Hadis Sohbetleri 82-Sevgi ve Buğzda Ölçü

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
.







besmele-arapca1.jpg



Selamünaleyküm Degerli Kardeslerim;

avatar.jpg


Bu haftaki Hadis Sohbetleri dersimiz basladi.

avatar.jpg

Buyrun beraber mütaala edelim anladiklarimizi paylasalim insallah..







Hadis Sohbetleri 82-Sevgi ve Buğzda Ölçü






[BILGI]
Ebu Hureyre Hazretleri, Peygamber Efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Sevdiğin kişiyi ölçülü sev!Yoksa, bir gün gelir o insan gözünde sevimsizleşir de önceki aşırı muhabbetinden dolayı elemin iyice ziyadeleşir.Kızdığın kimseye karşı da ölçülü ol ve nefret hissinin önünü kes! Aksi halde, gün döner de o şahıs dostun oluverirse evvelki öfkeli tavırlarının mahcubiyeti seni çok üzer.”(Tirmizi, Birr, 59)[/BILGI]

 
Son düzenleme:

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Sevgi ve Buğzda Ölçü

Hayatın her alanını ümmetine talim edip öğretme vazifesiyle gönderilen ve bunu Kur’an’ın şehadetiyle bihakkın yerine getiren Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) dostluk ve insanlarla sosyal münasebetlerimiz adına da biz ümmetine en güzel ölçüleri bildirmiştir. (O’nun ümmeti kıldığı için Allah’a sonsuz hamdolsun.)


Hadis-i şerife göre dost ve yakınlarımıza karşı olan sevgimizin dahi dengeli ve Allah rızası için olması hatırlatılmaktadır. Yoksa ölçüsüz ve nefis adına olan sevgi daimi ve kalıcı olmayacağı gibi böyle bir sevgi sebebiyle insan farklı imtihan ve musibetlere maruz kalabilecektir. Hatta bu kimse, ölçüsüz ve nefsi hesabına sevdiği kimseler elinden tokat yiyip tarifsiz acılar çekebilecektir. Bunun üstüne bir gün gelip, sevdiği bu insanlar, kızdığı kimseler olursa acısı hepten katlanacaktır.

Meselenin diğer yüzünde ise bir mü’minin kızması dahi Allah rızası için olmalıdır. Böyle muvakkat bir kızma hak hesabına ve yanlış içinde olan kimsenin hatasını önlemeye matuftur. Nefis hesabına ve dengesiz değildir. Nitekim bir gün gelip de kızılan kimse, sevilen birisi oluverirse, önceki kızma sebebiyle mahcup olunmayacaktır. Çünkü alınan tavır şahıslara değil, onların hatalı tavırlarına karşıdır ve onu bu yanlıştan kurtarmak içindir.


Netice olarak bir mü’minin sevmesi ve kızması Allah rızası içindir, dengeli ve ölçülüdür. Sevdiği insanları Allah’tan ötürü sever, onlarla birlikte hep beraber cennet ve Cemalullah’a kavuşmak ister. Kızdığı kimselere Allah hesabına kızar, onların cehenneme yuvarlanıp gitmesini istemediği için hatalarına karşı onları uyarır. Onlar yanlışlarından vazgeçinceye kadar hak hesabına onlara karşı tavır alır ve onların da cennetlik olması için çırpınır, bu uğurda meşru olan her türlü vesileyi değerlendirir.

Efendimiz (sallallahü aleyhi vesellem)’in hayatına bakıldığında onun sevmesi ve kızmasının Allah rızası için olduğu görülecektir. Nitekim Allah Rasulü’nü sevenler, O ruhunun ufkuna yürüyünceye kadar O’na olan sevgileri daha da artmıştır. Başta Allah Rasulü’ne düşman olan kimseler ise, O’nun yüce ahlakını görünce O’nu her şeyden çok sever olmuşlardır.

Allah (celle celâluhû), bizleri rızası uğrunda yaşayan ve cennette Rasulullah (aleyhissatü vesselam) ile beraber olan kullarından eylesin. Amin.alinti.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
SEVGİDE VE BUĞZDA ÖLÇÜ





Sevgi, kendisinde fayda umduğu şeye insan tabiatının meyl etmesidir. Sevginin kaynağı ya "Nefs" veya "Ruh" tur. Nefsânî sevgiler arttıkça cünûn'a, ruhânî muhabbetler çoğaldıkça fünûn'a sebep olur. Ruhun meyli aşk derecesine ulaşırsa utanmayı ve ahlâkî kemâli artırır. Nefsâni sevgi çoğaldıkça utanmayı aşındırır. "Ben ar namus şişesini taşa çaldım kime ne!" diyen kimsenin ölçüsüzlüğü, nefse dayalı sevgi-nin aşırılığından kaynaklanmaktadır.


