Enaniyet üzerine ... ?

Muvahhid1

Well-known member
Gaflet ve dünyaperestlikten cikan dehsetli bir enaniyet, bu zamanda hükmediyor. Onun icin ehl-i hakikat - hatta mesru bir tarzda dahi olsa - enaniyetten, hodfürusluktan vazgecmeleri lazim oldugundan, Risale-i Nur´un hakiki sakirtleri, buz parcasi olan enaniyetlerini sahs-i manevide ve havz-i müsterekte erittiklerinden insaallah bu firtinada sarsilmayacaklar. Sualar, s. 267


bu kısmı pek anlayamadım ... Meşru daire de enanıyet ne demek .. ? Enanıyetın her ciheti kötü değil mi ..?
 

faris

Well-known member
Güzel bir nokta tebrik ederim :) Aslına bakarsanız benim buradaki tebrik ederim sözü de bir nevi enaniyet ve hatta meşru enaniyet denilebilir. Her neyse konuyu dağıtmıyayım..

Ene, künuz-u mahfiye olan esma-i İlahiyenin anahtarı olduğu gibi, kâinatın tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı olarak bir muamma-yı müşkilküşadır, bir tılsım-ı hayretfezadır. O ene mahiyetinin bilinmesiyle, o garib muamma, o acib tılsım olan ene açılır ve kâinat tılsımını ve âlem-i vücubun künuzunu dahi açar. Şu mes'eleye dair "Şemme" isminde bir risale-i arabiyemde şöyle bahsetmişiz ki: Âlemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır. Kâinat kapıları zahiren açık görünürken, hakikaten kapalıdır. Cenab-ı Hak, emanet cihetiyle insana "ene" namında öyle bir miftah vermiş ki; âlemin bütün kapılarını açar ve öyle tılsımlı bir enaniyet vermiş ki; Hallak-ı Kâinat'ın künuz-u mahfiyesini onun ile keşfeder. Fakat ene, kendisi de gayet muğlak bir muamma ve açılması müşkil bir tılsımdır. Eğer onun hakikî mahiyeti ve sırr-ı hilkati bilinse; kendisi açıldığı gibi, kâinat dahi açılır. Şöyle ki:

Sâni'-i Hakîm, insanın eline emanet olarak, rububiyetinin sıfât ve şuunatının hakikatlarını gösterecek, tanıttıracak, işarat ve nümuneleri câmi' bir ene vermiştir. Tâ ki o ene, bir vâhid-i kıyasî olup, evsaf-ı rububiyet ve şuunat-ı uluhiyet bilinsin. Fakat vâhid-i kıyasî, bir mevcud-u hakikî olmak lâzım değil. Belki hendesedeki farazî hatlar gibi, farz ve tevehhümle bir vâhid-i kıyasî teşkil edilebilir. İlim ve tahakkukla hakikî vücudu lâzım değildir.
Sözler ( 536 )



Ustad Bediüzzaman r.a. Ene risalesinde insanın kendindeki güzellikleri, kemalleri ve maharetleri keşf etmesi ve kıyas etmesi ve bunu ise hakiki sahibi olan Allah'a vermesi olduğunu görüyoruz. İşte buradaki meşru enaniyet kişinin kendindeki güzellikleri kıyas ederek Allahtan bilmesi ve Allaha vermesi olmaktadır. Hatta meşru dairede dahi olsa enaniyetten vazgeçmemizin tavsiye edilmesi ise Başkaları üzerinde kıyas yapması olarak anlayabiliriz. hikmet ise hizmet ve ihlas prensiplerine uymayacağı için ustad bediüzzaman olmaması gerektiğini vurguluyor.
 

