Hadis Sohbetleri 81-Zalimin zulmü..

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
.







besmele-arapca1.jpg



Selamünaleyküm Degerli Kardeslerim;


avatar.jpg


Bu haftaki Hadis Sohbetleri dersimiz basladi.

avatar.jpg

Buyrun beraber mütaala edelim anladiklarimizi paylasalim insallah..






Hadis Sohbetleri 81-Zalimin zulmü..





Hz. Ebu Bekr (Radiyallahu Anh) dedi ki:


[BILGI]
– Ey insanlar! Siz "Ey iman edenler! Siz kendinize bakın! Doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar veremez." (Mâide, 105) âyetini okuyor, fakat yanlış yorumluyorsunuz.


Çünkü biz Allah Resûlü’nün şöyle buyurduğunu duyduk:


"İnsanlar zalimi görüp de onu zulümden uzaklaştırmazlarsa, Allah’ın, cezasının kapsamına onları da alması pek yakın olur."


(Ebû Dâvud ve Tirmizî)
[/BILGI]

 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Zalime Hasım, Mazluma Hısım Olabilmek


Haksıza ve haksızlığa karşı hakkın ve haklının yanında yer almak müslümanın olmazsa olmaz vasıfıdır. Konusu ne olursa olsun zalime destek olmak, zulmüne ortaklık etmek gerçek bir müslümanın, vicdan ve insaf sahibi bir insanın yapacağı bir iş değildir.

Yüce Mevlâ zulmün her çeşidini yasaklamış, zalimleri korkunç azap ve akıbetlerle tehdit etmiş, onların asla yâr ve yardımcıları olmayacağını belirtmiştir. “Ben zulmü kendi nefsime haram kıldım. Sizin aranızda da yasakladım” (Müslim, Birr 55) buyurmuş. Zulmün yerine adaleti ikame etmiştir. Zaten zulüm adeletin zıddıdır. Adil olmayan her davranış zalimane davranıştır. Mülkün temeli adalettir. Bu temeli dinamitleyen, mülkün zevaline sebep olan ise zülümdür. “Zülümle âbâd olanın, akibeti berbad olur” derler. “Zalimler asla felah bulmazlar.” (Enam, 21)


İmtihan dünyasında Allah zalimlere fırsat verir, herkes kendi karakterine uygun davranışlar sergiler, fakat sonunda dünyada da ahirette de iyi veya kötü şekilde amellerin karşılığı görülür. “Sakın zalimlerin yaptığından Allah’ı gafil sanma! O, sadece onları, gözlerin dehşetten donup kalacağı, bir noktaya dikilip bakacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim, 42) Yüce Mevlâ ihmal etmez imhal eder. “Hiç şüphesiz Allah zalime mühlet verir, yakalayınca da kaçmasına fırsat vermez.” (Müslim, Birr 61) Zalimden yana olmak, Allah’a karşı olmak demektir. Zalimi desteklemek şöyle dursun ona ve fiiline kalben destek olmak bile azap sebebidir. “Zalimlere en ufak meyil göstermeyin, yoksa size de ateş dokunur.” (Hûd, 113) “Biz sana, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği gibi hüküm vermen için hakikatin ifadesi olan bu vahyi indirdik. Sakın hainlere taraftar olma.” (Nisa, 105) “Bir kimse zalim olduğunu bildiği halde yardım maksadıyla zalimle birlikte adım atarsa İslamdan çıkmış olur.” (Keşfû’l-Hafâ, hadis no: 2627)


Pek çok âyet ve hadis-i şeriflerden de anlaşılacağı üzere zulme ve zalime destek çıkmak azap ve helâk sebebidir. Destek olmak bir tarafa zulüm ve zalimlere karşı cephe olup savaşmamak bile büyük suçtur. “Allah’a yemin ederim ki; ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zalimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teala kalblerinizi birbirine benzetir. Sonra da İsrailoğullarına lanet ettiği gibi size de lânet eder.” (Ebu Dâvud, Melâhim 17)


İslam’da cihadın gayesi zulmü ortadan kaldırmaktır. “Düşmanlık ancak zalimlere karşıdır.” (Bakara, 193) “Cihadın en faziletlisi zalim sultanın karşısında hakkı söylemektir.” (İbni Mace, Fiten 20)

Peygamberlerin mücadelesi daima zalimlere ve zorbalara karşı olmuştur. Firavunlar, Hâmanlar, Kârunlar, Nemrudlar, Ebû Leheb ve Ebû Cehiller zulüm cephesinin elebaşları, önderleri olarak hakkın ve haklıların karşısına dikilmişler, mazlumlara kan kusturmuşlar, alın teri, kan ve göz yaşı üzerine saltanat kurmaya çalışmışlardır. Buna mukabil bütün peygamberler mazlumların, ezilenlerin, değer verilmeyenlerin safında yer alarak hak ve adaletin zaferi için çalışmışlardır. Müstekbirler karşısında Mustazafların sığınağı olmuşlardır. Bilaller, Habbab b. Eretler, Suheybî Rûmîler, Selman-ı Farisîler gibi bilumum gariban Hz. Peygamberin himayesinde hayat bulmuşlar, nübüvvet limanına sığınmışlardır. Peygamberler tarihinin tamamı bir bakıma zalimlerle mazlumların mücadelesi tarihidir.
Peygamberlerin varisleri olan âlimlerin de mazlumların safında yer alarak hakkın ve haklının mücadelesini bayraklaştırmaları gerekir. Ebu Hanife gibi, Hasan Basrî gibi, İz b.Abdüsselam gibi, zalimlere boyun eğmeyen, hak ve adalet uğruna hapis başta olmak üzere her türlü işkenceyi göze alabilen âlimler var oldukça zalimler daima tedirgin olacaklar, zulme cesaret edemeyeceklerdir.


Yöneticilerin de daima zayıflardan yana olması gerekir. Hz. Ebu Bekir (ra) halife seçilince irad ettiği ilk hutbede şunları söylemişti “Ey ahali! İçinizde en layığı ben değilken üzerinize halife seçildim. İyi hareket edersem bana yardımcı olunuz. Fena harekette bulunursam beni doğrultunuz. Doğruluk güvenlik, yalancılık güvensizlik doğurur. Sizden kuvvetli olanlar, üzerinden başkasının hakkını alıncaya kadar benim yanımda zayıf sayılır. Her zayıf kişi de hakkını alıverinceye kadar benim yanımda kuvvetli sayılır.” Demek ki güçlü olmak haklı olmakla mümkündür. Zalim ne kadar güçlü olursa olsun başkasının hakkını yedikce zayıf sayılır. Arap şairi ne güzel söylemiş “Dağlara ve ovalara sığmayacak kadar ordusu olsa bile, zalim hiç bir zaman kendini güvende hissetmeyecektir.”


Zalimlerin gücü, etrafındaki yağcı ve yalaka gürûhundan, çıkar ortaklığı bulunanlardan ve kalabalıkların ürkeklik ve korkaklıklarından kaynaklanmaktadır. Zülme karşı yiğitce direnen az bir kadro yıkılmaz sanılan zulüm kalelerini yıkmışlardır. Çünkü zalimlerin güçleri emanet güçtür, menfaate dayalı destekler çekilince birden bire aciz ve zavallı duruma düşerler. Tarih böylelerine şahittir. Kendi hayatımız içinde de böylelerine biz de şahit olmuşuzdur.
Bütün mesele haklıların da en az haksızlar kadar cesur ve dirençli olmasıdır. Bu herşeyden önce iman, kendine ve davasına güven meselesidir. Muhammed İkbal ne güzel söylemiş “Topluma kafa tutan bu fakirin iki kelimelik silahı vardır. Lâ ilahe illallah.” Tevhidin bu parolası nice putları yıktı, nice zalimleri dize getirdi.


Milletimizin ve İslam âleminin yiğit ve soylu feryadı Mehmet Âkif’imiz de zulme karşı direnişin sembollerindendir.


“Zülmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam
Hele bak namına haksızlığa ölsem tapamam
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim çifte yerim
Adam aldırma geç git, diyemem, aldırırım
Çiğnerim, çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu
İrticaın şu sizin lehçede mânası bu mu?”


Gerçekte dindarlık haksızlığa karşı direnişin sembolü olması gerekirken bazı müslümanların sömürünün, emperyalizmin yanındaymış gibi gözükmesi veya gösterilmesi son derece tuhaf ve üzücüdür. Kur’anî tabirle değil de ekonomik anlamda sermaye ve burjuvazinin yanında olmak Sağcılık, emek ve proletaryanın yanında olmak Solculuk anlamına geldiği için bir zamanlar Lübnan’da savaşanlar, sağcı müslüman, solcu hristiyan gibi garip bir tasnife tabi tutuluyordu. Müslüman için ekonomik anlamda böyle bir tanımlama asla söz konusu olamaz. Uğur, bereket, kitabın sağ elden verilmesi anlamındaki sağcılığa amennâ. Fakat sömürü ve yağmanın yanında yer almak anlamındaki sağcılığa tövbe! Hâşa! “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen bir peygamberin ümmeti, sosyal ilişkilerdeki aksaklıklara karşı duyarsız kalıpda kendini iyi bir müslüman sayması mümkün değildir. Asıl olan solcu veya sağcı olmak değil, haktan ve haklıdan yana olmaktır. Genelde din, özelde İslam her türlü haksızlığa karşı isyandır. Sömürü ve zulme karşı çıkmayıp da acıları unutmak veya hafifletmek için dini, müsekkin ve uyuşturucu olarak kullanmak öncelikle İslama haksızlıktır. Dini, yapılan haksızlıkları meşru gösterme aracı olarak göstermekde ahlaksızlıktır. Zulme uğrayanların haklarını korumak için kurulan hılfu’l fudûl (Erdemliler Teşkilatı)’a peygamber olmadan üye olan ve yine üye olurum diyen bir Peygamberin müntesipleri zalimlerle asla bir safta yer almazlar. Dünyada zalimlerle aynı safta olanlar, zalimlerin yurdu olan cehennemde de beraber olurlar. Allah zalimlerle beraber etmesin. Amin.

(Kaynak: Altınoluk, Sayı: 305, Temmuz 2011, s. 24, Altınoluk Dergisi Arşiv)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
[BILGI]Bir de sakın zulmedenlere meyletmeyin, sempati duymayın. Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur; sonra yardım da göremezsiniz." (Hud, 11/113)

[/BILGI]

Bu ayet sadece zulmedenleri değil, zulme alet olanı, taraftar olanı hatta az bir meyil gösterenleri bile içine almaktadır. Çünkü, "küfre razı olmak küfür olduğu gibi, zulme razı olmak da zulümdür." Dalalete, yalana, günaha, harama taraftar olmak dalalettir, yalandır, günahtır, haramdır.
 

Livza

Well-known member
"KUR'AN"
Bilhassa çok tekrarla Zâlimler! Zâlimler!.. deyip tehditleri ve zulümlerinin cezası olan musibet-i semâviye ve arziyeyi şiddetle beyanı, bu asrın emsalsiz zulümlerine, kavm-i Ad ve Semûd ve Fir'avun un başlarına gelen azaplarla baktırıyor. Ve mazlum ehl-i imana, İbrahim ve Mûsâ Aleyhimesselâm gibi enbiyanın necatlarıyla tesellî veriyor.
Sözler
 

Livza

Well-known member


[BILGI]"Üçüncü sual: Bazı eşhâsın hatasından gelen bu musibet bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?

Elcevap: Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın o zalim eşhâsın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla mânen iştirak eder, musibet-i âmmeye sebebiyet verir."

On Dördüncü Söz'ün Zeyli[/BILGI]


Zulme ortak olmak zulmü bizzat işlemekle, katılmakla, yani zulme iltihak etmekle olmuyor. Zulme taraftarlık ve fiilen bir şekilde zulmün içinde yer almakta zulümdür. Mesela zulme iltihak etmek bizzat bir zulmü işlemektir. Müslümanların ibadetlerini yapmasına bizzat, birinci elden mani olmak gibi. Fiilen zulmü işlemek, bu kişilerin beslendiği kaynaklara destek vermektir denilebilir. Yayın organlarına destek verilmesi, alınıp satılması gibi. İltizamen ise fikren ve kalben zulmü yapanlara taraftar olmaktır. Elinden birşey gelmese de manen destek veriyor.

Biz müslümanlar herhalde en çok fiilen zulüm işliyoruz. Farkında olmadan hatta farkına varmak istemeden nefsimizin esiri olarak zulmü işleyenlerin neşriyatını yapıyoruz. Gazetelerini okuyoruz, tvlerini izliyoruz. Gıdalarda alternatif varsa da alternatiflere fazla yönelmiyoruz. Daha türkçesi uyumayı seviyoruz. Birisi bu gazeteyi neden alıyorsun ya da bu tv yi neden izliyorsun dese veyahut neden şu içecek varken illaki bunu tercih ediyorsun dese binbir bahane ile işin içinden çıkmayı tercih ediyoruz. Alışkanlıklarımızı değiştirmedikçe zulme taraftarlığımız hep devam ediyor ve edecek. Bir diziyi ne kadar beğeniyor olursak olalım, eğer o tv müslümanlar hakkında yalan yanlış, müslümanlardan ve islamdan insanları soğutacak içerikte haberler ve mesajlar veriyorsa, o diziyi izlemek zulme fiilen destek olmaktır. Zulme rıza zulümdür. Etraflıca düşünsek daha ne kadar zulme rıza gösteriyoruz, saymakla bitmez herhalde.

