Mesnevi-i Nuriye 6. Ders - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmesi

Huseyni

Müdavim

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Esselamün aleyküm kardeşlerim.

Sıradaki dersimiz kainattaki tüm mevcudatın birbiriyle yardımlaşır gibi hareket etmeleri, canlıların rızıklarının tam zamanında onlara yetişmesinin ardındaki sırlar ve tevhidle ilgili olacaktır. Bu yardımlaşma ve rızıkların anında ihtiyaç sahiplerine yetişmesi bize neyi anlatıyor, elden geldiği kadar anlamaya ve anlatmaya çalışacağız. Dersi gören bütün kardeşlerimiz, derse iştirak edebilirler. Şimdiden Allah cc. razı olsun, amin.

[BILGI]YEDİNCİ LEM’A: Bakınız, aktar-ı semavat ve arz sahifeleri üstünde hâtem-i ehadiyet göründüğü gibi, kâinatın heyet-i mecmuasının büyük sahifesi üzerinde de pek vazıh bir surette hâtem-i tevhid görünmektedir.

Evet, bu âlem pek muhteşem bir saray veya muntazam bir fabrika veya mükemmel bir şehirdir. Bu fabrika-i kâinatın eczası, efradı ve envâı, âlât ve edevatı arasında hakîmâne bir muarefe ve tanışmak ve dostâne bir mükâleme ve konuşmak ve pek kerîmâne bir muavenet ve yardımlaşmak vardır ki, kemâl-i sür’atle pek uzun mesafelerden birbirinin savtını işitir ve ihtiyacını görür gibi derhal imdadına yetişir, ihtiyacını def eder. Evet, semadaki ecram ve yıldızların birbirine ve arza verdikleri ziya, hararet, bilhassa arza yaptıkları sair yardımlarını görüyorsunuz. Ve keza, bulutla arz arasında cereyan eden su alışverişine bakınız ki, arz, suyu buhar şeklinde buluta veriyor, bulut da kendi fabrikalarında lâzım gelen ameliyatı yaptıktan sonra buz, kar, yağmur şeklinde iade ediyor. Sanki o camid cirimler, lisan-ı halleriyle telsiz telgraf gibi birbiriyle konuşur ve yekdiğerine arz-ı ihtiyaç ediyorlar. Bilhassa bütün o ecram âdeta el ele vermiş gibi, kemâl-i ciddiyetle zevilhayata lâzım olan şeyleri tedarik etmek hizmetinde sa’y ediyorlar ve bir Müdebbirin emrine bağlı olup bir gayeye teveccüh ediyorlar.

Evet, şu teavün kanununa ittibaen, şems, kamer, gece ve gündüz, yaz ve kış taraflarından yapılan yardımlar sayesinde, şu hayvanların erzakını yetiştiren nebatat izn-i İlâhî ile meydana gelir. Hayvanat da emr-i Rabbânî ile beşerin ihtiyacatını yerine getirir. Balarısıyla ipekböceğinin insanlara yaptıkları yardımlar, bu dâvâyı ispat eder.

Evet, bu gibi eşya-yı camidenin yekdiğerine yaptıkları şu yardımlar, pek âşikâr bir delildir ki, onlar kerîm bir Müdebbirin hademesi ve amelesi olup Onun emriyle, izniyle iş görürler.

SEKİZİNCİ LEM’A: Gıda olarak mahlûkata, bilhassa hayvanata taksim edilen rızıklara dikkat lâzımdır ki, bu rızık vakt-i muayyeninde yetişir, vakt-i ihtiyaçta sevk edilir. Ve derece-i ihtiyaç nisbetinde yapılan sevkiyatta büyük bir intizam vardır. İşte, bu umumî rızık hakkında görünen geniş ve muntazam rahmet ve inayetler, ancak herşeyin mürebbîsi ve herşeyin müdebbiri ve herşey yed-i teshîrinde bulunan bir Zâtın hâtem-i hassı olabilir.

DOKUZUNCU LEM’A: Bakınız, âlem-i arz ve bütün cüz’iyat üstünde hâtem-i ehadiyet bulunduğu gibi, dağınık neviler ve muhit unsurlar üstünde de aynen o hâtem-i ehadiyet bulunur. Evet, bir tarlaya tohum ekilmesinden anlaşılıyor ki, o tarla tohum sahibinin mülküdür. Ve o tohum da, o tarla sahibinin malıdır. Yani, o buna, bu da ona şehadet ediyorlar.

Kezalik, kâinattaki masnuat, tohum gibidir. Âlem ve anasır da tarla gibidir. Her iki tarafın lisan-ı halleriyle ettikleri şehadete göre, masnuatı ile âlem-i anasır, yani tohum ile tarla ve muhit ile muhat, hep bir Sâni-i Vâhidin yed-i tasarrufundadır. Demek ednâ bir mahlûka yapılan tasarruf-u hakikî ve zayıf bir mevcuda edilen tevcih-i rububiyet, âlem ve anâsır kabza-i tasarrufunda bulunan Zâta mahsus olduğu gibi, herhangi bir unsurun da tedvir ve tedbiri, bütün hayvanat ve nebatatı kabza-i rububiyetinde tutup terbiye eden aynen o Zâta mahsustur. İşte, hâtem-i tevhid dediğimiz budur. Eğer birşeye temellük etmeye niyetin varsa, meydana çık, kendini tecrübe et, bak ne söylüyorlar: En cüz’î bir fert, “Ancak nev’imi yaratan beni yaratabilir” diyor. Çünkü efrad arasında misliyet vardır. Ve arzın her tarafında dağınık bir surette bulunan en küçük bir nevi, “Beni yaratabilen ancak arzı yaratandır” söylüyor.

Arza bak, ne söylüyor: Sema ile aralarında alışverişi bulunduğu için, “Beni halk edebilen, ancak mecmû-u kâinatı halk eden Zâttır” diyor. Çünkü aralarında tesanüt vardır.


Mesnevi-i Nuriye[/BILGI]


[TAVSIYE]Konu ile ilgili derslerimiz:Risale-i Nur Açıklamalı 10 : Marifetullah ve Muhabbetullah
Risale-i Nur Açıklamalı 12 : Hayat Hâtemine Bakınız..

Açıklamalı Risale Dersleri 15 - Tevhid Nazarıyla Bakmak
Açıklamalı Risale Dersleri 34 - Kesretten Vahdete Deliller


Diğer derslerimiz için: Risale Açıklamalı
[/TAVSIYE]
 
Son düzenleme:

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri - 36 - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmes

Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmesi Meselesi ve Himmet...

Ve aleykümselam ...



