Zübeyir Gündüzalp - Altın Prensipler

ASHAB-I BEDR

Well-known member
zubeyirgunduzalp.jpeg



GENÇLİK NASIL DEĞER KAZANIR?

Gençleri imana ve İslâmî hayata hazırlamak için heyecan ve aşkla donatmak gerekir. İdeal bir gence yakışan, olgun ve şuurlu bir Müslüman olmaktır. Bunun için de ilim ve imana çalışmak, hayatını İslâmın yüce prensiplerine göre yaşayıp, gençlik günlerini boşu boşuna kaybolmaktan kurtarmak gerekir.

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT][/FONT][/FONT]

İslâm büyüklerinin hayatı ve hatıraları, genç nesiller için en güzel rehberdir. Hayatın fırtınalı ve dağdağalı hadiseleri içinde bu rehberler ışıklı deniz fenerleri gibi aydınlık verirler.

Hayatlarını vatan, millet ve din yolunda feda eden maneviyat önderleri, dünyada birer kutup yıldızı oldukları gibi, ukbâda da (ahirette) günahkârların şefaatçisi olurlar.

Ey genç kardeşim ve zamanlarını hayhuylu, başıboş yaratıklar gibi boşluklar içinde geçiren sersem nefsim!

Bu yaşa geldin. Çocukluktan çıktın.

Çocuklar var ki, sen onlardan gerisin. Sakallı çocuk olmak, bir insan için maskaralık, çirkinlik ve kötülük alâmetidir. Halbuki sana yakışan, senin taze ve şirin gençliğine yaraşan, hoplayıp zıplamayı bırakıp, olgun ve yüksek bir Müslüman namzedi olarak ilm-i îmana çalışmak, İslâmiyetin yüce bilgisiyle bilgin olmaya gayret etmektir.

Allah'a ibadet ve itaat edip, namaz ve ibadete sarılıp, güzel gençliğini çirkinleştirmekten, gençlik günlerini boşu boşuna öldürmekten kurtulmaktır.

Kendini bir yokla. Ben seni görüyorum ki, sende parlak ve edebî bir istikbali kazanma kabiliyeti var. Bu istidat senin gençlik ruhunun nurundan fışkırarak, senin mânevî ve maddî sîmanda ışıldamakta; gözlerinde, okumaya ve Allah'a ibadete olan sevgi kıvılcımları parıl parıl parıldamaktadır.

Bu nurları karartmamayı, bu ışıkları söndürmemeyi aklın ve kalbin sana feryad ü figanla ihtar ediyor. Ruhun, derinliklerde, "Oku! Allah'ın bahtiyar bir kulu, cemiyetin gülü, İslâmiyetin bülbülü ol!" diye İlâhî bir sadâ ile sana sesleniyor. Bu sadâya kulak verip nur-u Kur'ân'la ilim ve irfan sahibi olarak iki cihanın saadetiyle mes'ud ol.

Gençleri imana ve İslâmî hayata heyecan ve aşkla teçhiz ve tezyin etmek gerekir. Gençlerde istiklâl, istikamet, ahlâkî güzellik ve yükseklik, terakkî ve tekâmül, tefeyyüz ve tekemmül aşkını uyandırmak elzemdir.

Bize dinimizi, millet ve neslimizi, mazi ve müstakbelimizi sevmek, bizi ezelî ve ebedî bir gaye sahibi yapmak, bu mukaddes gaye uğrunda coşmak, icabında ser verip sır vermemek, serden geçip dönmemek aşkını aşılamak gerektir.

Biz biçare gençleri iman ve İslâmiyet hizmet ve mes'uliyetine, hidemat-ı Kur'âniyeye (Kur'ân hizmetlerine) yöneltebilmek; cesaret, şecaat, azim, sebat, sadâkat, sabır ve tahammül gibi yüksek seciye ve vasıflara sahip olma aşkını zerk etmek lâzımdır.

Biz çaresiz gençleri tahkikî bir iman ve itakad kuvveti ile tahkim etmek ve ancak ve ancak ve yalnız ve yalnız, böylelikle bizleri ataletten, miskinlik ve uyuşukluktan, hercailik ve havaîlikten, gayesiz ve fıkdan-ı fikirden (fikirsizlikten) kurtaracak bir iktam ve cehdle, hamle ve hareket verecek, ruhî buhranlardan kurtaracak bir mürşid-i ekmele, nur-u Kur'ân'a bağlanmak aşkını telkin etmek, mübrem bir keyfiyettir.

İmanı kurtarmak, Kur'ân'a ve Nura hizmet gibi mukaddes ve asîl bir dâvâ uğrunda hayatımı fedâdan çakinmeyeceğim.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
SAADETİN ANAHTARLARI: İLİM

Tahkikî iman ilmini oku. Hakkı ve hakikati öğren. Cahil kalma, aydın ol. Cahil bir insan ne kadar varlıklı da olsa, yine fakirdir, geridedir, aşağıdadır. Okuyan insan dâimâ ileride, dâimâ yükseklerdedir. Bilgili insan, güneş gibi, girdiği yeri aydınlatır.

Ey nefsim! Tahkikî iman ilmini oku. Hakkı ve hakikati öğren. Cahil kalma. Münevver ol. Aydın ol. Cahil insan, cahil bir genç, cahil bir kadın, ne kadar varlıklı da olsa yine fakirdir, geridedir, aşağıdadır. Okuyan erkek ve kadın, genç ve ihtiyar dâimâ ileride, dâimâ yükseklerdedir. Bütün fenalıkların, hayattaki bütün bedbahtlıkların vasıtası cehalettir.

Bütün iyilik ve güzelliklerin, bütün saadet ve huzurun tek çaresi, ilm-i îman bilgisiyle aydınlanmak ve nurlanmaktır.
Her erkek ve kadın için ilme çalışmak, cahillik bataklıklarında batmamak farzdır; Cenâb-ı Hakkın ve Hz. Peygamberin (a.s.m) emridir.

Her türlü belâlar, şer ve azaplar, dinimizi iyi bilmemezlikten, tahkikî iman nurundan ve feyzinden mahrum kalmaklıktan, cehalet karanlıklarından ileri gelir. Her nevî saadetler, her çeşit selâmetler, ferah ve neş'eler, umum huzur ve sükûnlar, her sınıf güzellikler, tahkikî iman ilmi ile tenevvür etmekten, aydınlanmaktan ileri gelir.

Bilgili insan güneşe benzer, girdiği yeri aydınlatır.

Bir kimse bir saat ilim tahsil ederse, bir geceyi ihya etmekten daha hayırlıdır. Eğer bir gün ilim tahsil ederse, üç gün oruç tutmaktan hayırlıdır.

Kim ilim meselelerinden bir mesele öğrenirse, öğrendiği ilmi başkalarına öğretirse, o kimseye yetmiş sıddık sevabı verilir.

İlim talimine, öğretimine memur olan insanların öğrettiği ilim ile ister amel edilsin, ister edilmesin; ücreti, ancak kabul olunmuş bin rekât nafile namaz kılmaktan efdaldir. Eğer o kimsenin öğretmiş olduğu ilim ile ameller edilirse, kıyamete kadar amellerin sevabı o kimsenin defterine yazılır.

Enbiya-yı izamdan (büyük peygamberlerden) her birinin gerek isimleri ve gerek ibadet ve ahlâklarından bahisler etmek, ayn-ı ibadettir. Kezalik (bunun gibi), salih, yani ehl-i takva denilen ve Sünnet-i Seniyyeden ayrılmayan ve bid'a ile amel etmeyen kimseleri sevmek, hallerinden bahsetmek keffaretü'z-zünûbdur (günahlara kefarettir).İman hakikatlarını tetebbu ve mütalâaya bilhassa çok muhtacım.

Zihnimiz uzun zaman iman ve Kur'ân hakikatlarıyla meşgul olursa, zihnimize nuranî ilhamlar ihsan edilir. Amelî ve fikrî hayatımıza sırat-ı müstakim rehberliğini yapan tek kaynak, Kur'ân hakikatlarıdır. Bu eserlerin her iki hayatımızdaki tesiri, nüfuzu çok yüksek ve pek derindir.

Maddî-manevî faaliyetlerdeki müvaffakiyyetimiz ve maddî-manevî unsurlarımızda nail olduğumuz inkişaflar hep oradandır.

Hakikat unsurundan mahrum vehim ve hayallere düşmemeliyiz. Bedbahtlığın âmili, dinsizlik ve bid'alar yayan neşriyattır. Saadetin ve bahtiyarlığın en müessir âmili, Kur'ân, iman ve İslâmiyet hakikatlarını neşreden eserlerdir. O da bu zamanda Kur'ân hakikatlarıdır.

Kur'ân hakikatlarında ruhu ve zevki yükselten, fikri tekemmüle götüren (olgunlaştıran), selim bir akla sahip kılan bir hususiyet vardır. Kur'ân hakikatları manevî bir enerji kaynağıdır.

Şehevî temayyülleri uyandıran, tahrik eden ve bizi müphem hayallere müstaid kılan (hazır hale getiren), tenbelliğe teşvik eden kitapları okumamalıyız. Bunlardan nefret etmeliyiz. Kur'ânî ve imanî hakikatlarla saadet anahtarları veren eserleri okumalıyız.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
HEDEFE NASIL VARILIR

Yüksek bir gaye; ebedî, canlı ve cazip bir maksat. İşte, bütün sıcak heyecan ve fikirlerimizi bunun üzerine çevirebilmeliyiz. Böylece hedefe varabiliriz.

