Lahika Analizi 39: Kastamonu Lahikasi 21.Mektup

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi


Bismillahirrahmanirrahim.

Esselamün aleyküm ve rahmetullahi ve berakatühü ebeden daimen.


Bu haftaki Lahika Analizi dersimize Kastamonu Lahikasi 21.Mektup,dan devam ediyoruz insallah. Anladiklarinizi paylasarak katilimlarinizi bekliyoruz kardesler.



[BILGI]Ahirzamandan haber veren mühim bir hadis

لاَتَزاَلُ طَاۤئِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ حَتّٰى يَاْتِىَ اللهُ بِاَمْرِهِ
[SUP]1[/SUP]

Ramazan-ı Şerifte onuncu günün ikinci saatinde birden bu hadis-i şerif hatırıma geldi. Belki, Risale-i Nur şakirtlerinin taifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi.

[SUP]2[/SUP]لاَتَزَالُ طَاۤئِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى —şedde sayılır, tenvin sayılmaz—fıkrasının makam-ı cifrîsi bin beş yüz kırk iki (1542) ederek nihayet devamına ima eder.

لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ
[SUP]3[/SUP]

[SUP]4[/SUP]ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ —şedde sayılır—fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi 1506 edip, bu tarihe kadar zahir ve âşikârâne, belki galibane, sonra tâ ‘kırk iki (42)’ye kadar gizli ve mağlûbiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın ima eder.

لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ
[SUP]5[/SUP]وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللهِ


[SUP]6[/SUP]حَتّٰى يَاْتِىَ اللهُ بِاَمْرِهِ —şedde sayılır—fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi 1545 olup kâfirin başında kıyâmet kopmasına ima eder. لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ

Câ-yı dikkat ve hayrettir ki, üç fıkra bil’ittifak bin beş yüz tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına mânidar, mâkul ve hikmetli bir surette bin beş yüz altı (1506)’dan tâ ‘42’ye, tâ ‘45’e kadar üç inkılâb-ı azîmin ayrı ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır.

Bu imalar gerçi yalnız bir tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil; fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat’î tarzda kimse bilmez; fakat, böyle îmalarla bir nevî kanaat, bir galip ihtimal gelebilir. Fatiha’da [SUP]7[/SUP] صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ ashabının tâife-i kübrâsını târif eden

[SUP]8[/SUP]اَلَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ fıkrası, şeddesiz bin beş yüz altı (1506) veya yedi (7) ederek, tam tamına [SUP]9[/SUP] ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ fıkrasının makamına tevafuku ve mânâsına tetabuku ve şedde sayılsa [SUP]10[/SUP] لاَتَزَالُ طَاۤئِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى fıkrasına üç mânidar farkla tam muvafakatı ve mânen mutabakatı, bu hadisin imasını teyid edip remiz derecesine çıkarıyor. Ve müteaddit âyât-ı Kur’âniyede صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ kelimesi, bir mânâ-yı remziyle Risaletü’n-Nur’a mânâca ve cifirce ima etmesi remze yakın bir ima ile, Risaletü’n-Nur şakirtlerinin taifesi, âhirzamanda o taife-i kübrâ-i âzamın âhirlerinde bir hizb-i makbul olacağını işâret eder diye def’aten birden ihtar edildi.

[SUP]12[/SUP]لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ
[SUP]11[/SUP]وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللهِ


• • •Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :

[SUP]1[/SUP] : “Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar (yani kıyâmetin kopmasına kadar) hak üzerinde galip olacaktır.” Bu hadis-i şerif, hadis kaynaklarında bu lafızlarla rivayet edildiği gibi, aynı mânâyı ifade eden farklı lâfızlarla da rivayet edilmiştir. Buhari, İ’tisam: 10; Müslim, İman: 247, İmâre: 170, 173, 174; Ebû Dâvud, Fiten: 1; Tirmizî, Fiten: 27, 51; İbni Mâce, Mukaddime: 1, Fiten: 9; Müsned, 5:34,269, 278, 279; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:449-450, 550.
[SUP]2[/SUP] : Ümmetimden bir taife zail olmayıp devam edecektir. Kaynak için bk. 1 numaralı dipnot.
[SUP]3[/SUP] : bk. “Gaybı yalnız Allah bilir.” Neml Sûresi, 27:65; Tirmizi, Sevâbü’l-Kur’ân: 7; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân: 21.
[SUP]4[/SUP] : Hak üzerinde galip olacaktır. Kaynak için bk. 1 numaralı dipnot.
[SUP]5[/SUP] : Gerçek ilim ancak Allah katındadır.
[SUP]6[/SUP] : Allah’ın emri gelinceye kadar (yani kıyâmetin kopmasına kadar). Kaynak için bk. 1 numaralı dipnot.
[SUP]7[/SUP] : “Doğru yol.” Fâtiha Sûresi, 1:6.
[SUP]8[/SUP] : “Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun kimseler.” Fâtiha Sûresi, 1:7.
[SUP]9[/SUP] : Hak üzerinde galip olacaktır. Kaynak için bk. sayfa 47, 1 numaralı dipnot.
[SUP]10[/SUP] : Ümmetimden bir taife zail olmayıp devam edecektir. Kaynak için bk. sayfa 47, 1 numaralı dipnot.
[SUP]11[/SUP] : Gerçek ilim ancak Allah katındadır.
[SUP]12[/SUP] : bk. “Gaybı yalnız Allah bilir.” Neml Sûresi, 27:65; Tirmizi, Sevâbü’l-Kur’ân: 7; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân: 21.[/BILGI]


Bu risaleyle ilgili sorular

[NOT]
"...Hem kıyametin vaktini kat’î tarzda kimse bilmez; fakat, böyle îmalarla bir nevî kanaat, bir galip ihtimal gelebilir..." Üstadın kıyametin tarihi hakkında bilgi vermesini nasıl anlamalıyız?

Kıyametin tarihine ilişkin Sikke-i Tasdik-i Gaybi'de istihraca yer verilmesi, kıyametin mutlak gayb olduğu noktasındaki bilgi ile nasıl telif edilir?

"Üç inkılab-ı azimin ayrı ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır..." Üstad 1506, 1507 tarihlerinden de bahsediyor. Bu cümleleri ve işaret edilen olaylar hakkında bilgi verir misiniz?

"Makam-ı cifrîsi binbeşyüz altı edip, bu tarihe kadar zâhir ve aşikârane, belki galibane; sonra tâ kırk ikiye kadar, gizli ve mağlubiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın îma eder..." buradaki tarihler ne anlama gelmektedir?

Üstad Said-i Nursi hazretleri kıyamet tarihi vermiş midir? Biz biliyoruz ki gaybın anahtarları Allah'ın elindedir?

Kıyametin Vakti Hakkında, Kopma Tarihi Hakkında Bilgi Verir misiniz?