Himmet; yardım, meded ve istimdat istemektir Öncelikle şunu bilmeliyiz ki, her türlü yardımın kaynağı ve başvurulacak mercii Allah-u Zülcelal'dir Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, alim ve salih kimselerden himmet isteme, doğrudan onların şahıslarından yapılan bir talep olarak bilinmemelidir Böyle bir himmet, onların Allah indindeki derece ve değerlerinden yararlanmak için bir tevessüldür Bu kimseler hakkındaki manevi sevginin bir ifadesidir Böyle bir himmet ve meded talebinin gıyabta olması ile huzurda olması arasında fark yoktur
Başka bir deyimle himmet; kişinin herşeyden kendini çözüp Allah-u Zülcelal ile murakabeli ve huzurlu olma halidir Tabiki herkesin murakabesi ve huzuru değişiktir Herhangi bir kimsenin:"Ey filan bana himmet et!" demesinin manası: "Allah'a olan o murakaben ve huzurunla bana dua et " demektir Yani: "Ya Rabbil O kişinin amelinin hürmetiyle ve himmetiyle benim hacetimi yerine getir " İşte himmetin manası budur
Şunu çok iyi bilmeliyiz ki, örnek olarak bir kimsenin: "Ya Resulullah, Ya Şah-ı Nakşibend, Ya Geylani" diyerek manen yardım istediği zaman, onlardan müstakil olarak Allah-u Zülcelal'in izni olmadan bir şey yapmaları istemesi ve öyle inanması küfürdür İnsan bunu yaparken hakiki failin Allah-u Zülcelal olduğunu bilmelidir
Onlardan Allah-u Zülcelal'e dua etmeleri ve Allah-u Zülcelal'in onların hürmetine hacetini yerine getirmesi için, peygamberleri ve evliyaları aracı yapmasında hiçbir mahsur yoktur
Daha öncede geçen Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in: "Peygamberinin ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için " mübarek sözleri buna delildir Bu hareket Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e mutabaattan başka bir şey değildir Tabiki bunu yapan insan faili hakiki'nin Allah-u Zülcelal olduğunu bilmeli ve böyle itikad etmelidir
Fakat günümüzde bazı sapık insanlar inatla: "Allah 'tan başka hiç kimseden yardım istenmez Başkasından yardım istemek küfürdür " diyorlar Ve bunu derken de şu ayet-i kerimeyi delil olarak gösteriyorlar:
"(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız " (Fatiha; 5)
Bilindiği gibi, her insan bir takım şeyler için başkasından yardım ister Bu ayette geçen: " yalnız senden medet umarız "
kelamının manası, Allah-u Zülcelal'den gafil kalmamaktır Yani bir insan herhangi bir şey için başkasından yardım ister, o da yardım eder Burada hakiki fail Allah-u Zülcelal'dir Bu gücü ona veren Allah-u Zülcelal'dir Yani bu yardımı isterken Allah-u Zülcelal'den gafil kalma, çünkü gerçekte yardım eden O'dur
Dediğimiz gibi, hakiki fail Allah-u Zülcelal'dir Kul ise sadece bir sebeptir İnsan ister himmet istesin, isterse: "Ya Resulallah! Ya Şah-ı Nakşibendî" desin Bunlar sadece aracıdır Bunu böyle bilmeliyiz Bunun üzerinde duruyorum ki, insanlar yanlışa düşmesin ve bunlara karşı çıkanlarında ağzı kapansın Tasavvuf yolu, Allah-u Zülcelal'in muhabbetine götüren bir yol olduğu için istiyorum ki, insanlar bu tasavvuf yolundan mahrum kalmasınlar
Şimdi biz bu insanlara Kur'an ve sünnetten deliller sunacağız
Neml suresinde geçen Süleyman aleyhisselam'ın kıssası şöyle anlatılmaktadır:
"(Sonra Süleyman müşavirlerine) dedi ki: Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir? Cinlerden bir ifrit: Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz, dedi Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi (Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanı başına yerleşmiş olarak gördü " (Nemi; 38-40)
Bu ayet-i kerimede açıkça görüldüğü gibi, Süleyman aleyhisselam, müşavirlerinden tahtı getirmek için yardım istemiş ve veziri de ben yaparım diyerek o tahtı göz açıp kapayıncaya kadar getirmiştir Şimdi Süleyman aleyhisselam ile veziri haşa Allah-u Zül-celal'e şirk mi koştular!
Hayır! Bilakis Süleyman aleyhisselam hakiki failin Allah-u Zülcelal olduğunu bilerek vezirinden yardım istemişti
Yine, Ebu Hureyre radıyallahu anh Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gelerek: "Ya Rasulallah! Ben senden çok hadis-i şerif işitiyorum Fakat bunları unutuyorum (İşittiğim hadisleri) unutmamayı çok istiyorum " diyerek unutkanlığından şikayet etti Bunun üzerine Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
"Cübbeni (yere) ser " dedi Ebu Hureyre radıyallahu anh cübbesini serdi Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem mübarek elleri ile yukarıdan bir şeyler avuçlayıp cübbenin üzerine doğru koy¬du ve: "kapat, kapat " dedi Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle buyurdu "Bundan sonra hiçbir şeyi unutmadım " (Buharı, İlim; 42)
Bu hadiste de görüldüğü gibi, Ebu Hureyre radıyallahu anh Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den duyduklarını unutmamak için yardım istemiştir Ve Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'de ona yardım etmiştir Şimdi Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve Ebu Hureyre radıyallahu anh haşa Allah-u Zülcelal'e şirk mi koştular! Onlar Allah-u Zülcelal'in hakiki fail olduğunu bilerek birbirlerinden yardım istiyorlar ve birbirlerine yardım ediyorlardı Şimdi Süleyman aleyhisselam'ın vezirinden yardım istemesini ve Ebu Hureyre radıyallahu anh'ın Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den yardım istemesini kim inkar edebilir? Eğer bu davranış biçimi şirk olsaydı, Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Ebu Hureyre radıyallahu anh'a: "Benden isteme, Allah 'tan iste! " derdi
Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
"Allah-u Zülcelal'in öyle mahlukatı vardır ki, Allah-u Zülcelal onları insanların ihtiyaçları için yaratmıştır, insanlar ihtiyaçları olduğunda, onlara giderler 0 kimseler ki, Allah-u Zülcelal'in azabından emindirler " (Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, 7/192)
Görüldüğü gibi yardım istemenin hem Kur'anda hem de sünnette bir çok delilleri vardır
Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz birşey kaybettiği zaman veya yardım murad ettiği zaman, o öyle bir yerdedir ki, orada yardım edecek bir yardımcı da yoktur O zaman şöyle söylesin: "Ey Allah 'in kulları bana yardım edin "
Muhakkak ki Allah-u ZülcelaVin öyle kulları vardır ki, bizler onları göremeyiz " (Heysemi, Mecmau'z-Zevaid: X/132)
Nasıl ki dünyada bir kişi, her hangi bir işini halletmek için, o işi yapacak olan kişinin yanında değeri olan bir kimseyle gittiği zaman, işini daha rahat bir şekilde yerine getiriyorsa, insanın peygamberleri ve evliyaları da Allah-u Zülcelal'e karşı kendisine rehber yapması da aynen böyledir
Bir kimse: "Ben Allah-u Zülcelal'e karşı hata ve günah sahibiyim, benim yüzüm yoktur " diyerek, Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e veya bir evliyaya yalvararak:"Benim yerime Allah-u Zülcelal'e sen dua et ki, benim bu kötü alışkanlıklarım kaybolsun veya bu ihtiyacım yerine gelsin " diyerek, Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i ya da bir evliyayı kendisine rehber yaptığı zaman, onlarda dua ediyorlar Ama Allah-u Zülcelal ister kabul eder isterse kabul etmez İşte insanın imanına zarar vermemek için her şeyi, Allah-u Zülcelal'den bilip, boşu boşuna şeytanın aldatmalarına kapılmamak ve bilmeden yanlış düşüncelere girmemek lazımdır
Netice olarak; her hangi bir peygamber, melek veya evliyanın kendi başına her hangi bir fiili yapma kuvveti yoktur Fail-i Hakiki olan Allah-u Zülcelal'dir Peygamberler, melekler ve evliyalar, Allah-u Zülcelal'in takdiri ile yalnızca birer vesiledirler Bunların duası ve hürmetine Allah-u Zülcelal kullarının hacetini yerine getirir

Kaynak: Seyda Muhammed Konyevi K S
Hanefi ve Şafi Mezhebine Göre Asrımız Meselelerine Fetvalar

Bulut,rüzgar güneş,felek senin eline ekmek vermek için çalışıp,hizmet görüyorlar.O ekmeği gaflet etmeden yiyesin diye...ALLAH'ın emriyle onlar senin için böyle çalışırlarken,senin vazifeni yapmaman ,boş oturman hiç yakışık alır mı?/Sadi/Gülistan..
 