Agabeyin yazisi zulmu tam tarif ediyor.. Allah razi olsun..
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Zulüm; Anlam ve Mâhiyeti
Yeryüzündeki her çeşit zulme ve her tipteki zâlimlere karşı çıkmak, İslam Dini’nin en önemli emirlerinden biridir. İslam’ın hâkim olması için de tüm zâlimlere isyan edilmesi şarttır. Bunu gerçekleştirmek için, önce zulüm ve zâlim kavramlarının iyi bilinmesi gerekir.
“Zulüm” sözcüğünün mastarı olan ‘zulmet’, nûr’un (ışığın) olmama durumudur, yani karanlıktır. “Zulüm”, kavram olarak, karanlık, haksızlık, hakkı yerine koymama, baskı, şiddet, hak yeme, eziyet ve işkence demektir. Zulm’ün halk arasındaki en yaygın manası, haksızlık, baskı, işkence ve gaddarlıktır. Zulüm, bu anlamları kapsamakla beraber, Kur’an’da ve Islâm literatüründe daha geniş anlamlara gelmektedir.
Zulüm denilince çoğumuzun aklına sadece haksızlık, eziyet, işkence ve benzeri fizikî yaptırımlar gelir. Dinimizde ve dilimizde bu kelimenin esas anlamı: “Bir şeyi (veya bir hakkı) kendi yerinden başka bir yere koymaktır.” Yani, hak edenin hakkını vermemek, haksıza hak etmediği bir şeyi vermektir. Allah’ın koyduğu sınırı, haddi tecavüz etmek, tayin ettiği sınırın dışına taşmak zulümdür. Zulüm, hakkı terk etmek demektir. Bir şeyi, meşrû olan yerinden başka bir yere koymaktır. Zulüm, haktan sapma ve haddi aşma esasına dayanır.Yolun üzerinde dosdoğru gitmemek de zulümdür. İslamî ıstılahta; bir eşyayı veya olayı, şer’î hükmünden başka bir şekilde değerlendirmeye zulüm denir. Zulüm, başkasının mülkünde, onun izni olmaksızın tasarruf etmektir. Zulüm, yerli yerine koymamak, sapkınlıkta bulunmak, akıntısındaki hakkı saptırmak anlamlarına da gelir. Zulmün dayandığı temel, “nur” dan yoksun olmaktır. Aslında zulüm sözlükte, bir şeyi ait olduğu yerin dışında bir yere koymaktır. Yukarıda geçen anlamların hepsinde de bu tanımın işaretlerini görmek mümkündür.
Allah (c.c.) mutlak olan tek varlıktır. Varlığın ve ışığın kaynağıdır. Nûr bir anlamda varlığı, zulmet (karanlık) ise yokluğu temsil ederler. Nûr (ışık) görmeyi sağlar, yolları aydınlatır, eşyanın nasıl olduğunu anlamamızı temin eder. Karanlık ise bunun karşıtıdır. Karanlık (zulmet) hem yokluktur, hem korkudur. Zulmet insanların yollarını şaşırmalarına sebep olur, karanlıkta onlar ne yapacaklarını bilemezler, karanlık içinde sağa sola yalpa yapıp dururlar.
Allah (c.c.) insanları doğru yola (hidayete) sevketmek için gönderdiği Din’e, ‘Nûr’ (9/Tevbe, 32), bu Din’in kitabı olan Kur’an’a da yine ‘Nûr’ demektedir. (5/Mâide, 44-46) Böylece ‘nûr’ İslâm’ın sembolü, ‘zulmet’ ise İslâm’ın dışındaki inançların sembolüdür. Zulüm, yapısı gereği karanlıkları ifade eder. Bu karanlıklar, inkâr, şirk, isyan gibi şeyler olduğu gibi; haksızlık, işkence ve tecavüz de olabilir. Bunların her biri karanlık gibidir, hakkın yerine konulmamasıdır; aydınlık gibi insana rahatlık veren bir şey değildir. İnsanların uydurduğu dinler ise karanlıktır, tümüyle zulmet’tir. Bu dinleri icat edenler ve bu bâtıl dinlere uyanlar, devamlı karanlık içerisinde oldukları için, bocalar dururlar, yanlış yollarını bir türlü düzeltemezler.

Zulüm, böylesine karanlık olan yolu, gidişi, anlayışı benimsemektir. Allah’a ait ilâhlık hakkını başkasına vermektir. Haklının hakkını vermeyip, ona haksızlık yapmaktır. Sapıklığı, isyanı, nefse uyup da azmayı seçmektir. Eldeki servet ve iktidarla şımarıp insanlara baskı uygulamak, onların haklarına ve hürriyetlerine tecavüz etmektir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Zulmün Karşıtı Olarak Adâlet
Zulüm, hakkı yerli yerine koymamak, yer ve zaman, nitelik ve nicelik olarak yanlışlık yapmak ve sapkınlığa düşmek, az veya çok tecavüzde bulunmaktır. Bu anlamda zulmün karşıtı adalettir. Adalet: Bir işi yerli yerine (hakkı olan yere) koymak, her şeyi yerli yerinde yapmak hak sahibine hakkını vermek, hak ve hukuka uygunluk, doğru ve yerinde olmak anlamlarına gelir. İnsan-eşya ilişkilerini, insanların birbirleriyle olan münasebetlerini ve insanın devletle olan alâkasını, Allah’ın indirdiği hükümlere göre düzenlemeye adalet denir. Bu, bir anlamda Allah’ın emrini, emrettiği şekilde yerine getirmektir. Yine adâlet, zâlimlerin cezalandırılması, her ferdin lâyık olduğu mükâfatını veya cezasını almasıdır. Zulmün ve haddi aşmanın zıddıdır. Lügat olarak, hakkaniyet, doğruluk ve müsâvat gibi anlamlara gelir. Kötülükten arınmış vicdanın ifrat ve tefritten uzak olarak itidal çizgisinde gördüğü her çeşit meşrû (şer’î) hareket manasına da kullanılır. Allah’ın indirdikleriyle hükmedilen darü’l-İslam’a “darü’l-adl” de denilir. Çünkü İslâm dini, Allah’ın indirdiği ile hükmetmektir ki, esasen adalet budur. İmam Şâfii, er-Risale adlı kitabında “adalet, Allah’ın emrine uygun şekilde amelde bulunmaktır.” diye adaleti tanımlar.
Düzgün ve usûlüne uygun olmayan şey zulüm iken, bunun tersi adâlet; şaşırtmak, bozmak, yoldan çıkarmak, karartmak zulüm iken; tersi adâlettir. Adâlet, dengedir, orta yoldur, itidalden ve orta yoldan ayrılmamaktır. Dosdoğru, düzgün ve tam yapmaktır.
Bir yönetim ilkesi olarak adâlet, iki kişi ve bireyle toplum arasındaki ilişkilerde ilâhî yasalara uygun davranmak, haklıya hakkını tam olarak ödemek; suçluya cezasını vermede gevşeklik yapmamak demektir.
“Allah adalete uyanları sever.” (60/Mümtehıne, 8) “Andolsun, biz elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve onlarla beraber Kitab’ı ve adalet ölçüsünü indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler.” (57/Hadid, 25) “De ki: ‘Rabbim bana adaleti emretti.” (4/Nisâ, 105)
Kur’an’da tağutun huzurunda muhakeme olmak ve tâğuttan adalet beklemek haram kılınmıştır (4/Nisâ, 60). Çünkü tağutlar, Allah’ın indirdiği hükümlerle değil; kendi hevâ ve heveslerinden kaynaklanan kanunlarla hükmederler. Bu ise adalet değil; zulümdür. İslâm topraklarında adalet mefhumu korkunç değişikliğe uğramıştır. Tağutî iktidarlar, kendi kanunlarını, “adalet” kavramını kullanarak kitlelere kabul ettirmek gayretindedirler. Dolayısıyla zulüm, adalet olarak sunulmaktadır. Müslümanlar “adalet” ve “zulüm” kavramlarının mahiyetini kavradıkları ve bu istikamette görevlerini yerine getirdikleri zaman, gerçek bir inkılab ortaya çıkar. (1) Nice insan, eşitlikle adaleti karıştırıyor, aynı zannediyor. Halbuki mutlak eşitlik, yani her şeyin her yönüyle birbirinin aynı olması, adalete zıttır. Eşit olmayan konularda insanlara eşit davranmak da adalet değil; zulümdür.
Allah (c.c.) kendi sözünün (Kitab’ının) doğruluk bakımından da adalet bakımından da tastamam olduğunu belirtiyor (6/En’âm, 115). Öyleyse adalet ve doğru olmak, O'nun sözüne (Kitab’ına) uymakla gerçekleşir. Kur'an'a göre gerçek adaletin ölçüsü hakka uymaktır (7/A'râf, 159). Hak neyi gerektiriyorsa onu yapmak, hak kime aitse onu sahibine vermek, hak ile hükmetmekten ayrılmamak, her konuda hakkı ölçü almak, herkesin ve her şeyin hakkını korumakla adalet yerine getirilir.
İslâm, hakların yerine ulaşması için adâleti emrederken ilâhî adâletin de âhirette herkese hakkını vereceğini, hiç kimseye haksızlık yapılmayacağını bildiriyor (21/Enbiyâ, 47; 10/Yûnus, 54). Mahkeme işlerindeki adâlet; hak ile, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek şeklinde anlaşılmıştır. Adâletle hükmedin diyen âyetler bunu emretmektedir (4/Nisâ, 58; 5/Mâide, 52). İman edenlerin her konuda Allah'ın indirdiği ile hükmetmeleri Rabbimizin emridir. Bunu yapmayanlar zâlim, fâsık veya kâfir olurlar (5/Mâide, 44, 45, 47). İnsanlar arasında hükmederken, hakemlik yaparken, hak konusunda karar verirken, hatta çocukları eğitirken bile adaletli davranmak İslâm’ın getirdiği önemli bir prensiptir.

Zulüm, varlık düzeninde bozulmaya yol açan faaliyettir. Bu bozulmayı da insan yapmaktadır. Toplum ve kâinat dengesini, insan eliyle meydana getirilen zulüm bozmaktadır. Allah’ın emanetini yüklenen insan, bunun gereğini yerine getirmediği için zâlim ve cahildir (33/Ahzâb, 72). Halbuki o emanet, dengeleri kuran, insana doğru yolu gösteren, insanın uyması gereken ilâhî kurallardır. İnsan, o emaneti yerine getirmediği için, önünü aydınlatan nûr’u ve emin (güvenilir) olma özelliğini kaybeder. Böylece karanlığa yol açtığı ve hakkı yerine getirmediği için zâlim, emanetin gereğini ve kıymetini bilmediği için de cahil olur.
Küfür ve şirkin zulüm olduğu, hem de tüm zulüm çeşitlerini içinde barındırdığı nasslardan açıkça anlaşılmaktadır. Farzları terk eden ve haramları işlemekten çekinmeyen kişi, önce kendi nefsine zulmetmektedir. Bazı haramları işlerken; hem kendi nefsine ve hem de çevresinde bulunan insanlara zulmetmesi de söz konusudur. Mesela, faiz alıp vermek, tefecilik yapmak, gıybet ve iftira gibi günahları işlemek çift taraflı zulümdür. Yine zulüm, ferdî planda olabildiği gibi, siyasal iktidar ve toplum planında da olabilir. Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyen siyasî bir iktidar; bütün vatandaşlarına zulümle karşı karşıyadır.
İnsanlara zulmeden zorbalara boyun eğmek büyük bir zillettir. Nitekim Âd kavmi, zorbaların peşinden gittiği için lânetlenmiştir. İşte Âd kavmi! Onlar, Allah’ın âyetlerini bilerek inkâr ettiler. Peygamberlerine isyan ettiler. Böylece başları (liderleri) olan her zorbanın emrine uyup gittiler. Onlar bu dünyada da, kıyamet gününde de lânet cezasına tâbi tutuldular.” (11/Hûd, 59-60). Lânetten kurtulmak için, hem zorbalara, hem de onların zulümlerine karşı direnmek şarttır. Hz. Ali (r.a.) şöyle buyurur: “Zulmün iki temel unsuru vardır. Birisi zâlim, diğeri de mazlum. Zâlim zulmettiği için, mazlum da zulme rızâ gösterdiği için hesaba çekilir.”ğûtî iktidarların; hem Allah’ın hukukuna, hem insanların haklarına tecavüz ettikleri, bir vâkıadır. Dolayısıyla tâğûtî iktidarlara karşı elleriyle, dilleriyle ve kalpleriyle mücadele vermeyen kimselere de zâlim demek mümkündür. Zâlimlere, zihnen ve kalben meyletmek dahi büyük bir tehlikedir. “Bir de zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur. Zaten sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra (zâlimlere meylettiğiniz için) Allah’tan da yardım göremezsiniz.” (11/Hûd, 113) Zâlimlere kalben meyletmek ve zulümleri karşısında sessiz kalmak, başlı başına bir fâciadır. Onlarla işbirliği yapmak ise, cinayet hükmündedir. (2)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Kur’ân-ı Kerim’de Zulüm Kavramı
Kur’an’ın çok kullandığı kelimelerden biri de “zulüm” kelimesidir. Aynı kökten gelen türevleriyle birlikte üç yüz on beş yerde geçmektedir. Dilimize Arapça’dan giren bu kelimenin esas anlamlarını en güzel Arapça ile inzâl edilmiş Kur’ân-ı Kerim’de buluruz. Kur’an’da zulüm, hepimizin bildiği eziyet, işkence ve haksızlık yanında, esas olarak hakkın zıddı, haktan sapma ve haddi aşma anlamlarıyla kullanılır. Bu yüzden; Allah’ın koyduğu sınırı (hududu) aşanlar zâlimdir (2/Bakara, 229). Allah’ın yasakladıklarını yaparak, insanlar kendi (nefis)lerine zulmederler (2/Bakara, 35, 131). Kâfirleri dost edinmek zulüm; onları dost edinenler de zâlimdir (9/Tevbe, 23). Çünkü “Kâfirler (in tümü) zâlimdir.” (2/Bakara, 254).Şirk en büyük zulümdür.” (31/Lokman, 13). "Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, zâlimlerin ta kendileridir." (5/Mâide, 45)
Kur’an’da zulmün değişik dozdaki anlamlarını ifade eden başka kelimeler de kullanılır. Bunları şu şekilde sayabiliriz:
Bi ğayr-i hakk: Haksız yere anlamındaki bu terkip, zulümle aynı anlamda birçok âyette geçer. (Bkz. 2/Bakara, 61; 3/Âl-i İmrân, 21, 112, 181, 155; 6/En’âm, 93; 7/A’râf, 33, 146; 28/Kasas, 39; 41/Fussılet, 15; 42/Şûrâ, 42; 10/Yûnus, 23; 22/Hacc, 40; 40/Mü’min, 75).
Bağy: Haksızlık, azgınlık, her türlü tecavüz, haddi aşma, aşırılık konularında zulüm anlamına gelir. (Bkz. 2/Bakara, 173; 6/En’âm, 145-146; 16/Nahl, 90, 115; 28/Kasas, 76; 38/Sâd, 22, 24; 42/Şûrâ, 28, 39, 42; 49/Hucurât, 9)
Adv, adî, i’tedâ, mu’tedî: Bu kelimeler, haddi aşmak, hakka tecavüz etmek, hakkı ve Allah’ın sınırlarını çiğnemek ve haksızlık manalarında zulüm anlamı ifade eder. (Bkz. 2/Bakara, 229; 10/Yûnus, 90; 65/Talâk, 1)
İsrâf ve müsrif: Haddi aşmak, aşırı gitmek ve haddi aşan ve taşkınlık eden manalarında zulümle aynı anlamda kullanılır. (Bkz. 39/Zümer, 53; 40/Mü’min, 28)
Azâb, azzebe: Zulmün ileri şekli olan işkence ve işkence etmek anlamındaki bu kelimeler de zulüm manasında kullanılır. (7/A’râf, 141; 12/Yûsuf, 25; 20/Tâhâ, 47; 18/Kehf, 87; 14/İbrâhim, 6; 29/Ankebût, 10; 38/Sâd, 41; 27/Neml, 21; 24/Nûr, 2).
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Kur’an’da Zulmün Anlamları Zulm’ün Kur’an’da üç anlamda kullanılığını söyleyebiliriz.


