Lahika Analizi 65: Kastamonu Lahikası 38. Mektubun Devamı

kenz-i mahfi

Sorumlu
Bu defaki mektubunuzda kerametkârâne üç nokta gördük:

Birincisi: Buranın bir Hüsrev'i olacak derecede ihlâs ve irtibat ve iktidarı gösteren Küçük Hüsrev Mehmed Feyzi isminde Risaletü'n-Nur'un çalışkan bir talebesi askerden gelip, daha ikinci defa görüşüldüğü vakit, mektubunuzda Feyzi ismini gördük, dedik: Bu Risale-i Nur'un şakirtleri birbirinden ne kadar uzak olsa da, birbirine pek yakındır ki, böyle birden hissedip yazdılar.

İkincisi: Bu Küçük Hüsrev Feyzi, bu âhirlerde İstanbul'da iken Risale-i Nur hesabına zihnime dokundu. Müteessir oluyordum. "Acaba rahatsızlığı var mı?" Birden zihnim yüzünü ondan çevirdi, Hâfız Ali ile şiddetli meşgul oldum. Anladım ki teessür verecek var. Fakat Risale-i Nur'un faal merkezi olan Hâfız Ali cihetinde olacak. Hâfız Ali'ye şifa duasına başladım, devam ettim. Ve mektup gelmeden evvel Feyzi'den sordum: "Sen bir hastalık çektin mi?" O dedi: "Yok." Dedim: "Öyleyse Isparta'da Risale-i Nur'un ehemmiyetli ve kuvvetli bir rüknünün bir rahatsızlığı var. Fakat hayalim hakikatin suretini şaşırmış." Sonra mektubunuz geldi, hakikat anlaşıldı.

Üçüncüsü: Bundan yirmi gün evvel, eyyam-ı mübarekeden sonra hatırıma geldi ki, vazifedarâne kalemi her gün istimal etmeyenler, Risale-i Nur talebeleri ünvan-ı icmâlîsinde her yirmi dört saatte yüz defa hissedar olmak yeter diye, hususî isimlerle has şakirtler dairesi içinde bir kısmın isimleri muvakkaten tayyedildi. Kardeşimiz Hakkı Efendi de onların içinde idi. Birkaç gün öyle devam etti. Sonra birden hiç sebep hissetmeden yine Hakkı, Hulûsi'ye arkadaş oldu. İsmiyle, resmiyle has dairesine girdi. Hakkı'nın "Beni duadan unutmasın" diye, mektubunuzdaki fıkranın yazıldığı aynı zamanda, hususî duayı kazanmış hesabıyla tahmin ettik. Hattâ bugünlerde bunun gibi inâyetin çok lem'aları var. Emin, bunları havadis-i yevmiye diye bir fıkra yazacak. Belki size de gönderecek.

Risale-i Nur'un oradaki küçük talebeleri ve istikbalde kıymetdar şakirtleri olanlar, şimdi de talebeler dairesinde olarak hissedardırlar. İstanbul'da Mehmed Feyzi, Eski Said'in risalelerini ararken, aynı günde kahraman Rüşdü, bir dükkânda mevcudunu toplamış, almıştı. Küçük Hüsrev müteessir olarak başka yerde aramış, İşârâtü'l-İ'câz'ı bulmuş. Tahminen demiş ki: "Bana sebkat eden her halde benden ilerideki Ispartalı kardeşlerimdir." Her neyse... Bu İşârâtü'l-İ'câz nüshasını Hâfız Ali ve Sabri'deki nüshalarda bulunan keramet-i tevafukiyeyi yazdırmak istiyor. En kolay bir defterde, her sayfasında tefsirin bir sayfasına mukabil huruf-u hecânın (elif ve tâ ve saire) kaydederseniz, gönderirseniz iyi olur. Kolayını bulmazsanız kalsın.

Umum kardeşlerime birer birer selâm ve bilhassa risalelerle çok meşgul olanlara selâm ve dualar ederim ve dualarını beklerim.

Kardeşiniz Said Nursî
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Bu mektupta dikkati çeken en mühim mevzu şu:
[DIKKAT]“Bundan yirmi gün evvel, eyyam-ı mübarekeden sonra hatırıma geldi ki, vazifedarane kalemi her gün isti’mal etmeyenler, Risale-i Nur talebeleri unvan-ı icmalisinde her yirmidört saatte yüz defa hissedar olmak yeter diye, hususi isimlerle hâs şakirdler dairesi içinde bir kısmın isimleri tayyedildi”[/DIKKAT]
cümlesidir.