Son düzenleme:

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri - 36 - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmes

Ve Aleyküm Selam Ağabeyim,

Allah Razı Olsun ebeden manen dua niyetine olsun inşaAllah bu derslerimiz..

[NOT]
Bakınız!

Aktar-ı semavat ve arz sahifeleri üstünde hâtem-i ehadiyet göründüğü gibi, kâinatın heyet-i mecmuasının büyük sahifesi üzerinde de pek vazıh bir surette hâtem-i tevhid görünmektedir.
[/NOT]

Gökyüzünün dört bir yanında her tarafında bütün alemlerinde ve yeryüzündeki bütün sayfalara Cenab-ı Kur’an nazarında , ilahi eserler olarak bakacak olursak;

Bütünde yani kainatın tamamında bir büyük kitab gibi yazanı şanına layık şekilde gözükmektedir.

Mührüne dair tecelli eden tüm alemler her yanda tevhide ayinedarlık ediyor.

Yazan eli görmeyen onu kalem yazdı zanneder misali bakmamak için ;

Allah’ın Rahmet eserlerine hatem-i ehadiyet cihetinden yani tek tek , ayrı ayrı tedbir ve idaresiyle Rahmetinin izlerine şahitlik edebilmektir bakmak..

Sonrasında; aynı anda hem ehadiyeti ile en küçüğünden bir karıncanın rızkını verirken aynı anda tüm kainatın tamamına hakim olan Allah'tır. Bir dayanışma ile sürekliliğini canlı tutması da Allah’ın Rahmetinin ne kadar sonsuz olduğuna delildir.



 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri - 36 - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmes

[NOT]
Evet bu âlem pek muhteşem bir saray veya muntazam bir fabrika veya mükemmel bir şehirdir. Bu fabrika-i kâinatın eczası, efradı ve enva'ı, âlât ve edevatı arasında hakîmane bir muarefe ve tanışmak ve dostane bir mükâleme ve konuşmak ve pek kerimane bir muavenet ve yardımlaşmak vardır ki, kemal-i sür'atle pek uzun mesafelerden birbirinin savtını işitir ve ihtiyacını görür gibi derhal imdadına yetişir, ihtiyacını defeder.
[/NOT]



Kainat bir saray olduğu gibi insan da bir saray örneğidir.İnsanın kendi sarayından dahi bakıp da görebileceği milyarlarca güzellik vardır.

Hücrelerinin sesini işitmez insan...Aralarındaki işbirliği ve yardımlaşmayı her an göremez,bilemez.Fakat bu işbirliğin sayesinde sağlıklı düşünebilir,elini oynatabilir,görebilir ve duyabilir.

Dışarıdan bakıldığında ya da başımıza bir sağlık problemi gelmeden sayılan bu nimetlerin ne kadar değerli olduğunu da anlayamıyoruz.

Metabolizmaları ayakta tutan da hücrenin kendisi değil hücreye bu meleki vahyi veren Allah'tır.

Aynen hücreden makroya kadar olan tüm yardımlaşma ile nefes alıp verdirten Allah (cc) ,kainata da muhteşem bir yardımlaşma ve işbirliği tayin etmiştir.Ne bir şikayet ne bir ses ne bir yorgunluk dahi görülemez.

Hepsi bir sarayın görevlisi gibi hizmet ederek vazifesini tamamlar .

Aralarındaki mesafelerden dahi birbirlerine yetiştirilerek görevlerine itaat ederler.
 

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri - 36 - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmes

1-Mutlak hükümranlık elinde bulunan Allah, yüceler yücesidir ve O'nun her şeye gücü yeter.

2 - O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır.

3 - O, yedi göğü, birbiri üzerine yarattı. Rahmân'ın yaratmasında bir aykırılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun?

4 - Sonra gözünü tekrar tekrar döndür (bak). Göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.MÜLK

Evet bakışlar bitkin halde geri dönüyor...
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri - 36 - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmes

[DIKKAT]
Bir gece, yüz tabakalık irtifada, bir katran ağacının başındaki yuvada, semânın yıldızlarla yaldızlanmış güzel yüzüne baktım;

Kur'ân-ı Hakîmin
b128.gif
-2-
b129.gif
b130.gif
kaseminde ulvî bir nur-u i'câz ve parlak bir sırr-ı belâgat gördüm.

Evet, seyyar yıldızlara ve istitar ve intişarlarına işaret eden şu âyet, gayet âli bir nakş-ı san'at ve âli bir levha-i ibret, nazar-ı temâşâya gösteriyor.

Evet, şu seyyareler, kumandanları olan güneşin dairesinden çıkıyorlar, sabit yıldızlar dairesine girerek semâda yeni yeni nakışları ve san'atları gösteriyorlar. Bazen kendileri gibi parlak bir yıldıza omuz omuza verir, güzel bir vaziyet gösteriyorlar.

Bazen küçük yıldızlar içine girip bir kumandan suretini gösteriyorlar.

Hususuyla bu mevsimde, akşamdan sonra, ufukta Zühre yıldızı ve fecirden evvel diğer parlak bir arkadaşı, gayet şirin ve güzel bir vaziyet gösteriyorlar.

Sonra, vazife-i teftişiyelerini ve nakş-ı san'atta mekiklik hizmetini ifadan sonra yine dönüp, sultanları olan güneşin şâşaalı dairesine girip gizleniyorlar.

Şimdi, şu hunnes, künnes tabir edilen seyyarelerle şu zeminimizi kâinat fezasında birer gemi, birer tayyare suretinde kemâl-i intizamla döndüren ve seyr ü seyahat ettiren Zâtın haşmet-i rububiyetini ve şâşaa-i saltanat-ı ulûhiyetini güneş gibi parlaklığıyla gösteriyorlar.




2 "Yemin olsun gizlenen ve açığa çıkan yıldızlara." Tekvir Sûresi: 81:15-16.

Üçüncü Mektup - Mektubat
[/DIKKAT]
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri - 36 - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmes

[NOT]
Evet, semadaki ecram ve yıldızların birbirine ve arza verdikleri ziya, hararet, bilhassa arza yaptıkları sair yardımlarını görüyorsunuz.

Ve keza, bulutla arz arasında cereyan eden su alışverişine bakınız ki, arz, suyu buhar şeklinde buluta veriyor,

bulut da kendi fabrikalarında lâzım gelen ameliyatı yaptıktan sonra buz, kar, yağmur şeklinde iade ediyor.
[/NOT]
Sıradan görüşlerimizin ardında gizlenmiş kalmış sadece varlık alemi...Arzdan arşa kadar bütün hadiselerin takipçisi olmaya kalksak ne büyük düzenlerin arasında ne büyük işlerin holdingleştiğini fark ederdik. Damla damla yağan yağmurun o kadar mesafelerden inip de incitmeden üzerimize yağdırılması ne büyük bir ihsan olsa gerek...

