Hadis Sohbetleri 72:Tevazu ve Tekebbür

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
.
besmele-arapca1.jpg



Selamünaleyküm Degerli Kardeslerim;


avatar.jpg


Bu haftaki Hadis Sohbetleri dersimiz basladi.

avatar.jpg

Buyrun beraber mütaala edelim anladiklarimizi paylasalim insallah..







[BILGI]
Hazreti Abdullah bin Amr bin Âs (radıyallahü anh), İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallahü aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

“Yüzü yerde olan mütevazi kimseyi Allah yükselttikçe yükseltir, kibre girip çalım çakanı da yerin dibine geçirir.”

(Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, 5/139; Beyhakî, Şuabü’l-İman, 6/297; Kudâî, Müsnedü’ş-Şihâb, 1/219; biraz farkla; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/76)
[/BILGI]
Bilgi



 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tevazu ve Tekebbür

Alçakgönüllü ve yüzü yerde olma gibi manalara gelen tevazu, büyüklenme ve caka satma gibi manalara gelen tekebbürün zıddıdır. Tevazu, Allah Teâlâ’nın sevip razı olduğu en güzel hasletlerden birisi olduğu için Kur’an-ı Kerim’de;


“Mü’minler için tevazu kanatlarını yerlere kadar indir.” (Hıcr Suresi, 15/88) buyrulmuştur. Yine, Allah’ın (celle celâluhû) sevdiği mü’minlerin özelliği Kur’an-ı Azîm’de şöyle anlatılmıştır:

Onlar, mü’minlere karşı mütevazi ve alçakgönüllü, kafirlere karşı da izzetli ve onurludurlar.(Mâide Suresi, 5/54)
Hak dostu kâmil zâtlara göre tevazu; Allah’a yakın olabilmenin ilk şartlarından sayılmış, Kur’ân hizmetinin ve sahabe mesleğinin esasları arasında da tevazu, mahviyet ve hacâlet ilk sıralarda kabul edilmiştir. Bu hakikat, bir hadiste şöyle dile getirilmiştir: “Allah bana, tevazu ve mahviyet içinde bulunmanızı.. ve kimsenin kimseye karşı fahirlenmemesini, böbürlenmemsini emretti.” (Müslim, cennet 64; Ebû Dâvûd, edeb 48; İbn Mâce, zühd 16)

Gönül erlerinden Bayezid-i Bistâmî Hazretleri, bütün gücünü kullanarak Allah’a tam otuz yıl ibadet ettikten sonra alem-i gayptan şu nidayı işittiğini söylemiştir: “Ey Bayezid! Cenab-ı Hakk’ın hazineleri ibadetle doludur. Eğer gayen Allah’a ulaşmaksa, O’nun kapısında kendini küçük gör ve amellerinde ihlaslı ol.”

Kişiyi imana ve kurbiyete götüren tevazuya karşılık kibir ve gurur imana girmeye mâni ve imandan çıkmaya da sebep olarak görülmüşlerdir. Nitekim bir hadis-i şeriflerinde Efendimiz (salallahü aleyhi ve sellem) “Kalbinde zerre miktarınca kibir olan cennete giremez.” (Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebir) buyurarak tekebbürün kötülüğüne dikkatleri çekmiştir.
Tekebbür, Kur’an-ı Kerim’de şeytanın vasfı olarak anlatılmış ve mü’minler İblis’in kötü akıbetinden ibret almaya çağrılmışlardır:


“İblis dışındaki bütün melekler secde ettiler. İblis ise bundan kaçındı, kibirlendi ve kâfirlerden oldu.” (Bakara Suresi, 2/34)
Allah Teâlâ bir hadis-i kudsîde ise tekebbürün zararını kullarına şöyle haber vermektedir:

“Kibriyâ (büyüklük) benim ridâm, azamet (yücelik) ise benim izârımdır. Kim benimle bunlar hakkında yarışa kalkışır ve bunları paylaşmaya yeltenirse onu cehenneme atarım.” (Sünen-i Ebî Dâvûd; Sünen-i İbn-i Mâce)