1- Karanlık anlamında, nûr’un (ışığın) karşıtı olarak: “Hamd gökleri ve yerleri yaratan, zulumâtı (karanlıkları) ve nûr’u (ışığı) var kılan Allah’a aittir.” (6/En’âm, 1). Zulmün bu anlamı için diğer örnekler olarak bkz. 39/Zümer, 6; 6/En’âm, 59, 63; 2/Bakara, 19; 13/Ra’d,16; 24/Nûr, 40 v.d.


2- Küfür, şirk, isyan ve fısk anlamında: “Hani Lokman oğluna öğüt vererek demişti ki; “Ey oğlum, Allah’a şirk koşma. Hiç şüphesiz ki şirk, gerçekten büyük bir zulüm’dür.” (31/Lokman, 13). “Bizim âyetlerimizi yalan sayanlar zulumât (karanlıklar) içerisinde sağırdırlar, dilsizdirler…” (6/ En’am/ 39) “Elif. Lâm. Râ. Bu bir kitaptır ki, Rabbinin izniyle insanları zulumât’tan (karanlıklardan) Nûr’a (İslâm'ın aydınlığına), O güçlü ve hamde lâyık olan'ın yoluna çıkarman için sana indirdik.” (14/İbrahim, 1-2) Ayrıca: 2/Bakara, 59, 165; 3/Âl-i İmran, 117, 135; 4/Nisâ, 168; 7/A’râf, 103, 162, 165; 11/Hûd, 67, 94; 51/Zâriya, 59 vb



3- İnsanlara karşı yapılan haksızlıklar ve baskılar anlamında: Haksız yere adam öldürmek (5/Mâide, 27-29), hırsızlık yapmak (12/Yusuf, 75), Allah’ın koyduğu sınırları aşmak, böylece insanların hakkına tecavüz etmek (65/Talak, 1), başkasının malını gasbetmek (38/Sâd, 24), ilâhlık taslamak veya halkına baskı ve işkence etmek (7/A’râf, 103), başkasının hakkını fâiz yoluyla elinden almak, fâiz yemek (2/Bakara, 279), mü’minlere baskı ve şiddet uygulamak, onları yaşadıkları yerden sürüp çıkarmak (22/Hacc, 39), müstaz’af kimselerin hakkını yiyip onlara baskı uygulamak (4/Nisâ, 75) bu gibi zulüm örnekleridir.


Kur’an, ısrarlı bir şekilde ve sık sık Allah’ın kullarına zulmetmediğini, asla zulmetmeyeceğini, kullarına hiç bir şekilde haksızlık yapmayacağını haber veriyor. İnsanların dünyada karşılaştıkları geniş çaplı cezalar, sıkıntılar, zorluklar ve huzursuzluklar kendi yaptıkları yüzündendir. Âhirette hesaptan sonra alınacak sonuç, kavuşulacak ceza da yine insanların kendi hak ettikleridir, amellerinin karşılığıdır. Allah (c.c.) kimseye zulmetmez, fakat insanların bir kısmı kendi kendilerine zulmederler. (2/Bakara, 57; 7/A’râf, 160; 9/Tevbe, 70; 29/Ankebût, 40; 3/Âl-i İmran, 25, 161; 6/En’âm, 160; 45/Câsiye, 22. v.d.)


“Kırk gece (söyleşmek için) Mûsâ ile sözleşmiştik. O (huzurumuza gelmek üzere aranızdan) ayrıldıktan sonra, zâlimler (kendilerine kötülük edenler) olarak buzağıyı (tanrı) edindiniz.” (2/Bakara, 51)


“Allah’ın mescidlerinde, Allah’ın adının anılmasına engel olan ve onların harâb olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır? Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir (Başka türlü girmeye hakları yoktur). Bunlar için dünyada bir rezillik, âhirette de büyük bir azap vardır.” (2/Bakara, 114)

“...Allah tarafından indirilmiş bir şâhitliği (insanlardan) gizleyenden daha zâlim kim olabilir? Allah, yaptıklarınızdan gâfil değildir.” (2/Bakara, 140)

İnsanlardan bazısı Allah’tan başkasını Allah’a endâd/eşler ve benzerler edinir de onları, Allah’ı sever gibi severler. İman edenler ise Allah’ı daha çok severler. Keşke zâlimler, azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabına dayanmanın zorluğunu önceden anlayabilselerdi.” (2/Bakara, 165)

“Ey iman edenler! Kendisinde artık alışveriş, dostluk ve iltimas bulunmayan gün (Kıyâmet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan infak edin (Allah yolunda harcayın). Kâfirler/gerçekleri inkâr edenler, elbette zâlimlerdir.” (2/Bakara, 254)

“Allah’ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O’na şirk/ortak koşmaları sebebiyle, kâfirlerin kalplerine yakından korku salacağız. Gidecekleri yer de cehennemdir. Zâlimlerin varacağı yer, ne kötüdür!” (3/Âl-i İmrân, 151)

“...Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.” (5/Mâide, 45)

“Kim Allah’a karşı yalan sözlerle iftira edenden veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlimdir? Şurası iyi bilinsin ki, zâlimler kurtuluşa ermezler.” (6/En’am, 21)

“De ki: Söyler misiniz bana! Size Allah’ın azabı ansızın veya açıkça gelirse, zâlim toplumdan başkası mı helâk olur?” (6/En’am, 47)

“...Kim Allah’ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zâlimdir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri yüz çevirmelerinden ötürü azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.” (6/En’âm, 157)

“Ey iman edenler! Küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler/ dostlar edinmeyin. Sizden kim onları velî/dost edinirse, işte onlar zâlimlerin kendileridir.” (9/Tevbe, 23)

“Allah’a karşı yalan uydurandan daha zâlim kim olabilir? Onlar (Kıyâmet gününde) Rablerine arz edilecekler, şâhitler de, ‘işte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir’ diyecekler. Biliniz ki, Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerinedir. Onlar (insanları) Allah’ın yolundan alıkoyan ve onu eğriltmek isteyenlerdir.” (11/Hûd, 18-19)

“Zulmedenlere meyletmeyin. Aksi halde size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra da size yardım edilmez.” (11/Hûd, 113)

Şüphe yok ki Allah, adâleti, ihsânı (iyiliği), akrabaya vermeyi (yardım etmeyi) emreder. Fahşâyı (çirkin işleri), fenalık ve azgınlıkları/zorbalıkları yasaklar. Size öğüt vermektedir; umulur ki düşünür ve tutarsınız.” (16/Nahl, 90)

“Biz bir ülkeyi helâk etmek istediğimiz zaman, onun varlık ve güç sahibi önde gelenlerine emredeceğiz. Böylelikle onlar, onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.” (17/İsrâ, 16)
“Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zâlim kim vardır? Biz onların kalplerine, bu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik.” (18/Kehf,57)

“Zâlimlere hiçbir yardımcı yoktur.” (22/Hacc, 71)

“Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, Allah’ı çok zikredenler ve zulme uğradıklarında kendilerini savunanlar başkadır. Zâlimler, hangi inkılâpla devrileceklerini yakında bileceklerdir.” (26/Şuarâ, 227)

“Allah’a karşı yalan uyduran, yahut kendisine hak gelmişken onu yalan sayandan daha zâlimi kimdir? Cehennemde kâfirlere yer mi yok?!” (29/Ankebut, 68 ve benzeri: 39/Zümer, 32)

“...Allah’a şirk/ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür.” (31/Lokman, 13)

“Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki Biz, günahkârlara, ettiklerinin karşılığı olan cezayı vereceğiz.” (32/Secde, 22)

“Zâlimler için koruyucu bir dost da, sözü yerine getirilen bir şefaatçi de yoktur. (Allah) gözlerin hainliklerini ve göğüslerin saklamakta olduklarını bilir.” (40/Mü’min, 18-19)

“Onlar(mü’minler), bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman, birbirlerine yardım ederler. Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. Elbette O, zâlimleri sevmez. Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, böyle hareket edenlerin aleyhine bir yol (mes’ûliyet) yoktur (Onlar kınanmaz ve cezalandırılmazlar). Sorumluluk ancak insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere yönelir. İşte böylelerine acı bir azap vardır. Kim sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir. Allah kimi saptırırsa, bundan sonra artık onun hiçbir dostu yoktur. Göreceksin ki zâlimler, azabı görecekleri zaman, ‘geri dönülecek bir yol var mı?’ diyecekler... Kesinlikle bilin ki, zâlimler sürekli bir azap içindedirler.” (42/Şûrâ, 39-45)

“...Kim tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerdir.” (49/Hucurât, 11)

İslâm’a çağrılırken Allah’a karşı yalan uydurandan daha zâlim kimdir? Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola erdirmez.” (61/Saff, 7)
“...Kim Allah’ın hududunu/sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendisine zulmetmiş olur.” (65/Talak, 1)

“O (Allah), dilediğini rahmetine dâhil eder. Zâlimlere gelince, Allah, onlar için elemli/ acıklı bir azap hazırlamıştır.” (76/İnsan, 30)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hadis-i Şeriflerde Zulüm Kavramı


Bir hadis-i kutsîde şöyle buyrulur: Rasulullah (s.a.s.), Allah Teâlâ’dan rivayet ederek şöyle buyurdu: “Allah buyurdu ki: ‘Ben zulmü kendime haram ettim; Onu, sizin aranızda da haram kıldım. Öyleyse sakın birbirinize zulmetmeyin!” (Müslim, Birr, 15, hds. no: 2577, 4/1994)

“Allah, zâlime muhakkak ki, mühlet verir de onu yakalayacağı zaman, göz açtırmadan aniden yakalar.” Bu ifadeden sonra, Rasulullah şu âyeti okudu: “Onlar zulüm işlemekte iken ülkeleri (veya kuşakları) yakaladığı zaman Rabbinin yakalayıvermesi işte böyledir. Gerçekten onu yakalaması pek acıklı, pek şiddetlidir.” (11/Hûd, 102)
(Buhâri, Tefsir 161, hds no: 206; Müslim, Birr 61, 62 –2583- ; İbn Mâce, Fiten 22, hds no: 4018)

“Mazlumun (bed)duâsından sakın. Çünkü mazlumun duası ile Allah arasında (kabule mâni olan) hiçbir perde/engel yoktur.” (Buhâri, Mezâlim 9, hadis no: 9, Cihad 180; Müslim, İman 7, hadis no: 19, 1/150; Ebû Dâvud, Zekât 5, hadis no: 1584; Tirmizî, Zekât 4, -625-)

“Üç kimsenin duası red olunmaz: Orucunu açarken oruçlunun duası, adâletli yöneticinin, bir de mazlumun duası. Allah (c.c.) mazlumun duasını göklerin üstüne yükseltir ve dua için gökyüzü kapıları açtırılır. Allah Teâlâ da: ‘İzzetime andolsun ki, bir süre sonra da olsa sana yardım edeceğim’ buyurur.” (Tirmizî, Deavât 129, Hadis no: 3598, 5/578)

"Müslüman, diğer müslümanların onun elinden ve dilinden emin oldukları kimsedir." (Buhâri, İman 4, 5, Rikak 26; Müslim, İman 64, 65; Ebû Dâvud, Cihad 3; Tirmizî, Kıyâme 53, İman 13)


Peygamberimize, “hangi cihadın daha faziletli olduğu” soruldu. Buyurdu ki: “Zâlim bir sultanın (yöneticinin) yanında hakk kelimesini konuşmaktır.” (İbn Mâce, Fiten 20, Hadis no: 4012, 2/1330)

“Kim bir kişinin zâlim olduğunu bilerek ona yardım etmek üzere zâlim ile birlikte yürürse, İslâm’dan dışarı çıkmış olur.” (İbn Kesir, Hadislerle K. K. Tefsiri, c. 5, s. 2089)

“Kim bir zâlime yardım ederse, Allah Teâlâ, o zâlimi ona musallat eder.” (Deylemî; İbn Aslâkir, Tarih)
"Bir kimse bilerek zâlime yardım kastı ile onunla beraber yürürse, o kimse İslâmiyet'ten çıkmıştır." (Râmuz el-Ehâdis, c. 2, s. 445)

"İnsanlar, bir zâlimi görür, ona engel olmazlarsa, bundan dolayı hemen hepsi cezalanır." (Tirmizî; Tuhfetu'l Ahvezî Şerhu Câmiu't Tirmizî, 8/423)

“Allah’ım, benim işitme ve görme duygularımı düzelt ve onları bana vâris kıl (ölünceye kadar sahih ve sağlam olsunlar). Bana zulmedene karşı bana nusret ver (yardım et) ve zâlimden intikamımı bana göster.” (Buhâri, Edebu’l-Müfred, 82, hadis no: 649-650)

“Kim bir kardeşinden haksız olarak bir şey almışsa (dinar ve dirhem olarak) kıymetlenmeden aynı gün iâde etsin.(Aksi takdirde) Eğer iyi bir ameli varsa, ondan haksızlık ettiği kadar alınır; yoksa, kardeşinin günahından ona yüklenir.” (Buhâri, Askalânî, Şerh-i Sahih-i Buhâri, c. 5, s. 161)