İnsan dikkate, tahlile ve muhakemeye alışmalıdır.

Tenbelliğe; basit ve mânâsız zevklerime müsaade etmemeliyim.

Gayrı meşru ve lüzumsuz arzularıma mukavemet etmeliyim.

İmanı kurtarmak, Kur'ân'a ve Nura hizmet gibi mukaddes ve asîl bir dâvâ uğrunda hayatımı fedâdan çekinmeyeceğim.Nur-u Kur'ân'la meşguliyet, insanda yüksek hazlara, ebedî saadete ve bâki şereflere karşı yüksek hisler husule getirir.

Tahkikî iman dersleriyle tenevvür eden (nurlanan) bir kimsede sefil hisler, yerlerini âli (yüksek) duygulara terk ederler.Gaye ve maksatta muvaffak olmanın sırrı;

maksat ve gayeye faydalı olan birşeyden istifade etmek; onun haricindeki şeylerle meşguliyeti mâlâyani addetmek ve lüzumsuzluğuna inanmaktır.


Nazarlarımı haricî âlemden kendi nefsime, iradî bir sûrette çevirmeliyim. Haricî vak'a ve hadiselere tâbi olmadan, kudsî hizmetime ve ulvî meşguliyetime devam etmeliyim.

Tenbelliğe; basit ve mânâsız zevklerime müsaade etmemeliyim.

Gayri meşru ve lüzumsuz arzularıma mukavemet ve muhalefet etmeliyim.

Yeknasak dünyevî meşguliyetler, insanın mahiyetindeki ulvî melekeleri körletir. Mânevî terakkiyata medar olacak yüksek istidatları söndürür. Kabiliyetler verimsiz kalır.

Yüksek bir gaye; ebedî, canlı ve cazip bir maksat. İşte, bütün sıcak heyecan ve fikirlerimizi bunun üzerine çevirebilmeliyiz. Böylece hedefe varabiliriz.

Maksat ve gayelerimize muvafık hislerimizden hemen istifade etmeliyiz. İşimizin kudsiyetine ve yüksekliğine karşı bir his mi husule geldi Hemen iş başına! İşi hoş ve cazip kılan zihnî ve bedenî bir kuvvet mi hissettik Çabuk kitap başına! Derhal iş başına!

Fikirleri ve hareketleri hoş ve meşru olmayan, hayat tarzları İslâmiyete muvafık gelmeyen ve vâki sebeplerle tenbelliği mâkul ve meşru gösteren arkadaşlardan büyük bir soğuklukla uzaklaşmalıyım.

Şuur, nefsimizde geçen hadiselerin kendiliğinden bilinmesidir. Gözümüz, kulağımız ve bütün hassalarımız haricî âleme baktığımızda ne vazife görüyorlarsa, şuur da iç dünyamızda aynı vazifeyi görüyor.

Ruhumuzun bütün gayretlerini Kur'ân ve iman hakikatlarında sarf etmeye cehd etmeliyiz. Birlikte yaşadığımız insanların bize yaptıkları tesirler, gayri şuurî, hayatımızı değiştirebilir. İnsan dâimâ kendini tahlil ve murakabe etmek itiyad ve kudretinde bulunmazsa, nefsini ve iç dünyasını kolayca tanıyamaz.

İnsan dikkate, tahlile ve muhakemeye alışmalıdır.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
İRADE TERBİYESİ
İrade kudreti çok cehd sarfından ziyade, zihnin bütün kuvvetlerinin aynı gaye ve istikamete doğru sevk edilmesiyle izah edilebilir.

Terbiyenin en makbul olanı, kendi kendimizi terbiye etmektir.

Sürekli ve iradî dikkat cehdleri sarf etmeye kendimi alıştırmalıyım.

Terbiyenin en makbul olanı, kendi kendimizi terbiye etmektir.

Şuurlu çalışmalı ve düşünerek okumalıdır. Böyle zihnî eksersizler, idmanlar, münazaralar yapmalı; zihni inkişaf ettirmeli, hafızayı kuvvetlendirmelidir.

Takip edilecek gaye ise, kesif ve devamlı dikkat cehdleri temin etmekten ibarettir. Zihnî terbiyede esas, her gün bu kabil zor ve devamlı cehdleri kemal-i cesaretle tekrar etmeye alışmaktır.

Cehdlerimizin aynı gaye ve istikamete doğru teveccüh etmiş olması lâzımdır.

İrade kudreti çok cehd sarfından ziyade, zihnin bütün kuvvetlerinin aynı gayeye ve aynı istikamete doğru sevk edilmesi ile izah edilebilir.

Zihnen çalışmak dikkatli olmaktır. Tefekkür etmek, dikkatin bir noktaya teksif ve temerküzünden başka birşey değildir. Görülüyor ki, zihnî faaliyetin her ikisinde de dikkat mevzuu bahistir.

Tabiatımızın, manevî bünyemizin ilmi, teferuatına varıncaya kadar bize yabani olmamalıdır. Zihnî ve nefsî hasselerimizin ve arzularımızın sebepleri bizce mâlûm olmalıdır.

Fikirler kuvvetlerini hislerden, teessürî hallerden alırlar. Fikirler hisler ile beslenir, kuvvet bulur. Fikir kendi başına bir kuvvet değildir. His ve heyecan, onun mücadele için, muvaffak olabilmesi için muhtaç olduğu kavvet menbaıdır. Fikrin mücadelede muvaffak olabilmesi için iki kuvvete ihtiyacı vardır.

O da his ve heyecandır.

Fikirler tahkikî imandan gelen aşk ve kuvvetle kuvveden fiile çıkarlar.

Fikrin hareketlerimiz üzerindeki tesiri zaıyf olabilir. Fakat his ve heyecanın kuvvet ve tesiri büyüktür.İrademi kuvvetlendirmekten ibaret olan gayem bir defa vâzıh bir surette meş'ur oldu mu, bilhassa çalışmak hususunda iradem şuurlaştı mı, bütün haricî âlemden, ahvalden ve bütün intibalardan his ve fikrimi çekip kurtarmalıyım.


İnsanın yapmadığı işler, yapmak istemediği ve yapamayacağına inandığı işlerdir.

Müsbet birşeyi devam ettirmek, insandaki istidatları kemale ulaştırır.

Herşeye el atan, herşeyi terk eder.

Birşeyi halledip bitirmeden veya bir eseri anlayarak okuyup tamamlamadan diğerine başlamak unutkanlığa sebep olur.

Sürekli ve iradî dikkat cehdleri sarf etmeye kendimi alıştrımalıyım.

Okunan ilmî ve imanî meseleyi zihnen tekrar etmeli, sonra sesli olarak okumalı, sonra kelimelerle anladığını yazmaya çalışmalı, şuurlu çalışmalı, düşünerek okumalıdır.

İmanî bir fikrin kendimize mal edilmesi ve hayatımıza tatbik edilmesi için, onun aklımızda kalması gerekir.

Bunun için, şuurlu olarak daimî tekrarlar, eksersizler yapmak gerekir.

İnsanın düşünce ve niyeti ne ise, o insan, ancak onlara göre bir insandır.

Gayeme muvafık bir his şuurumdan geçtiği vakit, onun sür'atle gitmesine mâni olmalıyım. Onun üzerine dikkatimi teksif etmeliyim.

Başka muvafık ve ulvî his ve fikirleri uyandırması için, o hissi icbar etmeliyim (zorlamalıyım). Eğer arzu ettiğim bir his bende yok ise ve uyanmıyorsa, onun hangi fikirlerle veyahut hangi grup fikirlerle alâka ve rabıtası olduğunu tetkik etmeliyim ve onları şuurumda kuvvetle tutmalıyım. Bu şekilde, istediğim fikri veya hissi uyandırmalıyım.

Eğer süflî ve lüzumsuz bir fikir şuuruma gelir ve beni meşgul ve rahatsız ederse, ona dikkat sarf etmekten vazgeçmeliyim. Zihnimi dağıtmamak için, gayem dışındaki lüzumsuz şeylerle oynamamalıyım. Vakit zayi etmemeliyim. Zamanımı israf eden münakaşa ve sohbetlere katılmamalıyım.

Kendi nefsime inayet-i Hakla, himmet-i Nurla hakim olmaktan, tasarruf etmekten mütevellid bir şükür ve şeref duymamalıyım. Ve başkalarının tâbi oldukları cereyanlara kendimi kat'iyyen kaptırmamalıyım.


Nefse hakimiyete muvaffak olmak için en müessir vasıtalar, ruhta şiddetli sevgiler veyahut sert ve şiddetli def'i kuvvetler-nefret gibi-doğuranlardır. Nura sevgi, zulmete nefret...

Güzel birşeyi veya fikri tefekkür ettiğim zaman, kelimelerle düşünmek yerine, düşündüğüm şeyleri gayet vâzıh bir surette görmek istemeliyim. Veya ifade ettikleri mânâları düşünmeliyim.

Umumî bir göz gezdirmek, tenbel ruhların usulüdür. Mütekâmil ruhlar, zihinde tefekkürün muhtelif noktalarının damla damla takattur etmesine ve bal gibi süzülmesine imkân verirler.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
BAŞARIYA GÖTÜREN PRENSİPLER

Herşeyini "bugün" bilmek.

