Hadis Sohbetleri 79- Ramazan'da Bağışlanma

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
.







besmele-arapca1.jpg



Selamünaleyküm Degerli Kardeslerim;


avatar.jpg


Bu haftaki Hadis Sohbetleri dersimiz basladi.

avatar.jpg

Buyrun beraber mütaala edelim anladiklarimizi paylasalim insallah..





Hadis Sohbetleri 79

Ramazan'da Bağışlanma



Ebu Hüreyre Radiyallahu Anh, Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Ramazan ayının ilk gecesi girince şeytanlar ve cinlerin azgınları zincire vurularak bağlanır. Cehennemin kapıları kapatılır, hiçbir kapısı açılmaz. Cennet kapıları ise sonuna kadar açılır, hiçbirisi kapalı tutulmaz.
Her Müslümanın kalbinde hissettiği bir ses yükselir:
Ey iyiliklere istekli olanlar, hayra yönelin!
Ey kötülüğe arzu duyanlar, kendinizi tutun!

Allah'ın bu gece Cehennemden kurtardığı pek çok kimseler olacaktır.
Bu hal
Ramazan
'ın bütün gecelerinde tekrarlanır."


Buhari, Savm: 5; Bed'ü'l-Halk: 11; Müslim, Sıyam: 2; Nesai, Sıyam: 5)


 
Son düzenleme:

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Ramazan ayı girince şeytanların zincire vurulduklarını adeta görür gibi oluruz. İnsanlar her zamankinden daha fazla ibadete yönelirler. Oruçlar tutulur, Kur'an'lar okunur, camiler dolup taşar.

Herkeste bir Ramazan heyecanı başlar. Günahlardan elini eteğini çekemeyen pek çok insan tevbe istiğfar eder, Rabbine yönelir, Onun mağfiretine sığınır. Günah yuvaları birer birer müşteri kaybeder, bazısı da kapanır.

Bütün bunlar, şeytanların faaliyetlerinin azaldığını gösterir. Artık eskisi kadar vesvese veremezler, mü'minlerin kalplerine şüphe oklarını fırlatamazlar.

Demek ki, manevi olarak zincirlenmişlerdir. Böylece insanlar Allah'ın rahmetine koşunca Cehennemin kapılarının açık kalmasına da ihtiyaç kalmamıştır.

Artık, rahmet ve mağfiret kapıları açıktır. Cennete götürecek işler, ameller, ibadetler çok işlenir olduğundan fani dünyadan gerçek aleme nurlar gönderilmeye başlanmış, bunun için de Cennet kapıları arkasına kadar kapanmamak üzere açılmıştır.

Ramazan Temizleyicidir

Ebu Said el-Hudri Radiyallahu Anhın rivayetine göre, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz ki, Ramazan ayı ümmetimin ayıdır. İçlerinden hastalananlar olur, onu ziyaret ederler.

Bir Müslüman yalan söylemeden ve gıybet yapmadan oruç tutar, iftarını helal rızıkla yapar, farzları gözetip karanlıkta yatsı ve sabah namazına (camilere) giderse, yılanın derisini değiştirip çıkardığı gibi günahlarından kurtulup çıkar."(et-Tergib ve't-Terhib, 2:442)

Ebu Said el-Hudri Radiyallahu Anhtan rivayetle Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:

“Kim Ramazan ayında oruç tutar, Allah'ın emirlerine uyup yasaklarından sakınarak orucun hakkını verirse, korunması gerekenlerden de korunursa önceki günahlarından arınmış olur.” (Beyhaki, 4:304)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Ramazan Rahmet ve Kurtuluş Ayıdır



Mü­ba­rek ve fa­zi­let­li bir ayın, Kur’an ve oruç ayı­nın sa­adet göl­ge­si üze­ri­mi­ze düş­müş bu­lu­nmak­ta­dır. Bu ay, yü­ce Al­lah’ımı­zın in­san­lı­ğa ar­ma­ğan et­ti­ği şe­ref­li ki­ta­bı­mız Kur’ân-ı Ke­rîm’i in­dir­di­ği ay­dır. O Kur’ân-ı Ke­rîm ki in­san­lı­ğa şi­fa ve rah­met, me­de­ni­yet­le­re reh­ber­dir. Za­man ve me­kâ­na ör­nek­tir. O Kur’ân-ı Ke­rîm ki müs­lü­man­la­rın ha­yat nu­ru­dur. Gö­ren gö­zü, işi­ten ku­la­ğı ve ça­lı­şan kal­bi­dir. Al­la­h Azî­müş­şan’dan bir ba­ğış, Pey­gam­ber Efen­di­miz’den (s.a.v) bir müj­de­dir.


Evet, Kur’ân-ı Ke­rîm, tav­si­ye, emir ve ya­sak­la­rıy­la gö­nül­le­ri sa­ade­te, hak­ka ve hi­da­ye­te ka­vuş­tur­mak için bu ay­da in­di­ril­miş­tir. Böy­le­si­ne mü­ba­rek bir baş­lan­gı­ca şa­hit­lik eden bu ayın adı, Al­lah in­din­de ra­ma­zan­dır. Ra­ma­zan öy­le bir ay­dır ki, için­de bin aya be­del bir ge­ce olan Ka­dir ge­ce­si sak­lı­dır.

Bir gün bir grup sa­hâ­bî, Pey­gam­ber Efen­di­mi­z’e gi­de­rek, “Yâ Re­sû­lal­lah, geç­miş ta­rih­ler­de uzun ömür­lü üm­met­ler­den bir adam, Al­lah yo­lun­da bin ay sa­vaş ya­pa­bi­li­yor­muş. Bin ay, sek­sen kü­sur se­ne edi­yor. Biz bü­tün öm­rü­mü­zü har­ca­sak, bu ada­mın sa­de­ce o se­va­bı­na eri­şe­mi­yo­ruz” der­ler. Bu­nun üze­ri­ne Rab­bü’l-âle­min,

“Biz, o Kur’an’ı Ka­dir ge­ce­sin­de in­dir­dik. Sen, Ka­dir ge­ce­si­nin ne ol­du­ğu­nu bi­lir mi­sin? Ka­dir ge­ce­si, bin ay­dan ha­yır­lı­dır” (Kadr 97/1-3) me­âlin­de­ki âyet­ler­le baş­la­yan Ka­dr sû­re­si­ni in­zal bu­yu­ru­yor. Böy­le­ce sa­hâ­bî­le­rin di­le ge­tir­di­ği bu sı­kın­tı­dan üm­met-i Mu­ham­med’i kur­ta­rı­yor ve bu ge­ce­nin be­re­ke­tin­den ya­rar­lan­ma­mı­zı em­re­di­yor. An­la­şı­lı­yor ki, o bir ge­ce­yi ih­ya et­ti­ği­miz­de, o in­sa­nın bin ay sa­va­şa­rak el­de et­ti­ğin­den da­ha faz­la­sı­nı ka­zan­ma im­kâ­nı­na sa­hi­biz. An­la­ya­na ne bü­yük bir lu­tuf!…



Ra­ma­zan ayı, ha­yır ve be­re­ket ayı­dır. Kur’an ve oruç ayı­dır. Yü­ce rab­bi­miz bu ha­ki­ka­ti şöy­le ifa­de bu­yu­ru­yor: “Ra­ma­zan, öy­le bir ay­dır ki; Kur’an, in­sa­noğ­lu­na bir reh­ber, bu reh­ber­li­ğin apa­çık bir de­li­li ve doğ­ru­yu yan­lış­tan ayırt edi­ci bir öl­çü ola­rak bu ay­da in­di­ril­miş­tir. O hal­de içi­niz­den kim bu aya eri­şir­se, oru­cu­nu baş­tan ba­şa tut­sun. An­cak has­ta ve­ya se­ya­hat üze­re olan­lar, tu­ta­ma­dı­ğı gün­ler sa­yı­sın­ca baş­ka gün­ler­de (ka­za et­sin). Al­lah si­ze ko­lay­lık di­ler, güç­lük is­te­mez.” (Ba­ka­ra 2/185)


Rab­bi­mi­zin mu­hak­kak çok bü­yük hik­met­le­re meb­ni ola­rak farz kıl­dı­ğı oruç iba­de­tiy­le il­gi­li ola­rak, ba­kın Pey­gam­be­ri­miz (s.a.v) ne bu­yu­ru­yor: “Oruç, ate­şe ve kö­tü­lük­le­re kar­şı bir si­per­dir. Siz­den bi­ri­niz oruç­lu ol­du­ğu­nuz gün­de kö­tü söz ko­nuş­ma­sın ve kav­ga et­me­sin” (Bu­hâ­rî, Savm, 9; Müs­lim, Sı­yâm, 163) ve, “Kim ina­na­rak ve mü­kâ­fa­tı­nı Al­lah’tan bek­le­ye­rek oruç tu­tar­sa, doğ­du­ğu ilk gün­kü gi­bi gü­nah­lar­dan te­miz­len­miş olur.” (Bu­hâ­rî, Faz­lü Ley­le­ti’l-Kadr, 1; Müs­lim, Sa­lâ­tü’l-Mü­sâ­fi­rîn, 175; Ebû Dâ­vûd, Sa­lât, 318; Amed b. Han­bel, Müs­ned, 2/241). Oruç, kur­şun iş­le­mez zır­hı, kı­lıç kı­ran kal­ka­nı ile müs­lü­man­la­rı her tür­lü kö­tü­lük­ler­den ve ateş­ten ko­ru­yan bir si­per­dir. Kul­luk şu­uru­nun ola­ğa­nüs­tü gü­zel bir ifa­de­si­dir. Kalp­le­re iman ne­şe­si sa­çan, gö­nül­le­re sev­gi ve kar­deş­lik duy­gu­la­rı yer­leş­ti­ren bir iba­det­tir.

İş­te bu se­bep­le ra­ma­zan oru­cu şer‘î bir özür ol­ma­dan bı­ra­kıl­ma­ma­lı­dır. Sev­gi­li Pey­gam­be­ri­miz (s.a.v) bu­yu­ru­yor­lar ki:

“Al­lah’ın mü­sa­ade et­ti­ği du­rum­lar dı­şın­da ra­ma­zan­da bir gün oru­cu­nu bo­zan kim­se, ömür bo­yun­ca oruç tut­sa da­hi ra­ma­zan­da tut­ma­dı­ğı o gü­nün se­va­bı­na ula­şa­maz.” (Ebû Dâ­vûd, Savm, 38; İbn Mâ­ce, Sı­yâm, 14; Dâ­re­kut­nî, es-Sü­nen, 2/211)

Bu ara­da unu­tul­ma­ma­sı ge­re­ken bir ko­nu da, bü­tün iba­det­le­ri­miz­de ol­du­ğu gi­bi oru­cu­mu­zun da yal­nız rab­bi­mi­zin rı­za­sı ni­ye­tiy­le ol­ma­sı mec­bu­ri­ye­ti­dir. Al­lah rı­za­sı­na da­yan­ma­yan hiç­bir amel iba­det de­ğil­dir. Hz. Pey­gam­ber (s.a.v), “Bü­tün amel­ler ni­ye­te gö­re de­ğer­len­di­ri­lir” bu­yur­mak­ta­dır. (Bu­hâ­rî, Bed’ü’l-Vahy, 1, İmân, 41, Ni­kâh, 5, Me­nâ­kı­bü’l-En­sâr, 45, Itk, 6, Ey­mân, 23, Hi­yel, 1; Müs­lim, İmâ­re, 155. Ay­rı­ca bk. Ebû Dâ­vûd, Ta­lâk, 11; Tir­mi­zî, Fe­zâ­ilü’l-Ci­hâd 16; Ne­sâî, Ta­hâ­ret, 60, Ta­lâk, 24, Ey­mân 19; İb­n Mâ­ce, Zühd, 26)


Al­lah Re­sû­lü’nün, “Ni­ce oruç tu­tan var­dır ki, oru­cun ona aç­lık­tan baş­ka bir fay­da­sı yok­tur” (İbn Mâ­ce, Sı­yâm, 21; Ah­med b. Han­bel, Müs­ned, 2/373; Hâ­kim el-Müs­ted­rek, 1/431; Ta­be­râ­nî, el-Mu‘ce­mü’l-Ke­bîr, 12/382; Hey­se­mî, Mec­mau’z-Ze­vâ­id, 3/202) ve “Kim kö­tü söz­le­ri, iş­le­ri bı­rak­maz­sa o kim­se­nin ye­me­si­ni, iç­me­si­ni ter­ket­me­si­ne Al­lah’ın ih­ti­ya­cı yok­tur” (Bu­hâ­rî, Savm 8, Edeb 51; Ebu Dâ­vûd, Savm, 25; Tir­mi­zî, Savm, 16; İbn Mâ­ce, Sı­yâm, 21) uya­rı­la­rı­nı gör­mez­den ge­le­me­yiz.


Bu öl­çü­le­re gö­re dü­şü­nül­dü­ğün­de; di­lin­den kö­tü söz ve de­di­ko­du düş­me­yen, gön­lün­den kin, ha­set ve düş­man­lık duy­gu­la­rı si­lin­me­yen, elin­den ve aya­ğın­dan kö­tü­lük­ler git­me­yen, ha­yır ve ha­se­nat­la yok­sul­la­rın, kim­se­siz­le­rin ya­nın­da yer al­ma­yan kim­se­ler, ger­çek­ten oruç tut­muş ola­bi­lir­ler mi? Ya da sa­de­ce vü­cu­du, mi­de­yi, böb­rek­le­ri din­len­dir­mek, per­hiz yap­mak ve ki­lo ver­mek dü­şün­ce­siy­le tu­tu­lan oruç, ger­çek­ten oruç ola­bi­lir mi?



Tek­rar ha­tır­la­ta­lım ki, oru­cuy­la, te­ra­vih na­maz­la­rıy­la, Ka­dir ge­ce­siy­le ra­ma­zan ayı bi­zim için bir ha­zi­ne ve bü­yük bir fır­sat­tır. Üs­ta­dım de­miş­ti ki: “Bu dün­ya âh­ire­tin har­ma­nı­dır. Bu dün­ya­da ne azık eder­sen, öbür dün­ya­da an­cak onu yi­ye­bi­lir­sin. Ora­da onun­la ge­çi­ne­bil­mek zo­run­da­sın.”
Bu fır­sat­lar eli­miz­den bir bir çı­kıp gi­der­se, baş­ka bir fır­sa­ta vak­ti­miz ola­cak mı? Ebe­dî ha­yat­la yüz yü­ze gel­di­ği­miz o an­da, han­gi ame­lin bi­ze fay­da­sı ola­cak?