Adetullahın her yanı kapladığı aleme doğa olayları deyip de geçmek ne büyük bir nankörlük olsa gerek ...

Vücudumuzun 3/4 'ü nasıl sularla kaplı ise dünyanın da aynı oranda sularla kaplı olması ne kadar düşündürücü...

[DIKKAT]
Sonra yağmura bakıyor, görür ki:

O latif ve berrak ve tatlı ve hiçten ve gaybî bir hazine-i rahmetten gönderilen katrelerde o kadar rahmanî hediyeler ve vazifeler var ki; güya rahmet tecessüm ederek katreler suretinde hazine-i Rabbaniyeden akıyor manasında olduğundan, yağmura "rahmet" namı verilmiştir.


Asa-yı Musa


[/DIKKAT]
 

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri - 36 - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmes

Dünya büyük alemse,insanında küçük alem olsa gerek.Varlık alemindeki hiçbirşey rastlantı değil,tevafuktur.Yüce yaradanın bahşetmiş olduğu ihsanlar sayıp bitmekle tükenmez...


"Dağları görürsün de, oysa onlar bulutların donmuş sanırsın; sürüklenmesi gibi sürüklenirler...."(Neml Suresi, 88)

Üzerinde yaşadığımız Dünya’daki tüm yer şekilleri, kusursuz güzellikte ve birbirinden hikmetli özelliklerle yaratılmıştır. Bu yer şekillerinden biri olan dağlar, görkemli görüntülerinin yanı sıra mucizevi özellikleriyle de bugün hala birçok araştırmaya konu olmaya devam ediyor.

Dağların 100 km. kalınlığındaki yer kabuğu ile manto tabakası üzerinde nasıl hareket edebildikleri ve çivi işlevi görerek yer katmanlarını nasıl sabitledikleri bu önemli araştırma konularından bazılarıdır.

1- DAĞLAR NASIL OLUŞTU?

Dünya üzerindeki yüzey şekillerinden biri olan dağlar, yerkabuğunu oluşturan çok büyük tabakaların hareketleri ve çarpışmaları sonucunda meydana gelmiştir. İki yeryüzü tabakası çarpıştığı zaman daha dayanıklı olan tabaka diğer tabakanın altında kalır. Üstte kalan tabaka, kıvrılarak yükselir ve dağları meydana getirir. Dağ kökü adı verilen ve altta kalan tabaka ise yer altında ilerleyerek kimi zaman kendi boyunun 10-15 katı büyüklüğü kadar derin bir uzantı meydana getirir. Örneğin yüksekliği yaklaşık 9 km olan Everest Dağı'nın yeryüzüne saplanmış 125 km’den fazla kökü vardır.


Kuran ayetlerinde de, dağların bu işlevi, "kazık" benzetmesi yapılarak şöyle haber verilir: "Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık?" (Nebe Suresi, 6-7)

Yine bir başka ayette Allah, "Dağları dikip-oturttu" (Naziat Suresi, 32) şeklinde bildirmektedir. Bu ayette geçen "ersayha" kelimesi "köklü kıldı, sabit yaptı, demirledi, yere çaktı" anlamlarına gelmektedir. Dağlar bu özellikleri sayesinde yeryüzü tabakalarının birleşim noktalarında yer üstüne ve yer altına doğru uzanarak bu tabakaları birbirine perçinlerler. Bu şekilde, yer kabuğunu sabitleyerek kendi tabakaları arasında kaymasını engellemiş olurlar. Bu özellikleriyle dağları, tahtaları bir arada tutan çivilere benzetebiliriz.

3- DAĞLAR YERYÜZÜ TABAKALARINI SABİTLEMESEYDİ…

Bugün biliyoruz ki, yeryüzünün dış katmanı derin faylarla kırılmıştır ve parçalanmış plakalar, erimiş magma üzerinde yüzmektedir. Eğer dağların sabitleştirici etkisi olmasaydı, Dünya'nın kendi ekseni çevresindeki dönüş hızının çok yüksek olmasından ötürü, yüzen plakalar hareket halinde olacaklardı. Bu durumda yeryüzünde toprak birikemez, toprakta su depolanamaz, hiçbir bitki filizlenemez, hiçbir yol, ev inşa edilemezdi; kısacası Dünya üzerinde canlı yaşamı mümkün olmazdı. Ancak Allah'ın bir rahmeti olarak, dağlar, kıtasal kütleleri okyanus tabakalarına doğru tutmakta ve onların hareketini durdurmaktadır. Allah bir ayette dağların bu özelliğini şöyle haber vermektedir:

"... Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı..."(Lokman Suresi, 10)
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri - 36 - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmes

[NOT]
Sanki o camid cirimler, lisan-ı halleriyle telsiz telgraf gibi birbiriyle konuşur ve yekdiğerine arz-ı ihtiyaç ediyorlar. Bilhassa bütün o ecram âdeta el ele vermiş gibi, kemâl-i ciddiyetle zevilhayata lâzım olan şeyleri tedarik etmek hizmetinde sa’y ediyorlar ve bir Müdebbirin emrine bağlı olup bir gayeye teveccüh ediyorlar.
[/NOT]
Cansız cisimler büyük bir kemallikte sanki birbirinin ihtiyacını bilircesine yardımlaşıyor ve ihtiyaçlarını karşılıyorlar.

Özellikle ise; yıldızlar gibi büyük cisimler yine aralarında gayet ciddi bir kemallikle Sahibinin emrine tabi olarak hizmet ediyor,çalışıyorlar.Bir gaye uğruna itaatlerinde en ufak bir sapma dahi göstermiyorlar.

İlah-i bir emir var ve o emre vahy edilmiş muhatap bir alem var.Böyle muntazam bir düzenin bir arada noksansız vazifelerde görevlendirilmesi muhakkak ardındaki yapan Kudret Elini düşündürür...


[DIKKAT]
Hem hiç mümkün müdür ki; zeminin yüzünü mütemadiyen zîhayatlarla doldurup boşaltan ve kendini

tanıttırmak ve ibadet ve tesbihat ettirmek için bu dünyamızı zîşuurlarla şenlendiren bir Sultan-ı Zülcelal,

semavatı ve yıldızları boş ve hâlî bıraksın; onlara münasib ahaliyi yaratıp, o semavî saraylarda iskân etmesin

ve saltanat-ı rububiyetini en büyük memleketinde hademesiz, haşmetsiz, memursuz, elçisiz, yaversiz,

nâzırsız, seyircisiz, âbidsiz, raiyetsiz bıraksın?

Hâşâ, melekler sayısınca hâşâ!


Asa-yı Musa
[/DIKKAT]
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri - 36 - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmes

[NOT]Bakınız, aktar-ı semavat ve arz sahifeleri üstünde hâtem-i ehadiyet göründüğü gibi, kâinatın heyet-i mecmuasının büyük sahifesi üzerinde de pek vazıh bir surette hâtem-i tevhid görünmektedir.
[/NOT]

Bismillahirrahmanirrahim.

Sıradan gittiğimiz için tevhide dair dersler sıkça karşımıza çıkıyor. Bu konuya ihtiyacımızın çokluğundandır belki de. İnşalalah tekrar tekrar da olsa anladığımız kadar anlatmaya devam edelim.

Risalelerde oldukça çok kullanılan vahidiyet ve ehadiyet kavramlarını anladığımızda geçtiği yerdeki cümleleri, paragrafları da ve de konuları anlamada faydalı olacaktır.