Huseyni

Müdavim
Hakikat ehlinde enaniyet susturulmadığı vakit hubb-u caha dönüşür. Yani insanların teveccühünü kazanmak, şöhretperestlik hissi, beğenilme arzusu gibi neticeler ortaya çıkar. Mesela bir ders ortamında birisi sohbet yaparken "ben burayı daha güzel anlatırdım" gibi bir düşünce, susturulmayan enaniyetin bir neticesidir. Üstad bunun, belki zararı olmadığını, ama kardeşler arasındaki ihlas sırrını bozabileceğini nazara veriyor.


Yirmi Dokuzuncu Mektupta da hubb-u cahın yani makam, mevki sevgisinin, şöhretperestliğin, bizzat maksat yapılmadığı ve ihlası kazanmanın asıl maksat olduğu takdirde, az şey kaybettirip, çok şey kazandıracağını ders veriyor. Tabi hubb-u cahın yüzünü, başka cihete çevirmek şartıyla.


[TAVSIYE]Ey kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur’ân’da arkadaşlarım! Bu hubb-u cah cihetinden gelen dessas ehl-i dünyanın hafiyelerine veya ehl-i dalâletin propagandacılarına veya şeytanın şakirtlerine deyiniz ki:

“Evvelâ rıza-yı İlâhî ve iltifat-ı Rahmânî ve kabul-ü Rabbânî öyle bir makamdır ki, insanların teveccühü ve istihsânı, ona nisbeten bir zerre hükmündedir. Eğer teveccüh-ü rahmet varsa, yeter. İnsanların teveccühü, o teveccüh-ü rahmetin in’ikâsı ve gölgesi olmak cihetiyle makbuldür; yoksa arzu edilecek birşey değildir. Çünkü kabir kapısında söner, beş para etmez.”

Hubb-u cah hissi eğer susturulmazsa ve izale edilmezse, yüzünü başka cihete çevirmek lâzımdır. Şöyle ki:

Sevab-ı uhrevî için, dualarını kazanmak niyetiyle ve hizmetin hüsn-ü tesiri noktasında, gelecek temsildeki sırra binaen, belki o hissin meşru bir ciheti bulunur.

Meselâ, Ayasofya Camii, ehl-i fazl ve kemalden mübarek ve muhterem zatlarla dolu olduğu bir zamanda, tek tük, sofada ve kapıda haylâz çocuklar ve serseri ahlâksızlar bulunup camiin pencerelerinin üstünde ve yakınında ecnebîlerin eğlence-perest seyircileri bulunsa, bir adam o cami içine girip ve o cemaat içine dahil olsa; eğer güzel bir sadâ ile, şirin bir tarzda, Kur’ân’dan bir aşir okusa, o vakit binler ehl-i hakikatin nazarları ona döner, hüsn-ü teveccühle, mânevî bir dua ile o adama bir sevap kazandırırlar. Yalnız haylâz çocukların ve serseri mülhidlerin ve tek tük ecnebîlerin hoşuna gitmeyecek.

Eğer o mübarek camiye ve o muazzam cemaat içine o adam girdiği vakit, süflî ve edepsizce fuhşa ait şarkıları bağırıp çağırsa, raksedip zıplasa, o vakit o haylâz çocukları güldürecek, o serseri ahlâksızları fuhşiyâta teşvik ettiği için hoşlarına gidecek ve İslâmiyetin kusurunu görmekle mütelezziz olan ecnebîlerin istihzâkârâne tebessümlerini celb edecek. Fakat umum o muazzam ve mübarek cemaatin bütün efradından bir nazar-ı nefret ve tahkir celb edecektir. Esfel-i sâfilîne sukut derecesinde nazarlarında alçak görünecektir.

İşte, aynen bu misal gibi, âlem-i İslâm ve Asya, muazzam bir camidir. Ve içinde ehl-i iman ve ehl-i hakikat, o camideki muhterem cemaattir.

O haylâz çocuklar ise, çocuk akıllı dalkavuklardır. O serseri ahlâksızlar, frenkmeşrep, milliyetsiz, dinsiz heriflerdir.

