Haftanın Konusu 13 - Batı adetlerini neden körü körüne taklid ediyoruz..

Huseyni

Müdavim
Selamün aleyküm..

[NOT]Ecnebîlerin tâğutlarıyla
ve fünun-u tabiiyeleriyle dalâlete gidenlere
ve onları körü körüne taklit edip ittibâ edenlere binler nefrin ve teessüfler!

Ey bu vatan gençleri! frenkleri taklide çalışmayınız.
Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten sonra,
hangi akılla onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittibâ edip emniyet ediyorsunuz?

Yok, yok! Sefihâne taklit edenler, ittibâ değil,
belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz.

Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittibâ ettikçe, hamiyet dâvâsında yalancılık ediyorsunuz.
Çünkü şu surette ittibâınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzâdır.


هَدٰينَا اللهُ وَاِيَّاكُمْ اِلَى الصِّرَاطِ الْمُسْتَقِيمِ [SUP][SUP]2[/SUP] [/SUP]
[SUP]

2
[/SUP] : Allah bizi de, sizi de sırat-ı müstakime eriştirsin.
[/NOT]


Malum önümüzde had safhada rağbet gören bir yılbaşı var. Bununla ilgili düşüncelerimizi aktaralım inşaallah.

Ecnebilere benzemek bize fayda sağlamaz. Böyle günler günümüzde insanları alışverişe, para harcamaya, sefahatte zirve yapmaya teşvik etmek için tertiplenmiş günlerdir.

Ülkemizde Aralık ayına girmekle beraber bir alışveriş paniğidir almış milleti. Ne için peki ? Bizi bu kadar telaşlandıran bu kadar değerli, kıymetli gözle görünür, sefahatten ve tüketmekten başka, nasıl cazibe var noelde yahut ecnebilerin buna benzer meşhur günlerinde ?

Onlara benzemekle daha modern olduğumuzu mu düşünüyoruz ? Yoksa onlar tarafınca bile alaya alınan, ne yaptığını bilmez, körü körüne taklid eden, altındaki asıl gayelerden bihaber zavallılar konumuna mı düşüyoruz ?

Bu konuyu müslümanlar olarak ciddi ciddi düşünelim. Çünkü bizim tefekküre ihtiyacımız var. Zira tefekkür gafleti izale eder. Edelim ki bu ecnebi bayramlarını kutlama gafletine düşmeyelim..

Selam ve dua ile..
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Zati müdedeyyin insanlar noel kutlaması yapmadığı gibi yılbaşı kutlamasıda yapmıyor. Ancak nafile ibadetler ile hayır arzular.

Ayeti Kerimede ifade edildiği gibi "Muhakkak ki nefis daima kötülüğü emreder.." beyanıyla anlıyoruz ki nefis sefahat için fırsat kollamakta. Yılbaşı ise bu fırsatlardan biri olmaktadır. Kimisi bilmediğinden noel diye kutluyor kimisi ise yılbaşı, yeni yıl diye kutluyor.

İslamiyet ölçü ve denge olduğundan kutlama gibi meselelerde dahi bir ölçü ve denge belirtmiştir. Yani kutlamaları yasaklamadığı gibi kutlanılacak meselelerinde bir ölçüsü olduğunu ifade etmektedir. Ancak yeni bir yılın kutlama ile karşılamak hayır getirmeyeceği alenen açık olduğundan yeni bir yılı kutlama ile karşılamak mümkün olmamaktadır. Çünkü mazide bırakılan yıllar ve istikbalde ne olacağı belli olmayan bir zaman. İşte yeni bir yılda ne yapılması gerektiğini Ustad Bediüzzaman r.a. bu dersde ifade etmiştir :


[BILGI]Misalin şuna benzer ki: Bir yolcu, güneşin ziyasından gözünü kapıyor, hayaline bakıyor; vehmi, bir yıldız böceği gibi kafa fenerinin ışığıyla dehşetli yolunu tenvir etmek istiyor.


