Hadis Sohbetleri 54 :Kişi, dostunun dini üzeredir

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
بِسْمِاللَّهِالرَّحْمَنِالرَّحِيم

Selamünaleyküm Degerli Kardeşlerim;


Bu haftaki Hadis Sohbetleri dersimiz başladı.

Buyrun beraber mütaala edelim anladiklarimizi paylasalim insallah..



[BILGI]"Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu nedenle, kiminle dost olacağına dikkat etsin!"
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud.
[/BILGI]


[NOT]
Soru: Kişi, dostunun dini üzeredir.. nasil anlamaliyiz.
[/NOT]

 
Son düzenleme:

pendüender

Well-known member
Ve aleykümselam,herkese hayırlı günler olsun .

Allâh’a dostluk için gerekli olan beşerî dostluklar,hayat denen yolculukta zarûrî olan bir ilk lâzımedir.

Mevlânâ bu hakikati şöyle anlatır:

“Yalnız kaldığın ve danışacak bir akıl sahibi bulamadığın için, ümitsizliğe düşersen hakîkat güneşine mensup bir dostun gölgesi altına girersin.

Yürü, çabucak kendine bir Hakk dostu ara; böyle yaparsan, Allâh senin dostun olur, yardımcın olur.

Halvete girmek, yalnız kalmak, yabancılara karşı olur, dosta karşı değil. Kürk kış içindir, bahar için değil.

Selîm akıl, bir başka selîm akılla, yani vahiyle terbiye edilmiş akılla birleşince güçlenir, nûru çoğalır, yolunu iyi görür.

Nefs ise bunun aksine, bir başka nefsle sırf nefsânî tatminkârlık arzusuyla dost olmaktan hoşlanır, böyle olunca o yolda karanlık artar; hakîkat görünmez olur.”

Mesnevî: “Ey gönül! Senin içini aydınlatan yere, sana yakın olan olgun insanların bulundukları yere git ki; onlar sana gelecek belalara karşı siper olurlar.”

“Onlar; senin kötülüklerini mâzur görürler de canlarının içinde sana yer verirler.”
 

pendüender

Well-known member
İyi insanla beraberlik iyi tesire, kötü insanla beraberlik de kötü tesire mâruz kalmaya sebep olur.

Bunu bir misâlle anlatan Peygamber Efendimiz:

“İyi ve kötü arkadaşın hâli güzel koku satanla körük çeken (demirci)nin hâline benzer.

Misk satan, ya sana güzel kokusundan bir miktar meccânen verir ya da sen satın alırsın. (Yahud onunla

bulunduğun sürece) onunla güzel koku koklamış olursun.

Körük çeken kimse ise ya elbiseni yakar veya körüğün kötü kokusundan rahatsız olursun.”
(Buhârî, Zebâih, 31) buyurmuştur.
 

pendüender

Well-known member
İmam-ı Rabbânî hazretleri de kötülerle arkadaşlığın insana ne gibi felâketlere sürükleyeceği husûsunda

şöyle bir misal vermiştir:

“Kumarbazlarla oturup kalkan kimse belki kumar oynamaz. Böylece kendisini kirlenmemiş hisseder. Ama

onlarla bulunduğu müddetçe kumar oynamayı hoş görmeye başlar. Bu ise mânevî yıkımdır.”

Çünkü insanın herhangi bir günahtan korunmak için zarûrî olan böyle bir siper-i sâikayı, bilerek veya

bilmeyerek terk etmiş bulunması, her ân o günaha düşme tehlikesini de beraberinde getirir. Zîrâ ham ve

nâdân kişilerle beraberlik, nihayetinde onlara “zihnî yakınlık” peydâ eder. Bu yakınlık, zaman içinde “kalbî

beraberlik”e döner ve insanı adım adım helâke doğru sürükler.
 

pendüender

Well-known member
Nefsin birçok merhalesi vardır. Hiç terbiye görmemiş bir nefs, “emmâre”dir. Bu, sahibine daima kötülüğü

emreder, ancak o terbiye edile edile “levvâme”, “mülhime” ve “mutmainne” derecesine kadar yükselir, o

zaman bu azgın nefis, sahibine itaatli bir at gibi onu menzil-i maksuduna ulaştırır. Gerçek kulluk kendini

bu merhalede gösterir. Allâh’ın -celle celâlühu- izni ile daha da ötelere tekâmül ettikçe “râdıyye”,

“merdıyye” ve “kâmile” makamlarına ulaşır. Bu hâle ulaşabilmenin temel sâiklerinin başında, Allâh

dostlarıyla beraberlik ve onlara kalbî muhabbet gelir. Ham nefs bunu arzu etmez. Başlangıçta insanı

süflîlerle beraber olmaya zorlar. Lâkin her güçlükte bir kolaylık olduğu gibi bu işte de bir kolaylık vardır.

Elverir ki, o yola tevessül edilsin. Diğer taraftan, insanın -icabında- melekten üstün bir mevkîye

yükselebilmesi terbiye edilmiş nefs sayesindedir. O derecede ki, Âdem -aleyhisselâm-’a ilk yaratılışında

meleklerin secde etmesi yönündeki ilahî emir de insanın nefse mâlikiyeti sebebiyledir. Çünkü melek,

hiçbir engele mâruz kalmadan Cenâb-ı Hakk’a teveccüh ettiği hâlde, insanoğlunun bunu başarabilmesi

nefs engelini aşabilmesiyle mümkün olmaktadır. Bu sebeple insanın Allâh’a vâsıl olmakla elde ettiği zafer,

bu güçlük sebebiyle meleklerinkinden daha fazla takdir ve mükâfâtı icab ettirmektedir.
 

pendüender

Well-known member
Dostluk, müsbet veya menfî vasıflardaki ortaklıktan kaynaklanır.
Gerçek dostluk ise yalnız samîmî ruhlarda barınır.
Bu vasfa, insan şahsiyetinin en yüksek kademelerinde rastlanır.
Her hâdise karşısında, iki kişinin aynı duygulara sahip olması ile dostluk yaşatılır.
Gerçek dostluk, iki gönül arasındaki cereyan hattıdır.
Bu cereyanla, yani muhabbet akışı netîcesinde, sevilenin her hâli sevene sirâyet eder.
Gönüldeki aşk deryaları coşmaya ve sevda güneşleri tutuşmaya başlar.
Bu îtibarla, müşterek duygulara sahip olmayanların, arkadaşlık ve kardeşlik gibi zahirî ve tesâdüfî yakınlıklarının dostlukla alâkası yoktur.
Zîrâ Ebû Leheb, Hazret-i Peygamberin öz amcası olduğu hâlde, O’na en uzak düşen bedbahtlardan biriydi.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
"Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu nedenle, kiminle dost olacağına dikkat etsin!"
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud.