O hal­de bu Kur’an ve oruç ayı­nın kıy­me­ti­ni bi­le­lim. Kur’an ve oruç­la di­ri­len bir mü­min ola­lım. Na­maz ve zi­kir­le, fa­kir ve yok­sul­la­ra ha­yır ve ha­se­nat­la bu fır­sa­tı en iyi şe­kil­de de­ğer­len­di­re­lim. Ara­mız­da­ki kin ve düş­man­lık ateş­le­ri­ni sön­dü­re­lim; bir­bi­ri­mi­zi se­ve­lim, kar­deş ol­du­ğu­mu­zu unut­ma­ya­lım. Tam bir tes­li­mi­yet­le Al­lah’a sı­ğı­nıp, hiç de­ğil­se bu ay­da ge­ce­mi­zi, gün­dü­zü­mü­zü, bü­tün za­man­la­rı­mı­zı iba­det ni­ye­tiy­le ya­şa­ya­lım. Ru­hu­mu­zu, fik­ri­mi­zi, ben­li­ği­mi­zi, ah­lâ­kı­mı­zı, in­san­lı­ğı­mı­zı ve dün­ya­mı­zı oruç­la ye­ni­le­ye­lim.


Umu­lur ki bu mü­ba­rek va­kit­ler, rab­bi­miz­le ya­kın­laş­ma­da ve bü­tün bir ha­ya­tı iba­de­te dö­nüş­tür­me­de bir dö­nüm nok­ta­sı, bir baş­lan­gıç olur.


Muhammed Saki EROL – Semerkand Dergisi, Haziran 2013
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
[h=2]Ramazan Ayı Nedir?[/h]Ramazan ayı hicri takvime göre yani arap aylarına göre veya diğer bir deyişle ay takvimine göre 9. (dokuzuncu) aydır. Ramazan ayının diğer aylara göre büyük bir yeri vardır. Çünkü Ramazan ayı onbir ayın sultanıdır. Çünkü Kur’an-ı Kerim bu ayda indirilmeye başlanmıştır. Ayrıca bin aydan daha hayırlı olan “kadir gecesi” bu ay içerisindedir ve tabi ki oruç ibadeti de bu ayda yapılmaktadır.



[h=2]Ramazan da Kur’an-ı Kerimin yeri[/h]Ramazan ayını değerli kılan nedenlerden birisi, Kutsal kitabımız olan Kur’an’ın bu ayda indirilmiş olmasıdır. Yüce Allah Kur’an’da ” Ramazan ayı insanları kurtuluş yolan götüren, doğruyu yanlıştan ayıran Kur’an’ın indiği aydır. “(Bakara suresi, ayet 185) buyurmuştur. Kur’an’, Allah tarafından insanlara öğüt vermek ve yol göstermek için gönderilmiştir. Bu nedenle Kur’an insan için hayati değer taşır. Kur’an okumak bir ibadettir. Peygamberimiz Allah’ın bildirdiği görev ve sorumluluklarımızı sıkça hatırlamamız için Kur’an’ı çok okumayı teşvik etmiştir. Müslümanlar, ramazan ayında Kur’an okumaya her zamankinden daha çok özen gösterirler. Bunun için evlerde veya camilerde bir araya gelerek, her gün Kur’an’dan yirmi sayfa okurlar. Ramazan ayının sonuna gelindiğin de ise Kur’an’ı baştan sona bir kez okumuş olurlar. Buna hatim denir. Daha sonra hatim duası yapılır. Müslümanlar yüzyıllar boyu bu geleneği devam ettirmişlerdir. Kur’anıkerim, ramazan ayının Kadir Gecesi’nde indirilmeye başlanmıştır. Kadir gecesi ramazan ayının 27. gecesi olarak bilinir. Yüce Allah Kadir Gecesi’nin “Bin aydan daha hayırlı” olduğunu haber vermiştir. Peygamberimiz de “Kim inanarak ve sevabını Allah’tan umarak Kadir Gecesi’nideğerlendirirse geçmiş günahları bağışlanır” (Buhari) buyurarak, bu gecenin önemini belirtmiştir
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Ramazan Ayında Orucun Yeri ve Önemi

Ramazan ayını önemli kılan etkenlerden biri de, dinimizin temel ibadetlerinden olan orucun bu ay içinde tutulmasıdır. Yüce Allah Kur’an’da “…Kim Ramazan ayına ulaşırsa oruç tutsun” (Bakara suresi, 185. ayet) buyurarak, ramazan ayında oruç tutulmasını emretmektedir. Bu nedenle Müslümanlar ramazan ayı boyunca oruç tutarlar. Ramazan ayı oruç, ibadet ve sabır ayıdır. Allah’ın rahmet ve bağış kapılarının açıldığı aydır. Sevgili Peygamberimiz, ramazan ayında içtenlikle yapılan dua, ibadet ve iyiliklerin Allah katında daha değerli olacağını bildirmiştir.
Açıktan oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur. Namaz kılmayanın da, oruç tutması ve haramlardan kaçınması gerekir. Bunların orucu kabul olur ve imanları olduğu anlaşılır.
Ramazan-ı şerifte, oruç tutmak çok sevaptır. Özürsüz oruç tutmamak büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Özürsüz, Ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz) buyuruldu. [Tirmizi]
(Ama dini bir mazeret varsa oruç tutmamak günah olmaz.)

Ramazanda oruç tutmak hakkındaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahü teâlâ, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar
bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin [Kadir gecesinin] hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır.) [Nesai]

(Ramazan ayında oruç tutmayı farz bilip, sevabını da Allahü teâlâdan bekleyerek oruç tutanın günahları affolur.) [Buhari]
(Ramazan orucunu tutup ölen kimse, Cennete girer.) [Deylemi]
(Ramazan ayı gelince, “Ey hayır ehli, hayra koş! Şer ehli, sen de kötülüklerden el çek” denir.) [Nesai]
(Ramazan bereket ayıdır. Allahü teâlâ bu ayda, günahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.) [Taberani]
(Ramazan-ı şerif ayı geldiği zaman, Allahü teâlâ meleklere, müminlere istiğfar etmelerini emreder.) [Deylemi]
(Farz namaz, sonraki namaza kadar; Cuma, sonraki Cumaya kadar; Ramazan ayı, sonraki Ramazana kadar olan günahlara kefaret olur.) [Taberani]
(Peş peşe üç gün oruç tutabilenin, Ramazan orucunu tutması gerekir.) [Ebu Nuaym]
(Ramazan orucu farz, teravih sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin günahları affolur.) [Nesai]
(Bu aya Ramazan denmesinin sebebi, günahları yakıp erittiği içindir.) [İ.Mansur]
(Ramazan ayında ailenizin nafakasını geniş tutunuz! Bu ayda yapılan harcama, Allah yolunda yapılan harcama gibi sevaptır.) [İbni Ebiddünya]
(Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise, Cehennemden kurtuluştur.) [İ.Ebiddünya]
(İslam, kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak ve haccetmektir.) [Müslim]
(Cennetteki güzel köşkler, sözü hoş, selamı çok, yemek yediren, oruca devam eden ve gece namazı kılan kimselere verilir.) [İbni Nasr]
(Oruç tutan müminin susması tesbih, uykusu ibadet, duası müstecap ve amelinin sevabı da çoktur.) [Deylemi]
(Bilhassa oruçlu iken çirkin, kötü söz söylemeyin! Birisi size sataşırsa, ona “Ben oruçluyum” deyin!) [Buhari]
(Gerçek oruç, sadece yiyip içmeyi değil, boş ve hayasızca sözleri de terk ederek tutulan oruçtur.) [Hakim]
(Allahü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrasına, ancak oruçlular oturur.) [Taberani]
(Allah yolunda bir gün oruç tutanı, Allahü teâlâ yetmiş yıllık mesafe kadar cehennemden uzaklaştırır.) [Buhari]
(Temizlik imanın yarısı, oruç da sabrın yarısıdır.) [Müslim]
(Oruçlu iken ölene, kıyamete kadar oruç tutmuş gibi sevap yazılır.) [Deylemi]
(Oruçlu iken ölen Cennete girer.) [Bezzar]
(Oruç tutan, namaz kılan kimse, mükâfatını kıyamette aklı kadar alır.) [Hatib]
(Oruç şehveti keser.) [İ. Ahmed]
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Ramazan Ayının Anlam ve Önemi Nedir?

Bu konuda imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Mübarek Ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azat olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz.

Bu ayda, emri altında bulunanların, işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur, Cehennemden azat olur. Ramazan-ı şerif ayında, Resulullah, esirleri azat eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer.
Bu ayı fırsat bilmeli, elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allahü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir.
Kur’an-ı kerim, Ramazanda indi. Kadir gecesi, bu aydadır. Ramazan-ı şerifte, iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnettir. Resulullah bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi.
İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısıyla her şeye muhtaç olduğunu göstermektedir. İbadet etmek de zaten bu demektir.
Hurma ile iftar etmek sünnettir. İftar edince, (Zehebez-zama’ vebtellet-il uruk ve sebet-el-ecr inşaallahü teâlâ) duasını okumak, teravih kılmak ve hatim okumak önemli sünnettir.
Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce Müslüman affolur, azat olur. Bu ayda, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır. Allahü teâlâ, bu mübarek ayda Onun şanına yakışacak, kulluk yapmayı ve Rabbimizin razı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı, hepimize nasip eylesin! Âmin. (Mektubat ,1.c. 45.m.) Mübarek vakitlerde, günahlardan titizlikle uzak durmalı, taatları, ibadetleri ve her çeşit hayratı artırmalıdır. Zira Allahü teâlâ, tarafından sevilen kimse, faziletli vakitlerde faziletli amellerle meşgul olur. Buğzettiği kul ise; faziletli vakitlerde kötü işlerle meşgul olur. Kötü işlerle meşgul olanın bu hareketi azabının daha şiddetli olmasına ve Allahü teâlânın, ona daha çok buğzetmesine sebep olur. Çünkü o, böyle yapmakla vaktin bereketinden mahrum kalmış ve onun hürmet ve şerefini çiğnemiş olur. (Mev’iza-i hasene)




Resulullah Efendimizin Ramazan ile İlgili rüyası

(Rüyamda acayip şeyler gördüm. Ümmetimden birini azap melekleri yakalamıştı. Aldığı abdestler gelip, onu içindeki zor durumdan kurtardı. Birini gördüm, kabri onu sıkıyordu. Kıldığı namazlar gelip, onu kabir azabından kurtardı. Birine şeytanlar musallat olmuştu. Ettiği zikirler gelip, şeytandan onu kurtardı. Birinin de susuzluktan dili çıkmıştı. Tuttuğu Ramazan orucu gelip, susuzluğunu giderdi.
Birini zulmet sarmıştı. Yaptığı hac gelip karanlıktan çıkardı. Birine ölüm meleği gelmişti. Ana babasına yaptığı iyilikler gelip, ölümüne engel oldu, geciktirdi. Birini Müslümanlarla konuşturmuyorlardı. Sıla-i rahim gelip, ona şefaat etti, onlarla konuştu. Peygamberinin yanına gitmek isteyen birine engel oluyorlardı. Aldığı gusül, onu alıp yanıma getirdi. Ateşten korunmak isteyen birisine, sadakası gelip ateşe perde oldu. Birini zebaniler alıp Cehenneme götürürken, yaptığı emr-i maruf ve nehy-i münker gelip kurtardı. Biri Cehennem ateşine atılmıştı. Allah korkusu ile döktüğü gözyaşları gelip oradan kurtardı.
Birine amel defteri solundan verilirken, Allah korkusu gelip, defterini sağa aldı. Sevapları hafif gelen birine, kendinden önce ölen çocukları gelip, sevabını ağırlaştırdı. Cehennemin kenarında, korkudan titreyen birine, Allahü teâlâya olan hüsnü zannı gelince, titremesi durdu. Sırattan zorla geçen biri, Cennete geldi. Fakat kapılar kapalıydı. Kelime-i şehadeti gelip, onu Cennete koydu.) [Taberani, Hakîm-i Tirmizi]
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Ramazanda gün gün yapılacak ibadetler..

Bu Ramazan ayının her gecesinde kılınan namazdır. Zuhru'l- Abidin'de bildirilmiştir ki, Ebu Hureyre rivayet eder; Peygamberimiz s.a.v şöyle buyurmuştur:

- Bir kimse Ramazan ayında her gece namaz kılsa, bu iki rekat namazın her rekatında bir fatiha ve üç ihlas okursa, Hak Teala onun her rekatına karşılık yüzbin melek gönderir. O kimsenin yazılmış günahlarını mahv edip yerine haseneler yazmak ve cennette derecelerini yüceltmek için. Aynı zamanda o kişiye 70 köle azad eylemiş sevabı yazılır.

Her Ramazan Gecesi Kılınan Namazların Faziletleri



BİRİNCİ GECE

İbn-i Abbas (r.a) rivayet eder ki, Hz. Rasulüllah efendimiz buyurmuşlar ki:

-Ramazan ayının ilk gecesinde bir kimse iki rekat namaz kılsa, her rekatında Kadir suresini okursa Hak Teala o kimseye üç iyilik verir.

1. Bu ay içindeki orucu ve namazı ona kolaylaştırır.
2. Bu ay orucunu ve namazını kabul eder.
3. Gelecek yıla dek fakirlikten emin kılar.


İKİNCİ GECE

İbn-i Ömer (r.a) rivayet ediyor:

Bu gece bir kimse bir Fatiha ve dört kere Felak, Nas okumak suretiyle iki rekat namaz kılsa o yıl içinde ettiği muameleden ziyan görmez, imansız kalmak tehlikesinden emin olur, ahirette iki iyilik bulur:

1. Cehennemden kurtulur.
2. Cennette felah bulur.



ÜÇÜNCÜ GECE

Rivayetçiler Ömer ve Said (r.a): Bu gece, gecenin sonunda bir Fatiha, beş Kevser ve beş İhlas sureleri ile iki rekat namaz kılan kişi ahirette Ebu Bekir (r.a)'ın elinden bir kase şarab içer ki asla susuzluk görmez.



DÖRDÜNCÜ GECE


Ebu'd Derda (r.a) : "Bu gece bir fatiha ve dört kere "Asr" suresini okuyarak altı rekat namaz kılan kişi beş türlü iyilik bulur.