Her an muvaffak ve muzaffer olacağım cehdi içinde olmak. Bir işi bitirmeden başka bir işe el atmamak.

Kalemen, amelen, lisanen çalışmak.

Gençlikte insan ne ile meşgul olursa, istidatları onda inkişaf eder.

Dehâ dikkati değil, dikkat dehâyı verir.

Az yemeye dikkat. Dolu mide dikkati ref eder (kaldırır). Tefekkür, şükür hisleri kalkar. İnsanı kasavet bağlar.

Dâimâ azimli olmak.

Himmeti dağıtmamak.

Herşeyini "bugün" bilmek.

Bilseniz ki, gayret ne kadar kıymettardır; bir dakika boş durmazdınız.

Yaptığın işi bütün mevcudiyetinle, hayatın ve mevcudiyetin ona bağlı imiş gibi yap.

Her an muvaffak ve muzaffer olacağım cehdi içinde olmalısın. Bir işi bitirmeden başka bir işe el atmamalısın.

Bir yerde devamlı kalmak gaflet verir.

Aklını çalıştırarak oku.

Yüksek yerlerin hafıza üzerindeki tesiri büyüktür.

Ezberlemek hafızayı açar.

Yatarken imanî bahisleri okumak.

Bütün tehlike okuyamamaktan çıkıyor.

Okuyamamaktan kork.

Harfi harfine kitabî ol.

Tenkit için okur, istifade edemez. Başkası için okur, istifade edemez. Kendi nefsi için okur, istifade eder.

Hizmet için değil, nefsimi ıslah için okumalıyım.

180 değil, 1080... (defa okunsa yine az.)

En mühim iki şey: (1) okumak; (2) uhuvvet (kardeşlik) ve ihlâs (samimiyet) dairesinde hizmet.

İstidatları inkişaf ettirmek için çok okumak.

Daima okumak.

Dem ve damarlarımıza karışacak derecede okumak.

Az da olsa devamlı okumak.

Okumak, yazmak, dinlemek, susmak.

Satır satır, kelime kelime okumak.

Hizmet hizmet derken şahsî dersini unutanın hizmeti muvakkat olur.

Şimdi oku, kabirde okuyamazsın.

Hususî okumanı terk etme.

Büyük zatların sözünde bazan yetmiş mânâ bulunur.

Herşey, her mesele okumakla halledilir. Zira eserlerde hepsi var. Fakat insan görmüyor.

Oku, oku; her gün oku. Okudukça oku ki, ruhun nur-u İlâhî ile parlasın. Kalbin nur-u Kur'ân'la temizlensin.

Aklın nur-u İslâmla işlesin ve yükselsin.

Kalemen, amelen, lisanen çalış.

Gençlikle insan ne ile meşgul olursa, istidatları onda inkişaf eder.

İnsanın kırk yaşına kadar istidatları ve kabiliyetleri alışkanlık haline gelir.

Günlük içtimâî hadiselerle meşguliyet, kabiliyetlerin inkişafına mânidir. Bu noktaya dikkat lâzımdır. Zira bu gün buna "genel kültür" ism-i herzesi takılmış.

Kabiliyetleri inkişaf ettirebilmek için, herşeyden evvel meşru ve sebatkâr bir şekilde çalışmayı bilmek lâzımdır.Mesleğimiz meşakkattir.

Tuğlaları üst üste koymak tekrar değil, tesistir.

İnsan kalben ne düşünürse, kendisi odur.

Bir mücadelede mağlup düşmek, bir ahd ve gayrette muvaffakiyetsizliğe uğramak, mücahede ve gayretin icabatındandır. Gayeye erişmek ve yükselmek isteyenlerin "beklemeye mecbur oldukları" faydalı bir imtihandır.

Zihinleri müsbet düşüncelerle dolu iken, insanların hakikî halinin kuvvetinin yüzde elliye yakın bir nisbette ziyadeleştiği, tecrübelerle sabittir. Maneviyatı kırık kimselerin de normal kuvvetlerinin üçte birinden aşağı bir derecede kuvvetsiz bulundukları görülmüştür.

Senin ne bedeninde, ne zihninde hiçbir ârıza yok. Seni yıldıran karşılaştığın haller değil, o haller hakkında düşündüklerindir. O haller başına gelmeden onların merakını çekmek akılsızlıktır.

Meseleyi düşünmeli, fakat üzülüp gam ve keder içinde kalmamalı.

Düşünmek, muhakeme ve muhasebe etmekle üzülmek, birbirinden farklı olan hallerdir.

Düşünmek demek, meselenin neden ibaret olduğunu tesbit ettikten sonra lâzım gelen tedbirleri sükûnetle almak demektir.

Dehâ dikkati değil, dikkat dehâyı verir.

Bir insan meşru ve sebatkâr bir şekilde çalışmasını ve nizamlı yaşamasını bilmezse, kabiliyetlerini inkişaf ettiremez. Çalışmak, sadakat ve sebat etmek suretiyle kendisini yetiştirmek iradesine sahip değilse, kabiliyetlerini geliştirmekte muvaffak olamaz.

Sizin ne düşündüğünüzü bilsem, ne olduğunuzu bilirdim. Biz neysek, düşüncelerimiz bizi öyle yapmıştır. Bizi müsbet ve menfiye, fayda ve zarara, hidayet ve dalâlete, ferah ve sıkıntıya, gam ve meserrete, neş'e ve neşveye sevk eden âmil, ruh haletimizdir.

Bir adam bütün gün ne düşünüyorsa, o adam odur.

Başka türlü nasıl olabilir

Mütedeyyin (dindar) bir mü'mindeki sıkıntı hali, onda ruhî inkişaf ve terakkiye olan istidadın delili ve tereşşuhatıdır.

Hem meşakkat, alâmet-i makbuliyettir.

Zihindeki menfî fikirleri çıkartmak, bedendeki urları çıkartmaktan daha mühimdir.

Denizde bir balık taifesi var, bütün rızkını öğleye kadar toplar.

Nefis öldürülürse tarikatın yoludur. Bizde nefis ile mücadele etmek var.

Nefis bizi kötülüğe sevk etmek ister. Aklımıza fena şeyler gelir. Onlar terakkimize vesiledir.

Onlarla mücadele ederek hizmete devam!

Meşakkat bizim gıdamızdır.

Üç şey kalbe nasihat tesir ettirmez: uyku sevgisi, rahat sevgisi, taam sevgisi (hadis meali).Okumak, okumak, okumak...

Yine okumak. Okumaktan yorulunca ne okuduğunu okumak. Veya kitab-ı kebir-i kâinatı okumak.

İnsan yaşlandıktan enaniyet gençleşir. İnsan yaşlandıkça imtihan şiddetlenir.

Her hatayı yapabilirsin, fakat bir hatayı iki defa yapma.

Menfi birşey duyunca iç âleminde müdafaat ile onun şuur altına ve üstüne tesirini izale et.

Nefsini kusurlarla âlûde bil. O zaman yüz kusuru yirmiye indirebilirsin. Birisi birşey yapsa ve o sana yıkılsa, "Benim kusurumun cezasıdır" de.

Her sohbette dinleyici ol. Dâimâ öğrenmeye çalış.

Yetişmeye muhtaç olduğun şuurunu muhafaza et. Mevzu hakkında fazla mâlûmatın olsa da, sus.

Sana, bana, ona faydalı ise, konuş.

Konuşmamak zararlı ise konuş. Fakat ihtisar et. Tafsilâta geçme.

Muvazeneli, satırdan, kitâbî konuşmak.

Kim ne çekerse dilinden çeker.

Her sohbette müstemî (dinleyici) ol. Dâimâ, "Öğrenmeye, yetişmeye muhtacım" diye dinle.

Herkesin kaldıracağı şekilde konuş.

Az konuşmak, öz konuşmak.

Dinleyiniz; hitap ettiğiniz kimseye ehemmiyet veriniz; zarif iltifatta bulununuz.

Kendinizden bahsetmeyiniz. Sizi dinleyene bahsettiğiniz şeyler onu ilgilendirsin.

İlk adım, az konuşmaktır. Sizi dinleyen kimseye onu ilgilendiren şeylerden bahsetmektir.

Karşınızdakini konuşturunuz, dilini çözünüz. Onun sevdiği mevzulardan bahsediniz.

Her insanın iki ciheti vardır. Bir cihetini gören insan kördür.

Düşün, söyle. Evvel düşün, sonra söyle. Muhakemsiz sözler kırıcı ve dağıtıcıdır.

Önlerine çıkan insanlara sırlarını söyleyen, hoşsohbet değildir.

İnsan ne kadar âlim olursa olsun, cahillerin yanında cahildir.

Cahilin kırıldığını görünce selâmet, ona karşı tatlılık göstermek ve "evet" demektir.

Konuşmada dikkat edilecek hususlar:

* İkide bir nasihat etmeye kalkışmayın.

* Palavra atmayın.

* Ateşi körükleyecek mevzulardan sakının.

* Münakaşadan sakının.

* Öğünmeyin.

* Konuşurken gösteriş yapmayın.

* Ziyaretinizi seyrek yapın.

Hitabın tesirlisi, göze bakıp kalbe hitap etmektir.

Hitap ederken üç şeyi bilmek ve kullanmak gerekir:

* Vuzuh ile ap açık beyan etmek ve anlatmak.

* Hakikati söylemek, müsbet ilimlere müstenid faydalı mâlûmatı ve bilgileri söylemek.