Bu hadisi serif cok genis manalar ifade ediyor dostlugun arkadasligin ne kadar önemli oldugununda bir göstergesi aslinda oysa biz yasamimizin bir cok alaninda cikar iliskisine dayali ne dostluklar ne arkadasliklar kurduk ne aciki dost,lugu ve arkadasligi bu sandik oysa hadisi serifdeki bahsedilen dostluk ne ulvi bir dostluk zirvesi onun dini üzere olmak demekki dost kavraminin bir anlami bir agirligi var..
Dost sevilen güvenilen gönülden baglanilan kimsedir dost sadakatlidir dostun iliskisi cikar iliskisine degil ALLAH rizasina dayanmalidir.
sadakat icten baglilik saglam güclü dostluk demektir sadakat kinden öfkeden uzak menfaaatten siyrilmis bir dosluk demektir.. hani meshur atasözümüz Arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim..

Ahmet Siyahi hazretleri oğluna hitaben buyurur ki:

“Ey oğul! Eğer sana hakiki dost arkadaş lazım ise, Allah için sevenlerle beraber ol. Böyle kimselerden dostluk ve kardeşlik bağı kurduğun kimseye, muhtaç olduğunda ihtiyacından fazla malın varsa ver. Yahut onu kendinle beraber tut veya kendine tercih et. Beraber olduğunuzda ve arkasından ayıplarını ört ve gizle. Kusuru olduğunda sabır ve tahammül et. Hayatta iken ve vefat ettiğinde onu hayırla an.”

Şeytan, insana kötü arkadaş vasıtası ile günah işletir. Bu sebeple, arkadaş olacak kimseleri iyi seçmeli, herkesle dost olmamalıdır. İyi geçinmek ayrıdır, dost olmak farklıdır. Akıllı, ilim sahibi, iyi ahlaklı, doğru sözlü, cömert olan, fasık olmayan kimselerle arkadaş olmalıdır. Hazret-i Ömer buyuruyor ki:
“Sadık dost bul ve onların arasında yaşa! Dürüst ve samimi arkadaşlar, genişlikte süs ve ziynet; darlıkta yedek sermayedirler. Dostunun sana düşen işini güzelce gör ki, lüzumunda sana daha güzeli ile karşılıkta bulunsun. Kötü insanlarla düşüp kalkma, onlardan kötülük öğrenirsin. Onlara sırrını verme, ifşa ederler. İşlerini, Allah’tan korkanlara danış ve onlarla istişare et.”

Arkadas dost secerken dikkat etmemiz lazim kisi dünyada ve ahirette sevdikleriyle beraber olur Rabbim bizlere insallah kendi dostlarini sevdigi hosnut oldugu kullarini dost edinmek nasip eylesin..Amin
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
.Arkadaşın ahlaka tesiri var mıdır? Dost edinilecek kişilerde aranılması gereken vasıflar nelerdir?


Arkadaşın ahlak üzerindeki etkisi büyüktür

Arkadaşın insan üzerindeki etkisi çok büyüktür. Arkadaş insanı doğru yola da götürebilir, yanlış yola da.
Malumdur ki; insan kime (mukarin) yakınsa ona uyar, kim ile yiyip-içerse onunla hemhal olur. Sohbetlerin, ülfetlerin ruh üzerinde büyük tesiri vardır. O halde insan daima iyi zatlar ile hemsohbet olmayı bir nimet bilmelidir. Aksi takdirde ahlak bozulur, diyanet zayıflaşır, şeref ve şan zevkle yüz tutar, hakiki istikbal söner gider. [1]
Bunun öncesinde dost edinebilme meziyeti de güzel ahlaka sahip kimselerin özelliğidir.

Dostluk kurmak güzel ahlakın alametidir

İnsanlarla anlaşmak, kaynaşmak, birbirini sevip dost olmak güzel ahlakın meyvesidir. Resulullah (asm) şöyle buyurmaktadır:
“Hiç şüphesiz Allah-ü Teala kıyamet günü:
“Nerede benim rızam için birbirlerini sevenler? Gölgemden başka gölgenin bulunmadığı bugün onları, kendi arşımın gölgesinde gölgelendireceğim.” buyurur.” [2]

Dostluk iyi huyun, ayrılık kötü huyun meyvesidir

Malumdur ki; dostluk, iyi huyun ayrılık ve geçimsizlik ise kötü huyun meyvesidir. İyi huy sevmeyi, anlaşmayı, uyuşmayı gerektirir. Kötü huy ise kızma, haset ve sırt çevirmeye sebep olur. Tıpkı ağaç iyi olunca mahsulün de iyi ve tatlı olması gibi. Dostluğun kaynağı, kökü durumunda olan güzel huyun, İslam dini nazarındaki üstünlüğü ise; kimsenin meçhulü değildir.
Güzel huyun icabı ise geçimli olmak ve çevre ile dostluk kurmaktır. Hele dostluk takva, dindarlık ve Allah sevgisi üzerine kurulmuşsa çok değer kazanır. [3]
Bu konuya dair Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmaktadır.
“Mümin, kendisiyle dostluk kurulabilen kişidir. İnsanlarla dost olmayan ve kendisiyle dostluk kurulamayan kişide hayır yoktur.” [4]

Sıfat ve ahlakları birbirine uyan kimseler bir araya gelirler

Tüm insanların ruhları dünya hayatı öncesi ruhlar aleminde bir arada bulunurlar, birbirleriyle ünsiyet ederler.
“Ruhlar toplu halde bulunurlar. Sıfat ve ahlakları birbirine uyan ruhlar, bir araya gelip tanışabilirler. Tanışıp anlaşamayan ruhlar ise, her zaman ihtilafa düşüp bir araya gelemezler.” [5]
Ruhlar kendi alemlerinde bir arada yaşarlar. Sıfat, ahlak ve anlayış karakterleri birbirine benzeyen ruhların bir araya gelerek tanışıp anlaşmaları mümkündür. Fakat sıfat, ahlak ve anlayış karakterleri birbiri­ne uymayan ruhlar, birbirleriyle asla anlaşamazlar. Kendi aleminde böyle olan ruhlar, dünya alemine gelip insan kalıbına girdikten sonra aynı dav­ranış ve hareketleri gösterirler. Yani Ervah aleminde anlaşanlar, insanlar aleminde de anlaşırlar. Ervah aleminde anlaşamayanlar, insanlar aleminde de anlaşamazlar. [6]