Kıyametin imalar ile bir nevi kanaat, bir galip ihtimal gelebilmesine delil nedir, açıklar mısınız?

"Makam-ı cifrîsi bin beş yüz altı edip, bu tarihe kadar zahir ve aşikârene, belki galibane; sonra tâ kırk ikiye kadar, gizli ve mağlubiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın îma eder..." Bu mevzuyu detaylı olarak açar mısınız?

Hadiste "Ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmez." deniyor. Bediüzzaman Hazretleri Risalelerinde verdiği kıyametle ilgili 1506 ve 1542 seneleri ile neyi anlatmaya çalışıyor? Bu hadis ile tam tevafuk ediyor mu?


[/NOT]
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
"...Hem kıyametin vaktini kat’î tarzda kimse bilmez; fakat, böyle îmalarla bir nevî kanaat, bir galip ihtimal gelebilir..." Üstadın kıyametin tarihi hakkında bilgi vermesini nasıl anlamalıyız?

Aşağıda sunulan kısım, Bediüzzaman'ın ahir zamanla ilgili bir hadisi yorumudur. Cifr denilen özel bir hesap yolu ile kendi kanaatini yazmıştır. Bu bir kanaattir ve kesinlik ifade etmez. Zaten yazıda dört defa kullanılan, “Gaybı ancak Allah bilir” ve iki defa kullanılan, “Gerçek ilim Allah katındadır.” mealindeki ayetler bu manaya açıkça işaret etmektedirler. Alttaki yazıya dayanarak, “Bediüzzaman kıyametin tarihini haber veriyor, bu ise ayet ve hadislere aykırıdır” sonucuna varmak insafsızlık- tabi sizi tenzih ederiz-. olur.

" Ahirzamandan haber veren mühim bir hadis
لاَتَزاَلُ طَاۤئِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ حَتّٰى يَاْتِىَ اللهُ بِاَمْرِهِ Ramazan-ı Şerifte onuncu günün ikinci saatinde birden bu hadis-i şerif hatırıma geldi. Belki, Risale-i Nur şakirtlerinin taifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi.
لاَتَزَالُ طَاۤئِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى
—şedde sayılır, tenvin sayılmaz—fıkrasının makam-ı cifrîsi bin beş yüz kırk iki (1542) ederek nihayet devamına ima eder. لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ
ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ
—şedde sayılır—fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi 1506 edip, bu tarihe kadar zahir ve âşikârâne, belki galibane, sonra tâ ‘kırk iki (42)’ye kadar gizli ve mağlûbiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın ima eder.

حَتّٰى يَاْتِىَ اللهُ بِاَمْرِهِ
—şedde sayılır—fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi 1545 olup kâfirin başında kıyâmet kopmasına ima eder. لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ
Câ-yı dikkat ve hayrettir ki, üç fıkra bil’ittifak bin beş yüz tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına mânidar, mâkul ve hikmetli bir surette bin beş yüz altı (1506)’dan tâ ‘42’ye, tâ ‘45’e kadar üç inkılâb-ı azîmin ayrı ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır.

Bu imalar gerçi yalnız bir tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil; fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat’î tarzda kimse bilmez; fakat, böyle îmalarla bir nevî kanaat, bir galip ihtimal gelebilir..."
(1)

Bu hadis-i şerif, hadis kaynaklarında bu lafızlarla rivayet edildiği gibi, aynı manayı ifade eden farklı lâfızlarla da rivayet edilmiştir (Buhari, 9:125, 162; Müslim,1:137)

Gayb, genelde iki kısımda mütalaa edilmiştir:

1 - Mutlak gayb

2 - İzafî gayb


Mutlak gayb yalnız Allah'ın bildiği ve başkasına bildirmediği şeylerdir. İzafî gayb ise, bazılarına göre gayb iken, bazılarına gayb sayılmayandır. Mesela, kişinin kalbindeki manalar kendisine malum olduğu halde, başkası için meçhuldür, dolayısıyla gaybtır. (Yazır, VIII, 5415) Dağın eteğinde olan bir kimse için dağın ardı gaybtır. Ama dağın zirvesinden bakan kimse için, dağın hiçbir yanı gayb değildir. Her taraftan gayblarla çevrili bir âlemdeyiz. Okuma bilmeyen birisi, harfleri öğrendikçe yeni bir âleme açılması gibi, hiçbir şey bilmez halde dünyaya gelen bir insan, göz kulak gibi duygularıyla şu görülen âleme açılır.

Duyduklarını, gördüklerini aklıyla, kalbiyle değerlendirir, Allah'a, meleklere, ahirete inanır. Kâinattaki kanunlar da bir yönüyle gaybtır. Bunlar keşfedildiğinde gayb olmaktan çıkar.

Mesela, Edison elektriği buluncaya kadar, böyle bir nimet gayb hazinesinde saklı idi. Aslında tabiatta elektrik vardı. Elektrikli balıklar elektrik üretiyorlardı. Şimşek, elektriği bulmaları için, insanlara devamlı göz kırpıyordu. Fakat insanlar, böyle bir ilâhi kanunun farkında değillerdi. Birisi vesile oldu, bu kanun gaybîlikten çıkıp, şehadet ufkunda göründü. Gaybın mühim bir boyutu, gelecekle alakalıdır. "Göklerde ve yerde Allah'dan başka kimse gaybı bilemez" ayeti genelde bu yönüyle anlaşılmıştır. (Neml Suresi, 27/65) Gaybın anahtarları Allah'ın elindedir. Allah bildirmedikçe, kimse gayba muttali olamaz.

"Gaybı bilen O'dur. Gaybını, razı olduğu rasulden başkasına bildirmez" (Cin Suresi, 72/26-27) ayeti, Allah dilerse, gaybdan bir kısım sırları razı olduğu elçiye bildireceğini anlatır.

Rasulullah (a.s.m.)in, "Sizden önceki ümmetlerde ilhama mazhar kişiler vardı. Eğer ümmetimden de öyle birisi varsa, işte o Ömer'dir" ifadesi de bu konuda net bir ifadedir. (Sahîhu'l-Buharî, Fedailü Ashabi'n-nebi, 6) Nitekim Hz. Ömer, halifeliği sırasında bir Cum'a hutbesinde hiçbir münasebet yokken, birden ,"Ey Sariye! Dağa, dağa!" der. O sırada İran'da düşmanla savaşan İslâm ordularının komutanı Sariye, bu sesi duyar, talimat doğrultusunda orduyu yönlendirir ve savaşı kazanırlar. (Süyutî, Tarîhu'l-Hulefa, s.117) Peygamberler, gayb hususunda ayrıcalıklı bir konumdadırlar. Zaten kendilerine gelen vahiy, gaybî bir olaydır. Vahyi getiren melek, gaybtan gelmektedir.