“Üzerinde (bir din kardeşinin) kendisine zulüm veya malına tecavüzden doğmuş bir hak bulunan kimse, dinar ve dirhem (para) bulunmayacak gün (kıyâmet) den önce, bu gün dünyada mazlumdan o hakkı bağışlamasını istesin. (Helâllaşmadığı takdirde) zâlimin sâlih ameli varsa ondan zâlimin zulmü miktarı alınır (da mazluma verilir). Eğer zâlimin haseneleri (sevapları) bulunmazsa, mazlumun seyyielerinden (günahlarından) alınıp zâlim üzerine yükletilir.” (Buhâri, Mezâlim 10; Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 1, hds no: 2534)


“Müflis (iflâs eden) kimdir bilir misiniz?” Ashâb: ‘Bizim aramızda müflis, hiçbir dirhemi ve eşyası olmayan kimsedir’ dediler. Bunun üzerine: “Gerçekten benim ümmetimden müflis, kıyâmet gününde namaz, oruç ve zekâtla gelecek olan kimsedir. Ama şuna sövmüş, buna zina isnadında bulunmuş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş, diğerini dövmüş olarak gelecek; buna hasenâtından, şuna hasenâtından (sevaplarından) verilecektir. Şayet dâvâsı görülmeden hasenâtı biterse, onların günahlarından alınacak ve bunun üzerine yüklenecek, sonra cehenneme atılacaktır. (İşte müflis budur.)” (Müslim, Birr ve’s-Sıla, 59 hadis no: 2581)


“Kıyâmet gününde hakları mutlaka sahiplerine vereceksiniz. Hatta boynuzsuz koyun için boynuzlu koyundan kısas alınacaktır.” (Müslim, Birr ve’s-Sıla, 60, hds no: 2582; Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 1, hds no: 2535)
Şüphesiz ki zulüm, kıyâmet gününde zulumât/karanlıklar (olacak)dır.” (Buhâri, K. Mezâlim ve’l-Gasb, 8, hadis no: 8; Müslim, K. Birr ve’s-Sıla, 57, hadis no: 2579)

“Kim arzdan bir parça yeri haksız zabt ederse, (kıyâmet gününde) yerin yedi katı halka gibi onun boynuna geçirilir.” (Buhâri, K. Mezâlim ve’l-Gasb, 13-15; Müslim, K. Müsâkat, 137, 142 hadis no: 1610, 1612)

“Kim yemini ile bir müslümanın hakkını elinden alırsa, o kimseye Allah, cehennemi vâcip kılmış, cenneti de haram etmiş demektir.” Bu söz üzerine ashabdan bir zât: ‘Pek az bir şey olsa da mı ya Rasulallah?’ diye sormuş, Rasulullah (s.a.s.) de: “Misvak ağacından bir çubuk dahi olsa (yine böyledir)” buyurmuştur.(Müslim, İman 61, hadis no: 218; Nesâi, Âdâbu’l-Kudât, 30 hds no: 5384)

“Zulüm üç türlüdür. Bir zulüm vardır ki, Allah onu affetmez. Bir zulüm vardır ki, Allah onu affeder. Bir zulüm vardır ki, Allah onun mutlaka hesabını sorar. Allah’ın affetmediği zulüm şirktir. Çünkü Allah ‘şirk, büyük bir zulümdür’ (Lokman, 13) buyurmuştur.

Allah’ın affedeceği zulüm; kulların kendi nefislerine karşı işlediği zulümdür. Rableri ile kendi ar
alarındaki işlerde (emre itaat ve yasaklardan kaçınmak noktasında) yaptıkları hatalardır. Allah’ın hiç bırakmayıp, mutlaka hesabını soracağı zulüm ise kulların birbirlerine karşı hayâsızlıklarıdır. Allah, bunların hesabını sorar ve zâlimleri cezalandırır.”
(Hadislerle Kur’an Tefsiri, İbn Kesir, I/508)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Câhiliyyenin Zulüm Anlayışı


Câhiliyyenin adalet ve zulüm anlayışı, birçok çarpıklıklarla ve çifte standartlı nifakla hastalıklı bir anlayıştır. Zulmü sadece fizikî bir yaptırım olarak ve hiç sebep yokken yapılan bir haksızlık olarak değerlendiren câhiliyye, özellikle müslüman müstaz’aflara inanç ve psikolojik zulümleri zulüm olarak kabul bile etmez. Câhiliyye zihniyetine sahip olanlar, kendi içinde bulundukları zulmün farkında bile değillerdir. Kendi kurtuluşları için çabalayan dâvetçilere ise kendi haklarına saldırıyor ithamında bulundukları çokça görülür. Allah’a şirk koşmanın büyük bir zulüm olduğunu hiçmi hiç düşünüp kavramazlar. Müslüman olduğunu iddia eden câhiliyye mensupları, müşrikce inanç ve yaşayışı, küfür ahlâkını (ahlâksızlığını) bir hak olarak görür, müslümanların bunlara tavır almasını ise zulüm olarak değerlendirir.



Câhiliyyenin zulüm hakkındaki anlayışını Kur’an’dan bir örnekle sergileyelim: Kur’an’a göre put kırmak değil; puta tapmak zulümdür, hem de en büyük zulüm. Müslüman da zulme tepki gösteren kişidir. Zâlimin zulmüne engel olmak, kahramanca bir iş kabul edilmesi gerektiği halde, Hz. İbrahim’in putları kırmasının, putperest câhiliyye mensuplarınca bir zulüm olarak nitelendiğini Kur’an bize haber verir. “Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Kim cür’et etti ilâhlarımıza bunu yapmaya! Muhakkak o, zâlimlerden biridir’ dediler.” (21/Enbiyâ, 59) Görülüyor ki, zulmü ortadan kaldırmaya çalışmak, putperestlerin bakış açısından büyük bir zulüm olarak değerlendirilmektedir.


İzutsu bu konuda şunları söyler: Zulüm, esasen kişinin meseleye bakış için seçtiği mihenge/ölçüye göre izâfî/görecelidir. Kâfirlere göre putların tahribi bir zulüm eylemi teşkil etmektedir. Zira, müşrikler açısından bakıldığı zaman, bunun yapılması için hiçmi hiç neden yok iken, mü’minler açısından aynı hareketi haklı gösterecek birçok sebep bulmak mümkündür. Benzer biçimde, müslümanların, sadece “Rabbımız Allah’tır” dedikleri için kâfirler tarafından evlerinden çıkarılmaları onlar için, hiçbir haklı sebebe dayanmayan inkârı imkânsız bir zulüm fiilidir. Ancak, kâfirlerin bakış açısından, İslâm’ın tek Allah inancı, kendilerinin mü’minlere karşı bu şekilde davranmaları için yeterli sebebi rahatlıkla sağlamaktadır. (3) “Kendileriyle savaşılanlara (mü’minlere), zulme uğradıkları için (savaş konusunda) izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir. Onlar ki, sırf ‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir.” (22/Hacc, 39-40)
Firavun’un İsrâil oğullarını köleleştirmesi, erkek çocuklarını öldürüp kız çocuklarını sağ bırakmaya varan zulümleri (Bkz. 2/Bakara, 49-51), Firavun ve ona bağlı olanlarca normal bir durum olarak kabul edilirken; bu apaçık zulme karşı çıkan Hz. Mûsa, fitne ve fesad çıkaran bir nankör olarak nitelenir (26/Şuarâ, 18-19). Meselenin hakikatini ve içyüzünü Hz. Mûsa Firavun’un suratına şöyle çarpar: “O başıma kaktığın nimet, İsrâil oğullarını köle yapman (yüzünden)dir.” (40/Mü'min, 26; 26/Şuarâ, 22)
Kur’an, şirkin ve dolayısıyla zulmün sebeplerinden birinin, ataların yolunu körü körüne sürdürme ve taklit olduğunu belirtir. Geleneği sürdürme alışkanlıkları, câhiliyye tarafından bir hak ve haklılık olarak benimsenir. O yüzden câhiliyye düşüncesinde, zulüm normal bir vaka, câhiliyye yönetiminde de doğal bir icraat olarak kabul edilir. Zulme adalet, adalete de zulüm dendiği, kavramların ters yüz edildiği de sıkça görülür. Câhiliyye anlayışında câhiliyyet hamiyyeti/taassubu söz konusudur (48/Fetih, 26). İster haklı ister haksız olsun, yakın akrabasını, hatta kendi sülâlesini, hemşehrisini, vatandaşını kayırma duygusu vardır. Dolayısıyla “kendi yakınları, hata etmez, zulm etmez, her zaman haklıdır; ona karşı olanlar da her durumda zulüm içindedir” anlayışı câhiliyyenin bu konudaki yaklaşımlarından biridir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Zulmün Çeşitleri


Zulümden bahseden âyetlere ve hadislere baktığımız zaman üç türlü zulümden söz etmek mümkündür:

a- İnsanın Allah’a Karşı İşlediği Zulüm

Bu, insanların Allah’a şirk koşmaları veya küfr içinde, inkârcı olmalarıdır. Nitekim Kur’an’ın bir çok âyetinde zulüm, kâfirlerin bir özelliği olarak geçmektedir. Kur’an bir çok yerde kâfirlere ve müşriklere zâlim demektedir.
İman edip de imanlarına zulüm karıştırmayanlar (var ya), işte emniyet/güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir.” (6/En’am, 82). Bu âyet nazil olunca, imana zulüm karıştırma meselesi sahabelere ağır geldi. Peygamberimiz’e dediler ki: “Kim imanına zulüm karıştırmayabilir?” Peygamberimiz şöyle buyurdu: İş böyle değildir. Siz Lokman (a.s.)’ın oğluna, ‘Ey oğlum, Allah’a şirk koşma, şüphesiz şirk en büyük zulümdür’ (31/Lokman, 13) sözünü işitmediniz mi?” (Buhâri; Müslim, nak. Muht. İbn Kesir, 3/65)


Allah’ı inkâr ederek ilâhlık dâvâsına kalkışanların bu tavrı da bir zulümdür. Çünkü onlar böylelikle Allah’ın ilâhlık hakkına tecavüz etmektedirler (21/Enbiyâ, 29). Bunun tipik örneği Firavun’un yaptıklarıdır (7/A’râf, 103). Peygamberlerini dinlemeyen, onların getirdiği âyetleri yalan sayanların bu hareketi bir zulümdür (11/Hûd, 37). Bu gibi inkârcı zâlimler hak ettikleri cezaya daha dünyada iken kavuşurlar (11/Hûd, 67, 94; 17/İsrâ, 59). Kendi hevâlarına uyup da Allah’ın vahyine itaat etmeyenler de zulüm içerisindedirler (30/Rûm, 29). Allah’ı bırakıp başka putlara (ilâhlara) ibadet edenler de zulmetmiş olurlar (37/Saffât, 22) Allah’a iftira etmek, O’nun adına din uydurmak da zulümdür (3/Âl-i İmrân, 94).
Örneklerde görüldüğü gibi zulüm; küfrün ve şirkin diğer adıdır. İnkârcıların ve müşrilerin yaptıkları yanlışlık ‘zulüm’, kendileri de ‘zâlim’ diye niteleniyor. Onların yaptığı karanlığa davetiyedir. Onlar bir taraftan Allah’ın zulmet (karanlık) dediği çıkmazları tercih ederken, bir taraftan da Rablik ve ilâhlık hakkını başka varlıklara vermektedirler. Bütün zulümlerin temelinde insanın Allah ile olan ilişkisini yerli yerine oturtmaması vardır. Bu sebepledir ki şirk, küfür, yalanlama, fısk ve cehaletin her türlüsü Kur’an’da zulüm olarak tanımlanır (6/En’âm, 68, 93; 9/Tevbe, 23; 21/Enbiyâ, 2, 3, 5; 22/Hacc, 52-53; 39/Zümer, 32; 11/Hûd, 18-19; 2/Bakara, 114; 4/Nisâ, 168). Şirk ve küfür gibi zulümler içinde bulunan insanın günahlarını Allah bağışlamayacaktır (4/Nisâ,168). Çünkü şirk ve küfür büyük bir zulümdür. Biliyoruz ki, ilâh, rabb ve melik olma Allah’ın hakkıdır ve insanın yalnızca Allah’ı rabb, ilâh ve melik olarak tanıması gerekir. Bu hakkı sahibine vermeyen insan, birinci derecede, yani en büyük zâlimdir (31/Lokman, 13).






b- İnsanlar Arasındaki Zulüm


Zulüm, aynı zamanda insanların diğer insanlara, içinde yaşadıkları topluma ve tabiata, diğer canlılara karşı işledikleri suçlar, haksızlıklar ve tecavüzlerdir. Bu bir anlamda kişi ve kamu haklarının ihlâlidir. Bu ihlâli ister kişi yapsın, ister bir topluluk, isterse siyasî otoriteler yapsın; hepsi zulümdür. Bütün diktatörler, bütün despot ve baskıcı rejimler zulme başvururlar, elleri altındaki insanların haklarını gasp ederler. Kurulan zulüm düzenleri insanların en doğal haklarını vermezler, onlara baskı ve şiddet uygularlar.
Allah (c.c.) insanın cüz’î iradesini eline vermiş, ona müdahale etmemiştir. Bunun anlamı; dileyen iman eder, dileyen etmez. Sonucuna katlanmak şartıyla dileyen ibadet eder, dileyen etmez. Allah (c.c.) kendi yarattığı ve ni’met verdiği insanın iradesine ipotek koymamıştır. Ancak insanların kurduğu nice zulüm sistemleri başkalarının iradelerine müdahale ederler. Onlara ‘şöyle inanacaksınız, böyle düşüneceksiniz, şöyle giyineceksiniz, böyle yaşayacaksınız’ diye dayatırla r. Şüphesiz bu zulümdür.


İnsan hakları ihlâlleri, tabiatın acımasızca tahribi, hayvanların, ormanların, yeşil alanların ve yeraltı zenginliklerinin yağmalanması birer zulümdür. Kişinin mahkemede, iş yerinde, başka yerlerde hakkını alamaması zulümdür. Başkalarının hakkına engel olmak, rüşvet, torpil veya benzeri yollarla başkalarına ait bir hakkı almak, görevi kötüye kullanmak, emanate ihanet etmek zulümdür. Bütün işkence şekilleri, inançlara saldırılar, inançları yaşamanın önündeki engeller, kişilerin kimliğini ifade etmelerine engel olma, ırk ve bölge ayrımcılığı, sınıf kavgaları, dilleri ve kültürleri yasaklamak, ırk, dil ve renk gibi farklı dünyevî ve maddî unsurları yükseklik veya aşağılık sebebi saymalar birer zulümdür. Resmî ideolojilere inanmayanlara ikinci sınıf insan muamelesi yapmak, onların haklarına engel olmak, onlara tepeden bakmak da zulmün başka bir çeşididir. Yine, adam öldürmek, hırsızlık yapmak, gasp, soygun, baskı ve şiddet; zulümden başka bir şey değildir.