1. Müslüman olarak dirilir.
2. Kabir sualine ihlas suresi okur gibi cevap verir.
3. Müslüman olarak ölür
4. Yüzü ayın ondördü gibi olur.
5. Sırat köprüsünü yıldırım gibi geçer. Ebu Bekir (r.a) cennetle müjdeler.





BEŞİNCİ GECE


Rivayetçisi İbn-i Abbas'tır.: "Bu gece 4 rekat namaz kılan kişi, birinci rekatta 1 Fatiha ve Tekasür, ikinci rekatta 1 Fatiha ve 1 Asr, üçüncü rekatta 1 Fatiha ve 1 Maun, dördüncü rekatta 1 fatiha ve 3 İhlas okursa, o kimse kabir azabı görmez. Hak Teala onun defterinden günahını kazır, yerine ulu itaatler yazar.



ALTINCI GECE

İbn-i Mesut rivayet eder: "Bir kimse 1 Fatiha ve ayetel kürsi ile bir de "şehidellahu ennehu" ayet-i kerimesini hesapsız okuyarak iki rekat namaz kılsa, Hak Teala Hz. o kuluna:

- Ey kulum, bu namaz ile bütün günahlarını bağışladım. Artık bunun gibi güzel amellere başla, er gibi ol. Güzel işlerden yüz çevirme."



YEDİNCİ GECE


Ebu Hureyre (r.a) rivayet eder: "Bir kimse gecenin yarısında 4 rekat namaz kılsa her rekatında 1 fatiha, 10 ihlas, 10 felak, Nas okursa, Hak Teala meleklere:
"Görün bu kulumu ki tatlı uykusunu terk edip benim rızamı ister. O halde siz şahidim olun ki ben bu kulumun günahlarını bağışlayıp cennete girmesini emrederim."




SEKİZİNCİ GECE


Hz. Ali (r.a) rivayet eder: "Bu gece 1 Fatiha, 1 İhlas ve birer felak, nas okuyarak iki rekat namaz kılan kimseye 7 cehennemin kapısı kapanır. 3 cennetin kapısı açılır."




DOKUZUNCU GECE


İbn-i Mesud (r.a) rivayet eder: "Bu gece 1 Fatiha, 10 İhlas ve beşer tane Felak, Nas ile bir kimse 12 rekat namaz kılsa 10 türlü haceti kabul olunur ve kıyamette yüzü ayın ondördü hali gibi nurlanır.



ONUNCU GECE

Ebu Hureyre (r.a) rivayet eder:

"Bu gece bir kimse dört rekat namaz kılsa 1. rekatta 1 fatiha, Ayete'l Kürsi, Şehidellahü, ve Duha'yı birer kere okursa, 2. rekatta 1 Fatiha, 1 Eğla suresi ve Ğaşiye suresini, 3. rekatta 1 Fatiha ve Duha yı, 4. rekatta 1 Fatiha ve 1 İnşirah surelerini okursa Hak Teala o kulun namazını kabul eder ve ölüm meleğine emir verir:

- "Ben bu kulumu benim şiddetimden ve kabir azabından emin kıldım."




ONUNCU GECE
Bu gece bir kimse dört rekat namaz kılsa 1 . rekatte 1 Fatiha Ayete'l-Kürsi,Şehilellahü, ve Vezzuhayı birer kere okursa 2 . rekatte 1 Fatiha 1 Eğla suresi ve Ğaşiye suresini, 3 rekatte 1 Fatiha ve Vezzuhayı, 4. rekatte 1 Fatiha ve 1 Elem neşrahleke'yi okursa Hak Teala o kulun namazını kabul eder e ölüm meleğine emir verir :
'' - Ben bu kulumu kabir azbından ve benim şiddettimden emin kıldım''



ONBİRİNCİ GECE :
Ebu Hüreyre(r.a) rivayet eder :
''Bir kimse bu gece 4 rekat namaz kılsa,her rekatta 1 Fatiha,10 Ayetelkürsü ,10 İnna a'teyna, 10 İhlas okursa , kıyamet gününde kendisine bütün peygamberlerin sevabı kadar sevap verilir.Aynı zamanda kıldığı bu namaz 50 yıllık geçmiş günahlarına kefaret olur ''



ONİKİNCİ GECE :

Şuraka rivayet eder :
''Bu gece 10 rekat namaz kılan bir kimse muhakkak günah derdine karşı dermanı tam olarak bulmuştur''




ONÜÇÜNCÜ GECE :

Hz. Aişe rivayet eder :
Bu gece bir kimse 1 Fatiha ve 30 Nas, Felak okuyarak 6 rekat namaz kılarsa, Hak Teala onun denizlerin köpüğü kadar günahları çok olsa dahi bağışlar.


ONDÖRDÜNCÜ GECE :

Hz. Osman rivayet eder :
''Bir kimse gece 1 fatiha ve 50 İhlas ile 4 rekat namaz kılsa rızkı ve bereketi fazla olur.Aynı zamanda o yıl içindeki bütün muratları hasıl olur.




ONBEŞİNCİ GECE :

İbn-i Mesut rivayet eder :
'' Bir kimse bu gece 1 Fatiha 10 İhlas ile 6 rekat namaz kılsa , Hak Teala o kulunu Cehennemden azad ettiği gibi ona Tevratı,İncili ve İbrahim (a.s)'a inen sahifeleri okumuş kadar sevap yazar.Ayrıca on yıl aralıksız ve kafirlerle savaştan hiç dönmeden gaza etmiş gibi sevap verir.Aynı zamanda yüz kere hac etmiş sevabını verir.


ONALTINCI GECE :

Rasulüllah (s.a.v.) buyurmuştur ki :
'' Bu gece seher vaktinde bir kimse 1 Fatiha ve '' Kulillahümme...'' okuyarak iki rekat namaz kılsa, Hak Teala onun yüz hacetini verir.Bunların 10 ' u dünyada 90 'ı ahirettedir
.

ONYEDİNCİ GECE :

İbn-i Abbas rivayet eder :
'' Bu gece bir kimse ilk rekatında 1 Fatiha ve ''inna a'teyna 2. rekatında 1 Fatiha ve 10 İhlas okursa ,Allah o kimseyi müslümanlık üzerine diriltir.Ve müslüman olarak ruhunu alır.Ayrıca Azrail (a.s) son nefesinde ona kevser şarabı içirir.Kıyamete açlık ve susuzluk görmez.



ONSEKİZİNCİ GECE :

Hz. İbn-i Ömer (r.a) rivayet eder :
''Bir kimse bu gece 4 rekat namaz kılsa,her rekatında 1 Fatiha ,3 İhlas ,3 Felak,3 Nas okursa o kimse anasından doğmuş gibi günahlarından çıkar.Azrail (a.s) ona geldiği vakit cenneti müjdeler.


ONDOKUZUNCU GECE :

Abdullah İbn-i Evta rivayet eder : Bir kimse bu gece 4 rekat namaz kılsa her rekatında 1 Fatiha 7 İzazülzileti okursa o kimse kıyamet korkularından emin olur ve bütün günahlarından arınır.Bütün kötülükleri iyiliğe dönüşür.


YİRMİNCİ GECE :

Yine Abdullah İbn-i Evta rivayet eder :
'' Bir kimse bu gece 6 rekat namaz kılsa her rekatında 1 Fatiha ile Vedduha okursa, o kimsenin kabri nurlu olur ve hesabı kolay olur.


YİRMİ BİRİNCİ GECE :

Peygamberimiz s.a.v buyuruyor:

''Bir kimse bu gece 2 rekat namaz kılsa, her rekatında 1 Fatiha,5 Felak, Nas okursa, o kişiye gelecek yıla kadar nazar değmez ve rızkı bereketli olur.O yıl içinde ölecek olsa şehit olur.





YİRMİ İKİNCİ GECE :

Peygamberimiz s.a.v buyuruyor:

Bu gece yarısı 2 rekat namaz kılsa her rekatında 1 Fatiha ile5 Vedduha okursa ; o kimsenin yüzü kıyamette güneşten daha nurlu olur.Onun yüzünün nuru ile sırat köprüsünden ev halkından 70 kişi rahatça geçer.




YİRMİ ÜÇÜNCÜ GECE:

Peygamberimiz s.a.v buyuruyor:

''Bir kimse bu gece yarısında 4 rekat namaz kılsa, her rekatında 1 Fatiha ve Elem neşrah okursa o kimse 40 Peygamber sevabı bulur.''





YİRMİ DÖRDÜNCÜ GECE:

Peygamberimiz s.a.v buyuruyor:

''Bir kimse 1 Ftaiha ve 1 Elkari'a ile 2 rekat namaz kılsa ona şöyle nida olnur.-Korkma !Sen semin olanlardansın.''




YİRMİ BEŞİNCİ GECE :

Peygamberimiz s.a.v buyuruyor:

22Bu gece bir kimse 2 rekat namaz kılsa , her rekatında 1 Fatiha, 1 Elemtere 1'de Li ilafi (kureyş) okursa , o kimse kıyamet günü şefaat etse der olunmaz.Ayrıca suya kanmış ve karnını tok tutmuş olur.''





YİRMİ ALTINCI GECE :

Peygamberimiz s.a.v buyuruyor:

''Bu gece bir kimse 2 rekat namaz kılsa,her rekatınde 1 Fatiha,1 Ayate'l-Kürsi ve 3 İhlas okursa , kıyamet günü o kimseye öyle bir tac giydirirler ki ,bütün mahlukatların sayısınca dil olsa onu tasvir edemezler.





YİRMİ YEDİNCİ GECE :

Peygamberimiz s.a.v buyuruyor:

''Bu gece bir kimse 1 Fatiha ve 7 İnna enzelna ile 2 rekat namaz kılsa, o kişinin sevabı kedre yetenlerin sevabından eksik olmaz.''





YİRMİ SEKİZİNCİ GECE :

Peygamberimiz s.a.v buyuruyor:

''Bu gece bir kimse 1 Fatiha ve 3 İhlas ile 2 rekat namaz kılsa anasından doğduğu gibi günahlardan çıkar.Ve kıyamette hesaptan kurtulur.


YİRMİ DOKUZUNCU GECE :

''Bir kimse 1 Fatiha ve 7 İhlas ve 1 felak ile 2 rekat namaz kılsa,Hak Teala o kimseye nida eder :

-Ey kulum !Sana müjdelerim ki namazını ve orucunu kabul ettim,günahlarını bağışlayıp cenneti vacip kıldım.''






OTUZUNCU GECE :

Nebilerin Sultanı ,Esfiyaların burhanı Efendimiz s.a.v buyurmuşturlarki ;bu gece bir kimse 1 Fatiha 10 İhlas , 10 Felak , Nas ile 2 rekat namaz kılarsa o kimsenin 3 türlü haceti kabul olunur.

1 . Taatleri kabul olur.

2 . Dünyadan iman ile göçer.

3 . Kitabı sağ yanından verilir.



alinti
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Ramazan ayına ‘ibadet ayı’ olarak bakan pek çok kişi, çoğunlukla bilgisizlik sebebiyle, diğer ayların ve vakitlerin sıradan ve ‘dünyevî’ bir niteliğinin olduğu vehmine kapılır. Oysa Ramazan ayında tutulan oruç, tıpkı diğer vakitlerde yapılan ibadetler gibi İslâm’daki hayat-ibadet bütünlüğünden kaynaklanır.


.

Ramazanda başka, diğer aylarda bambaşka yaşama çelişkisinden kurtulmak için, İslâm’daki hayat-ibadet bütünlüğünü anlamamız gerekiyor.


.

İçinde bulunduğumuz Ramazan ayı, rahmet ve bereket kapılarının açıldığı aydır. İslâm takviminin en önemli zaman dilimlerinden birini temsil eden Ramazan, bütün müslümanların yeni bir şevk ve neşve ile dine yöneldiği ayın da adıdır. Bu ayın manevi bir festival olduğunu bilmek, yaptığımız ibadetlerin lezzetine varmamızı sağladığı gibi, bizi insani ve ahlâki açıdan da olgunlaştırır.


Bu noktada, dini hassasiyet derecesi ne olursa olsun bütün müslümanların bu rahmet ve mağfiret cağrısına kulak vermesi, ondan azami derecede istifade etmesi, büyük bir önem taşır.
Bununla beraber, özellikle halk arasında ‘Ramazan müslümanlığı’ diye nitelendirilen bir tavrın var olduğunu biliyoruz. Ramazan ayına ‘ibadet ayı’ olarak bakan pek çok kişi, çoğunlukla bilgisizlikten kaynaklanarak, diğer ayların ve vakitlerin sıradan ve ‘dünyevî’ bir niteliğinin olduğu vehmine kapılır. Oysa Ramazan ayında tutulan oruç, tıpkı diğer vakitlerde yapılan ibadetler gibi, İslâm’daki hayat-ibadet bütünlüğünden kaynaklanır. Bu konuyu biraz daha açabilmek için, İslâm’ın öngördüğü hayat-ibadet bütünlüğünü izah etmeye çalışalım.



Hayatı İbadet Şuuruyla Yaşamak
İslâm’ın üzerinde ısrarla durduğu ilkelerin başında, ibadet ve hayatın bütünlüğü gelir. İbadet kelimesi altında topladığımız tüm dini eylemleri gündelik hayatın dışında gören modern bakış açısının tersine, İslâm ibadetin bir hayat biçimi olarak özümsenmesini ve hayatın da bir ibadet ruhu içinde yaşanmasını hedefler. Bu bütünlüğü temin etmek için, Kur’an ve Hz. Peygamber Efendimiz A.S.’ın sünneti müslümanlara vazgeçilmez iki kaynak olarak verilmiştir.
Bu bağlamda Kur’an-ı Kerim hayatın ve gerçekliğin hemen her alanıyla ilgili konulara değinir ve pek çok örnekler verir. Hz. Peygamber A.S.’ın sünneti de bize bu genel ilkeleri nasıl yaşayacağımız konusunda ayrıntılı ve aydınlatıcı bir örneklik (Kur’an’ın tabiriyle ‘en güzel örnek/model’) sunar. İslâm’ı diğer dünya dinlerinden ayıran hususlardan birini burada görüyoruz:

Hz. İsa A.S. yahut Hz. Musa A.S.’ın yaşadığı hayat hakkında İncil ve Kur’an’da bildirilenlerin dışında fazla bilgiye sahip değiliz. Buna mukabil Hz. Peygamber A.S. Efendimiz’in ve aile hayatının, tırnak kesmeden savaş idaresine kadar son derece ayrıntılı kayıtları bugün elimizde bulunuyor. Bunun hikmeti, hiç şüphesiz İslâm’ın küllî bir din olarak yaşanması ile doğrudan irtibatlı. Kur’an’ın rehberliği ve Sünnet’in örnekliğinde, insan hayatının hiç bir alanı boş bırakılmamıştır. Dahası, Hz. Peygamber A.S. döneminde vaki olmayan, fakat ileride ortaya çıkması muhtemel durumlarlar için de kılavuzluk sağlayacak ilkeler ortaya konmuş, bunların nasıl uygulanacağı çeşitli örneklerle gösterilmiştir..

