müdavim
Üye Sorumlusu
Esselamu Aleykum ve Rahmetullah
Sual: Heyhât! Bize tesellî veren şu ulvî emeli ye’se inkılâp ettiren ve etrafımızda hayatımızı zehirlendirmek ve devletimizi parça parça etmek için ağızlarını açmış olan o müthiş yılanlara ne diyeceğiz?
Bize teselli veren ulvi arzumuzu ümitsizliğe çeviren ve devletimizi parçalamaya çalışan yılanlara ne diyeceğiz?
Cevap: Korkmayınız. Medeniyet, fazilet, hürriyet âlem-i insaniyette galebe çalmaya başladığından, bizzarure terazinin öteki yüzü şey’en feşey’en hafifleşecektir. Farz-ı muhal olarak, Allah etmesin, eğer bizi parça parça edip öldürseler, emin olunuz, biz yirmi olarak öleceğiz, üç yüz olarak dirileceğiz. Başımızdan rezâil ve ihtilâfatın gubarını silkip, hakikî münevver ve müttehid olarak kervân-ı benî beşere pîşdârlık edeceğiz. Biz, en şedit, en kavî ve en bâkî hayatı intaç eden öyle bir ölümden korkmayız. Biz ölsek de İslâmiyet sağ kalır. O millet-i kudsiye sağ olsun.
Medeniyet ve hürriyet insanlık aleminde daha güçlü konuma geldiğinden terazinin diğer kefesi hafifleyecektir. Farz edelim ki bizi parçalayacak olsalar bile yirmi olarak ölsek üç yüz olarak diriliriz, ve başımızdaki rezillikleri atıp üzerimizdeki ayrılık tozu toprağını silkeleyip insanlığa öncülük etmeye başlarız. Bize böyle bir kuvvet verecek ölümden neden korkalım?
Sual: Gayr-ı müslimlerle nasıl müsavi olacağız?
Müslüman olmayanlarla nasıl eşit olacağız?
Cevap: Müsavat ise, fazilet ve şerefte değildir, hukuktadır. Hukukta ise şah ve gedâ birdir. Acaba bir şeriat, karıncaya bilerek ayak basmayınız dese, tâzibinden men etse, nasıl benî Âdem’in hukukunu ihmâl eder? Kellâ... Biz imtisal etmedik. Evet, İmam-ı Ali’nin (r.a.) âdî bir Yahudi ile muhakemesi ve medâr-ı fahriniz olan Salâhaddin-i Eyyûbî’nin miskin bir Hıristiyan ile mürafaası, sizin şu yanlışınızı tashih eder zannederim.
Burada bahsedilen eşitlik fazilet ve şeref bakımından değil hukuki açıdandır. Şeriat bir karıncaya bile eziyeti yasaklamışken yaratılmışların en mükemmeli olan insanın hukukunu korur fakat biz bunu uygulamadık.
Suâl: "Ermeniler zimmîdirler. Ehl-i zimmet, zimmettarlarıyla nasıl müsâvi olur?"
Ermeniler bizim korumamız altındadırlar , koruyan ile korunan nasıl eşit olur?
Cevap: Kendimizi dev aynasında görmemeliyiz. Kabahat bizde. Tamamen zimmetimize alamadık, bihakkın adâlet-i şeriatı gösteremedik. Şeriat dairesinde, hukuklarını istibdâdın sünnet-i seyyiesiyle muhâfaza edemedik; sonra da istedik, kuvvetimiz kalmadı. Ben şimdi Ermenilere bir nevi zimmî-i muâhid nazarıyla bakıyorum.
Bu noktada şeriat adaletini tam manasıyla uygulayamadığımız için suçluyuz. Baskı nedeniyle hukuklarını koruyamadık daha sonra istediğimizde ise bunu sağlayacak gücümüz kalmamıştı bu yüzden ermeniler şuan bir nevi anlaşmalı koruma altındadır diyebiliriz.
Suâl: "Ermeniler bize düşmanlık edip, hile ve hıyânet ediyorlar. Nasıl dostluk üzerinde ittifak edeceğiz?"