İnsanlara en güzel hayatı İslâm gösterdiği gibi, insanlar arasında adâleti de ancak İslâm’ın kuralları sağlayabilir. İslâm, insanların haklarını ve bu haklara riayet etmeyi en güzel şekilde göstermiştir. Allah’ın hükümleri, hayatı düzene koyan hükümlerdir. Bundan dolayı kişi veya siyasî otorite olarak, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmemek zulme sebep olur. Buna sebep olanlar da zâlimlerdir (5/Mâide, 44).





c- İnsanın Kendi Kendine Zulmü


İnsanın kendi kendine zulmü, ya şirke veya küfre bulaşarak olur, ya da inandığı halde Allah’a isyan ederek, yani günah işleyerek olur. Nitekim Hz. Âdem ve eşi, cennetten, orada yaptıkları hata sebebiyle çıkınca şöyle dua ettiler: “Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve rahmet etmezsen, gerçekten zarara uğrayanlardan oluruz.” (7/A’râf, 23). Mü’minler, nefislerine zulmettikleri veya bir çirkin iş (fâhişe) işledikleri zaman hemen Allah’ı hatırlayıp, bağışlanma isterler. Buradaki nefse zulmetmek, günah işlemek anlamındadır. (3/Âl-i İmrân, 135; ayrıca bkz. 4/Nisâ, 64, 110)

Kur’an, gerek dünyada gerek âhirette azabı hak edenlere Allah’ın kesinlikle zulmetmediğini, fakat onların kendi kendilerine zulmettiklerini ısrarlı bir şekilde vurgular. “Allah, insanlara hiç bir şeyle zulmetmez. Fakat onlar kendi nefislerine zulmederler.” (10/Yûnus, 44; ayrıca bkz. 9/Tevbe, 70; 29/Ankebût, 40; 2/Bakara, 57; 7/A’râf, 160; 16/Nahl, 33, 118 vd.)


Kendilerine kitap gönderilen insanların kimi nefsine zulmeder, kimi de Allah’ın izniyle hayırda öne geçer (35/Fâtır, 32). Mü’min olduğu halde günah işlemek, hata etmek veya isyanda bulunmak suretiyle nefsine zulmedenler, Allah’ı Ğâfur (bağışlayıcı) ve Rahim (rahmet sahibi) olarak bulurlar (4/Nisâ, 110).

Hz. Al i şöyle der: "Bir kimse birine zulmettiği veya bir kötülük yaptığı zaman, hakikatte kendisine zulmetmiş olur. Çünkü Cenâb-ı Hak, Kur'ân'da: "Kim iyilik yaparsa, kendisinin lehine; kim de kötülük yaparsa, kendisinin aleyhinedir." (41/Fussılet, 46) buyurmuştur.

Ülkelerin, toplumların ve uygarlıkların çöküş nedeni zulümdür. Toplum içerisinde servetiyle şımaranlar, ellerine iktidar gücünü geçirenler adaletle iş görmezlerse zulme saparlar. Zalimler hevalarına (kendi nefislerinin arzularına) uyarlar. Onlar, akıllarını yerli yerinde kullanmayan cahillerdir. Tuğyan eden, azıp yoldan çıkan tâğutlar da zulüm yapmaktan geri durmazlar. Onlar adalet ölçülerine zaten uymazlar. Bulundukları konuma, sahip oldukları güce ve iktidara hak ederek gelmedikleri için, bunları korumak üzere devamlı zulme baş vururlar. (4)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Zâlim; Anlam ve Mâhiyeti


‘Zâlim’, zulmet mastarının fâil (özne) ismidir. ‘Zâlim’, zulmeden, zulüm işleyen kimse demektir. Zâlim, zulmün taşıdığı bütün olumsuz anlamların bizzat yapıcısı, meydana getiricisidir. Zulüm, esas itibariyle çok olumsuz bir eylemdir ve ‘zâlim’ de bu olumsuz eylemin öznesidir. Günlük dilde zâlim; merhametsiz, haksızlık yapan, gaddar ruhlu, işkence eden, baskı yapan kimsedir. Zâlim, hak sahiplerine hakkını vermediği gibi, baskı ve şiddetle başkalarının hakkına tecavüz eder, onlara kötülükte bulunur. Günlük dildeki bu kullanım, Kur’an’daki kullanımla karşılaştırınca yanlış değil; ama eksik bir anlamdır.



Mevdûdi, zâlim kelimesini şöyle açıklar: Arapça zâlim kelimesi çok geniş kapsamlı bir kelimedir. Zulüm, “bir hak veya görevi ihlâl etmek”tir. Zâlim ise, bir hak veya görevi ihlâl eden kişidir. Allah’a isyan eden bir kişi üç temel hakka tecavüz etmiş demektir. İlk olarak o, itaate lâyık olan Allah’ın haklarına tecavüz etmiştir. Daha sonra isyanına âlet ettiği tüm eşya ve varlıkların, örneğin kendi organ ve yetilerinin, diğer insanların, işlerine yardım eden meleklerin ve zulmü sırasında kullandığı bütün her şeyin haklarına tecavüz etmiş olur. Çünkü bütün bunların, Allah’ın dileği doğrultusunda kullanılmaya hakkı vardır. Son olarak, kendi haklarına tecavüz etmiş olur; çünkü kendi nefsinin de kendisi üzerinde, kendisini ziyana uğratmaktan korumak gibi bir hakkı vardır. Kendisi isyan etmek suretiyle Allah’ın azâbına uğradığında da, kendisine zulmetmiş olur. Bu nedenle Kur’an, günahı, birçok yerde zulüm olarak niteler. (5)


Kur’an, ‘zulüm’ ve ‘zâlim’ kavramlarını çok sık kullanmaktadır. Zâlim kelimesi öncelikli olarak, inkârcıların önemli bir sıfatıdır. Aslında küfür ve şirk en büyük zulümdür. Bu anlamda müşrikler zâlimlerin ta kendileridir. Çünkü Allah’a ait olan ilâhlık hakkını yerine getirmiyorlar, bu hakkı inkâr etmek veya birden fazla ilâh tanımak suretiyle başkalarına veriyorlar. Onların içinde bulundukları küfür ve şirk hali karanlıktan başka bir şey değildir. Zulüm zihniyeti taşıyanlar hem kendileri için hem de başkaları için karanlık taşırlar, karanlık üretirler, karanlık işler çevirirler. Çevrelerinde hep karanlık vardır. Yaptıkları işlerin aydınlık bir yönü yoktur.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Zâlim ve Zulüm Mantığı


Zulüm, yaratılış düzenindeki uyumu, imar ve ıslahı bozmaktır. Öyleyse bu anlamda en büyük zâlim, kötü insandır. Yaratılış düzenini, tabiatı ve toplum bünyesindeki dengeyi hep bu kötü insan tipi bozmaktadır.

Göklerin ve yerin Nûr’u olan Allah (24/Nûr, 34), nûr saçan bir kandil (çerağ) olan Peygamberi aracılığıyla (33/Ahzâb, 46), yine Nûr olan, baştan başa aydınlık olup insanları aydınlığa çağıran bir ilâhî kitap gönderdi (5/Mâide, 15). Bu ilâhî kitap ve Allah’ın nûr olan elçisi bütün insanları Nûr’a, yani aydınlığa, her şeyin en güzeline, doğrusuna, Hakka ve adâlete, karanlık gibi olmayan iyiliklere dâvet ediyor. Allah böylece insanları karanlıklardan (zulumât’tan) Nûr’a (aydınlığa) çıkarmak istemektedir (2/Bakara, 267).


Bütün bunlara rağmen bu Nûr’u görmek istemeyenler, bu Nûr’un getirdiği düzeni beğenmeyenler, iradelerini ve isteklerini bu Nûr’a bağlamayanlar, kendi hevalarına (aşırı istek ve arzularına) uyarak, kendileri karanlıkta kaldıkları gibi, çevrelerini de karartırlar. İnsanın benliğinde ve yeryüzünde dengeyi kurmak için gönderilmiş olan ilâhî ilkeleri, yaşama düzenini reddederler. Haddi aşarlar, yoldan çıkarlar, ölçüsüz hareket ederler, bozgunculuk yaparlar ve olması gereken dengeyi bozar, kaosa, haksızlığa, zulme ve adaletsizliğe yol açarlar. İşin garibi bu gibi insanlar, kendileri –Kur’an’ın deyişi ile- karanlıkta (zulumât’ta) oldukları, üzerinde bulundukları yol ve anlayış zulüm olduğu halde, onlar bu kötü durumlarını görmezler, Allah’ın dinine karanlık, insanları Allah’ın dinine dâvet edenleri de karanlık davetçisi diye suçlarlar. Kimileri de ya kör inadı sebebiyle, ya da aşırı cahil olması yüzünden, Allah’ın insanlar için seçtiği aziz İslâm’ı ortaçağ karanlığı gibi zanneder. Halbuki Allah (c.c.) kendi doğru yoluna, İslâm’a nur/aydınlık; diğer yollara da karanlıklar demektedir. İşte bu tür insanların yaptıkları zulüm; kendileri de zâlimdir.



Zâlim Tipleri
Üç çeşit zâlim vardır. Birincisi: Allah’a karşı isyan eden kâfir veya Allah’a ortak koşan müşriktir. Allah’ın âyetleri kendisine hatırlatıldığı zaman kibirlenerek yüz çeviren inkârcılar zâlimdirler. (18/Kehf, 57) Allah’ın âyetlerine yalan veya uydurma diyenler de aynı durumdadırlar. (62/Cuma, 5; 39/ Zümer, 32) Allah (c.c.) hakkında kafasına göre yalan uyduran ile, ‘ben vahy aldım, Allah’ın gösterdiğini aynen gösteririm’ diyen iftiracı da zâlimdir (6/En’âm, 93). Allah (c.c.)’ın yolunu tıkamak isteyenler ile, mescidleri tahrib eden veya oralarda Allah’a ibadet edilmesini engelleyenler de zâlimdir (2/Bakara, 114).

Şirk, şüphesiz en büyük zulümdür (31/Lokman, 13). Şirk koşan müşrikler de zâlimlerin ta kendileridir. Allah (c.c.), Mûsa (a.s.) Tûr dağında iken buzağıyı ilâh edinip tapınanlara da zâlim demektedir. Çünkü onlar, insan eliyle yapılmış bir heykeli ilâh haline getirmişlerdir. (2/ Bakara, 51, 92-93; 7/A’râf, 148). Kim Allah’a ortak koşup müşrik olursa, Allah ona Cennneti yasak edecek ve bu gibi zâlimlerin yardımcıları olmayacaktır (5/Mâide, 72).




İkincisi: Toplum ve kişi haklarına tecavüz edenlerdir. Bu kamu haklarına saldırı ve kişinin -ister doğuştan ister sonradan elde ettiği- haklarını gasbetme, kişiye veya kamuya her türlü işkence, baskı ve hak ihlâli şeklinde ortaya çıkar. Hak ve adaleti dağıtma makamında olanlar, adaletten ayrılırlarsa; zâlim olurlar.

Devlet otoritelerinin fertlere ve toplumlara yaptıkları zulümleri de bu katagoride değerlendirmek mümkündür. Halkına zulmeden, onların haklarını vermeyen, toplum düzenini sağlamak için gönderilmiş olan Allah’ın hükümlerini uygulamayan bütün kişi ve rejimler zâlimdirler (5/Mâide, 45). Zulmün kişiden kitleye, kitleden kişiye doğru gerçekleşmesi arasında fark yoktur. Zulüm zulümdür.

Kur’an, servet ve nimet sebebiyle şımaran, kendini büyük gören sonra da insanlara hükmetmek isteyenlere ‘teref’ demektir. Bu gibiler servetin sağladığı güçle insanlara tahakküm etmeye yeltenirler, onların haklarını ellerinden alırlar ve onları ‘müstaz‘af’ haline getirirler. Otorite gücüyle, malıyla veya başka bir şeyle kibirlenen ve kendilerini yüce görenlerin diğer adı ‘müstekbir’dir. Onlar bu kibirleriyle şımarırlar, üstünlüklerini göstermek için despotluk yapar ve insanların haklarına tecavüz ederler, onları kendi çıkarları için kullanmak isterler. Bunların yaptıklarının zulüm olması açısından, kişi ve kurum olması arasında, özel veya tüzel kişilik olmasında fark yoktur.


Tuğyan edenler/azgınlığa düşenler de, insanlar üzerinde rablık taslamaya kalkarlar ve böylece onlara hükmetmek, onlara kendi düzenlerini benimsetmek isterler. Şüphesiz onlar da zâlimlerin ta kendileridir (53/Necm, 52). Kim olursa olsun toplumun ve kamunun haklarına tecavüz edenler, onların haklarını vermeyenler, hakların kullanımını rüşvet, torpil, baskı, şiddet ve terörle engelleyenler zâlimdirler. Yine, halkını Allah’ın indirdikleriyle yönetmeyip onlara haksızlık ve adâletsizlik yapanlar ile, mahkeme ve hukuk işlerinde ilâhî yasaları uygulamayarak adâletten ayrılanlar da zâlimdirler.



Üçüncüsü:
Kendi kendine zulmeden zâlimler. Bu, kişinin Allah’a karşı hata işleyerek içine düştüğü günahkârlık, ya da bedenin veya ruhun hakkını vermeyerek, kendi bünyesindeki dengeyi bozmaktır. Hz. Âdem (a.s.) Cennette yasak meyveyi yedikten sonra yaptığı hatası için ‘kendi nefsime zulmettim’ demiştir (7/A’râf, 23; 28/Kasas, 16). İnkârından veya günahından dolayı azabı hak edenler, kendi kendilerine zulmedenlerdir. Allah onlar hakkında, “Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler.” demektedir (11/Hûd, 101; 43/Zühruf, 76; 3/Âl-i İmrân, 117; 16/Nahl, 33).