Semerkend dergisi
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Bir Hayat Tarzı Olarak

Konumuz açısından bunun önemini görmek zor değil: Hz. Peygamber Efendimiz’in sadece namazları nasıl kılacağımız konusunda değil, aynı zamanda nasıl alış-veriş yapacağımız veya nasıl iş kuracağımız konusunda da bağlayıcı bir örnek olması, ibadet-hayat bütünlüğünü güçlendirmeyi hedefler.

Bu demektir ki, İslâm sadece namaz, oruç gibi ibadetlerle sınırlı olan bir din değildir. Periyodik ibadetlerin dışında kalan her tür insani ve sosyal eyleme, ‘muamelât’, yani muameleler ve münasebetler adı verilmiştir. Muamelât, ticaretten idareye, eğitimden uluslararası ilişkilere kadar çok geniş bir alanı kapsar ve bu alandaki emir ve yasaklar ibadetlere ilişkin kurallar kadar önemli ve vazgeçilmezdir.
Dolayısıyla ibadetler ile muameleler arasındaki bütünlük, İslâm’ın tartışma götürmez prensipleri arasındadır. Bu ilkenin halk arasındaki yansımalarından biri de ‘çalışmak ibadettir’ ifadesinde ortaya çıkar. Bu ifade doğru bir şekilde anlaşıldığında, Kur’an ve Sünnet’in hedeflediği hayat-ibadet bütünlüğüne atıfta bulunur. Zira nihai manada helal rızık yolunda harcanan emek, en az namaz ve oruç kadar büyük bir öneme sahiptir.


Bu bütünlük ilişkisini biraz daha açmaya çalışalım. İbadât başlığı altında toplanan namaz, oruc, hac ve zekât gibi periyodik ibadetler, insanlar ile Cenab-ı Hak arasındaki ilişkileri düzenler. Yani bir bakıma Yaradan ile yaratılan arasındaki dikey ilişkinin istikamet ve muhtevasını belirler. Muamelât adı verilen bireysel ve toplumsal eylemler ise, insanlar arası ilişkileri düzenler. Yani insanlar arasındaki yatay ilişkiler bütününü (birbirlerine karşı olan hak ve sorumluluklarını) tanzim eder. İbadât ve muamelât arasındaki bütünlük ilişkisi, dikey boyut ile yatay boyut arasındaki ilişkinin bir başka ifadesidir. İslâm’a göre hayat ile ibadetin iç içe geçmiş hali, ancak bu iki boyutun birleştirilmesi ile mümkündur.


Hz. Peygamber A.S. Efendimiz başta olmak üzere bütün peygamberlerin hem dini-manevi, hem de siyasi ve sosyal liderler olması, bu ilkenin vahiy tarihindeki tezahürüdür. Aynı şekilde, bütün ilâhi dinlerin kökeninde bulunan ‘adaletin arz üzerinde inşası’ prensibi, bu bütünlük ilişkisinin bir neticesidir: yeryüzünde insanlar arasındaki adalet -yani yatay düzlemdeki adalet- ancak adaletin insan nefsinde, yani dikey olarak inşa edilmesi ile mümkündür. Bir başka ifadeyle söyleyecek olursak, kendi nefsine ve dolayısıyla Rabbine karşı adil olmayan kişi, adaletin arz üzerindeki hiç bir formuna nihai manada ve kâmilen ulaşamaz.

Bu demektir ki periyodik ibadetlerle gerçekleştirmeye çalıştığımız nefsî ve dikey adalet, muamelât düzeyinde inşa etmeyi hedeflediğimiz sosyal ve yatay adalet ile bütünleştirilmek zorundadır.

Bu bağlamda Kur’an, tekvinî yani yaradılışa ilişkin (kozmolojik) ayetler ile ‘ölçüp biçme’ arasında dikkate değer bir ilişki kurar. Rahman Suresi’nde göklerin nasıl bir mizan ve ölçü üzere yaratıldığı ifade edildikten hemen sonra, aynı adalet ve mizan ilkesinin insanlar arasında da kurulması gerektiği belirtilir:

“Günes de ay da bir hesap ile hareket eder. Necm (bitkiler, yıldızlar) ve ağaçlar Allah’a secde ederler. Allah göğü yükseltti ve mizanı koydu. (O halde siz de) tartıda taşkınlık edip dengeyi (mizanı) bozmayın. Tartıyı adaletle yapın, terazide eksiklik yapmayın.” (Rahman/5-9)

Bu ayetin de gösterdiği gibi İslâm göklerin yaradılışı ve kozmik dengesi ile pazar yerindeki adaletli tartı arasında doğrudan bir ilişki kurar.


‘Hayatım ve Ölümüm Allah İçindir.’

Bir baska örnek için En’am Suresi’nin 162’nci ayetine kulak verelim:
“De ki: Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep alemlerin rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim.”

Bu ayette, Hz. Peygamber A.S.’ın ağzından bütün müslümanlara hayatın bütünlüğü anlatılır. Bu ayetin manası son derece açık ve çarpıcı: genel kanaatin aksine din (yahut ‘dini alan’) namaz, oruç gibi fiziki ve periyodik ibadetlerle sınırlı değildir. Zira de-ye-ne kökünden gelen ‘din’ kelimesinin manalarından biri de ‘bağlamak’, yani yaratılanı Yaratıcısı’na raptetmektir.

Dini bu geniş manasıyla ele aldığımızda, hayatın her alanı, hem başı hem de sonu dinin sorumluluk alanına girer. Bu yüzden yukarıdaki ayette ‘namaz ve menasik’ kelimelerinin hemen ardından ‘hayatım ve ölümüm’ kelimeleri gelmekte, böylece teslimiyetin gerçek mana ve kapsamı vurgulanmaktadır.

Namaz ve oruç başta olmak üzere ibadetlere bu çerçevede baktığımızda, İslâm’da ibadetler ile gündelik ve sosyal yaşam arasında nasıl bir bütünlük ilişkisi kurulduğunu rahatlıkla görürüz. ‘Din alanı-dünya’ alanı şeklinde yapay bir ayrım üzerine kurulu olan modern dünya görüşünün tersine, İslâm ‘din dışı’ olarak tanımlanabilecek bir alanı kabul etmez.

Şüphesiz teknik anlamda ve eğitim maksadıyla yapılan ‘din ilimleri’ yahut ‘dinî meseleler’ tabiri, İslâm tarihinde ilk dönemlerden beri kullanılmaktadır. Fakat bu ifadeler din dışı ve seküler, yani dinin tamamen dışarda bıraktığı bir alanı ifade etmez.

Bu manada eğitimden aile hayatına, bireysel dua ve nafilelerden farz ibadetlere kadar insan hayatının her alanı, belli bir çerçeveye oturtulmuş ve bu ilâhi çerçeve içerisinde insana büyük bir özgürlük alanı verilmiştir. Modern düşüncenin seküler yahut din-dışı alan diye tanımladığı bu özgürlük alanı, tanımı gereği dini bir niteliğe sahiptir. Zira insanın iyilikle kötülük arasındaki imtihanı bu alanda cereyan eder.



Hayat-İbadet Bütünlüğü Açısından Oruç

Oruç, nefsimizi tezkiye etmek için bize açılan en önemli manevi kapılardan biridir. Bir başka ifadeyle, bu bize yapılmış bir rahmet davetidir. Bu manada Ramazan ayının yepyeni bir manevi tazelik ve şuur ile idrak edilmesi son derece önemlidir. Lâkin yukarıda izah etmeye çalıştığımız hayat-ibadet bütünlüğünü akılda tuttuğumuzda Ramazan’ın anlamını daha iyi kavrayabiliriz.

Ramazan bize verilmiş önemli bir fırsattır. Fakat bu, diğer ayların ve vakitlerin önemsiz olduğu, din yahut ibadet dışı bir niteliğe sahip olduğu anlamına gelmez. Ramazan, Yaratıcımız’a giden yoldaki işaretlerden biridir ve istikametimiz konusunda bize kılavuzluk sağlar. Aksi halde Ramazan ayında bu manevi yolculukta olduğumuz, diğer vakitlerde ise sıradan dünyevi bir hayat yaşadığımız şeklinde bir yanlış fikre kapılmamak gerekir.


Her aldığımız nefesin bu yolculukta atılmış bir adım olduğunu unutmamak zorundayız. İdrak etmekte olduğumuz mübarek Ramazan ayına ve sair zamanlardaki ibadetlerimize bu açıdan bakarsak, imanın lezzetine ulaşmamız inşallah daha kolay olacaktır

Semerkand
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Oruç ayı olan Ramazan-ı Şerîf, feyizli bir hayatın yaşandığı mübârek bir mükâfât ayıdır. Nâil olduğumuz sayısız nîmetlerin kadrini hatırlatan bu ayda, fânî lezzetlerden vazgeçip bâkî lezzetlere nâil olmanın sırrına, Hakk Teâlâ'nın emir buyurduğu oruç nîmeti ile kavuşulur.

Oruç, fazîleti ve aslî gâyesi dâimî bir ibâdet şuûru içinde nefs engeliyle mücâdele etmek ve nefsi baskı altında tutarak te'sîrini asgarîye indirebilmektir.

Oruç, hayat mücâdelesinde zarûrî olan "sabır, irâde, nefsî arzulardan uzaklaşma" gibi hallerin tâlimi ile ahlâkî durumumuzu kemâle erdirir. Yine bu ibâdet, nefsin bitmez tükenmez arzularına karşı insanın şeref ve haysiyetini koruyucu bir kalkandır.

Yine oruç; sahibini, azm ü sebât, kanâat, hâle rızâ, metânet, sabır gibi ahlâkî güzelliklere erdirmenin fazîleti ile beraber mahrûmiyyet ve açlıkla nîmetlerin kadrini hatırlatır ve bu vesîle ile yoksulların hallerini düşündürüp onlara merhamet ve şefkat hisleriyle yüreklerimizi hassaslaştırır. Şükrân duygularını canlandırır. Bu vasfıyla oruç, sosyal hayattaki kin, hased, kıskançlık gibi kitleyi huzûrsuzluğa boğan menfîlikleri bertaraf etmekte en müessir bir ilâhî emirdir.

Ashâb-ı kirâmın oruca karşı çok büyük rağbetleri vardı. Onlar, tahammülü güç sıcak günlerde dahî nâfile oruç tumaya gayret ederlerdi. Bir kısmının, güneş ışığının yakıcılığından korunacak ölçüde elbiseleri bile yoktu. Elleri ile güneş ışığından ve sıcaktan korunmaya çalışırlardı. Bütün bunlara rağmen büyük bir mânevî haz ve lezzet içinde nâfile de olsa oruçlarını devam ettirirlerdi.

Şakîk-i Belhî buyurur:

"İbâdeti lâyıkıyla îfâ edebilmek, bir san'attır. Onun kazanç mekânı, halvet; vâsıtası ise açlıktır."

O açlık ki, modern tıpta bile diyet adıyla sıhhatli kalmanın en birinci şartıdır. O açlık ki, tahammülü en zor olan bir mahrûmiyyettir. Rivâyet olunur ki, nefis, yaratıldığı zaman çeşitli iptilâ ve mahrûmiyetlere rağmen Cenâb-ı Hakk'a {REF Sen sensin, ben benim..} deme cür'et ve cehâletinde bulundu, ancak ve ancak açlık sebebiyle aczini kabûl etti. Bu sebepledir ki, irâde terbiyesinde açlığa katlanabilmek kadar müessir başka bir husûs yoktur. İrâde ise, tabiî ve nefsânî meyillere karşı koyabilmenin temel şartlarından biridir.

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- buyurur:

"İnsanın asıl gıdâsı Allâh'ın nûrudur. Ona aşırı ten gıdâsı vermek lâyık değildir. İnsanın asıl gıdâsı, ilâhî aşk ve ilâhî akıldır."

"İnsan, asıl rûhânî gıdâsını unuttuğu ve ten gıdâsına düştüğü için huzûrsuzdur. Doymak bilmez. İhtirasından yüzü sararmış, ayakları titremekte, kalbi telaşla çarpmaktadır. Nerede yeryüzü gıdâsı, nerede sonsuzluğun gıdâsı?!."

"Allâh şehîdler için: {REF Rızıklandılar} diye buyurdu. O mânevî gıdâ için ne ağız, ne de cesed vardır."

Hazret-i Lokmân, oğluna şöyle nasîhat ederdi:

"Miden doyunca, fikrin uykuya dalar, hikmet susar, âzâlar ibâdetten geri kalır."

Velîlerden bir zât şöyle derdi:

"Çeşit çeşit yiyeceklerle midesini fesâda uğratan zâhidden Allâh'a sığınırım."

Âişe -radıyallâhü anhâ-:

"Melekût kapısını açmak için gayret edin!" demişti.

Sordular:

"-Ne ile?"

Mü'minlerin annesi şöyle cevap verdi:

"-Açlık ve susuzlukla!"

Sayılı günlerden ibaret olan oruç, yine sayılı günlerden ibaren olan hayatımıza incelik, derinlik ve zerâfet kazandırır.

Çünkü tokluk, nefsânî arzuları tahrîk ederken; açlık, -çok had safhaya varmadıkça- tefekkür ve tehassüs melekesini güçlendirir. Bundan dolayı akıl hastalarına ilk tatbîk edilen tedâvî perhizdir.

Bununla beraber oruç, bir ibâdet olduğundan, sırf o gâye ile icrâ edilmelidir. Onun faydaları gâye hâline getirilirse, oruç, ibâdet olmaktan çıkar. Yâni oruçlarımızda mide dolgunluklarını önlemek, kilo vermek gibi gâyeler olmamalıdır. Böyle oruçlarda rızâ-yı ilâhî düşünülemez.

