Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi

Huseyni

Müdavim

﴿ وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللهِ وَبِالْيَوْمِ اْلاٰخِرِ وَمَا هُمْ بِمُؤْمِنِينَ 1


Bu âyetin makabliyle veçh-i nazmı:


Nasıl ki, bir hükümde iki müfredin iştiraki veya bir maksatta iki cümlenin ittihadı atfı icap ettirir. Kezâlik, bir hedefi, bir garazı takip eden iki kıssanın da atıfları belâgatin iktizasındandır. Binaenaleyh, on iki âyetin hülâsasını tazammun eden münafıkların kıssası, kâfirler hakkında geçen iki âyetin meâline atfedilmiştir.

Evet vakta ki, en evvel Kur’ân’ın senâsıyla başlandı. Sonra mü’minlerin medhine intikal etti. Sonra kâfirlerin zemmine incirar etti. Sonra, insanların kısımlarını ikmal etmek için, münafıkların kıssası zikredildi.

S - Kâfirlerin zemmi hakkında yalnız iki âyetle iktifa edilmiştir. On iki âyetin hülâsasıyla münafıklar hakkında yapılan itnab neye binaendir?

C - Münafıklar hakkında itnabı, yani tatvili icap ettiren birkaç nükte vardır:


Birincisi: Düşman meçhul olduğu zaman daha zararlı olur. Kandırıcı olursa daha habis olur. Aldatıcı olursa, fesadı daha şedit olur. Dahilî olursa, zararı daha azîm olur. Çünkü; dahili düşman kuvveti dağıtır, cesareti azaltır. Haricî düşman ise, bilâkis, asabiyeti şiddetlendirir, salâbeti arttırır. Nifakın cinayeti, İslâm üzerine pek büyüktür. Âlem-i İslâmı zelzeleye maruz bırakan nifaktır. Bunun içindir ki, Kur’ân-ı Azîmüşşan, ehl-i nifaka fazlaca teşniat ve takbihatta bulunmuştur.


[NOT]Dipnot-1 “İnsanlardan bir kısmı da, mü’min olmadıkları halde, ‘Allah’a ve âhiret gününe inandık’ derler; fakat onlar inanmamışlardır.” Bakara Sûresi, 2:8.
[/NOT]

Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi yüce olan Kur’ânasabiyet: duygusal bağlılık, akrabalık, taraftarlık, milliyetçilik
atfedilmek: bağlanmakatıf: (Ar. gr.) bağlaç; bir mânâ bütünlüğünü korumak için, bir bağlaç vasıtasıyla kendinden öncesiyle sonraki kelime veya cümle grubu arasındaki irtibatı sağlayan edat; “vav” harfi gibi
azîm: büyükbelâgat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
binaenaleyh: bundan dolayıdahilî: içe ait, içle ilgili
ehl-i nifak: münafıklar; iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimselerfesad: bozma, bozulma, bozgunculuk
garaz: maksat, gayehabis: çirkin, pis
hülâsa: öz, özeticap ettirme: gerektirme
ikmal: tamamlamaiktifa: yetinme
iktiza: bir şeyin gereğiincirar etmek: bir şeye varmak, dayanmak
intikal: geçme, bir şeye varmaitnab: sözü uzatma; yeni bir fayda için, maksadı alışılmamış bir tarzda uzun bir söz ile ifade etme
ittihad: birleşmeiştirak: katılım, ortaklık
kezâlik: böylece, bunun gibikâfir: Allah’ı veya Onun kesin olarak emrettiği şeylerden herhangi birini inkâr eden kimse
kıssa: ibretli hikâyemakabl: öncesi
maksad: hedef, gayemaruz bırakma: karşı karşıya bırakma, tesirinde bırakma
meâl: anlam, mânâmüfred: gr. tekil
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimsenifak: iki yüzlülük, inanmadığı halde inanmış görünme hali
salâbet: değerleri korumadaki ciddiyet, dayanıklılıksenâ: övgü
takbihat: çirkinlikle niteleme, çirkin göstermetatvil: uzatma
tazammun: kapsama, içine almateşniat: çirkin görme, çirkin sayma
vakta ki: ne zaman ki, nasıl kiveçh-i nazmı: tertip ve diziliş yönü
zelzele: sarsıntızem: kötü, kötülük, çirkinlik
âlem-i İslâm: İslâm dünyası

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 123


İkincisi:
Münafık olan, mü’minlerle ihtilât ede ede, yavaş yavaş ünsiyet kesb eder, imanla ülfet peyda eder. Gerek Kur’ân’dan, gerek mü’minlerden nifakın kötülüğü hakkındaki sözleri işite işite pis hâletten nefret eder. En nihayet, lisanından kelime-i tevhidin kalbine damlamasına zemin hazırlamak için itnab yapılmıştır.

Üçüncüsü: İstihza, hud’a, ikiyüzlülük, hile, kizb, riya gibi kötü ahlâklar münafıkta var. Kâfirde o derecede yoktur. Bu cihetten münafıklar hakkında itnab yapılmıştır.

Dördüncüsü: Alelekser münafıklar, ehl-i kitaptan oldukları için, şeytanî bir zekâ sahipleri olup, daha hilekâr, daha desiseci olurlar. İşte bu durumdaki münafıklar hakkında itnab, yani tatvîl-i kelâm, ayn-ı belâgattır.


Bu âyetin kelimeleri arasındaki münasebetlere gelelim:

﴾ ﴿ مِنَ النَّاسِ
blank.gif
1
car ve mecrûru, مَنْ kelimesine haber olduğu takdirde, şöyle bir sual varid olur ki: Münafıkların nâstan oldukları bedihîdir. Bu hüküm, mâlûmu ilâm etmekten ibaret kalır.


Elcevap: Malûmdur ki, bir hüküm bedihî olduğu zaman, o hükmün lâzımı kastedilir. Burada kastedilen, o hükmün lâzımı olan taaccüptür. Sanki Kur’ân-ı Azîmüşşan, zımnen “Münafıkların nâstan oldukları acip birşeydir” diyerek, halkı taaccüp etmeye dâvet etmiştir. Zira insan mükerremdir. Mükerrem olan insan, nifaka tenezzül etmez.

S - Madem ki مِنَ النَّاسِ haberdir, niçin مَنْ üzerine takaddüm etmiştir?

C - Madem ki o hükümden taaccüp kastedilmiştir; taaccüb-ü inşaînin şe’ni, kelâmın evvelinde bulunmaktır.


Sonra nâs tabirinden birkaç letâif çıkıyor.


[NOT]Dipnot-1 insanlardan…
[/NOT]

Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi yüce olan Kur’ân
alelekser: çoğunlukla, genellikle
ayn-ı belâgat: belâgatın ta kendisibedihî: apaçık, aşikar
cihet: yön, tarafcâr: (harf-i cer) başına geldiği ismin sonunu esre okutarak kendinden önceki fiilin mânâsını, başına geldiği isme çekip bağlayan harf
desise: hile, aldatmaehl-i kitap: Allah’ın gönderdiği kitaplara inanan Hıristiyan ve Yahudiler
haber: Arapça gramerde, isim cümlesindeki hükmü (iş, oluş veya hareketi) ifade eden kısımhud’a: hile, aldatma
ihtilât: karışma, iç içe girmeilâm: bildirme
istihza: alay etmeitnab: sözü uzatma; yeni bir fayda için, maksadı alışılmamış bir tarzda uzun bir söz ile ifade etmek
kelime-i tevhid: “Allah’tan başka ilâh olmadığını ve Hz. Muhammed’in Onun elçisi olduğunu” dile getiren sözkelâm: söz, ifade
kesb: kazanmakizb: yalan
kâfir: Allah'ı veya Onun kesin olarak bildirdiği şeylerden herhangi birini inkâr eden kimseletâif: incelikler, güzellikler
mecrûr: çekilen, sürüklenen; gr. başına geldiği câr harfiyle önündeki fiilin mânâsı kendine bağlanan ve daima esreli okunan kelimemâlûm: bilinen, belirli
mükerrem: ikram edilen, ikrama mazhar olanmünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimse
nifak: iki yüzlülük, inanmadığı halde inanmış gözükmenâs: insanlar
peyda etme: kazanmariya: gösteriş, iki yüzlülük
taaccüb-ü inşaî: fiili ve kesin bir olayı göstermeyen ve taaccüb ifade eden söztaaccüp: hayret etme, şaşırma
takaddüm etme: öne geçme, önce gelmetatvîl-i kelâm: sözü uzatma
tenezzül: inme, alçalmavarid olmak: meydana gelmek, doğmak
zımnen: gizli, kapalı olarakülfet: alışkanlık
ünsiyet: alışkanlık, yakınlıkşe’n: durum, özellik
مَنْ: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 124

Birincisi: Kur’ân’ın, münafıkların şahıslarını tayin etmeyerek umumî bir sıfatla onlara işaret etmesi, Resul-ü Ekremin (a.s.m.) siyasetine daha münasiptir. Zira münafıkların şahıslarının tayiniyle kabahatleri yüzlerine vurulsaydı, mü’minler nefsin desisesiyle vesveseye düşerlerdi. Halbuki vesvese havfe, havf riyaya, riya nifaka müncer olur.

Ve keza, eğer Kur’ân onları tayinle takbih etseydi, “Resul-ü Ekrem (a.s.m.) mütereddittir, etbâına emniyeti yoktur” denilecekti.

Ve keza, bazan kötülük ifşa edilmezse tedricen zail olması ihtimali vardır. Fakat teşhir edildiği takdirde, kötülüğü yapan kimsenin hiddetini tahrik eder, fenalığı daha fazla yapmasına bâis olur.

Ve keza, nâs gibi umûmî bir sıfatın nifaka münafi olması, hususî sıfatların daha ziyade münafi olmasına delâlet eder. Zira, insan mükerremdir. Bu gibi rezaleti işlemek insaniyetin şânından değildir.


Ve keza, nâs tabiri, nifakın bir taife veya bir tabakaya mahsus olmayıp, hangi taife olursa olsun, insan nev’inde bulunmasıdır.

Ve keza, nâs tabiri, nifak bütün insanların haysiyet ve şereflerini ihlâl eden bir rezalet olduğundan, enzâr-ı âmmeyi nifakın aleyhine çevirtmekle izale ve adem‑i intişarına çalışmaları lüzumuna işarettir.

S – يَقُولُ
blank.gif
1
ile اٰمَناَّ
blank.gif
2
nın mercileri bir iken, birisinin müfred, diğerinin cem’ sîgasıyla zikirlerinde ne hikmet vardır?


