NÜKTELER…
Anlatıldığına göre İsrailoğulları zamanında bir abid, bir gün bir kum yığınının yanından geçerken içinden o kumun un olmasını ve onunla o yıl büyük bir kıtlık içinde bunalan yöre halkının karnını doyurabilmeyi özledi.
Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah o zamanın peygamberine şunları vahyetti: “O kuluma, görmüş olduğu o kum yığını kadar unu olmuş da hepsini halka dağıtmış gibi sevap yazdığımı bildir”
MELEKLER KİŞİNİN İYİLİK VE KÖTÜLÜĞÜNÜ NASIL YAZARLAR?
Hz. Süfyan bin Uyeyne'ye: "Bir insan, bir işi yapmaya niyet eder, sonra yapmazsa, o kimse o ameli işlemediği halde, Kirâmen Kâtibîn melekleri nasıl yazarlar?" diye sordular. Cevaben buyurdu ki:
"İnsanın iyiliğini ve kötülüğünü yazan melekler gaybı bilmezler. Lâkin güzel ve hayırlı bir amel yapmayı kalbinden geçirince, kişiden misk gibi güzel kokular yayılır. Melekler bu kokuyu aldıkları zaman o kimsenin iyilik yapmaya niyet ettiğini anlarlar. Kötülük yapmağa niyet ettiğinde de, kişiden rahatsız edici bir koku yayılır. Bu kötü kokudan melekler o kimsenin kötülük yapmaya niyet ettiğini anlarlar. Güzel amel işlemeğe niyet edince, kul yapmasa da melekler o niyeti yazarlar. Kötülüğe niyet edince ise, o kötülüğü yapmadıkça yazmazlar.
Bu, Allah Teâlâ'nın kuluna fazl ve ihsanındandır."
SÜNNETLERE UYMA VE NİYET
Sünnetin bütününe birden uymak çok zordur. Ehass-ı havassa, yani en büyük velilere ve din büyüklerine bile zor nasib olan bir husustur. Ancak sünnetin hepsini bilfiil yapmaya herkesin gücü yetmemekle beraber, ona ittiba' niyet ve kasdında olmak, taraftarâne ve iltizamkârâne bir tavır takınmak, herkesin elinden gelir. Böylece insan, sünnetlere olan ittiba' niyet ve kasdı ve tarafgirliği sebebiyle, Allah Resûlünün şefâatinden mahrum kalmamış ve sünnetin feyzinden istifadeye uzak durmamış olur.
Şu halde şartların elverişsizliği sebebiyle yerine getiremediğimiz sünnetlere karşı içimizde ittiba' arzu ve niyetini, iştiyakını daima korumalıyız. İfa edebileceğimiz sünnetlere karşı da sebebsiz yere ihmale, tembellik ve lâkaytlığa düşmemeliyiz.
NİYETİ TEMİZ OLMAYAN
Temizliği, sadece beden temizliğine hasretmek yanlış olur. Beden temizliği kadar, hattâ ondan da önce kalp temizliği, niyet dürüstlüğü, ahlâk güzelliği gereklidir. Nitekim niyeti temiz olmayanın ibâdeti hâlis olmaz, dolayısıyla, Allah katında kabûl görmez.
Bu sebeple Müslüman da kalp temizliği ile beden temizliği birleşmeli, her ikisinin de temiz tutulması halinde kâmil bir Müslüman olunacağı bilinmelidir.
NAMAZ VE NİYET
Namaz rabbin davetine icabet demektir. Ezan-i Muhammedi okunur. Allahu Ekber Allahu Ekber denir. Günde beş defa minarelerden semalara doğru Eza-i Muhammed-i şehbal açınca umum insanlara davetiye çıkarılır. Rabbin ulufe dağıtılacağı mescitlere insanlar davet edilir. Ziyafet var ziyafete buyurun demektir bu.
Allah büyüktür. Küçük olan sizler muhtaç olduğunuz şeyleri kazanmanız için Rabbin huzuruna koşun. Hz. Muhammed (s.a.s.) vesilesiyle rabbin huzuruna çıkın. Sâlâta girin, felaha kavuşun. Allah’tan başka mabud-u mutlak yok deyin. Sadece Allah var deyin, mabud, maksut, mahbub olarak.