Fakat şu nokta unutulmamalıdır ki, her peygamber bir insandır. Bir beşer olma noktasında, kendiliğinden gaybı bilemez. Dolayısıyla Peygamberimiz de ,"Kendi kendine gaybı bilmezdi. Belki Cenab-ı Hak O'na bildirirdi, O da bildirirdi" (2) Peygamberimizin, bir kısım gaybî sırlara mazhariyeti kesin olmakla beraber , "her şeyi bütün ayrıntısıyla biliyordu" diyebilmemiz mümkün değildir.

Çünkü, gelecekle ilgili şeylerin bir kısmını önceden bilmek insanı rahatsız eder. Bu noktadan, Cenab-ı Hak rahmet ve hikmetiyle, böyle olayları gayb perdesinde saklamıştır. Peygamberimizin ümmeti içinde, pek çok veli insanlar gelmiştir. Bunlar, diğer insanlardan farklı olarak bazı gaybî tecellilere mazhar olmuşlardır.

Fakat gaybtan haber vermek yasak olması sebebiyle, ubudiyetkarâne güzel bir edeb takınmak için, açıktan belirtmeyip, işaretle söylemişler. Ta ki işaretler ile onların bunu bilmeleri iradeleri dışında, niyetsiz bir şekilde, Allah'ın talimiyle olduğu anlaşılsın. Çünkü, gelecekle ilgili gaybî şeyler niyet ve irade ile verilmediği gibi; niyet ile müdahale etmek, o yasağa karşı itaat etmemeyi andırır.

(1) bk. Kastamonu Lahikası, (21. Mektup)
(2) bk. Mektubat, On Dokuzuncu Mektup.


Yazar: Sorularla Risale, 27-4-2010
 

garp

Active member
.




Kıyametin tarihine ilişkin Sikke-i Tasdik-i Gaybi'de istihraca yer verilmesi, kıyametin mutlak gayb olduğu noktasındaki bilgi ile nasıl telif edilir?




Cifir ve ebced bir ilim dalıdır. Allah’ın gelecek ve geçmişle ilgili koyduğu bazı sırların anlaşılması ve şifrelerin çözülmesi için kullanılmaktadır. Fakat bunlar gaybı bilmek değildir. Sadece okumasını bilmektir. Çince bir yazıyı bilmeyen birisi resme bakıyorum zanneder. Halbuki bu dili bilenler çok manalar anlayacaktır.

İşte ebced ve cifir ilmi de Allah’ın geçmişe ve geleceğe yönelik koyduğu bazı şifreleri öğrenme ve okuma sanatıdır.

Bu ilim dalının özünü Hz. Ali (r.a) Peygamber Efendimiz (asv)'den almıştır. Bu nedenle bu ilmin kaynağı vahye dayanmaktadır. Hz. Ali (ra) aldığı bu sırları bazı kaide ve kurallarla belirlemiştir. Özellikle seyyidler sülalesinin bildiği söylenen bu kuralları kemaliyle ahir zamanda geleceği müjdelenen Mehdi'nin bilebileceği söylenmiştir. (1)

Bu ilmin bazı Yahudiler tarafından bilindiğini gösteren açıklamalar vardır. Örneğin “elif lam mim” ayeti okununca Yahudiler Ümmet-i Muhammed'in ömrünün az olacağını söylemişler; fakat Peygamberimiz (asv) başka ayetler okuyunca seslerini kesmişlerdir. Diğer bir örnek ise Kur'an’da geçen “beldetün tayyibetün” ifadesidir. Bu ifade ebced ilmiyle hesab edilince İstanbul'un fetih tarihi çıkmaktadır.(2)

İşte Kur'an ve hadislerde gizlenmiş bu sırları okuma ilmine Ebced ve Cifir ilmi denilmektedir.

Bu konuda geniş açıklamalar ve örnekler için Abdulkadir Badıllı’nın hazırladığı ve Envar yayınlarında çıkan “Kudsi Kaynaklar” isimli eserine bakılabilir.

Allah’ın ilmi, ezelden ebede kadar olmuş ve olacak bütün hadiseleri, zamanları ve mekânları kuşatmıştır. O ilmin haricinde hiçbir şey kalamaz ve ondan saklanamaz.

Henüz vukuâ gelmemiş gaybî olayları ancak Allah bilir. Allah’tan başkası gaybı bilemez. Mugayyebât-ı hamse denilen beş şey vardır ki, bunlar yalnız Allah’ın ilmindedir.

1. Ana rahmindeki çocuğun bütün insanlardan farklı olan siması ve mânevî istidat siması.

2. Henüz gaybda olan ve şehâdet âleminde belirtileri bulunmayan bir yağmurun ne zaman yağacağı.

3. İnsanın yarın ne kazanıp, ne kaybedeceği.

4. İnsanın ne zaman, nerede ve ne şekilde vefat edeceği.

5. Kıyametin ne zaman kopacağı.

İslâm âlimleri, “Gaybı, Allah’tan başkası bilemez” düsturuna karşı hürmetsizlik ve itaatsizlik etmemek için, gaybdan haber vermeyi yasak görmüşler. Haber verenler de, yalnız işâret sûretinde perdeli ve kapalı olarak ihbar etmişlerdir.

İstikbalden haber vermekte kullanılan ilim, cifir ilmi ve ebced hesabıdır. Arapça harflerin her birinin belli bir rakam değeri vardır. Bu ebced hesabı, İslâmiyet’ten evvel de bilinmekteydi. Bu hakikati, Bediüzzaman şöyle teyid eder:


“Bir zaman, Benî-İsrâil âlimlerinden bir kısmı huzur-u Peygamberî de sûrelerin başlarındaki الۤمۤ - كۤهٰيٰعۤصۤ gibi mukattaat-ı hurufiyeyi işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler:

“Ya Muhammed, senin ümmetinin müddeti azdır.”

"Onlara mukàbil dedi: “Az değil.” Sâir sûrelerin başlarındaki mukattaatı okudu ve ferman etti: “Daha var.” Onlar sustular..."

"İkincisi: Hazret-i Ali Radıyallahu Anhın en meşhur Kaside-i Celcelûtiyesi, baştan nihayete kadar bir nevi hesab-ı ebcedî ve cifir ile telif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmış."

"Üçüncüsü: Câfer-i Sâdık Radıyallahu Anh ve Muhyiddin-i Arabî (r.a.) gibi esrar-ı gaybiye ile uğraşan zâtlar ve esrar-ı huruf ilmine çalışanlar, bu hesab-ı ebcedîyi gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmişler."(3)

İşte, âhir zamandan ve kıyametten haber veren bir hadis-i şerifi, Bediüzzaman ebced ve cifir ilmiyle tahlil eder ve bir takım tarihler çıkarır.