C - Zarif bir letâfete işarettir ki, imanın mevsufu cem’ ise de telaffuz eden müfreddir.

يَقُولُ اٰمَناَّ
blank.gif
3
﴿ cümlesi, onların iman dâvâlarını hikâyedir. Bu cümlede dâvâlarının


[NOT]Dipnot-1 Diyor ki.
Dipnot-2 İman ettik.
Dipnot-3 İman ettik derler.
[/NOT]

Resul-ü Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)adem-i intişar: yayılmama
bâis: sebep, nedencem’: gr. çoğul
delâlet etmek: işaret etmek, göstermekdesise: hile, aldatma
dâvâ: iddiaenzâr-ı âmme: genelin bakışı, görüşü, kamuoyu
etbâ: tâbi olanlar, bağlı olanlarfena: kötülük, çirkinlik
havf: korkuhaysiyet: itibar, şeref
hiddet: kızgınlık, öfkehikmet: sır, gaye, maksat
hususî: özelifşa: yayma
ihlâl etme: bozmaizale: yok etme, giderme
kabahat: suçkeza: böylece, bunun gibi
letâfet: incelik, güzellikmahsus: özel, has
merci: dönme yeri, başvurulan yermevsuf: nitelendirilen; burada “biz” inandık diyen, münafıklar kastediliyor
müfred: gr. tekilmükerrem: ikram edilen, ikrama mazhar olan
münafi: aykırı, zıtmünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimse
müncer olma: sürüklenme, bir yere çekilip dayanmamütereddit: kararsız, şüpheli
mü’min: iman eden, Allah’a ve Onun bildirdiği şeylere inanannefs: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet
nev’i: tür, cinsnifak: iki yüzlülük
nâs: insanlarrezalet: alçaklık
riya: gösterişsîga: gr. kip, kalıp
tahrik: harekete geçirmetaife: topluluk, grup
takbih: çirkinlikle niteleme, çirkin bulmatayin: belirtme
tedricen: yavaş yavaştelaffuz etme: söyleme, ifade etme
teşhir edilme: açıp dökme, gözler önüne sermeumûmî: umuma ait, genel
vesvese: kuruntu, şüphe, zanzail olma: yok olma
zarif: ince, kibar
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 125


reddine iki cihetle işaret edildiği gibi, dâvâlarının takviyesine de iki vecihle ima edilmiştir. Şöyle ki:

يَقُولُ
blank.gif
1
kelimesi, madde cihetiyle onların iman dâvâsının ayn-ı itikad olmayıp ancak kuru bir sözden ibaret olduğuna işarettir. Kezâlik, muzari sîgasıyla zikrinde, onları aleddevam yaptıkları müdafaaya sevk eden, vicdanî bir sebep değildir, ancak halka karşı bir riyakârlık olduğuna işarettir.


Dâvâlarının takviyesine yapılan işaretler ise, اٰمَناَّ
blank.gif
2
fiil-i mazînin hey’etinden “Biz ehl-i kitap cemaatleri, eskiden beri mü’miniz. Şimdi imandan geri kalmamıza imkân yoktur” gibi takviye edici bir delil tereşşuh ettiği gibi, cem’e râci olan نَا zamirinden de “Bizler bir fert gibi değiliz, ancak muhteşem bir cemaatiz. Yalana tenezzül etmeyiz” gibi ikinci bir takviye daha çıkıyor.


بِاللهِ وَبِالْيَوْمِ اْلاٰخِرِ
blank.gif
3
﴿ Kur’ân-ı Kerim, hikâye ettiği şeyleri ya aynıyla alır veya meâlinin ahzıyla veyahut ibaresinin telhisiyle bir tasarruf yapar. Birinci ihtimale göre, onların erkân-ı imaniyeden yalnız bu iki rüknü izhar etmeleri, rükünlerin en mühimlerini izhar etmekle sadakatlerini göstermeye işarettir. Ve aynı zamanda, onlardan en ziyade kabule şayan, zûumlarınca bu iki rükündür. İkinci ihtimale nazaran, Cenâb-ı Hakkın, imanın rükünleri içinde kutup sayılan bu iki rüknü tahsis etmesi, onların kuvvetle iddia ettikleri iman, dine iman olmadığına işarettir. Çünkü bu iki rüknün de muktezasına amel ve itikad etmemişlerdir. ب ’nin tekrarı, her iki rükne olan imanın bir cihetten olmadığına işarettir. Çünkü, Allah’a iman, Allah’ın vücud ve vahdetine imandır. Yevm-i âhirete iman ise, o günün hak olduğuna ve muhakkak geleceğine imandır.


[NOT]Dipnot-1 Diyor ki.
Dipnot-2 İman ettik.
Dipnot-3 Allah'a ve âhiret gününe.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allahahz: alma
aleddevam: devamlı, sürekliayn-ı itikad: gerçek inanç, inancın tâ kendisi
cem’: gr. çoğuldelil: işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şey
dâvâ: iddiaehl-i kitap: Allah’ın gönderdiği kitaplara inanan Hıristiyan ve Yahudiler
erkân-ı imaniye: imanın rükünleri, esaslarıfiil-i mazînin hey’eti: gr. geçmiş zaman fiiline ait mânâlar
ibare: ifade, metinima: gizli ve ince bir mânâyı işaret etme, gösterme
itikad: inançizhar etme: gösterme
kabule şayan: kabul edilmeye lâyıkkezâlik: böylece, bunun gibi
meâl: anlam, mânâmuhakkak: gerçekleşmesi kesin, şüphesiz
mukteza: bir şeyin gereğimuzari sîgası: gr. şimdiki, geniş ve yakın geleceği içine alan zaman kipi
nazaran: –e göre, nispetleriyakârlık: iki yüzlülük, gösteriş yapma
râci: dönen, bir yere bağlı olanrükün: esas, şart
sadâkat: bağlılık, doğruluksevk etme: yöneltme
tahsis: tercih etme, ayırmatakviye: kuvvet verme, güçlendirme
tasarruf yapma: kullanmatelhis: özetleme
tenezzül: alçalma, inmetereşşuh etme: sızma, sızarak çıkma
vahdet: Allah’ın birliğivecih: tarz, şekil
vicdanî: kalbe ait hislerin aynası olan vicdana ait, vicdanla ilgilivücud: varlık
yevm-i âhiret: âhiret günü; öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayatzamir: gr. ismin yerini tutan kelime
zûum: zan, kuru iddiaب: (bk. ḥ-r-f
نَا: (bk. n-ḥ-v
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 126


﴾ ﴿ وَماَهُمْ بِمُؤْمِنِينَ
blank.gif
1
: S – اٰمَناَّ
blank.gif
2
’ya müşabih olan وَمَا اٰمَنُوا
blank.gif
3
’ya tercihen
وَماَهُمْ بِمُؤْمِنِينَ olarak cümle-i ismiye ile denilmesinde ne hikmet var?

C - Birincisi: Her iki اٰمَناَّ arasında görülen zâhirî tenakuzdan içtinap etmek içindir.

İkincisi: اٰمَناَّ ihbar değildir, inşadır. İnşa, nefiy ile tekzip edilemediğindenوَمَا اٰمَنُوا denilmemiştir.

Üçüncüsü: اٰمَناَّ cümlesinden zımnen istifade edilen
blank.gif
4
نَحْنُ مُؤْمِنُونَ cümlesine nefiy ve tekzibi ircâ için وَماَهُمْ بِمُؤْمِنِينَ denilmiştir.

Dördüncüsü: Onların adem-i imanlarının devamına delâlet etmek için cümle-i ismiye ihtiyar edilmiştir.

S - Nefyi ifade eden مَا cümlenin evvelinde bulunduğu halde, cümleden istifade edilen devamı nefyetmeye delâlet etmediğinden hikmet nedir?

C - Nefiy, kesif bir harfin medlûlüdür. Devam ise, cümle-i ismiyenin heyet-i hafifesinden istifade edilen bir mânâdır. Binaenaleyh, kesif kesife, yani nefiy, imâna daha karibdir.

S - وَماَهُمْ بِمُؤْمِنِينَ ’deki haber üzerine harf-i cer olan ب’nin duhulü neye işarettir?
C - Onların zahiren imanları varsa da, hakikatte imana ehil ve lâyık insanlar olup, mü’minîn sınıfından addedilmediklerine delâlet için مَا ’nın haberi üzerine ب dahil olmuştur.


[NOT]Dipnot-1 “Onlar mü'min değiller, inanmadılar.” Bakara Sûresi, 2:8.
Dipnot-2 İman ettik.
Dipnot-3 İman etmediler.
Dipnot-4 Biz mü’minleriz.
[/NOT]

addedilmek: sayılmak, kabul edilmek
adem-i iman: imansızlık, iman etmeme
cümle-i ismiye: isim cümlesidevam: burada imansızlığın devamı kastediliyor
duhul: girme, katılma, gelmehaber: Arapça gramerde, isim cümlesindeki hükmü (iş, oluş veya hareketi) ifade eden kısım
harf-i cer: cer harfi; gr. cümlede kendinden önceki fiilin veya ismin mânâsını kendinden sonraki kelime veya kelime guruplarına taşıyan harfler “an, min, be” gibiheyet-i hafife: cümledeki her bir parçanın tek tek mânânın hafiif olduğunu göstermesi; hafif yapı
hikmet: gaye, faydaihbar (haber cümlesi): haber verme, bildirme; blğ.; bir sözü söyleyen için, “O bu sözünde doğrudur veya yalancıdır” hükmünün verilebileceği cümle
ihtiyar: seçme, tercih etmeinşa (inşâ cümlesi): blğ.; bir sözü söyleyen için “O bu sözünde doğrudur veya yalancıdır” hükmünün verilemeyeceği cümle
ircâ: geri döndürme, bağlamaiçtinap: kaçınma, çekinme
karib: yakınkesif: katı, yoğun; mânâ yoğunluğu
medlûl: mânâ, anlam, işaret edilmiş olanmüşabih: benzer, benzeyen
mü’minîn: iman edenler; Allah’a ve Onun peygamberlerle gönderdiği şeylere inananlarnefy: olumsuzluk; burada cümleye olumsuzluk mânâsını veren “mâ” edatı kastediliyor
tekzip: yalanlamatenakuz: çelişki, tutarsızlık, birbirini iptal edip bozma
zahiren: görünüştezâhirî: görünürdeki
zımnen: kapalı olarak ب: (bk. ḥ-r-f
مَا: (bk. ḥ-r-f

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 127


﴿
يُخَادِعُونَ اللهَ وَالَّذِينَ اٰمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ اِلاَّۤ اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ فِى قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَهُمُ اللهُ مَرَضًا وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
blank.gif
1

Bu âyet, bütün cümleleriyle nifaka hücum ederek, münafıkları tevbih, takbih, tehdit, tâyib etmekle, evvelce اٰمَناَّ
blank.gif
2
dedikleri kavli, ne maksada ve ne illete binaen söylediklerini ve nifakın en birinci cinayeti olan hud’a ve hilelerini beyan etmektedir.
blank.gif
3

Evvelen, nifakın birinci cinayeti olan hud’aya ait يُخَادِعُونَ
blank.gif
4
’den يَكْذِبُونَ
blank.gif
5
’ye kadar yedi cümleye terettüp eden müteselsil neticeleri nazara almak lâzımdır

Birincisi: Allah’ı kandırmak gibi muhal bir şeyin talebinde bulundukları için tahmik edilmişlerdir.

