Maklubeye Bekle Beni...

ASHAB-I BEDR

Well-known member

1514215_704802416205590_454167056_n.jpg


Maklubeye bekle beni...

Kardeşim Ömer,

Olabilir, insanlık hali...

Sen de öfkelendin belki...

O bedduaya âmin dedirtmişler; belli.

"Yok öyle değildi" derdindesin.

Mülaane miymiş ahidleşme miymiş ne...

Her neyse...

Öyle "ateş düşsün ocaklarına..." gibi dehşete 'âmin' dememi bekleme.

Benim 'amin'lerim Fatiha'nın hemen dibinde; o da rahmetle başlar, bilirsin...

Bu duaya 'âmin' demeyi kardeşlik şartı sayanlar da oldu; buna da eyvallah...

'Âmin' diyemeyen hırsızlara arka çıkar sayıldı...

Beni de öyle saydılar; belki sen de öyle sayıyorsun.

Ben kardeşlerimi muhterem büyüğümüzü hatalı da olsa seveceğim; sen toz kondurmak istemiyorsun.

Belli ki sevmelerimiz farklı farklı; sevmeyi tozsuzluk şartına bağlayanlar da var. Oysa ben değil toz, çamurlar içinde kalsan da seni ve senin sevdiğini severim, seviyorum.

Üstadımız, baş tacımız Said Nursi'nin daha gençliğinde ağabeyine verdiği insaflı ayarı iyi bilirsin.

Geçiyorum.

Sen ve senin tarafındaki kardeşlerimin kırıcı üslubuna dair çekincelerimi her söylediğimde beni yolsuzluğa arka çıkmakla etiketleyenleri bir sustur da dinle beni...

Kusura bakma, "senin tarafındaki" derken bile içim acıyor, lafın gelişi işte.

Biz ne zaman taraf olduk ki, olabilir miyiz sonra...

Beraber yediğimiz maklubenin tadı damağımda...

Gel, sakince konuşalım.

Oldu bir kere...

Geldi, geçecek inşaAllah.

Buraya kadar yolunuzu Ali İmran 61. ayet çizmiş diyorlar.

Ne diyeyim; Allah kabul eylesin, içtihat sevabı nasip eylesin.

Gel, bundan sonraki yolu Yusuf Suresi 91 ile 92 ayetleri arasında geçirelim.

Bir ömrü Yusuf 91-92 arasında geçirsek değer kanaatimce.

Bak ki, bir ömür beklemiş Yusuf.

Sırf kardeşlerinden şu sözü duymayı hak etmek için: "Doğruya doğru, Allah seni bize üstün kılmış; biz ise hataya batıp gitmişiz..."

Bu sözü duymayı hak etmek her yiğide kâr değil...

Çünkü bu sözü duymayı hak eden kardeşine şu sözü demeyi de hak eder: "Bugün sana kınama yok..."

Sen haklı olsan bile, bir gün mesela bana "bugün sana kınama yok..." demek istemez misin?

Bu sözü demeyi hak etmek, o sözü duymayı hak etmekle mümkün.

Galiba bunun yolu da susmaktan geçiyor...

...du.

Büyüğümüz susmadı.

Sustuğu çok yerler vardı oysa; başkalarının değirmenine su akıtmak gibi olacağından saymıyorum onları.

Ne edelim ki oldu bir kere...

Ataullah İskenderi'nin ve Said Nursi'nin Kur'ân'dan cesaretle söyledikleri şu yatıştırıcı söz ne güzeldir öyle...

Diyesi değil yiyesi geliyor insanın.

"Bir hatanın ardından gelen mahcubiyet bir sevabın ardından gelen gururdan hayırlıdır."

Sana mahcubiyet yakışır.

Bana mahcubiyet yakışır.

Mahcubiyet âlim adama lazımdır.

Mahcubiyet talebenin tavrıdır.

Mahcubiyet dervişin şanıdır.

Mahcubiyet kulun kârıdır.