"Ahir zamandan haber veren mühim bir hadis (...)"(4)

Risâle-i Nur talebelerinin ne zamana kadar devam edeceğini düşündüğü bir sırada, Ramazan-ı Şerifin onuncu gününün ikinci saatinde birden kalbine bu hadisin ihtar edildiğini söyleyen Bediüzzaman, 1506 tarihine, yâni, 2090 Milâdî tarihine kadar zâhir, âşikârâne, belki galibâne hizmetler yapılacağını, sonra 1542 tarihine kadar, yâni, Milâdî 2126 yılına kadar, gizli ve mağlûbiyet içinde irşad ve tenvir vazifesini sürdüreceğini; sonra 1545 de, yâni Milâdî 2129 yılında kâfirlerin başında kıyametin kopmasını îma ettiğini ve bunların Allah’ın ilminde olup ve doğrusunun Allah tarafından bilinebileceğini ifâde eder.

Fatiha-i Şerif’de, sırat-ı müstakîm üzerinde olan, yâni doğru yoldan gidenleri tarif eden “Ellezîne en’amte aleyhim” fıkrasının şeddesiz 1506 veya 1507 ederek, “Zâhirine ale’l-hak” fıkrasının rakam değerine aynen denk gelmesi hadisin îmasını teyid edip remz derecesine yükseltmesi de çok anlamlıdır. Böylece, Risale-i Nur talebelerinin, âhirzamanda Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat denilen o büyük tâifenin âhirlerinde makbul bir grup olacağına işâret edildiği anlaşılır.

Kur’ân-ı Kerim’in ve hadis-i şeriflerin kıyametle ilgili îmalı işâretleri yanında, ilim adamları da bir takım hesaplamalar yapmaktadırlar. Güneş sistemine bağlı bir yörüngede dolanıp duran ve her yetmiş altı yılda bir dünyaya en yakın mesafeden geçen Halley Kuyruklu Yıldızı, en son 1980’li yılların başlarında yakınımızdan geçti. Bundan sonra, ikinci defa geçişinde Allah’ın emriyle gezegenimize çarpması kıyametin kopmasına sebebiyet verebilir. Hatta, üç mil genişliğindeki “Swift Tuttle” adlı bir kuyruklu yıldızın saniyede otuz yedi mil hızla dünyamızın üzerine doğru geldiği ve hesaplanan 14 Ağustos 2126 tarihinde dünyamıza çarpacağı ve bir milyon atom bombasından daha fazla etki yapacağı söyleniyor. Bütün bu anlatılanlar, ancak yaklaşık tahminlerdir. Yine en doğrusunu Allah bilir.

Peygamberimiz (asv) “Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim.” buyuruyor. Diğer bir hadisinde ise “Benim ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek.” buyurmuş.

Kıyamet, kâinatın harap olması ve tekrar dirilmek üzere ölmesidir. Bizim ölümümüz de, kendi kıyametimizdir. Kıyametimiz kopmadan sonsuzluk yurduna hazırlık yapmak ve Allah’ın emir ve yasaklarına boyun eğerek istikamet üzere hayatımızı geçirmek ise, yapılabilecek işlerin en isâbetlisidir.

(1) bk. Katip Çelebi, Keşfu'z-Zunun, İlmu Cifir Maddesi.
(2) bk. İsmail Hekimoğlu (Heyet), Yeni Ansiklopedi, Ebced Maddesi, Timaş Yay.
(3) bk. Şualar, Birinci Şua
(4) bk. Kastamonu Lahikası, (21. Mektup)
alinti
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
"Üç inkılab-ı azimin ayrı ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır..." Üstad 1506, 1507 tarihlerinden de bahsediyor. Bu cümleleri ve işaret edilen olaylar hakkında bilgi verir misiniz?


1506 tarihine kadar iman ve İslam hakikatleri, galip bir şekilde devam edecektir.1506 tarihinde ise büyük bir fikri ve toplumsal dönüşme olacak, iman ve İslam galibiyetten mağlubiyete girecek ve eski siyasi ve askeri gücünü kaybedip perde altında gizli hizmete başlayacak. Bu fikri ve toplumsal dönüşüm muhtemelen küfür ve inkarın yeni bir tarzı veya suret değiştirmiş bir şekli olacaktır.

Nasıl ki, Osmanlının yıkılması ile İslam ve iman hakikatleri tamamen yok olmasa da gayet zayıf bir duruma düştü ise, aynı şekilde inkar ve fitne cereyanları 1506 tarihinde yeniden dünyayı tesiri altına alacaktır. Lenin, Mao, Süfyan gibi deccaller o zamanda da hortlayacak, değişik frekanslarla küfür ve inkarı tekrar dünyaya yayacaklar. Ve küfür bir nevi umumileşip kıyametin kopmasına fetva çıkaracaklardır.

Geçmişte Karun’un mal düşkünlüğü şimdi kapitalizm şeklinde nasıl devam ediyor ise, şimdiki materyalist fikirler, gelecekte de başka isim ve frekans ile tekrar sahneye çıkacaklardır. Bizim o fikri akımları teferruatı ile bilmemiz mümkün değildir, ama Üstat bazı emare ve işaretlerini bize takdim etmiş.

İman ve küfür cereyanı asla tamamı ile yok olmaz, imtihan bunu iktiza ediyor. Ama bazen iman galip olur, küfür ise inceleşir ama kopmaz, bazen de küfür galip gelir, iman incelir ama kopmaz.

Bu cereyan 1542 ye kadar yükselerek devam edecek. En sonunda mutlak bir galibiyete varacaklardır. Bu süreç içinde iman ve Kur'an fedaileri çok zayıf ve perde altında iman ve Kur'an hakikatlerini devam ettirecekler. Ama Üstad'ın işaretinden 1542'de çok dehşetli bir fitnenin bu mübarek taifeye büyük bir sıkıntı vermesi muhtemeldir.
Zaten 1542'den üç yıl sonra 1545'de kafirlerin başında kıyamet bomba gibi patlayacaktır.

Üstad'ın şu ifadeleri buna işaret ediyor:
"Diğer bir tevili şudur ki: Kıyamet kopmasının dehşetini görmemek için, mü'minlerin ruhları bir parça evvel kabzedilir. Kıyamet kâfirlerin başlarında patlar."(1)
(1) bk. Şualar, Beşinci Şua, İkinci Makam.
 

pendüender

Well-known member
ÜÇÜNCÜ SUALİNİZ:

İlm-i cifre anahtar olacak bir ders istiyorsunuz.