Dost seçimi çok önemlidir, zira kişi dostunun dini üzeredir

Dost seçimi önemlidir. Peygamber Efendimiz (asm) arkadaşın insan üzerindeki tesirini ve dini noktada ne kadar etkileyebilecek bir potansiyele sahip olduğunu “Kişi arkadaşının dini üzeredir. Kiminle arkadaşlık yapıyorsunuz ona bakın.” sözleriyle anlatmaktadır.
Peygamber Efendimiz (asm):
“İyi kimselerle arkadaşlık yapan güzel koku satanın yanında bulunan ve o güzel kokudan istifade eden birine benzer.” buyurmakla ne kadar isabetli ve ümmetini irşat edici yol çizmiştir. [7]
Temiz, ahlaklı, imanı kuvvetli bir arkadaşın hareketleri, tipi temiz bir havaya benzer. Hareket ve davranışları kötü olan bir kimsenin böyle bir kişiyle arkadaşlık etmesi, onu tüm kötü hareketlerinden arındırır. Bambaşka bir insan yapar. Oysa kötü ahlaklı bir kimseyle arkadaşlık yapmak, bulaşıcı bir hastalığı olan kimsenin yanında durmak demektir bu da mikrobun kendisine geçip aynı hastalığa yakalanmaktır. [8]
“Temiz, faydalı iyi bir arkadaş, misk satan kimseye, kötü arkadaş da körük sallayan bir demirciye benzer. Misk satan kimseden sana zarar gelmez, bilakis ondan misk satın almak veya koklamak gibilerle ya­rarlanabilirsin. Demirciye gelince, elbiseni yakmak veya kötü bir koku al­ılmak gibi ancak zarar alırsın.” [9]
İbn-i Sina:
“Mektepte çocuk, edebi güzel, alışkanlıkları arzu edilen şekilde olan başka çocuklarla düşüp kalkmalıdır. Zira, bir çocuk diğer bir çocuk için daha çok telkin gücüne sahiptir. Çocuk arkadaşıyla ünsiyet eder, (çok şeyi) ondan kapar” der. [10]

Kişi kalben muhabbet beslediği kişiyi huy itibariyle de taklit eder
Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim…

Bir insan kimi kalben severse tab’an (huy ve tabiat itibariyle), aklen, fikren ona mütemayil (taraftar) olur, onun ahval ve harekatını elinden geldiği kadar taklide çalışır. Binaenaleyh ikisi de aynı durumda bulunmuş sayılır.
Bu sebeple kişi kimlere meyilli olduğuna, kimlere muhabbet beslediğine dikkat etmelidir. Çünkü fazilet ve diyanet sahiplerini sevenler onlarla birlikte olurlar. Edepsizlik ve inançsızlık sahibi kimseleri sevenler ve onlara taraftar olanlar, onlarla haşrolacaklardır. (diriltileceklerdir) [11]


Dost edinilecek kişilerde aranılması gereken vasıflar:

Dostluğun; birbiriyle ünsiyet etmek, birbirine yardım et­mek, sevinç ve kederde birbirine ortak olmak, birbirinin ilim ve amelinden yararlanmak, birbirini güzel işlerde ör­nek almak, birbirine dua etmek ve kıyamet gününde birbi­rine şehadet ve şefaat etmek gibi faydaları vardır. Onun için seçilecek dostta şu beş vasfın bulunması lazımdır:

1-Akıllı olmak,
2- Güzel ahlak sahibi olmak,
3-Fasık olmamak,
4-Bid’atçi olmamak,
5-Menfaatçi, cimri ve haris (hırslı) olmamak. [12]


Dost; akıllı olmalıdır
Arkadaşın akıllı olması lazımdır. Çünkü her şeyin ba­şı akıldır ve o her güzelliğin temelidir. Bu sebeple, ahmak olan insanın ne kendisinde, ne de dostluk ve arkadaşlığın­da hayır yoktur. Onunla kurulacak bir dostluğun ömrü de kısadır. Aklın yolundan ayrılan ahmak dost, fayda vermek isterken zarar da verebilir. [13]

Dost; güzel ahlak sahibi olmalıdır
Arkadaşın, akıl yanında güzel ahlak sahibi olması la­zımdır. Çünkü nice akıl sahipleri vardır ki, şehvet, hiddet, şöhret, haset gibi kötü hislerine mağlup olurlar. Bu ahlak­sız tipler aklı az olan ahmaklardan daha çok sıkıcı ve çekil­mezdirler. [14]

Dost; günahkar kimselerden olmamalıdır
Arkadaşın fasık olmaması lazımdır. Çünkü arkadaşlığın en önemli faydaları ahirete yönelik olanlardır. Fasıkın arkadaşlığıyla bu faydalar tahakkuk etmez. Bu arkadaşlıktan dünyaya ait hakiki faydalar da sağlanmaz. Çünkü kendisini yaratanın haklarını gözetmeyen, iyiliklerine şükretmeyen ve yüce olan hatırını saymayan bir fasık, kendisi gibi olan arka­daşına karşı daha iyi davranmaz. Onun fıskının bulaşması da başka bir sakıncadır. Çünkü insan kötülükleri göre göre onları normal bulur ve giderek onlara heves ve arzu duyar. Bu sebeplerle, Allah-ü Teala fasıklarla arkadaşlık edilmemesini emretmiştir. [15]
O gün zalim kimse, ellerini ısırıp şöyle der:
“Keşke ben Peygamberle beraber bir yol tutsaydım!”
“Vay halime! Ne olurdu ben falancayı dost edinmeseydim!”
“Yemin olsun ki, (o) bana geldikten sonra beni zikirden (Kuran’dan) saptırdı. Şeytan ise insanı (işte o gün, böyle) yardımsız bırakır.” [16]
“Sabah akşam O’nun rızasını (ve cemalini müşahede etmeyi) dileyerek, Rablerine yalvaranlarla beraber nefsini sabırlı tut; dünya hayatının ziynetini arzu edip de gözlerini onlardan (o yalvaranlardan) ayırma ve (isyanları sebebiyle) kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, nefsinin arzusuna uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye itaat etme!” [17]
Hz. Ali (ra) şöyle demiştir:
“Fasık kimseye arkadaş olma. Aksi takdirde ondan günahkarlık öğrenirsin.” [18]


Dost; bid’alara taraftar kimselerden olmamalıdır
Dost ve arkadaşın bid’atçi –bid’aları kabul eden ve yaşayan- olmaması lazımdır. Çünkü böyle bir kimsenin arkadaşlığıyla onun bid’aları bulaşır. Bid’aların bulaşması küfür ve günahların bulaşmasından daha kolaydır. Çünkü bütün Müminler küfür ve günahların yanlış olduğunu bilirler, fakat onların çoğu bid’aların yan­lış olduğunu bilmezler. Bunun sebebi ise, bid’acıların da Müslüman görünmeleri ve delil olarak Kur’ân ve hadisler­den bahsetmeleridir. Bunların Kuran ve hadislerden çıkardıkları manaların yanlış olduğunu ancak alimler bilirler. Bu konuda yeterli bilgisi olamayan kişiler ise arkadaşının yanlışlarını ayırt edemediği gibi aynı zamanda doğru kabul etmeye başlar. [19]