Kur’an, muttakîlerin özelliklerini sayarken, “çirkin bir hayasızlık işledikten ve nefislerine zulmettikten sonra Allah’ı hatırlayanlar, tevbe edenler” demektedir. Bu anlamda günah işlemek nefse karşı yapılmış bir zulümdür (3/Âl-i İmrân, 133-135). Allah (c.c.), Kitab’ı kullarından seçtiği kimselere miras kılmıştır. Onlardan kimileri nefislerine zulmederler, kimileri orta bir yol izlerler, kimileri de hayırda yarışırlar (35/Fâtır, 32). Kitab'a inandığı ve onu hayat kaynağı bildiği halde, Allah’ın koyduğu sınırları aşanlar kendi nefislerine karşı zâlim olurlar.

Müslüman olsun, inkârcı olsun; kim Allah’ın koyduğu sınırlara tecavüz ederse, kim Allah’ın hükmünün dışında iş yaparsa o zâlimdir (2/Bakara, 229). Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Kâfirler Allah’ın koyduğu ölçüleri, sınırları hiç tanımazlar, inanmazlar ve o ölçüleri kaale bile almazlar. Zaten kim Allah’ın koyduğu hükümleri, ölçüleri tanımazsa inkârcı olur. Bütün inkârcılar da zâlimdirler. Mü’minlerden bazıları ise, Allah’ın koyduğu ölçüleri kabul etmekle beraber, nefislerine karşı zulmederek o ölçüleri uygulamakta hata yapıp günaha düşebilirler. Böyle yapanlar da ‘fâsık’ olurlar. (6)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Kur’ân’a Göre Zâlimlerin Özellikleri


Bu zâlimlerin hiç bir velileri (yardımcıları) ve şefaatçileri yoktur (2/Bakara, 270; 5/Mâide, 72; 40/Mü’min, 18). Zâlimler zulümlerine devam ettikleri ve kötü huylarından vaz geçmedikleri için Allah (c.c.) onlara hidâyet vermez, yol göstermez (2/Bakara, 258; 3/Âl-i İmrân, 86; 5/Mâide, 51; 6/En’âm, 144; 28/Kasas, 50; 46/Ahkaf, 10).

Allah (c.c.) zâlimleri kesinlikle sevmez (3/Âl-i İmrân, 57; 42/Şûrâ, 40). Allah zâlimleri sevmediği gibi, aynı zamanda onları lânetlemektedir (7/A’râf, 44; 11/Hûd, 18). Onların sonları gerçekten çok kötü olacaktır (3/Âl-i İmrân, 151; 5/Mâide, 72; 42/Şûra, 21, 45). Zâlimler için bir kurtuluş da mümkün değildir (6/En’âm, 135; 12/Yusuf, 23).


Mü’minler zâlimlere sevgi besleyemezler, onları veli/dost kabul edemez, onlara hiç bir konuda yardımcı olamazlar. Müslümanların düşmanlığı da ancak zâlimleredir (2/Bakara, 193).



Yukarıda belirtildiği gibi, müşrikler ve kâfirler zâlimdirler. Zaten Kur’anî anlamda zulüm, bu iki tipin en önemli özelliğidir. Onlar, bir şeyi ait olduğu yerden alır başka yere koyarlar. Onlardan bir kısmı, azarak, haddini aşarak insanlara zulmeder, haklarını ellerinden alır. Onlar, Allah’ın ölçülerini dinlemez, kendi hevâlarına, kendi görüşlerine uyarlar. Onlar, karanlığın ve adâletsizliğin reklâmcılarıdır.




Allah’a, çocuk isnat ederek, ortağı, eşi, yardımcıları var diyerek iftira edenler (2/Âl-i İmrân, 94; 6/En’âm, 21, 93, 144; 29/Ankebût, 68; 61/Saff, 7), Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler (5/Mâide, 45), Peygamber’e uymayan ve itaat etmeyenler (17/İsrâ, 47), ilimsiz mürşidlik taslayıp insanları saptıranlar (6/En’am, 144), Allah’ın âyetleri hatırlatıldığı halde sırtını dönüp gidenler veya âyetleri reddedenler (18/Kehf, 57), yetim hakkı yiyenler (4/Nisâ, 10), Allah’a ait şahitlikten kaçanlar (2/Bakara, 140 ), aralarında hükmedilmek üzere Allah ve Rasûlüne çağrıldıkları halde yüz çevirenler (24/Nûr, 50), Allah’ın âyetleriyle mücadele edenler (29/Ankebût, 49), tevbe etmeyenler (49/Hucurât, 11), müslümanları yurtlarından haksız yere çıkaranları dost bilenler (60/Mümtehıne, 9), yahudi ve hırıstiyanları Allah’ın yasağına rağmen velî/dost edinenler (5/Mâide, 51), Allah’ın âyetleriyle alay edenler (6/En’am, 68), kâfirlikte direnen ana babayı ısrarlı bir şekilde velî/dost edinenler (9/Tevbe, 23) zâlimlerdir.


Kur’an, mü’minlere zâlimler hakkında net bir tavrı emrediyor. Zâlimler, insan, toplum, yönetim, hüküm hayatında ve evrende dengeyi bozarlar. Haksızlık ve adaletsizliğe sebep olurlar. Onlar, Allah’ın sevmediği kimselerdir. İslâm, zâlimlerin doğru yolu bulmalarının metodunu çizdiği gibi, onlarla nasıl mücadele edileceğini de göstermiştir. Ancak İslâm, onlara meyletmeyi, onları velî/dost edinmeyi kesinlikle yasaklamaktadır: “Zulmedenlere meyil/eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka veliniz yoktur, sonra yardım da göremezsiniz.” (11/Hûd, 113) Peygamberimize, “hangi cihadın daha faziletli olduğu” soruldu. Buyurdu ki: “Zâlim bir sultanın (yöneticinin) yanında hakk kelimesini konuşmaktır.” (İbn Mâce, Fiten 20, Hadis no: 4012, 2/1330)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Mazlum; Anlam ve Mâhiyeti


Mazlum, ‘zulm’ kelimesinden türemiştir. Zulme uğrayan, kendisine zulmedilen demektir. Bilindiği gibi, insan bünyesinde ve tabiatta dengeyi bozmak, itaat etmesi gerekirken etmemek, Allah’a kulluk yerine başka tanrılara ibadet etmek, bir kimsenin hakkını vermesi gerekiyorken vermemek, bir kimseye baskı ve işkence uygulamak, orta yolu izlemesi gerekirken haddi aşmak, günah işleyerek kendi insanlık onuruna zarar vermek gibi şeyler birer zulümdür.


Mazlum kavramı daha çok, baskı ve işkenceye uğrayan, kendisine haksızlık yapılan kimse demektir. Mazlum durumunda olan, aslında haksızlığı, baskıyı, cezayı hak etmemiş kimsedir. Ancak adaleti uygulamayan, insanlara karşı istikbar eden ve onlara haksızlık yapan, insanların haklarını zorla ellerinden alanlar başkasına zulmederler ve onları mazlum konumuna getirirler.


Mazlum kimseler; zulme/haksızlığa uğramışlar, hakları gasb edilmiş, müstaz’af durumuna düşürülmüş insanlardır. Öyle zavallı bir duruma düşmüşlerdir ki, hakkını bile savunamayacak bir zayıflıktadırlar. Mazlumların hakları zorla ellerinden alınmış, baskı ve işkencelere uğramışlardır. Hak etmedikleri bir cezaya çarptırılmışlar veya hakir görülüp hakarete uğrayarak haysiyetleri zedelenmiş, zenginliklerine ve mallarına tecavüz edilmiştir.



Allah katında en büyük günahlardan biri zulm etmektir. İyi bilin ki Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerinedir.” (11/Hûd, 18) Bu demektir ki insanların mazlum konumuna düşürülmeleri en büyük günahlardan biridir. Zulmün olduğu yerde mazlum da vardır, ama adâlet yoktur. Adaletin olmadığı yerde insanlar haklarına kavuşamazlar, o yerde huzur ve mutluluğun olması mümkün değildir.

İslâm’ın korunmasını istediği beş şey: -Din, Mal, Can, Nefis ve Nesil emniyeti- kişi ve toplum hayatının temelidir. İnsan hakları dediğimiz şeyler de bu beş şeyin etrafında toplanır. İnsan doğuştan ve sonradan birtakım haklara sahiptir. Onlara bu hakları vermemek zulümdür.

Zâlimlerin yüzünden nice mazlum acı çekmiş, perişan olmuş, haklarından mahrum kalmıştır. Tarihte nice zâlimlerin yüzünden kitleler ve fertler sayısız zulümler görmüşler, nice insanlar en temel haklarından mahrum kalmış, nice insanların insanlık onuru ayaklar altında çiğnenmiştir.

Günümüzde insan haklarından çok söz edildiğine şahit oluyoruz. Bu elbette kötü bir şey değildir. Ancak, bir yandan da zâlimler zulümlerine devam ediyor. İnsan haklarından söz edenler, zulüm karşısında çifte standart uyguluyorlar. Güçlüler ve zenginler, fakirleri ve zayıfları ezmeye devam ediyor. Zayıf ülkelerin mazlumlarını pek savunan yok. Güçlü ülkeler kendi çıkarlarını savunan zâlimlere arka çıkıyorlar. Mazlumlar kendi yandaşları değilse ilgi göstermiyorlar.

Tarihî emperyalizm ve sömürgecilik, geçmişte çok zulümler işlemiş, pek çok insanı mazlum yapmıştı. Bugün de o çirkin emperyalizm ve sömürgecilik en vahşi bir şekilde devam ediyor. Yeryüzünde bir yığın insan en temel haklarından mahrum yaşıyor.

Dünyanın bazı yörelerinde zenginler ve zâlim yöneticiler, kendi vatandaşlarına baskı ve zulüm yapıyorlar. Böyleleri kendi halkına zulmetmekten, onların haklarına tecavüz etmekten adeta vahşi bir zevk alıyorlar. Bazıları, başka insanların vatanlarını, topraklarını, evlerini işgal ve gasp ediyorlar, bu cinayetlerine karşı çıkanları ya acımasızca sindiriyor, öldürüyorlar, ya da çeşitli yöntemlerle susturuyorlar, onları terörist ilan ediyorlar. Bazıları da, devlet ve makam imkânlarını kullanarak, rüşvet ve torpille, adamını bularak başkalarının hakkına tecavüz ediyor, haklarını savunamayan kimseleri mağdur edebiliyorlar. Bu sebeplerden dolayı niceleri mazlum konumuna düşüyorlar.


İslâm, zulmün her çeşidini yasaklamakta; müslümanlara, bütün zulümleri ortadan kaldırmak için çalışmalarını farz kılmakta; mazlumlara arka çıkılmasını emretmektedir. Kur’an, zâlimleri lânetliyor; adâleti yüce bir değer olarak ortaya koyuyor ve adâleti ayakta tutmaları için müslümanlara çağrı yapıyor (5/Mâide, 8).


Müslüman, kimden gelirse gelsin zulme karşıdır. Mazlum kim olursa olsun onun yanındadır. İslâma göre, zulmetmek haram olduğu gibi, zulme uğramak da, zulmü kabullenmek


de yoktur. Yani haksızlığa râzı olmak, zulme ve zâlimlere ses çıkarmamak, onların yaptıkları zulümleri seyretmek de câiz değildir. Zâlimlerle mücadele etmek, onların zulümlerine engel olmak, hem mazluma bir yardımdır, hem de zâlimin düzelmesini sağladığı için ona da bir yardımdır. İslâm’a göre mazlum, hakkı alınıncaya kadar güçlü ve üstün insandır. Zâlim ise, mazlumun hakkı kendisinden alınıncaya kadar en zayıf ve aşağı kimsedir.

Allah (c.c.) zulme uğrayanların (mazlumların) duasını kabul eder. Onların duası ile Allah arasında bir perde yoktur. (Müslim, İman 7, Hadis no: 19, 1/50; Ebû Dâvud, Zekât 4, Hadis no: 1584, 2/104; Tirmizî, Zekât 4, Hadis no: 625, 3/21)
Hz. Ali (r.a.) “Zulmün iki unsuru vardır, zâlim ve mazlum. Zâlim, zulmettiği için; mazlum da zulme rızâ gösterdiği için zâlimdir” der. Mü’minler zâlim de mazlum da olmamalıdır. Kur’ân-ı Kerim’de de, “Ne zulmedersiniz, ne de zulme uğrarsınız.” (2/Bakara, 279) buyrulmaktadır. Şu halde zâlimin zulmüne rzâ gösteren ve onu zulmünden alıkoymak için ellerinden geleni yapmayan insanlar da zulümde ortaktırlar.

Allah, sözün bağrılıp çağrılarak söylenmesini hoş görmediği halde, zulme uğrayanın bunu açıkça ve her yerde söylemesine izin vermiştir. Bunun da ötesinde, mü’minleri överken, onların bir zulme uğradıklarında elele verip yardımlaşarak zâlime karşı çıktıklarını ve zulmü defettiklerini belirtir: “Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, Allah’ı çok zikredenler ve zulme uğradıktan sonra yardımlaşanlar başka.” (26/Şuarâ, 227) “Allah, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez, ancak zulme uğrayanlar hariç.” (4/Nisâ, 148)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Zulmün Cezası



Hakkın/doğrunun ve adâletin ölçülerini koyan Allah, zâlimleri cezalandırmak suretiyle adâleti gerçekleştirmiş olur. Çünkü O, Âdil-i mutlaktır. Zulmün cezası esas olarak âhirette verilecektir. Çünkü bu dünya, ödül ve ceza yeri değil; imtihan yeridir. Hesap ve mahkeme âhirette görülecek, hak edenlere cezaları orada verilecektir. Ancak, bazı azgın zâlimlerin cezası dünyada verilmeye başlanır. Çünkü cezası en çabuk ve hatta daha dünyada iken verilen suçlardan biri ve en önemlisi, zulüm; özellikle başkalarına yapılan zulümdür. Zulmün bazısı affedilebildiği gibi, bazısı da kesinlikle azabı, hem de ebedî azabı gerektirir. Zulmün affı ise, tevbeye bağlıdır. Zâlimlerin tevbesini kabul, Allah’a kalmıştır (3/Âl-i İmrân, 128). Allah, insanların zulümlerine rağmen onları bağışlayabilir. Cezalandırması da çetindir (13/Ra’d, 6). Zulmedenler, âhirette, yeryüzündeki herşeyi, azabın fidyesi olarak vermeye râzıdır. Ama artık onların hiçbir fidyesi kabul edilmez (10/Yûnus, 54; 39/Zümer, 47).




