-i zuhur: çok kuvvetli şekilde görünme

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nokta - Sayfa: 333


S: Vahdetü’l-vücudu nasıl görüyorsun?

Elcevap: Tevhidde istiğraktır. Ve nazara sığmayan bir tevhid-i zevkîdir. Esasen tevhid-i rububiyet ve tevhid-i ulûhiyetten sonra tevhidde zevken şiddet-i istiğrak, vahdet-i kudret, yani
blank.gif
1 لاَ مُؤَثِّرَ فِى الْكَوْنِ اِلاَّ اللهُ sonra vahdet-i idare, sonra vahdetü’ş-şühud, sonra vahdetü’l-vücud, sonra yalnız bir vücudu, sonra yalnız bir mevcudu görünceye müncer oluyor. Muhakkıkîn-i sofiyenin müteşabihat hükmünde olan şatahatıyla istidlâl edilmez. Daire-i esbabı yırtıp çıkmayan ve tesirinden kurtulmayan bir ruh, vahdetü’l-vücuddan dem vursa, haddini tecavüz eder. Dem vuranlar, Vâcibü’l-Vücuda o kadar hasr-ı nazar etmişlerdir ki, mümkinattan tecerrüd ederek, yalnız bir vücudu, belki bir mevcudu görmüşler.


Evet, delil içinde neticeyi görmek, âlemde Sânii müşahede etmek, tarîk-i istiğrakkârâne cihetiyle cedâvil-i ekvanda cereyan-ı tecelliyat-ı İlâhiyeyi ve melekûtiyet-i eşyada sereyan-ı füyuzatı ve merâyâ-yı mevcudatta tecellî-i esmâ ve sıfâtı, yalnız zevken anlaşılır birer hakikat iken, dîk-ı elfaz sebebiyle ulûhiyet-i sâriye ve hayat-ı sâriye tabir ettiler. Ehl-i fikir, o hakaik-i zevkiyeyi nazarın mekayisine


[NOT]Dipnot-1 Varlıkta Allah’tan başka müessir yoktur.
[/NOT]

Muhakkıkîn-i sofiye: gerçekleri araştıran ve hakikatleri delilleriyle bilen tasavvuf ehilleriSâni: herşeyi san’atla yaratan Allah
Vâcibü'l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allahcedâvil-i ekvan: kainattaki kanallar, cetveller
cereyan-ı tecelliyat-ı İlâhiye: İlâhî yansımalarının meydana gelmesi, cereyan etmesicihet: yön
daire-i esbab: sebepler dairesidem vurmak: söz etmek
dîk-ı elfaz: ifadelerdeki, sözlerdeki darlık, yetersizlikehl-i fikir: düşünce sahipleri
elcevap: cevapesasen: aslında
had: sınır, yetkihakaik-i zevkiye: ancak zevkle anlaşılan gerçekler
hakikat: gerçek, esashasr-ı nazar: dikkati bir şey üzerinde toplama
hükmünde olmak: aslıyla aynı hükmü almakistidlâl: delil getirme, akıl yürütme
istiğrak: Allah aşkıyla kendinden geçme, derine dalmamelekûtiyet-i eşya: varlıkların görünmeyen arka yüzü, aslı, hakikati
merâyâ-yı mevcudat: varlıklardan oluşan aynalarmevcud: gerçek varlık sahibi olan Allah
müessir: tesir eden, yaratıcı kudretmükevvenat: yaratılmışlar, bütün mahlûkat
mümkinat: varlığı da yokluğu da eşit olan şeyler; yaratılmış olan herşeymüncer olmak: sonuçlanmak
müteşabihat: görünen mânâsı kastedilmeyen ve benzetme ve temsil yoluyla hakikatlerin beyanında kullanılan ifadeler, mânâları kapalı sözlermüşahede etmek: görmek, gözlemlemek
nazar: bakışsereyan-ı füyuzat: feyiz ve bereketlerin akıp işlemesi
tabir etmek: ifade etmek, yorumlamaktarik-i istiğrakkârâne: Allah aşkıyla kendinden geçme yolu
tecavüz etme: haddi aşma, ileri gitmetecellî-i esmâ ve sıfât: Allah’ın isimlerinin ve sıfatlarının yansıması, görünmesi
tecerrüd: sıyrılma, arınmatevhid: herşeyi bir olan Allah’a verme
tevhid-i rububiyet: varlık âleminin terbiye, tedbir ve idaresindeki birlik ve bu birliğin bir olan Allah’tan gelmesitevhid-i ulûhiyet: İlâhlığın ve kendisine ibadet edilecek olan varlığın birlenmesi ve yalnız bir olan Allah’ın kabul edilmesi
tevhid-i zevkî: zevken tadılan tevhid, birlemeulûhiyet-i sâriye ve hayat-ı sâriye: vahdetü’l-vücud ehlince kullanılan tasavvufî tabirler olup; İlâhî sıfatların ve hayatın eşyaya sirayet etmesi
vahdet-i idare: idaredeki birlik, teklikvahdet-i kudret: güç ve iktidardaki teklik
vahdetü'ş-şühud: kulun her gördüğü şeyi Allah’a vermesi; her baktığı şeyde Allah’ı görme, müşahede etmevahdetü’l-vücud: “Allah’ın varlığı o kadar mükemmeldir ki, diğer varlıklar Ona göre bir gölge gibidir ve ‘varlık’ adını almaya lâyık değiller” tarzında bir tasavvufî görüş
vücud: varlıkzevken: zevk ile, zevk yoluyla
âlem: kâinatşatahat: mânevî sarhoşluk ve cezbe halindeyken söylenen şeriata aykırı sözler
şiddet-i istiğrak: şiddetli şekilde Allah aşkıyla kendinden geçme, derine dalma

