Fatiha Suresi

Ahmet.1

Well-known member
Fatiha Suresi
Müddesir sûresinden sonra Mekke'de inmiştir. 7 âyettir. Kur'ân'ın ilk sûresi olduğu için açış yapan, açan manasına "Fâtiha" denilmiştir.

ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ﴾١

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismi ile

ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﺭَﺏِّ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻤِﻴﻦَ ﴾٢

Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur;

ﺍَﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ ﴾٣

Rahman ve Rahim olan (Çok acıyan ve sonsuz merhamet sahibi olan);

ﻣَﺎﻟِﻚِ ﻳَﻮْﻡِ ﺍﻟﺪِّﻳﻦِ ﴾٤

Din gününün maliki(sahibi)

ﺍِﻳَّﺎﻙَ ﻧَﻌْﺒُﺪُ ﻭَﺍِﻳَّﺎﻙَ ﻧَﺴْﺘَﻌِﻴﻦُ ﴾٥

Yanlız sana kulluk ederiz ve yanlız senden yardım isteriz.

ﺍِﻫْﺪِﻧَﺎ ﺍﻟﺼِّﺮَﺍﻁَ ﺍﻟْﻤُﺴْﺘَﻘِﻴﻢَ ﴾٦

Bizi sıratı müstakim üzere hidâyete erdir.

ﺻِﺮَﺍﻁَ ﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﺍَﻧْﻌَﻤْﺖَ ﻋَﻠَﻴْﻬِﻢْ
Kendileri'ne nimet verdiğin kimselerin yoluna eriştir,

ﻏَﻴْﺮِ ﺍﻟْﻤَﻐْﻀُﻮﺏِ ﻋَﻠَﻴْﻬِﻢْ ﻭَﻻ َﺍﻟﻀَّٓﺎﻟِّﻴﻦَ﴾٧

gazaba uğramış olanlar'ın ve sapıkların yoluna değil.


Kaynak: Belâgat uygulamalı kelime mealinden alınmıştır.
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ Evvelâ bu kelimeyi mâkabline bağlattıran cihet-i münasebet; "Rahman" "Rahîm"in delalet ettikleri nimetlerin hamd ve şükür ile karşılanması lüzumundan ibarettir.

Sâniyen: Şu "Elhamdülillah" cümlesi, herbiri niam-ı esasiyeden birine işaret olmak üzere, Kur'anın dört suresinde tekerrür etmiştir. O nimetler de; neş'e-i ûlâ ile neş'e-i ûlâda beka, neş'e-i uhra ile neş'e-i uhrada beka nimetlerinden ibarettir.


İşarat-ül İ'caz
 

Ahmet.1

Well-known member
Sâlisen:
Bu cümlenin Kur'anın başlangıcı olan Fatiha Suresi'ne fatiha yani başlangıç yapılması neye binaendir?


C- Kâinatın ve dolayısıyla insanların hilkatindeki hikmet ve gaye, ﻭَ ﻣَﺎ ﺧَﻠَﻘْﺖُ ﺍﻟْﺠِﻦَّ ﻭَ ﺍْﻻ ِﻧْﺲَ ﺍِﻻ َّ ﻟِﻴَﻌْﺒُﺪُﻭﻥِ Ben, cinleri ve insanları ancak bana iman ve ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi: 56.) ferman-ı celilince, ibadettir. Hamd ise, ibadetin icmalî bir sureti ve küçük bir nüshasıdır. ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ın bu makamda zikri, hilkatin gayesini tasavvur etmeğe işarettir.

İşarat-ül İ'caz
 

Ahmet.1

Well-known member
Râbian:
Hamdin en meşhur manası, sıfât-ı kemaliyeyi izhar etmektir. Şöyle ki: Cenab-ı Hak insanı kâinata câmi' bir nüsha ve onsekiz bin âlemi hâvi şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve esma-i hüsnadan herbirisinin tecelligâhı olan herbir âlemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedîa bırakmıştır. Eğer insan maddî ve manevî herbir uzvunu Allah'ın emrettiği yere sarfetmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa ve şeriata imtisal ederse, insanın cevherinde vedîa bırakılan o örneklerin herbirisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan o pencereden, o âleme bakar. Ve o âleme tecelli eden sıfatla, o âlemden tezahür eden isme bir mir'at ve bir âyine olur. O vakit insan ruhuyla, cismiyle âlem-i şehadet ve âlem-i gayba bir hülâsa olur. Ve her iki âleme tecelli eden, insana da tecelli eder. İşte bu cihetle insan, sıfât-ı kemaliye-i İlahiyeye hem mazhar olur, hem müzhir olur.