Hak aşığı sadık kullarda büyüklüğün alameti tevazu ve mahviyet, küçükler insanlarda küçüklüğün emaresi de tekebbür ve enaniyettir. Bu yüzden, insanlar nazarında büyük görünmek isteyen birisi, Allah katında küçülür. Allah’ın rızasını hedefleyen, O’na karşı edeple kulluk edip O’nun kullarına karşı mütevazi ve mülayim olan birisi de hem Allah katında hem de insanlar nazarında sevimli ve değerli olur.
“Size ateşin kendine ilişmeyeceği kimseyi haber vereyim mi? Ateş; Allah ve insanlara yakın, yumuşak huylu, herkesle geçimli ve mülayim insanlara dokunmaz.” (Tirmizî, kıyâmet 45; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 1/272)

Hz. Ömer (radıyallahü anh), bir gün minber üzerinden insanlara şöyle seslenmiştir: “Ey insanlar! Mütevazi kimseler olunuz. Şüphesiz ki ben, Allah Rasülü’nden şunu işittim: ‘Kim alçak gönüllü olursa, Allah onu yükseltir. Aslında o, kendini küçük görmektedir ama halkın gözünde asıl büyük olan da odur. Her kim de kibirlenirse, Allah onu yerin dibine batırır. Kendini büyük zanneden bu kişi, insanlar nazarında çok küçüktür.” (el-Kudâî, Müsnedü’ş-Şihâb 1/219; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat 8/172)

Cenab-ı Hakk’ın halis kulları kendilerini hep sıradan bir insan olarak görmüş ve düz bir insan görünümünde yaşamışlardır. Hatta onlar çok defa kendilerini çukurlar içinde yaşıyor kabul etmişlerdir. Nitekim Hz. Âişe annemize “Bir insan ne zaman kötü birisi olur?” diye sorulduğunda; “Kendisini iyi bir insan zannettiğinde.” diye cevap vermiştir.

Burada dikkat edilmesi gereken diğer önemli bir husus ise mütevazi olayım derken, tevazu yapma yanlışlığına düşülmemesidir. Mütevazi kimse fıtrî olarak davranır ve amelinde Allah rızasını takip eder. İnsanlara da Allah’tan ötürü sevgi ve saygı duyar. Tevazu yapma yapmacıklığına girenler ise ihlastan yoksun ve gayr-i tabiidirler. Amellerini insanlara beğendirmek için çalıştıklarından faydasız yere çok yorulurlar.

Bahsimizi Alvarlı Efe Hazretlerinin bir beytiyle noktalayalım:


“Su gibi yerlere yüzler kim sürer, insan olur.Yerdeki yüz daima şayeste-i ihsan olur.”








alinti
 

faris

Well-known member
[BILGI]Hazreti Abdullah bin Amr bin Âs (radıyallahü anh), İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallahü aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

“Yüzü yerde olan mütevazi kimseyi Allah yükselttikçe yükseltir, kibre girip çalım çakanı da yerin dibine geçirir.”

(Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, 5/139; Beyhakî, Şuabü’l-İman, 6/297; Kudâî, Müsnedü’ş-Şihâb, 1/219; biraz farkla; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/76)[/BILGI]


Allah razı olsun abi güzel bir hadisi gündeme getirmişsiniz.

Diğer kardeşlerden de bugünlerde islamın özü olaniki mesele ifade edilmesi ve bu zerafet ve tevazu meselelerinin çokça dersler ve makaleler olarak gündemde tutulması islamın güzelliklerini kendi çirkinlikleri ile gölgelendirenlere ve islamı hakkıyla yaşayamayanlara ve islamı öğrenmek isteyenlere güzel bir ders iyi bir nasihat olacağını ümit ediyorum.

Tarih bize çok güzel bir örnektir. Tarihe baktığımızda bu nasihat ve güzelliklerin insanın fıtratına yakışan erdemler olduğunu görmek mümkündür.

Kibir insanı cennetten çıkarıp dünyaya gönderen ve dünyadan da cehenneme gönderen insanın en büyük imtihanıdır. Bu meseleyi Ustad Bediüzzaman r.a. ene bahsinde çok ayrıntılı olarak ifade ederek insana kendisini ve Rabbini tanıttırmakta. Ve insana kendindeki güzelliklerin ve kabiliyetlerin ve özelliklerin Rabbini tanıması ve bilmesi için verildiğini ders vermektedir. Eğer insan bu özelliklerini Rabbini bilmek ve tanımak için sarfetmez ise Rabbini itham etmiş olacaktır. Çünkü hiçbir şeyi icat etmeye gücü yetmeyen ve herşeye muhtaç olan bir varlık bütün kainatı hizmetine veren bir Kadiri Zülcelalin ona taktığı sanatlı güzellikleri elbette kendinden bilemez bilmemeli..
 

garp

Active member
İslam ahlakında güzel huy olarak bildirilen hasletlerden biri. Büyüklük göstermemek, kibirlenmemek, alçak gönüllü olmak. Tevazu, makam ve rütbe itibariyle kendinden aşağıda olanlara büyüklük göstermemektir.