Mümin bu davete icabet eder. Ezan-i Muhammedi beş okunur. Beş bin dahi okunsa mümin icabet ettiğini eder. Edemediğini etmenin niyeti içinde yaşar. Günde beş defa Allah’ın davetine kulak kabartan ve bu davete icabet eden mümin bu davete haliyle ne anlatıyor biliyor musunuz. Evvela onu anlayalım. Günde beş defa Allahu Ekber sesine icabet etmişse ne anlatıyor haliyle: Allah’ım beni günde beş defa camiye çağırttın. Elli defa çağırtsaydın ben yine gelecektim. Beş yüz defa çağırtsaydın yine gelecektim.
Allah ne diyor ona. “Madem ki kulum sen bu niyet içindesin ben de elli defa çağırmışım camiye gelmişin gibi defterine yazıyorum” diye buyuruyor. “Müminin niyeti amelinden daha hayırlıdır” Sen daimi kulluk şuurunda bulunduğun müddetçe sanki senin hayatının her safhası kulluk hesabına geçiyor.
Kafire gelince, beş defaya iştirak etmediği için, beş davete kulak vermediği için onun hayatı da bad-ı heva ve boşu boşuna geçiyor. Defterine kaydedilen hiçbir şey yoktur. Onun için mümin yümünlü ve bereketli biri bin olan, tarlasına bir attığı zaman – ahiret tarlasına- mevra-i ahirete bir attığı zaman binler yetmiş binler, yüz binler elde etme durumundadır ve buna namzettir. Allahu Teâla ve tekaddes hazretleri uhrevi hayatımız hesabına birimizi bin yapsın, bizi mesut ve bahtiyar kılsın.
AMEL VE NİYET
İkrime’den:
-Daima iyi niyet sahibi olunuz. Çünkü, niyete riya karışmaz. Amele riya karışsa da.
Hasan-ı Basri’den:
- Cennetliklerin cennete, cehennemliklerin de cehenneme girmeleri, kendi amelleri sebebiyledir. Fakat onların orada ebedi kalmaları, niyetleri yüzündendir.
NİYETİN SAMİMİLİĞİ
Kıyamet günü bir kul Allah’ın huzuruna getirilince sağ eline verilen amel defterinde hacc, umre, zekat ve sadaka gibi bir çok ameller görür ve içinden “ben bunların hiç birini işlemiş değilim, her halde bu benim amel defterim değil” der.
Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah kendisine şöyle buyurur:
- Oku, o senin amel defterindir. Sebebine gelince sen ömrün boyunca “keşki param olsaydı da hacca gitseydim” “ keşki param olsaydı da Allah yolunda savaşa katılsaydım” diye diye yaşadın. Ben de niyetinde samimi olduğunu bildiğim için yapmayı özlediğin o amelelerin tümünün sevabını sana verdim”
KARINCA'NIN HİKÂYESİ
Vaktiyle bir karınca varmış. Küçüklüğünde başına bir kaza gelmiş, ayağı kırılmış. Zavallıcık topal kalmış.
Ama gece demez, gündüz demez çalışırmış. Diğer arkadaşları gibi yuva yaparmış. Yuvasına kışlık yiyecek biriktirirmiş.
Günlerden bir gün insanların Kabe'ye gidip Hacı olduklarını Öğrenmiş. Karınca kabilesinin reisine niçin Hacca gidildiğini sormuş. Reis bilgiç bilgiç başını sallamış:
— Hâlâ öğrenemedin mi? demiş. Hacca gitmek zengin Müslümanlara farzdır. Allah'ın emridir. Suudi Arabistan'ın Mekke şehrinde bulunan Kabe'yi ziyaret ederler. Arafat Dağı'nda vakfeye dururlar. Böylece Hacı olup dönerler.
Topal karıncayı almış bir düşünce:
— Acaba ben gidemez miyim? diye, günlerce düşünmüş.
Yemeden içmeden kesilmiş. Hacca gitme fikri rüyalarına bile girmiş. O kadar istiyormuş ki her gün yaşlı karıncalara Kabe'nin nasıl bir yer olduğunu soruyormuş. Ama
gören yokmuş. Çünkü o zamana kadar hiç bir karıncanın aklına Hacca gidip Hacı Karınca olmak gelmemiş.