Bu cümleyi izah sadedinde öncelikle yazı hizmetinden bahsedilmektedir. Kastamonu Lahikası sayfa 24’te:
[DIKKAT]“Risale-i Nur’a intisab eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak veya yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran, Risale-i Nur Talebesi unvanını alır. Ve o unvan altında, her yirmidört saatte benim lisanımla belki yüz defa bazen daha ziyade hayırlı dualarımda ve manevi kazançlarımda hissedar olmakla beraber; benim gibi dua eden kıymettar binlerle kardeşlerin ve Risale-i Nur talebelerinin dualarına ve kazançlarına dahi hissedar olur.”
[/DIKKAT]

Yukarıdaki cümleyi izah eden bu cümle elbette ki başta o zaman için ehemmiyeti haiz en büyük hizmet olan “yazı” hizmetine bakmaktadır. Risale-i Nur’un en mühim vazifelerinden birisi de “hatt-ı Kur’an’ı muhafaza”dır. Kur’an hattının muhafazası ise başta yazı ile oluyor. Kur’an hattını muhafazanın yanında imanı zedelenmiş ehl-i imanın yardımına koşmak, imansızlığın emansız tahribatını durdurmaktır. Bunun için de Risale-i Nur ile meşgul olmak lazım geliyor. Risalelerde hem okumaktan hem de yazmaktan hem de dinlemekten yani meşgul olmaktan bahsedilmiştir. Bu şekilde hizmet edildiği gibi, nur talebeliği de kazanılmış oluyor.

Evet bu cümlede yazmanın ehemmiyeti anlatılırken Emirdağ Lahikası II sayfa 104’te:
[TAVSIYE]“Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş-on dakika dahi olsa Risale-i Nur’u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir miktar meşgul olsalar, hakiki talebe-i ulumun sevaplarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, ihlas risalesinde yazılan beş nevi ibadete de mazhar olurlar”[/TAVSIYE]
cümlesinde de başta “okumak” sonra “dinlemek” sonra da “yazmak” hizmetini sıralamıştır. Cümlenin devamında İhlas Risalesi’nin sonundaki mektuptaki 5 nevi ibadete mazhar oldukları bahsedilmiş. Halbuki İhlas Risalesinin sonundaki mektup zahiren anlaşıldığına göre hususi bir mektup olup, yazı hizmetini yerine getiren has talebelere hitaben yazılmıştır. Yani yazıda mahareti olan bir kısım talebelere yazılmıştır. Zaten mektubun başında “bir kısım kardeşlerime” kaydı düşülerek yazı hizmetini deruhte eden ve bu hususta maharetli olan talebelere başta hitap edilmektedir. Çünkü biliyoruz ki Nur tabelerinin hasları içinde yazı ile hizmet etmeyenler olduğunu ve Adilcevazlı Bekir Ağa’nın -ki nurun en has talebelerindendir- kendi tabiriyle “ümmi” olduğu ve Nur risalelerini Isparta’daki köylülere okutup dinlemek suretiyle Isparta’nın intibahına yani Nur hizmetinin Isparta’da inkişafına en büyük sebep olduğu Barla Lahikası sayfa 54'teki mektupta geçmektedir. Yine Emirdağ Lahikası sayfa 165’teki bir mektupta
[BILGI]Hem Muhacir Hafız Ahmet’i, hem bana, hem Nurlara alaka ve sadakat noktasında Nurların birinci talebesi ve fedakar bir naşiri kalben hissetmiştim. Halbuki kalemle hizmete muvaffak olamadı”[/BILGI]

denilmektedir. Bunun gibi ifadeler gösteriyor ki has talebeler içinde kalemle hizmete muvaffak olamayanlar olduğu ve hatta bir kısmının ümmi olduğu bilinmektedir. Demek ki nur talebesi olmanın şartı sadece “onu yazmak” değildir.

Okumak veya yazmak tartışması Risalelerin Latince neşrinden sonra başlamıştır. Gereksiz bir tartışma ve münafıkların cemaatin içine ektikleri fitne tohumlarının mahsulü olan bu cedelleşmeyi ihlas düsturları muvacehesinde doğru bulmadığımız gibi hizmete de hiç faydası yoktur. Yazmak kadar okumak, okumak kadar da yazmak ehemmiyetlidir. İkisini ayrı düşünmek doğru değildir.

Bu zamanda “yazmak” mı, “okumak” mı?diye sorular bu zamana kadar sorulagelmiştir.

Bu sorunun cevabı ise şüphesiz “ikisi de” olmalıdır.

Çünkü risalelerde yazmak kadar okumanın ve hatta dinlemenin ehemmiyetinden bahseden pek çok mektup vardır. Hatta okumanın Emirdağ Lahikası’ndaki mektupta olduğu gibi birinci sıraya geldiği mektuplar da az değildir. Bu zamanda okumak bir adım daha öndedir diyebiliriz. Yazı hizmetinin ehemmiyeti ve Kur’an hattını muhafaza gibi vazifesi olan yazının da yazılması yani talebelerin bu yazıyı bilmeleri şarttır.
 
Üst