* Güzel okumak, kelimenin mânâsına göre sese ahenk vermek.

Münakaşa ile hiçbir dâvâ kazanılmaz.

Dâvâsını "ifade eden" kazanır.

Sadırdan değil, satırdan konuş; kitabî olsun.

Konuşmalarda, en küçük bir alaylı kelime dahi kullanmaktan sakınınız.

Alay, alay edilende kapanmaz bir yara açar.

Kalbler kırılınca ruhta kin ve adavet (düşmanlık) başlar.

Şakacı olmayınız. Zira şaka muhabbetin sonu, adavetin başlangıcıdır.

Şekva etmek ve arkadan çekiştirmek, iradesiz kişilerin işidir.

Tenkit bir zehr-i katildir (öldürücü bir zehirdir).

Ciddiyeti esas tut.

Gülmemek ciddiyetin başıdır. Şaka muhabbetin kezzabıdır.

Sağırların en beteri, kusurunu işitmek istemeyen insandır.

Dünyada mağrur olan, din yolunda gidemez.

Büyüklüğüne kapılan kimse kibreder. Bilmez ki, büyüklük hilm ve yumuşaklıktır.

En büyük nisyan, bir insanın kendisini kusursuz bilmesi, mesâî arkadaşlarını kusurlu bilmesidir.

Kendini beğenmek gururdan, kibirden, kıskançlıktan ileri gelir.

Dedikodu ile, arkadan çekiştirmekle mesele halline çalışmak ya safdillik veya şuuraltı yahut üstü garaz ve muhalefet nişanıdır veyahut canı sıkılmışın intikam kokusudur.

Büyük bir mevki ve makam sahibi olduğun zaman, akıllı isen, düşkün kimselere gülme.

Çünkü nice makam sahibi kimsenin düştüğü; düşkünün, onun yerine geçtiği görüşmüştür.

Allah'a kul olan insanda benlik olmaz.

Bu hizmette, "Birisi bana tahakküm ediyor" diyen, kendisi mütehakkim kimsedir. Tahakküm etmek ister.

Hilm ve teennî (yumuşak ve soğukkanlı olmak) kıyassız derecede sertlikten fazla lâzım.

Tehevvür eden (hiddetlenen) dâimâ haksız görülür ve görünür.

Hiddet eken nefret biçer.

Güya kendisi kusurdan müberra olmuş, hata ve yanlıştan kurtulmuş gibi, çokların ve içinde yaşadığı muhitteki ehl-i imanın kusurları ile fiilen, amelen ve hayalen uğraşmak merhametsitzliktir.

Bu fena huya sahip olanlar, bu tehlikeli merhametsizliği işleyenler, nisyan-ı nefis (kendi nefislerini unutma) illetine tutulmuş ve nefsinin şımarmış olmasından titresin.

Ey nefsim, sen titre, kendine bak, kendini gör, kendini bil, kendini anla, kendini tecessüs et. Ancak nefsine müfettiş, nefs-i emmarene murakıp olmak yüksekliğine çık.

Arşa deymek istidadında olanların ayakları altına omuzlarımızı koyarız.

En kötü iradesizlik, işbirliği halinde çalışanların birbirlerini sabit fikirlilikle itham edip, kendinin sabit fikrinden habersiz olmasıdır.

Cemaat ruhundan istifade etmek.

Düşman meçhul olduğu zaman daha zararlı olur. Kandırıcı olursa daha habis olur.

Aldatıcı olursa fesadı daha şedid olur. Dahilî olursa zararı daha azîm olur. Çünkü dahilî düşman kuveti dağıtır, cesareti azaltır.

Haricî düşman ise, bilâkis, asabiyeti (milli duyguları) şiddetlendirir, salâbeti (cesareti) arttırır.

Nifakın cinayeti İslâm üzerine pek büyüktür. Âlem-i İslâmı zelzeleye maruz bırakan, nifaktır.

Bunun içindir ki, Kur'ân-ı Azimüşşan ehl-i nifaka fazlaca teşniat ve takbihatta bulunmuştur (kınanmıştır).

Başkasının sözünden ziyade, içinde beraber çalıştığımız, yakînen tanıdığımız arkadaşlarımızın sözünü dinlemeliyiz.Sabır insana önce zehir gibi olur, fakat fıtrata yerleşince bal olur.

Kudsî uhuvvetin (kardeşliğin) tesisi için çokluğa lüzum yoktur. Üç-beş kişi kâfidir.

İnsandaki kuve-i gadabiye, kuvve-i şeheviye ve kuvve-i akliyenin hepsinin istikametli olmasıyla, ancak insan sırat-ı müstakimde bulunabilir. Bir tanesinin ifrat ve tefriti istikameti bozar.

Maazallah, insanı dalâlete atar.


Hizmeti-i Nuriyenin esiri olan, esaret zincirinden kurtulmak isteyemen bir esirdir.

Hastalıklara su-i ihtiyarımız sebep olursa, mes'ul oluruz. Değilse kader-i İlâhi der, sabrederiz.

Aman sıhhatinize dikkat ediniz. Yoksa hizmet kısa olur.

Namazın hakkını vermek için 9. ve 21. Sözü sık sık tekrar ediniz.

Günlük evrada ihtimam, âzamî ihtimam ediniz.

Evrad hizmetin zevk ve tesirini çoğaltır.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
DİKKAT VE HAFIZA
Hafıza zekânın en büyük sermayesidir.

Birşeyi ne kadar dikkat ve alâka ile anlamaya çalışırsak, bellememiz ihtimali o kadar çok olur. Çok defa, kolayca öğrenilen şeyler çabuk unutulur.

Anlayarak ve dimağen hazmederek ezberlemeli.

Aynen ezber, lisanda terakkî ve inkişaf için faydalıdır. Meâlen ezber, muhakeme kabiliyetini inkişaf ettirir.

Hafızanın tecrübe ile âdeta ihtisas peyda ettiği görülmektedir. Hafıza, zekânın en büyük sermayesidir.

Tatbik edilmeyen tecrübeler, mâlûmat yığınından başka birşey değildir.

İntiba ne kadar şiddetli olursa, hafıza o kadar kuvvetli olur. Meselâ heyecanla öğrendiklerimizi unutamayız.

Hıfz, dikkat ve alâkanın gücü derecesinde kuvvetli olur. Birşeyi ne kadar dikkatle ve alâkayla telâkki edersek, bellememiz ihtimali o kadar çok olur. Çok defa kolayca öğrenilen şeyler çabuk unutulur.

Sarf edilen gayret, fikirde bir çok bağların vücuda gelmesine sebep olur.

Hafızada fasılalı tekrar, fasılasız tekrardan daha faydalıdır. Çünkü zihin, fasılalar esnasında şuursuz bir surette o mevzu hakkında faaliyette bulunur.

İyi bir hafızanın bazı vasıfları:

* Kolaylık ve çabukluk, yani az zamanda ve fazla zahmet çekmeksizin bir mevzuu anlama kabileyeti.* Sağlamlık; yani uzun zaman değişmemesi.

* Kavrayış, yanı hafızanın mümkün olduğu kadar fazla şeyleri muhafaza etme kabiliyeti.Ezberleme ya aynen ya meâlen olur. Aynen ezberlemeyi itiyad etmemeli. Birşeyin hulâsasını bellemek itiyadını kazanmalıdır.

Zihnen çalışan insanlar yalnız arzu ettikleri şeyleri hatırda tutmaya muvaffak olurlar.Biz dikkatimize büyük mikyasta hakim olabiliriz- mevzumuzu tekrarlamak suretiyle.


İdrak ne kadar gayretle yapılmış ise, hıfz etme o nisbette kuvvetli olur. Sarf edilen gayret, fikirler arasında bağların meydana gelmesine sebep olur. İdrak zamanı ne kadar uzarsa, bellemek ihtilmali o kadar ziyadedir.

İntiba ne kadar tekerrür ederse, hafıza o nisbette emniyetli olur. Birkaç defa görülen veya okunan eser, diğerlerinden daha ziyade hatırlanır. İntiba ne kadar vâzıh ve berrak olursa, onu bellemek ve unutmamak imkânı o derece artar. Açık yazılmış makale, vazıh söylenen konferans gibi.

Bir intiba hasselerimizden ne kadar fazlasını alâkadar ederse, hafıza o nisbette emniyetli olur. Bir defa yazmak, birkaç defa okumaya muadildir.

Bir intiba ne kadar fazla tedâî uyandırırsa, o nisbette iyi hıfz ve hatırlama olur. Telâhuk-u efkâr (fikirlerin birleşmesi) neticesinde zihin inkişaf eder.

Mahfuzâtımız (ezberimizdekiler) zihnimizin sermayesidir. Hafızasında sermaye olmayan bir zekâ, faydalı bir halde işleyemez.

Anlayarak ve dimağen hazmederek ezberlemeli.

Aynen ezber, lisanda terakki ve inkişaf için faydalıdır.

Meâlen ezber muhakeme kabiliyetini inkişaf ettirir.

Hafıza fikirlerin tedâîsine tâbidir. Muhtelif hadiseler ne kadar muhtelif sûret ve tarzlarda düşünülürse, o nisbette kolay hıfz olunurlar

Hafıza alâkaya tâbidir. Hafızaya hakim olan, alâkadır.

Birşeyi ezberledikten sonra vakit vakit tekrarlar yapmak zarureti vardır.

Evvelce idrak edilmiş olan şeylerin zihinde teşekkülü temsilî muhayyiledir. Hatıraları maziden şimdiye getirir.