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nokta - Sayfa: 334


sıkıştırdığından, çok evham-ı bâtılaya menşe oldu. Maddeperver hükemâ ve zaîfü’l-itikad ehl-i nazarın vahdetü’l-vücudu ile evliyanın vahdetü’l-vücudu, tamamen birbirinin zıddıdır. Beş cihetten fark vardır:

Birincisi: Muhakkikîn-i sofiye, Vâcibü’l-Vücuda o kadar hasr-ı nazar etmiş ve müstağrak olmuş ve ehemmiyet vermişler ki, onun hesabına kâinatın vücudunu inkâr etmişler. Hükemâ ve zaîfü’l-itikad olanlar, maddeye o kadar hasr-ı nazar etmişler ve müstağrak olmuşlar ki, fehm-i ulûhiyetten uzaklaştılar. Ve o derece maddeye kıymet verdiler ki, herşeyi maddede görmek, hattâ ulûhiyeti onda mezcetmek, hattâ kâinat hesabına ulûhiyetten istiğnâ etmek derecede tarik-i müteassifeye girmişlerdir.


İkincisi: Muhakkikîn-i sofiyenin vahdet-i vücudu, vahdetü’ş-şuhudu tazammun eder. İkincilerin, vahdetü’l-mevcudu tazammun eder.

Üçüncüsü: Birincilerin mesleği zevkîdir. İkincilerin nazarîdir.

Dördüncüsü: Birinciler, evvelen ve bizzat Hakka, nazar-ı tebeî olarak halka bakarlar. İkinciler, evvelen ve bizzat halka bakarlar.

Beşincisi: Birinciler, Hüdâperesttirler. İkinciler, hodperesttiler.

اَيْنَ الثَّرٰى مِنَ الثُّرَيَّا وَاَيْنَ الضِّيَاءُ السَّاطِعُ مِنَ الظُّلْمَةِ الدَّامِسَةِ
blank.gif
1



endOfSection.gif
endOfSection.gif



[NOT]Dipnot-1 Serâ nerede, Süreyyâ nerede? Herşeyi gösteren ışık nerede, herşeyi örtüp saklayan zulmet nerede?
[/NOT]

Hak: herşeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah
Süreyyâ: Ülker takım yıldızı
Vâcibü'l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allahbizzat: doğrudan
cihet: yönehemmiyet: değer, önem
ehl-i nazar: tefekkür ehlievham-ı bâtıla: hak olmayan, imana uymayan vehimler, şüpheler
evliya: Allah dostlarıevvelen: ilk olarak
fehm-i ulûhiyet: “Allah tanrıdır, İlâhtır” anlayışıhasr-ı nazar etmek: bakışı tek bir şeye yöneltmek
hodperest: kendini çok beğenen, kendine tapanhüdâperest: Allah’a ibadet eden
hükemâ: filozoflar, felsefeyle uğraşanlarinkâr etmek: reddetmek
istiğnâ etmek: kaçınmak, ihtiyaç duymamakkâinat: evren
maddeperver: maddeye düşkünmekayis: mikyaslar, ölçüler, mukayeseler
menşe: kaynakmezcetmek: karıştırmak
muhakkikîn-i sofiye: tasavvufla uğraşan hakikati araştıran; hakikate nüfuz eden âlimlermüstağrak: gark olmuş; dalmış
nazar-ı tebeî: dolaylı bakış, bir şeye bağlı kalarak başkalarına bakmanazarî: teorik
serâ: yer, dünyatarik-i müteassife: doğru yoldan sapanların yolu; çorak dengesiz ve zalimane yol
tazammun etmek: içine almak, kapsamakulûhiyet: ibadete ve itaat edilmeye lâyık olma, İlâhlık
vahdetü'l-mevcud: her şeyi maddede ve maddî âlemde görmeyi; varlıklara ulûhiyet ve ilâhlık özelliği vermeyi; kâinat adına her şeyin Yaratıcısı olan Allah'ı inkâr etmeyi öngören düşünce sistemivahdetü'ş-şuhud: İlâhi tecellilerin karşısında Allah’tan başka bir şeyin görülmemesi ve Allah’tan başka herşeyin unutkanlık perdesiyle örtülmesi
vahdetü’l-vücud: “Allah’ın varlığı o kadar mükemmeldir ki, diğer varlıklar Ona göre bir gölge gibidir ve ‘varlık’ adını almaya lâyık değiller” tarzında bir tasavvufî görüşvücud: varlık
zaîfü'l-itikad: zayıf inançlızevkî: zevke dayalı, zevkle ilgili
zulmet: karanlık