Ermeniler bize düşmanlık edip hainlik ediyorken nasıl onlarla dostluk üzerine bir birlik kurabiliriz?
Cevap: Düşmanlığın sebebi olan istibdat öldü. İstibdâdın zevâliyle dostluk hayat bulacak. Size bunu katiyen söylüyorum ki, şu milletin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vâbestedir. Fakat mütezellilâne dost olmak değil, belki izzet-i milliyeyi muhâfaza ederek, musâlaha elini uzatmaktır.
Düşmanlığa neden olan baskının ortadan kalkmaya başlamasıyla dostluğumuz tekrar başlayacaktır. Bu milletin huzur ve mutluluğu Ermenilerle dost olmaya bağlıdır. Fakat bu dostluk onlar karşısında alçalarak değil , milli şerefimizi koruyarak barış eli uzatarak olacaktır.
Birşey söyleyeceğim: Eğer mümkündür, Ermeniler birden sahîfe-i vücuttan silinsin. Olabilir. Yalnız, size husumetin bir faydası olsun. Yoksa, mutlaka husumet zarardır. Halbuki, Adem zamanından yolda arkadaşlık eden bizimle gelmiş büyük bir unsurun zevâli değil, belki küçük bir kavmin mahvı dahi ’dır. Ömer Dilân Kabîlesi bin senedir yine Ömer Dilândır. Hem de, onlar uyanmışlar; siz uykudasınız, rüyâ görüyorsunuz. Hem de, fikr-i milliyette müttefik ve kavîdirler; siz, ihtilâfla şimdilik boşsunuz, hem de galebe etmek istiyorsunuz. Onlar sizi mağlup ettiği silah ile, yani akıl ile, fikr-i milliyetle, meyl-i terakkî ile, temâyül-ü adâlet ile mağlup edebilirsiniz. Bence şimdi kılıç vuran, o kılıncın aksi döner, yetimlerine dokunur. Şimdi galebe kılıç ile değildir. Kılıç olmalı, lâkin aklın elinde. Hem de dostluğun sebebi vardır. Zîrâ komşudurlar. Komşuluk, dostluğun komşusudur. Hem de onlar uyandılar, dünyaya yayıldılar, terakkiyât tohumlarını topladılar; vatanımızda ekecekler. Bizi medeniyete mecbur, terakkîye îkaz, bizdeki fikr-i milliyeti hüşyâr ediyorlar. İşte şu noktalara binâen, onlarla ittifak etmek lâzımdır. Hem de bizim düşmanımız ve bizi mahveden, cehâlet ağa, oğlu zaruret efendi ve hafîdi husumet beydir. Ermeniler bize düşmanlık etmişlerse, şu üç müfsidin kumandası altında yapmışlar.
Farz edelim ki Ermeniler bir anda dünya üzerinden silinsinler bunun bize ne faydası var? Onlarla h.z. Ademden beri aynı yolda yürüyoruz küçük bir kabilenin yok olması bile çok zor iken böyle bir milletin yok olması nasıl mümkün olur? Hem onlar millet fikriyle tek vücut olmuş durumdalar, bizse hala kendi aramızda anlaşmazlıklar yaşıyoruz onlara nasıl üstün gelebiliriz? Onları kaba kuvvetle mağlup edemeyiz ancak akıl , milli bütünleşme, gelişme arzusu ve adalete yönelerek mağlup edebiliriz. Hem onlar dünyaya dağıldılar ve gelişme tohumlarını topladılar ve vatanımıza ekecekler ve bizimde uyanmamıza medeni olmamıza neden olacaklar . bu nedenlerle düşmanlık değil dostluk lazımdır. Bizim asıl düşmanımız cahillik ,çaresizlik ve kin besleme duygusudur ermeniler bize düşmanlık etmişlerse bile bu üç kötü duygunun tesiriyle yapmışlardır.
Suâl: "Rum ve Ermenilerin hürriyeti bizi teşviş ediyor. Bir kere tecâvüze başlıyorlar, bir kere ’Hürriyet ve meşrutiyet bizimdir, biz yaptık’ diyorlar. Bizi me’yus ediyorlar?"