Vahidiyet: Allah'ın isim ve sıfatlarının bütün mevcudat üzerinde külli bir şekilde tecelli etmesine denir.

Ehadiyet ise; Allah'ın isim ve sıfatlarının mevcudatın her bir cüz'ünde ayrı ayrı tecelli etmesidir.

Yukarıdaki cümleden anladığımız;

Semanın heryerinde ve yeryüzünün sayfaları üzerinde Allah'ın isim ve sıfatlarının tecellileri göründüğü gibi, kainatın tamamında da Allah'ın isim ve sıfatlarının tecellileri görünmektedir. Burda dünya ve sema, kainata nisbet edildiğinden küçük olan ehadiyet, büyük olan vahidiyet kapsamına girmiş. Yani kainatın tamamında tecelli eden isim ve sıfatlar, kainatın küçük bir cüz'ü olan dünyada dahi tecelli etmiş demektir. Ağaçta tecelli eden bütün isim ve sıfatlar, aynısıyla daha küçük bir surette meyvesinde dahi tecelli etmiş demektir. Misaller çoğaltılabilir.
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri - 36 - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmes

[NOT]Evet, bu âlem pek muhteşem bir saray veya muntazam bir fabrika veya mükemmel bir şehirdir.[/NOT]

Üstad Hazretleri alemimizi üç farklı cihetten değerlendiriyor. Muhteşem bir saray, muntazam bir fabrika ve mükemmel bir şehir. Evet kainat milyarlarca galaksi ve her galaksi içinde milyarlarca yıldız içeren ihtişamıyla muhteşem bir saray gibi düşünülebilir. Zaten saray dendiğinde ilk akla gelen, ondaki görkem ve ihtişamdır. Kainatın bu görkem ve muhteşemliğine binaen, Üstad Hazretleri bir saray olarak kainatı bize tesmiye ediyor. Dünyamız o sarayın odalarından sadece bir tanesi.

İkincisi alem muntazam bir fabrikaya benzetilmiş. Bununla da kainattaki herşeyin düzenli olarak işleyişi nazara verilmek istenmiş muhtemelen. Fabrika tezgahlardan oluşur ve her tezgahın fabrikanın çıkaracağı ürüne hizmet eden bir görevi vardır. Biri hammaddeyi alır, biri keser, biri şekillendirir, biri kontrolünü yapar vs. Bu kainatında milyarlarca tezgahları var. Dünyamız o sayısız tezgahlardan sadece birisi. Kainatın heryerinde olduğu gibi dünya fabrikamızda muntazam işliyor. Bütün çarklar mütemadiyen, en ufak bir arızaya meydan vermeden işliyor. Cemadat, hayvanat, nebatat tezgahları görevlerini hiç şaşırmadan tam zamanında yerine getiriyor.

Üçüncüsü alem mükemmel bir şehire benzetiliyor. Bununla da muhtemelen, kainatın mükemmel düzeni ve işleyişi kastedilmiş. Mükemmel şehir deyince aklımıza ilk gelen, o şehrin belediyesinin harikulade faaliyetleri, aksatılmadan verilen hizmetleri, sakinlerinin huzuru olur. Evet kainatta herşey bir düzen ve sürekli bir işleyiş görünüyor. Ve yapılan o kadar büyük faaliyetlere rağmen içindeki sakinlerinin huzuru bozulmuyor. Her varlık şehrin dört bir yanındaki hummalı faaliyetlerden zarar görmeden huzurlu bir şekilde hayatına devam ediyor. Dünyamızda o şehrin belki bir sokağı belki bir mahallesi hükmünde. Şehirde görünen düzen ve işleyiş ve huzur aynı şekilde sokaklarında da, mahallelerinde de, semtlerinde de mevcut.

Sübhanallah.

Cenab-ı Hak zatında ve sıfatında ve efâlinde her türlü kusur ve noksandan münezzehtir.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri - 36 - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmes

[NOT]
Evet şu teavün kanununa ittibaen, şems, kamer, gece ve gündüz, yaz ve kış taraflarından yapılan yardımlar sayesinde, şu hayvanların erzakını yetiştiren nebatat izn-i İlahî ile meydana gelir. Hayvanat da emr-i Rabbanî ile beşerin ihtiyacatını yerine getirir. Bal arısıyla ipek böceğinin insanlara yaptıkları yardımlar, bu davayı isbat eder.
[/NOT]


Yardımlaşma kanunlarına tabi olarak ; Nöbet tutan askerler gibi, güneş ve ay birbirlerini tamamlıyor.Birinin batışı ile diğerinin doğuşu gündüz ve gecenin seyrini hareketlendirerek mevsimlere iştirak ediyorlar.Böyle bir seyrangah içinde vazifeli olan tüm nebatat yetişerek hayvanat aleminin rızkı olurken,hayvanat da ilahi emirle beşerin ihtiyacını yerine getirmekte...

Bal arısının çeşit çeşit çiçekten polen toplaması ve tozlaşma ile bitki aleminin bir nevi taşıyıcılığını üstlenmesi ve meyvelerin,sebzelerin yetişmesi , ipek böceğinden de elde edilen ipeği de buna isbattır.



Hepsine ilahi emri veren Cenab-ı Hak her canlının ihtiyacını mükemmel bir surette yardımlaşma (teavün ) ile de gerçekleştirerek,yine görmemiz ve yapmamız gerekenleri cüzi şekillerde örneklerle temsillere yerleştirmiştir.

Arı yıllardır bal üretiyor,ipek böceği de ipek...Allah (C.C) onlara belirli vazifeleri vermiş ve onlar da aynen sorgusuz sualsiz bu görevlerinde itaat ediyorlar.Arının yaptığı balda teknolojik olarak bi gelişme olmadı.

Ama insana en değerli olanı verildi Akıl ve İdrak...Akıl ile iradeye kapı açılması istendi ondan bu yönde de cüzi olarak irade verildi.Ne yönde kullanmak istediği ise onun elinde..Hayra veya şerre...

Eğer akla irade açıldıysa insanda ve gelişen insan ise dünden farklı olarak bir arıdan...

Öyle ise arıyı izleyip de tefekküre giden bu yardımlaşmayı gözardı etmemek şart.Yoksa gerçeği perdeler insan aklı ile...

Perdelenen aklın cezasına ise göz şahittir ,burun şahittir,el şahittir,kulak şahittir...

Dört şahit de yeter !...
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri - 36 - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmes

[DIKKAT]
10. (1693)- Hz. Ebu Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Güneş batarken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte mescidde idim. Bana:

"Ey Ebu Zerr, biliyor musun bu Güneş nereye gidiyor?" diye sordu. Ben:

"Allah ve Resûlü daha iyi bilirler!" dedim.

"Arş'ın altına secde yapmaya gider, bu maksadla izin ister, kendisine izin verilir.

Secde edip kabul edilmeyeceği, izin isteyip, izin verilmeyeceği zamanın (kıyametin) gelmesi yakındır. O vakit kendisine:

"Geldiğin yere dön!" denir. Böylece battığı yerden doğar. Bu durumu Cenâb-ı Hakk'ın şu sözü haber vermektedir.

(Mealen):

"Güneş, duracağı zamana doğru yürüyüp gitmektedir. Bu aziz ve alîm olan Allah'ın takdiridir"

(Yâsin 38). [Buhârî, Tefsir Yâsin 1, Bed'u'l-Halk 4, Tevhid 22, 23; Müslim, İmân 250, (159); Tirmizî, Tefsir, Yâsin, (4225).][29]

AÇIKLAMA:

1- Bu hadis, ta bidayetlerden beri, insanları meşgul etmiş bulunan bir hususta açıklama yapmaktadır: "Güneş akşamları nereye gitmektedir?"