Sözler ( 54 )[/BILGI]

[BILGI] İkinci Nokta: İman nasılki bir nurdur, insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün mektubat-ı Samedaniyeyi okutturuyor. Öyle de, kâinatı dahi ışıklandırıyor. Zaman-ı mazi ve müstakbeli, zulümattan kurtarıyor. Şu sırrı, bir vakıada


اَللّٰهُ وَلِىُّ الَّذِينَ اٰمَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ


âyet-i kerimesinin bir sırrına dair gördüğüm bir temsil ile beyan ederiz. Şöyle ki:


Bir vakıa-i hayaliyede gördüm ki: İki yüksek dağ var birbirine mukabil. Üstünde dehşetli bir köprü kurulmuş. Köprünün altında pek derin bir dere. Ben o köprünün üstünde bulunuyorum. Dünyayı da, her tarafı karanlık, kesif bir zulümat istila etmişti. Ben sağ tarafıma baktım; nihayetsiz bir zulümat içinde bir mezar-ı ekber gördüm, yani tahayyül ettim. Sol tarafıma baktım; müdhiş zulümat dalgaları içinde azîm fırtınalar, dağdağalar, dâhiyeler hazırlandığını görüyor gibi oldum. Köprünün altına baktım; gayet derin bir uçurum görüyorum zannettim. Bu müdhiş zulümata karşı sönük bir cep fenerim vardı. Onu istimal ettim, yarım yamalak ışığıyla baktım. Pek müdhiş bir vaziyet bana göründü. Hattâ önümdeki köprünün başında ve etrafında öyle müdhiş ejderhalar, arslanlar, canavarlar göründü ki; keşke bu cep fenerim olmasa idi, bu dehşetleri görmese idim, dedim. O feneri hangi tarafa çevirdim ise, öyle dehşetler aldım. "Eyvah! Şu fener, başıma beladır" dedim. Ondan kızdım; o cep fenerini yere çarptım, kırdım. Güya onun kırılması, dünyayı ışıklandıran büyük elektrik lâmbasının düğmesine dokundum gibi birden o zulümat boşandı. Her taraf o lâmbanın nuru ile doldu. Herşeyin hakikatını gösterdi. Baktım ki: O gördüğüm köprü, gayet muntazam yerde, ova içinde bir caddedir. Ve sağ tarafımda gördüğüm mezar-ı ekber; baştan başa güzel, yeşil bahçelerle nuranî insanların taht-ı riyasetinde ibadet ve hizmet ve sohbet ve zikir meclisleri olduğunu farkettim. Ve sol tarafımda, fırtınalı, dağdağalı zannettiğim uçurumlar, şahikalar ise; süslü, sevimli cazibedar olan dağların arkalarında azîm bir ziyafetgâh, güzel bir seyrangâh, yüksek bir nüzhetgâh bulunduğunu hayal meyal gördüm. Ve o müdhiş canavarlar, ejderhalar zannettiğim mahluklar ise, munis deve, öküz, koyun, keçi gibi hayvanat-ı ehliye olduğunu gördüm. "Elhamdülillahi alâ nur-il iman" diyerek


اَللّٰهُ وَلِىُّ الَّذِينَ اٰمَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ


âyet-i kerimesini okudum, o vakıadan ayıldım.


İşte o iki dağ; mebde-i hayat, âhir-i hayat.. yani âlem-i arz ve âlem-i berzahtır. O köprü ise, hayat yoludur. O sağ taraf ise, geçmiş zamandır. Sol taraf ise, istikbaldir. O cep feneri ise, hodbin ve bildiğine itimad eden ve vahy-i semavîyi dinlemeyen enaniyet-i insaniyedir. O canavarlar zannolunan şeyler ise âlemin hâdisatı ve acib mahlukatıdır. İşte enaniyetine itimad eden, zulümat-ı gaflete düşen, dalalet karanlığına mübtela olan adam; o vakıada evvelki halime benzer ki: O cep feneri hükmünde nâkıs ve dalalet-âlûd malûmat ile zaman-ı maziyi, bir mezar-ı ekber suretinde ve adem-âlûd bir zulümat içinde görüyor. İstikbali, gayet fırtınalı ve tesadüfe bağlı bir vahşetgâh gösterir. Hem herbirisi, bir Hakîm-i Rahîm'in birer memur-u müsahharı olan hâdisat ve mevcudatı, muzır birer canavar hükmünde bildirir.