Bedenî hareketlerin faydasını kasdederek veya gaflet ve kasvet-i kalb ile kılınan namazlar bile bu kabîldendir.

İbâdetler, yalnız rızâ-yı ilâhiyyeyi tahsîl gâyesi ile yapılır. Bu gâyenin gerçekleşmesi için, kalbin seviye kazanması, hamlıktan kurtulup kemâle erişmesi zarûrîdir.

Ramazan-ı Şerîfte Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in de tavsıyelerinde yer alan belli başlı birtakım husûslara dikkat etmek îcâb eder:

a. Kelime-i şehâdet,

b. İstiğfâr ve zikir,

c. Cenneti tahsîl edebilmek için bolca amel-i sâlih,

d. Cehennemden kurtuluş için harâmlardan ve kerâhetten sakınmak,

e. İmkânlar nisbetinde çokça hayır ve hasenatta bulunmak, kırık ve mahzûn kalblerin duâsını almak,

f. Oruçlu bir kimseye iftar ettirmek.

Ve emsâli...

Ramazan-ı Şerîf, mü'minlere fazîlet ve olgunluk kazandırabilecek ilâhî bir rahmet mevsimidir. Oruçlu iken ağıza bir şey girmemeğe dikkat edildiği gibi ağızdan çıkan kelâma da dikkat edilmelidir. Dedikodu ve incitmeden son derece sakınmalı ve orucun fazîletini azaltmamalıdır.

Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:

"Oruç, oruçluya yakışmayan şeylerle zedelenmedikçe (tutan için) bir kalkandır."

Denildi ki:

"(Oruçlu) onu ne ile zedeler?"

Buyurdular:

"Yalan ve gıybetle..." (Nesâî; Mu'cemu'l-Evsât)

Çünkü yalan ve gıybet sahipleri, gündüzleri helâl yiyeceklerden nefislerini mahrûm bırakarak oruç tutarlar, ancak yalan ve gıybetleri sebebiyle de insan eti yiyerek mânen harâmla iftar etmiş sayılırlar. Bu şekilde zâhiren oruçlu olup mânen gıybet sebebiyle iftar etmiş olanlar hakkında Süfyân-ı Sevrî Hazretleri, takvâ ölçülerine göre:

"Gıybet edenin orucu bozulur." demiştir.

Hazret-i Mücâhid de, aynı hassâsiyete binâen:

"Gıybet ve yalan orucu bozar!" buyurmuştur.

Yâni gıybet edip yalan söyleyerek oruçlarını mânen sakatlayanlar, orucun asıl matlûb olan bir kısım yüksek fazîletinden tamamen mahrûm kalırlar.

Bunun içindir ki, dünyâ gâyeleri ile bulandırılmış, riyâ, gösteriş ve gafletle kirlenmiş oruçlar ve namazlar hakkkında Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar:

"Nice oruç tutanlar vardır ki, kendisine orucundan kuru bir açlıktan başka bir şey kalmaz! Geceleri nice namaz (terâvih ve teheccüd) kılanlar olur ki, namazlarından kendilerine kalan yalnız uykusuzluktur." (Taberânî)

Namazlar, bilhassa gece namazı olan terâvih ve teheccüdler, kalbe huzûr sağlamalıdır. Bu mübârek ayda namazlara daha da itinâ etmeli, Kur'ân-ı Kerîm'i huşû ile okumalı, zikirle rûhumuzu inceltmeli, zekât ve sadakalar ile de, vicdan huzûruna kavuşmalıyız. Kur'ân-ı Kerîm Ramazan ayında dünyâ semâsına indirildiği için bu mübârek ayda Kur'ân terbiyesine girmeli, o istikâmette ibâdetler değerlendirilmelidir.

Kur'ân-ı Kerîm, asıl kalble okunur. Gözün vazîfesi, kalbe gözlük olabilmektir.

Ramazan-ı Şerîf'in diğer bir kıymeti de mü'minlere feyz ü bereket dolu bir Kur'ân hayatı yaşatması bakımından mütâlaa olunmalıdır.

Ramazan-ı Şerîf, oruç ve Kur'ân arasında ince bir râbıta ve derin bir yakınlık vardır. Hayat ve ölüm öğütlerini, Kur'ân-ı Kerîm'den başka hangi salâhiyetli kürsüden dinlemek mümkündür?

Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

"Oruçla Kur'ân, kıyâmet gününde kula şefâat edecektir. Oruç, sabrın yarısıdır." buyurmuşlardır.

Orucun ecri Cenâb-ı Hakk katında mahfûzdur. Hadîs-i kudsîde buyurulur:

"Âdemoğlunun her amel ve hareketi kendisine âiddir. Oruç ise böyle değil! Çünkü o, benim içindir. (Çünkü ben yemem, içmem ve bütün beşerî sıfatlardan münezzehim.) Dolayısıyla ben, onun mükâfâtını (husûsî bir şekilde) bol bol vereceğim."

Bu hadîs-i kudsînin ardından Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, şöyle buyurdular:

"Oruçlunun sevineceği iki ferâhlık vardır:

1. İftâr ettiği zaman (Cenâb-ı Hakk'ın nîmetlerine kavuştuğu için) sevinir.

2. Rabbine kavuştuğunda da orucu berekâtıyla nâil olduğu yüksek derece için sevinir." (Buhârî)

Görüldüğü üzere Cenâb-ı Hakk, oruca olan rağbeti beyânın yanında ona vereceği mükâfat ve karşılığı, beşerin oruca olan rağbetini te'mîn zımnında saklı tutmuştur. Tıpkı bir müsâbakada câzibeyi artırmak için saklı tutulan çok büyük bir mükâfat gibi...

Oruç, nîmetlerin kadrini bildiren, şükrân hisleri uyandıran, yoksulların, çâresizlerin hâlinden anlama şuûru veren, nefsânî arzu ve temâyülleri bertaraf eden, maddenin esâretinden kurtarıp "sabır" denilen en yüksek ahlâkî bir meziyyete eriştiren bir ibâdettir.

Ramazan-ı Şerîf orucu, terâvih namazı, sahur ve seher uyanıklığı bakımından çok mühimdir. Hadîs-i şerîfde buyurulur:

"Allâh -celle celâlühû-, size Ramazan-ı Şerîf orucunu farz kılmıştır. Ben de gece namazını, terâvihi sünnet kıldım. Eğer bir kimse îmânlı bir yürekle ve sevabına ermek emeli ile Ramazan-ı Şerîf orucunu tutar, terâvih namazını kılarsa, anadan doğduğu gibi günâhlarından kurtulur."

Hâli ile oruç ve namazın îfâsının kabûlünde kalbin seviye kazanması, yâni "huşû" şarttır. Namazlar, sür'atli kılınarak bir hazım vâsıtası olmamalıdır.

Ramazan-ı Şerîf'in hakîkatine erebilmek için o mevsime mahsûs olan gufrân yağmurlarından istifâde zarûrîdir. Zîrâ taşa veya denize yağan nisan yağmurunun hiçbir fâidesi yoktur. Ancak takvâ neş'esiyle bu şükrân ve gufrân faslının tadını çıkarabiliriz.

Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:

"Ramazan ayı girdiği zaman cennet kapıları açılır; cehennem kapıları kilitlenir; şeytanlar zincire vurulur." (Buhârî, Müslim)

Yâni beşerî suçlar ve günâhlar, gerçek oruç tutanlarda en asgarî bir seviyeye iner. Şeytanın şerri de biter. Ancak nefsin şerrine dikkatli olmak gerekir...

Hadîs-i şerîfte buyurulur:

"Cennet seneden seneye Ramazan için süslenerek şöyle der:

{Allâh'ım! Bizim için bu ayda kullarından bizde kalacak insanlar kıl!..}......" (Taberânî)

Yine Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:

"Oruç tutunuz ki, sıhhat bulunuz!" (Taberânî)

"İftarı acele ediniz; sahûru geciktiriniz!.."

Oruçlarımızı sakatlayacak ihmâllerden kaçınmak îcâb eder. Öfkeden şiddetle uzaklaşmalıdır.

Hadîs-i şerîfde buyurulur:

"Oruç, sadece yemek, içmek vesaireden kesilmek değildir. Kâmil ve sevablı oruç, ancak faydasız laftan, boş vakit geçirmekten, kötü söylemekten (dedikodudan) ve nefs-i emmârenin bütün temâyüllerinden vazgeçmektir. Şâyet biri sana söver, yahut sana karşı câhilce herhangi bir harekette bulunursa, kendi kendine: {_F deüphesiz ki ben oruçluyum!} de; sabret!" (Hakim , Beyhakî)

Zîrâ Ramazan-ı Şerîf'in bir adı da {_F feehru's-sabır}dır.

Sabır, güzel ahlâkın ağırlık merkezidir. Îmânın yarısı, ferah ve seâdetin anahtarıdır. Cennet nîmetlerine kavuşturan büyük bir nîmettir.

Dîn ve ahlâkda sabır, hoşa gitmeyen ve ızdırap veren hâdiseler karşısında muvâzeneyi bozmadan sükûnete bürünmek, Hakk'a teslîm olmakdır.

Enbiyâ ve evliyâ, sabırla Allâh'ın yardımına nâil oldular. Onlar bizim yüksek örneklerimiz olmalıdır.

Sabrın dünyevî tarafı acı, âhıret tarafı çok parlaktır. Sabrın acılarını sîneye çekenler, ebediyyet devleti olan cennete ve Allâh'ın rızâsına kavuşurlar.

Her hâlukârda Allâh'ın emir ve yasaklarındaki nîmet, hikmet ve ilâhî mükâfâtları düşünmek, sabrı kolaylaştırır.

Sabrın ilk şartı da, hâdise ile ilk karşılaşma zamanında olmasıdır. Tavı geçmiş bir sabrın, fazla bir mükâfâtı yoktur.

"Sabûr" ism-i şerîfinin en güzel tecellî merkezi peygamberler ve evliyâullâhdır. Nitekim onlardan bizlere intikâl eden en güzel ahlâk-ı seniyyeden biri olarak varlık ve darlık zamanlarında sabır, çok mühimdir.



***

Oruçlarımızı Allâh -celle celâlühû- beraberliğinde tutmamız için "sahur, terâvih, zikir, Kur'ân ve duâ" gibi mânevî istinadlardan lezzet almak îcâb eder.

İftar zamanı da, duâların kabûl olduğu ince bir vuslat demidir. Bunun içindir ki, bu heyecanlı anların birlikte yaşanması da ayrıca bir rahmet ve huzûr kaynağıdır. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyururlar:

"Kim bir oruçluya iftar verirse, oruçlunun ecri gibi -oruçlunun sevabından hiçbir şey eksilmeden- ecir alır." (Tirmizî)

Bu müjdeyi duyan ashâb-ı kirâmın fakîrleri, Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e gelerek kendilerinin zenginler gibi oruçluyu doyuracak derecede iftâr yemeği vermeye güçlerinin yetmediğini hüzünle arzettiklerinde de Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, şöyle buyurdular:

"Kim bir oruçluyu bir hurma ile iftâr ettirirse veya bir içecek su ile veya tadımlık bir süt ile iftâr ettirirse, Allâh Teâlâ, ona aynı sevabı verir."

***

Nâfile oruçlarda ayrı bir hassasiyet vardır. Zîrâ has kulların amelinin esası sıdktır. Bu da, niyyetin hâlisiyyeti ve nefsin tezkiyesi nisbetindedir.

Bu husûsda gerek nâfile oruç tutmak, gerek oruçsuzluk, gerek oruç tutmayanların ısrarı ile nâfile orucu bozmak, gerekse bozmamak şeklinde sağlam bir niyete bağlı olan her amel efdaldir.

Ebû Saîd -radıyallâhü anh- anlatır:

"Ben Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- ve ashâbı için bir yemek hazırlamıştım. Yemeği kendilerine takdîm edince, aralarından bir kimse çıkıp {REF Ben oruçluyum!} dedi. Bunun üzerine Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

"-Kardeşiniz sizi çağırdı ve sizin için hazırlık yaptı. Şimdi sen "oruçluyum" diyorsun. Orucunu boz ve onu bir başka gün kazâ et!» buyurdu." (Tirmizî, Ebû Dâvûd)

Orucu bozmamakla alâkalı rivâyet ise şöyledir:

"Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- ve ashâbı, Bilâl -radıyallâhü anh-'ın oruçlu olduğu bir mecliste yediler ve içtiler. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

{ Biz rızkımızı yiyoruz.. Bilâl'in rızkı ise cennettedir.} buyurdular." (İbn-i Mâce)

Bu hadîs-i şerîfler gösteriyor ki, niyet ve kalbin durumuna göre nâfile orucu îcâb ettiğinde bozup bozmamak husûsunda her iki davranış da câizdir.

Amellerin değerlendirilmesi Allâh'a âiddir. Ömrün hayırlısı, O'nun yanında geçen ve O'nun uğrunda harcanandır. İnsan, mezara indirilirken fânî hayatın ancak hâtıraları ile gömülecektir. Mezarlar, amel-i sâlihden başka hiçbir şeyin giremediği mekânlardır.

Allâh rızâsına uygun düşmeyen bir hayat, çöllerdeki seraplara benzer. Hakîkatten nasîbsiz hayâlden ibârettir.

Hadîs-i şerîfde:

"Mü'min öldüğü zaman, namazı baş ucunda, sadakası sağında, oruç göğsünde bulunur." buyurulması, bunun en güzel bir delîlidir.

Allâh'ın sonsuz kereminden umulur ki, Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in buyrukları sebebiyle bizlerin mübârek Ramazan ayının biraz daha fazla kıymetini bilmemize, ona daha fazla değer verip daha fazla sevap işlememize ve daha az günâha girmemize sebep olur.

Hadîs-i şerîfde buyurulur:

"Eğer insanlar, Ramazan-ı Şerîf'in ne olduğunu lâyıkıyla bilselerdi, senenin tamamının Ramazan olmasını arzu ederlerdi."

Günlerimiz mübârek, Ramazan-ı Şerîf'imiz makbûl olsun!..


Osman nuri topbas
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
RAMAZAN AYI İBADET AYIDIR





Soru:



Bazı kuruluşlar iftar çadırları kuruyorlar. Bu çadırlarda iftariyeler verilip sözüm ona “Ramazan etkinlikleri” düzenliyorlar. Doğru mudur?