Sonunda topal karıncanın sorularından bıkıp usanmışlar:
— Amma sordun, diye kızmışlar. Ne o, yoksa hacı olmaya mı karar verdin?
Bir şey söylememiş. Fakat içinden: "Evet" demiş. "Hacca gidip Kabe'yi ziyaret edeceğim ve hacı olacağım."
Bir gün eşyalarını sırtına vurduğu gibi yola koyulmuş.
Az gitmiş, uz gitmiş gece gitmiş, gündüz gitmiş... Yürüdükçe kırık bacağı daha beter ağrımaya başlamış. Nihayet dayanamayacağını anlamış ama vazgeçmek de istememiş.
Topallaya topallaya yürümesi bir çöl faresinin dikkatini çekmiş. Acımış haline.
— Zavallı dostum, böyle nereye gitmektesin? diye sormuş.
Karıncacık durmuş, yüzünde biriken boncuk boncuk teri silmiş ve ciddi ciddi cevap vermiş:
— Hacca gidiyorum kardeşim. Çöl faresi şaşırmış:
— Bu topal ayağınla, şu zayıf halinle ve yorgunluğunla nasıl hacca gidebilirsin ki? Topal karınca boynunu bükmüş:
— Olsun, demiş. Gidemesem bile hac yolunda ölürüm ya...
NARIN TADI
İran'ın eski hükümdarlarından Nûşlrevan, bir gün vezirlerinden biriyle giderken yol kenarında gördüğü bir bahçeye girer, bekçilik yapan çocuktan su ister. Çocuk bahçede suyun bulunmadığını söyleyince:
— Öyle ise bir nar ver de, susuzluğumu gidereyim, der.
Çocuk koşarak gider, olgunlaşmış bir nar koparıp hükümdara uzatır. Narı çok tatlı bulan hükümdar, bir tane daha ister ve nar gelinceye kadar bu bahçeye el koymayı tasarlar. O sırada çocuk ikinci narı getirir. Alıp da tadına bakınca bu defa ki narı hükümdar çok ekşi ve acı bulur. Çocuğa sorar:
— Evlâdım, bu nar da evvelki ağaçtan değil mi?
— Evet, ondandır efendim.
— O halde evvelki nar tatlı olduğu halde bu neden acı?
— Efendimiz, aynı ağacın narının biri tatlı, diğeri acı olmaz. Şayet olmuşsa bir hikmeti vardır. Sakın hükümdarımız niyetini değiştirip de iyi niyetli iken iyi tad, kötü niyetli iken de kötü tad tatmış olmasın?
Çocuğun bu ikazına hayran kalan hükümdar:
— Sen haklısın küçük bekçi, der. Ben baştan iyi niyetli idim, nar da iyi tadla geldi. Sonra niyetimi değiştirdim, böyle güzel nar yetiştiren bahçeye el koyma fikrine saptım, narın tadı değişti. Bana ekşi ve acı geldi. Şimdi niyetimi düzeltiyorum. Bahçeniz sizin malınızdır, kimse el koyamaz. Bir nar daha ver.
Küçük bekçinin üçüncü defa getirdiği nar da, ilki gibi tatlı ve lezzetli olur. Hükümdar kendi kendini suçlayarak uzaklaşıp giderken "Niyeti güzel olan güzel neticeye lâyık olur" diye düşünür.
İYİ NİYET, GÜZEL DÜŞÜNCE
İnsan çoğu zaman niyetinin neticesini bulur, kalbinde beslediği düşüncesine göre muamele görür.
Bunun için daima güzel düşünmeli, iyi niyet ve maksad içinde olmalıdır.
Eski milletlerden olan İsrail oğullarından bir fakir adam vardı. Gönlü herkese iyilik etme arzusuyla doluydu. Ne yazık ki cebi buna fırsat verecek imkânla dolu değildi. Ne zaman bir fakire yardım etmek, bir hayırlı hizmette bulunmak istese, bir de bakar ki bunu yapacak maddî imkânı yok, üzülür, kederlenir, mahzun şekilde kalırdı.
Bir gün çevrede bazı aç kimseler gördü, onlara yardım edememenin üzüntüsü içinde yoluna devam ederken, yolun kenarındaki bir kum yığını dikkatini çekti:
— Ah, dedi, keşke şu kum yığını kadar unum olsa da şu aç insanlara versem, karınlarını doyuracak ekmek pişirip yeseler..