Ecnebî seyircileri ise, ecnebîlerin naşir-i efkârı olan gazetecilerdir.

Herbir Müslüman, hususan ehl-i fazl ve kemal ise, bu camide, derecesine göre bir mevkii olur, görünür, nazar-ı dikkat ona çevrilir.

Eğer İslâmiyetin bir sırr-ı esası olan ihlâs ve rıza-yı İlâhî cihetinde, Kur’ân-ı Hakîmin ders verdiği ahkâm ve hakaik-i kudsiyeye dair harekât ve a’mâl ondan sudur etse, lisan-ı hali mânen âyât-ı Kur’âniyeyi okusa, o vakit mânen âlem-i İslâmın herbir ferdinin vird-i zebânı olan اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ [SUP]1[/SUP] duasında dahil olup hissedar olur ve umumuyla uhuvvetkârâne alâkadar olur.

Yalnız, hayvânât-ı muzırra nev’inden bazı ehl-i dalâletin ve sakallı çocuklar hükmündeki bazı ahmakların nazarlarında kıymeti görünmez.

Eğer o adam, medar-ı şeref tanıdığı bütün ecdadını ve medar-ı iftihar bildiği bütün geçmişlerini ve ruhen nokta-i istinad telâkki ettiği Selef-i Sâlihînin cadde i nuranîlerini terk edip, heveskârâne, hevâperestâne, riyâkârâne, şöhretperverâne, bid’akârâne işlerde ve harekâtta bulunsa, mânen bütün ehl-i hakikat ve ehl-i imanın nazarında en alçak mevkie düşer. اِتَّقُوا فِرَاسَةَ الْمُؤْمِنِ فَاِنَّهُ يَنْظُرُ بِنُورِ اللهِ [SUP]2[/SUP] sırrına göre, ehl-i iman ne kadar âmi ve cahil de olsa, aklı derk etmediği halde, kalbi öyle hodfuruş adamları görse soğuk görür, mânen nefret eder.

İşte, hubb-u caha meftun ve şöhretperestliğe müptelâ adam (ikinci adam), hadsiz bir cemaatin nazarında esfel-i sâfilîne düşer; ehemmiyetsiz ve müstehzî ve hezeyancı bazı serserilerin nazarında muvakkat ve menhus bir mevki kazanır.

اَ ْلاَخِلاَّۤءُ يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ اِلاَّ الْمُتَّقِينَ[SUP]1[/SUP] sırrına göre, dünyada zarar, berzahta azap, âhirette düşman bazı yalancı dostları bulur.

Birinci suretteki adam, faraza hubb-u cahı kalbinden çıkarmazsa, fakat ihlâsı ve rıza-yı İlâhîyi esas tutmak ve hubb-u cahı hedef ittihaz etmemek şartıyla, bir nevi meşru makam-ı mânevî, hem muhteşem bir makam kazanır ki, o hubb-u cah damarını kemâliyle tatmin eder. Bu adam az, hem pek az ve ehemmiyetsiz birşey kaybeder; ona mukàbil, çok, hem pek çok kıymettar, zararsız şeyleri bulur.

Belki birkaç yılanı kendinden kaçırır; ona bedel çok mübarek mahlûkları arkadaş bulur, onlarla ünsiyet eder. Veya ısırıcı yabanî eşek arılarını kaçırıp, mübarek rahmet şerbetçileri olan arıları kendine celb eder, onların ellerinden bal yer gibi, öyle dostlar bulur ki, daima dualarıyla ve âb-ı kevser gibi feyizler, âlem-i İslâmın etrafından onun ruhuna içirilir ve defter-i a’mâline geçirilir.


Yirmi Dokuzuncu Mektup
[/TAVSIYE]


Evet, bahtiyar odur ki, kevser-i Kur’ânîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enâniyetini o havuz içine atıp eritendir.