Elcevap: Biz kendi arzu ve tedbirimizle bu hizmette bulunmuyoruz. İhtiyârımızın fevkinde, bize, daha hayırlı bir ihtiyar işimize hâkimdir. İlm-i cifir, meraklı ve zevkli bir meşgale olduğundan, vazife-i hakikiyeden alıkoyup meşgul ediyor. Hattâ, kaç defadır esrâr-ı Kur'âniyeye karşı o anahtar ile bazı sırlar açılıyordu; kemâl-i iştiyak ve zevk ile müteveccih olduğum vakit kapanıyordu. Bunda iki hikmet buldum:

Birisi, لَّا يَعْلَمُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الْغَيْبَ إِلَّا اللَّهُ yasağına karşı hilâf-ı edepte bulunmak ihtimâli var.(Neml 65)

İkincisi, hakâik-ı esâsiye-i imâniye ve Kur'âniyenin berâhîn-i kat'iye ile ümmete ders vermek hizmeti ise, ilm-i cifir gibi ulûm-u hafiyenin yüz derece daha fevkinde bir meziyet ve kıymeti vardır. O vazife-i kudsiyede kat'î hüccetler ve muhkem deliller sûiistimâle meydan vermiyorlar. Fakat cifir gibi, muhkem kaidelere merbut olmayan ulûm-u hafiyede sûiistimâl girip şarlatanların istifade etmeleri ihtimâlidir. Zaten hakikatlerin hizmetine ne vakit ihtiyaç görülse, ihtiyâca göre bir nebze ihsân edilir.

İşte, ilm-i cifrin anahtarları içinde en kolayı ve belki en sâfisi ve belki en güzeli, ism-i Bedi'den gelen ve Kur'ân'da Lâfza-i Celâlde cilvesini gösteren ve bizim neşrettiğimiz âsârı ziynetlendiren tevâfukun envâlarıdır. Kerâmet-i Gavsiyenin birkaç yerinde bir nebze gösterilmiş.

Ezcümle, tevâfuk birkaç cihette birşeyi gösterse, delâlet derecesinde bir işarettir. Bazan birtek tevâfuk, bazı karâinle delâlet hükmüne geçer. Her ne ise, şimdilik bu kadar yeter. Ciddî ihtiyaç olsa size bildirilecektir.(1)

Bediüzzaman, cifri kullandığı yerlerde, hiç bir zaman "Ayetin açık manası budur" dememiştir. Demiş olduğu şudur: "Ayetin sarîh manasının altında müteaddit tabakalar var. Bir tabakası da, işarî ve remzî manadır. İşârî mana da bir küllîdir; her asırda cüz'iyatları bulunur."

1- "Eskişehir Hapisanesi'nde dehşetli bir zamanda ve kudsî bir teselliye pek çok muhtaç olduğumuz hengamda, manevî bir ihtarla, "Risale-i Nur'un makbuliyetine dair eski evliyalardan şahit getiriyorsun. Hâlbuki "Yaş ve kuru herşey Kitab-ı Mübîn'de vardır" (En'am Suresi,6:59) sırrıyla, en ziyade bu meselede söz sahibi Kur'an'dır. Acaba, Risale-i Nur'u Kur'an kabul eder mi? O'na ne nazarla bakıyor?" denildi. O acîb sual karşısında bulundum. Ben de Kur'an'dan istimdad eyledim. Birden, otuzüç ayetin mana-yı sarîhinin teferruatı nev'indeki tabakattan, mana-yı işârî tabakasında ve o mana-yı işârî külliyetinde dahil bir ferdi Risale-i Nur olduğunu ve duhulüne, medar-ı imtiyazına bir kuvvetli karîne bulunmasını bir saat zarfında hissettim. Ve bir kısmı bir derece îzah ve bir kısmını mücmelen gördüm. Kanaatımda hiçbir şek ve şübhe ve vehim ve vesvese kalmadı" (2)
Bediüzzaman, bu otuz üç ayetin işarî manalarını, cifir ilmini de kullanarak, Birinci Şua'da izah eder.

Dokuzuncu Lem'a(1)
Tarihçe - i Hayat(2)
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Kıyametin imalar ile bir nevi kanaat, bir galip ihtimal gelebilmesine delil nedir, açıklar mısınız?

Burada üstadın kullandığı ifadelere baktığımızda mesele kendiliğinden izah ediliyor. Biraz açalım inşaallah...
Üstad diyor: "bu imalar gerçi yalnız bir tevafuk olduğundan delil olmaz" ifadesiyle kıyamet vaktinden haber veren hadis-i şerifin gaybi ihbarı ve ayetin cifri hesabının tevafuku delil değil sadece tevafukun kuvvetli bir alamet-i makbuliyesi olmasıdır. Devamında "kuvvetli değil, fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi" demek suretiyle eşrat-ı saatin bilinememesine dair olan Lokman Suresi'ndeki ayete muhalefet etmemiştir.

Galip bir ihtimal gelmesinin sebebini üstad devamında izah ediyor. hadis-i şerif ve Fatiha Suresi'ndeki ayetin cifir hesapları birbirine mutabık ve muvafık olması bu "ima"yı teyid edip remz derecesine çıkarıyor.

Ayrıca "sıratun müstakîm" ayet-i celilesi üstadın 1.Şua'da izah ettiği gibi Risale-i Nur'a hem mana hem de cifir ile işaret etmesi ile nur talebelerinin yukarıda zikredilen hadiste bahsedilen o "taife" olacakları kaviyyen me'muldür.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Makam-ı cifrîsi binbeşyüz altı edip, bu tarihe kadar zâhir ve aşikârane, belki galibane; sonra tâ kırk ikiye kadar, gizli ve mağlubiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın îma eder..." buradaki tarihler ne anlama gelmektedir?

Aşağıda sunulan kısım, Bediüzzaman Hazretlerinin ahirzamanla ilgili bir hadis yorumudur. Cifr denilen özel bir hesap yolu ile kendi kanaatini yazmıştır. Bu bir kanaattir ve kesinlik ifade etmez. Zaten yazıda dört defa kullanılan “Gaybı ancak Allah bilir” ve iki defa kullanılan “Gerçek ilim Allah katındadır” mealindeki ayetler bu manaya açıkça işaret etmektedirler. Alttaki yazıya dayanarak “Bediüzzaman Hazretleri kıyametin tarihini haber veriyor, bu ise ayet ve hadislere aykırıdır” sonucuna varmak insafsızlık -tabi sizi tenzih ederiz- olur.

"1500 yılı miladi 2082 ye denk gelmektedir. Gaybı ancak Allah bilir. 1506 ise 2089; 1545 ise 2125 tarihine tekabül etmektedir. Cenab-ı Hak rahmet ve şefkati gereği ehli imanın ruhunu önceden kabzedip, alacak. Kıyamet kafirlerin başına kopacaktır.

Ahirzamandan haber veren mühim bir hadis "la tezalu taifetun min ümmeti zahirine alel hakki hatta ye'tiyallahu bi emrihi"

-1- Ramazan-ı Şerifte onuncu günün ikinci saatinde birden bu hadis-i şerif hatırıma geldi. Belki, Risale-i Nur şakirtlerinin taifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi. "la tezalu taifetun min ümmeti" -şedde sayılır, tenvin sayılmaz-fıkrasının makam-ı cifrîsi 1542 ederek nihayet devamına ima eder. "La y'lemul gaybe illallah" -şedde sayılır- "Zahirine alel hkki" fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi 1506 edip, bu tarihe kadar zahir ve âşikârâne, belki galibane, sonra ta '42'ye kadar gizli ve mağlubiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın ima eder. Ve'l-ilmû indallah; "Velilmu indallah laye'lemul ğaybe illalah" -şedde sayılır- "Hatta ye'tiyallahu bi emrihi" fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi 1545 olup kâfirin başında kıyâmet kopmasına ima eder.Lâ ya'lemu'l-ğaybe illâllah.