Dost; dünya hırsından uzak olmalıdır
Arkadaşın dünyaya karşı hırs ve tamah sahibi olmaması da lazımdır. Çünkü dünya hırsıyla başı dönmüş bir kimse, kendi kişisel çıkarından başka bir şey düşünmez ve arkadaşlık hakkını rahatlıkla buna feda eder. [20]


Dost; arkadaşının nefsini kendi nefsine tercih edendir
Kişi kendi malını ve menfaatlerini koruduğu gibi, Mümin kardeşini de aynen koruyup gözetmelidir. Bu anlayışla çalışıldığı takdirde, Müslümanlar tek vücut halinde parçalanmaz bir kuvvet olurlar ve hiç bir kuvvete de yenilmezler.
Alkame El-Utaridi (ra), ölüm döşeğinde oğluna şu vasiyeti yapmıştır:
“Yavrum! Dost edinme ihtiyacı duyarsan, o kim­seyi dost edin ki, ona hizmet ettiğin zaman emeğin boşuna gitmez.
Onunla birlikte olduğun zaman senin itibarını dü­şürmez.
Bir sıkıntıya düştüğün zaman seni yalnız bırak­maz.
Bir hayır yapmak istediğin zaman seninle birlikte o da bunu yapar; senin iyiliklerini söyler, ayıp ve kusurlarını ör­ter.
“Ondan bir şey istediğin zaman bunu sana verir; isteme­diğin zaman da halinden anlar; seni yalancı çıkarmaz; seni kendi nefsine tercih eder.” [21]


Dost; dostun aynası olmalıdır
Bir kimse her konuda dostlarından etkilenebileceği gibi, dostlarının da onu örnek alacağını unutmamalıdır. Bu sebeple bir Müslüman her zaman hakka, doğruya yönlendirici olmalıdır.
Dostlar birbirlerinde gördükleri kusurları uygun bir dille söylemelidir ki dostluk ahiret dostluğu halini alsın ve Allah-ü Teala’nın da rızasının kazanıldığı bir dostluk olsun.
“Kim bir hidayete çağırırsa, kendisine uyanların ecri kadar, onların ecrinden hiçbir şey eksilmeksizin ecir alır. Kim de bir dalâle­te davet ederse, dalâlete gidenlerin günahı gibi, onların günahlarından hiç eksilmeksizin günah alır.” [22]
Hz. Aişe’den (ra) rivayet edilmiştir:
“Peygamber’e (asm) bir kim­seden (hoşa gitmeyen) bir söz erişecek olursa (onun ismini anmış olma­mak için):
“Falan (isimli) kişiye ne oluyor da böyle diyor?” demezdi de; “bu insanlara ne oluyor da böyle böyle konuşuyorlar?” derdi. [23]
“Siz Müminler birbirinizin aynası durumundasınız. Eğer birbirinizde düzeltilmesi gereken bir hata bir yara görürseniz hemen onu giderin.” [24]


Dost ilminden istifade edilendir
İlim ehli doğru ve yanlışı ayırt eder. Böyle kişiler, öğrendiği ilmi hakikatleri anlatma ve hayatına geçirme çabası içindedir. Bu sebeple ilimle meşgul olan dosttan her zaman hayır yönünde istifade edilebilir.
“Ancak iki çeşit insana ar­kadaş ol. Bunlardan birincisi ilminden yararlandığın kim­sedir, ikincisi de senin ilminden yararlanan kimsedir.”
Lokman (as) oğluna şunu vasiyet etmiştir:
“Yavrum! Alim­ler ve bilenlerle oturup kalk. Çünkü toprak su ile dirildiği gibi, kalp de ilim ve hikmetle dirilir.” [25]


Dost; kişiye hem dünya hem ahirette faydalı olandır
“İnsanlar ağaçlar gibidir. Bir kısım ağaçların gölgesi var, meyvesi yoktur. Bu ağaçlar, dün­ya için faydalı olup ahiret için faydalı olmayan insanların mi­salidir. Çünkü dünya geçici bir gölge, ahiret ise gaye ve mey­vedir.
Bir kısım ağaçların meyvesi var, gölgesi yoktur. Bu ağaçlar, ahiret için faydalı olup dünya için faydalı olmayan insanların misalidir.
Bir kısım ağaçların hem gölgesi, hem de meyvesi vardır. Bunlar, hem dünya, hem de ahiret için fayda­lı olan insanların misalidir. Diken gibi yırtıcı çalıların ise ne gölgesi, ne de meyvesi vardır. Bunlar da ne dünya, ne de ahi­ret için faydaları olmayan, aksine kendilerine yaklaşanları iki alemde de zarara sokan kimselerin misalidir.” [26]
“Gö­rünüşü size Allah-ü Teala’yı hatırlatan, konuşması amelinizi arttıran, davranışı ahiret rağbetinizi çoğaltan kimselerle oturup kalkın.” [27]


Beş çeşit kimseyle dostluk kurulmaz:
Cafer Es-Sadık (ra) şöyle demiştir:
“Beş kişiy­le arkadaşlık etme:
Bunlardan birincisi; yalancı kimsedir. Çünkü yalancı kimse, seni aldatır ve gerçekleri yanlış anla­mana sebep olur.
İkincisi; ahmak kimsedir. Çünkü ahmak kimse, fayda vermek isterken sana zarar verir.
Üçüncüsü; cimri kimsedir. Çünkü cimri kimse, kendisine muhtaç ol­duğun zaman seni terk eder.
Dördüncüsü; korkak kimse­dir. Çünkü korkak kimse, bir tehlike gördüğü zaman seni bırakıp kaçar.
Beşincisi; fasık kimsedir. Çünkü fasık kimse, nefsi isteyince sana kötülük etmekten sakınmaz.” [2

Kaynakça:
[1] Ömer Nasuhi Bilmen Külliyatı
[2] Müslim, Tirmizi; Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi / Müslüman
[3] M. Esad Coşan / İdeal Yol Dergisi
[4] İmam Ahmed B. Hanbel; El-Fethu’r-Rabbani Tertibi / İman
[5] İmam Suyuti; Camiu’s Sağir Ve Tercemesi / Üstün Ahlak
[6] İmam Suyuti, Camiu’s Sağir Ve Tercemesi
[7] Hüsrev Yarengümeli / İrfan Mektebi
[8] İmam Suyuti / Camiu’s-Sağir Ve Tercümesi İzahlı 2000 Hadis
[9]İmam Suyuti; Camiu’s Sağir Ve Tercemesi / Üstün Ahlak
[10] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi
[11]Ömer Nasuhi Bilmen
[12] İmam Gazali / İhya-i Ulumi’d-Din
[13] İmam Gazali / İhya-i Ulumi’d-Din
[14] İmam Gazali / İhya-i Ulumi’d-Din
[15]İmam Gazali / İhya-i Ulumi’d-Din
[16] Furkan, 27-29
[17] Kehf, 28
[18] İmam Gazali / İhya-i Ulumi’d-Din
[19] İmam Gazali / İhya-i Ulumi’d-Din
[20] İmam Gazali / İhya-i Ulumi’d-Din
[21] İmam Gazali / İhya-i Ulumi’d-Din
[22] Buhari, Müslim; Cem’u’l-Fevaid / Adab
[23] Ebu Davud; Sünen-i Ebu Davud / Edeb
[24] Müslim, Buhari; Sünen-i Tirmizi / İyilik
[25] İmam Gazali / İhya-i Ulumi’d-Din
[26] İmam Gazali / İhya-i Ulumi’d-Din
[27] İmam Gazali / İhya-i Ulumi’d-Din
[28] İmam Gazali / İhya-i Ulumi’d-Din
 

pendüender

Well-known member
Bir müʼmin için Hak dostları ve sâlihlerle beraber ve hemhâl olabilmek, tâlihlerin en büyüklerindendir.