Yirmi Birinci Lem'a


Sorularla Risale | Risale-i Nur Külliyatı | Altıncı Risale olan Altıncı Kısım






 

Muvahhid1

Well-known member
Allah razı olsun abilerim yorumlar gayet güzel maşaAllah .. Ben soruya şöyle bir cevap daha aldım ... İlmin, İslamıyetın izzetini muhafaza etmek için enanıyet yapan meşru dairede enanıyet yapmış oluyor (kafir ve ehli delalete karşı) .. MEsela buna hz.Ali yı örnek verıbılırız .. SAvaş meydanlarında hep Ben Ben dıyerek öne çıkması,yada Hz.Ömer i hakeza ...Aslında zahiren bır ene var gibi görünüyor.. Ama Allah ve dini için olunca meşru daire de olmuş oluyor ... ehl-i dünyaya karşı yapılan enanıyetinde meşru olduğu söylendı .. (ama benlik duygusu yıne yok sadece İslamıyetın izzetını muhafaza için.. )
 

faris

Well-known member
Hocam bu hadisi esas alarak eğer bir mümin diğer mümin kardeşinden kibir gördüğü vakit ona karşı kibirlenmesi doğrudur diyebilirmyiz..?
Kafamı karıştırdı bu hadis çünkü Peygamber Efendimizin hayatında hiç böyle bir davranışa raslamıyor(uz)..?


Hadisi şerifdeki kibirden maksat meşru enaniyettir,

Sahabi güzin efendilerimizden biri bir gün resulu zişan a.s.v ın yanına gelerek: Ya resulullah Ben bendeki güzelliklerin Allahtan olduğunu biliyorum lakin bu hususta başkalarıyla kıyaslanmak hoşuma gitmiyor" deyince, peygamber efendimiz a.s.v " O güzellikleri Allahtan bildikçe kibir ve hodfürüşluk olmaz" diye cevap veriyor.

Hulasa buradaki kibir ve hodfuruşluk meselesini Ustad Bediüzzaman ene bahsinde izah etmiş, şualarda meşru enaniyetin dahi sakıncasını belirtmiş, ihlas risalesinde ise ihlası bozacağını söylemiştir. Bu hadisi şeriflerin şerhleri olarak bu risalelere bakılabilir.

Sizin kafanızı karıştıran ise Hadisi Şeriflerde ve Ayeti Kerimelerde yasaklanan Kibir ki bu kibir ise Allahın nimetlerini kişi kendisinden bilmek olmakta. Örnekler meseleleri daha iyi anlaşır kılacağı için şu örneklere bakalım;

Mesela Huseyni bir örnek vermiş; Dini sohbet dinleyen birisi ben bu meseleyi daha güzel izah ederim demesi meşru enaniyete girer. Ama ihlasa zararda verebilir.

Mesela kişi dese ki; Ben senden daha güzelim dese bu ise kibire girer. Çünkü güzelliği kendinden bilir halbu ki onu güzel kılan onu yaratan güzel yarattığı içindir. Ancak diyebilir ki Allah beni güzel yaratmıştır. Bu ise meşru enaniyete girer ki yine hubbu caha girme tehlikesi olacağından bu gibi ifadeleri kullanırken ihlas risalesinde belirli şartlar verilmiş. Mesela tahdisi nimet ve şükür için söylenebilir.
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Allah razı olsun abilerim yorumlar gayet güzel maşaAllah .. Ben soruya şöyle bir cevap daha aldım ... İlmin, İslamıyetın izzetini muhafaza etmek için enanıyet yapan meşru dairede enanıyet yapmış oluyor (kafir ve ehli delalete karşı) .. MEsela buna hz.Ali yı örnek verıbılırız .. SAvaş meydanlarında hep Ben Ben dıyerek öne çıkması,yada Hz.Ömer i hakeza ...Aslında zahiren bır ene var gibi görünüyor.. Ama Allah ve dini için olunca meşru daire de olmuş oluyor ... ehl-i dünyaya karşı yapılan enanıyetinde meşru olduğu söylendı .. (ama benlik duygusu yıne yok sadece İslamıyetın izzetını muhafaza için.. )

Az önce vaktim yoktu kısa kestim.