İkincisi: Menfaat niyetiyle kendilerine zarar dokundurdukları için tesfih edilmiştir.


Üçüncüsü: Menfaati mazarattan tefrik edemedikleri için techil edilmişlerdir.

Dördüncüsü: Tıynetleri pis, sıhhatlerinin madeni hasta, hayat menbaları ölmüş, vesaire gibi rezaletleriyle terzil edilmişlerdir.

Beşincisi: Şifanın talebiyle marazlarını ziyade ettikleri için tezlil edilmişlerdir.

Altıncısı: Elemden maada birşeyi intaç etmeyen kavî bir azapla tehdit edilmişlerdir.

Yedincisi: İnsanlarca alâmetlerin en çirkini olan kizb ile teşhir edilmişlerdir.


[NOT]Dipnot-1 “Allah’ı ve mü’minleri güya aldatmaktadırlar. Halbuki onlar yalnız kendilerini aldatırlar da farkında bile olmazlar. Onların kalblerinde nifak hastalığı vardır. Kötülük işleyerek hastalıklarını tedavi etmeye çalıştıkları için Allah da onların o hastalıklarını arttırmıştır. Âyetlerimizi yalanlayıp durmaları yüzünden onlara pek acı bir azap vardır.” Bakara Sûresi, 2:9-10.
Dipnot-2 İman ettik.
Dipnot-3 Nifaktan doğan cinayetler şunlardır: Hud’a, ifsad, mü’minleri sefihlikle itham ve onlarla istihza etmek.
Dipnot-4 Aldatırlar.
Dipnot-5 Yalan söylerler.
[/NOT]

alâmet: belirti, izhud’a: hile, aldatma
illet: asıl sebepintaç etme: netice verme, doğurma
kavl: söz, ifadekavî: güçlü
kizb: yalanmaada: başka, hariç
maraz: hastalıkmazarat: zararlar
menba: kaynakmünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimse
müteselsil: zincirleme, peş peşenazara almak: dikkate almak
nifak: münafıklık, ikiyüzlülüktahmik: ahmak sayma, ahmak olduğunu dile getirme
takbih: çirkin görmetechil: cahil ve bilgisizliğini dile getirme, ortaya koyma
tefrik: ayırma, ayırd etmeterettüp: gerekme, lâzım gelme
terzil edilme: rezil edilme, alçaltılma, aşağılanmatesfih: akılsız, beyinsiz olduğunu söyleme
tevbih: azarlama, kınamatezlil edilme: küçük düşürülme, aşağılanma
teşhir: sergileme, ilân etme, duyurmatâyib: ayıplama
tıynet: huy, tabiat, kişinin yapısıvesaire: diğer, başka şeyler
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 128


Sonra bu yedi cümlenin arasındaki intizam ve irtibatın, şöyle bir tasvirle dinlenmesi lâzımdır:

Bir şahıs bir şahsı, nasîhatle fena bir şeyden men etmek üzere şöyle tevcih-i kelâmda bulunur: “Ey kişi! Aklın varsa şu yapmak istediğin şey muhaldir, hem nefsine zarardır. Hem iyiyi kötüyü tefrik edecek bir hissin yok mudur? Anlaşılan, hakikatı hurafe, tatlıyı acı gösteren seciyende bir hastalık vardır. Şüphesiz o hastalıktan kurtulup şifayab olmak istiyorsun. Fakat senin bu halin, o hastalığı izale değil, tezyid ediyor. Eğer bu halinle bir lezzet, bir zevk istersen, en şedit bir elemi intaç eden bir azap eline geçer. En nihayet sarhoşluktan ayrılıp, kötü halinden vazgeçmediğin takdirde, fesadın başkalara geçmemek üzere hortumun üzerine, bir damganın vurulmasıyla seni teşhir ve ilân etmek lâzımdır.”

Kezalik, Cenâb-ı Hak, münafıkları nifaktan zecr ve men için kötü hallerini şöylece nakletmekle yüzlerine vuruyor:

﴿ يُخَادِعُونَ اللهَ: Yani, hile ile Allah’ı kandırmak istiyorlar. Zira Resul-ü Ekrem (a.s.m.) Allah’ın elçisidir. Ona yapılan hile Allah’a racidir. Allah’a yapılan hile ise muhaldir. Muhali talep etmek hamakattir. Böyle hayvancasına hamakat, taaccübü muciptir.

وَمَا يَخْدَعُونَ اِلاَّ اَنْفُسَهُمْ ﴿ : Yani, onlar ancak nefislerine hile yapıyorlar; zira fiillerinde nef’ değil, zarar vardır. Bu zarar da nefislerine racidir. Nefislerine zarar veren, ancak süfeha kısmıdır.

﴿ وَمَا يَشْعُرُونَ ﴾: Yani, nef’ ve zararı tefrik edecek bir hisse malik değillerdir. Bu ise cehaletin en edna ve en aşağı bir derekesine düştüklerine işarettir.

فِى قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ﴿: Yani, nifak ve hasetten kalblerinde, ruhlarında öyle bir maraz vardır ki, o maraz, hakkı bâtıl, hakikati hurafe telâkki etmeye sebeptir. Zaten fasit bir kalbden, bozuk bir ruhdan böyle rezaletlerin çıkması bedihîdir.



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahResul-ü Ekrem (a.s.m.): Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
bedihî: apaçıkbâtıl: gerçek ve doğru olmayan, sahte, yalan
cehalet: cahillik, bilgisizlikcevher: öz, asıl, esas
câmid: katı, donuk; cansızdereke: normalin altındaki derece, seviye
edna: en alçak, en düşükelem: acı, üzüntü
fasit: bozukfena: kötü, çirkin
fesad: bozgunculukhamakat: ahmaklık
hurafe: delile dayanmayan saçma inanış, boşihtiyar: tercih, seçme gücü
intizam: düzen, tertipizale: giderme, yok etme
kezalik: böylece, bunun gibimalik: sahip
maraz: hastalıkmuhal: olması imkânsız olan şey
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimsenefs: can, hayat, kişinin kendisi
nef’: faydanifak: münafıklık, ikiyüzlülük
raci: dönük, bağlananruh: canlı, şuurlu, çevresini görüp gösteren hayat kaynağı olan nurlu varlık, öz, cevher
seciye: karakter, huy, tabiatsüfeha: sefihler; sefih
taaccübü mucip: şaşkınlığı, gerektiren, hayret sebebitasvir: şekillendirerek anlatma ve ifade etme
tefrik etme: ayırd etme, ayırmatelâkki etme: anlama, kabul etme
tevcih-i kelâm: söz yöneltmetezyid etme: arttırma, çoğaltma
teşhir: sergileme, ilân etme, duyurmazecr: yasaklama, menetme, kovma
şedit: şiddetlişifayab: şifa bulma, iyileşme
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 129


﴿
فَزاَدَهُمُ اللهُ مَرَضًا
: Yani, eğer onlar yaptıkları fenalıkla gayz ve hasetlerini izale için bir deva, bir ilâç talebinde iseler, o zannettikleri ilâç, kalblerini, ruhlarını bozan bir zehirdir. Zehirle kendi tedavisine çalışan, elbette zelildir. Evet, kırık ve yaralı bir el ile intikamını almak isteyen, yarasının artmasına hizmet eden bir miskindir.

﴿ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلِيمٌ : Yani, eğer onlar bir zevk, bir lezzet talebinde iseler, şu nifaklarında pek çok maâsî olduğu gibi, muvakkat bir lezzet bile yoktur. O nifak, ancak dünyada şedit bir elemi, âhirette de en şedit bir azabı intaç edecek bir dalâlettir.

﴿ بِمَاكَانُوا يَكْذِبُونَ: Yani, yaptıkları kizbden pişman olup, nedamet etmedikleri takdirde, beynennas yalancılıkla teşhir ve bir alâmetle tevsimleri lâzımdır ki, başkalar onlara itimad edip marazlarına maruz kalmasınlar.


Mezkûr cümlelerin eczaları arasında bulunan irtibat ve intizamın beyanına gelelim:

Münafıkların yaptıkları hileden takip edilen gayenin muhal olduğuna ve o muhaliyeti göz önüne getirip çirkin bir şekilde gösterilmesine tasrih edilmek üzere
يُخَادِعُونَ اللهَ وَالَّذِينَ اٰمَنُوا
blank.gif
1
cümlesinde münafıkların amelinden (müşareket babından) muzari sîgasıyla hud’a ünvanıyla tabir edilmiştir.