وَالَّذِينَ كَفَرُوا اَوْلِيَاؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِ


hükmüne mazhar eder. Eğer hidayet-i İlahiye yetişse, iman kalbine girse, nefsin firavuniyeti kırılsa, Kitabullah'ı dinlese, o vakıada ikinci halime benzeyecek. O vakit birden kâinat bir gündüz rengini alır, nur-u İlahî ile dolar. Âlem


اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ


âyetini okur. O vakit zaman-ı mazi, bir mezar-ı ekber değil, belki herbir asrı bir nebinin veya evliyanın taht-ı riyasetinde vazife-i ubudiyeti îfa eden ervah-ı sâfiye cemaatlarının vazife-i hayatlarını bitirmekle "Allahü Ekber" diyerek makamat-ı âliyeye uçmalarını ve müstakbel tarafına geçmelerini kalb gözü ile görür. Sol tarafına bakar ki; dağlar-misal bazı inkılabat-ı berzahiye ve uhreviye arkalarında Cennet'in bağlarındaki saadet saraylarında kurulmuş bir ziyafet-i Rahmaniyeyi o nur-u iman ile uzaktan uzağa fark eder. Ve fırtına ve zelzele, taun gibi hâdiseleri, birer müsahhar memur bilir. Bahar fırtınası ve yağmur gibi hâdisatı; sureten haşin, manen çok latif hikmetlere medar görüyor. Hattâ mevti, hayat-ı ebediyenin mukaddemesi ve kabri, saadet-i ebediyenin kapısı görüyor. Daha sair cihetleri sen kıyas eyle. Hakikatı temsile tatbik et...


Gençlik Rehberi ( 202 - 206 )


[/BILGI]
 

faris

Well-known member
Evet maalesef hele ki özenti olan gençlik sarhoşluğu ve toz pembe hayatlara bu meseleleri ve şu meseleyi çok dikkatlice okusunlar umulur ki o toz pembe hayattan sıyrılır:
[BILGI]
Birkaç bîçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır


Bir gün yanıma parlak birkaç genç geldiler. Hayat ve gençlik ve hevesat cihetinden gelen tehlikelerden sakınmak için tesirli bir ihtar almak isteyen bu gençlere, ben de eskiden Risale-i Nur'dan meded isteyen gençlere dediğim gibi dedim ki: Sizdeki gençlik kat'iyyen gidecek. Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız, o gençlik zayi' olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette kendi lezzetinden çok ziyade belalar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarfetseniz, o gençlik manen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebeb olacak.


Hayat ise, eğer iman olmazsa veyahut isyan ile o iman tesir etmezse; hayat, zahirî ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verir. Çünki insanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır. O zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabilir. Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor. İnsan ise, eğer dalalet ve gaflete düşmüş ise, hazır lezzetine geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler o cüz'î lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor. Hususan gayr-ı meşru ise, bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir. Demek hayvandan yüz derece, lezzet-i hayat noktasında aşağı düşer. Belki ehl-i dalaletin ve gafletin hayatı, belki vücudu, belki kâinatı; bulunduğu gündür. Bütün geçmiş zaman ve kâinatlar, onun dalaleti noktasında madumdur, ölmüştür. Akıl alâkadarlığı ile ona zulmetler, karanlıklar veriyor. Gelecek zamanlar ise, itikadsızlığı cihetiyle yine madumdur. Ve ademle hasıl olan ebedî firaklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatına zulmetler veriyorlar. Eğer iman hayata hayat olsa; o vakit hem geçmiş, hem gelecek zamanlar imanın nuruyla ışıklanır ve vücud bulur. Zaman-ı hazır gibi ruh ve kalbine iman noktasında ulvî ve manevî ezvakı ve envâr-ı vücudiyeyi veriyor. Bu hakikatın, İhtiyar Risalesi'nde Yedinci Rica'da izahı var. Ona bakmalısınız.