Tevazunun aşırı miktarına aşağılık, bayağılık denir. Dünyada ele geçen nimetler, mallar, rütbeler, mevkiler, insana Allahü tealanın lütfu ve ihsanıdır. Mevki ve servet sahiplerinin tevazu göstermeleri, onların olgunluklarını gösterir. Bir menfaata kavuşmak veya bir zarardan korunmak için tevazu göstermeye tabasbus, yaltaklanma denir. Dilencilerinki böyledir. Bu ise çirkin bir huydur. İnsanda bulunması güzel olan iyi huylardan bazısı vardır ki, az olunca iyi sayılır. Aşırı, çok olunca, kötülüğü belli olur. Tevazu böyledir. İnsanda kibrin, başkalarına büyüklük taslamanın bulunmaması demektir. Tevazunun zıddı, tersi kibirdir. Kibir, kendisini başkasından üstün görmektir.

Dinimiz tevazuyu emretmekte, kibirlenmeyi yasaklamaktadır. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); ’Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse Cennet’e gitmez.’ buyurdu. Ve yine buyurdu ki: ’Allahü teala, tevazu üzere olmayı bana emr eyledi. Hiçbiriniz, hiçbir kimseye tekebbür etmeyiniz, büyüklük taslamayınız’. Zımmi denilen gayri müslim vatandaşlara ve izinle, pasaportla gelmiş olan yabancı tüccarlara, ecnebi iş adamlarına ve turistlere de kibirlenmemek lazım olduğu bu hadis-i şeriften anlaşılmaktadır. Her insana tevazu yapmak lazım olunca, onlara hıyanet yapmak, incitmek hiç uygun değildir. Kibrin aksi olan tevazu, kendini başkalarıyla bir görmektir. Tevazu, insan için çok iyi bir huydur.

Hadis-i şerifte; ’Tevazu edene müjdeler olsun!’ buyuruldu. Tevazu sahibi, kendini başkalarından aşağı görmez. Zelil ve miskin olmaz. Fakirlere merhamet eder. Hadis-i şerifte; ’Tevazu eden, helal kazanan, huyu güzel olan, herkese karşı yumuşak olan ve kimseye kötülük yapmayan, çok iyi bir insandır.’ ve ’Allah için tevazu edeni, Allahü teala yükseltir.’ buyuruldu.

Tekebbür edene, yani kibir sahibi olana karşı tekebbür edilebilir. Kibir sahibine tekebbür etmek, sadaka vermek gibi sevaptır. Kibir sahibine karşı tevazu eden kimse, kendisine zulüm etmiş olur. Kendinden aşağı olanlara karşı tevazu göstermek iyi ise de, bunun ifrata kaçmaması, yani aşırı olmaması lazımdır. Harpte düşmanlara karşı, bozuk inançları yayanlara ve kibirli olan zenginlere karşı tevazu gösterilmez. İnsanın tevazu sahibi olabilmesi için, dünyaya nereden geldiğini, nereye gideceğini bilmesi lazımdır. Hiç yoktu. Önce birşey yapamayan, hareket edemeyen bebek oldu. Şimdi de, her an hasta olmak, ölmek korkusundadır. Nihayet ölecek, çürüyecek ve toprak olacaktır. Hayvanlara, böceklere gıda olacaktır. Kabir azabı çekecek, sonra diriltilip kıyamet sıkıntılarını çekecektir. Bunu düşünen insana tekebbür değil, tevazu gerektiği kolayca anlaşılmaktadır. İnsanların yaratıcısı, yetiştiricisi, her an tehlikelerden koruyucusu olan ve kıyamette hesaba çekecek, sonsuz azap yapacak olan, sonsuz kuvvet, kudret sahibi, benzeri, ortağı olmayan tek hakim ve kadir, yüce Allah; ’Tekebbür edenleri sevmem, tevazu edenleri severim’. buyuruyor.