Ve keza, makamın iktizası hilâfına
اَلنَّبِىُّ
blank.gif
2
’ye bedelاَللهَ ve اَلْمُؤْمِنُونَ
blank.gif
3
’ye bedel وَالَّذِينَ اٰمَنُوا
blank.gif
4
zikredilmiştir. Çünkü يُخَادِعُونَ
blank.gif
5
’nin maddesinden nefret çıkar. Sîgasından devam ve istimrar çıkar. Babından müşareket çıkar. Müşareket


[NOT]Dipnot-1 “Allah’ı ve O’na inananları aldatmaya çalışırlar.” Bakara Sûresi, 2:9.
Dipnot-2 Nebî, Hz. Peygamber.
Dipnot-3 Mü’minler.
Dipnot-4 İman edenler ki.
Dipnot-5 Onlar aldatırlar.
[/NOT]

alâmet: belirti, izbab: mufâale babı, kalıbı
beynennas: insanlar arasındadalâlet: hak yoldan sapkınlık
deva: ilâç, çareecza: cüzler; parçalar, bölümler, kısımlar
elem: acı, üzüntüfena: kötü, çirkin
gayz: öfke, hiddet, kinhaset: kıskançlık
hilâf: ters, zıthud’a: hile, aldatma; başkasına karşı, görünüşte doğruluk düşündüren bir işi açıklayıp, içinde onu zarara sokacak bir şeyi gizleme
iktiza: bir şeyin gereğiintaç etme: netice verme, doğurma
intizam: düzen, tertipirtibat: ilişki, bağ
istimrar: süreklilik, devamlılıkitimad etme: güvenme
izale: yok etme, gidermekeza: bunun gibi, böylece
kizb: yalanmaraz: hastalık
maruz: uğrama, tesirinde kalmamaâsî: günahlar, suçlar
mezkûr: söz edilen, anlatılanmuhaliyet: imkânsızlık
muvakkat: geçicimuzari sîgası: gr. şimdiki, geniş ve gelecek zaman kipi, kalıbı
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimsemüşareket: ortaklık
müşareket babı: fiilin iki veya daha fazla şahıs tarafından meydana geldiğini gösteren fiil kalıbınedamet: pişmanlık
nifak: münafıklık, ikiyüzlülüksîga: gr. kalıp, kip
tasrih: açıklama, açığa çıkarmatevsim: damgalama, işaretleme
teşhir: ilân etme, duyurmazelil: alçak
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayatşedit: şiddetli
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 130


ise müşakeleti, yani mukabele-i bilmisli icap eder. Müşakelet ise onların seyyielerine karşı seyyie ile mukabele edileceğini istilzam eder. Demek onların devam ile yaptıkları şu kötü fiil, nefisleri titreten bir nefreti intaç ettiği gibi, takip ettikleri garazın da akim kaldığına delâlet eder.

اَللهُ kelimesinin tasrihinden de garazlarının muhal olduğuna delâlet vardır. Çünkü Resul-ü Ekreme (a.s.m.) yapılan hud’a Allah’a racidir. Allah ile pençeleşmek isteyen düşer.

﴾ ﴿ وَالَّذِينَ اٰمَنُوا
blank.gif
1
: اَلَّذِينَ ’nin iphamını izale etmek için sıla olarak iman sıfatının ihtiyar edilmesi, onların iman cihetiyle kendilerini sevdirerek mü’minlerden addetmek istemiş olduklarına işarettir. Ve keza nur-u imanla akılları münevver olan mü’minlerin dirayetinden hilelerinin gizli kalmamasına bir îmâdır.

﴾ ﴿ وَمَا يَخْدَعُونَ اِلاّٰ اَنْفُسَهُمْ
blank.gif
2: Bu cümledeki hasr, kemal-i sefahetlerine işarettir. Zira mü’minlere zarar verdirmek için yaptıkları muamele mâkûse olup, onlar baltayı nefislerine vurmakla, sanki o hud’ayı bizzat nefislerine yapmakla sefahetlerini ilân etmişlerdir. يَخْدَعُونَ
blank.gif
3 ’nin يَضُرُّونَ
blank.gif
4 ’ye tercihi, yine onların sefahetlerine işarettir. Çünkü ashab-ı ukûl arasında kasten nefsine zarar veren vardır. Fakat amden kendisiyle hud’a eden yoktur, meğer ki insan suretinden çıkmış ola...

اَنْفُسَهُمْ
blank.gif
5
Bu ünvan, onların pek aziz ve sevgili olan nefislerini memnun etmek üzere bir hazz-ı nefsânî kazanmak niyetiyle yaptıkları nifak, aksul-amel kabilinden bir zakkum-u esmar olduğuna işarettir.



[NOT]Dipnot-1 İman edenler ki.
Dipnot-2 “Onlar ancak kendilerini aldatırlar.” Bakara Sûresi, 2:9.
Dipnot-3 Aldatırlar.
Dipnot-4 Zarar verirler.
Dipnot-5 Kendilerine.
[/NOT]

Resul-ü Ekrem (a.s.m.): Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)addetmek: saymak, kabul etmek
akim kalma: neticesiz kalma, başarısız olmaaksul-amel: tepki, reakisyon
ashab-ı ukul: akıl sahipleridelâlet: işaret etme, gösterme
dirayet: incelikleri kavrayış, sezgi, kabiliyetgaraz: istek, gaye, maksat
hasr: sınırlandırma, ait kılma; bir hükmün yalnızca bir şeye, veya bir şahsa verilmesihazz-ı nefsânî: nefsin hoşuna giden zevk ve lezzet
hud’a: hile, aldatmaicap etme: gerektirme
ihtiyar: tercih, seçmeima: işaret
intaç etme: netice verme, doğurmaipham: kapalılık, belirsizlik
istilzam etme: lüzumlu kılma, gerektirmeizale etmek: yok etmek, gidermek
kabilinden: türünden, çeşidindenkemal-i sefahet: tam bir beyinsizlik, ahmaklık
keza: böylece, bunun gibimuhal: gerçekleşmesi imkânsız
mukabele: karşılık vermemukabele-i bilmisl: benzeriyle, aynıyla karşılıkta bulunma
mâkûse olma: tersine dönme, ters tepmemünevver: aydınlanmış, nurlanmış
müşakelet: benzerlik; aynıyla karşılık vermenefis: kişinin, kendisi; insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet
nifak: münafıklık, iki yüzlülüknur-u iman: iman ışığı, aydınlığı
raci: geri dönen, bağlanansefâhet: ahmaklık, beyinsizlik
seyyie: günahsıla: gr. sıla cümlesi; Arapça’da “ellezî=öyleki” gibi müphem isimlerden hemen sonra gelip öncesini açıklayan cümle
tasrih: açıklama, açıkça ifade etmezakkum-u esmar: cehennem meyveleri
âmden: bilerek, isteyerek, kasıtlı olarakاَلَّذِينَ: (bk. n-ḥ-v
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 131


S - Bu cümledeki hasırdan anlaşılır ki, onların hud’a ve nifakları İslâmiyete ve âlem-i İslâma zarar vermemiştir. Halbuki âlem-i İslâmın unsurları, onların öldürücü zehir gibi intişar eden nifak şubelerinden gördüğü zararları, hiçbir şeyden görmemiştir.

C - Âlem-i İslâmda görünen zararlar ancak onların bozulmuş tabiatlarından, tefessüh etmiş fıtratlarından, taaffün etmiş vicdanlarından neş’et ve intişar etmiştir. Yoksa onların arzu ve ihtiyarlarıyla yaptıkları hud’a ve hilelerin neticesi değildir. Çünkü onların hileleri Cenâb-ı Hakka, Peygamber-i Zişana (a.s.m.), cemaat-ı müslimîne yapılan bir muameledir. Allah, o muameleye âlimdir. Peygamber-i Zişan da (a.s.m.) vahiyle vakıftır. Cemaat-i müslimînce de imanî bir şiddet-i zekâ sayesinde, o gibi hileler tesettür edip, gizli kalamaz. Demek onların âlem-i İslâma vurdukları balta, dönüp kendi başlarını parçalamıştır. Çünkü aldanan, cemaat-i müslimîn değildir. Ancak aldanan, aldatandır.﴾ ﴿ وَمَا يَشْعُرُونَ
blank.gif
1
: Yani, onlar yaptıkları hilenin nefislerine raci olduğunu hissetmiyorlar. Bu fezleke onların cehaletini ilân ediyor. Çünkü ukalâdan değildirler. Çünkü onların bu işi ukalâ işi değildir. Ve keza, hayvan sınıfına da benzemiyorlar. Çünkü hayvanlar zararlı olan şeyleri hissettikleri zaman çekinirler. Demek bunlar, hiss-i hayvanîden de mahrumdurlar. Öyleyse bunlar, ihtiyarları ve şuurları olmayan cemadat nev’ine dahildirler.

﴾ ﴿ فِى قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ
blank.gif
2: Bu cümlenin, makabliyle veçh-i irtibatı: Vakta ki onlar, şuur hissini istihdam ederek muhakeme-i akliye ile amel etmediler; anlaşıldı ki, ruhlarında bir maraz vardır. Ve lâakal onun zararlı bir maraz olduğunu bilmeleri lâzımdır ki, o marazdan sâdır olan hükümlere itimat etmesinler. Çünkü o maraz, hakikatleri tağyir etmekle acıyı tatlı, çirkini güzel göstermek şanındandır.

Zarfiyeti ifade eden فِى lâfzından anlaşılır ki, onların marazları kalbin sathında


[NOT]Dipnot-1 “Farkına varmıyorlar.” Bakara Sûresi, 2:9.
Dipnot-2 “Onların kalplerinde hastalık vardır.” Bakara Sûresi, 2:10.
[/NOT]

Peygamber-i Zişan (a.s.m.): şan ve şeref sahibi olan peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)cemaat-ı müslimîn: Müslümanlar topluluğu
cemadat: cansızlarfezleke: özet
fıtrat: yaratılış, mizaç, karakterhakikat: gerçek
hasr: sınırlandırma, ait kılma; bir hükmün yalnızca bir şeye veya bir şahsa verilmesihiss-i hayvanî: hayvanî duygu
hud’a: hile, aldatmaihtiyar: istek, irade, seçim
imanî: imanla ilgili, imana dairintişar: yayılma
istihdam etme: hizmet ettirme, bir görevde çalıştırmaitimat: güvenme
keza: böylece, bunun gibilâakal: en az, en azından
lâfz: ifade, sözmahrum: yoksun
makabli: öncesimaraz: hastalık
muhakeme-i akliye: akıl yürütüp düşünme, değerlendirmenefis: kişinin kendisi
nev’i: tür, çeşitneş’et: doğma, meydana gelme
nifak: münafıklık, iki yüzlülükraci: geri dönen, bağlanan
sath: yüzeysâdır: çıkan; ortaya çıkan, meydana gelen
taaffün: kokuşma, çürümetağyir: değiştirme
tefessüh: bozulmatesettür etme: gizlenme, örtünme
ukalâ: akıllılar, akıl sahiplerivahiy: Cenab-ı Hak tarafından Cebrail (a.s.) vasıtası ile peygamberlere bildirilen hakikatler
vakta ki: ne zaman kivakıf: anlayan, bilen
veçh-i irtibat: bağlantı, ilişki yönüzarfiyet: gr. yer ve zamanla ilgili
âlem-i İslâm: İslâm dünyasıâlim: her şeyi hakkıyla bilen, ilmi her şeyi kuşatan Allah
şiddet-i zekâ: büyük zekâ, anlayışفِى: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 132


değildir. Ancak kalbin melekûtunda, yani içyüzünde kâin bir marazdır. “Kalb” ünvanından anlaşılır ki, kalbin sathında bulunan bir hastalık, bütün a’mâl-i bedeniyeyi sekteye uğrattığı gibi, kalbin içyüzü de nifakla hastalandığı zaman, ef’âl-i ruhiye tamamen istikamet üzerine hareket edemez. Çünkü hayatın mihveri ve makinası ancak kalbdir.