Şimdi dönüş vakti...

Beraber dönsek olmaz mı?

Ben yetimlerin başını okşayan, öksüzlerin sofrasına çorba taşıyan, hastaların acılarıyla sancılanan senin gibi kardeşlerimin şevkinin ve aşkının kıl kadar eksilmesine razı değilim.

Onların öyle elleri böğründe gezmelerini istemem; gönlüm razı değil.

Kan dondurucu soğukta kermes sevdasına düşen feragat kahramanlarına "öf"ümün zerresini değdirmeye hakkım yok; haddimi bilirim.

Üstüne vazife değilken kapı kapı gezip tereddütlü kız çocuklarının gönüllerine sular serpen, yolunu şaşırmış delikanlıların kalbinden tutup yol gösteren şefkat erlerini yolundan etmekten ateşten korkar gibi korkarım.

Bırakalım, yürüsün onlar...

Yürüyedursunlar her daim oldukları gibi.

Utanmadan, alınları ak, yüzleri mütebessim, gözleri ışıl ışıl koştursunlar.

Sen de ben de Tacikistan'ın umutsuz fukaraları için, Sudan'ın aç susuz çocukları için, Yakutistan'ın soğuğunda titreyen insanların hidayeti için uykusuz geceler geçirmekten kaçmayız, kaçmadık.

İyi bilirsin.

Diyarbakır'ın varoşlarında Kürt gençlerine gelecek ümidi aşılayan öğretmen kardeşlerimin, İstanbul'un her köşesinde genç kızların elinden şefkatle tutup güzelliğe çağıran ablaların yüzünün yerde gezmesini hiç istemem.

Beraber yürüdük biz bu yollarda...

Beraber yürüyeceğiz.

Olan bitenlerden sonra, bana söven, kitaplarımı yakmaya kalkan, makalelerimi yasaklayacağını söyleyen bazı kardeşlerimi bir yana koyup kalbimi yokladım.

Az önce yokladım kalbimi.

Şükrettim.

Eskisi gibi, hiç tereddütsüz, seve seve hizmetin her erinin yanında koşmaya istekli olduğumu gördüm. Şükrettim halime. Garaz ve tarafgirliğin kardeşliğimizi öldüremeyeceğine dair ümidim arttı.

Kalbim şahittir ki, senin tanımadığını söylemek zorunda olduğun kahraman IHH'ya da can parçamız Kimse Yok mu'ya da aynı şevkle aynı teslimiyetle canı gönülden sadakalar verdim, sadakalar istedim.

Hem IHH hem Kimse Yok mu yeleklerim duruyor evde. İkisini de hemen giymeye hazırım.

Bir de itiraf... Birkaç hafta önce, çift abonesi olduğum Zaman'ı aramıza fitne girmesin diye sınırlı okumaya başladım. Ekleriyle yetiniyorum. Benim de severek yazdığım gazetemiz, gerçekten gazeteydi. Zoraki değil ihtiyaçla okunan, vicdanlı, çoğulcu, kucaklayıcı, çok kültürlü bir gazete. Bilmezsin için için dua etmişimdir Ekrem Bey'e şu gazeteyi gerçekten ihtiyaç duyulan gazete ettiği için. Ederim hâlâ... Sanıyorum bugünlerde gazete onun da kontrolünden çıktı. Beni Cuma günleri uyandıran, Cumartesileri neşelendiren, Pazar günleri teselli eden bir gazetem olsa ne iyi olurdu. Gazetesizim; yazık değil mi bana?

Ülkemin her köşesini gezdim, Avustralya'ya kadar nice dünya köşesi gördüm; Allah şahittir ki, senin gibi şevkle canla başla çalışan kardeşlerimi her gördüğümde dudağımla değil kalbimle sımsıcak tebessümler ettim, bundan böyle de edeceğim.

O gurbet kucaklaşmalarının sıcağını, beraber içtiğimiz çorbaları, birlikte yorulduğumuz yokuşları nasıl unuturum.