Muhabbet hususunda aranacak ölçü, sevgiyi dinî çerçevenin dışına taşımamaktır. Bir kimsenin aşırı bir nefsânî sevgiye kapılması, aklı çalışmaz, gözü görmez, kulağı işitmez hale getirir. Ölçüsüz sevginin bu gibi zararları olduğundan dolayı kâinatın yegâne efendisi bulunan Peygamberimiz, "Hevâ (ve heveslere kapılmak) dan sakının.

Zira (aşın) sevgi (sahibini) sağırlaştırır ve körleştirir" (1) hadisi ile bizleri uyarmaktadır.

Bir kimse, aşırı muhabbetle bağlandığı şahsi tenkit edemez ve iğri hareketlerinde bile onun taklitçisi haline gelir. Zira "Kul sevdiği ile bera-berdir" (2). Akılların muallimi ve hak yolunun rehberi bulunan Hz. Mu-hammed (s.a.v.), "Sevdiğini orta yollu sev. Bir gün düşmanın olabilir. Düşmanına da orta yollu buğz et. Umulur ki bir gün dostun olabilir" (3) buyurmuştur.


Ölçüsüz ve aşırı bir sevgiyle kendisine bağlandığımız kimse, bize düşman olduğu zaman, birçok sırlarımızı halkın arasında yayar ve insanların arasına çıkamaz hale getirir. Aşırı düşmanlıkla gücendirdiğmiz kimse, bir gün dostumuz olursa, geçmişteki kinci hareketlerimiz den dolayı eski sevgisini devam ettiremez.

Sevdiğimiz kimseleri devamlı ve daha fazla sevebilmek için "Sey­rek ziyaret et sevgin artar" (4) tavsiyesini hatırdan çıkarmamalı, "Hakkın rızası için halka muhabbet" ölçüsünü unutmamalı; Allah ve Resûlünden başkasını, mutlak bir sevgiyle değil, izâfî bir muhabbetle sevmelidir. Tek bir cümle ile ifade etmek gerekirse, Allah'ı seveni ve onun gösterdiği yolda yürüyeni, aşırılığa kaçmayan bir muhabbetle sevmelidir.


(1) Feyzü'l-Kadir, c. 3, sh. 126.
(2) Feyzü'i-Kadir, c, 4, sh. 374.
(3) et-Tâc, c. 5, sh. 77,
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hakiki bir müminin buğzu, nefreti ve öfkesi de, hiç şüphesiz Allah içindir. Ölçüsü, onun rızasıdır, aykırı bir harekette bulunmaz. Ama Allahın rızasını gözetmeyen insanların kriteri ise, daima kendi menfaatleridir. Dolayısıyla menfaat ve çıkarlarıyla uyuşmadığı zaman, herkesten, bahusus müminlerden nefret ederler. Bu hususta Kuran-ı Kerim müminleri şöyle ikaz etmektedir:

Ey iman edenler! Kendi (din kardeş)lerinizden başkasını (dost ve) sırdaş edinmeyin. (Çünkü) onlar, size şer ve fesat yapmakta hiç kusur etmezler; size sıkıntı verecek şeyleri arzu ederler. Muhakkak ki, onların (kin ve) buğzları ağızlarından (taşıp) meydana vurmuştur. Göğüslerinde gizlemekte oldukları (düşmanlık) ise, daha büyüktür. (S. Al-i İmran, 118)

Yine Cenab-ı Hakk, onların müminlere karşı nefretle dolu oluşlarına mukabil,
Biz onların arasına kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve kin bıraktık. (S. Maide, 64) beyanı ile kendi aralarındaki dostluk ve beraberliği içlerinden çekip almıştır.

Demek ki, müminler arasında buğzun yeri yoktur. Sevgide olduğu gibi, buğz da yalnızca Allah için yapılmalı ve ölçüyü kaçırmamaya azami dikkat gösterilmelidir. Bu husustaki ölçü ise, bir hadis-i şerifte şöyle bildirilmektedir:

Sevdiğin kimseyi ifrata kaçmadan bir ölçü dairesinde, kararınca sev; çünkü günün birinde, sevmediğin biri olabilir. Sevmediğin bir kimseye de, buğzetmek ve onun aleyhinde bulunmakta itidali elden bırakma. Zira bu kimse, bir gün senin (canciğer) dostun olabilir. (Tirmizi, Muhtarul-Ehadis, H. no: 45)