فِى قُلُوبِهِمْ
blank.gif
1
kelâmının مَرَضٌ
blank.gif
2
kelimesi üzerine takdimi iki cihetle hasrı ifade eder. Biri: Maraz başka uzuvlarda değil, ancak kalblerdedir. Diğeri: O kalbler de ancak münafıkların kalbleri olup, başkaların kalbleri değildir. Bu iki hasırdan târiz suretiyle anlaşılır ki, nur-u imanın, insanın bütün ef’al ve âsârına sıhhat ve istikameti vermek, şanındandır. Ve yine anlaşılır ki, fesad kalbdedir. Birşeyin esası, kalbi bozuk olursa teferruatını tamir etmek bir faideyi teşkil etmez. Ve yine anlaşılır ki, fıtrattan hakikat çıkar. Fıtrat, hakikatlere merci bir masdardır. Fesat ve harap ise ârızî bir marazdır. Çünkü eşyada asıl sıhhattir. Maraz ise ârızîdir. Binaenaleyh, onlar, “Nifak ve fesadımız fıtrîdir. İhtiyarî olmadığından mûcib-i ceza değildir” diye itizarda bulunamazlar. Tenkiri, meçhuliyeti ifade eden tenvin ise, o maraz pek gizli olduğundan ne görünmesi ve ne de tedavisi mümkün olmadığına işarettir.

Beşinci cümleyi teşkil eden فَزَادَهُمُ اللهُ مَرَضًا
blank.gif
3
﴿’nin, makabliyle vech-i irtibatı ile eczası arasındaki cihet-i intizama gelince: Evet, vakta ki münafıklar yaptıkları amelden bir maraz olduğu kanaatiyle içtinap etmediler, bilâkis o amellerini istihsan ederek o marazın fazlaca talebinde bulundular; Cenâb-ı Hak da talepleri üzerine onların marazlarını arttırdı.


[NOT]Dipnot-1 “Kalplerinde.” Bakara Sûresi, 2:10.
Dipnot-2 “Bir hastalık.” Bakara Sûresi, 2:10.
Dipnot-3 “Allah onların hastalıklarını artırdı.” Bakara Sûresi, 2:10.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allaha’mâl-i bedeniye: bedene ait faaliyetler, işler
cihet-i intizam: tertip, diziliş yönüecza: parçalar
ef’al: fiiller, işleref’âl-i ruhiye: ruha ait faaliyetler, işler
fesat: bozgunculuk, bozuklukfıtrat: yaratılış, mizaç, karakter
fıtrî: yaratılıştan gelen, mizaç ve karakterle ilgilihasr: sınırlandırma, ait kılma; bir hükmün yalnızca bir şeye veya bir şahsa verilmesi
ihtiyarî: isteyerek, iradeyle ilgiliistihsan etme: güzel bulma, övme
istikamet: doğru yolda olmaitizar: özür ileri sürme, beyan etme
içtinap: çekinme, kaçınmakelâm: söz, ifade
kâin: var olan, bulunanmakabli: öncesi
maraz: hastalıkmasdar: kaynak
melekût: iç yüzmerci: dönülüp gelinen yer
meçhuliyet: bilinmezlik, belirsizlikmihver: eksen
mûcib-i ceza: cezayı gerektiren, ceza sebebimünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış gibi görünen
nifak: münafıklık, iki yüzlülüknur-u iman: iman aydınlığı, ışığı
sath: yüzeysekteye uğratma: durdurma, duraklatma
takdim: öne geçirme, önce gelmeteferruat: detaylar; temel olmayan yan unsurlar
tenkir: gr. belirsiz kılma; bir kelimenin sonunu iki üstün, iki esre veya iki getirmek sûretiyle mânâyı kapalı, belirsiz yapmatenvin: Arapça gramerde bir kelimenin sonunu nun gibi okutmak üzere konulan işaret; kelimenin sonuna iki üstün (en), iki esre (in), iki ötre (ün) gelmesi hâli
târiz: dokundurma, iğneleme, taş atma; sözde bir yönü göstererek başka bir yönü kastetme sanatı, meselâ; insanlara zarar veren kimseye “İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır.” diyerek o kimsenin hayırlı biri olmadığını söylemek gibiuzuv: organ
vakta ki: ne zaman kivech-i irtibat: irtibat, bağlantı yönü
ârızî: asla ait olmayıp sonradan ortaya çıkanâsâr: eserler
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 133


S - فَزاَدَ
blank.gif
1
’deki ف makablinin mabadine sebep olduğunu ifade eder. Halbuki buradaki marazın vücudu, marazın ziyadesine sebep değildir.

C - Vakta ki, onlar marazlarını teşhis edip tedavisi talebinde bulunmadılar; sanki, ihmallik yüzünden ziyadesini talep etmişlerdir. Cenâb-ı Hak da mü’minlerin zaferiyle onların ümitlerini ye’se çevirmiştir ve Müslümanların galebesiyle onların husumetlerini haset ve kine kalb etmiştir. Sonra da onların maruz kaldıkları o yeis ve kinden doğan korku, za’fiyet ve zillet emrazlarını onların kalblerine istilâ ettirmekle marazlarını ziyadeleştirdi.

S - Kur’ân-ı Kerimin bu cümlede maraz kelimesini mef’ul değil, temyiz şeklinde kullanması neye işarettir?

C - Münafıkların batınî ve kalbî olan marazları, sanki zahire çıkmış ve bütün amellerine ve fiillerine sirayet etmekle, onların vücutları tamamıyla maraz kesilmiş olduğunu ifade etmek için, مَرَضًا
blank.gif
2
kelimesi, temyiz olarak kullanılmıştır. Evet, مَرَضًا kelimesi mef’ul olduğu takdirde bu mânâyı ifade etmez. Çünkü o vakit ziyadelik, yalnız maraza taallûk eder.

Altıncı cümleyi teşkil eden وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلِيمٌ
blank.gif
3
﴿’in vech-i irtibatı ise: Menfaati ifade eden ل ’dan anlaşılır ki, münafıkların menfaati ya dünyada elîm bir azaptır, veyahut ahirette şedît bir elemdir. Bunlar ise menfaat değildir. Öyleyse menfaatleri muhaldir.

S - Elîm, “müteellim” mânâsınadır. Müteellim ise şahsın sıfatıdır. Binaenaleyh azabın, elîm ile vasıflandırılmasında ne hikmet vardır?

C - Azap onların vücutlarını öyle kaplar ve cesetlerini öyle ihata eder ve batınlarına öyle nüfuz eder ki, sanki onların vücutları bir azap külçesi kesilir. Onların



[NOT]Dipnot-1 Artırdı.
Dipnot-2 Bir hastalık.
Dipnot-3 “Onlar için çok acı bir azap vardır.” Bakara Sûresi, 2:10.
[/NOT]

batın: iç, görünmeyen iç tarafbâtınî: görünmeyen, içe ait
elîm: şiddetli, acıklıemraz: hastalıklar
galebe: üstün gelmehaset: kıskançlık
hikmet: sır, gaye, maksathusumet: düşmanlık
ihata: kaplama, kuşatmaistilâ: işgal, kaplama
kalbî: kalbe ait, kalble ilgilimabadi: sonrası
makabli: öncesimaraz: hastalık
maraz kesilme: hasta olma, hastalığın ta kendisi olmamef’ul: gr. nesne, tümleç; kendisine yapılanı bildiren isim, fiile yöneltilen ne, neyi, kimi sorularına cevap olarak alınan kelime
muhal: olması imkânsızmünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kişi
müteellim: acı, üzüntü duyannüfuz etme: içe çekme, işleme
sirayet etme: geçme, bulaşmataallûk etme: ilgili olma, bitişme
temyiz: sayı isimleri ile belirsiz bir mânâ ifade eden isimlerin delâlet ettikleri şeyleri belirleyip tayin eden isim; كِيلُ زَيْتًا “bir kilo zeytin yağı” ifadesinde زَيْتًا “zeytin yağı” ismi gibivakta ki: ne zaman ki
vasıflandırılma: nitelendirilmevech-i irtibat: irtibat, bağlantı yönü
vücud: beden; var olma, varlıkye’s: ümitsizlik
zahire çıkma: görünme, ortaya çıkmaza’fiyet: zayıflık
zillet: aşağılıkâhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
şedît: şiddetliف: (bk. ḥ-r-f
ل: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 134


cesetlerinden, azaptan mâada birşey görünmez olur. Hatta o azap külçesinden fışkıran ah’lar, fizarlar, teellümler, sanki nefs-i azaptan neş’et ederler. Yani çağıran, bağıran, müteellim olan, ayn-ı azap olduğu sanılır.

Yedinci cümleyi teşkil eden بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
blank.gif
1
﴿’nin vech-i irtibatı:

Münafıkların azaplarının, mezkûr cinayetleri arasında yalnız kizb ile vasıflandırılması, kizbin şiddet-i kubh ve çirkinliğine işarettir. Bu işaret dahi, kizbin ne kadar tesirli bir zehir olduğuna bir şahid-i sadıktır. Zira kizb, küfrün esasıdır. Kizb, nifâkın birinci alâmetidir. Kizb, kudret-i İlâhiyeye bir iftiradır. Kizb, hikmet-i Rabbaniyeye zıttır. Ahlâk-ı âliyeyi tahrip eden, kizbdir. Âlem-i İslâmı zehirlendiren, ancak kizbdir. Âlem-i beşerin ahvâlini fesada veren, kizbdir. Nev-i beşeri kemalâttan geri bırakan, kizbdir. Müseylime-i Kezzab ile emsalini âlemde rezil ve rüsvây eden, kizbdir.

İşte bu sebeplerden dolayıdır ki, bütün cinayetler içinde tel’ine, tehdide tahsis edilen, kizbdir.

Bu âyet, insanları, bilhassa Müslümanları dikkate dâvet eder.


Sual: Bir maslahata binaen kizbin caiz olduğu söylenilmektedir. Öyle midir?