Hadisi şerifdeki maksad islamiyetin izzetini mudafa ve muhafaza için Allaha inanmayanların kibirine karşı ehli imanın kibirlenmesi ibadettir.

Kırık Testi; siz sanırım meseleyi din kardeşleriniz arasında düşündüğünüz için sünneti seniyye de göremediğinizi ifade ettiniz. Ancak Peygamber Efendimiz a.s.v. a karşı kibirlenen müşriklere peygamberimiz a.s.v da cevap vermiştir. Mesela savaş meydanlarındaki haline bakalım. O hali ile düşmanlarına öyle korku salardı ki sahabe-i kiram efendilerimiz biz dahi Onun arkasına sığınırdık demelerinden anlıyoruz.

Ama buradaki denge çok önemli peygamberimiz s.a.v. ehli müşriklere islami tebliğe gittiğinde hoşgörülü ama savaş meydanında düşmanlarına korku salıyordu. Anlıyabiliriz ki yerine ve zamana göre anlam kazanır.

Sanırım mesela anlaşılmıştır, dedikce diğer pencereler açılıyor..
 

Muvahhid1

Well-known member
İslamıyetın izzetını muhafaza için ehl-i dünyaya karşı yapılan meşru enanıyete nasıl bır örnek verebılıriz..? ..doğru mudur sizce .. ?
 

Huseyni

Müdavim
İslamıyetın izzetını muhafaza için ehl-i dünyaya karşı yapılan meşru enanıyete nasıl bır örnek verebılıriz..? ..doğru mudur sizce .. ?

Önceki mesajlarda verilen, Hazreti Ali radıyallahu anhın durumu buna bir misaldir. Günümüzden bir misal gerekrise; o günün şartlarında nasıl ki cihad maddi kılınçla yapılıyordu ve Hazret-i Ali r.a. İslamiyetin izzetini muhafaza adına, "ben Allah'ın aslanıyım" diyerek ortaya çıkıyordu. Onun gibi bugünde maddi kılınç yerine, ilimle aynı şey yapılabilir. Yani bir zındık çıkıp, Kur'an hakkında herşeyi biliyormuş gibi insanları aldatmaya yeltenirken, Kur'an hakkında donanımlı bilgiye sahip biri de çıkıp "ben de biliyorum" diyerek, karşı tarafın fikirlerini ilmiyle çürütse, burdaki "ben de" sözü meşru enaniyet olur. Çünkü maksat İslamiyeti savunmak, İslamiyetin izzetini küfür ehline ezdirmemek, kibir yapmak değil. Acizane anladığım..
 

Huseyni

Müdavim
O halde diyebilirmiyiz ki dinimizde din kardeşinin kötülüğüne karşı aynıyla mukabelede bulunmak yoktur..? (kibir veya farklı birşey)

Kötülüğe karşı iyilikte bulunmakla ilgili ayetler ve hadisler var bildiğim kadarıyla. Bu sebebten, ister enaniyet olsun, ister kibir ya da başka türlü olumsuz bir tepkiyi, karşı tarafın benzer bir kötülüğünden dolayı göstermek doğru değildir. "Kibire karşı kibir ibadettir" hadisini, Hazret-i Alinin, kafirlere karşı cephedeki tavrı gibi anlıyorum ya da Hazret-i Hamza gibi büyük zatların. (Radıyallahü anhüm)
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz. Hattâ, en lâtif ve güzel bir hakikat-i imaniyeyi muhtaç bir mü'mine bildirmek ki, en mâsumâne, zararsız bir menfaattir; mümkünse, nefsinize bir hodgâmlık gelmemek için, istemeyen bir arkadaşla yaptırması hoşunuza gitsin. Eğer "Ben sevap kazanayım, bu güzel meseleyi ben söyleyeyim" arzunuz varsa, çendan onda bir günah ve zarar yoktur; fakat mâbeyninizdeki sırr-ı ihlâsa zarar gelebilir. (İhlas Risalesi)

İslamıyetın izzetını muhafaza için ehl-i dünyaya karşı yapılan meşru enanıyete nasıl bır örnek verebılıriz..? ..doğru mudur sizce .. ?