Günümüzün insanı için bu soru ilgi çekici olmaktan çıkmıştır. Burada soruyu Ebu Zerr (radıyallâhu anh)'e Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) sormakta ve cevap vermektedir. Bazı rivayetlerde ise Ebu Zerr sormakta, cevabı Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) vermektedir.

2- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın cevabı ile alâkalı ulemânın muhtelif yorumları var. Hadisi şöyle anlamamız mümkün: Kur'ân-ı Kerim, bütün mevcudâtın ibâdet yaptığını belirtirken (İsra 44) Güneş'i secde edenler arasında betahsis zikreder (Hacc 18).

Bazı âlimler mahlukatın ibadeti nasıldır? sorusuna: "Fıtrî amelleridir, yani hangi iş ve vazife için yaratılmışsa o şeyi yaptı mı ibadet etmiş olur" demişlerdir. Şu halde, Güneş her an ışık neşretme vazifesini yerine getirmekle ibadetini yapmakta, secdede bulunmaktadır. Bize nisbetle batması, ışık neşri vazifesini bizden kesmesi demektir. Ama Dünya'nın başka kıtalarında aynı vazifeyi yapmaya (secde etmeye) gidiyor demektir.

Arşın altında gitmesi de şöyle anlaşılabilir: Arş bütün semâvatı kuşattığına göre, zaten onun altından çıkması diye bir şey sözkonusu olamaz. Gündüzleyin, kendimize nisbetle tepemizde, ufukta gördüğümüz Güneş, gece görünmez olunca, bizden nisbî bir uzaklığı ve gaybubeti mevzubahistir. Bu halde kozmoğrafya bilgisi olmayan insanlara, onları tatmin edebilecek en doğru cevap bu olsa gerektir (Allahu a'lem).
[/DIKKAT]
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri - 36 - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmes

[NOT]
Evet bu gibi eşya-yı camidenin yekdiğerine yaptıkları şu yardımlar, pek aşikâr bir delildir ki; onlar kerim bir Müdebbir'in hademesi ve amelesi olup, onun emri ile, izni ile iş görürler.


[/NOT]


İzn-i İlahinin emri olmadan tek bir yağmur damlası dahi indirilmiyor.İbadetleri olan ameli itaatleri ile Allah'ın iradesinden bir saniye bile çıkmıyorlar ve kendi hallerinde bir vazife de görmüyorlar.Aralarındaki teavün ile kainatın ihtiyaçları, bir işbirliği halinde Allah'ın Rahmetiyle karşılanıyor.


[DIKKAT]
3. (5771)- Zeyd İbnu Halid (radıyallahu anh) anlatıyor:

"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hudeybiye'de, bize geceleyin yağan yağmurun peşinden sabah namazı kıldırmıştı. Namazı bitirince cemaatın önüne geçti ve:


"Rabbiniz ne dedi biliyor musunuz?" buyurdu. Cemaat: "Allah ve Resulü bilir!" dediler.

"Allah Teala hazretleri: "Kullarımdan bir kısmı bana mü'min, bir kısmı da kâfir olarak sabahladı. "Allah'ın fazlı ve rahmetiyle bize yağmur yağdırıldı" diyen bana mü'min, yıldızları da inkar edici olarak sabahladı.

Kim de: "Falanca falanca yıldız sayesinde bize yağmur yağdırıldı" dediyse o da bana kâfir, yıldıza mü'min olarak sabaha erdi" dedi!" buyurdular."

[Buharî, Ezan 156, İstiska 28, Megazi 35, Tevhid 35; Müslim, İman 125, (71); Muvatta, İstiska 4, (1, 192); Ebu Davud, Tıbb 22, (3906); Nesâî, İstiska 16, (3, 165).][4]

AÇIKLAMA:

1- Hadiste, yağmurun yıldızların tesiriyle yağdığı inancına düşenler küfre nisbet edilmektedir. Bu hüküm sadece yağmurla sınırlı olmamalıdır. Kişi, maruz kaldığı nimetleri veya müşahede ettiği hadiseleri Allah'tan başka birşeyle açıkladığı takdirde küfre nisbet edilebilecektir.

Alimler buradaki küfürle iki ayrı küfrün kastedilmiş olabileceğini belirtirler.

* Şirk koşma küfrü, İmanla mukayese yapılmış olması bu ihtimale bir karîne olmaktadır.

* Nimete karşı küfr; buna küfân-ı nimet veya nankörlük de diyoruz. Bu ihtimalin verilmesine hadisin bir başka veçhinde gelen: "Kim, suyuvermiş olmamıza karşı bana hamd ü senada bulunursa, işte bu bana iman etmiştir" ibaresidir

. Keza bir başka rivayette de: "...Bana veya nimetime küfretmiş olur" ibaresinin gelmiş olmasıdır. İbnu Abbas'tan gelen bir rivayette de: "...onlardan bir kısmı kâfir, bir kısmı şakir olarak sabaha ermiştir" ibaresi vardır. Şu halde, hadiste geçen "küfür"den maksadın imanî küfür olmayıp nimete nankörlük" olduğunu anlamayı haklı çıkaracak karineler mevcuttur.

O halde hadisin değerlendirilmesinde her iki muhtemel mananın nazar-ı dikkate alınması gerekir. Mü'min, zaten şiddetle tahzir edildiği şirk-i hafiye düşmemek için, hayır ve şer her şeyin yaratılış cihetiyle Allah'tan geldiğini bilecektir. Hele hayır, nimet, saadet gibi hoş şeylerin Allah'ın hem iradî olarak takdiri hem de yaratması olarak bilip hamdini, şükrünü eda etmesi gerekir. Belirtilen yanlış inançlara başkasında rastlandığı zaman, bu inancın küfran-ı nimet olabilme ihtimalini gözönüne alarak tekfir etme cihetine gitmemesi uygun olur.

Nitekim bazı şarihler, Resulullah yıldızlar bahsinde şiddet göstermiştir. Çünkü Arapların hadisatı onlara nisbet etme âdetleri vardı. Ama, yağmuru Allah'tan bilen bir kimsenin o yıldızın doğduğu vakti kastederek: "Falanca yıldızda yağmura kavuştuk" demesi caizdir, demişlerdir.[5]
[/DIKKAT]





 
Son düzenleme:

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri - 36 - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmes

İzahatınız güzel olmuş vesselam.

"Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder. O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbîhini anlamazsınız..." (el-İsrâ, 44)

Rabbimiz, "el-Hay" ism-i şerîfinin tecellîsi ile, yarattığı bütün varlıklara hayat nasîb etmiştir. Kâinatta esâsen "cansız" denilebilecek hiçbir varlık yoktur. Bitki, hayvan, insan gibi canlıları dikkate alarak, canlılık, yalnız onlara mahsus görülürse de, bir atomun içindeki maddelerin cümbüşünü ilâhî muhabbet gözlüğüyle temâşâ edersek, cansız zannedilen bir maddenin aslında sâhip bulunduğu müthiş canlılığın hayranlığı ve dehşeti içinde kalırız. Bu dehşet, mikro varlıklardan makro varlıklara doğru mütemâdiyen artarak tezâhür eder.