Onun bu niyeti Allah yanında makbul bir dua ve niyet oldu. Rabbimiz, zamanın Peygamberine şöyle vahyetti:
— Git, o fakir, fakat iyi niyetli kuluma bildir. Aç kimselere vermeyi niyet ettiği kum yığını kadar unu onlara vermiş gibi kabul ettim, amel defterine de böyle bir hayır yapmış sevabı yazdırdım.
ALLAH İÇİN ZİYARETLE MENFAAT İÇİN ZİYARETİN FARKI
Âdem Aleyhisselâm yeryüzüne indiğinde, her tarafta vahşî hayvanlar dolaşıyordu. Özellikle köpekler, hayli korkunç ve cesurdular. Âdem Aleyhisselâm'ı görünce, diğer hayvanlarla birlikte onlar da hücuma geçtiler. Ancak Hazret-i Âdem köpeğin birinin başından tutup okşayınca, bu iltifata sevinen köpek, hemen yüzünü hücuma geçmiş diğer mahlûklara çevirerek karşı koymaya başladı. Böylece köpek cinsi ehlîleşmiş, Allah'ın yeryüzüne indirdiği insan nesline hizmetkâr olmuş oldu.
Bu sırada Âdem Aleyhisselâm'a geyikler de yaklaştılar. Ancak onlar öteki hayvanlar gibi hücum ve korkutmak kasdıyla gelmemişlerdi.
Hazret-i Âdem bu masum hâllerini görünce onları çok sevdi, hayır duada bulundu. Hazret-i Âdem'den ayrıldıklarında vücutlarında misk gibi bir koku hâsıl olmuştu. Geyikler buna çok sevindiler.
Onlardaki bu kokuyu hisseden diğer hayvanlar sordu
— Sizde böyle güzel bir koku yoktu, nereden aldınız bunu?
Geyikler cevap verdiler:
— Bizler yeryüzüne inmiş olan bir mübarek insanı, Allah'ın bir peygamberini ziyaret ettik. Onu ziyaretimiz sebebiyle böyle güzel kokuya sahip olduk.
Diğer hayvanlar da hemen karar verdiler.
— öyle ise biz de ziyarete gidelim.
Koşarak Âdem Aleyhisselâm'ı ziyarete gittiler. Ancak dönüşlerinde dikkat ettiler. Kendilerinde geyiklerdeki gibi güzel bir misk kokusu meydana gelmemişti. Gidip geyiklere sordular
— Biz de ziyaret ettik, ama sizin gibi misk kokusu elde edemedik.
Geyikler şöyle cevap verdiler:
— Elbette sizde böyle koku olmaz. Çünkü biz sırf bir peygamberi ziyaret etmek için gittik. Siz ise, misk kokusu elde etmek için gittiniz. Sizin niyetinizle bizim niyetimiz arasında fark vardır.
NİYETİN BEYÂNI
Önce, bütün amellerin ruhanîydi olan niyetin faziletini bilmelisin. Hüküm niyetindir. Hak Teâlâ'nın amele nazarı niyetledir. Bundan ölürü Resûlullah Efendimiz şöyle buyurmuştur:
- Hak Teâlâ Hazretleri sizin yüzünüze ve amellerinize bakmaz, ancak gönüllerinize ve niyetlerinize bakar.
Gönüle bakmanın sebebi onun niyet yeri olduğundandır.
Resûlullah Efendimiz yine şöyle buyurdu:
"Ameller niyet ile olur. Bir kimsenin İbadetinden doğan şey niyetine bağlıdır. Bir kişi hicret etse veya Hacca gitse onun göçü Hak Teâlâ için olur. Bir kişi mal veya kazanç elde etmek İçin veya kadınla evlenmek için o göçü yaparsa, o kişinin göçü Allah için değildir. Dilek edindiği şey için yapılan bir göçtür."
Resul (S.A.V.) yine söyle buyurdu:
"Ümmetimin şehitlerinin çoğu döşekte ve yastık üzerinde ölenlerdir. Saflar arasında çok can verenler de vardır ki, onların niyetini Allah daha iyi bilir."