Cevap:


Bismillahirrahmanirrahim. Bazı kuruluşlar dine, Kur’ân-ı Kerîm’e, Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin ahlâk ve sünnetine, Şeriata, fıkha, tasavvufa taban tabana zıt birtakım eğlenceler, şenlikler, çalgılı toplantılar, oyunlar tertiplemektedir. Kimi yerlerde “Ramazan eğlenceleri” yazılı ilanlar, pankartlar çarpıyor gözümüze. Fesübhanellah!. Ramazan ayı, eğlence ayı mıdır? Müslümanların bu gibi tuzaklara düşmemeleri gerekir. Bazı kuruluşlar iftar çadırları kuruyorlar. Bu çadırlarda iftariyeler verilip sözüm ona “Ramazan etkinlikleri” düzenleniyor. Dinimizin asla tasvip etmediği kişi ve kurumlar, buralarda iftara müteakiben “sevab”ına konserler veriyorlar. Hemen belirteyim ki ALLAH rızası için olmak şartıyla Ramazan çadırları kurulmasına ve buralarda yüzlerce, bazen binlerce fakire yemek yedirilmesine karşı değilim, yapanları tebrik ediyorum. Ancak ihlasa dikkat etmek gerekir, yoksa sevabı olmaz. Yeni nesil Ramazan ayını bu gidişle eğlence ayı olarak yaşayacağa benziyor.



Ermeni ve Rumların icrası “Direkler arası” çılgınlığı 21’inci yüzyılda Müslümanların eliyle geri gelecek. Gidişat bunu gösteriyor. Yanlışlıkla icra edilen günümüz Ramazan çadır şenliklerinin getirdiği anlamsız eğlencelerin eski İstanbul azınlıklarının direklerarası eğlenceleriyle anlamdaş olması ne denli üzücüdür. Ramazan neşesini, cami içersinde yaşayan Müslümanlara karşılık, o dönemin İstanbul azınlığı denilen Rum, Ermeni ve Yahudi gayrimüslim azınlığı da kendilerini direklerarası tabir edilen eğlenceleriyle avutarak o günün hakim İslam kültürüne ayak uydurmaya çalışmışlardır. Ramazan etkinlikleri diye reklam yapıyorlar ve bir de bakıyorsunuz ki, bazı mekanlarda, şarkıcılar, türkücüler, mankenler, çalgılar, çengiler... Bunların Ramazan ayıyla, oruç ibadetiyle, İslâm diniyle bir ilgisi yoktur. Birtakım adamların ve kurumların Ramazanı dejenere etmeye, kutsal kavramları mıncıklamaya hakları yoktur... Beylerimiz beş yıldızlı içkili bir mekanda verilen iftar ziyafetine gidiyor, sonra filan yerde çalgı dinliyor, daha sonra başka bir mekanda fosur fosur nargile tonkurdatıyor. Sonra bu yaptıkları Ramazan etkinliği oluyor. Beyler biraz ciddiyet, biraz haya, biraz edeb!.. Ramazan ibadet ayıdır, kendini ve toplumu islah etmek, dinî ölçülere göre iyileştirmek zamanıdır, hayır hasenat mevsimidir... Yüce İslâm dini müzik konusunda birtakım ölçüler, sınırlar, yasaklar koymuştur. İnsanları azdıran, gaflete düşüren, ALLAH’tan ve dinden uzaklaştıran, şehvetlerini kamçılayan müzik, dinimiz tarafından kötülenmiş ve mü’minlerin böyle musikîden uzak durmaları tavsiye edilmiştir. Yine birtakım açık saçık kadınların erkeklerin içinde şarkı söylemesi doğru değildir. Böyle şeyler zamanımızda serbestçe yapılmaktadır. Bizim itirazımız, Ramazan gibi kutsal ve dinî bir kavram ile bunların bir araya getirilmesidir...



Edebsizliğin adını Ramazan Eğlenceleri koymuşlar. Ramazan eğlence ayı değildir, ibadet ve hayır hasenat ayıdır. İslâm’da eğlenmek yok mudur? Vardır ama dine uygun olmak şartıyla. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz bizim şu halimizi görse acaba ne derdi? Aferin size mi derdi? Hiç sanmıyorum... Papa İslâm’a, Yüce Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize çatıyor, bazıları Katolik papazları da davet ederek beş yıldızlı Diyalog hoşgörü ve dinlerarası kardeşlik iftarları veriyor. Ya Rabbi! Ne günlere kaldık...






Mehmet Talü



Milli Gazete, 01.10.2006

 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Ramazan’daki ibâdetlerimizin kabûlünün delîli; Ramazan’dan sonraki hâl ve istikâmetimizdir…

Cenâb-ı Hak, mübârek günleri ve bilhassa Ramazân-ı şerîfi, kulluk hayatımızı gözden geçirerek eksiklerimizi telâfî etmemiz, iyiliklerimizi daha da artırmamız için husûsî fırsatlar olarak lutfetmiştir. Bu gibi rûhânî fırsat demlerinde gündüzleri oruçla, Kur’ân tilâvetiyle, hayır-hasenatla; geceleri de teheccüd, tefekkür, zikir, şükür, duâ ve istiğfarla ihyâ etmemize büyük ecirler vaad etmiştir.

Aslında bu gibi zamanlara verilen bu ilâhî teşvikler, Hak Teâlâ’nın biz kullarına ömrümüz boyunca yaşamamızı emrettiği makbul bir ibâdet hayatının temelini teşkil edecek mâhiyettedir. O mübârek zamanlarda kazanılan ibâdet vecdini ve yüksek kulluk kıvâmını bütün bir yıla yayabilmemiz için mânevî bir eğitimdir.

İBÂDETİN MEYVELERİ

Ramazân-ı şerîfte girilen yoğun ibâdet iklîmi ve erişilen müstesnâ kulluk kıvâmı, ekilen bir tohum gibidir. Bu tohumun tutup tutmadığı, yılın diğer aylarında filizlenerek, yapraklanıp çiçeklenerek ve meyveler vererek kendini gösterecektir. Yani Ramazan’da kazandığımız güzel hasletleri ve kalbî olgunluğu, Ramazan’dan sonra ne kadar devam ettirebildiğimiz, o ibâdetlerimizin Hak katındaki makbûliyet seviyesini göstermektedir.

Bu itibarla, tuttuğumuz oruçların, kıldığımız terâvihlerin, verdiğimiz fitre, zekât ve sadakaların, okuduğumuz mukâbelelerin Hak katında makbul olup olmadığını anlamak için, bunların Ramazan’dan sonraki hâlimiz üzerindeki yansımalarına dikkatle bakmalıyız:

Oruçlar ve sadakalar; bizi takvâya, şefkat ve merhamete, vicdan hassâsiyetine eriştirmeliyken, şâyet bu hisler kalplerimizde yeterince inkişâf etmemiş ve rûhumuz incelmemişse, orucu kâmil mânâda tutamamışız, sadakayı âdâbına riâyetle verememişiz, bu ibâdetlerden almamız gereken dersi alamamışız demektir.

Makbul bir namaz, insanı kötülüklerden alıkoyar. Beş vakit farz namaz ve onlara ilâveten kıldığımız nâfile namazların kabûl olup olmadığını anlamak istiyorsak, yaşayışımızda günahlardan ne kadar uzak kalabildiğimize bakmak kâfîdir.

Cenâb-ı Hakk’ı lâyıkı vechile zikredebilenlere, nefs ve şeytanın iğvâları zarar veremez. Zira zikrullah, bu iki düşmana karşı insanı sağlam bir kale gibi korur. Âyet-i kerîmede, şeytanın nefsâniyeti tahrik ederek insanları gaflete sürükleyeceği ve onların mallarına ve evlâtlarına ortak olacağı beyân edilmektedir.[1] O hâlde nefs ve şeytanın tasallutundan ne kadar korunabildiğimizi anlamak için hâl ve davranışlarımızı, beşerî münâsebetlerimizi, âile hayatımızı, evlâtlarımıza nasıl bir terbiye verdiğimizi, iktisâdî hayatımızı vs. dâimâ gözden geçirmeliyiz. Nefs ve şeytanın bunlar üzerinde bir hissesi olup olmadığını tefekkür etmeliyiz.

SEHERLERDEN FEYZ ALMAK…

Yine Ramazân-ı şerîf boyunca sahurlar vesîlesiyle, bir nevî seherlerden feyz alma tâlimi görmüş oluyoruz. Ramazan’dan sonraki gecelerde de Rabbe husûsî bir yakınlık vesîlesi olan, Allah muhabbeti ve korkusu ile gözyaşı dökülen, affın kabûl olduğu, rûhânî tekâmülün arttığı o kıymetli vakitleri; teheccüd, zikir, istiğfâr ve duâ ile ihyâ etmeye gayret göstermek îcâb eder.

Seherleri ihyâ; gönlü ibâdet vecdiyle dolu Hak dostları ve sâlih mü’minler nazarında doyumsuz bir mânevî lezzettir. Nitekim Şeyh Seyfeddin Hazretleri’nin şu hâli, bunun en güzel misallerinden biridir:

İmâm-ı Rabbânî’nin torunu olan Şeyh Seyfeddin Hazretleri, bazı geceler iki rekâtta hatim indirir ve Rabbiyle o husûsî mülâkatta gark olduğu hazzın hiç bitmemesi iştiyâkıyla:

“Allâh’ım doyamıyorum, geceler ne kadar da kısa!..” diye ilticâ ederdi.

Yine Ali el-Masîsî -rahmetullâhi aleyh- de hayatının sonlarına doğru:

“Kırk yıldır beni üzen tek şey, sabahın olmasıdır.” buyurmuştur. Zira o da seherlerdeki rûhâniyetin doyumsuz lezzeti içinde sabahlayan bahtiyar kullardandı.

Yine Hak dostlarından Bişr-i Hafî Hazretleri’nin ibâdet gayretini yansıtan şu misal, ne kadar da ibretlidir:

Bir kimse Bişr-i Hafî’ye gelerek:

“–Gecenin bir saatinde olsun istirahat etseniz.” dedi. O ise şu karşılığı verdi:

“–Allah Teâlâ’nın geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışladığı Rasûlul­lah r geceleri mübârek ayakları şişinceye kadar ibâdet ettikleri hâlde, ben nasıl uyuyabilirim?! Çünkü ben bir tek günâhımın bile, Allah Teâlâ tarafından bağışlanmış olduğunu bilmiyorum!..”

İşte Hak dostları, vârisi oldukları Rasûlullah r Efendimiz’in, çok şükreden bir kul olabilme iştiyâkıyla geceleri sabahlara kadar nasıl bir ibâdet vecdi içinde olduğunun şuuruyla, dâimâ Efendimiz’in hâline yaklaşabilme gayretini göstermişlerdir.

Rasûlullah r Efendimiz, en meşakkatli zamanlarda ve hattâ seferlerde bile teheccüd namazını ihmâl etmemiş, büyük bir îtinâ ile ona devam etmiştir. Ümmet-i Muhammed olarak bizlerin de, Ramazan’dan sonra da seherlere göstereceğimiz alâka; “Kişi sevdiğiyle beraberdir.”[2] hadîs-i şerîfi muktezâsınca, Rasûl-i Ekrem r Efendimiz’e olan muhabbetimizin en güzel ifâdelerinden biri olacaktır.

Velhâsıl Ramazân-ı şerîf, kulu güzel ahlâka, sâlih amellere ve fazîlet dolu bir hayata hazırlar. Bizim Ramazan’dan gerçekten istifâde edebildiğimizin delili; Ramazan’dan sonraki yaşantımızın, Ramazan’dan öncekine göre rızâ-yı ilâhîye daha muvâfık olmasıdır.

İBÂDETTE REHÂVET YOK!..

Unutmamak gerekir ki müslümanlık, belli zamanlara has bir merâsim değil, ömürlük bir takvâ hayatıdır. Ramazân-ı şerîften sonra ibâdet hayatımız husûsunda rehâvete kapılmamak, o ayda kazanılan güzel hasletleri ve mânevî hâtıraları unutmamak, hâlisâne niyet ve amelleri terk etmemek ve böylece Ramazan’ın rûhâniyetini muhâfaza ederek bir dahaki Ramazan’a aynı gönül feyziyle ulaşabilmek îcâb eder. Bu şekilde bütün bir ömrü, Ramazan rûhâniyeti içinde geçirmek gerekir.

Nitekim Ramazan bayramı biter bitmez hemen altı günlük Şevval oruçlarının müstehab kılınması, bir taraftan vücûdu kademe kademe normal düzenine alıştırmaya vesîle olurken, asıl olarak Ramazan’daki oruç rûhâniyetini nâfilelerle devam ettirmeyi telkin eder. Durumu müsâit olanlar için Kamerî ayların on üç, on dört ve on beşinci günleri ile haftanın Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutmak da böyledir.

Yine unutmamak gerekir ki ilâhî rahmet, her an tecellî hâlindedir. Mühim olan, o rahmete ulaştıracak vesîlelerin arayışı içinde bulunabilmektir. Bu cümleden olarak nâfile oruçlara devam etmenin yanı sıra, engin bir infak heyecanıyla fakir-fukaranın gönlünü alarak kalbimizdeki merhamet duygularını canlı ve tâze tutabilmek; sadaka, zekât ve hayır-hasenatlarla gariplerin, yetimlerin, muhtaçların yanıbaşında olmak, bir hastayı ziyaret edip ıztırâbını hafifletmek, cenâze teşyîine katılmak, ümmetin dertleriyle dertlenip Allah için fedâkârlık ve hizmette bulunmak, hep ilâhî rahmeti tuğyân ettiren müstesnâ güzelliklerdir. Nitekim Efendimiz r de:

“Ashâbım! Bugün bir yetim başı okşadınız mı? Bir hastayı ziyâret ettiniz mi? Bir cenâze teşyîinde bulundunuz mu?..” diye sık sık sorarlardı.

Bu gibi ictimâî ibâdetlerin yanı sıra, devamlı abdestli olup ibâdet rûhâniyetini muhâfazaya da gayret etmelidir. Zarûret olmasa bile her namaz vakti abdest tâzelemek “nûr üstüne nûr” olduğundan Rabbimizin rızâ ve muhabbetine vesîledir.

Peygamber Efendimiz r de Mekke’nin fethi gününe kadar her namaz vaktinde abdest tazelerdi. O gün ise beş vakit namazın hepsini bir abdestle kılarak, bozulmadığı sürece bütün namazları tek bir abdestle kılmanın câiz olduğunu fiilen tebliğ buyurmak maksadıyla bu şekilde hareket etmişlerdir.