Cenâb-ı Hak yarattığı canlı-cansız bütün mahlukâtına kendini tanıtmış ve onları dâimî bir sûrette zikir ile vazifelendirmiştir. Bu sebeple bütün varlıklar, yaradılışları muktezâsınca kendi hâllerine mahsus bir sûretle Rablerini tanırlar ve O'nu zikrederler.

Cemâdât, nebâtât ve hayvânât, aynı zamanda Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i ve diğer peygamberleri de tanırlar. Bu hâl nebevî mûcizelerde mütemâdiyen görülür. Onlar yeri geldiğinde taşa, asâya ve benzeri cansız varlıklara Allâh'ın lutfuyla âdetâ ruh verirler. Bu sebepledir ki Ebû Cehl'in elindeki taşlar, Peygamberimizin mûcizesi olarak lisâna gelmiş, O'nun doğruluğunu tasdîk etmiş ve Hakk'ı zikretmiştir. Hazret-i Mûsâ'nın elindeki asâ ise yine Allâh'ın lutfuyla ejderhâya dönüşmüş, Firavun'u korkutmuştur. Yine bir zamanlar Kızıldeniz, ilâhî emre boyun eğerek Hazret-i Mûsâ ve ashâbına yol olmuş, buna mukâbil sıra Firavun ve askerlerine geldiğinde ise, onları tanıyıp helâk etmiştir. Mescid-i Nebevîdeki hurma kütüğü, Rasûlullâh'a firak ve hasretinden inleyerek ağlamıştır. Ayrıca bir çok hayvan da, kendilerine zulmeden sahiplerini, yine o Varlık Nûru'na şikâyet etmişlerdir.
 
Son düzenleme:

Huseyni

Müdavim
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri - 36 - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmes

[NOT]Bu fabrika-i kâinatın eczası, efradı ve envâı, âlât ve edevatı arasında hakîmâne bir muarefe ve tanışmak ve dostâne bir mükâleme ve konuşmak ve pek kerîmâne bir muavenet ve yardımlaşmak vardır ki, kemâl-i sür’atle pek uzun mesafelerden birbirinin savtını işitir ve ihtiyacını görür gibi derhal imdadına yetişir, ihtiyacını def eder. Evet, semadaki ecram ve yıldızların birbirine ve arza verdikleri ziya, hararet, bilhassa arza yaptıkları sair yardımlarını görüyorsunuz. Ve keza, bulutla arz arasında cereyan eden su alışverişine bakınız ki, arz, suyu buhar şeklinde buluta veriyor, bulut da kendi fabrikalarında lâzım gelen ameliyatı yaptıktan sonra buz, kar, yağmur şeklinde iade ediyor. Sanki o camid cirimler, lisan-ı halleriyle telsiz telgraf gibi birbiriyle konuşur ve yekdiğerine arz-ı ihtiyaç ediyorlar. Bilhassa bütün o ecram âdeta el ele vermiş gibi, kemâl-i ciddiyetle zevilhayata lâzım olan şeyleri tedarik etmek hizmetinde sa’y ediyorlar ve bir Müdebbirin emrine bağlı olup bir gayeye teveccüh ediyorlar.[/NOT]

Yukarıdaki benzetmelerden yola çıkarak bir saray muhteşem bir saray düşünüyoruz. Sarayın muhteşem olabilmesi için, gösterişinden başka, saraya ait işlerin kusursuz ve aralıksız yürümesi lazım. Bunun için saray çalışanlarının birbirini tanıması lazım. Bununla da kalmayıp hem yekdiğerine yardımda bulunması hem de onların herbirinden yardım görmesi lazım. Ve bu yardımın olabilmesi için yardım edenlerde akıl, irade, kudret, basar, sem, hayat, ilim, merhamet gibi hasletler olması lazım. Bir saray çalışanlarında bu özellikleri bulmak mümkün ancak kainat sarayındaki ya da fabrikasındaki ya da şehrindeki birbirine hizmet eden her ne varsa bu saydıklarımızın neredeyse hiçbiri yok.

Güneşte ilim yok, irade yok, merhamet yok, görmez ve işitmez bir cisimden ibaret. Bulutlarda da, yağmurda da bahsettiğimiz özelliklerin hiçbirisi yok. Oysa görüyoruz ki güneş milyonlarca km ileriden sanki bizi görüyor gibi dünyamıza ısısını ve ışığını veriyor. Güneş sanki insanı tanıyor, insanın ihtiyacını biliyor, insana yardım etmeyi irade ediyor, insana yardım etmesini gerektiren bir şefkati var. Eğer ilk başta bahsettiğimiz tevhid hakikatından ayrı olarak, güneşin bizim yardımımıza koştuğunu farzedersek bu saydığımız hasletleri onda aynen kabul etmemiz gerekir. Halbuki dünyanın akıllı ve merhametli, iradeli, gören ve işiten insanları bile birbirinin yardımına bu derece koşmuyor ki, güneş gibi camid bir cisimden böyle birşey beklensin. Demek güneş bir neferdir, kumandanının emriyle hareket eder.

Bunun gibi bulut, yıldızlar, galaksiler, yağmur ve daha sayamayacağımız, bu büyük fabrikanın belki milyarlarca çarkları birbirini tanır, bilir, merhamet eder tarzda birbirinin yardımına koşuyor, muavenet ediyor. Bu yardımlaşmanın maksadı hayat olduğu çok risalelerde belirtilmiş. Allah cc. kainattaki herşeyi hayata hizmetkar ediyor bu surette.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri - 36 - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmes

[NOT]
SEKİZİNCİ LEM'A: Gıda olarak mahlukata, bilhâssa hayvanata taksim edilen rızıklara dikkat lâzımdır ki, bu rızık vakt-i muayyeninde yetişir, vakt-i ihtiyaçta sevkedilir. Ve derece-i ihtiyaç nisbetinde yapılan sevkiyatta büyük bir intizam vardır. İşte, bu umumî rızık hakkında görünen geniş ve muntazam rahmet ve inayetler, ancak her şeyin mürebbisi ve her şeyin müdebbiri ve her şey yed-i teshirinde bulunan bir zâtın hâtem-i hassı olabilir.
[/NOT]

Mahlukatın ihtiyacı hususunda gerekli olan rızkın gereği miktarı ve tayin edileceği zamanını yine Cenab-ı Hak bilmekte ve İlmi ile tasarruf etmektedir.Öyle bir ihtiyacı ancak yine O bilebilir ve karşılayabilir.İnsan fıtraten rızkın binbir çeşitlerinden sadece kendi metabolizmasına uygun olanları çeşitli nimetler içerisinden seçebilir.

Peki bu uygunluğu tayin eden kimdir sorusuna elbette yeri ve göğü ile onun arasındakileri yaratan Allah 'tır.

Mideyi yaratan yine o midenin nelere hassasiyeti olduğunu bilendir ve nelere ihtiyaç olduğunu da bilendir.

İhtiyaç kadarıyla yani hayatlarını sürdürebilecek ölçülerde Rahmetiyle belli aralıklarda sevkiyata benzetilerek rızkı tayin ettiği belirtilmektedir.

İnsan ile karıncanın midesini yaratan rızkını da ona göre yaratacak ilme sahiptir.

Kainatın içinde sadece canlı olarak insan hayat sahibi değildir.Milyarlarca canlının ihtiyacını tek tek bilen (ehadiyeti ile Rahmeti ) Milyarlarca canlıya da bir anda tayin ettiği zamanlarda rızkını vermekte ve sevk ettirmekte zorlanmaz.