Hak dostlarını ve mâneviyat ehlini tanıyıp onların yakınlığına nâil olmak ve yine onların huzurlarında

ve

çevrelerinde bulunup onların hâl ve davranışlarındaki feyiz ve rûhâniyetten istifâde etmek, Cenâb-ı Hakkʼın büyük

bir lûtfudur, şükrü gerektiren müstesnâ bir nîmetidir.

 

pendüender

Well-known member
Sâlih ve sâdık müʼminlerle beraberlik, nefsi terbiyede -radyasyon gibi- müşâhedesi imkânsız, fakat neticesi mutlak bir müessirdir.

Âlimlerden Câfer bin Süleyman -rahmetullâhi aleyh-, sâlih insanlarla beraberliğin kendisine kazandırdığı gönül feyzini şöyle anlatır:

“Kalbimde bir katılık hissettiğim zaman kalkar, hemen (tâbiînin büyük âlim ve âriflerinden olan) Muhammed bin Vasî’nin yanına gider, meclisine katılır, yüzüne bakardım. Böylece kalbimdeki katılık gider, içime ibâdet neşesi gelir, tembellik üzerimden kalkar ve bir hata boyunca bu neşe ile ibâdet ederdim.”


Bunun içindir ki müʼmin; âlim, ârif, sâlih ve sâdık kullarla beraberliğe büyük bir ehemmiyet vermeli ve bunun, mânevî varlığının en müstesnâ gıdâlarından biri olduğunu bilmelidir. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun!..” (et-Tevbe, 119)
Dikkat edilecek olursa Cenâb-ı Hak, bu âyet-i kerîmede kullarına; “Sâdık olun!” buyurmamış, takvânın muhâfazası için; “sâdıklarla beraber olmayı” emretmiştir. Çünkü sâdık olma yolunda atılacak ilk adım, sâdıklara muhabbetle yönelip onlarla beraber olmaktır. Sâdık olmak ise, bu durumun en tabiî bir neticesidir.

Nitekim İslâm semâsının yıldızları olan ashâb-ı kirâmın pek çoğu, câhiliye döneminde fıtrata ters, yarı vahşî bir hayat yaşıyordu. Fakat İslâmʼla şereflendikten sonra Allah Rasûlü r ile engin bir muhabbet iklîminde yaşadıkları beraberlik neticesinde nebevî ahlâkın kendilerine aksetmesiyle, dünyanın en fazîletli insanları hâline geldiler.

Onların bu beraberlikte sergiledikleri muhabbet, samîmiyet, gayret ve fedâkârlık da dillere destandır. Çünkü onlar, Allah Rasûlüʼyle beraber olabilmek uğruna hazarda ve seferde hiçbir bedeli ödemekten çekinmediler.

Nitekim Uhud Harbiʼnde Muhâcir ve Ensar’dan bâzı sahâbîler canlarından çok sevdikleri Allah Rasûlü Efendimizʼin etrafını sardılar; O’nun önünde şehîd olmak üzere Allâh’a söz verdiler ve:
“–Yüzüm yüzünün önünde siper, vücûdum Sen’in vücûduna fedâdır! Allâh’ın selâmı her dâim Sen’in üzerine olsun! Hiçbir zaman yanından ayrılmayız yâ Rasûlâllah!” diyerek sonuna kadar savaştılar. (İbn-i Sa’d, II, 46; Vâkıdî, I, 240)

Zâtü’r-Rikâ seferinde ise sahâbe altı kişi nöbetleşe bir deveye biniyor, yürümekten ayakları delinip tırnakları düşüyordu. Yara bere içinde kalan ayaklarını bez parçalarıyla sarıp Allah Rasûlüʼnün peşinden gidiyorlardı. (Bkz. Buhârî, Meğâzî, 31)
Yine hanım sahâbîler de, Rasûlullah r’i görmekte geciken ve uzun zaman Oʼnunla görüşemeyen evlâtlarını ciddî bir şekilde îkâz ediyor, bu husustaki ihmâle aslâ tâviz göstermiyorlardı.

Velhâsıl kalbin mâsivâdan muhâfaza edilmesi ve dâimâ hayırlı telkinlere muhâtap kılınması için rûhâniyetlerinden istifâde edilebilecek peygamber vârisi âlim ve âriflerle, sâlih ve sâdıklarla ünsiyet zarûrîdir. Bu hâl, insanın belli aralıklarla âdeta mânen şarj olup tekrar enerji kazanması gibidir. Gayret ehli müʼminleri görüp aşk ve şevke gelmek, fazîlet sahibi zâtların hâllerinden ibret alarak gaflet uykusun*dan uyanmak, hakîkaten büyük bir ihtiyaçtır. Bu sebepledir ki mânevî terbiye yolu olan tasavvufta da, sâlihlerle beraberliğin asgarî ölçüsü olmak üzere belli aralıklarla bir araya gelmek demek olan “sohbet”lere iştirâk, son derece mühim bir kâidedir.Osman Nuri TOPBAŞ
 
Son düzenleme:

pendüender

Well-known member
Şeyh Ubeydullâh Ahrâr -kuddise sirruh-, bu hususta yârânına şöyle nasîhat eder:

"-Ağyâr ve bîgânelerle sohbet etmek, kalbe fütûr, rûha dağınıklık ve gönle perişanlık verir. Nitekim Bâyezîd-i Bistâmî, bir gün içinde böyle bir perişanlık duydu. Bir türlü kendisini toplayamadı; meclisindekilere:

"-Hele bir bakın meclisimde yabancı biri var mı?" dedi.

Araştırdılar kimseyi bulamadılar. Fakat Bâyezid-i Bistâmî ısrâr etti:

"-Hele iyi araştırın. Asâların olduğu yere de bakın. Eğer öyle olmasaydı, içimde bu perişanlık olmazdı." dedi. Tekrar araştırdılar ve bir gâfilin asâsını buldular. O asâyı dışarı attılar; Bayezid-i Bistâmî'nin gönül huzûru da yerine geldi.