Tevazunun faziletini, üstünlüğünü bildiren hadis-i şerifler çoktur. Resulullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdular ki: Tevazu edip de, Allahü tealanın, şerefini arttırmadığı kimse yoktur. Allahü teala iktisat edeni zengin eder, israf edeni de fakir düşürür. Tevazu göstereni yükseltir, kibirlenen kimseyi de alçaltır. Herkesin başının üzerinde tasma tutan iki melek vardır. Tevazu edince, tasmayı havaya doğru kaldırırlar ve ya Rabbi, bunu yükselt derler. Kibirlenirse, tasmayı aşağı indirirler ve ya Rabbi, onu alçalt derler. Acizlikten değil, bile bile tevazu yapana, topladığı malı ve parayı günaha harcamayana, düşkünlere acıyanlara, akıllı kimselerle ve alimlerle oturanlara saadetler, müjdeler olsun! Allahü teala tevazu edeni yükseltir, kibirleneni alçaltır. Bir zavallıya yardım edeni, kimseye muhtaç etmez. Fakirlere birşey vermeyeni, Allahü teala fakir eder. Allahü tealayı çok hatırlayanı, zikr edeni Allah sever. Allahü teala beni, kul olup, Resul olmak ve melik (sultan) olup, nebi olmak arasında serbest bıraktı. Durakladım. Meleklerden çok sevdiğim birisi olan Cebrail’e (aleyhisselam) baktım. (Allah’a tevazu eyle!) dedi. Kul olup Resul olmayı isterim dedim. Kerem takvada, şeref tevazuda ve zenginlik de hakkı iyi tanımaktadır. Allahü tealanın, İslam dinini nasib ettiği, güzel yüzlü yarattığı, halini başkalarından utanmayacağı şekilde yaptığı, bütün bunlarla beraber tevazu verdiği kimse, Allahü teala yanında yüksek kullardandır. Tevazu sahiplerini ne zaman görürseniz, onlara karşı mütevazi olunuz..
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Niyet; tevazu, tekebbür, ferah ve kederi nasıl bozar?


Ali Ferşadoğlu tarafından yazıldı.




Mustafa E. Şeker kardeşimiz, Mesnevî-i Nuriye’de geçen, “Hayrât ve hasenatın hayatı niyetledir.

Fesadı da ucb, riya ve gösterişledir. Ve fıtrî olarak vicdanda şuurla bizzat hissedilen vicdaniyatın esası, ikinci bir şuur ve niyetle inkıta bulur. Nasıl ki amellerin hayatı niyetledir. Onun gibi, niyet bir cihetle fıtrî ahvâlin ölümüdür. Meselâ, tevazua niyet onu ifsad eder; tekebbüre niyet onu izale eder; feraha niyet onu uçurur; gam ve kedere niyet onu tahfif eder. Ve hakeza, kıyas et.” 1 ibarelerinin anlamını soruyor.



Bediüzzaman ilk cümlede, hayırlı işlerin ve güzelliklerin, sevapların niyetle meydana geldiğini, hayatlandığını söylüyor. Ayrıca, bunların fesadının/bozulmasının da ucub, ameline güvenmek, riya ve gösterişle olacağını ifade ediyor.
“Ve fıtrî olarak vicdanda şuurla bizzat hissedilen vicdaniyatın esası, ikinci bir şuur ve niyetle inkıta bulur.” Yani, ruhumuza, fıtratımıza, vicdanımıza yerleşen hasletler, ikinci farklı bir şuur ve niyetle son bulup ölürler. “Nasıl ki amellerin hayatı niyetledir. Onun gibi, niyet bir cihetle fıtrî ahvâlin ölümüdür.”

Yani, Bediüzzaman burada, vicdanî hükümlerin, fıtrî hallerin niyetle bağlantılarını ve sonuçlarını ortaya koyuyor. Tevazu, tekebbür, ferah gibi vicdanî haller ruhumuza yerleşir ve hükmünü icrâ eder. Bunlar hükmünü icra etmeleri için ayrıca bir niyet gerektirmez. Şayet niyet edilirse, o vicdanî hüküm, hâl, fıtrî durum, gerçek mânâda ruha hâkim olmamış demektir.