Cevap: Evet, kat’î ve zarurî bir maslahat için bir mesağ-ı şer’î vardır. Fakat hakikate bakılırsa, maslahat dedikleri şey bâtıl bir özürdür. Zira usûl-i şeriatta takarrur ettiği vecihle, mazbut ve miktarı muayyen olmayan birşey, hükümlere illet ve medar olamaz; çünkü, miktarı bir had altına alınmadığından sû-i istimale uğrar. Maahaza, birşeyin zararı menfaatine galebe ederse, o şey mensuh ve gayr-ı muteber olur. Maslahat, o şeyi terk etmekte olur.


[NOT]Dipnot-1 “Söylemiş oldukları yalanlar sebebiyle..” Bakara Sûresi, 2:10.
[/NOT]

Müseylime-i Kezzab: (bk. bilgiler)ahlâk-ı âliye: yüksek, üstün ahlâk
ahvâl: haller, durumlaralâmet: belirti, iz
ayn-ı azap: azabın tâ kendisibâtıl: hak olmayan, boş, sahte, yalan
caiz: sakıncasızemsal: benzerler
fesad: bozma, bozgunculukfizar: feryat
galebe etme: üstün gelmegayr-ı muteber: geçersiz, itibar edilmeyen
had altına alınma: sınrlanma, belirlenmehad konulma: sınır çizilme, sınırlanma
hikmet-i Rabbâniye: Allah’ın herşeyi terbiye ederek, muhtaç olduğu şeyleri verip bir fayda ve gayeye yönelik olarak, anlamlı ve yerli yerinde yaratmasıillet: asıl sebep
kat’î: kesin, şüphesizkemalât: olgunluklar, faziletler, iyilikler
kizb: yalankudret-i İlâhiye: Allah’ın güç ve iktidarı
küfür: inkâr ve inançsızlıkmaahaza: bununla birlikte
maslahat: fayda, yararmazbut: sınırları belirli
medar: dayanak noktası, asıl sebepmensuh: nesh edilmiş; hükmü kaldırılmış
mesağ-ı şer’î: şer’î izin; şeriatın verdiği müsaademezkûr: zikredilen, anlatılan
muayyen: belirlenmiş, bilinenmâada: başka
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kişimüteellim: acı, üzüntü duyan
nefs-i azap: azabın tâ kendisinev-i beşer: insan, insanlık
neş’et etme: doğma, meydana gelmenifâk: münafıklık, iki yüzlülük
rüsvây: rezil sû-i istimal: kötüye kullanma
tahrip etme: yıkma, yok etme
tahsis edilme: ait, mahsus kılınma
takarrur etme: kural olarak yerleşme, sabit olma teellüm: üzüntü, acı çekme
tel’in: lânetleme, kınamausûl-i şeriat: fıkıh usûlü, İslâm hukuku metodolojisi
vasıflandırılma: nitelendirilmevech-i irtibat: ilişki, bağlantı yönü
vecih: yüz, yönzarurî: zorunlu, mecbur olarak
âlem: dünyaâlem-i beşer: insanlık âlemi, dünyası
âlem-i İslâm: İslâm âlemi, dünyasışahid-i sadık: doğru tanık, şahit
şiddet-i kubh: şiddetli çirkinlik
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 135


Evet, âlemde görünen bu kadar inkılâplar ve karışıklıklar, zararın, özür telâkki edilen maslahata galebe etmesine bir şahittir.

Fakat kinaye veya târiz suretiyle, yani gayr-ı sarih bir kelimeyle söylenilen yalan, kizbden sayılmaz.

Hülâsa, yol ikidir: Ya sükût etmektir; çünkü söylenilen her sözün doğru olması lâzımdır. Veya sıdktır; çünkü İslâmiyetin esası, sıdktır. İmanın hassası, sıdktır. Bütün kemalâta îsal edici, sıdktır. Ahlâk-ı âliyenin hayatı, sıdktır. Terakkiyatın mihveri sıdktır. Âlem-i İslâmın nizamı, sıdktır. Nev-i beşeri kâbe-i kemalâta îsal eden sıdktır. Ashab-ı Kiramı bütün insanlara tefevvuk ettiren, sıdktır. Muhammed-i Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâmı meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran, sıdktır.


endOfSection.gif
endOfSection.gif



Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun Ashab-ı Kiram: yüksek şeref sahibi Sahabeler; Peygamberimizi (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan gidenler
Muhammed-i Hâşimî: Haşimoğulları soyundan gelen Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)ahlâk-ı âliye: yüksek ahlâk
galebe etme: üstün gelmegayr-ı sarih: açık olmayan
hassa: özellik, nitelikhülâsa: kısaca, özetle
inkılâp: değişiklik, karışıklıkkemalât: olgunluklar, faziletler, iyilikler
kinaye: bir sözü gerçek mânâsına da gelebilecek şekilde, başka bir mânâda kullanma san’atıkizb: yalan
kâbe-i kemalât: olgunlukların, faziletlerin merkezi, zirvesimaslahat: fayda, yarar
meratib-i beşeriye: insanlığa ait mertebeler, derecelermihver: eksen
nev-i beşer: insan, insanlıknizam: düzen, sistem
sükût: susmasıdk: doğruluk
tefevvuk ettirme: üstün kılma, üstün yapmatelâkki edilme: kabul edilme, anlaşılma
terakkiyat: gelişme, ilerlemetâriz: dokundurma, iğneleme; sözde bir yönü göstererek başka bir yönü kastetme sanatı, meselâ; insanlara zarar veren kimseye “İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır.” diyerek o kimsenin hayırlı biri olmadığını söylemek gibi
âlem-i İslâm: İslâm dünyasıîsal: ulaştırma

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 136


﴿
وَاِذَا قِيلَ لَهُمْ لاَ تُفْسِدُوا فِى اْلاَرْضِ قَالُوا اِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ أَلآَ اِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَكِنْ لاَ يَشْعُرُونَ
blank.gif
1


Bu âyetin evvelki âyetle veçh-i irtibatı:
Vakta ki, münafıkların nifakından neş’et eden cinayetlerinin birincisini teşkil eden, nefislerine zulmetmekle hukukullaha tecavüzleri olan cinayet zikredildikten sonra mezkûr cinayetlerinin ikincisini teşkil eden hukuk-u ibâda tecavüz etmekle aralarına fesat ilka etmek cinayetleri dahi mevki-i münasipte zikredilmiştir.

Sonra وَاِذَا قِيلَ
blank.gif
2
cümlesi münafıkların kıssasına ve hikâyesine dahil olduğu cihetle وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ
blank.gif
3
’deki يَقُولُ
blank.gif
4
’ye bağlıdır, mânâ ve meâlce يُخَادِعُونَ
blank.gif
5
’ye nazırdır. Haddizatında dahi يَكْذِبُونَ
blank.gif
6
’ye merbuttur. Üslûbun tağyiri ise, yani kaziye-i hamliye yerine kaziye-i şartiyenin irâdı, يَكْذِبُونَ ile وَاِذَا قِيلَ arasında birkaç cümlenin mukadder olduğuna bir emaredir. Takdir-i kelâm şöyle olsa gerektir: “Yalan söyledikleri zaman fitneyi ika ediyorlar. Fitneyi ika ettikleri zaman ifsat ediyorlar. Nasihat edildikleri vakit kabul etmiyorlar. Fesat yapmayın denildiği zaman, ‘Biz ancak ıslaha çalışıyoruz’ diyorlar.”


Bu âyetin ihtiva ettiği mezkûr ve gayr-ı mezkûr cümleler arasındaki veçh-i irtibat bir misalle izah edilecektir. Şöyle ki:


[NOT]Dipnot-1 “Onlara ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ dendiği zaman, ‘Biz ancak ıslah ediciyiz’ derler. “Dikkat edin, asıl bozguncular onlardır; fakat farkında değildirler.” Bakara Sûresi, 2:11-12.
Dipnot-2 “Denildiği zaman..” Bakara Sûresi, 2:11.
Dipnot-3 “İnsanlardan bazıları şöyle der.” Bakara Sûresi, 2:8.
Dipnot-4 Der, söyler.
Dipnot-5 Aldatırlar.
Dipnot-6 Yalan söylerler.
[/NOT]

emare: belirti, işaretfesat: bozgunluk, karışıklık, nifak
fesat ilka etmek: bozgunculuk yapmakfitne: ahlâkta ve toplum düzeninde azgınlık ve bozgunculuk; baştan çıkarma
gayr-ı mezkûr: zikredilmeyen, sözü edilmeyenhaddizatında: esâsen, aslında
hukuk-u ibâd: kul hakları, kamu haklarıifsad etmek: bozmak
ihtiva etmek: içermek, kapsamakika etme: meydana getirme, gerçekleştirme
irâd: getirilme, ortaya konulmakaziye-i hamliye: yüklemli önerme
kaziye-i şartiye: iki cümleden oluşan ve bir cümledeki hükmün diğer bir cümledeki şarta bağlı olduğu önermekıssa: ibretli hikâye
merbut: bağlımevki-i münasip: uygun mevki, ilgili yer
mezkûr: sözü geçenmeâl: mânâ, anlam
mukadder: gr. lâfız olarak zikredilmediği halde gizli olarak kastedilen mânâmünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimse
nazır: bakar, yönelikneşet etme: meydana gelme, doğma
nifak: münafıklık, ikiyüzlülüktakdir-i kelâm: sözün gelişi; lâfız olarak söylenmediği halde, görünen lâfzın altında kapalı olarak bulunan söz, mânâ
tağyir: değiştirmeteşkil etmek: meydana gelmek, oluşmak
vakta ki: ne zaman kiveçh-i irtibat: bağlantı yönü
ıslah: düzeltme, iyileştirme
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 137


Bir insan tehlikeli bir yola sülûk ettiği zaman, en evvel “Senin bu yolun seni felâkete götürüyor, bu yoldan vazgeç” diye nasihat edilir. O insan vazgeçmediği takdirde şiddetle zecir ve nehyedilir ve aynı zamanda “Umum halkın nefret ve kahrına uğrarsın” diye tehdit edildiği gibi, “Ebna-yı cinsine zulmetmiş olursun” diye şefkat-i cinsiyeye de dâvet edilir.

Eğer o insan, sarhoşlar gibi inatçı ve kafasız ise, kendisine yapılan nasihat ve zecr ve nehiyleri müdafaa etmekle mukabele eder ve “Benim mesleğim haktır; ne senin hakk-ı itirazın var ve ne de benim senin nasihatlerine ihtiyacım var” diye serkeşliğe başlar.