Resul (S.A.V.) şöyle buyurdu:
"Kul, çok güzel ameller işler. Melekler tarafından bu ameller mühürlü bir sahifede Allahü Teâlâ’ya yükseltilir. Hak Teâlâ da:
—Önce amelleri onun sahifesinden giderin. Çünkü onlar benden ötürü işlenmiş değildir! Filân ameli, filân ameli onun üstüne yazın! diye buyurur.
0 zaman Melekler de:
— Ey Rabbimiz! Bu amelleri işlememiştir! derler. Hak Teâlâ da:
—İşlememiştir, fakat onu İşlemeğe niyet etmiştir! dîye buyurur." Yine Resul (S.A.V.) şöyle buyurmuştur:
—İnsanlar dört bölümdür. Birisinin malı olur, ilim ve hikmetle harceder.. Bir bölümü de: "Eğer benim malım olsaydı, ben de onu o kişi gibi harcardım! der. Bunların ikisi de sevap kazanmakta eşittir. Üçüncü bölümden bir kişinin malı olur, fakat onu günah olan kötü yollarda harcar. Dördüncüsü de: "Eğer benim malım olsaydı, böyle yapardım," der. Bunların ikisi de günahta birbirine eşittir.
Resul (S.A.V.) yine şöyle buyurdu:
— Bir kişinin niyeti ve himmeti dünyalık olursa Allahü Teâlâ, fukaralığı her zaman o kişinin önünde bulundurur. Dünyadan göçünce, dünyaya âşık olur. Ama bir kimsenin niyeti ve himmeti âhiret için olursa, Hak Teâlâ onun kalbine zenginliği yerleştirir ve dünyadan göçerken zâhid olarak göç eder.
"Müslümanlar, vakıa ki, kâfir ile saf tutup savaş yapsalar, melekler hemen amel defterlerine:
— Filân kişi cengi asabiyet içinde sürdürüyor, falanca kişi hamiyet gösteriyor, desinler diye savaşıyor, diye yazarlar.
İşte bunlar için: "Hak Teâlâ'nın yolunda şehit olmuşlardır!" demeyin. Çünkü bir kişi savaşı, ancak Hak Teâlâ'nın ismi galip olsun, onun sözü yükselsin diye yaparsa, işte onlar Allah yolunda savaşanlardır."
Resûl-i Ekrem Efendimiz yine söyle buyurmuştur:
"Bir kimse, nikâh akçesini nikâhlısına vermemeyi niyet etse, o kişi zina edicidir. Bir kişi borcunu vermemeye niyet eylese o kişi hırsızdır."
NİYETİN HAKİKATİ
Ey aziz kişi!.. Sen bil ki, İnsanoğlunun bir şey meydana getirebilmesi için üç şeye ihtiyacı vardır:
1 — İlim,
2 — İrade,
3 —Kudret.
Yâni: Bilmek, dilemek, güç yetirmektir. Diyelim ki, yemek görülmezse yenmez. Yemek görüldükten sonra ona dileği olmasa yine yenilmez. Eğer dilek olsa da el felce uğramış ise yemek yine yenemez. O halde bütün fiillerin başında bu üç ihtiyaç gelir. Fakat iş ve hareket kudrete uymuştur. Kudret de, dileğe (iradeye) tâbidir. Çünkü dileme gücü insanı iş yapmağa götürür. Dilemek, ilme (bilgiye) tâbi değildir. İnsan çok şeyi bilir, lâkin hepsini dilemez. Ama ilimsiz dileyiş şekil bulmaz, çünkü bir şeyi bilmeyince nasıl dilekte bulunulur? İste niyet, bu üç şeyin içinde yalnız dilemekten ibarettir. Kudret ve ilimden ibaret değildir. Çünkü niyet sahibini yerinden kaldırıp amele götüren dilemeye garaz (maksad) adı verilir. Niyet de denir. Bunların üçü de bir mânâ, bir anlamdır.
Garaz, dilek ve niyeti harekete getirip bir işe başlatır. Kimi zaman garaz iki olur. Böylece iki garaz bir şeyde toplanır. Ama bir tek olan garaza hâlis garaz adı verilir. Onun örneği sudur: Bir kişi otururken bir arslan ona saldırsa, o kişi ayağa fırlar ve seğirtir. Bu halinde onun garazı, yalnız bir şey olur ki, o da kaçmaktır. Bundan fazla dileği olmaz. Yine bunun gibi, ihtişamlı bir kişi bulunduğu yere gelse ayağa kalkar, ona ikramdan başka dileği olmaz. İşte bu hâlis garaz'dır.