Peygamber vârisi Hak dostlarından Sâmi Efendi Hazretleri de, sahip olduğu yüksek ihsan ve murâkabe hissiyâtının da tesiriyle, abdestsiz durmamaya büyük bir titizlik gösterir ve her namaz için abdest tazelerdi. Biz de bu güzel hâlleri yaşamaya gayret etmeliyiz.

Yine rızâ-yı ilâhînin arayışı içinde olunduğu takdirde, erkekler için bilhassa cemaatle namaza devam etmek, müstesnâ bir rahmet vesîlesidir. Ne zaman olursa olsun, kalp ve beden âhengi içinde icrâ edilen bütün ibâdetler, Cenâb-ı Hak ile beraberlik anlarıdır. Mârifetullâha vesîle olan ilim, irfan, zikir ve sohbet meclisleri de gönlün ilâhî huzur ile dolduğu anlardır.

İşte Ramazan’daki ibâdet vecdini hayat boyu sabır ve istikrâr ile devam ettirip Kur’ân ve Sünneti hayatımızın her safhasına aksettirmeye muvaffak olabilirsek, Cenâb-ı Hak, şu hadîs-i kudsînin muhtevâsına girmeyi -inşâallah- bizlere de lutfeder:

“…Kulum kendisine farz kıldığım amellerden daha sevimli herhangi bir şeyle Bana yakınlık kazanamaz. Kulum Bana, (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibâdetlerle durmadan yaklaşır, nihâyet Ben onu severim. Kulumu sevince de (âdeta) Ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum…” (Buhârî, Rikâk, 38)

Velhâsıl kulluk vazîfeleri husûsunda sırf belli dönemlerde değil, her dâim gayretli olmak îcâb eder. Gevşeklik, rehâvet, tembellik ve ihmalkârlıktan ve kazanılan ibâdet vecdini kaybetmekten, son derece sakınmak gerekir. Nitekim Rasûlullah r Abdullah bin Amr bin Âs’a şu tavsiyede bulunmuştur:

“–Abdullah! Falan adam gibi olma! Çünkü o, gece ibâdetine devâm ederken artık kalkmaz oldu.” (Buhârî, Teheccüd, 19)

Yine “Rasûl-i Ekrem r Efendimiz’in en çok sevdiği ibâdet, sahibinin devamlı yaptığı ibâdet idi.”[3]

Demek ki Kur’ânî tâbiriyle; “İpliğini sağlamca büktükten sonra, çözüp bozan gibi olmayın…” (en-Nahl, 92) tâlimâtına ibâdet hayatımızda da dâimâ dikkat etmek mecbûriyetindeyiz.

Nitekim, müfessir Fahreddin er-Râzî, dâimî bir kulluk vecdi içinde bulunmanın lüzûmunu şöyle îzah etmiştir:

“Hak Teâlâ, rızâsının hangi ibâdette olduğunu gizlemiştir ki bütün ibâdetlere rağbet edilsin.

Gazabının hangi isyanda olduğunu gizlemiştir ki bütün günahlardan kaçınılsın.

İnsanlar arasında dostlarını gizlemiştir ki bütün insanlara hürmet gösterilsin.

Duâlar arasında kabul ettiği duâyı gizlemiştir ki bütün duâlara îtibâr edilsin.

İsimleri arasında ism-i âzamını gizlemiştir ki bütün isimlerine tâzîm edilsin. (Mü’min, bütün cemâlî sıfatların mazharı olmaya gayret göstersin.)

Namazlar arasında (âyet-i kerîmede bilhassa ve müstakil olarak zikredip husûsî bir sır ve şeref verdiği) salât-ı vüstâ’nın (orta namazın) hangisi olduğunu gizlemiştir ki bütün namazlar huşû ile kılınsın.

Tevbeler arasında makbul olanı gizlemiştir ki çokça tevbe edilsin. (Bilhassa da seherlerde istiğfâr edilsin.)

Canlılar için ölüm vaktini gizlemiştir ki, her an ölüme hazır olmak gerektiği şuuruyla yaşansın.

Kadir gecesini de Ramazan geceleri arasında gizlemiştir ki bütün Ramazan gecelerine îtinâ gösterilsin.” (Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXIII, 281-282)

İBÂDETİN KABÛLÜNÜN DELİLİ; DEVAMLILIK

Mü’minin ibâdet hayatını Hak katında kıymetli kılan; onun yapıp bitirilecek sınırlı bir vazife gibi değil, ömür boyunca îfâ edilecek bir gönül borcu olarak görülüp dâimî bir şekilde edâ edilmesidir.

Nitekim Cenâb-ı Hak, cennet nîmetleri ikrâm edeceğini müjdelediği kullarının vasıfları arasında şöyle buyurmuştur:

“Namaz kılanlar ki, onlar namazlarında devamlıdırlar.” (el-Meâric, 23)

“Onlar ki namazlarını muhâfaza ederler.” (el-Meâric, 34)

İbâdetlerdeki devamlılık o kadar mühimdir ki, Efendimiz r bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Amellerin Allah Teâlâ’ya en sevimli olanı, az da olsa devamlı yapılanıdır.” (Müslim, Müsâfirîn, 218. Ayrıca bkz. Buhârî, Rikâk, 18)

Hazret-i Âişe vâlidemiz de:

“Allah Rasûlü’nün ameli, hafif ve devamlı yağan yağmur gibiydi…”[4] buyurarak Efendimiz’in başladığı bir ibâdeti sürekli yaptığını, onu hiçbir zaman terk etmediğini bildirmiştir.

Az da olsa devamlı ibâdet etmek, ilk bakışta basit ve yetersizmiş gibi görünse de, ona sabır ve istikrâr ile devam edildiği takdirde, neticede çok büyük birikimlerin meydana geleceği muhakkaktır. Zira düşünmek lâzımdır ki, deryâları deryâ yapan yağmur damlalarının sürekliliğidir. Damlalar birike birike ummân olur.

Bu itibarla sadece mübârek gün ve geceleri ihyâ edip diğer günlerde imkân varken ihmâlkâr davranmak, büyük bir ziyanlıktır.

Fakat kul, ömrü boyunca ibâdet coşkusu içinde yaşayıp elinden geldiğince gayretli olursa, bu hâl, onun kalbindeki ibâdet niyetinin kararlılığı ve sonsuzluğu mânâsına geldiğinden, Cenâb-ı Hak da ona ebedî bir mükâfât lutfedecektir. Hattâ kul, elinde olmayan sebeplerle nâfile ibâdetlerini edâ edemediğinde bile, Cenâb-ı Hak kulunun gönlündeki kulluk arzusu ve niyeti hürmetine, o ibâdeti edâ etmiş gibi mükâfat verecektir. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:

اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ

“Fakat îmân edip sâlih amel işleyenler için eksilmeyen devamlı bir ecir vardır.” (et-Tîn, 6)

Müfessirler bu âyet hakkında; kulun bedeni amel işleyemez olduğunda, hattâ vefat ettikten sonra bile onun ecri; niyetindeki samimiyet ve sıhhatli zamanlarda gösterdiği gayret nisbetinde sonsuza kadar devam eder, demişlerdir.

Hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulur:

“Bir kimse hastalanması veya (cihad ve hayır için) yola çıkması sebebiyle, yapageldiği nâfile ibâdetlerini îfâ edemezse, ona evinde sıhhatli iken yaptığı amellerin sevabı yazılır.” (Buhârî, Cihâd, 134; Ahmed, IV, 410, 418)

Bu sebeple sıhhat, fırsat ve imkân varken ibâdet ve sâlih amelleri îtiyad hâline getirip istikrarlı bir şekilde edâ etmeyi bir ganîmet bilmelidir.

Öte yandan, Kur’ân-ı Kerîm’de ibâdetlere dâir emirler de, istimrar / devamlılık ifâdesi taşır. Yani ilâhî emirler, ibâdetlerin belirli bir zamanla sınırlandırılmayıp bütün bir ömür boyunca ifâ edilmesi gerektiğini beyân etmektedir.

Ayrıca ibâdetlere karşı insana dâimâ gevşeklik ve tembellik veren şeytanı taşlamaya dâir ilâhî emir de istimrar / devamlılık ifâdesi taşır. Buna göre mü’min, her vesîleyle istiâze duâsını yaparak, yâni; أَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ : “İlâhî rahmetten kovulmuş olan şeytandan Allâh’a sığınırım.” diyerek ve amel-i sâlihlere, güzel ahlâka, ibâdet ve tâatlere rağbet ve gayret ederek dâimâ şeytanı taşlamalıdır.

HÜSRANDAN KURTULUŞ

Asr Sûresi’nde Cenâb-ı Hak “zaman” üzerine yemin ediyor. Bu yeminle bir bakıma, zamanın geçtikten sonra bir daha geri alınamayacağını, borç alınıp verilemeyeceğini, insanoğlunun kadrini bilmekte gâfil kaldığı en büyük nîmetlerden biri olduğunu ve fânî ömürlerimizin büyük bir hızla tükenmekte olduğunu düşündürerek bizleri gafletten îkaz ediyor. Hemen ardından da bütün insanlığın hüsrandan kurtuluşunun, zamanı dört hususla; yani îman, amel-i sâlih, hakkı tavsiye ve sabrı tavsiye ile dolu olarak yaşamaya bağlı olduğunu beyan ediyor. Yani bu dört hususla ihyâ edilmeyen zamanların, büyük bir hüsran sebebi olduğunu bildiriyor.

Ayrıca bu sûredeki yemin, belli bir zaman dilimine mahsus değil, bütün bir ömre şâmildir. Nitekim diğer bir âyet-i kerîmede de:

“Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibâdet et!” (el-Hicr, 99) buyrulmuştur. Demek ki ibâdet vecdini hiçbir zaman kaybetmemek şarttır.

Gerçek bir ibâdet vecdiyle kulluk yolunda yürüyen bir kimsenin, bir ne­fesi bile ziyan olmaz. Nitekim İbrâhim-i Havvâs Hazretleri:

“Sâdık kimseyi ya üzerine farz olan bir ibâdeti yaparken, ya da nâfile bir ibâdetle meşgûl iken görürsün; bundan başka bir hâlde göremezsin.” buyurmuştur.

Hikmet ehli de; “اَلدُّنْياَ سَاعَةٌ، فَاجْعَلْهَا طَاعَةً : Dünya bir anlık zamandır; sen onu ibâdetle geçirmeye bak!” buyurmuşlardır.[5] Dolayısıyla herhangi bir zamanın ibâdetsiz ve hayırdan uzak olarak geçmesine fırsat vermemek îcâb eder.

Ebû Hâzim -rahmetullâhi aleyh- der ki:

“Ebû Hüreyre t ile birlikte, yeni defnedilmiş bir kabrin yanına uğradık. Ebû Hüreyre şöyle dedi:

«–Sizin basit gördüğünüz hafifçe kılınan iki rekât namaz, burada (kabirde) benim için sizin şu dünyanızdan daha sevimli ve değerlidir.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 126/34702)

Yine rivâyete göre Yûnus bin Halbes, Cuma günü öğle sıcağında Dımaşk kabristanından geçerken bir ses işitti:

“–Ey hayattaki insanlar! Siz haccediyor, zaman zaman umre yapıyor, günde beş vakit namaz kılıyorsunuz. Siz bugün amel işleme imkânına sahipsiniz, ancak âhiretin dehşetli ahvâlini bilmiyorsunuz. Biz ise âhiretin durumunu yakînen idrâk ettik, lâkin artık amel işleme imkânımız yok!” diyordu.

Yûnus, bu îkaza mukâbele olarak dönüp mevtâya selâm verdi. Fakat selâmına bir karşılık gelmedi.

“–Sübhânallâh! Sözünüzü işitiyorum, lâkin selâmıma cevap vermiyorsunuz?” dedi. Kabristandakiler:

“–Selâmını işittik, ancak ona cevap vermek kişiye sevap kazandırır. Bizim içinse artık ne sevap kazanma imkânı ne de günaha girme ihtimâli kalmıştır. Bu sebeple selâmına cevap veremedik.” dediler. (Ebû Nuaym, Hilye, V, 251)

İşte hayat, bize uhrevî saâdeti kazanmak için lutfedilmiş sınırlı bir nîmettir. Ne tekrârı vardır, ne de telâfîsi... O hâlde, fırsat elden kaçmadan hayatın her ânını sâlih amellerle doldurmaya gayret etmelidir. Zira Allah rızâsına ulaştırmayan ve âhirete saâdet sermâyesi kılınmayan vakitler, ebedî istikbâl için hüsran sebebidir.

Düşünmek gerekir ki sayılı günlerden ibaret olan dünya hayatı, ne kadar uzun görünse de yine sayılı günlerden ibaret olan Ramazân-ı şerîf gibi gayet kısa bir zamandır. Bu sebeple nasıl ki Ramazân’ı mânevî kazanç için bir fırsat mevsimi olarak görüp gayretimizi artırıyorsak, ömrü de öyle telâkkî etmek zarûrîdir.

Bu hususta da Hakk’ın sevgili kullarını rehber edinmelidir. Zira onlar, hayat sermayesini ibâdetle değerlendirme husûsunda öyle bir gönül uyanıklığı içindedirler ki, kendilerine yarın ölecekleri haber verilse bile, ibâdetlerini artırmalarına imkân yoktur. Buna rağmen onlar, büyük bir tevâzû ve haşyet içerisinde kendilerini dâimâ eksik görerek ve hattâ toplumdaki gafleti bile nefislerine izâfe ederek titiz bir şekilde hesâba çekerler.

Büyük Hak dostu Abdullah-ı Dehlevî Hazretleri’nin bir mektubundan alınmış şu satırlar, bunun ne kadar da mânidar bir misâlidir:

“…Cihan bahçesine gül dermeye geldik, ama ne yazık ki diken topladık. Bize sıhhat, âfiyet ve rahatlık verildi, fakat heyhât ki hepsinin şükründe kusûr eyledik. Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamber Efendimiz gibi iki büyük nîmet bahşedildi, fakat ne yazık ki onların şükründen gâfil kaldık. Allah korusun, hayretteyim; yarın ne yüzle Allah ve Rasûlü’nün huzûrunda kabûl görürüz. Bu liyâkâtsizlikle, şefâat ve mağfirete ulaşmak çok zor! Ancak Allah Teâlâ’nın gazabını aşmış olan rahmetini ümîd etmekteyiz… Yoksa hiç mâzeretimiz ve özür dileyecek yüzümüz yoktur!