Eğer o insan iki yüzlü ise, bir cihetten nasihat edenleri kandırır ve ilzama çalışır. Diğer cihetten de “Ben ıslah edici bir insanım” diye mesleğini hak göstermeye devam eder. Ve aynı zamanda “Islah benim hakiki bir sıfatım olup, bilâhare hasıl olmuş bir sıfat değildir” diye dâvâsını tekit ve te’yid eder.

Bundan sonra eğer o insan mesleğinde ısrarla nasihatları kabul etmezse anlaşılır ki, onun ıslahına hiçbir çare ve hiçbir deva yoktur. Yalnız onun fesadı halka sirayet etmemek için, mesleğinin muzır ve fena olduğunu ilân etmek lâzımdır ki, herkes ondan tahaffuz etsin. Zira o insan aklını çalıştırmıyor, şuurunu istihdam etmiyor ki, böyle zahir olan birşeyi hissedebilsin.

İşte bu misaldeki cümlelerin arasındaki münasebetlere dikkat edilirse, mezkûr âyetin cümleleri arasında bulunan münasebet halkaları güzelce görünecektir. Evet, aralarında öyle fıtrî bir nizam vardır ki, îcaz ve ihtisarından, i’câzın yüksek sesleri işitilir.

Mezkur âyetin herbir cümlesinin heyetindeki vech-i intizam:
Evet, kat’iyeti ifade eden وَاِذَا قِيلَ لَهُمْ
blank.gif
1
﴾ ﴿’deki اِذَا kötü ve fena şeyleri men’ ve nehyetmek lâzım ve vacip olduğuna işarettir. Failin terkiyle, sîga-yı meçhul ile zikredilen قِيلَ
blank.gif
2
kötü birşeyi nehyetmek farz-ı kifâye olduğuna işarettir.


[NOT]Dipnot-1 “Onlara denildiği zaman.” Bakara Sûresi, 2:11.
Dipnot-2 Denildi.
[/NOT]

bilâhare: sonradandevâ: çare, ilâç
dâvâ: iddiaebnâ-yı cins: kendi cinsinden olanlar; insanlar
fail: işi yapan, öznefarz-ı kifâye: dinen mutlaka yerine getirilmesi gereken ancak bir kısım Müslümanın yapması ile diğerlerinin üzerinden düşen vazife, cenaze namazı kılmak gibi
fena: kötü, çirkinfesad: bozukluk, bozgunculuk
fıtrî: doğal, yaratılıştan gelenhakk-ı itiraz: itiraz hakkı
hasıl olmak: meydana gelmekheyet: bileşenler; cümlenin parçaları, bölümleri
i'câz: mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülükihtisar: özetleme, kısaltma
ilzam: susturma, mağlup etmeistihdam etmek: çalıştırmak, kullanmak
kat'iyet: kesinlikmezkur: zikredilen, sözü geçen, anılan
misal: örnekmukabele etmek: karşılık vermek
muzır: zararlı şeylermünasebet: bağlantı, ilişki
nasihat: öğütnehiy: yasak
nehyetmek: yasaklamaknizam: düzen, kanun
sirayet etmek: bulaşmak, geçmeksîga-i meçhul: gr. bilinmezlik, belirsizlik kipi
sülûk etmek: yola girmeksıfat: özellik, vasıf
tahaffuz etmek: korunmak, sakınmakte'yid etmek: desteklemek
tekit: pekiştirmekumum: genel, bütün
vacip olmak: zorunlu olmakvech-i intizam: tertip, düzen, diziliş yönü
zahir: açıkzecir: azarlama, sakındırma
îcaz: veciz söz söyleme, maksadı az sözle anlatmaıslah: düzeltme, iyileştirme
şefkat-i cinsiye: kendi cinsine olan şefkat, acımaşuur: bilinç, anlayış, idrak
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 138

Menfaat ve lûtfu ifade eden لَهُمْ
blank.gif
1
’deki ل yapılacak nehiylerin, tahkir ve tahakküm suretiyle değil, ancak nasihat tarzıyla lâzım olduğuna işarettir.


لاَ تُفْسِدُوا
blank.gif
2
﴿ şöyle bir kıyas-ı istisnaîye işarettir ki: “Böyle yapmayın, aksi takdirde karışıklıklar meydana gelir. İnsanlar arasında itaat rabıtası kesilir. Adalet, ihtilâle inkılâp eder. İttifak ve ittihadın ipleri kopar. Fesat doğmaya başlar. Öyleyse, böyle yapmayın ki fesat olmasın.”

فِى اْلاَرْضِ
blank.gif
3
﴿ nehyi tekit, zecri idame ettiriyor. Çünkü nasihat muvakkat olduğu için inzicarın devamı lâzımdır. Bu da vicdanın heyecana getirilmesiyle olur. Bu dahi ya şefkat-i cinsiyenin uyandırılmasıyla veya nefret-i umumiyeye maruz kalmak korkusuyla olur. Evet فِى اْلاَرْضِ kelimesi her iki ciheti de temin eder. Zira اَ ْلاَرْضِ
blank.gif
4
kelimesi, lisan-ı haliyle, “Sizin bu fesadınız nev-i beşere sirayet eder. Nev-i beşerin, bilhassa fakirlerin ve masumların sizlere kötülüğü nedir ki, onlara karşı böyle fenalıkta bulunuyorsunuz? Şefkat-i cinsiyeniz yok mudur? Niçin merhamet etmiyorsunuz? Evet, teslim ettik ki, sizin şefkat-i cinsiyeniz yoktur. Hiç olmazsa nefret-i umumiyeden korkunuz” diye onları ikaz ediyor.

S - Onların maksatları umum insanlar değildir. Niçin onların fesadı bütün insanlara sirayet etsin?

C - Evet, siyah bir gözlüğü takan adam herşeyi siyah ve çirkin görür. Kezalik, basiret gözü de nifakla perdelenirse ve kalb küfürle peçelenirse, bütün eşya çirkin ve kötü görünür. Ve bütün insanlara, belki kâinata karşı bir buğz ve bir adâvete sebep olur. Hem de küçük bir dişlinin kırılmasıyla büyük bir makine müteessir olduğu gibi, bir şahsın nifakıyla heyet-i beşeriyenin intizamı müteessir olur.


[NOT]Dipnot-1 Onlara.
Dipnot-2 Fesad çıkarmayın.
Dipnot-3 Yeryüzünde.
Dipnot-4 Yeryüzü.
[/NOT]

adâvet: düşmanlıkbasiret: görme özelliği, sezgi, kavrama
buğz: kin, nefretfenalık: kötülük
fesad: bozukluk, bozgunculukheyet-i beşeriye: toplumsal yapı
idame etmek: devam ettirmekihtilâl: karışıklık
inkılâb etmek: dönüşmekinzicar: azarlanma, sakındırılma, menedilme
ittifak: fikir birliği, anlaşma, uyuşmaittihad: birleşme, birlik
kezalik: bunun gibi, öyle de kıyâs-ı istisnâî: bir kıyasın sonucunun aynı yahut karşıt halinin öncüllerde hem anlam hem de şekil bakımından bulunmasıyla meydana gelen kıyas; meselâ, “mıknatıs bu cismi çekiyor; o halde bu cisim demirdir” cümlesi gibi
lisan-ı hal: hal dililûtf: iyilik, bağış, ihsan
maruz kalma: tesirinde kalmamenfaat: fayda, yarar
muvakkat: geçicimüteessir olma: etkilenme, tesirinde kalma
nefret-i umumiye: genel nefret, kamunun nefretinehy: yasaklama
nev-i beşer: insanlar, insannifak: münafıklık, ikiyüzlülük
rabıta: bağsirayet: bulaşma, geçme, yayılma
sirayet etmek: bulaştırmak, geçmek, yayılmaktahakküm: baskı, zorbalık
tahkir: aşağılama, hakaret etmetekit: pekiştirme, güçlendirme
temin etmek: sağlamakte’yid: güçlendirme, sağlamlaştırma
zecr: azarlama, sakındırmaşefkat-i cinsiye: kendi cinsine olan şefkat
ل: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 139


Zira adalet, intizam, İslâmiyet ve itaatle olur. Maalesef onların serptikleri zehirler tabakadan tabakaya intikal ede ede bu zillet ve sefaleti ismar etmiştir.

قَالُوا اِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ ﴾ ﴿: Yani, “Halkı ifsat etmeyin denildiği zaman ‘Bizler ancak ıslah edici insanlarız’ iddiasında bulundular.”

اِنَّماَ ’da iki hâsiyet var:

Birincisi: Dahil olduğu hükmün hakikaten veya iddiâen malûm olması lâzımdır. Bu hâsiyetten, nasihat edenleri tezyif etmeye ve cehaletlerine olan sebatlarını izhar etmeye bir remiz vardır. Yani, “Bizim ıslah edici olduğumuz malûmdur; binaenaleyh mesleğimizde sebat ederiz, nasihatlere kulak vermeyiz.”

İkinci hâsiyet, hasrdır. Bu hasrdan dahi, onların salâhlarına hiçbir fesadın karışmamış olduğuna bir remiz vardır ki, bu remizden onların salâhlarına fesat karışıyor diye mü’minlere bir tariz vardır.

Sebat ve devamı ifade eden ism-i fail sigasıyla مُصْلِحُونَ
blank.gif
1
’nin نُصْلِحُ
blank.gif
2
’ye tercihen zikredilmesi, salâhlarının sabit ve daimî bir sıfat olduğundan şimdiki halleri de ayn-ı salâh olduğuna işarettir. Sonra onlar, bu kelâmlarında da münafıklık ediyorlar. Zira, batınen fesatlarını salâh addettikleri gibi, zahiren “Bu amelimiz mü’minlerin salâh ve menfaatleri içindir” diye mürâilik yapıyorlar.