Günah işleyip kendisine yazık eden, nefsine zulmedenler, af dilemeli, tevbe etmelidir: “Kim zulmettikten sonra tevbe eder ve halini düzeltirse, Allah da tevbesini kabul eder.” (5/Mâide, 39). “Ve onlar, bir fâhişe/kötülük yaptıklarında veya nefislerine/kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe, istiğfâr ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler.” (3/Âl-i İmrân, 135)Bu tevbe ile affedilen zulüm, başkalarının hukunun çiğnendiği, başkalarına karşı yapılan zulüm değildir. Bu tür zulmün affedilmesi için, o kişinin hakkını helâl etmesi şarttır.


Allah, zâlmleri sevmediği (3/Âl-i İmrân, 40, 57) gibi, onlardan intikamını alır (15/Hicr, 78-79). “...Biz ahâlisi Zâlim olanlardan başkasını helâk edici değiliz.” (28/Kasas, 59) Bu dünyada helâke uğrayan Nûh kavmi, suda boğulmayla (23/Mü’minûn, 28), Âd kavmi, korkunç sesli azgın kasırgaya tutulmakla (23/Mü’minûn, 41), Lût kavmi üstlerinden taş yağmasıyla (11/Hûd, 82), Medyen halkı depremle (7/A’râf, 91), Eyke’liler buluttan ateş yağmasıyla (26/Şuarâ, 189), Firavun ve adamları suda boğulmakla (7/A’râf, 136) helâk olmayı hak etmişlerdir. Yoksa “Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (18/Kehf, 49).

Zâlimin Dünyada Cezalandırılması:

Her zaman değilse de, zâlim, başkasına yaptığı zulmünden dolayı, daha dünyada iken ceza görür. Buna şu hadis delil olmaktadır: "Allah'ın, âhirete saklamakla beraber, bağy ve sıla-i rahim gibi daha dünyada iken sahibine cezayı lâyık gördüğü hiçbir günah yoktur." (Ebû Dâvud; Avnu'l Ma'bûd, Şerh-i Sünen-i Ebî Dâvud, 13/244) Allah, bağy, yani zulüm ve İslâmî yönetime karşı gelmek, bir de sıla-i rahim, yani başta anne baba olmak üzere akrabalarla ilişkiyi kesmek gibi bir günahın cezasını Allah esas olarak âhirete bırakmakla birlikte, işleyene âcilen verdiği başka bir günahın cezası yoktur. "Mazlumun bedduasından sakınma"yı emreden hadis de, bu cezanın âcilen verildiğini hatırlatır.

Fakat bu dünyevî durum; "her zâlim, daha dünyada iken hemen cezalanır", şeklinde anlaşılmamalıdır. Çünkü, zâlime mühlet vermesi (imhâl), Allah'ın sünnetindendir. Onu cezalandırmayı ihmal etmesi sözkonusu değildir; ama imhâl etmesi mümkündür. Bazen onu dünyada cezalandırmaması, bizim bilmediğimiz, ama Allah'ın bildiği, ona nimet verip zulmünü ve küfrünü artıracak fırsat vererek hak ettiği azabını artırması gibi bir hikmetten dolayıdır. Veya o mazlum başkalarına zulmetmiştir de, düştüğü durum, onun zulmünün bir cezası olarak karşısına çıkmıştır. Ya da Allah, zâlimin ileride düzelip samimi bir tevbe edeceğini veya mazlumun kendine zulmedenden ileride hakkını alacağını biliyordur. Allah'ın zâlimin cezasını geciktirmesi veya âhirete bırakmasında başka hikmetler de olabilir. Bütün hikmetleri kavramamıza imkân yoktur. Ancak, zulüm, yukarıdaki hadiste belirtildiği gibi, zulmü yapana cezanın tez gelmesini sağlar. Zulme uğrayanın duası da makbuldür; Ki o, çoğu zaman kendisine zulmedene âcil bir intikamla beddua eder.

 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Allah, Bazen Bir Zâlimi Diğer Bir Zâlimin Üzerine Musallat Ederek Cezalandırır:


Allah'ın zulüm ve zâlimler hakkındaki bir sünneti/kanunu da, bireyleri birbirine zulmeden bir toplumun başına, yaptıklarının bir cezası olarak, zâlim bir yöneticiyi ve yönetimi musallat etmesidir. "İşte kazandıkları (günahları)ndan ötürü zâlimlerden bir kısmını diğer bir kısmının peşine böyle takarız." (6/Enâm, 129) Dolayısıyla Allah, zulmün cezası olarak, zâlimi zâlime musallat kılar, o da onları zillet ve felâkete götürür. Nefsine zulmeden günahkâr zâlim, halkına zulmeden zâlim yönetici ve ticaretinde insanlara zulmeden hilekâr tüccar gibi bütün zâlimler bu âyetin tehdit eden kapsamına girmektedir. Fahreddin Râzi, bu âyetin tefsirinde şöyle der: Âyet gösteriyor ki, halk ne zaman zâlim durumda olurlarsa, Allah onlara başka bir zâlimi musallat eder. Bu zâlim yöneticiden (ve yönetimden) kurtulmak istedikleri zaman da zulmü terkederler. Hadis-i şerifte: "Nasılsanız öyle yönetilirsiniz" buyrulmaktadır (Tefsir-i Âlûsi, 8/27). "Zâlim, Allah'ın kılıcıdır. Yoldan çıkmış azgınları onunla cezalandırır; sonra o zâlimden de intikamı alır." Bu, zâlimler için bir tehdittir. Eğer zulmünden vaz geçmezse, Allah ona diğer bir zâlimi musallat eder. "De ki: 'Allah'ın azabı size ansızın veya açıkça gelirse, zâlimlerden başkası mı yok olur!" (6/En'âm, 47)


Zâlimler Kurtulmazlar:

Allah'ın zulüm ve zâlimler hakkındaki sünnetinden birisi de, onların, âhirette kurtulmayacakları gibi, dünyada da iflâh olmamalarıdır. "De ki: 'Ey kavmim, gücünüz yettiğince yapacağınızı yapın, ben de yapacağımı yapıyorum. Yakında (dünya) yurdu(nu)n sonunun kimin olduğunu bileceksiniz. Muhakkak ki zulmedenler, kurtuluş yüzü görmezler!" (6/En'am, 135)
Nice Kavim Kendi Zulümleriyle Helâk Olmuştur:Zulüm ve zâlim konusundaki sünnetullahın biri de toplumların kendi zulümleriyle helâk olmalarıdır. Bu kanunun izahı kabilinden Kur'an'da pek çok âyet bulunmaktadır: "Böylece (hiç bir fert kalmamak üzere) zulmeden toplumun kökü kesildi. " (6/En'âm, 45) "Zâlimlerden başkası mı helâk olur!" (6/En'âm, 47) "...Zulmettiklerinden dolayı nice toplumları helâk ettik, (onları helâk etmeseydik bile) iman edecek değillerdi. İşte biz suçlu kavimleri böyle cezalandırırız." (10/Yûnus, 14) "(Halkı) zâlim olan nice beldeyi kırıp geçirdik; arkasından da başka nice topluluklar vücuda getirdik." 21/Enbiyâ, 11)
Zâlim Toplumların Helâkı İçin Belli Bir Ecel (Süre) Vardır:


Zâlim milletlerin yok olması için belli bir ecel söz konusudur. "Her ümmetin takdir edilmiş bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman, ne bir saat geri kalırlar, ne de ileri giderler." (6/A'râf, 34; 10/Yûnus, 49) Zâlim milletler, belli bir süre yaşarlar, sonra ecelleri gelir, yok olurlar. Tıpkı ömrünün müddeti bitip eceli geldiğinde bir insanın ölüp yok olması gibi. Bunu şöyle izah etmek mümkündür: Bir millet içerisinde zulüm, insandaki hastalık gibidir. Hastalık, kendisi için takdir edilen sürenin bitiminden sonra hastanın ölümünü hızlandırır. Bu sürenin bitimiyle artık onun ölüm zamanı yaklaşmıştır. Aynı şekilde millet içerisinde zulüm, Allah'ın ecel olarak bildirdiği belirli müddetin bitmesiyle yıkıma, yok olmaya götüren zulüm mikroplarıyla o milletin helâkını hızlandırır. Allah'ın milletlerin ecelleri için koymuş olduğu müddet, adalet ve zulüm gibi âmillere bağlıdır. Bütün zâlimleri cezalandırma hususunda O'nun sünneti/kanunu böyledir. Bu her zaman için geçerli bir kanundur. (7)

Bir Devlet, Küfür İle Ayakta Durabilir Ama Zulümle Duramaz:


"Halkı sâlih ve muslih (ıslahatçı) olduğu halde Rabbin bir haksızlık ile memleketleri (yıkıp) helâk etmez." (11/Hûd, 117) Bir devleti, yalnız küfrü sebebiyle helâk etmesi, Allah'ın sünnetinden değildir. Fakat devlet, küfrüne zulüm eklerse durum farklı olur.

Devletin zulüm sebebiyle helâk olması konusunda Abdülkerim Zeydan şöyle der: Aslında devletin zulmü bertaraf edip mazlumları himaye ederek zâlimleri cezalandırması beklenir. O yüzden zulmün en ağır ve en acı olanı, seni korumakla yükümlü olandan gelen zulümdür. Zulmün bu ve diğer çirkin çeşitlerini bizzat devlet uygular veya göz yumar, yahut yardımcı pozisyonunda bulunursa, halkın zihninde kötü bir izlenim bırakır; devlet hakkında var olan ümitleri korku ve endişeye dönüşür ve devlete olan güvenleri sarsılır. Ayrıca bu durum, onları devleti önemsememeye, idareyi zayıflatmaya, yönetimin devamından yana olmamaya ve onu müdafa etmemeye sevkeder. Daha kötüsü, onları devletin yıkımını, düşman istilâsıyla bile olsa yok olup gitmesini isteme gibi bir düşüncenin kucağına atar. Sonra da lisan-ı halleriyle şöyle derler: "Devlet, artık bizim için güven duyduğumuz, himaye gördüğümüz, haklarımızın korunması konusunda huzur içinde olduğumuz ve zâlimlerin düşmanlıklarına meydan verilmeyen büyük bir ev durumunda değildir." Zulüm, bilfiil devlet eliyle devam ederse, zâlimler himaye görür, zulümleri örtbas edilirse, iş, devleti kendilerine düşman gören insanlarla işbirliği yapıp devleti yıkmak üzere harekete geçen mazlumlara kalır. Zulmederek halkını bu hale düşüren, bu konuda zâlime yardımcı olan ve zulme engel olmayan devletin durumu budur." (8)
Zulmün Cezasından Ümmeti Korumanın Yolları:


Zulüm, ümmetin helâkine sebep olunca, zulme râzı olmamak, zâlime karşı çıkmak, zulmüne engel olmak, ona boyun eğmemek ve meyletmemek şer'an vâciptir. Ümmet ancak bununla içine düştüğü zulmün sebep olduğu helâkten ve hak ettiği cezaya çarpılmaktan kurtulur.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Zulme Râzı Olmamak




Zulüm yapana zâlim, zulme uğrayana da mazlum denildiğini hatırlayalım. Zulme rızâ da zulümdür. Bir zâlimin zulmüne engel olmak için çalışmamak, susup oturmak, onun zulmüne ortak olmak demektir. Zulümle mücadele yalnızca mazlumların görevi değildir. İnsanlık onuru taşıyan, insan haklarının değerini bilen herkes zulümle ve zulmün uygulayıcısı zâlimlerle mücadele etmelidir.


Kur’an, mü'minlere, zulme uğrayanlar uğruna mücadele etmeyi, hatta savaşmayı emrediyor (4/Nisâ, 75). Zulme karşı mücadele edenler haklıdırlar ve onlara bir kınama yoktur. Ama zâlimler için en uygun cezalar vardır (42/Şûrâ, 42). Zulmedenler, tevbe edip zulümlerinden vazgeçmedikçe ve hakları sahiplerine vermedikçe, kendileri için bir kurtuluş yoktur. Zâlimin sonu kötü; zulmün sonu çöküştür (6/En’âm, 135; 28/Kasas, 37).


Mü’minler, birbirlerinin dostu olan yahudi ve hıristiyanları dost edinemez, onları dost edinen onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez (5/Mâide, 51). Mü’minlerle din uğrunda savaşanları, onları yurtlarından çıkaranları ve çıkarılmasına yardım edenleri dost edinmek haramdır. Onları dost edinen zâlimdir (60/Mümtehine, 9). Böyle olmayanlara iyi ve âdil davranılır, çünkü Allah iyi ve âdil olanları sever. Mü’minler, küfrü imana tercih eden babalarını ve kardeşlerini de dost edinemez. Onları dost edinenler, kendilerine zulüm/yazık etmiş olurlar (9/Tevbe, 23). Zâlimin dostu yine bir zâlimdir (45/Câsiye, 19) Allah, zâlimlerin bir kısmını, kazandıklarından ötürü, diğer bir kısmına musallat eder (6/En’âm, 129).



İnsanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere karşı durulmalıdır (42/Şûrâ, 42). Bozgunculuğa engel olunmalıdır. Kendilerine verilen nimete karşı haksızlık edenlere uyanlar suçludur (11/Hûd, 116). Cehennem görevlilerine; zulmedenleri, onlarla işbirliği edenleri cehenneme atmaları emredilir: “(Allah, meleklerine emreder:) ‘Zâlimleri, onların arkadaşlarını/işbirliği edenleri ve Allah’tan başka tapmış oldukları putları toplayın. Onlara cehennemin yolunu gösterin. Böylece onları tutuklayın, çünkü onlar suçludurlar.” (37/Saffât, 22-24). Hz. Peygamberimiz’e (ve dolayısıyla bütün mü’minlere) zâlimlerden uzak durma emri verilmiştir: “Âyetlerimiz hakkında (ileri geri konuşmaya) dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak ol (meclislerini terk et). Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra (hemen kalk) o zâlimler topluluğu ile oturma.” (6/En’âm, 68). Zulmedenlerden değil; Allah’tan korkmak gerekir (2/Bakara, 150). Zâlimlere yönelinmez, mü’minlerin Allah’tan başka dostu yoktur, aksi halde yardım da görmezler (11/Hûd, 113). Zâlimler için Allah’a başvuruda bulunulmaz (11/Hûd, 37); 23/Mü’minûn, 27).
Kur’an’ın insanlara gönderiliş sebeplerinden biri de, yaptıklarından vaz geçsinler diye zâlimleri korkutmak ve tehdit etmektir (46/Ahkaf, 12).