İşte muvazene altına alınmış sevgi ve buğz, Allahın rızası istikametinde yapılabilirse, dünyada huzur getirmesinin yanında, uhrevi neticeleriyle de insanın ebedi kurtuluşuna vesile olabilir. Zira Kişi, sevdiği ile beraberdir. (Hadis-i Şerif, Tirmizi)
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
ÜÇÜNCÜ MESELE: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hilkaten en mutedil bir vaziyette ve en mükemmel bir surette halk edildiğinden, harekât ve sekenâtı itidal ve istikamet üzerine gitmiştir.1 Siyer-i Seniyyesi kat’î bir surette gösterir ki, her hareketinde istikamet ve itidal üzere gitmiş, ifrat ve tefritten içtinap etmiştir.

Evet, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm 2 فَاسْتَقِمْ كَمَاۤ اُمِرْتَ emrini tamamıyla imtisal ettiği için, bütün ef’al ve akval ve ahvâlinde istikamet, kat’î birsurette görünüyor.

Meselâ kuvve-i akliyenin fesat ve zulmeti hükmündeki ifrat vetefriti olan gabâvet ve cerbezeden müberrâ olarak, hadd-i vasat ve medar-ı istikametolan hikmet noktasında kuvve-i akliyesi daima hareket ettiği gibi; kuvve-i gadabiyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan korkaklık ve tehevvürden münezzeh olarak, kuvve-i gadabiyenin medar-ı istikameti ve hadd-i vasatı olan şecaat‑i kudsiye ile kuvve-i gadabiyesi hareket etmekle beraber; kuvve-i şeheviyenin fesadı ve ifrat vetefriti olan humud ve fücurdan musaffâ olarak, o kuvvenin medar-ı istikameti olaniffette, kuvve-i şeheviyesi daima iffeti, âzamî mâsumiyet derecesinde rehber ittihazetmiştir. Ve hâkezâ, bütün Sünen-i Seniyyesinde, ahvâl-i fıtriyesinde ve ahkâm-ı şer’iyesinde hadd-i istikameti ihtiyar edip, zulüm ve zulümat olan ifrat ve tefritten,israf ve tebzirden içtinap etmiştir. Hattâ tekellümünde ve ekl ve şürbünde iktisadı rehber ve israftan kat’iyen içtinap etmiştir.

Bu hakikatin tafsilâtına dair binler cilt kitap telif edilmiştir. El-ârifü tekfîhi’l-işâre 3 sırrınca, bu denizden bu katre ile iktifâedip, kıssayı kısa keseriz.




اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى جَامِعِ مَكَارِمِ اْلاَخْلاَقِ وَمَظْهَرِ سِرِّ «وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظِيمٍ» اَلَّذِى قَالَ: «مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ مِائَةِ شَهِيدٍ». 4وَقَالُوا الْحَمْدُ ِللهِ الَّذِى هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِىَ لَوْلاَ اَنْ هَدٰينَا اللهُ لَقَدْ جَاۤءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ 5سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ 6





Dipnot-1 bk. Müsned: 6:68, 155; et-Tayâlisî, el-Müsned: s.49; Ebû Ya’lâ, el-Müsned: 4:478; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr: 10:314.
Dipnot-2 “Emrolunduğun gibi dos doğru ol.” Hûd Sûresi, 11:112.
Dipnot-3 Arif olana bir işaret yeter.
Dipnot-4 Allahım! “Şüphesiz sen pek büyük bir ahlâk üzeresin” sırrına mazhar olarak enüstün meziyetleri kendisinde toplayan ve “Ümmetimin fesadı zamanında benim sünnetime yapışana yüz şehid ecri vardır” buyuran zâta salât et.
Dipnot-5 “Dediler: Bizi buna eriştiren Allah’a hamd olsun; yoksa Allah hidayet etmeseydi, biz kendiliğimizden buna erişemezdik. Gerçekten Rabbimizin peygamberleri bize hakkı getirdiler.” A’râf Sûresi, 7:43.
Dipnot-6 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti her şeyi kuşatan Sensin.” Bakara Sûresi, 2:32.


Lem'alar ( 61 )
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
ALLAH İÇİN SEVMEK VE BUĞZ ETMEK NEDİR?



1- ALLAH İÇİN SEVMEK VE BUĞZ ETMEK NEDİR?