Ama, garaz iki olursa bu üç kısımdır:
Birincisi şudur ki: Yalnız dahi olsa onunla işe başlanılan garadır ki, bir kimsenin bir fakir hışmı olsa ve bir kaç edilese, akrabalığından ötürü verir. Gönlünden bilir kî, o hışmı fakir olmasaydı yine o akçeyi verirdi. Bu, iki garazın eşit şekilde ortaklıdır.
İkincisi de şudur: Eğer hışmı olsa, fakat fakir olmasa, ya da fakir olup hışmı olmasa vermezdi. Ama madem ki, ikisi bir arada toplandı, onu vermeği iş edindi.
Birinci amelin benzeri şudur: İki kişi bir taşı kaldırırlar. Eğer birisi yalnız olsaydı yine kaldırırdı.
Sonraki amelin benzeri de şudur: İki kuvvetsiz, zayıf kimse birbirine yardımla bir taşı kaldırırlar. Her biri yalnızca o taşı kaldıramaz.
Üçüncüsü de şudur: Bir maksat zayıf olur, işlemeye insanı götürmez. Öteki maksat ise kuvvetlidir. Öyle ki, yalnız da olsa insanı amele götürür. Lâkin o zayıf garazla birlik olunca amele götürmesi kolay olur. Nitekim bir kişi yalnız gece namazı kılsa, lâkin birkaç kişi onun yanında hazır olsalar, gece namazını kılması daha kolay ve neşe içinde olur. Ama sevap umudu olmasaydı, mahza o kişilerin bakmasıyla namaz kılmaz olurdu.
Bunun da misâli şöyle olur ki, kuvvetli bir kişi taşı kaldırmak gücünde olur. Lâkin bir zayıf kişi de ona yardım eder. Tâ kî, onu kaldırması daha kolay olsun.
Bu üç kimsenin her birinin bir hükmü vardır. Nitekim İhlâs konusunda anlatılacaktır. Maksadımız niyetin mânâsını açıklamaktır ki, ona silâh olan ve onu harekete getiren de garazdır. Bu da kâh hâlis, bazı kere de karışık olur.
MÜMİNİN NİYETİ ONU İŞLEMESİNDEN DAHA İYİDİR
Ey aziz kişi! Sen bil ki, Resûlullah Efendimiz şöyle buyurmuştur:
—Mu 'ininin niyeti amelinden daha üstündür, daha hayırlıdır. Bu hadis-i şerifle Resûlullah Efendimiz şunu demek istemişti:
— Amelsiz niyet, niyetsiz amelden üstündür!
Çünkü niyetsiz amel ibadet olmaz. Fakat amelsiz niyet ibadet olur ki, bu mânâ da gizli değildir. Ve açıklanan şudur ki, müzminin ibadeti vücut ve gönül iledir. Bu iki hayrın gönülle olanı daha üstündür. O da şundan ötürüdür ki, vücut amelinden murat, gönlün sıfatının dönmesi, değişmesidir.. Niyet ve amelden maksat ise vücudun sıfatının dönmesi, değişmesi değildir. Halk şöyle sanır ki, niyet amel için gereklidir. Oysa hakikat şudur ki, amel, niyet için gereklidir. Bütün bunlardan da kasıt, gönlün salâha dönmesidir ki, öteki cihana yolculuğa çıkan gönüldür. Saadet de, felâket ve şekavet de gönlündür, ve vücut ortada uydudur (tâbidir). Bu tıpkı Hacı olanın devesine benzer ki, Hac devesiz (yani binitsiz,) vasıtasız, olmaz, ama Hacı olan deve değildir. Gönlün dönüşü, değişmesi de bir şeyden ziyade değildir. Bu da yüzünü âhirete döndürmektir. Bu ise dünyadan ve âhiretten yüzünü Hak Teâlâ'ya döndürmektir. Gönlün iradeden, maksat ve işlekten başka yüzü yoktur. Eğer kişinin gönlüne dünya iradesi galip olursa, yüzü dünyaya dönük olur. Onun dünya ile ilgisi, dünyayı dilem ekime olur. İlk yaratılışında dünyayı dilemek üzere yaratılmıştır. Ama Hak Teâlâ'yı dileyince ve âhirete meyli galip gelince gönlün sıfatı değişir, dönmüş olur. Yüzü başka yöne çevrilir. Demek ki, bütün amellerden kastedilen, beklenen, gönlün dönmesidir. Secde kılmaktan maksat, alnın sıfatının değişmesi veya havadan yere inmesi değildir, aksine, gönlün sıfatının dönmesi, başka bir biçim alması yâni kibirde tevâzua erişmesidir. ve:
—Allahu Ekber! demekten maksat, dilin sıfatının değişmesi, dönmesi ve harekete gelmesi değildir.