Rum ve Ermenilerin hürriyeti bize çirkin geliyor. Hadlerini aşıyorlar hürriyet ve meşrutiyet bizimdir deyip bizi ümitsizliğe sürüklüyorlar.
Cevap: Zannediyorum, tecâvüzleri eskiden sizden tahayyül ettikleri tecâvüze karşı bir teşeffi-i gayz ve bundan sonra sizden tevehhüm ettikleri tecâvüze karşı bir nümâyiş gibidir. Eğer tamamıyla îman etseler ki, tecâvüz sizden olmaz; adâlete kanaat edeceklerdir. Şâyet adâlete kanaat etmezlerse; hak, hakkın kuvvetiyle burunlarını kırıp iknâ ettirecektir. Hem de, "Meşrutiyeti biz istihsâl ettik" olan sözleri yalandır. Hürriyet ve meşrutiyet, askerimizin süngüsüyle, cemiyet-i milliyenin kalemiyle sahîfe-i vücuda geldi. Öyle herzegûlerin arzuları, beylik ve muhtariyetin ammizâdesi olan adem-i merkeziyet-i siyasiye idi. Sonra da yüzde doksan bize ittibâ ettiler. Beşi geveze, birkaç tanesi de zevzeklik edip eski hülyalarından vazgeçmek istemiyorlar.
Bu sözleri eskiden bizim haddimizi aşmış olduğumuzu baskı yaptığımızı düşünerek öç alma duygusuyla söylenmiş abartılı sözlerdir. Eğer bunun yanlışlığına inansalar adalete razı olacaklar yok olmazlarsa Hak onları buna mecbur edecektir. Meşrutiyeti biz kazandık gibi sözleri ise yalandır boş konuşuyorlar yüzde doksanı bize ittiba ettiği halde yalnız yüzde beşi bu rüyasından uyanamıyor.
Sual: Yahudi ve Nasara ile muhabbetten Kur’ân’da nehiy vardır. Bununla beraber nasıl dost olunuz dersiniz?
Kur’an-ı Kerim’de Yahudilerle ve hristiyanlarla dostluk yasaklanmıştır? Siz bize dost olmamızı nasıl söylersiniz?
Cevap: Evvelâ: Delil kat’iyyü’l-metîn olduğu gibi, kat’iyyü’d-delâlet olmak gerektir. Halbuki tevil ve ihtimalin mecâli vardır. Zira, nehy-i Kur’ânî âmm değildir, mutlaktır. Mutlak ise, takyid olunabilir. Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz. Hem de hüküm müştak üzerine olsa, me’haz-ı iştikakı, illet-i hüküm gösterir. Demek bu nehiy, Yahudi ve Nasara ile Yahudiyet ve Nasraniyet olan aynaları hasebiyledir. Hem de bir adam zâtı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya san’atı içindir. Öyleyse herbir Müslümanın her bir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san’atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh, Müslüman olan bir sıfatı veya bir san’atı, istihsan etmekle iktibas etmek neden câiz olmasın? Ehl-i kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin!
Kur’an-ı Kerim Hristiyanlarla ve Yahudilerle dostluğu sıfatları nedeniyle yasaklamıştır. Bir insanı şahsı için değil özellikleri nedeniyle severiz. Müslüman bir kişinin tüm sıfatları Müslüman sıfatı olmayabildiği gibi Müslüman olmayanlarında tüm sıfatları kafir sıfatı olması gerekmez, Müslüman bir sıfatı nedeniyle dostluk beslemek neden caiz olmasın ki? Şeriat ehli kitap olan kişilerle evlilice müsaade etmiştir, evlendiğimiz kişiyi nasıl sevmeyiz?
Saniyen: Zaman-ı Saadette bir inkılâb-ı azîm-i dinî vücuda geldi. Bütün ezhânı nokta-i dine çevirdiğinden, bütün muhabbet ve adaveti o noktada toplayıp muhabbet ve adavet ederlerdi. Onun için, gayr-ı müslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu. Lâkin, şimdi âlemdeki bir inkılâb-ı acîb-i medenî ve dünyevîdir. Bütün ezhânı zapt ve bütün ukulü meşgul eden nokta-i medeniyet, terakki ve dünyadır. Zaten onların ekserisi, dinlerine o kadar mukayyed değildirler. Binaenaleyh, onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir. Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan âsâyişi muhafazadır. İşte bu dostluk, kat’iyen nehy-i Kur’ânîde dahil değildir.