Ustadımız Bediüzzamanın sarığını örnek verebiliriz. Bu sarık bu başla çıkar sözünü hatırlayabiliriz.
 

Kýrýk Testi

Well-known member
Kötülüğe karşı iyilikte bulunmakla ilgili ayetler ve hadisler var bildiğim kadarıyla. Bu sebebten, ister enaniyet olsun, ister kibir ya da başka türlü olumsuz bir tepkiyi, karşı tarafın benzer bir kötülüğünden dolayı göstermek doğru değildir. "Kibire karşı kibir ibadettir" hadisini, Hazret-i Alinin, kafirlere karşı cephedeki tavrı gibi anlıyorum ya da Hazret-i Hamza gibi büyük zatların. (Radıyallahü anhüm)

Haklısınız abi dediğiniz gibi bir müslümana yakışan da odur muhakkak ama abi bazı ayetlerde de haksızlığın karşlığı yapılan haksızlık kadardır, ançak affederse kişi mükafatıda Allah'a yaraşır şekilde olur deniyor.Yani bilmiyorum burdaki ölcü nedir ama bu sorunun cevabı kafamda netleşmedi..
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Kırık Testi her sorunuzun farklı bir manada olduğunu bir netleştirelim, siz her defasında soruyu farklılaştırıyorsunuz. (Anladığım Kadarıyla)İlk sorunuzda din kardeşine kibirlenmeyi sordunuz ki bu sorunuza önceki mesajımda cevap vermeye çalıştım Hüda da güzel örnekle netleştirdi. İkinci sorunuzda Din kardeşinizin kötülüğüne karşı kötülükle muamele etmek bu farklı bir soruya girer burada kibir veya enaniyet söz konusu olamaz. Burada kısas (kul hakkı) söz konusu olur. Müslümanın müslüman üzerinde hakkı olur, eğer biri sana kötülük yaparsa senin hakkına girmiş olur ister müslüman olsun ister kafir, şimdi sen burada kalkıp o bana kötülük yaptı diyip sende ona kötülük yaparsan ondan farkın olmaz ve sende onun hakkına girmiş olursun. Kısas meselesi ise ahirette olacaktır. Yapılan haklara mukabil ceza ve mükafatları Allah verecektir. Bize düşen kötülüğe karşı iyilikle mukabele etmek. Dinimiz bize bunu emrediyor.

Hadisi şerifde mealen deniliyor ki kim bir kötülük görürse ya eli ile ya dili ile yada kalbi ile düzeltsin. Bizim ölçümüz bu şekilde olmalı sünnette böyledir..
 

Muvahhid1

Well-known member
Önceki mesajlarda verilen, Hazreti Ali radıyallahu anhın durumu buna bir misaldir. Günümüzden bir misal gerekrise; o günün şartlarında nasıl ki cihad maddi kılınçla yapılıyordu ve Hazret-i Ali r.a. İslamiyetin izzetini muhafaza adına, "ben Allah'ın aslanıyım" diyerek ortaya çıkıyordu. Onun gibi bugünde maddi kılınç yerine, ilimle aynı şey yapılabilir. Yani bir zındık çıkıp, Kur'an hakkında herşeyi biliyormuş gibi insanları aldatmaya yeltenirken, Kur'an hakkında donanımlı bilgiye sahip biri de çıkıp "ben de biliyorum" diyerek, karşı tarafın fikirlerini ilmiyle çürütse, burdaki "ben de" sözü meşru enaniyet olur. Çünkü maksat İslamiyeti savunmak, İslamiyetin izzetini küfür ehline ezdirmemek, kibir yapmak değil. Acizane anladığım..