Belki, gönlün kendi azametinden dönmesidir. Ona Hak Teâlâ'nın azametinin üstün gelmesidir. Hac'da taş almaktan maksat taşların bir yerde çoğalması değildir. Yahut elin hareket etmesi de değil, belki gönlün Allah'ın kulluğuna doğrulmasıdır. Boş şeylere ve akla uymayı bırakma, ilâhî fermana itaatkâr olmaktır. Kendi yularını kendisinin elinden çıkarıp ilâhî fermanın eline vermektir. Nitekim hacılar şöyle derler:
—Ben, senin hizmetine hakikatle ve kullukla durdum, yâ Rabbi! Kurbandan maksatsa, bir koyunun canının çıkması değil, belki cahillik ve cimrilik
çirkeflerden temizlenmektir. Hayvanlara şefkatin, kendi tabiatının hükmü ile olmayıp, ilâhi emrin hükmü ile olmasıdır. Çünkü sana:
- Öldür! deseler, sen: "Bu çaresiz hayvan ne yapmıştır? Niçin ona azap vereyim?" dememelisin.
Belki, kendini kendinden bütün bütün terketmelisin ve hakikatte yok olmalısın. Çünkü zaten yoksun. Kul, kendi hakkında yoktur ve gerçekte var olan Yüce Allah'tır.
Bütün ibâdetler böyledir. Lâkin gönül Öyle yaratılmıştır ki, onda irade meydana gelince, vücut da ona uymaya kalkınca o sıfat gönülde daha sabit ve daha muhkem olur. Meselâ, eğer gönülde bir yetime şefkat zuhur etse, elini onun başına koyunca şefkat daha kuvvetli olur ve gönlün ona meyli anar. Tevazu mânâsı da belirince, başını, tevazu ile yere yakın kılar. İşte bu tevazu, böylece onun gönlünde sabit ve kuvvetli hale gelir.
Bütün ibâdetlerin niyeti hayrat murat etmektir. Tâ ki, dünyadan yüz döndürüp, âhirete yüz tutunca o niyetle amel etmek, o kastı, o isteği gönülde kuvvetli ve sabit kılar. Böyle amel, niyet ve kastı kuvvetlendirmek içindir. Her ne kadar amel de niyetten peyda olursa da, mademki hâl böyledir, bundan da niyetin amelden hayırlı olduğu zahir ve belli olur. Nasıl hayırlı olmasın ki, niyet, doğrudan doğruya kalbin kendi özündedir. Amel ise başka yerden kalbe sirayet etse gerektir. Eğer kalbe sirayet etmişse işe yarar, sirayet etmemişse gaflet içinde, işe yaramayıp kaybolur. Bundan ötürüdür ki, amelsiz niyet, bâtıl olmaz. Bu da şuna benzer ki, midede bir dert olur, eğer dertli olan kimse ilâcı içerse o ilâç ona ulaşır. Bir de göğsü üstüne o ilâcı sürse ve mideye faydalı olsun diye bunu yapsa, bu da fayda verir, ama mideye varan ilâç, göğüsten gelen şifadan daha faydalıdır. Zaten istenilen de şifanın göğüse erişmesi değildir. Böylece, hiç şüphe yok ki, ilâç mideye erişmezse faydasızdır. O ilâç mideye erişirse, sineye erişmese bile bâtıl olmaz.