Hubb; dostluk ve sevgi, buğz ise bunun zıddıdır. Kişi, bir kimseyi, ya malı, ya güzelliği, ya asaleti, ya soyu, ya şahsi bir menfaati, ya dünyevi bir isteği veya geçici bir değer için sever. Bütün bunlar, sevgi ve nefret sebeplerini sınırlandıran bir din olan İslam’da istenilmeyen şeylerdir. Bu yüzden Müslüman, bir kimseyi ancak hak dine mensup olduğu için sever, veya batıl bir dine mensup olduğu için buğz (nefret) eder. Efendimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;

Şu üç şey kimde bulunursa, imanın tadını alır; Allah’ı ve Rasulünü, bu ikisi (Allah ve Rasulü) dışında her şeyden daha fazla sevmek, bir kimseyi yalnızca Allah için sevmek ve ateşe atılmaktan tiksindiği gibi küfre düşmekten tiksinmek.” [1]


Bunun için Müslüman, peygamberleri, velileri, sıddıkları, şehitleri ve Salihleri sever. Zira onlar, Allah’ın sevdiklerini yapmışlar ve bu sebeple Allah için sevilmişlerdir. Bu da sevileni (Allah’ı) sevmenin kemalindendir. Kafirleri, münafıkları, bidat ve isyan ehlini ise sevmez, nefret eder. Zira onlar Allah’ın sevmediği şeyler yapmışlar ve onlara Allah için buğz edilmiştir. Kim böyle yaparsa Allah için sevmiş ve Allah için buğz etmiştir. Allah ona yeter ve O ne güzel Vekildir. Bil ki, Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek, birkaç açıdan “Vela (mü’minlere dostluk) ve bera (müşriklerden uzaklaşmak)” ile farklıdır;1- Vela(dostluk) ve Bera(uzaklaşma) temeldir, sevgi ve buğz ise bunları kemale erdirici hasletlerdir.2- Sevgi ve buğz, “vela ve bera”nın gereklerindendir. Ama vela ve bera, sevgi ve buğzun gereklerinden değildir.



2- NİÇİN YALNIZ ALLAH İÇİN SEVİLİR VE BUĞZEDİLİR?

1-2- Allah’ın sevdiklerini sevmek, kulun Rabbini ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i sevmesinin kemalindendir. Böylelikle bir kimseyi başka bir şey için değil, yalnız Allah için sever. Kim peygamberleri ve Salihleri, başka bir şey için değil, sırf Hakk’ın sevdiklerini uyguladıkları için severse, onları başkası için değil, Allah için sevmiş olur. İnsanların çoğu, dost ve yardımcı olarak yalnız Allah’tan razı olmuyor, bilakis O’nun dışında dostlar ediniyorlar, onları, kendilerini Allah’a yaklaştıracak zannıyla, Allah’ı sever gibi seviyorlar. Şayet onların yakınlığı, özel otoritesine yakınlığı gibi tutuluyorsa, bu şirkin ta kendisidir. Şüphesiz halis tevhid; Allah dışında dostlar edinilmesini kabul etmez. Kur’an ve Sünnet, müşriklerin O’nun dışında dostlar edinmelerini çokça anlatmaktadır.

Bu, peygamberlerine, rasullerine ve mü’min kullarına dostluk ve onları Allah için sevmek değildir. Allah’ın dostlarına dost olmak, bir renk, O’nun dışında dost edinmek başka bir renktir. Bu ikisi arasındaki farkları ayırt etmemiş olanın, tevhidi yeniden öğrenmesi gerekir. Zira şüphesiz bu makam tevhidin kökü ve İslam çarkının eksenidir. 2-2- Şüphesiz Allah Sübhanehu ve Teala, rahmetiyle mü’minlerin kalplerini kendisine itaat üzere toplamış, kendi yolu üzerinde aralarını birleştirmiştir. Bu nimete, Allah için severek ve O’nun sağlam ipine sarılınarak, şükredilmesine layıktır.

Allah Teala buyuruyor ki; “Eğer sana hile yapmak isterlerse, muhakkak ki sana Allah yeter. Seni yardımıyla ve müminlerle güçlendirecek olan O'dur. Müminlerin kalplerini birbirlerine O ısındırdı. Yoksa yeryüzünde ne varsa sen hepsini harcasaydın yine de onların kalplerini (böylesine) ısındıramazdın. Lâkin Allah, kalplerini kaynaştırdı. Muhakkak ki, O Azizdir, Hakimdir. Ey Peygamber! Sana da, arkandan gelen müminlere de Allah yeter.”(Enfal 62-64)