İşarat-ül İ'caz
 

Ahmet.1

Well-known member
Nitekim Muhyiddin-i Arabî, ﻛُﻨْﺖُ ﻛَﻨْﺰًﺍ ﻣَﺨْﻔِﻴًّﺎ ﻓَﺨَﻠَﻘْﺖُ ﺍﻟْﺨَﻠْﻖَ ﻟِﻴَﻌْﺮِﻓُﻮﻧِﻰ hadîs-i şerifinin beyanında: "Mahlukatı yarattım ki, bana bir âyine olsun ve o âyinede cemalimi göreyim." demiştir.
ﻟِﻠَّﻪِ "Lâm" burada ihtisas içindir. Hamdin Zât-ı Akdes'e has ve münhasır olduğunu ifade eder. Bu "lâm"ın müteallakı olan ihtisas hazf olduktan sonra ona intikal etmiştir ki, ihlas ve tevhidi ifade etsin.

İşarat-ül İ'caz
 

Ahmet.1

Well-known member
İhtar:
Müşahhas olan bir şeyin umumî bir mefhum ile mülahaza edildiğine binaen; Zât-ı Akdes de müşahhas olduğu halde, Vâcib-ül Vücud mefhumuyla tasavvur edilebilir.

ﺭَﺏِّ Yani herbir cüz'ü bir âlem mesabesinde bulunan şu âlemi bütün eczasıyla terbiye ve yıldızlar hükmünde olan o cüz'lerin zerratını kemal-i intizamla tahrik eder. Evet Cenab-ı Hak, herşey için bir nokta-i kemal tayin etmiştir. Ve o noktayı elde etmek için o şeye bir meyil vermiştir. Her şey o nokta-i kemale doğru hareket etmek üzere, sanki manevî bir emir almış gibi muntazaman o noktaya müteveccihen hareket etmektedir. Esna-yı harekette onlara yardım eden ve mâni'lerini def'eden, şübhesiz Cenab-ı Hakk'ın terbiyesidir. Evet kâinata dikkatle bakıldığı zaman, insanların taife ve kabîleleri gibi, kâinatın zerratı münferiden ve müçtemian Hâlıklarının kanununa imtisalen, muayyen olan vazifelerine koşmakta oldukları hissedilir. Yalnız bedbaht insanlar müstesna!

İşarat-ül İ'caz
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻤِﻴﻦَ Bu kelimenin sonundaki ﻳﻦ yalnız i'rab alâmetidir, ﻋِﺸْﺮِﻳﻦَ ﺛَﻼ َﺛِﻴﻦَ gibi. Veya cem' alâmetidir. Çünki âlemin ihtiva ettiği cüz'lerin herbirisi bir âlemdir. Veyahut yalnız manzume-i şemsiyeye münhasır değildir. Cenab-ı Hakk'ın şu gayr-ı mütenahî fezada çok âlemleri vardır.
Evet
ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﻛَﻢْ ﻟِﻠَّﻪِ ﻣِﻦْ ﻓَﻠَﻚٍ ٭ ﺗَﺠْﺮِﻯ ﺍﻟﻨُّﺠُﻮﻡُ ﺑِﻪِ ﻭَ ﺍﻟﺸَّﻤْﺲُ ﻭَ ﺍﻟْﻘَﻤَﺮُ ﺭَﺍَﻳْﺘُﻬُﻢْ ﻟِﻰ ﺳَﺎﺟِﺪِﻳﻦَ de olduğu gibi, burada da ukalâya mahsus cem' sîgasıyla gayr-ı ukalâ cem'lendirilmiştir. Bu ise, kavaide muhaliftir?

Evet âlemin ihtiva ettiği uzuvların birer âkıl, birer mütekellim suretinde tasavvur edilmesi, belâgatın en makbul bir prensibidir. Zira kâinatın "âlem" ile tesmiyesi, kâinatın Sâni'ine olan delaleti, şehadeti, işareti içindir. Binaenaleyh kâinatın uzuvları da Sâni'a olan delaletleri, şehadetleri için birer âlem olmaları îcabeder. Öyle ise Sâni'in o uzuvları terbiyesinden ve o uzuvların da Sâni'i i'lam etmelerinden anlaşılır ki; o uzuvlar birer hayy, birer âkıl, birer mütekellim suretinde tasavvur edilmiştir. Binaenaleyh bu cem'de, kavaide muhalefet yoktur.


İşarat-ül İ'caz
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺍَﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ Mâkabliyle bu iki sıfatın nazmını îcab eden şöyle bir münasebet vardır ki; biri menfaatleri celb, diğeri mazarratları def'etmek üzere terbiyenin iki esası vardır. Rezzak manasına olan "Er-Rahman" birinci esasa, Gaffar manasını ifade eden "Er-Rahîm" de ikinci esasa işaretleri için birbiriyle bağlanmıştır.