Câ-yı dikkat ve hayrettir ki, üç fıkra bil'ittifak bin beş yüz tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına mânidar, mâkul ve hikmetli bir surette 1506'dan ta '42'ye, ta '45'e kadar üç inkılâb-ı azimin ayrı ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır. Bu imalar gerçi yalnız birer tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil; fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat'î tarzda kimse bilmez; fakat, böyle îmalarla bir nevî kanaat, bir galip ihtimal gelebilir."sirati müstekim" ashabının taife-i kübrâsını tarif eden"ellezine en'amte aleyhim" -2- fıkrası, şeddesiz 1506 veya 7 ederek,

1) "Ümmetimden bir taife Allah'ın emri gelinceye kadar (yani kıyâmetin kopmasına kadar) hak üzerinde galip olacaktır." Bu hadis-i şerif, hadis kaynaklarında bu lafızlarla rivayet edildiği gibi, aynı manayı ifade eden farklı lâfızlarla da rivayet edilmiştir (Buhari, 9:125, 162; Müslim,1:137)


2 ) "Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun kimseler." Fâtiha Sûresi: 1:7.
Gayb, genelde iki kısımda mütalaa edilmiştir:

1-Mutlak gayb.
2-İzafî gayb.

Mutlak gayb yalnız Allah'ın bildiği ve başkasına bildirmediği şeylerdir. İzafî gayb ise, bazılarına göre gayb iken, bazılarına gayb sayılmayandır. Mesela, kişinin kalbindeki manalar kendisine malum olduğu halde, başkası için meçhuldür, dolayısıyla gaybtır. (Yazır, VIII, 5415) Dağın eteğinde olan bir kimse için dağın ardı gaybtır. Ama dağın zirvesinden bakan kimse için, dağın hiçbir yanı gayb değildir.

Her taraftan gayblarla çevrili bir âlemdeyiz. Okuma bilmeyen birisi, harfleri öğrendikçe yeni bir âleme açılması gibi, hiçbir şey bilmez halde dünyaya gelen bir insan, göz kulak gibi duygularıyla şu görülen âleme açılır. Duyduklarını, gördüklerini aklıyla, kalbiyle değerlendirir, Allah'a, meleklere, ahirete inanır.

Kâinattaki kanunlar da bir yönüyle gaybtır. Bunlar keşfedildiğinde gayb olmaktan çıkar. Mesela, Edison elektriği buluncaya kadar, böyle bir nimet gayb hazinesinde saklı idi. Aslında tabiatta elektrik vardı. Elektrikli balıklar elektrik üretiyorlardı. Şimşek, elektriği bulmaları için, insanlara devamlı göz kırpıyordu. Fakat insanlar, böyle bir ilâhi kanunun farkında değillerdi. Birisi vesile oldu, bu kanun gaybîlikten çıkıp, şehadet ufkunda göründü.

Gaybın mühim bir boyutu, gelecekle alakalıdır. "Göklerde ve yerde Allah'dan başka kimse gaybı bilemez" ayeti genelde bu yönüyle anlaşılmıştır. (Neml, 65) Gaybın anahtarları Allah'ın elindedir. Allah bildirmedikçe, kimse gayba muttali olamaz. "Gaybı bilen O'dur. Gaybını, razı olduğu rasulden başkasına bildirmez" ayeti, Allah dilerse, gaybdan bir kısım sırları razı olduğu elçiye bildireceğini anlatır. (Cin, 26-27)

Mutezile, ayetteki "Rasul (elçi)" kelimesinden hareketle, gaybî sırlara mazhariyetin sadece peygamberler için geçerli olduğunu savunur. Halbuki, "rasul" kelimesi sadece peygamberler için kullanılmamıştır. "Allah meleklerden rasuller seçer, insanlardan da.." ayeti açık bir şekilde bunu göstermektedir. (Hac, 75) Rasulullah'ın " Sizden önceki ümmetlerde ilhama mazhar kişiler vardı. Eğer ümmetimden de öyle birisi varsa, işte o Ömer'dir" ifadesi de bu konuda net bir ifadedir. (Sahîhu'l-Buharî, Fedailü Ashabi'n-nebi, 6)

Nitekim Hz. Ömer, halifeliği sırasında bir Cum'a hutbesinde hiçbir münasebet yokken, birden "Ey Sariye! Dağa, dağa!" der. O sırada İran'da düşmanla savaşan İslâm ordularının komutanı Sariye, bu sesi duyar, talimat doğrultusunda orduyu yönlendirir ve savaşı kazanırlar. (Süyutî, Tarîhu'l-Hulefa, s.117)

Peygamberler, gayb hususunda ayrıcalıklı bir konumdadırlar. Zaten kendilerine gelen vahiy, gaybî bir olaydır. Vahyi getiren melek, gaybtan gelmektedir. Fakat şu nokta unutulmamalıdır ki, her peygamber bir insandır. Bir beşer olma noktasında, kendiliğinden gaybı bilemez. Dolayısıyla Peygamberimiz de "kendi kendine gaybı bilmezdi. Belki Cenab-ı Hak O'na bildirirdi, O da bildirirdi" (Mektubat, s. 96) Peygamberimizin, bir kısım gaybî sırlara mazhariyeti kesin olmakla beraber , "her şeyi bütün ayrıntısıyla biliyordu" diyebilmemiz mümkün değildir. Çünkü, gelecekle ilgili şeylerin bir kısmını önceden bilmek insanı rahatsız eder. Bu noktadan, Cenab-ı Hak rahmet ve hikmetiyle, böyle olayları gayb perdesinde saklamıştır.

Peygamberimizin ümmeti içinde, pek çok veli insanlar gelmiştir. Bunlar, diğer insanlardan farklı olarak bazı gaybî tecellilere mazhar olmuşlardır. Fakat gaybtan haber vermek yasak olması sebebiyle, ubudiyetkarâne güzel bir edeb takınmak için, açıktan belirtmeyip, işaretle söylemişler. Ta ki işaretler ile onların bunu bilmeleri iradeleri dışında, niyetsiz bir şekilde, Allah'ın talimiyle olduğu anlaşılsın. Çünkü, gelecekle ilgili gaybî şeyler niyet ve irade ile verilmediği gibi; niyet ile müdahale etmek, o yasağa karşı itaat etmemeyi andırır. -sorularla risale-
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Üstad Said-i Nursi hazretleri kıyamet tarihi vermiş midir? Biz biliyoruz ki gaybın anahtarları Allah'ın elindedir?




