İman hem nurdur, hem kuvvettir...

Ahmet.1

Well-known member
İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hâdisatın tazyikatından kurtulabilir. "Tevekkeltü alallah" der, sefine-i hayatta kemal-i emniyetle hâdisatın dağlarvari dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlak'ın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder. Sonra saadet-i ebediyeye girmek için Cennet'e uçabilir. Yoksa tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i safilîne çeker. Demek iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder. Fakat yanlış anlama. Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise, bir nevi dua-i fiilî telakki ederek; müsebbebatı yalnız Cenab-ı Hak'tan istemek ve neticeleri ondan bilmek ve ona minnetdar olmaktan ibarettir.
Hâdisat: Hadiseler, olaylar.
Tevekkül: Allah'a (cc) güvenmek, Allah'a (cc) dayanmak, yapılması gerekenleri elinden geldiğince yapıp gerisini Allah'a (cc) bırakma.
Sefine-i hayat: Hayat gemisi.
Kemal-i emniyet: Tam bir emniyet, tam ve mükemmel bir güven.
Dağlarvari: Dağlar gibi.
Seyran: Gezme, gezinme.
Kadîr-i Mutlak: Sınırsız ve sonsuz kudret sahibi Allah(cc).
Yed-i kudret: Kudret eli, güç ve kuvvet eli.
Berzah: Ölenlerin ruhlarının kıyamete kadar kaldıkları alem.
İstirahat: Rahatlamak, dinlenme.
Saadet-i ebediye: Ebedi saadet, bitmez ve tükenmez sonsuz mutluluk.
Esfel-i safilîn: Alçakların en alçağı, aşağıların en aşağısı.
Tevhid: Birleme, birlik, bir tek Allah'tan(cc) başka ilah olmadığına inanmak.
Saadet-i dareyn: İki dünya saadeti, dünya ve ahiret mutluluğu.
İktiza: Gerekme, lazım gelme.
Esbab: Sebepler.
Dest-i kudret: Allah'ın(cc) sonsuz güç ve kuvveti.
Riayet: Uyma, hürmet etme, saygı gösterme.
Teşebbüs: Girişimde bulunma, girişim, başvurma, girişme.
Nevi: Çeşit, tür.
Dua-i fiilî: Fiili dua, Yani: istenilen şeyin sebeplerini yerine getirmeye çalışmak.
Telakki: Kabul etmek, karşılamak. Kişisel anlayış ve görüş.
Müsebbebat: Neticeler, sebeplerin sonuçları.
Minnetdar: İyiliklere karşı şükür hissi içinde olmak.
İbaret: Meydana gelmiş.


Tevekkül eden ve etmeyenin misalleri, şu hikâyeye benzer:
Vaktiyle iki adam hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler. Birisi girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup nezaret eder. Diğeri hem ahmak, hem mağrur olduğundan yükünü yere bırakmıyor. Ona denildi: "Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et." O dedi: "Yok, ben bırakmayacağım. Belki zayi' olur. Ben kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhafaza edeceğim." Yine ona denildi: "Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyade iyi muhafaza eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın gittikçe ağırlaşan şu yüklere tâkat getiremeyecek. Kaptan dahi eğer seni bu halde görse, ya divanedir diye seni tardedecek. Ya haindir, gemimizi ittiham ediyor, bizimle istihza ediyor, hapis edilsin, diye emredecektir. Hem herkese maskara olursun. Çünki ehl-i dikkat nazarında, za'fı gösteren tekebbürün ile, aczi gösteren gururun ile, riyayı ve zilleti gösteren tasannuun ile kendini halka mudhike yaptın. Herkes sana gülüyor." denildikten sonra o bîçarenin aklı başına geldi. Yükünü yere koydu, üstünde oturdu. "Oh!.. Allah senden razı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum." dedi.