Vücuda getirici muhayyile, zihnin evvelce idrak ettiği şekillerden tamamen ayrı olarak yeni terkipler husule getirmek hususundaki kabiliyetidir. Vücuda getirici muhayyilenin âmil ve sebepleri şunlardır:

* Fikrî âmiller.

* Hîssî âmiller

* Gayrî şuurî âmiller.

İnsan sahip olduğu bilgiler arasında ne kadar fazla tahlil ve terkip ameliyesi yapmışsa, muhayyilesinin vücuda getirici kabiliyeti o derece artar.

Zihinde hayaller ne kadar kuvvetli ve çok olursa muhayyile unsurları o kadar bol ve sağlam demektir. Bunun için, bellenen şeylerin Kur'ânî hakikatlar gibi açık ve sağlam olması, hem hafıza, hem muhayyile için çok faydalıdır.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
KADINLARA HÜRMET

Cenab-ı Hak kadınlara lütuf ve ihsan, hayır ve itidalle muamele etmenizi emreder. Zira onlar anneleriniz, kızlarınız ve halalarınızdır. Onlara ne kadar lütfetseniz lâyıktır.

Kadına yardım ediniz.

Bir millet erkekle terakkî eder, kadınla tekâmül eder.

Peygamberimiz kadının din, namus, şeref ve hukukuna büyük ehemmiyet verirdi. Onlara rikkat ve şefkatle muamele buyururlardı.

Cenab-ı Hak kadınlara lütuf ve ihsan ve itidalle muamele etmenizi emreder. Zira onlar anneleriniz, kızlarınız ve halalarınızdır. Onlara ne kadar lütfetseniz lâyıktır.

Kadın fakir olsa da, elinden bir iyilik gelmese bile, zevc ve zevce birbirinden yüz çevirmezler ve ölünceye kadar bir ve beraber yaşarlar.

Peygamberimiz, "Ümmetimin en hayırlısı, ailesine en hayırlı olandır" buyurur.Kadına yardım ediniz.

Kadın erkeğin esiri değil, fakat âmiri ve emîri de değildir. Yalnız eşidir, refikasıdır.Bir millet erkekle terakkî eder, kadınla tekâmül eder. Yuvayı kadın kurar. Erkeği yuvaya bağlayan, kadındır.

Resûl-i Ekrem Efendimiz kadının din, namus, şeref ve hukukuna büyük ehemmiyet verirdi. Onlara rikkat ve şefkatle muamele buyururlardı. Kadınların hislerindeki inceliği, seriütteessür olduklarını, kalplerindeki hassasiyeti ve merhameti çok iyi bildiğinden, gönüllerini incitmemek için, dikkat gösterir ve hanımların haksız yere kalplerinin kırılmaması hususunda tavsiyelerde bulunurlardı.

Peygamberimiz buyururdu ki: "Kadın, Allah'ın kullarına en büyük hediyesidir. Allah'tan korkun, onlara zulüm ve eziyet etmeyin, onları ihmal eylemeyin."

Anne-baba, kız çocukları hakkında daha ziyade re'fetperver, şefkatli olmalıdır. Zira onların fıtratları, yaratılışları zayıf, nahif ve hassâsedirler. Kız çocukları daha ziyade merhamete, siyanet ve korunmaya muhtaçtır.

Peygamber Efendimiz buyurur ki: "Üç kız çocuğuna nâil olup da, onlara, kendilerine muhtaç olmayacakları zamana kadar infak ve ihsanda bulunan, nafakalarını temin eden kimseye Cenab-ı Hak, Cennetini vacip kılmıştır. Meğer ki, o kimse affedilmeyecek büyük bir günah işlememiş olsun veya böyle bir amelde bulunmasın."

Anne ve babanın kız çocukları karşısındaki en büyük iyilik ve vazifeleri, en yüksek lütufları şudur ki: Onlara iman ve İslâmiyet ilmini öğretmektir. İslâmiyete lâyık bir edep, terbiye ve ahlâkla büyütmektir.

Kız yavrularını insan ve cin şeytanların şerlerinden kendilerini koruyacak bir ilimle, bilgiyle yetiştirmektir. Böylece manevî güzelliklerle ruhu parlayan birer ev kadını, birer hane hanımı olabilecek bir halde dünya ve ahirete hazırlanacaklardır.

Bir İslâm kadını için yemek pişirmek, elbise dikmek, evinin nezafetine ve temizliğine bakmak, çamaşır yıkamak, çocuğuna bakıp beslemek, erkeğinin hizmetini görmek, büyük bir şereftir; iffettir ve ismettir.

Namazını geçirmeyen, farzlarını eda eden, Allah'ın emirlerini yerine getiren hanımların bütün dünyevî işlerini dahi bir nevi ibadet olarak, Allahu Teâlâ Hazretleri kabul buyurur. Bu suretle, geçici, fâni ömürleri ahiret hesabına, bâki, dâimî bir hayata tedbil edilebilir.

Ebedî, sonsuz bir ömre çevrilebilir.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
ANNE-BABA HAKLARI

Anne ve babaya, hayatlarında hizmet ve itaat etmek, onların meşru olan her emirlerini yerine getirmek, bir evlât için en büyük vazifedir.

Anne ve babanın iâşesini ve istirahatini temin etmek, evlâdın en büyük borcudur.

Anne ve babanın rızasını tahsil etmek, onlara hayır dualar etmek, evlâdın en birinci vazifesidir.

Anneler hiçbir mükâfat beklemeyerek ve beklemek hatırlarına gelmeyerek, sırf şefkat hissi ile evlâtlarını severler. Pek küçük yaşlarda yavruları için çok zahmetler, ağırlık ve meşakkatler çekerler. Geceli gündüzlü kendi huzur ve rahatlarını fedâ ederler.

İnsanın maddî varlığına sebep olan babalar, en çetin, en tehlikeli işlerde çalışmayı bile göze alarak, evlâtlarının yiyecek, giyecek ve geçimlerini temin ederler. Her türlü zahmetlere, güçlüklere, felâketlere göğüs gererek, evlâtlarını dinî ve dünyevî işlerinde mes'ut edebilmek için çalışırlar. Evlâtlarının hal ve istikballerinin temini yolunda bir hayat boyunca çalışırlar.

Anne ve babalarına, hayatlarında hizmet ve itaat etmek, onların meşru olan her emirlerini yerine getirmek, bir evlât için en büyük vazifedir. Anne ve babalarının iâşelerini ve istirahatlarını temin etmek, evlâdın en büyük borcudur. Anne ve babaların rızalarını tahsil etmek, onlara hayır dualar etmek, evlâdın en birinci vazifesidir. Anne ve babaları vefat eden evlâtlara, anne ve babalarına dâimâ "Fatiha" okumak, onlara dualar ederek ve sadakalar vererek ruhlarını şâd etmek, dinen farzdır. Bütün bunlar evlâtlar hakkında Allah'ın emirleridir. Bu İlâhî emir hususunda birçok âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler, Allah'ın ve Peygamberimiz Resûl-i Ekremin (a.s.m.) buyrukları vardır.

Anne ve babaya itaat kat'î bir farzdır. Onlara isyan, hattâ ufacık bir bezginlik göstermek de kat'i haramdır ve büyük günahlardandır.

Yâ Rab, annem ve babam beni küçük yaşta iken merhametle besledikleri gibi, sen de şimdi onlara merhamet buyur.

Anne ve babaya dünya işlerinde itaat et. Fakat senin dinine, imanına zararlı şeyler söylerlerse, onlara itaat etme ve edilmez.

Herhangi bir mü'min anne ve babası hayatta iken onlara iyilikle, meşru şeylerle, itaatle gününü geçirirse, Allahu Teâlâ o kimse için Cennetten iki kapı açar. Anne ve babasından birisi o mü'mine gadap ederse, o gadap eden, gadabından vazgeçinceye kadar Allahu Teâlâ o mü'minden razı olmaz.

Bir kimse gününü anne ve babaya kötülükle geçirirse, Allahu Teâlâ o kimse için Cehennemden iki kapı açar Eğer kötülük yapılan, baba ve annesinden birisi ise bir kapı açılır.

Cenab-ı Hak kıyamet günü üç kimsenin yüzüne rahmetle bakmaz. Yani onlara gadap eder. Bu kimseler, anne ve babasına âsi olan ve kıyafetçe ve bazı ahvalce erkekleşen kadınlardır. Bir de, ailesinin iffetsizliğine aldırış etmeyen gayretsiz erkeklerdir.

Anne ve babanın evlât üzerindeki bazı hakları:

* Yiyeceğe muhtaç ise evlât onların yiyeceğini temin eder. Kudreti nisbetinde muhtaç oldukları yiyeceklerini temin eder.

* Evlâdın hizmetine muhtaç iseler, yedirme, giydirme, içirme gibi işlerini yapar.

* Herhangi bir husus için çağırdıklarında hemen cevap verir, "Buyur baba, buyur anne" diyerek huzurlarına gelir.

* Anne ve babanın mâsiyet olmayan, günah olmayan her emrine itaat eder. Eğer verdikleri emir günah ise onlara itaat edilmez.

* Evlât yumuşak ve tatlı lisan ile söyler, onların sözlerine şiddet göstermez.

* Anne ve babasını isimle çağırmayıp, hürmetli bir şekilde "Anneciğim, babacığım; anne ve baba" diye çağırır.