Yine bir gün Hâce Ubeydullâh Ahrâr Hazretleri, huzûruna gelen yakınlarından birine:

"-Senden yabancılık kokusu geliyor." dedi ve ilâve etti:

"-Gâlibâ sen, yabancı birinin elbisesini giymişsin."

O kimse hayretle:

"-Evet öyle." dedi ve o elbiseyi değiştirip tekrar geldi.

Bunun zıddı bir misâl de Yusuf -aleyhisselâm- ile babası Yâkûb -aleyhisselâm- arasında vâkî olmuştur. Hazret-i Yâkûb, oğlu Yûsuf'ta kendi husûsiyetlerini görünce, ona diğer çocuklarından daha fazla meyletti. Bu muhabbette öyle aynîleşme oldu ki, daha sonra Yûsuf'un gömleği Mısır'dan kendisine getirilirken o Ken'an ilinde olduğu hâlde gömleğin kokusunu almaya başladı. Halbuki ondan başka hiç kimse o kokudaki sırrı hissetmemekteydi.

Mânevî hâllerin eşyâya bile sirâyet etmesi karşısında, eşyâdan daha hassas olduğunda şüphe bulunmayan insan kalbini, ne denli titizlikle muhâfaza etmek gerektiği ortadadır.
 

pendüender

Well-known member
"Halkın amel ve ahlâkından cansız varlıklar bile in'ikâs alır. Bu itibarla türlü çirkinliklerin irtikâb edildiği bir yerdeki ibâdetle, amel-i sâlih ve hayırlara mekân olmuş bir yerdeki ibâdet, kıymetçe birbirinden çok farklıdır. Bunun içindir ki, Kâbe hareminde kılınan bir namaz, sâir yerlerde kılınanlardan misillerce üstündür."

Bu hâlin zıddı olarak Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Arafat'la Müzdelife arasındaki Vâdi-i Muhassır mevkiinden hızlı olarak geçmişlerdir. Bu tavır karşısında ashâb merâkla:

"-Yâ Rasûlallâh! Ne hâl oldu ki burada süratlendiniz?" diye sorunca Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"-Cenâb-ı Hak, bu mekânda zâlim Ebrehe ordusunu kahretti." buyurmuşlardır.

Yine binbir meşakkat dolu Tebük Seferi'nden dönüşte ashâb-ı kirâm, gölgelenmek ve su temin edebilmek için Semûd Kavmi'nin taşları oyarak yapmış olduğu köşklere girdiler. Bunun üzerine -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Bu mekânda Cenâb-ı Hak Semûd Kavmi'ni helâk etti. O kahırdan bir hisse gelmemesi için buralardan su almayınız." buyurdu.

Ashâb:

"-Yâ Rasûlallâh! Kırbalarımıza su doldurduk ve bu sudan hamur yaptık." deyince Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

"-Suları boşaltın ve hamurları dökün!" emrini vermiştir.

Bu ve benzeri hâdiseler, hâllerin cemâdâta (cansız varlıklara) dahî sirâyet ve in'ikâsını gösteren tipik birer misâldir.
 

pendüender

Well-known member
Kâmil bir mü'min olabilmek için, sâdık ve sâlihlerle ünsiyet hâlinde bulunmak, yâni onları sevmek ve onlara yakın bulunmaya çalışmak, bu temâyülün kuvvetlenip arzu edilen netîceyi hâsıl etmesi için şarttır.

Nitekim Bâyezîd-i Bistâmî'ye mürâcaat eden bir derviş:

"-Beni Allâh'a yaklaştıracak bir amel tavsıye et." deyince Bâyezîd -kuddise sirruh-, ona şu nasîhatte bulunmuştur:

"-Allâh'ın velî kullarını sev! Sev ki onlar da seni sevsinler. Onların gönlüne girmeye çalış! Çünkü Allâh, o âriflerin kalblerine her gün 360 defâ nazar eder. Onlardan birinin kalbinde senin adını görürse, seni bağışlar!..."
 

pendüender

Well-known member
Yâ Rabbî!

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile ashâb-ı kirâm arasındaki sohbetlerden

kalblerimize bir hâl in'ikâs etmesini nasîb eyle!

Bizleri sâlihler cemaatiyle birlikte haşreyle!

Âmin!..
 

garp

Active member
Hazreti Ali Efendimiz günün birinde;

-“Allah’ım beni Sen’den başkasına muhtaç etme” şeklinde dua etmişti. Sevgili Peygamberimiz:
-“Ya Ali sen ölmek mi istiyorsun?” diyerek müdahalede bulunur. Sonra da;

-“İnsanlar birbirlerine muhtaç yaratılmıştır. Allah’ım beni namerde muhtaç etme şeklinde dua etmen daha doğrudur” diye nasihatte bulunmuştur. Demek ki insanoğlu mutlaka diğer insanlarla birlikte yaşayacak ancak birlikte yaşayacağı, özel manada arkadaşlık yapabileceği kişileri iyi seçmek zorundadır.

İnsanların ilişkilerini sınıflandırmak istersek, üç grupta toplayabiliriz. Bunlar; insan-i ilişkiler, iman-i ilişkiler, ihvan-i ilişkilerdir. Konumuzu biraz açacak olursak.

İnsan-i ilişkiler; insanların hayatiyetini sürdürmek için dünya işlerinde, yapmak zorunda oldukları işleri vardır. Bunlar maddi varlıklarını sürdürmek için oluşan; ticari ilişkiler, komşuluk ilişkileri, devletler ve milletler arası ilişkilerdir. İnsan olan ve konusunun uzmanı olan her dil, ırk ve dinden kişiler bu ilişki kapsamındadır.

İman-i ilişkiler; sosyal yaşantının özele dönüşmeye başladığı, ilişkilerin daha mahreme doğru yol aldığı kısımdaki ilişkilerdir. Buradaki ilişkiler, dinin esasları üzerine bina edilir ve başka dinden olanların bu ilişkide yeri yoktur. Ancak başka dinden olanlara kendi dininin öğretilerini (emir ve yasaklarını) sunmak için tebliğ, irşad ve nasihat bağlamında oluşacak ilişkilere müsaade vardır.

İhvan-i ilişkiler; ihvan sözlük manası itibariyle, kardeş demektir.
Arkadaşlığın zirve hâli; birbirinde yok olma noktasıdır. Arkadaşının çıkarını kendi çıkarından üstün gördüğü hâldir.
İnandıkları-inanmadıkları, sevdikleri-sevmedikleri, özelde sırların dahil her şeyin rahatlıkla paylaşılabildiği noktadır burası…

İnsanın yaşamı süresince hayatın çilesini, keder ve neşesini birlikte paylaştıkları oranda güçlendiği bu ilişki, sağlam temeller üzerine oturduğu takdirde, bu dostluğun uzantısı ahiret yurdunda bile devam edecektir.
Sahabe efendilerimizden biri, ölünce peygamberimizden ayrı düşeceği aklına geldiği zaman çok ağlıyordu. Onu teskin etmek için yüce Peygamberimiz; “kişi sevdiği ile beraberdir” buyurmakla, birbirini sevenlerin öldükten sonra da ahiret yurdunda birlikte olacaklarının haberini vermiştir.