Misaller: Örnekler.
Sefine: Gemi.
Nezaret: Bakma, gözetme, kontrol.
Ahmak: Pek akılsız, sersem, anlayışsız.
Mağrur: Gururlu, kibirli, kendini beğenen, kendine güvenen.
Zayi': Kayıp, ziyan.
Muhafaza: Koruma.
Sefine-i sultaniye: Padişahın gemisi.
Ziyade: Fazla, çok.
Tâkat: Güç, kuvvet.
Divane: Deli.
Tard: Kovma.
İttiham: Suçlama.
İstihza: Alay etme, gülünç duruma düşürme.
Ehl-i dikkat: Dikkat ehli, dikkatliler, inceleyenler.
Za'fı: Zayıflığı.
Tekebbür: Kibirlenmek, büyüklenmek, kendini büyük görmek.
Acz: Güçsüzlük, kuvvetsizlik.
Riya: Gösteriş, iki yüzlülük.
Zillet: Aşağılık, alçaklık.
Tasannu: Sun'i hareket, yapmacık hareket.
Mudhike: Gülünç şey, gülünecek şey, maskara.
Bîçare: Çaresiz.


İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisenin karşısında titremekten ve hodfüruşluktan ve maskaralıktan ve şekavet-i uhreviyeden ve tazyikat-ı dünyeviye hapsinden kurtulasın.

Hâdise: Olay.
Hodfüruş: Kendini beğendirmeye çalışan, öğünen.
Şekavet-i uhreviye: Ahiretle ilgili her türlü bela, kötülük ve sıkıntılara düşmek.
Tazyikat-ı dünyeviye: Dünyanın baskıları ve sıkıntıları.


Sözler
 
Son düzenleme:

teblið

Vefasýz
Îman insanı insan eder, belki insanı sultan eder.

Îman bir intisaptır. İnsanı Allah'a bağlar.

Îman Cenâb-ı Hakk'ın istediği kulunun kalbine koyduğu bir nurdur. Vicdanı tamamıyla ışıklandırır. İnsanı karanlıklardan kurtarır. Îman insanı âlâyı illiyyîne çıkarır, cennete lâyık bir kıymet kazandırır.

Îman en büyük ve tükenmez bir servettir. Her derdin en kudsî dermanı, saâdet-i ebediyenin anahtarı, hayatın en saf lezzeti ve en hâlis saadetidir.
 

teblið

Vefasýz
Îman insanı insan eder, belki insanı sultan eder.

Îman bir intisaptır. İnsanı Allah'a bağlar.

Îman Cenâb-ı Hakk'ın istediği kulunun kalbine koyduğu bir nurdur. Vicdanı tamamıyla ışıklandırır. İnsanı karanlıklardan kurtarır. Îman insanı âlâyı illiyyîne çıkarır, cennete lâyık bir kıymet kazandırır.

Îman en büyük ve tükenmez bir servettir. Her derdin en kudsî dermanı, saâdet-i ebediyenin anahtarı, hayatın en saf lezzeti ve en hâlis saadetidir.
 

Ahmet.1

Well-known member
Allah'a tevekkül edene Allah kâfidir. Allah, kâmil-i mutlak olduğundan lizâtihî mahbubdur. Allah mûcid, vâcib-ül vücud olduğundan kurbiyetinde vücud nurları, bu'diyetinde adem zulmetleri vardır. Allah melce ve mencedir. Kâinattan küsmüş, dünya zînetinden iğrenmiş, vücudundan bıkmış ruhlara melce ve mence odur. Allah bâkidir, âlemin bekası ancak onun bekasıyladır. Allah mâliktir, sendeki mülkünü senin için saklamak üzere alıyor. Allah ganiyy-i mugnidir, her şeyin anahtarı ondadır. Bir insan Allah'a hâlis bir abd olursa, Allah'ın mülkü olan kâinat, onun mülkü gibi olur.