Birisi tevazua niyet ediyorsa, bu tevazuunun bulunmadığına işaret eder. “Niyetin tevazuu ifsat etmesi”, bozması buna ifade eder. Kezâ, birisi kibirli olmaya niyet etmişse, bu niyet de onun kibirli olmadığının göstergesi ve delilidir.
Evet, onlara niyet, o sıfatların onun ruh dünyasına mâl olmadığını, ondan uzak olduğunu gösterir.

Yani, tevazu, tekebbür, ferah, gam, keder gibi haller fıtrî ve vicdanî hallerdir, hükümlerdir. İnsan yapısına mal olmuş durumlardır. Dolayısıyla vicdânî ve fıtrî hükümler, ruhumuza yerleşmiş, hükümlerini sürdürürler. Vicdânî ve fıtrî olan bu hallere niyet edilirse, bu onları ifsat eder, bozar. Bu halleri örneklerle biraz daha açmaya çalışalım:

Uyku fıtrî bir hâldir. Uykuya niyet etsen uyuyamazsın, “Aman uyuyayım, aman uyuyayım” desen uykun kaçar. Demek gam, ferah gibi hâller de fıtrî birer hâldir, niyet etmekle onlara sahip olunamaz. Öyle olsa, bütün dertli kişiler sevinmeye niyet edip gamlardan kurtulabilirlerdi. Ağlamak da fıtrî bir hâldir, niyetle olursa yapmacık ve yalandan ağlama olur. Gerçek üzüntüyü göstermez.

Tevazu, kibir, ferah, gam ve kederin niyetle bağlantılarını ve sonuçlarını daha iyi kavrayabilmek ve olumlu hasletleri fıtratımıza, vicdanımıza mâl edebilmek için niyetin mahiyetini, niyetin çeşitlerini ve etkilerini, niyetin kimyasını, niyet-iman bağlantısını, ibadet ve duânın niyetle ilişkisini sonraki yazılarımızda tahlil etmeye çalışalım.



Dipnot:

1- Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye, s. 169.

 

Livza

Well-known member
Neden tekebbür küçüklük alametidir?
Zayıf ve güçsüz bir adam, bu zayıflığını ve güçsüzlüğünü gurur ve kibir perdesi ile örtmeye çalışır. Kuvvetli ve güçlü bir adam ise; gurur perdesine muhtaç değildir. Yani kim gurur ve kibre tenezzül ediyor ise, o kimse gayet zavallı ve çelimsiz biri demektir ki; bu noksanlıklarını gurur ve kibir ile örtmeye çalışıyor demektir.

Mezarlıktan geçen birisi nasıl korku yüzünden ıslık çalıyor ise, gayet zayıf ve zavallı bir adam da korkusu ve zaafı yüzünden gurur ve kibir türküsüne asılıyor demektir.

Ayrıca her insan için toplum hayatı bir vitrin ve pencere gibidir. Bazen bu vitrin ve pencere uzun veya kısa olabiliyor. Şayet kişi, topluma bakan o pencereye göre küçük kalıyor ise kibir ile boşluğu doldurmaya çalışır. Yani hak etmediği o makam ve mevkiye layık durabilmek için suni bir şekilde uzamaya çalışıyor ki bunun adı tekebbür ve kibirdir.

Bir de kişi uzun ve büyük olup topluma bakan pencere küçük kalabiliyor. O zaman kişi o pencereye göre eğilip tevazu gösteriyor. Yani manevi kameti çok büyük zatlar, toplum penceresinde sair insanlarla irtibata geçip diyalog kurabilmek için onların seviyesine eğiliyorlar.

Demek insanlarda büyüklüğün ölçüsü küçüklük ve tevazu göstermek iken, küçüklüğün ölçüsü büyüklük taslayıp kibirlenmektir.


sorularlarisale
 

Huseyni

Müdavim
Bir insan varım dediği kadar yok, yokum dediği kadar da vardır. İnsanlık tarihi boyunca kibirlenenler, varım diye herkese varlığını dayatanlar, hem aradıkları samimi teveccühü bulamamışlar hem de Allah katında yerin dibine girmişlerdir. Mütevazi olanlar ise yokluk içinde varlığa mazhar olmuşlar. Bütün insanlık onlardan istifade ediyor..Elhamdülillah..
 