* Beraber ve yolculuk halinde, hizmetçi ve uşak gibi arkalarından yürür.

* Evlât her meşru işte anne ve baba rızasını gözetir. Onların rızalarına uyar. Kendi arzusundan vazgeçiverir, fedâ eder.

* Evlât kendisi için dua ettiği zaman anne ve babası için de dua eder.* Anne ve babaya dua etmemek geçim darlığına sebeptir

* Anne ve babanın vefatından sonra da evlât, onların rızalarını gözetmelidir. Dâimâ güzel ahlâk ve iyi hal üzere bulunmalıdır.

* Anne ve baba evlâdının hizmetine muhtaç olup da müsaade etmezlerse, evlât hac seferine dahi gidemez.Bir kişi Resûl-i Ekremin (a.s.m.) huzuruna gelerek, "Yâ Resûlallah, annem ve babam vefat ettiler. Onlara iyilik etmek üzere daha bir borcum var mıdır" diye sordu.

ResÛl-i Ekrem Hazretleri buyurdular ki:

"Evet, kendileri için Allahu Teâlâdan mağfiret dilemek; ahidlerini, emirlerini, meşru ve dine uygun ise yerine getirmek; iyi dostlarına ikram etmek; iyi akrabasını kollamak ve yoklamak; ihsan etmek."Cenâb-ı Hak bütün pegamberlerin ümmetlerine, İlâhî kitaplar olan Tevrat'ta, İncil'de, Zebur'da ve Kur'ân-ı Azimüşşanda anne ve babaya meşru şeylerde itaat etmeyi emir buyurmuşlardır.


Rıza-yı İlâhînin, anne ve babanın meşru rızasında olduğu ve gadabının da onların gadabında olduğu beyan buyuruluyor.

Bir kimse anne ve babasına isyan ettiği vakit, itaatlarından çıktığı zaman, anne ve babasının ona lânet etmesi, âsi veledin âsi çocuğun aslını keser. Binaenaleyh, her kim anne ve babasının rızasını kazanırsa, Allahu Teâlânıın rızasını kazanır. Her kim anne ve babasının gadabına uğrarsa, Allahu Teâlânın gadabına uğrar. Ve her kim anne ve babasına veya bunlardan birine erişir de iyilik etmezse, Cehennem ateşine girer.Hikmette yazılmış: Anne ve babasına lânet eden mel'undur.

"Babasına ve annesine lânet eden," demekten murad, bir iş işleyip, o iş sebebiyle baba ve annesine başkalarının lânet etmesi demektir. Bu yollu lânete sebep olan, güya kendi anne ve babasına kendisi lânet etmiş gibi oluyor.

Peygamberimiz buyurdu ki: "Bir kişinin anne ve babasına hakaret etmesi, en büyük günahlardandır." Yani, kişi başkasının anne ve babasına hakaret eder. Şu halde anne ve babasına hakaret olunmasına kendisi sebep olmuştur.

Asr-ı Saadette, Alkame isminde bir genç vardı. İbadet ve taate çok çalışırdı ve çok sadaka verirdi. Bir gün bu genç hastlandı. Kendisine kelime-i şehadet telkin ettiler. Fakat Alkame'nin dili tutulduğu için kelime-i şehadeti okuyamadı. İmansız ölmesine sebep olabilecek bu feci hali, Resûl-i Ekreme (a.s.m.) arz edildi . Hz. Peygamber o gencin annesini çağırdı. Anne, "Nefsim Resûlullah yolunda fedâ olsun, onun huzuruna giderim" diyerek, huzur-u saadete geldi. Peygamberimiz o kadına sordu:"Alkame'nin hali nasıldır"

Kadın cevap verdi:

"Yâ Resûlallah, Alkame çok namaz kılar. Şu kadar oruç tutar. Çok sadaka verir ki, tartısı, sayısı bilinmez.""Seninle olan hali nasıldır"

"Ben kendisine dargınım, yâ Resûlallah."

"Niçin dargınsın"

"Yâ Resûlallah, karısını bana tercih eder ve ona çok şeyde itaat eder, bana da isyan eder."Bunun üzerine Hz. Pegamber, "Validesi gücenmiş olmakla, Alkame'nin dili tutulmuş, kelime-i şehadet getirememiş" buyurdular. Sonra yine buyurdular ki:

"Gidin, çokça odun getirin. Onu ateşle yakayım."

Gencin annesi atıldı:

"Yâ Resûlallah, oğlumun yanmasına tahammül edemem."

Hz. Peygamber buyurdu:

"Cenab-ı Hakkın azabı daha şiddetlidir ve bâkidir. Cenab-ı hakkın Alkame'den razı olması için sen razı oluver."

Kadın evlâdından razı oldu. Alkame o zaman kelime-i şehadet okuyarak ruhunu Allah'a teslim etti.Anne ve babasına hayatta iken âsi olan bir evlât, anne ve babasının ölümünden sonra pişman olup tevbe ederse ve onların ruhlarına Kur'ân okur, onlara "Fatiha"lar gönderirse, Cenâb-ı hak o anne ve babayı o evlâttan razı eder. O evlâda Cenâb-ı Hak sevaplar ihsan eder.

Hz. Musa (a.s.) Allah'a niyaz ederek demiş ki: "İlâhî, bana Cennetteki komşumu göster." Cenâb-ı Hak, "Filân yerdeki kasaptır, işte Cennette sana o komşudur" ferman etmiş. Bunun üzerine Hz. Musa (a.s.) o kasabı bulmuş ve vâkıf olmuş ki, o kasabın çok ihtiyar olmuş, fakirlikten küçülmüş bir annesi varmış. Annesini zenbilden çıkarmış. Ağzına çorbayı kaşıkla vererek onu doyurmuş. Annesinin çamaşırlarını yıkamış, kurutmuş, giydirmiş. Zenbile koymuş.

Kadının dudağı kıpırdıyormuş. Hz. Musa (a.s.) kasaba sormuş. Kasap da arz etmiş ki:

"Bu, annemdir. Çok ihtiyarlığından oturamaz. Çarşıdan geldiğimde böyle yedirir, içirir, doyururum. Annem de bana, 'Yâ Râb, oğlumu Cennette Hz. Musa'ya komşu yap!' diye dua eder."

Bu kıssadan anlaşılıyor ki, kasap annesine yaptığı hizmetin mükâfatı olarak, henüz kendisi hayatta iken Cenâb-ı Hak, Hz. Musa'nın (a.s.) sohbeti ile müşerref etmiş. Cenâb-ı Hak, bu sûrette anne duasının müstecap olduğunun müjdesini peygamber lisanıyla ona bildirmiş.

Anne ve babanın evlât hakkında duası, bir peygamberin ümmeti hakkındaki duası gibidir.

Anne ve baba ihtiyaçlarını evlâtlarının malından almakta serbesttir, kendi malları gibi sarf edebilirler. Evlâdından müsaade istemeye muhtaç değillerdir. Resûl-i Ekremin (a.s.m.) huzur-u saadetlerine bir adam gelerek babasından şikâyetçi olmuş. Hz. Peygamber babasını çağırmış, sormuş. O ihtiyar baba Hz. Peygambere şöyle maruzatta bulunmuş:

"Bir zamanlar o zayıf ve âciz, ben ise kuvvetli idim. O fakir iken ben zengin idim. Kendisine hiçbir malı esirgemedim. Bugün ben zayıfım, o kuvvetli; ben fakirim, o zengin. Bana karşı cimrilik yapıyor."Bunun üzerine Hz. Peygamber buyurdular ki:

"Şu sözü işiten taş ve kum mutlaka ağlar."

Daha sonra da şikâyetçi oğula döndüler:

"Sen ve malın, babanındır."

Hz. Peygamber hadis-i şerifte şu meâlde buyuruyor: "Allah dilediği takdirde her günahın cezasını tehir eder, ahirete bırakır. Ancak anne ve babaya itaatsizliğin cezasını tehir etmez. Tacil eder ve âsi olan kimseye isyanın, itaatsizliğin cezasını daha dünyada iken tattırır."

Hz. Peygambere birisi der ki: "Hicret etmek, başka yere göç etmek üzere müsaade almaya geldim. Fakat anamı babamı ağlarken bıraktım."

Hz. Peygamber onu şöle buyurur:

"Dön, onlara git. Onları nasıl ağlattıysan öylece güldür."

Bir kimse Hz. Peygambere, "Ana ve babanın evlât üzerindeki hakkı nedir" diye sorunca, Peygamberimiz buyurur ki:

"Senin Cennet ve Cehennemin onlardır. Yani, itaat edersen Cennete nail olursun, etmezsen Cehenneme gidersin."

Hz. Peygamber buyuruyor ki: "Ananın hayır ve şer duâsını Allahu Teâlâ babanınkinden daha çabuk kabul eder."

Büyük bir zât ve yüksek bir âlim olan Zemahşerî'nin ayağı kesik idi. Kendisi demiştir ki:


"Çocukluğum zamanında oyun için bir serçe kuşu tutup, ayağına bir ip bağlamıştım. Benim ipi kuvvetli çekişim sırasında kuşun ayağı kırıldı. Bu hali gören annem müteessir olup ağladı ve 'Sen bu kuşun ayağını kırdığın gibi, Allah da senin ayağını kırsın' diye beddua etti Bir müddet sonra attan düştüm, ayağım kırıldı, kangren oldu. Anladım ki, merhume validemin bedduasıyla bu belâya düşmüşümdür. Allah ona rahmet etsin, Allah ondan razı olsun."