"Ümmetimden bir taife Allah'ın emri gelinceye kadar (yani kıyâmetin kopmasına kadar) hak üzerinde galip olacaktır." (Buhari, 9:125, 162; Müslim, 1:137)

Bu Hadis-i Şerif, hadis kaynaklarında bu lafızlarla rivayet edildiği gibi, aynı manayı ifade eden farklı lâfızlarla da rivayet edilmiştir.
Bediüzzaman'ın ahirzamanla ilgili yukarıda ki hadisi yorumlamıştır. Cifr denilen özel bir hesap yolu ile kendi kanaatini yazmıştır.

Bu bir kanaattir ve kesinlik ifade etmez. Zaten yazıda da dört defa kullanılan, “Gaybı ancak Allah bilir” ve iki defa kullanılan, “Gerçek ilim Allah katındadır” mealindeki ayetler bu manaya açıkça işaret etmektedirler. Alttaki yazıya dayanarak, “Bediüzzaman kıyametin tarihini haber veriyor, bu ise ayet ve hadislere aykırıdır” sonucuna varmak insafsızlık olur.





Kıyametin Vakti Hakkında, Kopma Tarihi Hakkında Bilgi Verir misiniz?


Cifir ve ebced bir ilim dalıdır. Allah’ın gelecek ve geçmişle ilgili koyduğu bazı sırların anlaşılması ve şifrelerin çözülmesi için kullanılmaktadır. Fakat bunlar gaybı bilmek değildir. Sadece okumasını bilmektir. Çince bir yazıyı bilmeyen birisi resme bakıyorum zanneder. Halbuki bu dili bilenler çok manalar anlayacaktır.


İşte ebced ve cifir ilmi de Allah’ın geçmişe ve geleceğe yönelik koyduğu bazı şifreleri öğrenme ve okuma sanatıdır.
Bu ilim dalının özünü Hz. Ali (r.a) Peygamber Efendimizden almıştır. Bu nedenle bu ilmin kaynağı vahye dayanmaktadır. Hz. Ali aldığı bu sırları bazı kaide ve kurallarla belirlemiştir. Özellikle seyyidler sülalesinin bildiği söylenen bu kuralları kemaliyle ahir zamanda geleceği müjdelenen Mehdinin bilebileceği söylenmiştir. (Katip Çelebi, Keşfuzzunun, İlmu Cifir Maddesi)


Bu ilmin bazı yahudiler tarafından bilindiğini gösteren açıklamalar vardır. Örneğin “elif lam mim” ayeti okununca yahudiler ümmet-i muhammedin ömrünün az olacağını söylemişler fakat Peygamberimiz başka ayetler okuyunca seslerini kesmişlerdir. Diğer bir örnek ise Kuran’da geçen “beldetüün tayyibetün” ifadesidir. Bu ifade ebced ilmiyle hesab edilince İstanbulun fetih tarihi çıkmaktadır. (İsmail Hekimoğlu, Yeni Ansiklopedi, Ebced Maddesi)
İşte Kuran ve Hadislerde gizlenmiş bu sırları okuma ilmine Ebced ve Cifir ilmi denilmektedir.
Bu konuda geniş açıklamalar ve örnekler için Abdulkadir Badıllı’nın hazırladığı ve envar yayınlarında çıkan “Kudsi Kaynaklar” isimli eserine bakılabilir.

Allah’ın ilmi, ezelden ebede kadar olmuş ve olacak bütün hadiseleri, zamanları ve mekânları kuşatmıştır. O ilmin haricinde hiçbir şey kalamaz ve ondan saklanamaz.

Henüz vukuâ gelmemiş gaybî olayları ancak Allah bilir. Allah’tan başkası gaybı bilemez. Mugayyebât-ı hamse denilen beş şey vardır ki, bunlar yalnız Allah’ın ilmindedir.

1- Ana rahmindeki çocuğun bütün insanlardan farklı olan siması ve mânevî istidat siması.

2- Henüz gaybda olan ve şehâdet âleminde belirtileri bulunmayan bir yağmurun ne zaman yağacağı.

3- İnsanın yarın ne kazanıp, ne kaybedeceği

. 4- İnsanın ne zaman, nerede ve ne şekilde vefat edeceği.

5- Kıyametin ne zaman kopacağı.

İslâm âlimleri, “Gaybı, Allah’tan başkası bilemez” düsturuna karşı hürmetsizlik ve itaatsizlik etmemek için, gaybdan haber vermeyi yasak görmüşler. Haber verenler de, yalnız işâret sûretinde perdeli ve kapalı olarak ihbar etmişlerdir.

İstikbalden haber vermekte kullanılan ilim, cifir ilmi ve ebced hesabıdır. Arapça harflerin her birinin belli bir rakam değeri vardır. Bu ebced hesabı, İslâmiyet’ten evvel de bilinmekteydi. Bu hakikati, Bediüzzaman şöyle teyid eder: “Bir zaman, Benî-İsrâil âlimlerinden bir kısmı huzur-u peygamberî de sûrelerin başlarındaki ‘elif-lâm-mim’ gibi harfleri işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler: ‘Ya Muhammed! Senin ümmetinin müddeti pek azdır.’ Onlara dedi: ‘Az değil.’ Sâir sûrelerin başlarındaki kesik harfleri okudu ve ferman etti: ‘Daha var.’ Onlar sustular.


“..Hazret-i Ali’nin (r.a) Kaside-i Celcelûtiyesi, baştan nihayete kadar, bir nevî ebced ve cifir hesabı üzerine telif edilmiştir. Hem, Cafer-i Sadık ve Muhyiddin-i Arabî (k.s) gibi gaybî sırlar ile uğraşan zatlar ve harf ilminin sırlarına çalışanlar, bu ebced hesabını gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmişler.” (Şuâlar, s. 613)


İşte, âhir zamandan ve kıyametten haber veren bir hadis-i şerifi, Bediüzzaman ebced ve cifir ilmiyle tahlil eder ve bir takım tarihler çıkarır. “Lâ tezâlü tâifetün min ümmetî zâhirine ale’l-hakkı hattâ ye’tiyallahü bi emrihî.” Meâlen: “Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar (yani kıyâmetin kopmasına kadar) hak üzerinde galip olacaktır.”
“Lâ tezâlü tâifetün min ümmetî.” Ebced ve cifir ilmiyle rakam değeri Rumi1542. (Milâdî 2126), Hicri 1542 (Miladi 2118)

“Zâhirine ale’l-hak.” Rumi 1506 (Milâdî 2090), Hicri 1545 (miladi 2083)

“Hattâ ye’tiyallahü bi emrihî.” Rumi 1545 (Milâdî 2129), Hicri 1506 (miladi 2121)

Risâle-i Nur talebelerinin ne zamana kadar devam edeceğini düşündüğü bir sırada, Ramazan-ı Şerifin onuncu gününün ikinci saatinde birden kalbine bu hadisin ihtar edildiğini söyleyen Bediüzzaman, 1506 tarihine, yâni, 2090 Milâdî tarihine kadar zâhir, âşikârâne, belki galibâne hizmetler yapılacağını, sonra 1542 tarihine kadar, yâni, Milâdî 2126 yılına kadar, gizli ve mağlûbiyet içinde irşad ve tenvir vazifesini sürdüreceğini; sonra 1545 de, yâni Milâdî 2129 yılında kâfirlerin başında kıyametin kopmasını îma ettiğini ve bunların Allah’ın ilminde olup ve doğrusunun Allah tarafından bilinebileceğini ifâde eder.