Sözler ( 145 - 146 )
[/BILGI]
 

faris

Well-known member
[BILGI]
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Nev'-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal ve akibet-bînlik adesesiyle, gayet şaşaalı bir gece bayramında, hapishane penceresinden bakarken, nazar-ı hayalime inkişaf eden bir vaziyeti beyan ediyorum.

Sinemada, eski zamanda mezaristanda yatanların vaziyet-i hayatiyeleri göründüğü gibi, yakın bir istikbalde mezaristan ehli olanların, müteharrik cenazelerini görmüş gibi oldum. O gülenlere ağladım. Birden bir tevahhuş, bir acımak hissi geldi. Aklıma döndüm, hakikattan sordum: "Bu hayal nedir?" Hakikat dedi ki:


Elli sene sonra, bu kemal-i neş'e ile gülen ve eğlenen zavallılardan, elliden beşi, beli bükülmüş yetmiş yaşlı ihtiyarlar gibi; kırkbeşi, mezaristanda çürümüş bulunacaklar. O güzel sîmalar, o neş'eli gülmeler, zıdlarına inkılab etmiş olacaklar.

كُلُّ آتٍ قَرِيبٌ kaidesiyle; madem yakında gelecek şeylerin gelmiş gibi görülmesi bir derece hakikattır; elbette gördüğün hayal değildir. Madem dünyanın gafletkârane gülmeleri, böyle ağlanacak acı hallerin perdesidir ve muvakkat ve zevale maruzdur; elbette bîçare insanların ebedperest kalbini ve aşk-ı bekaya meftun olan ruhunu güldürecek, sevindirecek, meşru dairesinde ve müteşekkirane, huzurkârane, gafletsiz, masumane eğlencelerdir ve sevab cihetiyle bâki kalan sevinçlerdir. Bunun içindir ki, bayramlarda gaflet istilâ edip, gayr-ı meşru daireye sapmamak için, rivayetlerde zikrullaha ve şükre çok azîm tergibat vardır. Tâ ki; bayramlarda o sevinç ve sürur nimetlerini şükre çevirip, o nimeti idame ve ziyadeleştirsin. Çünki şükür, nimeti ziyadeleştirir, gafleti kaçırır.

Said Nursî

* * *​
Lem'alar ( 274 - 275 )[/BILGI]
 

Huseyni

Müdavim
"Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittibâ ettikçe, hamiyet dâvâsında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibâınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzâdır."

şu kısım meseleyi oldukça tatminkar izah ediyor. iş müslümanlığa geldiğinde mangalda kül bırakmayan fakat böylesi günlerde de ecnebilerden geri kalmayanlar;

ya bu konuda hiçbirşey bilmemek, cahil olmak gibi bir mazeretiniz var, yahut samimi değilsiniz, iki yüzlüsünüz.
bir yanınız allah derken, diğer yanınızla bu islam memleketine her türlü sefaheti sokmaya çalışan ve büyük ölçüde bunu başaran,
çanakkalede hak ile batılın muharebesinde 250 bin insanımızı şehit eden
ve onların evlatlarını yetim öksüz bırakan, eşlerini dul, anne babalarını evlatsız bırakan
ve bu memlekette ezan seslerini susturan,
dinini hatırlatacak herşeyi senden uzaklaştıran, ortadan kaldıran bu adamların;
noel babasını kabul edip taklid etmek,
kafana komik ve tuhaf külahları geçirmek,
sırf bugüne mahsus eğlenceler tertiplemek,
bugüne özel hindi kesmek,
piyango kumarı masasına oturmak,
çam ağaçlarını süslemek;
iki yüzlülüktür.
dininin, milletinin meşru dairedeki eğlencelerini hafif görmektir.
atalarının vermiş olduğu iman mücadelesini alaya almaktır.
ve halen iman ve kuran mücadelesi verenlerin gücünü zayıflatmaya çalışmaktır.
savaşın ortasında cepheyi terketmektir.
terketmekten öte düşmandan tarafa geçmektir.

nasıl bir hristiyan bu dinin bir ibadetini dört dörtlük yapmaya kalkışsa ve gözünle görsen,
senin gibi cuma günü namaza gitse,
bayramını kutlasa dersin ki, bu müslüman olmuş.

aynen bunun gibi sen de onun noel denilen adetlerini harfiyyen uygulamakla
onlardan olduğun yönünde kuvvetli fikir uyandırıyorsun.
cahilsen öğren ve vazgeç,
yok herşeyi biliyorum diyorsan anla ki


"Kim bir kavme (topluluğa) benzemeye çalışırsa o, onlardandır."