Ashab-ı Kiram hazeratından Sa'd, Resûl-i Ekrem Efendimize sordu ki: "Yâ Resûlalah, ben anamın vefatında bulunamadım. Acaba ben validem namına sadaka versem makbul olur Annem bu sadakanın ecir ve sevabından istifade eder mi"

Hz. Peygamber buyurdu:

"Evet, makbule geçer ve annen bunun sevabından istifade eder."

Sa'd Hazretleri bunun üzerine çok kıymetli bir bahçesini Allah rızası için annesi nâmına sadaka olarak vakfetti
 

teblið

Vefasýz
Evet kiymetli bir paylasim.islam dininin ne kadar guzel oldugunu bu dunyada hepimiz icin cok kiymetli olan anne ve babalarimiza verdigi kiymetle bile olculur.

Rabbim cemi cumlemizi ana baba hakkina riayet ederek ahirete gocmeyi nasip etsin insl.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
HİZMET ESASLARI


Kusurdan kurtulmak istiyorsanız, evvelâ kendi kusurunuzu görüp, kendinizi kusursuz zannetmekle, kusurlu olduğunuzu müşadehe ediniz.

Bahtlı ve talihli kimse, başkasına va'z edilirken ibret alandır

Kusurlu, hatalı bir arkadaşınızın yanlışlarını yumuşaklıkla, hürmet ve tevazu ile söyleyiniz. Kubullenmezse dahi, ikinci bir kimseye onun hakkında gıybet etmeyiniz.

Başkalarını ıslah için, evvelâ kendimizi ıslah etmek icap eder.

Herkese kendi âdeti hoş gelir.

Fenalık ve iftiralara ne kadar fecî bir surette maruz kalınırsa kalınsın, mukabele-i bilmisil etmemek, tevbe ve istiğfara devam etmek, sabır ve tahammüle çalışmak, öyle hadiselerden ibret ve ders almak, mütecaviz ve müfterilerle uğraşmamak, yüksek bir ahlâk ile ahlâklanmaktır.

Kendi nefsini dâimâ kötülemek, kendi küçük kusurlarını büyük görmek, başkalarının büyük kusurlarını küçük görmek, yüksek bir fazilettir. Takvada, doğrulukta, edep ve ahlâkta kendisi azimetle amel etmeye çalışmak; başkaların lâkaydlığı ile meşgul olmamak veya ikaz ve hatırlatmakta mütavaziyane ve yumuşaklık göstermek büyük bir fazilet ve din kardeşlerinin dinine hizmet edebilmek için semeredar bir düsturdur.

İnsan beşerdir, hata edebilir. Hususan küllî ve umumî bir dâvânın hizmetkârlarına yapılan taarruzların çokluğu, şeraitin (şartların) ağırlığı, dâvâyı inkişaf ettirmek, hizmetin önüne çekilen dehşetli maniaları yıkabilmek için çeşitli hizmet şık ve şekilleri ararken hepsinde yüzde yüz isabete muvaffak olmak pek müşküldür.

Böyle bir hengâmede müsbet netice vermeyen tedbirleri, o müdebbire söylemek lâzım iken, her ne sebeple olursa olsun, kat'iyyen başkasına söylememek ruh, kalp, akıl ve feraset eseridir. Bunun aksine başkalarına dert yanmak, safderunluk ve düşünce zaafının delilidir. Fayda vereceğim zannıyla fikrinde taannüd (inat) ve taassup göstermek zarar vermenin en bariz bir delildir ki, bu da ahmaklığın gözlere görünecek derecede aşikâr olmasıdır. Zira ahmaklığın tarifi, "Fayda vereceğim niyetiyle zarar vermektir."

Kendisinin bir rey ve fikir sahibi olduğu gururuna kapılan; asıl rey tedbir ve vazife sahibi kimseleri kötüleyen, fakat kendisine toz kandurmayan bir kimse,

"Herkes için birer kusur buluyorum, acaba kusursuz ben mi kaldım Onlar benim aklımın ermediğini yakinen biliyorlar da, tehevvüre kalkışıp veya o sözü içime atıpnefsimin, arkadaşlarımın kusurunu veya aslında kusur olmayıp da benim kusur görmek ve başkalarına nakletmek hususunda zorlatıcı bir kuvvet haline gelmemesi için, benim yüzüme vurmamak edep ve hayâsına mı riayet ediyorlar" diye bir mülâhaza yapılsa, bir zararı bin zarara çıkaran dedikoduculuktan kurtulması mümkün olur.

İyi olmanızı istiyorsanız, evvelâ kötülüğünüze inanınız. Kusurlardan kurtulmak istiyorsanız, evvelâ kendi kusurunuzu görüp, kendinizi kusursuz zannederken, kusurlu olduğunuzu müşahede ediniz.

Bahtlı ve talihli kimse, başkasına va'z edilirken ibret alandır.

Kusurlu, hatalı bir arkadaşınızın yanlışlarını yumuşaklıkla, hürmet ve tevazu ile yalnız ona söyleyiniz. Kabullenmezse dahi, ikinci bir kimseye onun hakkında gıybet etmeyiniz. Birinin kusurunu, kusuru düzelteceğim diye etrafa yaymak, şahsî kin, garaz, nefsin karışması gibi hallerin zorlamasının neticesidir. Veyahut fayda veriyorum zannıyla zararların üremesine sebep olan bir safdillik ve bilmemezliktir.

Başkalara yaymak değil, dâimâ ve dâimâ ona söylemektir. Söylerken de, "Acaba, hakikaten ve bizzat nefsü'l-emirde hata mıdır Yoksa benim fikrime, görüşüme göre mi hatadır" diye insan kendini murakabe etmelidir.

Hiddetle, heyecanla konuşmanıza asla itimad etmeyiniz. Zira nefis ve şahsî hissiyat karışır.

Yapacağım derken, parçalarsınız. Hem de kendinizi parçalamış olursunuz.

Çok defa kendisini tenkit etmek kâmilliğine erişememiş, yakın akraba veya mesâî arkadaşlarını tenkit etmeye alışanlarla bir yerde oturmayınız. Onu dinleye dinleye siz de münekkid ve yıkıcı bir ahlâk sahibi olursunuz.

Adeletten ayrılmamak, hakikati itiraf ve tasdik etmektir. Zıddı zulümdür.

Nefsini dâimâ itab eden, din ve dâvâ arkadaşlarının iyiliklerine hasr-ı nazar eden, başkalarınca nefret edilmekten kurtulur.Dedikodu ile, arkadan çekiştirmekle mesele halletmeye çalışmak ya safdillik ya şuuraltı veya şuurüstü garaz ve muhalefet nişanıdır. Veya canı incitilmişin intikam kokusudur.

Dışardan tenkit kolaydır. Aynı işin içine girdikten sonra tenkidin zulümkârlığını anlamak o kimse için ne acı, ne felâketli, ne hasâretli ve ne derece mânevî mes'uliyetlere dûçar olucudur.

Nefsinden gelen sözün samimiyet olduğuna inat edenden korkulur. Bunlardan kendinizi koruyunuz. Kendiniz, aynı bilmemezliğe düşmemek için düşününüz. Nefsin desiselerini beyan eden eserleri, sırf kendinize hitab ederek okuyunuz.Nefsine itimad ederek mesâî arkadaşlarını âmiyane görenin sonu tehlikelidir. İstişare esnasında kendi fikrine saplanarak vereceği cevabı düşünen, âzaların fikirlerini küçümseyen, hatadan kurtulamaz.

İşin içine çok acı söz girdi mi, onun tadı tuzu kalmaz.

Kendi fikrini çok beğenip, arkadaşını dâimâ isebetsiz görmek kıyâmet alâmetidir. Nefsin desiselerini açıklayan eserleri, sık sık kendinize hitap ederek okumak, bu hastalığın yegâne devâ ve dermanıdır.

Başkalarını ıslah için evvelâ kendimizi ıslah etmek icap eder.

Kendini ıslaha ve derse muhtaç görmeyen, bilmeyen, gafletten uyansın. Uyarıcı eserlere sarılsın.

Dostlarına şiddet-hiddet eden, haşin davrananın, dostları dağılır. Bu neticeyi kendinden bilmek, güzel bir fazilettirHerkesin bir kusurunu bulup, kendi kusurlarını göremeyerek dostlarını terk eden, terk edilir.

Halini, etvarını, gidişatını başkasından dinle. Çünkü senin fenalığın, yanlışlık ve hataların senin nefsine, dostun gözüne iyi görünür. Seni methedenlere aldanma. Senin yanlışlık ve isabetsiz hareketlerini sana söyleyenler, senin hakikî dostlarındır. Hastaya şeker vermek câiz olmayabilir. Onun için acı ilâç faydalıdır.

"Senin yolunda şöyle bir kuyu var" diyen insan senin hayırhâhındır.

Yanlış hatt-ı harekette giden, zararlı hâli olan bir kimseye, her zaman, "İyi gidiyorsun" demek, onu gaflete düşürmek ve ona zulmetmek olur.

Acı nasihat faydalı şerbettir.

A benim güzel dostum! Çok kere olduğu gibi, bugün gene çok tenkitler ettin. Kusurlar, hatalar saydın. Acaba gıyabında tenkitler yaptığın, gıybetini ettiğin Allah'ın kullarının o yaşa kadar olan iyiliklerinden, hayra hizmetlerinden, güzel huylarından, zararsız hallerinden ne kadarını yâd ettin, kaç tanesini saydın Münekkit ve kusur sayıcılardan olma. Korkarım ki, zulümkâr olursun.