O'nun kudreti herşeye yeter.Ayette de belirtildiği üzere Allah her canlının rızkını taahhüt altına almıştır.

[DIKKAT]
Rızık taahhüt altına alınmıştır

Nükte
"Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah'a ait olmasın."

(Hud Sûresi, 11: 6.)

âyet-i kerimesiyle, rızık taahhüt altına alınmıştır.

Fakat, rızık dediğimiz iki kısımdır: Hakikî rızık, mecâzî rızık. Yani zarurî var, gayr-ı zarurî var.
Âyetle taahhüt altına alınan, zarurî kısmıdır. Evet, hayatı koruyacak derecede gıda veriliyor.

Cisim ve bedenin semizliği ve zaafiyeti, rızkın çok ve az olduğuna bakmaz. Denizin balıklarıyla karanın patlıcanları şâhittir. Mecâzî olan rızık ise, âyetin taahhüdü altında değildir.

Ancak sa'y ve kisbe bağlıdır.

Nokta

Arkadaş! Mâsum bir insana veya hayvanlara gelen felâketlerde, musibetlerde, beşer fehminin anlayamadığı bazı esbab ve hikmetler vardır.

Yalnız, meşiet-i İlâhiyenin düsturlarını hâvi şeriat-ı fıtriye ahkâmı, aklın vücuduna tâbi değildir ki, aklı olmayan birşeye tatbik edilmesin. O şeriatın hikmetleri kalb, his, istidada bakar. Bunlardan husûle gelen fiillere, o şeriatın hükümleri tatbikle tecziye edilir.

Meselâ, bir çocuk, eline aldığı bir kuş veya bir sineği öldürse, şeriat-ı fıtriyenin ahkâmından olan hiss-i şefkate muhalefet etmiş olur. İşte bu muhalefetten dolayı düşüp başı kırılırsa müstahak olur.

Çünkü, bu musibet o muhalefete cezadır. Veya dişi bir kaplan, öz evlâtlarına olan şiddet-i şefkat ve himâyeyi nazara almayarak, zavallı ceylânın yavrucuğunu parçalayarak yavrularına rızık yapar.

Sonra, bir avcı tarafından öldürülür. İşte, hiss-i şefkat ve himâyeye muhalefet ettiğinden, ceylâna yaptığı aynı musibete mâruz kalır.

İHTAR: Kaplan gibi hayvanların helâl rızıkları, ölü hayvanlardır. Sağ hayvanları öldürüp rızık yapmak, şeriat-ı fıtriyece haramdır.


Mesnevî-i Nuriye, s. 64
[/DIKKAT]
 
Son düzenleme:

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri - 36 - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmes

[NOT]
DOKUZUNCU LEM'A: Bakınız! Âlem-i arz ve bütün cüz'iyat üstünde hâtem-i ehadiyet bulunduğu gibi, dağınık neviler ve muhit unsurlar üstünde de aynen o hâtem-i ehadiyet bulunur.
[/NOT]




Yeryüzünde çeşit çeşit mahlukatın üzerinde nasıl bir hatem-i ehadiyet var ise bütünlüğünde,dağılmış olarak görünenlerde de aynı ehadiyeti mevcuttur.

Çiçeklerin bin bir çeşidinin olması ve her çeşidine ayrı ayrı Rahmetinin tecelli ettiği hayatta olmasıyla görülmekte...Papatya da bir çiçek...Gül de bir çiçek..Menekşe de bir çiçek..

Çeşitlilik içerisinde çeşitliliğe sınır tanımayan Allah sanatının en ala mertebede versiyonlarını birer kartela gibi yeryüzüne bezemiştir.SubhanAllah ile Kudretine ,Elhamdülillah ile Cemaline fikri zikir etmek düşer inşaAllah bizim de ruhaniyetimize ki terakkiyette adımlar artsın.


[DIKKAT]
Ve heyet-i mecmuasındaki vahdet-i tedbir ve vahdet-i idare ve vahdet-i nev'iye ve vahdet-i cinsiye ve

umumun yüzlerinde göz, kulak, ağız gibi noktalarda ittifak cihetinde müşahede edilen sikke-i fıtratta birlik

ve herbir nev'in efradı sîmalarında görülen sikke-i hikmette ittihad ve iaşede ve icadda beraberlik ve

birbirinin içinde bulunmak gibi keyfiyetlerinden hiçbirisi yoktur ki, senin vahdetine kat'î şehadette

bulunmasın!

Ve herbir ferdinde, kâinata bakan bütün isimlerin cilveleri bulunmakla, vâhidiyet içinde senin ehadiyetine

işareti olmasın.



Asa-yı Musa



[/DIKKAT]
 
Son düzenleme:

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri - 36 - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmes

Allah (c.c) yaratmış olduğu mahlukat ile kullarına kendisini tanıttırmak ve O yarattıklarının dillerinden çekilen zikirleri tefekkür gözüyle görmemizi istiyor.

[DIKKAT]
Hem meselâ küre-i arz, küre-i arzın nevileri adedince başlar ve o nevilerin ferdleri sayısınca diller

ve o ferdlerin a'za ve yaprak ve meyveleri mikdarınca tesbihatlar yaptığı için elbette o haşmetli ve şuursuz

ubudiyet-i fıtriyeyi bilerek, şuurdarane temsil edip dergâh-ı İlahiyeye takdim etmek için kırkbin başlı ve her

başı kırkbin dil ile ve herbir dil ile kırkbin tesbihat yapan bir melek-i müekkeli bulunacak ki, ayn-ı hakikat

olarak Muhbir-i Sadık haber vermiş.


Asa-yı Musa
[/DIKKAT]




[DIKKAT]
Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey kibriya-yı azametinden tesettür etmiş olan

Sâni'-i Hakîm ve Hâlık-ı Rahîm!

Bütün eşcar ve nebatatın, bütün yaprak ve çiçek ve meyvelerin dilleriyle ve adediyle;

seni kusurdan, aczden, şerikten takdis ederek hamd ü sena ederim.


Asa-yı Musa
[/DIKKAT]
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri - 36 - Yardımlaşma Kanunu ve Rızkın Anında Yetişmes

[DIKKAT]
ÜÇÜNCÜ LEM'A: Cenab-ı Hakk'ın canlı mahlukata bastığı hayat hâteminin gayr-ı mütenahî nakış ve keyfiyetlerinden bir nümuneyi göstereceğiz.

Şöyle ki:



Nasıl ki suyun katrelerinden, şişenin parçalarından tut, seyyar yıldızlara kadar şeffaf veya şeffaf gibi her şeyde şemsin cilvelerinden şemse mahsus bir turra, bir cilve bulunur.

Kezalik Şems-i Ezelî'nin de bütün canlı mahlukatta "ihya ve nefh-i hayat" cihetiyle bir tecelli-i ehadiyeti vardır ki, bütün esbab iktidar ve ihtiyar sahibi oldukları farz edilse dahi, o sikkenin ne mislini ve ne taklidini, ne münferiden ve ne müçtemian yapmaktan âcizdirler.

Buna binaen şeffaf şeylerde görünen o timsaller şemsin timsali olup, şemsten o şeffaf şeylere in'ikas etmiş olduklarına hükmedilmediği takdirde, o sayısız katrelerde ve zerrelerde her birisinde hakikî bir şemsin maddesiyle mevcud bulunduğuna hükmetmek lâzım gelir.


Mesnevi-i Nuriye
[/DIKKAT]
 
Üst