Nitekim yalnız Allah’ın güç yetirebileceği mucize, ancak bu akide ile gerçekleşmiştir. Bu birbirinden nefret eden kalpler, inatçı tabiatlar, bu sıkı, birbirine uyumlu, birbirini seven, birbirlerine ülfet eden kardeşlik taifesine dönüşmüştür. Bunun benzerini tarih tanımamıştır ve yeryüzü bunun benzerini de tanımayacaktır. Şüphesiz bu akide gerçekten harikadır. Zira kalplerin karıştığı anda mizacı; sevgiye, ülfete, kalplerin dostluğuna, sertleşip ölmüşken, yumuşaklığa, kapalılığı inceliğe, kurumuşken hassaslığa, aralarında bağlılığa, sağlam, derin arkadaşlığa, bir bakışla ve bir dokunuşla, bir kalp ürpermesiyle gerçek şefkate, tanışmaya, dostluğa, yardımlaşmaya, hoş görüye ve yumuşaklığa dönüşmüştür. Bunun sırrını ancak rahmetiyle bu kalpleri birleştiren bilir ve onun zevkini ancak bu kalpler tadar.

Bu Rabbani akide, insanlığa Allah için sevme nidasıyla seslenmeye devam edecektir. Ona icabet edildiğinde ilhamıyla, sırrını Allah’tan başkasının bilmediği ve ona Allah’tan başkasının güç yetiremeyeceği mucize ortaya çıkacaktır.

Allah Azze ve Celle Buyuruyor ki; “Hep birlikte Allah'ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O'nun (bu) nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz.”(Al-i İmran 103)

Allah Sübhanehu, iki esas zikretmiştir; Birincisi; İslam, İkincisi; Allah için, Allah yolunda, Allah’ın yolunu tahkik için kardeşlik. Öyleyse, kardeşlik; takvadan ve İslam’dan kaynaklanan ilk temeldir. Onun esası da, başka bir düşünce, başka bir hedef veya pek çok çeşitli vesilelerden biri için değil,

Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak için bir araya gelmektir. Birbirinden nefret eden bu kalpleri yalnızca İslam bir araya getirmiş, yalnızca Allah’ın ipine toptan sarılmışlar, Allah’ın nimetiyle kardeşler haline gelmişlerdir. Aksi halde kalplerin yalnız Allah için sevgide birleşmesi, bütün tarihi kinlerin, kalbi kızgınlıkların, şahsi hırsların ve cahiliye unsurlarının sancaklarının kaybolması, yücelik sahibi Hakkın büyük sancağı altında saf oluşturmaları, Allah’ın canlandırmasıyla birbirlerine muhabbet eden bir kavmin görülmesi, aralarında bir akrabalık olmamasına veya aralarında bir ticaret olmamasına rağmen birbirlerine mal bağışlamaları mümkün değildi. Böylece zaman, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, meylettiren mücerred kelimeler veya ferdi çalışmalardan örneği olmayan, kalpleri birleştiren sabit esaslar üzere; Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek hasletleri üzerine bina ettiği Rabbani ümmete, büyük dirilişe şahit oluyordu. 3-2-


Şüphesiz Allah Subhanehu’nun dini, tek başına ayakları sabitleştirecek, kalpleri bağlayacak ve tevhid kelimesinde toplayacak güce sahiptir. Zira onun yolu, kelimenin tevhididir. Geçici uzaklaşmalar, şahsi hırslar, dünyevi çıkarlar ve dünyevi kıymetlere gelince; şüphesiz bunlar bir araya gelmeye engeldir, ihtilaflar çıkmasına, ayrılığa, uyumsuzluğa sebep olur.

Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; “İşte benim doğru yolum budur; ona uyun. Sizi O'nun yolundan ayıracak başka yollara uymayın. (Azabından) korunmanız için Allah size böyle tavsiye etmiştir.”(En’am 153) İşte o, Allah’ın sıratı ve yoludur…onun dışında apaçık yoldan ayrılmayı, bölünmeyi seçmişlerin yolları vardır. İşte o, sakınsınlar diye insanlara Rabbani tavsiyedir. Bu sakındırma; kalplerle apaçık yola yönelmeleri, aralarında sevgi, birlik ve dostluk bağlarıyla bağlanmaları, dostluğu düşmanlığa, sevgiyi nefrete dönüştürmemeleri içindir.