Çok tenkitçilerin, gıybetçilerin, herkesin kusurlu işlerini sayanların meclislerine yanaşma. Bu kötü ahlâk sana da bulaşır. Hem çabuk bulaşır. Zira bu fena huyun muharriki nefistir. Nefsanî şeyler, nefisleri kolayca harekete geçirir.

Tenkitçi, kusurları piyasaya çıkarıcı kimselerin dostluğunda bulunup da, eğer ona kapılmamışsan; ahlâk-ı Muhammediye (a.s.m.), evliyâ, sulehâ ve ulemânın İslâm ahlâkı ve edebi hakkındaki eserlerini mütalâa ettikten, ilim ve hikmet tetebbuatında bulunduktan sonra, onların hal ve kallerini, düşünce ve zihniyetlerini, hısım, akraba, çoluk çıocuklarına karşı muamelelerini, din kardaşleri ve dâvâ arkadaşlarına olan hatt-ı hareketlerini, ibadet, itaat ve takva husususundaki vaziyetlerini tetkik et ve gör. Eğer sen ilim, irfan, kemalât, fazilet, edep, terbiye, ahlâk ve hayâ, azimet ve takvâ ehli olarak o eserlerinden müstefid olmuşsan, hemen dergâh-ı İlâhîye el açıp "Aman yâ Rab, tenkitçi, kusur arayıcı, kusur görücü, gıybetçi olmak felâketinden Sana sığınıyorum. Beni bu âfetlerden muhafaza eyle. Âmin" diyerek göz yaşları dökeceksin.

Ey ehl-i İslâm ve irfan. Din kardeşlerimin ayıplarını, kusur ve hatalarını sayıp dökmekte, bakıyorum ki, çok mahirsin. Acaba bir o kadar veya onun yarısı kadar olsun kendi ayıplarını, kendi kusur ve yanlışlarını, isabetsiz hareketlerini, senin dinleyenlere aynı iştiha, aynı maharetle sayıp döktün mü Korkarım ki, zulumkâr olmuş olmayasın. Güzel huyları anlatanı dinle. Güzel huylu ol. Nefsini zemmeden, kusurlarını itiraf eden, din ve dâvâ arkadaşlarını metheden ahlak-ı âliye erbâbı ile sohbet et. Ahlâk-ı âliye ile yükselmek aşkına düşersin. "Tahallaku bi ahlâkillah" emr-i cemiline inkıyad şerefiyle şereflenirsin.

Herkes yükü kendi gücü kadar çekebilir. Öyle ise sen kendi gücünün başardığı şeyleri başkalarında görmezsen, kendini mihenk yapıp onları tenkit etmemelisin. Kendinde bir üstünlük vehmedip gurura düşmemelisin. Onlar kabiliyetlerine göre ne kadar hizmet görseler ind-i İlâhîde ihlâsa binaen makbuldür.

Ey ferâsetli ve müdebbir ehl-i hizmet. Omuz omuza verip çalışmaya çok muhtaç olduğunu, tek başına veya ekalliyette kaldığın zaman muvaffakiyetsizliğe düşeceğini her gün hatırla ve bu hakikati bir karta yazıp cebine koy ki, günde on defa nefsine ihtar edebilesin.

Bir ve beraber olduğun hizmet ve dâvâ arkadaşlarının gönlünü kırma. Senin gönlünü kıran olursa, "Buna benim nefsim müstehaktır" de ve gönlünü kıranın gönlünü hoşnut eyle.

Böyle bir zamanda, böyle bir kudsî iman hizmetinde çalışanlara karşı durumumuz şudur: Bir zerre hizmet bir dağ, bir dirhem hizmet bir batmandır. Bu Nur hizmetinde az dahi olsa bulunanlar, çok hürmet, muhabbet ve şefkate lâyıktır. "Dâne taşıyan bir karıncayı bile incitme."

Dostunu şiddet ve minnet içinde tutarsan, bir daha senin suratını bile görmek istemez.

Halk nazarında nice itibarsız, hakir görünen Müslümanlar ve İslâma hizmet edenler vardır ki, onlar insanlardan takdir, hürmet ve muhabbet beklemezler. Onlar ehl-i imana hürmetkâr ve merhametli olurlar. Onlara Allah'ın rızası kâfi gelir.Sen bir mü'mine "fenâdır" diye kötü zanda bulunabilirsin, halbuki o kimse Allah'ın makbülüdür.Arkadaş, gül padişahının yanında silâha davranmış diken var.

Dikensiz gül, kusursuz arkadaş arayan kusurundan habersiz kimse, arkadaş bulamaz.

En büyük gaflet örneklerinden:

* Müşterek bir işte çalışan şahıslar, dinî veya dünyevî bir müessese mensupları müdavele-i efkâr yaparlarken, herkes kendi fikrini mutlak bir isabet bilmesi, diğer arkadaşlarının fikirlerini dâimâ isabetsiz görmesi, müessese arkadaşlarının reylerini hakir bulmasıdır. Kendi fikirleriyle yapılan işlerin zararlı ve iflâsa doğru gittiğini hatırlatan en yakın arkadaşlarına yüz çevirmesi, müessesenin maddî imkânların elinde bulunması, şubelerdeki işin içyüzünden haberi olmayanların teveccühüne aldanmasıdır. Müesseseye sekiz-on işte şahsî kanaatinden ve başka arkadaşların fikirlerinden zararlar gelince de bir takım teviller yapmak yoluna sapmak, telâşsız görünerek kendi cebindekini değil, umumun hukununu zayi etmesidir.

* Müdavele-i efkârda bir işi isabetsiz veya zararlı bulduğunu arkadaşına söylerken edep, terbiye, hürmet gibi yüksek ahlâkı çiğneyerek tehevvürle, şiddetle söylemesi, karşısındakinin izzetini kırması İslâmî terbiye ve ahlâka sırt çevirmek olduğu halde, bunu hiç nazara almayarak, "Bana böyle dedi, şöyle dedi" gibi, hiddetle mukabele etmesidir. Dehşetli zararlarda kendisinin dahli olmadığına, ya cehl-i mürekkeple veya gururla iddiada bulunmasıdır.

Halbuki mesâî arkadaşlarına hürmetle mukabele edip, kendi fikirlerinin isabetsiz olabileceğine ihtimal vererek, yirmi meselede hiç olmazsa on adedini arkadaşlarının kanaatlerine münasip bulup iş yaşmasıyla fikirlere menfî hislerin karışmadığı anlaşılmış olur.

* Fikirlerindeki isabetsizlik zararlara sebep olunca, diğerleri bu zarara sebep olana hürmetkârâne, asilâne, alçak gönüllülükle kendi fikirlerindeki veya vazifelerdeki kusurlarını da sayarak, ondan özür dileyerek söylemesi-velev kırkıncı defa da kabul etmeyecek olsa-yine o yanlış yapana söylemek yerine şuna buna söylemesi; böylece müesese mensuplarına olan hüsn-ü zan ve itimadın kırılması; bir kimsenin aile çatısı altında kalması icab eden hatalarını yayması; o kimseyi kötüleyip şuna veya buna söylemekle bin zarar getireceğini hissiyatının tesiriyle görememesidir.* Müteaddit defalar bir iş hususunda münakaşa edilir, meşveret ve müdavele-i efkâr adı ile söze oturulur.

Münakaşa ve kavga ile kalkılır. Bu kavgamsı konuşmada herkes heyecanlanır. Hisler heyecana gelir. Biri diğerine, diğeri ötekine hakaretli sözler sarf eder. İlk defa birisi hakaret eder, diğeri de misilleme yapar. Birinci hakaret edip kalP kıranı kasdederek, "Birinci bana böyle dedi, ben de ona öyle dedim" der. Bu beş-altı defa tekerrür edince, artık en yakın dâvâ arkadaşına ikincisi küskün durur. Bu küskünlüğü gören ikinci birinciden soğur. İkinci ile üçüncü birleşir. Birincinin gıyabında konuşa konuşa, artık o da haricîlerin müşfiki, can kardeşine küsücü olmuştur. Artık birincinin hakkında tenkitler ve kusurları sayıp dökmeler başlamıştır.

* İslâm muaşeret, edep ve terbiyesine riayet etmeden, nefis ve tehevvürüne kapılarak, dahilî hizmet mensuplarına hariçtekilere dahi yapılmayacak bed muameleyi yapmaktır. Bu kötü hissiyat zararlı netice doğurunca, "Ben sebep oldum, özür dilerim" olgunluğunu göstermeyerek, zararlı neticeyi acib bir halet-i ruhiye ile karşısındaki arkadaşına yüklemektir. Taraflar dahi şahısların umumunun alâkadar olduğu umumî bir meselede, iki taraf da birbirini sabit fikirlilikle itham ederek, müessese hizmetine dinamit koyarak umumun zararına sebep olmalarıdır.

Nur-u Kur'ân hizmetinde bir ve beraber çalıştığınız kardeşler ve ehl-i iman içinde gücenen ve küsen, gücendiren ve küstürenlerden olmayınız. "Değmiyor bu dünya böyle şeylere."İnsan iyi işli olmalı. Kendisini dâimâ kusurlu görmeli.
 
Üst