أَلاَۤ اِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلٰكِنْ لاَ يَشْعُرُونَ
blank.gif
3
﴿: Bu âyetin makabliyle vech-i irtibatı:

Evvelki âyette münafıklardan hikâye edilen bazı mânâlar ve iddialar vardır. Meselâ münafıklar mesleklerini terviç ve teşvik etmişlerdir. Salahı kendilerine ispat ve salâhın daimî bir sıfatları olduğunu iddia etmişlerdir. Ve amellerinin salâha münhasır olduğu ve salâhlarına hiçbir fesadın karışmamış olduğu ve bu hükmün


[NOT]Dipnot-1 Islah ediciler.
Dipnot-2 Islah ederiz.
Dipnot-3 “Kesin olarak biliniz ki, onlar ancak kötülük yayan bozgunculardır. Fakat farkında değildirler.” Bakara Sûresi, 2:12.
[/NOT]

adalet: denge; hak sahibine hakkını verme, haksızı terbiye etme ve cezalandırmaamel: davranış, iş
ayn-ı salâh: hayırlı olma, düzgün ve iyiliğin ta kendisibinaenaleyh: bundan dolayı
bâtınen: gizili içe ait, olarakcehalet: cahillik
daimî: süreklifesad: bozukluk, karışıklık
hasır: sınırlama, hükmü birşeye mahsus kılmahâsiyet: özellik
iddiâen: iddia ederekifsat etmek: bozmak, bozgunculuk
intikal etmek: bir şeyden diğerine geçmek, naklolmakintizam: düzenlilik, düzen
ism-i fâil sigası: özne kalıbı, kipiismar etmek: meyve vermek, sonuç vermek
izhar etme: meydana çıkarma, göstermekelâm: söz
makabl: geçmişteki, öncekimalûm: bilinen, belirli
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimsemünhasır: ait, mahsus
mürâilik: gösteriş, ikiyüzlülükremiz: gizli bir mânâyı ince bir işaretle gösterme
salâh: hayırlı olma, iyilik, düzgünlüksebat: kararlılık, sabit olma
sefalet: perişanlık, yoksukluksıfat: özellik, nitelik
terviç: revaç kazandırma, değerini artırmatezyif etme: hakaret etme, küçük düşürme
târiz: dokundurma, iğneleme; sözde bir yönü göstererek başka bir yönü kastetme sanatı, meselâ; insanlara zarar veren kimseye “İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır.” diyerek o kimsenin hayırlı biri olmadığını söylemek gibivech-i irtibat: bağlantı yönü
zahiren: görünüş itibariylezillet: alçaklık, aşağılık
ıslah etme: düzeltme, barıştırmaاِنَّمَا: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 140


malûm hükümlerden bulunduğu iddiasında bulunmuşlardır. Ve mü’minlere târizde bulunarak mü’minlerden kendilerine nasihat edenleri teçhil etmişlerdir.

Kur’ân-ı Kerim dahi münafıkların şu mezkûr iddialarını cerh ve akslerini ispat etmek üzere şu cümlede bazı hükümler serdetmiştir. Ezcümle:

Fesat, münafıklara isnat ve ispat edilmiştir. Ve onların, müfsitlerin hakikatiyle ittihat ettiklerine işaret edilmiştir. Ve fesadın münafıklara münhasır olduğuna ve bu hükmün sabit bir hakikat bulunduğuna işaretler yapılmıştır. Ve onların muzır olmalarıyla halk ikaz edilmiştir. Ve onlarınhisleri nefyedilmekle teçhil edilmişlerdir.

Evet, fena birşeye düşmemek için kullanılmakta olan ikaz âleti denilen أَلاَ ile onların dâvâları halkın nazarında tezyif ve iptal edilmiştir. Tahkiki ifade eden اِنَّ ile, dâvâlarında iddia ettikleri hakkaniyet ve malûmiyet reddedilmiştir. Hasrı ifade eden هُمْ
blank.gif
1
onların اِنَّماَ ve نَحْنُ
blank.gif
2
ile mü’minlere karşı yaptıkları târizi cerh edici bir mukabeledir. Cins ve hakikati ifade eden اَلْمُفْسِدُونَ
blank.gif
3
deki harf-i tariften anlaşılır ki, onlar müfsitlerin hakikatıyla ittihat etmişlerdir.


Şuurdan mahrum olduklarını ifade eden وَلٰكِنْ لاَ يَشْعُرُونَ
blank.gif
4
﴿ cümlesi, onların zu’umlarınca dâvâlarının malumiyeti dolayısıyla nasihate ihtiyaçları olmadığına ve nasihat edenleri tezyif ettiklerine karşı bir müdafaadır.


endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Dipnot-1 Onlar (bk. n-ḥ-v: Zamir).
Dipnot-2 Biz.
Dipnot-3 Bozgunculuk yapanlar.
Dipnot-4 “Fakat farkında değildirler.” Bakara Sûresi, 2:12
[/NOT]

aks: zıt cerh: bir iddia ve fikri kabul etmeyip delillerle ispat ederek çürütme
cins: altında türlerin sıralandığı şey; gerçeklikleri çeşitli olanlar hakkında, bunlar nedir? sorusunun cevabıdır. Meselâ, at, kuş nedir? sorusunun cevabı, hayvandırdâvâ: iddia
ezcümle: meselâfena: kötü, çirkin
fesad: bozgunculuk, kargaşahakikat: asıl, gerçek
hakkaniyet: doğruluk, gerçekçilikharf-i târif: gr. Arapça’da isimlerin başına gelen ve o ismi belirli, bilinen bir isim yapan “el” takısı
hasr: sınırlandırma, ait kılma; bir hükmün yalnızca bir şeye, veya bir şahsa verilmesiikaz: uyarı
isnat: dayandırma, yüklenmeittihat etmek: birleşmek
mahrum: yoksunmezkûr: anılan, sözü geçen
mukabele: karşılıkmuzır: zararlı, zarar veren
mâlûmiyet: bilinme, belli olmamüfsitlerin hakikati: bozguncuların gerçek yüzleri
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimsemünhasır: ait, mahsus
nazar: dikkat, bakışnefyetmek: inkâr etmek, reddetmek
serd etmek: getirmek, söylemektahkik: pekiştirme, sağlamlaştırma
tezyif: alay etme, küçük düşürmetezyif etmek: alay etmek, küçük düşürmek
teçhil etmek: cahillikle suçlamaktâriz: dokundurma, iğneleme; sözde bir yönü göstererek başka bir yönü kastetme sanatı, meselâ; insanlara zarar veren kimseye “İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır.” diyerek o kimsenin hayırlı biri olmadığını söylemek gibi
zu’um: zan, asılsız iddia, batıl inançşuur: bilinç, anlayış, idrak
أَلاَ: (bk. ḥ-r-fاِنَّ: (bk. ḥ-r-f
اِنَّمَا: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 141


وَاِذَا قِيلَ لَهُمْ اٰمِنُوا كَمَآ اٰمَنَ النَّاسُ قَالُوۤا أَنُؤْمِنُ كَمَآ اٰمَنَ السُّفَهَآءُ أَلاٰۤ اِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَآءُ وَلٰكِنْ لاَيَعْلَمُونَ
blank.gif
1


Yani, “Halkın imana geldikleri gibi siz de imana geliniz, diye imana dâvet edildikleri zaman, ‘Süfeha takımının imana geldiği gibi biz de mi imana geleceğiz?’ diye cevapta bulunurlar. Fakat süfeha takımı ancak ve ancak onlardır; lâkin bilmiyorlar.”

Bu âyeti makabliyle rabt ve nazm eden cihetlere gelince: Bu iki âyet münafıkların cinayetlerini hikâye ettiği gibi, onlara hem nasihat, hem irşad vazifesini de görüyor. Binaenaleyh, bu iki âyetin arasındaki atıf, ya onların mü’minlere isnat ettikleri sefahet cinayetini kendilerinin arzda yaptıkları ifsat cinayetine atıftır, veyahut emr-i bilmârufu tazammun eden ikinci âyet, nehy-i anilmünkeri ifade eden birinci âyete atıftır. Demek bu iki âyet arasındaki cihetü’l-vahdet, ya cinayettir veyahut irşaddır.

Bu âyetteki cümlelerin arasındaki cihet-i irtibat ise:

Vakta ki وَاِذَا قِيلَ لَهُمْ اٰمِنُوا كَمَآ اٰمَنَ النَّاسُ
blank.gif
2
cümlesiyle farz-ı kifâye olan nasihat vazifesi ifa edilmek üzere kâmil insanlardan ibaret olan cumhur-u nasa ittibaen, hâlis bir imana dâvet edildikleri zaman, onların enaniyet-i cahiliyeleri heyecana gelerek قَالُوا أَنُؤْمِنُ كَمَآ اٰمَنَ السُّفَهَآءُ
blank.gif
3
deyip gurur ve inatlarında ısrar ettiler ve “Dâvâmız haktır ve bizler hak üzereyiz” diye bâtıl ve inatçıların âdeti gibi bâtıl dâvâlarını hak ve cehaletlerini ilim iddia ettiler. Çünkü onların nifakla kalpleri fesada uğramıştır. Şüphesiz fâsit olan bir kalb, gururlu olur ve ifsadata meyleder. Binaenaleyh, onlar kalblerinin fâsid olmasından temerrüt ve



[NOT]Dipnot-1 Bakara Sûresi, 2:13.
Dipnot-2 “Onlara ‘diğer insanlar gibi iman edin’ denildiğinde.” Bakara Sûresi, 2:13.
Dipnot-3 “Beyinsizlerin (dindar ve imanlı olanların) inandıkları gibi mi inanalım? dediler.” Bakara Sûresi, 2:13.
[/NOT]

arz: dünyaatıf: bağlama, ulaştırma. (Ar. gr.) bağlaç; kendinden öncesiyle sonraki kelime veya cümle grubu arasındaki irtibatı sağlayan edat, bağlaç; “vav” harfi gibi
binaenaleyh: bundan dolayıbâtıl: doğru olmayan, yalan, yanlış
cehalet: cahillikcihet-i irtibat: bağlantı yönü
cihetü’l-vahdet: birlik yönücumhur-u nas: halkın çoğunluğu
dâvâ: iddiaemr-i bilmâruf: iyiliği emretme
enaniyet-i cahiliye: cahillikten gelen gururfarz-ı kifâye: dinen mutlaka yerine getirilmesi gereken ancak bir kısım Müslümanın yapması ile diğerlerinin üzerinden düşen vazife, cenaze namazı kılmak gibi
fesad: bozukluk, karışıklıkfâsit: bozuk
hikâye etmek: anlatmakhâlis: içten, katıksız, samimi
ifsat: bozgunculuk, kargaşaifsâdât: bozgunculuklar
irşad: doğru yolu göstermeisnat etme: dayandırma
ittibaen: tabi olarak, uyarakkâmil: fazilet sahibi, olgun
lâkin: ama, fakatmakabli: öncesi
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimsemü’min: iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan
nazm etmek: dizmek, tertip etmek, düzenlemeknehy-i ani’l-münker: kötülükten sakındırma
nifak: münafıklık, ikiyüzlülükrabt: bağlama
sefahet: ahmaklık, beyinsizliksüfeha: sefihler beyinsizler, ahmaklar
tazammun etmek: içermek, içine almak, kapsamaktemerrüt: inat
vakta: ne zaman
 
Üst