(Ebu Davud, libas 4)

cenab-ı hak cc. bilmeyenlere öğrenmek, bilenlere de hatasından dönmek nasib etsin..amin.
 

Huseyni

Müdavim
Meselâ, Ayasofya Camii, ehl-i fazl ve kemalden mübarek ve muhterem zatlarla dolu olduğu bir zamanda, tek tük, sofada ve kapıda haylâz çocuklar ve serseri ahlâksızlar bulunup camiin pencerelerinin üstünde ve yakınında ecnebîlerin eğlence-perest seyircileri bulunsa, bir adam o camiye girip ve o cemaat içine dahil olsa; eğer güzel bir sadâ ile, şirin bir tarzda, Kur’ân’dan bir aşir okusa, o vakit binler ehl-i hakikatin nazarları ona döner, hüsn-ü teveccühle, mânevî bir dua ile o adama bir sevap kazandırırlar. Yalnız haylâz çocukların ve serseri mülhidlerin ve tek tük ecnebîlerin hoşuna gitmeyecek.

Eğer o mübarek camiye ve o muazzam cemaat içine o adam girdiği vakit, süflî ve edepsizcesine fuhşa ait şarkıları bağırıp çağırsa, raksedip zıplasa, o vakit o haylâz çocukları güldürecek, o serseri ahlâksızları fuhşiyâta teşvik ettiği için hoşlarına gidecek ve İslâmiyetin kusurunu görmekle mütelezziz olan ecnebîlerin istihzâkârâne tebessümlerini celb edecek. Fakat umum o muazzam ve mübarek cemaatin bütün efradından bir nazar-ı nefret ve tahkir celb edecektir. Esfel-i sâfilîne sukut derecesinde nazarlarında alçak görünecektir.

İşte, aynen bu misal gibi, âlem-i İslâm ve Asya, muazzam bir camidir. Ve içinde ehl-i iman ve ehl-i hakikat, o camideki muhterem cemaattir. O haylâz çocuklar ise, çocuk akıllı dalkavuklardır. O serseri ahlâksızlar, frenkmeşrep, milliyetsiz, dinsiz heriflerdir. Ecnebî seyircileri ise, ecnebîlerin naşir-i efkârı olan gazetecilerdir. Herbir Müslüman, hususan ehl-i fazl ve kemal ise, bu camide, derecesine göre bir mevkii olur, görünür, nazar-ı dikkat ona çevrilir.

Eğer İslâmiyetin bir sırr-ı esası olan ihlâs ve rıza-yı İlâhî cihetinde, Kur’ân-ı Hakîmin ders verdiği ahkâm ve hakaik-i kudsiyeye dair harekât ve a’mâl ondan sudur etse, lisan-ı hali mânen âyât-ı Kur’âniyeyi okusa, o vakit mânen âlem-i İslâmın herbir ferdinin vird-i zebânı olan [SUP][SUP]1[/SUP] [/SUP] اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ duasında dahil olup hissedar olur ve umumu ile uhuvvetkârâne alâkadar olur. Yalnız, hayvânât-ı muzırra nev’inden bazı ehl-i dalâletin ve sakallı çocuklar hükmündeki bazı ahmakların nazarlarında kıymeti görünmez.

Eğer o adam, medar-ı şeref tanıdığı bütün ecdadını ve medar-ı iftihar bildiği bütün geçmişlerini ve ruhen nokta-i istinad telâkki ettiği Selef-i Sâlihînin cadde i nuranîlerini terk edip, heveskârâne, hevâperestâne, riyâkârâne, şöhretperverâne, bid’akârâne işlerde ve harekâtta bulunsa, mânen bütün ehl-i hakikat ve ehl-i imanın nazarında en alçak mevkie düşer.