Allah Teala buyuruyor ki; “O gün Allah'tan korkanlar hariç dost olanlar birbirlerine düşmandırlar.”(Zuhruf 67)

Evet, şüphesiz düşmanların dostlukları, şer üzerine toplanmış bulundukları dünyevi sevgiden kaynaklanıyor, birbirlerini sapıklığa sürüklüyorlardı. O günde ise birbirlerini kınayacaklar, birbirlerinin sapıklığına uydukları için kötü neticeyi, yine birbirlerine ısmarlayacaklardır. Birbirlerini seven kimseler iken, kurtulmak için birbirlerine söven düşmanlara dönüşeceklerdir. İşte o gün, sevgiyi layığı olmayan yere koyan zalim, kendi eliyle hasret, pişmanlık, esef yiyecektir. Ama o gün; pişmanlık için artık çok geç…


“O gün zalim kimse ellerini ısıracak: "Eyvah!" diyecek, "keşke Peygamberin yanında bir yol tutsaydım!" "Eyvah!" diyecek, "keşke falancayı dost edinmeseydim.Çünkü zikir (Kur'ân) bana gelmişken o, hakikaten beni ondan saptırdı. Şeytan insanı (uçuruma sürükleyip sonra) yapayalnız ve yardımcısız bırakmaktadır.”(Furkan 27-29)

Bütün dostlar, yanındakileri susturacak, sesini hüsran ile yükseltip, üzüntüsünden uzaklaşmaya çalışacak fakat kimse ona cevap vermeyecektir. Bütün sevdikleri, yakın dostları ondan ayrılmış, o da pişmanlık ve üzüntüden elini ısırmaya başlamıştır…ısırmak için bir eli de yetmez, bir o elini, bir bu elini, yada pişmanlığının şiddetinden dolayı her ikisini birden ısırır. Dostları, düşmanlıklarıyla ve kederleriyle meşguldürler. Güven, itminan ve huzur ile çırpınanlar ise; Allah için birbirlerini sevenler, Allah’ın celali için birbirini ziyaret edenler ve Allah’ın celali için birbirlerine nasihat edenlerdir.


“Allah, takva sahiplerine şöyle nida eder: "Ey âyetlerimize imân edip Müslüman olan kullarım! Bugün size hiçbir korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz.”(Zuhruf 68-69)


Allah’ım! Kalplerimizi Senin yolunda birleştir. Bizleri sevdiklerinden ve Senin sevdiklerini sevenlerden kıl! Biliyoruz ki kişi, sevdiği kimseler ile beraber haşir olunacaktır. Enes Bin Malik r.a. rivayet ediyor; “Birisi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e; “Kıyamet ne zaman?” diye sordu. Buyurdu ki; “Onun için ne hazırladın?” dedi ki; “Onun için çok namazım, orucum ve sadakam yoktur. Lakin ben Allah’ı ve Rasulünü seviyorum” bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Sen sevdiğiyle berabersin.” [2]


3- YOLUN ÖZELLİKLERİ

Bil ki ey hidayet kardeşi! Allah, izniyle seni hakka irşad etsin. Zira O, dilediğini dosdoğru yoluna hidayet edendir. Allah için sevmenin ve buğz etmenin kaidesi; bunu, O’na ortak koşmadan, yalnız O’na has kılmaktır. Dostluğu; mü’min kul için yalnız iman sıfatını taşıması sebebiyle sınırlamaktır. Gerçekten Allah’a kul olan, Allah’ın ve Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in razı olduğundan razı olur ve Allah ile Rasulü’nün öfkelendiği şeylere öfkelenir. Allah’ın sevdiklerini önemser ve Allah’ın nefret ettiklerinden uzaklaşır. Allah’ın dostlarıyla dost olur ve Allah’ın düşmanlarına düşman olur. Bunlar kalbini imanla doldurur ve onda bir halavet, yumuşaklık ve hassaslık hisseder. İslam yolunun yayılması için verimsizliğe veya geri dönüşe ne mecal, ne de fırsat vardır. Mesele, samimiyettedir ki, o da akidedir. Onun verimsizliği; Allah’a, Rasulüne ve müminlere dostluk için, Allah Azze ve Celle’nin yoluna katılmak, sonra da ondan ayrılmaktır.

Allah Teala buyuruyor ki; “Yoksa siz hep kendi halinize terk olunacağınızı mı sandınız? Allah'ın, içinizden cihad edenleri ve Allah'tan, Resulü'nden, müminlerden başka kimseye sığınmayan ve başkaca sığınacak bir yer aramayanları görmediğini mi (zannediyorsunuz)? Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”(Tevbe 16)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Şu yedi kişi, Allah’ın gölgesinden başka gölge olmayan günde, Allah’ın gölgesinde olacaktır; adil yönetici, Rabbine ibadete genç yaşta başlayan kişi, kalbi mescitlere bağlı kişi, birbirini Allah için seven ve Allah için bir araya gelip ayrılan iki kişi, zenginlik ve güzellik sahibi bir kadının teklifini; “Ben Allah’tan korkarım” diyerek geri çeviren kişi, sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek şekilde sadaka veren kişi ve tenhada Allah’ı zikredip gözleri dolan kişi.”[3]