<tbody>
</tbody>

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Nokta - Sayfa: 335


Tenvir

Meselâ, küre-i arz rengârenk muhtelif ve küçük küçük cam parçalarından farz olunursa, herbiri başka hasiyetle levnine ve cirmine ve şekline nispetle şemsden bir feyiz alacaktır. Şu hayalî feyiz ise, ne güneşin zâtı ve ne de ayn-ı ziyasıdır. Hem de ziyanın temâsili ve elvân-ı seb’asının tesâviri ve güneşin tecellîsi olan şu gûna-gûn ve rengârenk çiçeklerin elvânı faraza lisana gelseler, herbiri “Güneş benim gibidir” veyahut “Güneş benim” diyeceklerdir.


آنْ خَياَلاَتِى كِه دَامِ اَوْلِياسْت عَكْسِ مَهْرُويَانِ بُوسْتاَنِ خُدَاسْت 1

Fakat ehl-i vahdetü’ş-şuhudun meşrebi fark ve sahvdır. Ehl-i vahdetü’l-vücudun meşrebi mahv ve sekirdir. Sâfi meşrep ise, meşreb-i ehl-i fark ve sahvdır.


تَفَكَّرُوا فِى اٰلاَءِ اللهِ وَلاَ تَفَكَّرُوا فِى ذَاتِهِ فَاِنَّكُمْ لَنْ تَقْدِرُوا
blank.gif
2

حَقِيقَةُ الْمَرْءِ لَيْسَ الْمَرْءُ يُدْرِكُهَا فَكَيْفَ كَيْفِيَّةُ الْجَبَّارِ ذِى الْقِدَمِ
هُوَ الَّذِى اَبْدَعُ اْلاَشْياَءَ وَاَنْشَأَهَا فَكَيْفَ يُدْرِكُهُ مُسْتَحْدَثُ النَّسَمِ
blank.gif
3


[NOT]Dipnot-1 Evliyaya tuzak olan hayaller, ilâhî bahçelerin ay yüzlü güzellerinin akisleridir.
Dipnot-2 “Allah’ın nimetlerini tefekkür edin; Onun zâtını tefekkür etmeyin. Çünkü buna güç yettiremezsiniz.” El-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3:262-263.
Dipnot-3 “İnsan, kendi hakikatini dahi idrak etmekten âciz iken, herşeyden önce var olan ve herşeyi ceberutiyet-i mutlaka ile hükmü altında tutan Zâtı nasıl idrak edebilir? O Cebbâr-ı Zîkıdem ki, herşeyi ilk olarak yoktan yaratmış ve inşa etmiştir; sonradan var olup can bulanlar Onu nasıl idrak etsin?” İmam-ı Ali’ye (r.a.) ait olduğu rivayet edilmektedir. bk. Dîvân u İmamı Ali, Beyrut.
[/NOT]

akis: yansıma
ayn-ı ziya: ışığın kendisi
cirm: vücud, cisimehl-i vahdetü'l-vücud: “Allah’ın varlığı o kadar mükemmeldir ki, diğer varlıklar Ona göre bir gölge gibidir ve ‘varlık’ adını almaya lâyık değiller” tarzındaki tasavvufî görüşe sahip olanlar
ehl-i vahdetü'ş-şuhud: Allah’tan başka herşeyin unutkanlık perdesiyle örtülmesi görüşünde olanlar; Allah’tan başka bir şey görmeyenlerelvân: renkler
elvân-ı seb'a: yedi renkevliya: Allah dostları
faraza: varsayalım kifarz olunma: var sayma
feyiz: mânevî bereket, bollukgûna-gûn: çeşit çeşit
hasiyet: özellikküre-i arz: yerküre, dünya
levn: renklisana gelmek: konuşmak
mahv: mahvolmak, yok olmakmeşreb: hareket tarzı, metod
meşreb-i ehl-i fark ve sahv: Ulûhiyet tecellileri karşısında, kendilerinden geçmekle birlikte, yine de sarhoşluğa düşmeden vücudu vâcib olan Cenab-ı Hakk’ın şuûn, sıfât ve esmâ tecellilerine, aralarındaki dengeyi koruyarak bakabilen, Yaratıcı ile yaratılmış arasındaki münasebeti hakikatiyle görebilen uyanık velî âlimlerin yolumuhtelif: çeşitli, farklı
sahv: ayıklık; uyanıklık; tasavvufta kendinden geçme hâlinin sona ermesisekir: mânâ alemindeki sarhoşluk
sâfi: temiz, arınmıştecellî: görünüm, yansıma
temâsil: timsaller; görüntülertenvir: aydınlatma
tesâvir: tasvirler, resimlerzat: kendisi
ziya: ışıkİlâhî: Allah tarafından olan
şems: güneş

<tbody>
</tbody>

 
Üst