Huseyni

Müdavim
Mühim bir mesele: Ene’nin iki veçhi vardır. Bir veçhini nübüvvet almıştır, bir veçhini de felsefe almıştır.

Birinci vecih, ubudiyet-i mahzâya menşedir. Mahiyeti harfiye olup müstakil değildir. Vücudu tebeî olup aslî değildir. Mâlikiyeti vehmî olup hakikî değildir. Vazifesi Hâlıkın sıfâtını fehmetmek için bir mîzan ve bir mikyas olmaktır. En-biya (aleyhimüsselâm) enâniyetin bu veçhine bakmakla, mülkü tamamen Allah’a teslim ederek ne mülkünde, ne rububiyetinde, ne ulûhiyetinde şeriki olmadığına hükmetmişlerdir. Ene’nin bu veçhinden, Cenâb-ı Hak şecere-i tûbâ-i ubudiyeti inbat edip dal ve budakları kâinat bahçesinde enbiya, evliya, sıddîkîn gibi mübarek semereleri vermiştir.

İkinci veçhi alan felsefe, ene’nin vücudunu aslî ve kendisini müstakil ve mâlik-i hakikî olduğunu zu’m etmişlerdir. Vazifesi de yalnız hubb-u zâtıyla tekemmül-ü hayattır. Ene’nin bu siyah yüzünden envâen şirkler, dalâletler çıkmıştır. Ezcümle: Kuvve-i behîmiye dalında sanemler doğmuşlardır. Kuvve-i gadabiye gusnundan firavunlar, nemrutlar çıkmıştır. Kuvve-i akliyeden dehriyun, maddiyun, felâsife çıkmışlardır ki, Vâcibü’l-Vücuda bir mahlûk-u vahidi verir, bâki kalan mülkünü gayra taksim ederler.

Hülâsa: Ene, haddizatında bir hava, bir buhar gibi iken, verilen ehemmiyete göre mâyi haline gelir. Sonra ülfetle kalınlaşır. Sonra gaflet ve isyan ile öyle kalınlaşır ki, sahibini yutar. Halkı, esbabı da kendisine kıyas ederek Hâlıkın evâmirine mübarezeye başlar. Küçük âlemde, yani insanda ene, büyük insanda, yani kâinatta tabiata benziyor. İkisi de tâğutlardandır.


Şemme
 

Kýrýk Testi

Well-known member
“Pâdişahın biri, bir pâdişaha galip gelirse, onu ya öldürür, yâhut zindana attırır.”

“Fakat aynı pâdişah bir düşkün yaralıyı, zavallı bir dertliyi bulursa, yarasına merhem kor, ona ihsânda bulunur.”
“Kendini üstün görmek, pâdişah olduğu için kibirlenmek bir zehir olmasaydı, o gâlip pâdişah, mağlûp ve esîr olmuş pâdişahı, suçu olmadığı hâlde niçin öldürürdü?”
“O düşkün dertliye kendisine bir hizmette, bir kullukta bulunmadığı hâlde neden iyilik ediyor, ona acıyor? Bu iki duruma bakıp kibrin nasıl bir zehir olduğunu anlaman mümkündür.” (c.4, 2750-2754)
Mevlânâ hazretlerinin yukarıdaki beyitlerde zikrettiği misâl, tevâzû ve kibrin muhâtaplarında husûle getirdiği irâdî tezâhürleri anlatmaktadır. Gerçekten yaralı bir insana, onun kim olduğunu, iyi veya kötü bir insan olup olmadığını bilmeksizin herkes yardıma koşar. Çünkü onun muzdarip hâli, onu görenlerin merhamet ve yardım duygularını tahrîk eder. Kibirli ve iddiâlı bir insanınsa, muhatabında hâsıl edeceği hisler bunun tam aksinedir. Onu rekabete sevkeder. İş, güç gösterisine döner. Bu demektir ki; tevâzû, beşerî dertlere devâ ve âcizliklere çâre bulmak husûsunda, sahibi için büyük bir nimet olduğu hâlde, kibirli bu nimeti peşînen ve kendi elleriyle yok etmiş olur.
Hulâsaten, tevâzû ve acziyet, merhameti celbeder; hem Allâh katında, hem de kul katında…

Mesnevî'den


 

Kýrýk Testi

Well-known member
“Birtakım kötü kişilerin elinden kurtarabilmek için Hızır -aleyhisselâm- gemiyi deldi, sakatladı.”