Ölüm başımızın ucunda pusu kurmuş, kıyâmet ise çok yakın. Acabâ işe yarar ne kadar hayırlı amel işledik?! Sâlih kullar Cennet’e girip, ebedî nîmetlere ve Hakk’ın dîdârına kavuşurlar. Bizim gibi gâfiller ise binlerce senelik hesap gününde, bizi hesâba çektirecek, yakamızı bırakmayacak şeylerle meşgûlüz.

Bugün hâlimizi iyi düşünelim ki, yarın elde kalan, hasret ve ziyanlık olmasın. Hakk’ın kıymetli kullarının yaptıkları gibi, seher vaktinde kalkıp, gözlerden hasret gözyaşları akıtmayı, canhıraş bir gayretle ibâdet ve kullukta bulunmayı Hak Teâlâ nasîb eylesin...”

Rabbimiz, hayatımızı dâimî bir kulluk vecdiyle sonsuz bir Ramazan rûhâniyeti içinde yaşayabilmemizi, ilâhî dostluk ve yakınlığa nâil olarak son nefesimizi ebedî bir bayram sabahının huzur ve saâdetiyle verebilmemizi nasîb ve müyesser eylesin!
Âmîn…

[1] Bkz. el-İsrâ, 64.

[2] Buhârî, Edeb, 96.

[3] Buhârî, Îmân, 32; Teheccüd, 18; Müslim, Müsâfirîn, 221.

[4] Buhârî, Savm, 64; Rikâk, 18; Müslim, Müsâfirin, 217.

[5] İmam Gazâlî, Mükâşefetü’l-Kulûb, s. 166.



Osman nuri topbas..
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Ramazan magfiret ayıdır

Peygamber efendimiz, Ramazan-ı şerîf ayının üstünlüğünü, faziletini bildirdiği bir hadîs-i şerîfinde buyurdu ki:
Cennet her sene, Ramazan-ı şerîfin gelmesiyle süslenir. Ramazanın ilk gecesinde, Arş'ın altında Mesire adlı bir rüzgar esip, Cennet ağaçlarının dallarını, budaklarını, kapılarının halkalarını sallar. Dinliyenlerin hiç duymadıkları güzel sesler onlardan duyulur.

Cennet meleklerinin büyüğü olan Rıdvan'a, bu gece hangi gecedir, diye sorulduğunda, bu gece Şehr-i Ramazanın ilk gecesidir. Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden oruç tutanlara bu gece Cennet kapıları açılır, diye cevap verir. Bunun üzerine Allahü teâlâ buyurur ki:

- Ey Rıdvan! Cennet kapılarını aç! Ey Mâlik Cehennem kapılarını kapa! Ey Cebrâil, yeryüzüne in şeytanları bağla, hapset ki, Habibimin ümmetinin orucunu bozmasınlar.

Allahü teâlâ Ramazan-ı şerîfin her gecesinde üç defa buyurur ki:

- Benden birşey istiyen var mıdır? İstediğini vereyim. Tevbe eden var mıdır? Tevbesini kabûl edeyim. İstigfar eden var mıdır? Magfiretime kavuşturayım.

Allahü teâlâ Ramazan-ı şerîfin her gününde, iftâr vaktinde, kendilerine azap edilmesi gereken milyonlarca kişiyi Cehennemden azâd eder. Cuma günü ve gecesi olunca, her saatte azap edilmesi gereken bin kerre bin kişiyi Cehennemden azâd eder.

Ramazan-ı şerîfin son günü olunca, o gün Ramazan-ı şerîfin ilk gününden son gününe kadar Cehennemden azâd ettiklerinin toplamı kadar kimseleri Cehennemden azâd eder.

Kadir gecesi olunca, Allahü teâlânın emriyle, Cebrâil aleyhisselâm yeşil bir sancakla büyük bir melek kalabalığı içinde yeryüzüne inip sancağını Kabe'ye diker.

Cebrâil aleyhisselâmın altıyüz kanadı vardır. Bu kanatlarını ancak Kadir gecesinde açar. Kanatları açılınca doğuyu batıyı kaplar. Cebrâil aleyhisselâm meleklere:


- Muhammed aleyhisselâmın ümmetinin arasına girin, der.

Melekler de, aralarına girip, ibâdet eden, namaz kılan zikreden kimselere selâm verip, onlarla musâfeha ederler. Duâlarının kabûl olunduğunu bildirirler. Tan yeri ağarıncaya kadar böyle devam eder.

Daha sonra, Cebrâil aleyhisselâm meleklere "Herkes yerli yerine gitsin." der. Melekler, Cebrâil aleyhisselâma sorar:

- Ey Cebrâil! Allahü teâlâ Muhammed aleyhisselâmın ümmetinin isteklerini verdi mi?
Cebrâil aleyhisselâm şöyle cevap verir:

- Allahü teâlâ onlara nazar etti. Dört sınıf insan hariç diğerlerini affeyledi. Bunlar: İçki içmeğe devam edenler, ana-babasına âsî olanlar, yakın akrabâya ziyâreti terk edenler ve ehl-i sünnet vel-cemâ'atten ayrılanlar...

Bayram sabahı olduğunda, Allahü teâlâ meleklerini her tarafa dağıtır. Melekler yeryüzüne inerler. Sokak başlarına dururlar. Cin ve insanlardan başka her canlının duyabileceği bir sesle seslenirler:
- Ey Muhammed aleyhisselâmın ümmeti, çok büyük sevâblar veren büyük günahları affeden Rabbinize dönün! derler.

Câmiye gitmek üzere evlerinden çıktıklarında, Allahü teâlâ meleklerine şöyle buyurur:
- Ey benim meleklerim, siz şâhit olunuz ki, Ramazan-ı şerîfte oruç tutanlardan râzı oldum ve onları affettim.

Daha sonra Allahü teâlâ şöyle buyurur:
- Ey kullarım, bugün benden dilediğinizi isteyiniz! Bugün âhıretiniz için istediğiniz her şeyi veririm. Dünyanız için istediğiniz şeye de sizin için nazar ederim. Benim emirlerime uyduğunuz müddetçe, ben sizin hatalarınızı, kusurlarınızı örterim. Sizi rezil ve rüsva' etmem. Sizler evlerinize magfiret olunmuş olarak dönünüz. Zira beni râzı ettiniz, sizden râzı oldum.

Ümmet-i Muhammed, Ramazan-ı şerîfte, iftâr ettiklerinde, melekler sevinir. Allahü teâlânın, ihsân buyurduğu büyük sevâbları birbirlerine müjdelerler.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Efendimiz'in (asm) Ramazan'la İlgili Hutbesi'nden
Şaban ayında verdiği bir hutbede Peygamber Efendimiz (asm) Ramazan ayının kıymetini nasıl anlattı?

Hz. Selman (ra) anlatıyor:

Resululah (asm) bir Şaban ayının son gününde bize hitap ederek şöyle buyurdu:

•Ey İnsanlar! Sizi büyük ve mübarek bir ay gölgeledi.

•Ramazan ayı içerisinde bir gece vardır ki, bin aydan hayırlıdır.

•Ramazan ayı, öyle bir aydır ki, Allah (cc) gündüz orucunu farz, gece ibadetini nafile kıldı.

•Ramazan ayı içerisinde bir hayır işleyen, diğer aylarda bir farz işlemiş gibi olur.

•Ramazan ayında bir farz işleyen, diğer aylarda yetmiş bin farz işlemiş gibi olur.

•Ramazan ayı sabır ayıdır. Sabrın sevabı ise cennettir.

•Ramazan ayı yardımlaşma ayıdır.

•Ramazan ayında mü’minin rızkı bereketlendirilir.

•Ramazan ayında kim bir oruçluyu iftar ettirirse, bu günahlarının bağışlanmasına, cehennemden azat olmasına sebep olur ve oruçlunun sevabından hiçbir şey eksiltilmeksizin onun sevabı kadar sevap alır. Ashap:

"Ya Resulullah! Hepimiz oruçluyu iftar ettirecek bir şey bulamıyoruz." dediklerinde, şöyle buyurdu:
"Allah (cc) bu sevabı oruçluyu bir hurma ile veya bir içim su, yahut bir yudum süt ile iftar ettirene de verir."

•Ramazan ayı öyle bir aydır ki, evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennemden kurtuluştur.

•Ramazan ayında hizmetçisinin yükünü hafifleteni, Allah (cc) bağışlar ve cehennemden kurtarır.

•Ramazan ayında şu dört şeyi çok yapınız. Bunlardan ikisini yapmakla Rabbinizi razı edersiniz, diğer ikisini yapmaktan da müstağni sayılmazsınız.


Rabbinizi razı edeceğiniz iki haslet şunlardır:

1. Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına şehadet getirmek,
2. Allah'ı anıp istiğfar etmek,


Müstağni olmadığınız iki haslete gelince:

1. Allah’tan cenneti istersiniz,
2. Cehennemden O’na sığınırsınız.

•Ramazan ayında kim bir oruçluya su verirse, Allah’ta ona havzımdan öyle bir şerbet verir ki, artık cennete girinceye kadar hiç susamaz. (Beyhaki
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Ramazan, âhiret ticareti için kârlı bir pazardır




Ramazan-ı Şerif adeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır. Ve uhrevî hasılat için gayet münbit bir zemindir. Ve neşvünemâ-i a’mâl için, bahardaki mâ-i Nisandır.

Altıncı Nükte
Ramazan-ı Şerifin sıyâmı, Kur’ân-ı Hakîmin nüzulüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif, Kur’ân-ı Hakîmin en mühim zaman-ı nüzulü olduğu cihetindeki çok hikmetlerinden birisi şudur ki:


Kur’ân-ı Hakîm, madem şehr-i Ramazan’da nüzul etmiş. O Kur’ân’ın zaman-ı nüzulunu istihzar ile, o semâvî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı Şerifte nefsin hâcât-ı süfliyesinden ve mâlâyâniyat hâlâttan tecerrüt ve ekl ve şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir sûrette o Kur’ân’ı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitâbât-ı İlâhiyeyi güya geldiği ân-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekremden (asm) işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrâil’den, belki Mütekellim-i Ezelîden dinliyor gibi bir kudsî hâlete mazhar olur. Ve kendisi tercümanlık edip başkasına dinlettirmek ve Kur’ân’ın hikmet-i nüzulünü bir derece göstermektir.
Evet, Ramazan-ı Şerifte güya âlem-i İslâm bir mescid hükmüne geçiyor. Öyle bir mescid ki, milyonlarla hâfızlar, o mescid-i ekberin köşelerinde o Kur’ân’ı, o hitab-ı semâvîyi arzlılara işittiriyorlar. Her Ramazan, “O Ramazan ayı ki, insanlara doğru yolu gösteren, ap açık hidayet delillerini taşıyan ve hak ile bâtılın arasını ayıran Kur’ân, o ayda indirilmiştir” (Bakara Sûresi, 2:185) âyetini, nuranî, parlak bir tarzda gösteriyor; Ramazan Kur’ân ayı olduğunu ispat ediyor. O cemaat-i uzmânın sair efradları, bazıları huşû ile o hâfızları dinlerler. Diğerleri kendi kendine okurlar.
Şöyle bir vaziyetteki bir mescid-i mukaddeste, nefs-i süflînin hevesâtına tâbi olup, yemek içmekle o vaziyet-i nuranîden çıkmak ne kadar çirkinse ve o mesciddeki cemaatin mânevî nefretine ne kadar hedef ise, öyle de, Ramazan-ı Şerifte ehl-i sıyâma muhalefet edenler de o derece umum âlem-i İslâmın mânevî nefretine ve tahkirine hedeftir.

Yedinci Nükte
Ramazan’ın sıyâmı, dünyada âhiret için ziraat ve ticaret etmeye gelen nev-i insanın kazancına baktığı cihetteki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
Ramazan-ı Şerif’te sevab-ı a’mâl, bire bindir. Kur’ân-ı Hakîmin, nass-ı hadisle, herbir harfinin on sevabı var; on hasene sayılır, on meyve-i Cennet getirir. Ramazan-ı Şerifte herbir harfin on değil, bin; ve Âyetü’l-Kürsî gibi âyetlerin herbir harfi binler; ve Ramazan-ı Şerifin Cumalarında daha ziyadedir. Ve Leyle-i Kadir’de otuz bin hasene sayılır. Evet, herbir harfi otuz bin bâki meyveler veren Kur’ân-ı Hakîm, öyle bir nuranî şecere-i tûbâ hükmüne geçiyor ki, milyonlarla o bâki meyveleri Ramazan-ı Şerifte mü’minlere kazandırır. İşte, gel, bu kudsî, ebedî, kârlı ticarete bak, seyret ve düşün ki, bu hurufâtın kıymetini takdir etmeyenler ne derece hadsiz bir hasârette olduğunu anla.
İşte, Ramazan-ı Şerif adeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır. Ve uhrevî hasılat için gayet münbit bir zemindir. Ve neşvünemâ-i a’mâl için, bahardaki mâ-i Nisandır. Saltanat-ı rububiyet-i İlâhiyeye karşı ubudiyet-i beşeriyenin resm-i geçit yapmasına en parlak, kudsî bir bayram hükmündedir. Ve öyle olduğundan, yemek içmek gibi nefsin gafletle hayvanî hâcâtına ve mâlâyâni ve hevâperestâne müştehiyâta girmemek için, oruçla mükellef olmuş. Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut âhiret ticaretine girdiği için, dünyevî hâcâtını muvakkaten bırakmakla, uhrevî bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh vaziyetine girerek, savmı ile Samediyete bir nevî aynadarlık etmektir.
Mektûbât, s. 676


LÛ­GAT­ÇE:
sıyâm: Oruç.
hâcât-ı süfliye: Süflî, bayağı ihtiyaçlar.
mâlâyâniyat: Mânâsız, abes, boş.
tecerrüt: Sıyrılma.
ekl ve şürb: Yeme ve içme.
Mütekellim-i Ezelî: Ezelden beri konuşma sıfatına sahip olan Allah.
cemaat-i uzmâ: Büyük cemaat.
nefs-i süflî: Alçak şeyleri isteyen nefis.
sevab-ı a’mâl: Amellerin sevabı.
hurufât: Harfler.
neşvünemâ-i a’mâl: amellerin yeşerip büyümesi.
mâ-i Nisan: Nisan yağmuru.


Bediüzzaman Said Nursi .
 
Üst