ﻣَﺎﻟِﻚِ ﻳَﻮْﻡِ ﺍﻟﺪِّﻳﻦِ Mâkabliyle şu sıfatın nazmını iktiza eden sebeb şudur ki; şu sıfat, rahmeti ifade eden mâkabline neticedir. Zira kıyametle, saadet-i ebediyenin geleceğine en büyük delil, rahmettir. Evet rahmetin rahmet olması ve nimetin nimet olması ancak ve ancak haşir ve saadet-i ebediyeye bağlıdır. Evet saadet-i ebediye olmasa, en büyük nimetlerden sayılan aklın, insanın kafasında yılan vazifesini görmekten başka bir işi kalmaz. Kezalik en latif nimetlerden sayılan şefkat ve muhabbet, ebedî bir ayrılık düşüncesiyle, en büyük elemler sırasına geçerler.

İşarat-ül İ'caz
 

Ahmet.1

Well-known member
S- Cenab-ı Hakk'ın her şeye mâlik olduğu bir hakikat iken, burada haşir ve ceza gününün tahsisi neye binaendir?

C- Şu âlemin insanlarca hakir ve hasis sayılan bazı şeylerine kudret-i ezeliyenin bizzât mübaşereti azamet-i İlahiyeye münasib görülmediğinden, vaz'edilen esbab-ı zahiriyenin o gün ref'iyle, her şeyin şeffaf, parlak içyüzüyle tecelli edip Sâni'ini, Hâlıkını vasıtasız göreceğine işarettir. ﻳَﻮْﻡ tabiri ise, haşrin vukuunu gösteren emarelerden birine işarettir. Şöyle ki:

Sâniye, dakika, saat ve günleri gösteren haftalık bir saatin millerinden birisi devrini tamam ettiği zaman, behemehal ötekiler de devirlerini ikmal edeceklerine kanaat hasıl olur. Kezalik yevm, sene, ömr-ü beşer ve ömr-ü dünya içinde tayin edilen manevî millerden birisi devrini tamam ettiğinde, ötekilerin de (velev uzun bir zamandan sonra olsun) devirlerini ikmal edeceklerine hükmedilir. Ve keza bir gün veya bir sene zarfında vukua gelen küçük küçük kıyametleri, haşirleri gören bir adam, saadet-i ebediyenin (haşrin tulû'-u fecriyle, şahsı bir nev' hükmünde olan) insanlara ihsan edileceğine şübhe edemez.


İşarat-ül İ'caz
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺩِﻳﻦ kelimesinden maksad ya cezadır, çünki o gün hayır ve şerlere ceza verilecek bir gündür veya hakaik-i diniyedir. Çünki hakaik-i diniye o gün tam manasıyla meydana çıkar. Ve daire-i itikadın, daire-i esbaba galebe edeceği bir gündür. Evet Cenab-ı Hak müsebbebatı esbaba bağlamakla, intizamı temin eden bir nizamı kâinatta vaz' etmiş. Ve herşeyi, o nizama müraat etmeğe ve o nizamla kalmaya tevcih etmiştir. Ve bilhâssa insanı da, o daire-i esbaba müraat ve merbutiyet etmeğe mükellef kılmıştır. Her ne kadar dünyada daire-i esbab daire-i itikada galib ise de; âhirette hakaik-i itikadiye tamamen tecelli etmekle, daire-i esbaba galebe edecektir. Buna binaen, bu dairelerin herbirisi için ayrı ayrı makamlar, ayrı ayrı hükümler vardır. Ve her makamın iktiza ettiği hükme göre hareket lâzımdır. Aksi takdirde daire-i esbabda iken tabiatıyla, vehmiyle, hayaliyle daire-i itikada bakan; Mu'tezile olur ki, tesiri esbaba verir. Ve keza daire-i itikadda iken ruhuyla, imanıyla daire-i esbaba bakan da; esbaba kıymet vermeyerek, Cebriye Mezhebi gibi tenbelcesine bir tevekkül ile nizam-ı âleme muhalefet eder.

İşarat-ül İ'caz
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺍِﻳَّﺎﻙَ ﻧَﻌْﺒُﺪُ : ﻙ zamirinde iki nükte vardır. Birincisi: Mâkablinde zikredilen sıfât-ı kemaliyenin zamirinde müstetir ve mutazammın olduğuna işarettir. Çünki o sıfatların birer birer ta'dadından hasıl olan büyük bir şevk ile gaybetten hitaba, yani ism-i zahirden şu zamirine iltifat ve intikal olmuştur. Demek zamirinin mercii, geçen sıfât-ı kemaliye ile mevsuf olan zâttır. İkincisi: Elfaz okunurken manalarını düşünmek, belâgat mezhebinde vâcib olduğuna işarettir. Çünki manalar düşünülürse, nâzil olduğu gibi okunur ve o okuyuş; tabiatıyla, zevkiyle hitaba incirar eder. Hattâ ﺍِﻳَّﺎﻙَ ﻧَﻌْﺒُﺪُ yu okuyan adam, sanki ﺍُﻋْﺒُﺪْ ﺭَﺑَّﻚَ ﻛَﺎَﻧَّﻚَ ﺗَﺮَﺍﻩُ cümlesindeki emre imtisalen okuyor gibi olur.

İşarat-ül İ'caz
 
Üst