“Mâdem ki kırık olan, dökülen, perîşan olan kurtuluyor; sen de kırıl dökül, perîşan ol. Kurtuluş ve selamet yokluktadır. Haydi, sen de benlikten, varlıktan kurtul,
yokluğa doğru git.”
“İçindeki madende birazcık altın, yâhut gümüş bulunan bir dağ, kazma yaraları ile paramparça olur.”
“Kılıç, boynu olan kişinin boynunu keser. Gölge ise yerlere serilmiştir. Boynu ve bedeni olmadığı için onun yaralanması ve kesilmesi de yoktur.” (c.4, 2756-2759)
Mevlânâ hazretleri yukarıdaki beyitlerinde de aynı gerçeği bir başka cihetle ifâde etmektedir. Şöyle ki, mütekebbir olanlar, kendilerinde vehmettikleri meziyeti sağa sola mübalağa ile takdim ettiklerinden, muhâtabların iştihâsını kabartır ve onların husûmetlerini celbeder.

Meşhûr bir darb-ı meselde:
“Bülbülün çektiği, dili belâsıdır.” denilmiştir. Bu demektir ki, bülbülün o güzel nağmesi olmasa, kimse onu kafese sokmaz. Gerçekten hiçbir zaman kafeste karga beslendiği görülmemiştir.
Buradan çıkan bir netîce olarak şunu da söylemek lâzımdır ki, meziyetli insanın hasmı bulunmak, âdeta dünyada menfî bir kâidedir. Velev böyle bir insan, peygamberler gibi yalnızca hayır ve fazîlet tevzii vasfında bulunsa bile… Bu gerçeği ifâde için şâir:
Nâ-ehil olur muârız-ı ehil
Her Ahmed’e bulunur bir Ebû Cehil
demiştir.

Mesnevî'den
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
.


Tevâzûda Îtidâl

Tevâzûda aşırıya kaçmak, kişiyi ya zillete ya da dolaylı bir kibre götürür. Asıl tevâzû, mânen seviyeli insanların kârıdır. Böyle olmadığı hâlde, öyleymiş gibi davrananların yaptıkları, tevâzû kisvesi altında böbürlenmek ve riyâkârlıktır.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
.


Bir mü'min, sadece sâlih bir mü'mine karşı alçak gönüllü davranmalıdır. Buna karşılık kibirli, kendini beğenmiş, burnundan kıl aldırmayan, insanlara yukarıdan bakan ve onlara haksız davranan kimselere aslâ tevâzû ile yaklaşmamalıdır. Böyle kimseler ile gönlünü dünyaya kaptıran, her şeyi para-pul, makam-mevkî ile ölçen kimselere tevâzû göstermeye kalkmak, İslâm'ın izzetinden fedakârlık yapmaktır ki, buna kimsenin hakkı yoktur. Tevâzû, menfaatperestlik için haksızın karşısında ezilip büzülmek değildir. Tevâzu, hak karşısında boynu kıldan ince olmaktır. osman nuri topbas..
 

Kýrýk Testi

Well-known member
.


Bir mü'min, sadece sâlih bir mü'mine karşı alçak gönüllü davranmalıdır. Buna karşılık kibirli, kendini beğenmiş, burnundan kıl aldırmayan, insanlara yukarıdan bakan ve onlara haksız davranan kimselere aslâ tevâzû ile yaklaşmamalıdır. Böyle kimseler ile gönlünü dünyaya kaptıran, her şeyi para-pul, makam-mevkî ile ölçen kimselere tevâzû göstermeye kalkmak, İslâm'ın izzetinden fedakârlık yapmaktır ki, buna kimsenin hakkı yoktur. Tevâzû, menfaatperestlik için haksızın karşısında ezilip büzülmek değildir. Tevâzu, hak karşısında boynu kıldan ince olmaktır. osman nuri topbas..

Abdullah hocam, bu durum Hz.Mevlana Hazretlerinin Padişah misaline benzemedi mi..? :)

Tevazu karşımızdaki insanın iyi veya kötü ayırt etmeden yapılan iylik, güzel davranış değilmidir..

 
Son düzenleme:
Üst