Şüphesiz daima, Allah’ın koyduğu, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yaşantısıyla en güzel şekilde sunduğu örneği ölçü alarak, sahih İslam yolu üzerinde olmak gerekir. Kabileleri, şahısları, cemaatleri, grupları, mezhepleri, fırkaları, hükümetleri veya şubeleri örnek alarak değil! Bu ölçüden ayrılık ve sapmalar sebebiyle İslami hayata çatlaklar ve hastalıklar sızmakta veya bu ölçü, Müslüman kul eliyle sinsice değiştirilmektedir… bundan sonra kutsallık elbisesine büründürülmüş şahıslara sahte masumluk giydiriyorlar, onları kusursuz ve tenkid edilemez makamda tutuyorlar ve tasarruflarını ona bırakarak, işin başında, üzücü alay konusu olmaya tahammül etmek zorunda kalıyorlar. Hataları, en başında esasa aykırı düşmekle beraber, Allah’ın sevmediği ve razı olmadığı şeylerdir. Bu sebeplerle sahih İslam yolundan uzaklaşıyorlar.

Doğru İslami hedefler ve Rabbani değerler için hizmet çalışmalarının başlayacağı bu noktadan itibaren düşüş dönemi başlıyor. O zaman yazılı eserleri olana kadar hükümler şahıslara ayrıntılı şekilde açıklanmaya başlar ve güçlerini birleştirirler. Allah için sevip, Allah için nefret eden, Allah için verip, Allah için mani olan, Allah için bağlanan ve Allah için ayrılan kula, sahih İslam yolunun dostluk, sevgi ve nefret etme gereklerine davetten, “bu gereklere uyan şahıslar, işaretler, yaftalar, hizipler, fırkalar, cemaatler olmayacak” zannıyla fırkaya geri dönmesi, çabalarında tökezlemesi yakışmaz. Şüphesiz Müslümanların bağlarını birbirine bağlayan bu esas, tercihiyle olan işlerden değildir. Zira o ancak, Müslümanların bir araya gelme hareketini tashih ve Müslümanların hayatındaki beşeri kopuklukları kaldırmaktır. Alemlerin Rabbinin bizler için din olarak razı olduğu ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in açıklayarak tamamladığı İslam’ın gerektirdiklerinden biridir.



4-ALLAH İÇİN SEVME VE BUĞZ ETMENİN ÖNEMİ


Allah için sevmek ve buğz etmek, iman akdinde sağlam bir kulptur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “İmanın en sağlam kulpu Allah için sevmek ve Allah için nefret etmektir.”[4]



5-ALLAH İÇİN SEVMEYİ KUVVETLENDİREN SEBEPLER

1-5- Sevdiği kimseye Allah için sevdiğini bildirmek.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Biriniz bir kardeşini sevdiği zaman ona sevdiğini bildirsin.”[5]

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, bu beyanıyla kalıcı ülfetin meydana geleceğini ve sevginin artmaya devam edeceğini haber veriyor. Buyuruyor ki; “Biriniz bir kardeşini Allah için sevmişse, bunu ona bildirsin. Zira bu, ülfette kalıcılık ve sevgide sebattır.”[6]

El Begavi rahimehullah, Şerhus Sünne(13/67)’de der ki; “Bu hadisteki “sevgiyi bildirmenin” manası; sevgi ve ülfete teşviktir. Böylece onu haber verince, kalbine bununla yer edecek ve onun sevgisini çekecektir.”


2-5- Selamı yaymak;

Ey Allah’ın kulu! Bil ki, selam vahşeti izale eder ve dehşeti giderir. O zaman kalpler Allah için buluşur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. Dikkat edin! Sizlere uyguladığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz şeyi haber veriyorum; Aranızda selamı yayınız.”[7]


3-5- Hediyeleşmek.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Hediyeleşin, birbirinizi sevin.”[8]


4-5- Ziyaretleşmek.