Ne yani bundan böyle selam vermeyecek miyiz birbirimize?

Yok öyle şey!

Kaç nefesim kaldıysa, hepsi hizmetin erlerine, cemaatlerin selametine aittir.

Bir de şu...

Beni ve benim gibi nicesini ülkemizin ve Müslümanların medar-ı iftiharı, gözü pek lideri muhterem Tayyip Erdoğan'ı sevmek ile iz'an ve insaf sahibi, merhamet sofralarının mimarı muhterem Fethullah Gülen'i sevmek arasında bir tercihe zorlamaya kimsenin hakkı yok.

N'olmuş yani ikisini de seviyorsam...

Kalplere kim pranga vurabilir ki...

Vicdanımı mı böleyim orta yerinden...

Haydi dönelim.

Dönelim ve...

Yusuf sabrıyla bekleyelim.

Bekleyelim ki...

"Tallahi lekad asarekellahu aleynâ..." diyeceklerin yolunu gözleyelim.

Yusuf Kıssası'nın finalisti olmayı ümit edelim.

Unutmadan; Halep'i yine varil varil bombalamışlar...

Yeni yetimlerimiz oldu Ömerciğim; haberin vardır mutlaka.

Çayı hâlâ demli içiyorum ama şekersiz...

Yaşlandık; mâlum.

Kermes hazırlıyormuş ablalar; geleceğiz...

Hatırlarsın, iyi aşçıyımdır; maklubeyi bu defa ben pişireyim...

Senai Demirci - Haber 7
 

faris

Well-known member
[BILGI]
"Bazan hayır, şerre vasıta olur"

"Havastaki meziyet, filhakika sebeptir tevazu, mahviyete; olmuş maatteessüf sebeb-i tahakküme, Tekebbüre hem illet."
[/BILGI]

Üstün meziyetler ve yetenekler sahibini mütevazi ve alçakgönüllü yapması gerekirken, maalesef insanların üstünde baskı ve üstünlük kurmaya bir vesile bir araç yapılıyor. Yani insan maddi ve manevi ne kadar yükselirse o oranda da mütevazi ve alçakgönüllü olmalıdır.

[BILGI]
"Fakirlerdeki aczi, âmilerdeki fakrı, filhakika sebeptir ihsan ve merhamete. Lâkin maatteessüf müncer olmuştur şimdi zillet ve esarete."
[/BILGI]


Fakirlerin aciz ve çaresiz halleri, onlara ikram ve ihsanda bulunmaya bir vesile olmalıdır. Yani zengin ve kuvvetli insanlar fakir ve çaresizlere yardım ve şefkat etmelidirler. Lakin durum tam tersine işleyip, zengin ve kuvvetliler fakir ve çaresizlerin zayıflığından ve çaresizliğinden istifade ederek, onları kendilerine esir ve köle yapıyorlar. Yani onların yardımına koşmak yerine onları sömürüp eziyorlar. Kapitalizm gibi.

[BILGI]

"Bir şeyde hasıl olan mehâsin ve şerefse, Havas ve rüesâya o şey peşkeş edilir. O şeyden neş'et eden seyyiat ve şer ise, efrad ve hem avâma, Taksim, tevzi edilir. Aşiret-i galipte hasıl olan şerefse, 'Hasan Ağa, aferin!' Hasıl olan şer ise, Efrada olur nefrin. Beşerde şerr-i hazin!"(1)
[/BILGI]

Bir milletin ve toplumun beraberce kazandığı değerler, o millet ve toplumun reislerine ve önderlerine veriliyor. Şayet bir kusur ve günah varsa bu da millete ve topluma dağıtılıyor. Halbuki durum tam aksine olmalıdır. Yani kazanç ve değer millete, kusur ve günah reise verilmedir. Çünkü kusur reisin vazifesizliğinden ya da hatasından ortaya çıkıyor...

(1) bk. Sözler, Lemeat.
 
Üst