Her gece yatmadan önce, Rabbimizle ahdimizi tazeliyor, Vitr namazında Kunut duâlarıyla O’na söz veriyoruz: “Yâ Rabbi! Sana karşı fücur işleyen günahkârları, zâlim ve fâcirleri hal’ edeceğiz (makamlarından al aşağı edip indireceğiz). Onları terk edeceğiz.” Mü’min, sözünde duran kimsedir; hele Allah’a verdiği sözden hiçbir şekilde caymaz. Eğer bu konuda gücü yoksa, küfre boyun eğip zillet içinde, ezilmiş ve müstaz’af olarak zâlimlerin emrinde ve zulmünde yaşamaktansa Allah’ın geniş arzında daha müslümanca/özgürce yaşayabileceği yere hicret etmelidir. Zulme uğratıldıktan sonra, Allah yolunda hicret edenleri, Yüce Allah, dünyada güzel bir yerde yerleştirir, âhiret ecri ise daha büyüktür (16/Nahl, 41). Zulüm beldesinden göç etmeyip, orada müstaz’af (zavallı/ezilen) olarak yaşamayı da, kendine zulüm olarak adlandırır, bunların sorumlu tutulacağını belirtir (4/Nisâ, 97). Buna göre, zulme rızâ gösterip karşı çıkmamak da bir çeşit zulümdür, zâlimle işbirliğidir.



Kur’an’ın savaşa izin veren (seyf/kılıç) âyetinin gerekçesi, zulme uğramaktır: “Kendileriyle savaşılanlara (mü’minlere) zulme/haksızlığa uğramış olmaları sebebiyle, (savaş konusunda) izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir. Onlar, başka değil, sırf ‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir.” (22/Hacc, 39-40). Savaş sırasında zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur (2/Bakara, 193).



Zulme karşı savaşmak, yalnızca zulme kendisi uğradığında gerekli değildir. Yardım talebinde bulunan müstaz’afların yardımına, bir insanlık borcu olarak koşulur: “Size ne oldu da Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi, halkı zâlim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip çıkan gönder, bize katından bir yardımcı lutfet’ diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? (Bu çağrıya uymayıp, savaştan kaçmaya hakkınız yok). İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler ise tâğut (bâtıl dâvâlar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; Şüphe yok ki şeytanın düzeni ve tuzağı zayıftır.” (4/Nisâ, 75-76) (9)



Allah’a ve peygamberine itaatsizlik, zulmün görüntüsü ve isbatıdır. Süpheşiz ki ölçüyü (hükmü ve ilkeleri) Allah ve Rasûlünden almayanlar, onların hükümleriyle hükmetmeyenler zulme mutlaka bulaşırlar. “Bunlar Allah’ın hudutlarıdır. Her kim Allah’a ve Rasûlune itaat ederse, onu altından ırmaklar akan Cennetine kabul edecektir. Kim de Allah’a ve Peygamberine itaatsizlik eder ve O’nun sınırlarına (İslâm’ın ölçülerine) tecavüz ederse, onu sonsuza kadar kalmak üzere ateşe atacaktır.” (4/Nisâ, 13-14) Allah’ın sınırlarına da ancak zâlimler tecavüz ederler (65/Talak, 1).



Mehmed Âkif, zulme tepki hakkında şunları haykırır:
“Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem.
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma saldırdımı, hatta boğarım,
Boğmasam da hiç olmazsa yanımdan koğarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam.
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle.
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum.
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.
Kanayan bir yara gördümmü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım:
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.
Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu,
İrticâın şu sizin lehçede mânâsı bu mu?” (10)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Zâlime Karşı Tavır
Kur’an zalimlere karşı mücadele etmeyi, yeri gelince de savaşmayı meşrû, hatta olmazsa olmaz görüyor. Aslında, yeryüzündeki savaşların, fitnelerin, karışıklıkların asıl sebebi zâlimlerin zulümleridir. Onlara karşı insan onuru taşıyan herkesin mücadele etmesi gerekir (4/Nisâ, 75). Zulme rızâ göstermek, zalimlerin yaptıklarına ses çıkarmamak da zulümdür. Kur’an, zâlimlerin yanlarında oturmayı bile hoş görmüyor, yasaklıyor (6/En’âm 68). Peki, onları benimseyerek, onlara yaltakçılık yaparak, onlardan bir menfaat umarak, yaptıklarını onaylarcasına onlarla birlikte olanlara, hele onlara yardımcı olan ve onları çeşitli yollarla destekleyenlere ne demeli? Elbette onlar da zâlimlerdendir.
İslâm’a göre zâlimin tanımı gayet açıktır: Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyen, o hükümleri uygulayarak adâleti sağlamak bir tarafa, onları korkusuzca inkâr eden, onlara düşmanlık yapan, o ilâhî ölçülerin hayata hakim olmaması için her türlü çabayı gösteren; bu inkârcı kafa yapısına sahip olduktan sonra insanlara zulmeden, onların haklarını elinden alan, ya da onların haklarına ulaşmalarına engel olan herkes zâlimdir (5/Mâide, 45). Bu zâlimler Allah yolunun düşmanları oldukları gibi, insan haklarının da düşmanıdırlar. Çünkü onlara göre kendi çıkarları ve keyifleri her türlü hakkın üzerindedir. (11)

İlâhî vahyin ve peygamberlerin en önemli hedefi, insan toplumunda adaleti ikame etmektir. Kâinatın bütününde kaos değil; uyum ve düzen hâkimdir. Oysa insan eli ve insan müdahalesi olan doğada ve toplumda bozulmalara rastlamaktayız. İşte adâletin/dengenin bozulması olgusuna zulüm, ilâhî dengenin korunmasına da adâlet diyoruz. İnsanoğlu, tabiatı ve yaratılışı itibariyle iki eğilimlidir. Bu yüzden adâlete de, zulme de meyledebilir. Rabbimiz, insanı kaostan arındırarak tabiatı âhenkli bir şekilde insanlara emanet etmiştir. İnsanın temel görevlerinden biri de, dengeyi koruyarak bozulmayı, bozgunculuğu engellemektir. Çünkü dengeyi bozmak, emaneti korumamaktır, yeryüzü halifeliğine uygun davranmamaktır. Bilindiği gibi, insan toplumunda ilâhî hukuka uygun davranmak adalet; ilâhî hukuka/şeriate aykırı davranmak ise zulümdür.
Müslümanlara, hayatın bütün alanlarındaki zulme karşı, ellerindeki tüm imkânlarla mücadele etmeyi Kur’an emretmektedir (2/Bakara, 29; 31/Lokman, 20; 10/Yûnus, 55, 66). Bu mücadele, mü’minlerin toplu eylem gerektiren görevleridir. O yüzden mü’minler cemaat ve teşkilât olmalı, her çeşit zulme karşı tek vücut ve saf halinde biraraya gelip yardımlaşabilmelidir. Kur’an’a inananlar, Kitab’ın insanlar arasında Allah’ın gösterdiği gibi hüküm vermek ve yaşanmak, topluma hâkim olmak üzere indiğinin bilincinde olmalıdırlar.
İnsanın yaratıldığı günden bu yana kesintisiz olan tek mücadele, tevhidle şirk arasındadır. Bu, aslında adâletle zulüm arasındaki mücadeleden ibarettir. Çünkü bu mücadelede müşriklerin safı hep zâlimlerin yanıdır. Taşıdıkları şirk ve küfür hastalığının sonucu olarak, müşrikler ve kâfirler, adâlet çağrısı yapan peygamberler ve onların yolunu takip edenlerden rahatsız olmuşlardır. Bazen bu rahatsızlıklarını haksız yere öldürmeye kadar götürürler. “Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberlerin canlarına kıyanlar ve adâleti emreden insanları öldürenler (yok mu); onlara acı bir azabı müjdele!” (3/Âl-i İmrân, 21)
Müşriklerin bu tavırlarının evrensel olduğunu yakından gözlemleyebildiğimiz bir tarih kesitinde yaşıyoruz. Sistemin asgari ücret zulmünü, hukuk tanımazlığını, din emniyetini yok edişini, irtica adıyla müslümanlara ve İslâm’a saldırmaları ve haksız kazancı teşvik edişini, yargısız infaz ve öldürmeleri, kadın ve erkeklerin iffetleriyle yaşama haklarını yok edişlerini, kamuya açık alanlarda ve özellikle üniversitelerde başörtüsüne izin verilmemesini eleştirip tepkisini ortaya koyanları hapis, işkence ve çeşitli zulümler beklemektedir.
Allah’ın âyetlerini yalanlayanlara karşı hak ve adâleti ayakta tutması gereken İslâm ümmeti, Kur’ânî akîde temelinde bir araya gelerek yeryüzündeki zulmü ortadan kaldırmakla vazifelidir. Kur’ânî akîde temelinde hareket eden, itidalli, orta yolu esas alan bu topluluk, sayıları kaç olursa, imkânları ne olursa olsun, haktan ayrılmadan bâtılla/zulümle mücadeleden geri durmamalıdır. Kendi nefislerine ağır gelse de, kendi kişiliklerine karşı olsa da, ilâhî gerçekleri savsaklamadan yürürlüğe koymalıdırlar. Hakkı hâkim kılmaya çalışmak, zulmü engellemek, hakka uygun âdil hükümler vermek, bu topluluğun vazgeçilmez bir ilkesi olmalıdır.
Mü’minler, temellerini Kur’an’da buldukları ilkelerle yeryüzünden zulmü söküp atmalı, yerine adâleti ikame etmelidirler. Adâleti ayağa kaldırma görevi müşrik ve münâfık gruplara bırakılamayacak, ertelenemez aslî bir farîzadır. Adâletin gereğince ikamesi, ancak temelini ilâhî hukuktan almasıyla mümkündür. Şurası da unutulmamalıdır ki, beşer zihni adâletin net ölçülerini belirleme ve her çeşidini tespit konusunda âcizdir. Günümüzde neredeyse halkı müslüman olan bütün ülkelerde batı hukukunun laik karakterinin işgalini görmekteyiz. Bu etki dolayısıyladır ki, laik kurallar İslâmî adâletin gündeme gelmesini ve uygulanmasını engellemektedir.
Şüphesiz Kur’an, insanlar arasında adâleti sağlamak için indirilmiştir. Bu konudaki ölçüler gayet nettir. Mü’minler, insanlar arasından çıkarılmış vasat/orta yolda bir ümmet olarak adâleti ikame etmede tanıklık ve örneklik etmekle yükümlüdürler. Bunun gereği olarak zâlimleri, fıtratına ve Allah’a ihânet edenleri dost tutmamak, onlara taraf olmamak, yeryüzündeki zulmü/ haksızlıkları ortadan kaldırmak, temel bir kulluk görevimizdir. (12)

Toplumsal ve Siyasal Zulme Karşı Yardımlaşmak: "İnsanlar, bir zâlimi görür, (önlemeye güçleri yettiği halde) ona engel olmazlarsa, bundan dolayı hemen hepsi cezalanır." (Tirmizî; Tuhfetu'l Ahvezî Şerhu Câmiu't Tirmizî, 8/423) Zulümden uzak yaşamak, zâlime boyun eğmemek ve ona karşı direnmek, birey olarak engel olamayacakları zulme karşı yardımlaşmak mü'minlerin İslâmî kimlikleri açısından olmazsa olmazları arasındadır. "Bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman, birbirlerine yardım ederler." (42/Şûrâ, 39). Kurtubî, bu âyeti şöyle açıklar: "Yani, zâlimler tarafından zulme mâruz kaldıklarında teslimiyet göstermezler" (Kurtubî 16/39). Sahih-i Buhâri'de İbrahim en-Nehâî'nin şöyle dediği kayıtlıdır: "Ashab horlanmaktan, zelil bir duruma düşürülmekten hoşlanmazlardı. Ama güçlü olduklarında da af ederlerdi." (Askalânî, Şerh-i Sahih-i Buhâri, 5/99)
Zulmedenlere Az da Olsa Meyletmek: Ümmeti helâke ve cehenneme sürükleyen şey, sadece zulmü işlemek değil; aynı zamanda zulüm işleyenlere az da olsa meyletmektir: "Sakın zulmedenlere en ufak bir meyil duymayın, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur. Sonra (Allah tarafından da) size yardım edilmez." (11/Hûd, 113) Zemahşerî, bu âyetin tefsirinde şöyle der: "Meyl etmenin yasaklığı; zâlimlerin arzularına boyun eğmeyi, onlarla beraber olmayı, sohbetlerine katılmayı, ziyaretlerinde bulunmayı, dalkavukluk etmeyi, yaptıklarına rızâ göstermeyi, onlara benzemeyi, şekilleriyle şekillenmeyi, övgüyü andıran ifadeler kullanmayı ve tasvip anlamı taşıyacağı için onların süs ve giyimlerine özenip en küçük bakışı bile kapsamaktadır. Rükûn, az bir meyil demektir. Âyette "zulmedenlere" denilip de "zâlimlere" denilmemesinin inceliğini de düşünmek gerekir. (Zulmü kendisine âdet edinenlere zâlim denir; zulmü âdet edinmediği halde en ufak bir zulme yeltenene dahi hafif bir meylin olmaması gerektiğine işaret edilmiştir.) (Tefsir-i Zemahşerî, 2/433)
Zâlimlere meyleden onlardan olur. Zâlimlere verilen ceza, ona da verilir. Bunları ateş cezasından kurtaracak dostları da olmayacaktır. "Rabbimiz! Sen kimi ateşe koyarsan, artık onu rüsvay/ perişan etmişsindir. Zâlimlerin hiç yardımcıları yoktur." (3/Âl-i İmrân, 192)Peygamber Efendimiz'in zâlim yöneticilere yardımcı olma konusundaki hadisleri meşhurdur: "Benden sonra birtakım emirler (yöneticiler) olacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik eder ve yaptıkları zulümde kendilerine yardımcı olursa Benden değildir. Ben de onlardan değilim. O kimse Benim havzımın etrafına yaklaşamayacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik etmez ve onlara zulümlerinde yardımcı olmazsa, o, Bendendir; Ben de onunla beraberim. Ve o kimse havzımın kenarında Bana ulaşacaktır." (Tirmizî; Nesâi; Tâc Tercümesi, c. 3, s. 106)
 
Üst