Bil ki ey sevgili kardeş! Ziyareti çok yapmak usandırır, sürekli ziyarete devam etmek zayıflık getirir, sıklaştırıldığı ölçüde önem kaybettirir, dostluğu azaltır, kalpleri kasvetlendirir. Bunun için kardeşini ara sıra ziyaret et. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Seyrek ziyaretleşin ki, muhabbetiniz artsın.”[9]


5-5- Sevgi ve nefrette ölçülü olmak;

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurur ki; “Sevdiğin kimseyi ölçülü sev, zira bir gün ondan nefret edebilirsin. Nefret ettiğinde de ölçülü ol, zira bir gün onu sevebilirsin.”[10] Bu vasati artış, İslam’ın bütün davranışlarına, şuura, şefkatlere ve vicdana şamildir. Bunun için Ömer r.a. demiştir ki; “Ey Eslem! Sevginde kendini zorlama ve sevmediğinde aşırı gitme!” Eslem; “O nasıl olur?” deyince dedi ki; “Sevdiğin zaman; çocuğun sevdiği şey için kendini zora soktuğu gibi zorlama ve nefret ettiğin zaman arkadaşının helak olmasını istercesine nefret etme”[11]
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi


ALLAH İÇİN NEFRET VE
ALLAH İÇİN MUHABBETİN ÖLÇÜSÜ





Şeriatın tesbit ettiği ince bir husus vardır. Bu bize Rasûlullah tarafından açıklanmıştır...Allah için buğz etme; fâile değil, fiilinedir!..Diyelim ki Ahmed’den bir kötü fiil meydana geldi. Biz, Ahmed’in bu fiiline buğz edeceğiz, Ahmed’e değil!.Çünkü, “Ahmed” ismiyle işaret ettiğimiz varlık gerçekte Hakk’ın varlığıdır!.. ”Ahmed” ismiyle kastettiğimiz varlık, Allah isimlerinin bir terkib hâlinde, bir mahalde görülmesi hâlidir!..Biz Ahmed’e buğz ettiğimiz zaman, bu isimlerin mânâlarına, dolayısıyla da Hakk’a buğz etmiş ve Hakk’tan perdelenmiş oluruz!..Onun içindir ki, şeriat, “fiile buğz” esasını almıştır, fâile değil!..O fiile buğz edeceğiz!..

Niye?.. Çünkü o fiil neticede terkîbiyet kayıtlarını, birimsel düşünce kayıtlarını ve neticede cehennemi meydana getirir; fâilse Hakk’ın varlığıdır!..Fâil, hatalı fiilini kestiği anda, bir başka fiiliyle Hakk’kın Hakk’lığına müşâhede gereği olarak fâile sevgi duymamız sevgi ile yönelmemiz gerekir...

Demek ki Allah için nefret etmek dediğimiz olay, fiiledir, fâile değil!.. Çünkü fâil Hakk’ın kendisidir!..Biz yanlışlıkla, fiile fâili karıştırıp da, o fiilinden dolayı fâile buğz edersek, Hakk’a buğz etmiş; böylece de Hakk’tan perdelenmiş Hakk’tan uzaklaşmış, Hakk’tan gâfil olmuş oluruz!.. Bu da neticede bizim kendi cehennemimizi doğurur!..Demek ki fâile buğz ettiğimiz sürece, kendimizi cehenneme atıyoruz!... Fiile buğz edersek, işin hakkını veriyoruz.

Sevgi de böyledir!.. Sevdiğimiz Hakk olacak!.. Beşeri yapıdan-özellikten dolayı beşeri seviyoruz dersek, kendimizi gaflete atıyoruz, azâba atıyoruz!.Ama o kişiliğin ardındaki Hakk’ı müşâhede ederek seversek, sevgimiz yerini bulmuş olur!..

Nefretimiz fiile, sevgimiz Hakk’a olacak!..

O mahaldeki Hakk’ı seveceğiz!..Eğer o mahaldeki Hakk’ı müşâhede edemeyip, o mahalli, Hakk’tan ayrı olarak görüp de seversek; sevgiye ihânet etmemiz, Hakk’a ihânet etmemiz demek olur!..Hakk’tan gayrına tapınmamız olur!..“Ben karımı seviyorum, kızımı seviyorum, paramı, malımı, mülkümü seviyorum” dediğin anda, Hakk’a şirk koşmaktasın!.. Çünkü bu isimler altında gerçekte Hakk’tan gayrı bir şey yok!..Hakk’ı bildiğin halde bu isimleri düşünüp, onlara Hakk’tan ayrı bir varlık verip bu isimdekileri seviyorum dersen; yâni, sen bu isimlerdekileri Hakk’tan ayrı olarak seviyorsan, bu sende şirkten başka bir şey değildir..Öyle ise, her halùkârda Hakk’ı müşâhede edip; Hakk’ı seveceksin; buna karşı hangi fiilde terkibiyeti, tabiatı, alışkanlığı, şartlanmayı doğuruyorsa ondan nefret edeceksin.Kimde terkîbiyetten kopma, tabiatından geçme istikametinde bir fiil varsa, o fiile de sevgi göstereceksin..Sevgi ve nefretin; yâni Allah için buğz ve Allah için muhabbetin ölçüleri bunlar olacak..


alinti
 
Üst