Dostluklar madem ki daimi kalacak o zaman dostumuzu gayet güzel bir şekilde seçmemiz gerekmektedir. Dostluktaki sevgi sıradanlıktan çıkmakta, birbirinin hali, birbirini etkilemektedir. Dostlar farkında olsun yada olmasın; huyları, davranışları, zevkleri, tercihleri ve inançları birbirlerine benzemeye başlamaktadır.

Sadi Şirazi Hazretleri dostların birbirlerini etkileme hâlini Gülistan’ında şöyle izah eder;

“Bir gün hamama gittim, temizlenmek için bir miktar kil aldım. Baktım ki o kil diğerlerinden farklı olarak mis gibi gül kokuyordu. Kile lisan-ı hâl ile sordum; “Ey kil nedir bu halin?”. Kil cevap verdi: ’Ben bir gül ağacına arkadaşlık ettim. Koku bana ondan geçti. Yoksa ben sade bir toprağım, koku onun kokusudur’ dedi”
Alemlere Rahmet Hazreti Muhammed (sav) Efendimizin sözü ile yazımızı bitirelim ki Onun şefaatinden ve dostluğundan pay sahibi olalım:

“Kişi arkadaşının dini üzeredir. O halde herkes kiminle arkadaşlık yaptığına baksın.” (Ebu Davud, Tirmizi).



alıntı
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Dünyevi dostluk ve arkadaşlıklar,
insanların ebedi hayatına mal olabilecek kadar ehemmiyet kesbetmiştir.Ahirette, Kişi sevdiğiyle beraber olduğu gibi, aynı zamanda dostunun dini üzeredir. Zira Tirmizî'nin bir rivayetinde Hz.Peygamber(s.a.v): "Kişi dostunun dini üzeredir. Kişi sevdiğiyle beraberdir. Öyle ise her biriniz dost edindiği kimselere dikkat etsin!" emri ile kesin bir üslubla bu mes’eleye temas ederler.


Aynı manayı takviye eden bu hadis ise hâlihazır insanlığın sahip olduğu manevi hastalığını ifşa etmesi hasebiyle gayet manidardır. Hz.EbuZerr(r.a) anlatıyor: “Ey Allah'ın Resulü! Kişi, bir kavmi sever, fakat onların amelini işlemezse, sonu ne olacak?” dedim. Efendimiz de(s.a.v); "Ey Ebu Zerr..! Sen sevdiğinle berabersin!" buyurdu.

Sahabeden Hz.Enesb.Malik(r.a) rivayet ediyor: Cennet ehli Cennet'e girip ayrılmış yerlerine (köşklerine) oturduklarında, (dünyadaki samimi) din kardeşlerini özlediklerinden dolayı birbirlerini görmek ister. Bu düşünce esnasında birinin serîri(koltuk) diğerinin serîrine, diğerinin serîri öbürünün yanına (anında) gider.

Onlar buluşunca her ikisi de köşklerine yaslanarak, sohbete ve dünyada aralarında olan şeyleri karşılıklı konuşmaya başlarlar. Birisi şöyle der: "Ey Kardeşim! Hatırlar mısın biz dünyada falan mecliste sohbet yerinde veya camide hâlisane Allah'a dua etmiştik (Kur'ân okumuştuk, sohbet dinlemiştik), işte Allah da bizi (orada) bağışladı."

Bir insan için âileden sonra, her gün düşüp kalktığı arkadaşlar zümresi, onu saran içtimâî muhitlerin ikinci halkasını teşkil eder. Bu muhit, insanın bir kısım alışkanlıklar kazanmasında âile muhitinden daha da müessir olabilmektedir.

İbnuSinâ: "Mektepte çocuk, edebi güzel, alışkanlıkları arzu edilen şekilde olan başka çocuklarla düşüp kalkmalıdır. Zira bir çocuk diğer bir çocuk için daha çok telkin gücüne sahiptir. Çocuk arkadaşıyla ünsiyet eder, (çok şeyi) ondan kapar" der.

Şu halde arkadaşlar zümresinin iyi veya kötü oluşunun, çocukta kesin bir hüküm icra edeceği yeni ve eski bütün terbiyecilerce kabul edilmektedir.

Arkadaş mes’elesineKur'ân-ı Kerîm: "Mü'minler, mü'minlerden ayrılıp kâfirleri dost edinmesin. Bunu her kim yaparsa Allah'la ilişiği kesilmiş olur."âyetiyle dikkatlerimizi çekmektedir. (Âl-i İmrân 28)

Hz.Peygamber'den(s.a.v) gelen bir rivayette de: "Sâdece mü'minle arkadaşlık et.” denmektedir.
Sahih senedle geldiği tasrih edilen bir rivayette de sırf dünyevî maksada yönelen mâlâyânîlehviyatın girdiği meclislerden, arkadaş ortamlarından sakınmak emredilmektedir.

Sık sık beraber olunan arkadaşın ehemmiyetini zihinlerde tesbit için bir de teşbihe yer verilir. Resulullah(s.a.v) iyi arkadaşı misk(güzel koku) satıcısına benzetir. Çünkü ondan dünyevî veya uhrevî bir faide, bir nur bulaşacaktır. Efendimiz(s.a.v), böyleleriyle arkadaşlığa teşvik ettiği gibi uzaktan yakından dünyevî veya uhrevî bir zarar dokunacak kimselerle de arkadaşlık etmemeyi emretmiş olmaktadır.

Zikredilen bu hadiste Resulullah(a.s.v) şöyle buyurdular: "İyi arkadaşla kötü arkadaşın misali, misk taşıyanla körük çeken insanlar gibidir. Misk sahibi ya sana kokusundan verir veya sen ondan satın alırsın. Körük çekene gelince ya evini, ya da elbiseni yakar yahut da sen onun pis kokusunu alırsın."

Ne sünnette ne de müteakip terbiyecilerde çocuğun akran ve arkadaşlardan tecrid edilmesi diye bir tavsiyeye rastlanmaz.

Aksine arkadaşlık ve kardeşliği teşvik etmişler, uzlete ve köşeye çekilmeyi kerih görmüşlerdir.
Çocuk behemahal arkadaşlarıyla bir araya gelecek, onlarla oynayacak, çocukluğunu yaşayacaktır. Sünnette bunun misalleri çokça mevcuttur.

Çocuğun yalnız ve hatta sadece kardeşleriyle düşüp kalkması, onun bir kısım içtimâî his ve melekelerinin nâkıs kalmasına sebep olacaktır. Günümüz terbiyecileri, çocuğun ruh sağlığının korunması ve hattâ ruhî bozukluklara mâruz olanları tedâvi için, çocuğu kaynaşabileceği akranlar grubu içerisinde koymaya büyük ehemmiyet vermektedirler.