Fatiha-i Şerif’de, sırat-ı müstakîm üzerinde olan, yâni doğru yoldan gidenleri tarif eden “Ellezîne en’amte aleyhim” fıkrasının şeddesiz 1506 veya 1507 ederek, “Zâhirine ale’l-hak” fıkrasının rakam değerine aynen denk gelmesi hadisin îmasını teyid edip remz derecesine yükseltmesi de çok anlamlıdır. Böylece, Risale-i Nur talebelerinin, âhirzamanda Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat denilen o büyük tâifenin âhirlerinde makbul bir grup olacağına işâret edildiği anlaşılır.


Kur’ân-ı Kerim’in ve hadis-i şeriflerin kıyametle ilgili îmalı işâretleri yanında, ilim adamları da bir takım hesaplamalar yapmaktadırlar. Güneş sistemine bağlı bir yörüngede dolanıp duran ve her 76 yılda bir dünyaya en yakın mesafeden geçen Halley Kuyruklu Yıldızı, en son 1980’li yılların başlarında yakınımızdan geçti. Bundan sonra, ikinci defa geçişinde Allah’ın emriyle gezegenimize çarpması kıyametin kopmasına sebebiyet verebilir. Hatta, üç mil genişliğindeki “Swift Tuttle” adlı bir kuyruklu yıldızın saniyede 37 mil hızla dünyamızın üzerine doğru geldiği ve hesaplanan 14 Ağustos 2126 tarihinde dünyamıza çarpacağı ve bir milyon atom bombasından daha fazla etki yapacağı söyleniyor. Bütün bu anlatılanlar, ancak yaklaşık tahminlerdir. Yine en doğrusunu Allah bilir.


Peygamberimiz “Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim.” buyuruyor. Diğer bir hadisinde ise “Benim ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek.” buyurmuş.

Kıyamet, kâinatın harap olması ve tekrar dirilmek üzere ölmesidir. Bizim ölümümüz de, kendi kıyametimizdir. Kıyametimiz kopmadan sonsuzluk yurduna hazırlık yapmak ve Allah’ın emir ve yasaklarına boyun eğerek istikamet üzere hayatımızı geçirmek ise, yapılabilecek işlerin en isâbetlisidir.

Sorularla Risale
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Hadiste "Ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmez." deniyor. Bediüzzaman Hazretleri Risalelerinde verdiği kıyametle ilgili 1506 ve 1542 seneleri ile neyi anlatmaya çalışıyor? Bu hadis ile tam tevafuk ediyor mu?

Emirdağ Lahikası'nda: "böyle azim yekunlardaki tevafuklarda küçük küsuratlar ve küçük farklar zarar vermez." demiştir. Evet başka yerde ümmetin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek deniliyor. Yine bu mektubda denildiği gibi bu tevafuklar delil olmaz, sadece tevafukut bir alamet-i makbuliyesi olarak kuvvetli kanaat verebilir. Çünkü kıyamet vakti mugayyebat-ı hamseden olduğu gibi üstadımız yine kıyametin tarihi olarak bir kaç farklı rakam söylemiştir. Onun için zaten "kesin şu tarihte kopacak" gibi bir ifade kullanılmaz ve kullanılmamış. Fakat şunu biliyoruz ki üstadın ebced ve cifir ilmini kullanmada yetişilmez bir rüsuhu vardır. Üstadın "belki"leri bizce "bil ki" makamındadır :)

Bu mektubda küçük bir nokta dikkatimi çekti. Başta bu işaretlerin imadan remz makamına çıktığı söylenirken, en son cümlede ise "işaret" makamına çıktığı söyleniyor. İma, remz ve işaret'in farklarını üstad şöyle beyan ediyor.

Eğer bir tevafuk ise, delalet denilmez; fakat hafi bir ima olur.

Eğer iki cihet ile aynı meseleye tevafuk gelse, imadan remiz derecesine çıkar.

Eğer iki-üç cihetle aynı meseleye gelse işaret olur.

Bu makamları riayet eden üstadımız kelimeyi tam yerinde kullanmıştır. Bu derecelerden sonra "delalet" ve "sarahat" dereceleri geliyor.

Her cihetle ayn-ı şuur olan Kur'an-ı Kerim'in bu çeşit işaretleri elbette ki doğrudur....
 

pendüender

Well-known member
Euzübillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim.

قُل لَّا يَعْلَمُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الْغَيْبَ إِلَّا اللَّهُ وَمَا يَشْعُرُونَ

أَيَّانَ يُبْعَثُونَ
Sadakallahülazim

Meali
Ey Resul! De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Onlar ne zaman tekrar diriltileceklerini de bilmezler
Tefsiri
65. Evet. Yaratıcılık, Mabutluk yalnız Allah - u Teâlâ'ya mahsustur. Artık Ey Yüce Peygamber!. (De ki: Göklerde ve yerde olanlar; ne melekler ve ne de insanlar (gaybı bilemezler) kendilerinden gaip olan, istikbale ait bulunan şeylere dair bilgileri olamaz, (lâkin) o gayıbı (Allah bilir) başkaları böyle bir bilgiye bizzat kudretli değildirler, (ve onlar) o göklerde ve yerdeki kimseler 'ne zaman tekrar diriltileceklerini de) mezarlarından kaldırılacaklarını da (bilemezler) bilip tâyin edemezler.
Neml 65/Ömer Nasuhi Bilmen
Meali
65- Ey Rasulüm, De ki: "Göklerde ve yerde gaybı Allah´tan başka kimse bilmez. Onlar ne zaman dirileceklerini de bilmezler."
Tefsiri
Ey Rasulüm, sen, kıyametin ne zaman kopacağını soran müşriklere de ki: "Göklerde ve yerde bulunanlar gaybı bilmezler. Gaybı bilmek ancak Allah´a aittir. Kıyametin kopması da gayb bilgİlerindendir. Göklerde ve yerde bulunanlar, öldükten sonra kabirlerinden ne zaman çıkacaklarını da bilmezler./Taberi Tefsiri
 
Son düzenleme:
Üst