Mesnevi-i Nuriye


Tevekkül: Allah'a (cc) güvenmek, Allah'a (cc) dayanmak, yapılması gerekenleri elinden geldiğince yapıp gerisini Allah'a (cc) bırakma.
Kâmil-i mutlak: Sınırsız ve sonsuz üstünlük ve kusursuzluk sahibi.
Lizâtihî: Bizzat, kendisi için, onun kendisi için.
Mahbub: Muhabbet edilen, sevilen, segili.
Vâcib-ül Vücud: Varlığı zorunlu olup olmaması imkansız olan Allah (cc).
Kurbiyet: Yakınlık.
Bu'diyet: Uzaklık.
Zulmet: Karanlık. *Sıkıntı.
Melce: Sığınılacak yer, sığınak, kurtulacak yer.
Mence: Kurtuluş yer.
Zînet: Süs, güzellik.
Bâki: Ebedî, sonsuz, ölümsüz olan.
Beka: Sonsuzluk, devamlılık.
Mâlik: Sahip. Mülk sahibi, mal sahibi.
Ganiyy-i mugni: Bütün zenginliklerin gerçek vericisi ve sonsuz zenginlik sahibi olan Allah (cc).
Abd: Kul.
 

Ahmet.1

Well-known member
İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hadiselerin baskısından kurtulabilir. "Tevekkeltü alallah" der, hayat gemisinde, hadiselerin dağlar gibi yükselen dalgaları içinde tam emniyetle yolculuk yapar. Bütün ağırlıklarını Kadir-i Mutlak'ın kudret eline emanet ederek dünyadan rahatça geçer, berzahta istirahat eder. Sonra da ebedî saadet dairesine girmek için cennete uçabilir. Fakat tevekkül etmezse dünyanın ağırlıkları uçmasına izin vermez, aksine, onu aşağıların en aşağısı olan seviyeye çeker. Demek, iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül de iki cihan saadetini gerektirir.

Fakat yanlış anlama! Tevekkül, sebepleri tamamen reddetmek değildir. Aksine, onları kudret elinin perdesi bilip sebeplere uymak, bunu da bir tür fiilî dua kabul ederek neticeyi yalnız Cenâb-ı Hak'tan istemek, O'ndan bilmek ve O'na minnettar olmaktan ibarettir.

Tevekkül eden ve etmeyen insanın halleri şu hikâyedekine benzer:

Vaktiyle iki adam, hem bellerine hem başlarına ağır yükler yüklenip bilet alarak büyük bir gemiye binmişler. Onlardan biri biner binmez yükünü yere bırakmış, üstüne oturup ona bekçilik etmeye başlamış. Diğeri hem ahmak hem gururlu olduğundan yükünü yere bırakmamış.

Ona, "Ağır yükünü yere bırak, rahat et." dendiğinde, "Yok, bırakmayacağım, belki ziyan olur. Ben kuvvetliyim, malımı belimde ve başımda taşıyacağım." demiş.

O adama yine denilmiş ki: "Sultan'ın bizi ve seni taşıyan şu emniyetli gemisi daha kuvvetlidir, malını daha iyi korur. Belki başın döner, yükünle denize düşersin. Hem gittikçe kuvvettin tükenir. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın iyice ağırlaşan o yüklere güç yetiremeyecek. Kaptan da seni bu halde görse ya divane deyip kovacak ya da 'Bu adam haindir, gemimizi itham ediyor, bizimle alay ediyor. Hapsedilsin!' diye emir verecektir. Hem herkese maskara olursun. Çünkü dikkatlice bakanların nazarında zayıflığı gösteren kibrinle, acizliği gösteren gururunla, riyayı ve alçaklığı gösteren suniliğinle kendini halka maskara yaptın. Herkes sana gülüyor." Bu sözlerden sonra o biçarenin aklı başına gelmiş. Yükünü yere koyup üstüne oturmuş, "Oh, Allah senden razı olsun! Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum." demiş.

İşte ey tevekkül etmeyen insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et ki, bütün kâinata dilenci olmaktan, her hadise karşısında titremekten, kendini beğenmişlikten, maskaralıktan, ahirette azaptan ve dünyadaki sıkıntıların hapsinden kurtulasın...

Kaynak: Kısmen kelimelerin tercüme edildiği Sözler kitabından alınmıştır.


----------------

Tevekkeltü alallah: Allah’a(cc) tevekkül ettim, Allah’a güvendim ve sığındım. (Hûd sûresi, 11/56)
Tevekkül: Allah’a(cc) güvenmek, Allah’a dayanmak, yapılması gerekenleri elinden geldiğince yapıp gerisini Allah’a bırakma.
 
Üst