[SUP][SUP]2[/SUP] [/SUP]اِتَّقُوا فِرَاسَةَ الْمُؤْمِنِ فَاِنَّهُ يَنْظُرُ بِنُورِ اللهِ sırrına göre, ehl-i iman ne kadar âmi ve cahil de olsa, aklı derk etmediği halde, kalbi öyle hodfuruş adamları soğuk görür, mânen nefret eder.


[SUP]1[/SUP] : Allahım, erkek, kadın bütün mü’minleri mağfiret et.
[SUP]2[/SUP] : “Mü’minin ferasetinden sakının; çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.” Tirmizî, Tefsiru Sûre 15:6; Ebû Nuaym, Hılyetü’l-Evliyâ, 4:94; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 10:268; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:42.

 

Muvahhid1

Well-known member
[BILGI]Ecnebîlerin tâğutlarıyla ve fünun-u tabiiyeleriyle dalâlete gidenlere ve
onları körü körüne taklit edip ittibâ edenlere binler nefrin ve teessüfler! lem'alar
[/BILGI]
 

Muvahhid1

Well-known member
[BILGI]
O zaman, o seyahat-i ruhiyede, mehâsin-i medeniyet ve fünun-u nâfiadan başka olan mâlâyâni ve muzır felsefeyi ve muzır ve sefih medeniyeti elinde tutan Avrupa’nın şahs-ı mânevîsine karşı demiştim:

Bil, ey ikinci Avrupa! Sen sağ elinle sakîm ve dalâletli bir felsefeyi ve sol elinle sefihve muzır bir medeniyeti tutup dâvâ edersin ki, “Beşerin saadeti bu ikisiyledir.” Senin bu iki elin kırılsın ve şu iki pis hediyen senin başını yesin ve yiyecek!

Ey küfür ve küfrânı dağıtıp neşreden bedbaht ruh! Acaba, hem ruhunda, hem vicdanında, hem aklında, hem kalbinde dehşetli musibetlerle musibetzede olmuş ve azaba düşmüş bir adamın, cismiyle zâhirî bir surette, aldatıcı bir ziynet ve servet içinde bulunmasıyla saadeti mümkün olabilir mi? Ona mesut denilebilir mi?

Âyâ, görmüyor musun ki, bir adamın cüz’î bir emirden meyus olması ve vehmî bir emelden ümidi kesilmesi ve ehemmiyetsiz bir işten inkisar-ı hayale uğraması sebebiyle, tatlı hayaller ona acılaşıyor, şirin vaziyetler onu tazip ediyor, dünya ona dar geliyor, zindan oluyor. Halbuki, senin şeâmetinle kalbinin en derin köşelerinde ve ruhunun tâ esasında dalâlet darbesini yiyen ve o dalâlet cihetiyle bütün emelleri inkıtaa uğrayan ve bütün elemleri ondan neş’et eden bir biçare insana hangi saadeti temin ediyorsun?

Acaba, zâil, yalancı bir cennette cismi bulunan ve kalbi, ruhu cehennemde azap çeken bir insana mesut denilebilir mi? İşte, sen biçare beşeri böyle baştan çıkardın; yalancı bir cennet içinde cehennemî bir azap çektiriyorsun. Lem'alar

[/BILGI]
 

teblið

Vefasýz
Noel tehlikesi, milletimizi saran bir beladır. şimdiden her yerde standlar kuruldu hediyeler, promosyonlar, indirimler düzenlendi.

bürtün bunlar islamda hiç bir yeri olmayan noel kutlaması için yapılıyor. islamda böyle bir gün, böyle bir gece, böyle bir kutlama yoktur. bizim içimize kendi kültürleriyle girdiler,kendi adetlerini ve göreneklerini içimize sokarak bize kendi günümüzü ve gecemizi unutturdular. her şeyi bunlara göre düzenlediler onlar sizin kadir gecemizi mi kutluyor, onlar sizin bayramınızı mı kutluyor ?

Peki bu acizliğimiz niye ????
 
Üst