Allah razı olsun abi ...mesele iyice anlaşıldı şimdi Elhamdülillah...
 

Muvahhid1

Well-known member
"Eğer hasmını mağlup etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle mukabele et." demiş Üstad ... yani hakaret edene hakaretle karşılık vermek, alay edenle alay etmek, vs. kısas değildir. Olsa olsa aynı fenalığa, aynı ahlaksızlığa düşmek olur ..Dinimiz bizden iyiliğe iyilikle, kötülüğe de iyilikle mukabele de bulunmamızı istıyo ...

İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.FUSSİLET - 34
 

Kýrýk Testi

Well-known member
Kırık Testi her sorunuzun farklı bir manada olduğunu bir netleştirelim, siz her defasında soruyu farklılaştırıyorsunuz. (Anladığım Kadarıyla)İlk sorunuzda din kardeşine kibirlenmeyi sordunuz ki bu sorunuza önceki mesajımda cevap vermeye çalıştım Hüda da güzel örnekle netleştirdi. İkinci sorunuzda Din kardeşinizin kötülüğüne karşı kötülükle muamele etmek bu farklı bir soruya girer burada kibir veya enaniyet söz konusu olamaz. Burada kısas (kul hakkı) söz konusu olur. Müslümanın müslüman üzerinde hakkı olur, eğer biri sana kötülük yaparsa senin hakkına girmiş olur ister müslüman olsun ister kafir, şimdi sen burada kalkıp o bana kötülük yaptı diyip sende ona kötülük yaparsan ondan farkın olmaz ve sende onun hakkına girmiş olursun. Kısas meselesi ise ahirette olacaktır. Yapılan haklara mukabil ceza ve mükafatları Allah verecektir. Bize düşen kötülüğe karşı iyilikle mukabele etmek. Dinimiz bize bunu emrediyor.

Hadisi şerifde mealen deniliyor ki kim bir kötülük görürse ya eli ile ya dili ile yada kalbi ile düzeltsin. Bizim ölçümüz bu şekilde olmalı sünnette böyledir..

Haklısınız sorular farklı, ilk sorumun cevabını almıştım akabinde böyle bir soru belirince sorma gereği durdum.. Konuyu çok farklı yerlere çektim hakkınızı helal edin inşaallah..

Evet takvalı bir müslüman kısasını ahirete bırakır muhakkak ançak eğer Allahu Teala ruhsat vermişse meşru yollardan kısasa bu kul hakkına girmez inşaallah..

Haksızlığa karşı susanda dilsiz şeytandır bir yandan iylik yapalım derken aslında karşımızdaki insanın yaptığınıda meşrulaştırıyormuşuz gibi bir durum ortaya çıkıyor..

Peygamber Efendimizin (s.a.v) o pak ruhunu inçitmemek adına dediğiniz gibi bazı ruhsatlardan da feragat edip sünneti senniyeye yapışmak gerekiyor..

Açıklamarınızdan dolayı cümlenizden Allah c.c ebeden razı olsun inşaallah..

Baki Selam ve Dua ile..


 

Kýrýk Testi

Well-known member
"Eğer hasmını mağlup etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle mukabele et." demiş Üstad ... yani hakaret edene hakaretle karşılık vermek, alay edenle alay etmek, vs. kısas değildir. Olsa olsa aynı fenalığa, aynı ahlaksızlığa düşmek olur ..Dinimiz bizden iyiliğe iyilikle, kötülüğe de iyilikle mukabele de bulunmamızı istıyo ...

İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.FUSSİLET - 34

Amenna. Allah c.c razı olsun mübarek.. :)

 
Üst