Bir hadislerinde Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurdular: “Allah rızası için bolca dost edinin. Rabbiniz diridir ve kerem sahibidir. Kıyamet gününde kuluna, arkadaşlarının yanında azap etmez.”
Başka bir hadislerinde ise Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurdular: “İnsanlarla çokça tanışın, çünkü kıyamette her tanışılan kişinin şefaati vardır.”

Arkadaş meselesinde nazara alınması gereken bir husus, yaşıtlarına dikkat etmek ise de diğer bir husus cinsiyete dikkat etmektir.

Bir çocuğun uzun müddet karşı cinsten olanlarla düşüp kalkması, onun, o cinse ait davranışları kazanmasına yol açmaktadır.

Resâiluİhvânu's-Safâ'da; câri âdetlere uzun müddet uymakla ahlâkta onlara benzerlik hâsıl olup, kuvvet bulacağı ifade edildikten sonra: "Şecâatli (...) ve sâlih kimselerin yanında yetişen çocukların çoğu onların ahlâkını aynen kaptığı gibi, kadın ve muhannislerin yanında yetişen çocuklar da aynen onlar gibi olurlar" denmektedir.

Dostluk ve arkadaşlığı tercih edilen bir insanın, sahip olması gereken bazı hasletler vardır. İstikametli bir arkadaşlığın ön şartı olan bu hasletler ise şunlardır; “Akıllı olmak, güzel ahlâklı olmak, fasık olmamak, bid’atçı olmamak ve dünyaya fazla düşkün olmamak.”

İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) anlatıyor: İki dost müminden birisi vefat edip cennetle müjdelenir. Nice sonra hayatta olan kişi, vefat eden dostunu hatırlayarak, "Ey Allah'ım! Şüphesiz filanca benim dostumdur. Bana, Sana ve Resûlüne itaati, hayrı emreder, kötülükten men eder, benim hiç şüphesiz Sana kavuşacağımı haber verirdi. Ey Allah'ım! Benden sonra onu sapıklığa düşürme ki, bana gösterdiğin nimeti ona da gösteresin. Benden hoşnut olduğun gibi ondan da hoşnut olasın" der.

Sonra diğeri de ölür ve ruhları bir araya gelir de, "Her biriniz kardeşi hakkında söyleyeceğini söylesin" denir. Her ikisi de birbirinden razı olduğunu haber verince Cenab-ı Hak ikisi için: "Ne güzel kardeş, ne güzel arkadaş, ne güzel dost" buyurur.

Bu sefer de iki dost inkârcı insandan biri öldüğü zaman ve yerinin ateş olduğu haber verildiğinde ise dünyadaki dostunu hatırlayarak, "Ey Allah'ım! Benim dostum olan falanca bana, Sana ve Resûlüne isyanı, kötülüğü emreder, hayırdan men eder, Sana kavuşmayacağımı bana söylerdi. Ey Allah'ım! Benden sonra onu hidayete erdirme ki, bana gösterdiğin cezanın bir mislini de ona gösteresin" der.

Cenab-ı Hak da onlardan her biri için, "Ne kötü kardeş, ne kötü arkadaş, ne kötü dost" buyurur. Bunun üzerine onlar birbirine lânet etmeye başlarlar.

Hz.Alinin(r.a) mevzu hakkındaki şu veciz sözleri ne kadar da manidardır:
Görüşü kabul gören ama ameli hoş görülmeyen kimseyle arkadaşlık etmekten sakın. Şüphesiz arkadaş, arkadaşıyla itibar görür.

Fasık, facir ve Allah'a karşı açıkça günah işleyen kimselerle arkadaşlıktan sakın. Şüphesiz kötülük kötülüğe katılır.

Takva sahibi ve dindar kardeşinle arkadaş ol ki güvende olasın. Ondan doğru yola kılavuzluk dile ki ganimete eresin.

Seni gafil ve haris kılan kimseyle arkadaşlıktan sakın. Şüphesiz böyle bir kimse seni yardımsız bırakır ve helak eder.

Eğer selamette olmayı seviyorsan, cahillerle arkadaşlıktan sakın. Zira cahillerle arkadaşlık aklın yokluğundandır.

Hikmet sahibi kimselerle arkadaşlık et, hilim sahibi(yumuşak huylu) kimselerle otur ve dünyadan yüz çevir ki yüce cennette sükûnet edesin.

Ahmakla birlikte olunca, kötü kimseyle muaşeret ettiğinde ve zalimle bir muamelede bulunduğunda ihtiyatlı ol. Aynı zamanda Ahmak kimseyle arkadaşlık, ruhun azabıdır.

Dünya ehliyle oturmak insana imanı unutturur ve şeytana itaate sürükler. Aynı zamanda dünya ehliyle arkadaşlıkta etme. Zira eğer mal açısından azalırsan seni önemsemezler ve eğer mal açısından çoğalırsan sana haset ederler.alinti
 

pendüender

Well-known member
Bir kimsenin sevdiğiyle beraber olması demek;

onunla sözde, özde ve davranışta aynı duyuş, düşünüş, hissediş ve yaşayış hâlinde olması,

yâni “sevdiğini” gösterecek aynîlikler ve beraberliklerin mevcut bulunması demektir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Müslümanın en büyük üç düşmanı vardır: Şeytan, nefis ve kötü arkadaş. Kötü arkadaş, şeytandan ve nefisten daha zararlıdır. Bir hadis-i şerif meali:
(Kişinin dini, arkadaşının dini gibidir. Kiminle dostluk ettiğinize dikkat edin!) [Hâkim]

Şeytan ve nefsimiz, kötü arkadaş vasıtasıyla bizi felaketlere sürükler. Kötü arkadaştan, yılandan, aslandan kaçar gibi kaçmak lazımdır. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Gözleri üstümde olan, beni hep gözetleyen, iyiliğimi görünce örtbas eden, bir kötülüğümü gördüğünde ise, bunu etrafa yayan kötü dosttan sana sığınırım ya Rabbi!) [İ. Neccar]

(Kötü arkadaş, demirci körüğü gibidir. Üflenince, ateş kıvılcımları seni yakmazsa da, kokusu seni rahatsız eder.) [Buhari]


İyi arkadaş kimdir? Birkaç hadis-i şerif meali:
(En iyi arkadaş, Allah’ı andığında yardım eden, unuttuğunda sana hatırlatandır.) [Hâkim]

(En iyi arkadaş, sözleri ilminizi artıran, ameli de ahireti hatırlatandır.) [Hâkim]

(İyi arkadaş, güzel koku satan gibidir. Sana koku sürmese de, yanında bulunduğun müddetçe güzel kokusundan faydalanırsın.) [Müslim]
 
Üst