NİYET, İHTİYAR İLE OLMAZ
Ey sâlih kişi! Bil ki, gafil olan kişi, mubah olan şeylerde niyetin olabileceğini işitse belki de dil ile:
— Hak Teâlâ için evlendim, dese! Veya:
— Allah için ders vereyim! dese öyle sanır ki, bu niyet olur.
Oysa bu niyet olmaz, hadîs-i lisan (dilin sözü) veya hadîs-i nefis (nefsin sözü) olur. Çünkü niyet şu meyile ve rağbete denir ki, gönülde meydana gelir, kişiyi bu işe zorla sev keder. Şu takaza eden kişi gibi ki, ısrarda bulunur, la ki beden onun bu dâvetine uyar, o işi işler. Bu da ancak maksat doğru ve galip olunca meydana gelir. Niyetin tabiî sonucu olan bu hareket olmazsa niyet sözde kalır.
Nefsin sözü olan niyet şunun gibidir ki, tok olan bir kişi:
— Aç kalmağa niyet eyledim! dese veya bir kimseden uzaklaşmak için:
— Onu sevmemeğe niyet eyledim! dese, bunu yapması zordur. Bunun gibi, bir kimseyi şehveti kamı ile sohbete zorlasa, o da:
—Bir evlât için bu sohbeti karımla yapıyorum! dese, bu boşuna söylenmiş bir sözdür.
Eğer kişiyi evlenmeye çeken şey şehvet ise, onun:
— Nikâhı sünnet olduğu için kıyıyorum! demesi fayda vermez.
Belki o kişinin şşeriate imanı kuvvetli olmalıdır. Sonrada evlât için evlenmenin sevabı hakkında gelen haberlerden (hadîs-i şeriflerden) gafil olmamalıdır, Tâ ki, o sevabın hırsı, onun içinde hareket etmeli, o kişiyi evlenmeye âşık etmelidir. İşte bu dem onun bu hırsı ve irâdesi, kendisi söylemeksizin, niyet olur.
Bir kişiyi Allahü Teâlâ'nın buyruğunu yerine getirmek hırsı ayağa kaldırır, namaza başlatırsa bu dilek, niyet olur. Dili ile:
— Niyet ettim! demesi fayda vermez. Çünkü bu, aç olan bir kişinin:
— Açlıktan ötürü yemek yiyorum! demesine benzer.
Aç kalınca yemek yemek, çaresiz açlıktan ötürü olur. Bir yerde nefsin hazzı doğarsa, âhiretin niyeti zorlaşır. Ancak âhiret azığı tedariki üstün gelmelidir ki, o zorluk kolaylaşmış olabilsin. O halde bilmelisin ki, niyetten maksat şudur:
Niyet senin elinde değildir. Niyet şu iradedir ki, insanı işe götürür. Senin elinde olan iştir, fiildir ki, istersen işlersin, istersen işlemezsin! Ama dilediğin vakit işlemek, dilemediğin vakit de bırakmak senin elinde değildir. Aksine, irâde kimi kez yaratılır, kimî kez de yaratılmaz, iradenin ortaya çıkması, senin bu cihanda veya öbür dünyada bir maksadının, bir meramının bir şeye bağlı olduğuna inanmandandır. Ondan sonra da vücuda getirmek dilemendir.
Eğer bir kişi bu sırları bilirse, Hak'ka tâatten el çeker ki, niyetini hazır bulmaz.
İbn-i Şirin, Hasan-ı Basri'nin cenazesinde hazır bulunmamış ve;
— Niyetimi içimde bulamıyorum! demiştir. Hz. Ali (Allah ondan razı olsun) der ki:
— Kalbe daima ikrah ile bir gördürürsen o kalb kör olur.
Bu da şunun gibi olur ki, hekim, harareti varsa bile kuvveti artsın, İlâç içmeğe takat bulsun diye hastaya et verir.
Kimi kimse olur ki, savaş meydanında, düşmanını kendine doğru çeksin diye kaçar gibi yapar. Sonrada ansızın onun üzerine saldırır. Usta kişiler böyle hileyi çok yaparlar. Zaten din yolu bütün nefisle ve şeytanla cenk ve çatışma ile doludur. Güzellik veya hileye İhtiyaç vardır. Din büyüklerince bunlar makbul şeylerdir. Ama bilgisi eksik âlimler bunlara yol bulamazlar!