Asrı saadette büyük bir dini devrim meydana geldiği için bütün zihinler o noktaya çevrilmişti ve muhabbetinde ,düşmanlığında merkezi din idi ve Müslüman olmayanlarla muhabbet hoş karşılanmazdı şu an ise devrim dünyevi meselelerde yaşanıyor ve bütün zihinler medeniyet ve dünya ile meşgul vaziyettedir. Zaten onların büyük bir çoğunluğu da dinlerine bağlı değil. Şuan onlarla yapacağımız dostluk medeniyetlerinin güzel noktalarını kullanıp huzuru sağlamak adınadır buda Kur’an’ın yasakladığı kısma dahil değildir.
Sual: Bir kısım Jön Türk der: "Demeyiniz Hıristiyanlara hey kâfir! Zira ehl-i kitaptırlar." Neden kâfir olana kâfir demeyeceğiz?
Jön Türkler Hristiyanlara kafir demeyiniz onlarda ehli kitaptır diyorlar neden kafir olana kafir demeyelim ki?
Cevap: Kör adama, hey kör demediğiniz gibi... Çünkü eziyettir. Eziyetten nehiy var.
Kör adama hey kör demeyiz çünkü bir eziyettir ve eziyet yasaklanmıştır.
Saniyen: Kâfirin iki mânâsı vardır: Birisi ve en mütebadiri dinsiz ve münkir-i Sâni demektir. Bu mânâ ile ehl-i kitaba ıtlak etmeye hakkımız yoktur.
İkincisi kafirin iki manası vardır , bunlardan ilki ve en çok kullanılan akla ilk gelen manası dinsiz ve Allah’ı inkar eden demektir. Bu manayı onlar için kullanmamıza hakkımız yoktur.
İkincisi: Peygamberimizi ve İslâmiyeti münkir demektir. Bu mânâ ile onlara ıtlak etmek hakkımızdır. Onlar dahi razıdırlar. Lâkin örfen evvelki mânânın tebâdüründen, bir kelime-i tahkir ve eziyet olmuştur.
Hem de daire-i itikadı, daire-i muamelâta karıştırmaya mecburiyet yoktur. Kabildir, o kısım Jön Türklerin muradı bu olsun.
İkinci manası ise Peygamberimizi ve İslam’ı inkar eden demektir. Evet bu manada onlara kafir diyebiliriz ve onlarda buna karşı çıkamaz ama ilk mananın daha çok akla gelmesinden dolayı kullanmamalıyız. Hem inançla dünyevi işleri birbirine karıştırmak gerekmez. Bunu söyleyen jön Türklerin bunu kastediyor olması da mümkündür.
Selam ve dua ile.
Sual: Heyhât! Bize tesellî veren şu ulvî emeli ye’se inkılâp ettiren ve etrafımızda hayatımızı zehirlendirmek ve devletimizi parça parça etmek için ağızlarını açmış olan o müthiş yılanlara ne diyeceğiz?
Bize teselli veren ulvi arzumuzu ümitsizliğe çeviren ve devletimizi parçalamaya çalışan yılanlara ne diyeceğiz?
Cevap: Korkmayınız. Medeniyet, fazilet, hürriyet âlem-i insaniyette galebe çalmaya başladığından, bizzarure terazinin öteki yüzü şey’en feşey’en hafifleşecektir. Farz-ı muhal olarak, Allah etmesin, eğer bizi parça parça edip öldürseler, emin olunuz, biz yirmi olarak öleceğiz, üç yüz olarak dirileceğiz. Başımızdan rezâil ve ihtilâfatın gubarını silkip, hakikî münevver ve müttehid olarak kervân-ı benî beşere pîşdârlık edeceğiz. Biz, en şedit, en kavî ve en bâkî hayatı intaç eden öyle bir ölümden korkmayız. Biz ölsek de İslâmiyet sağ kalır. O millet-i kudsiye sağ olsun.
Medeniyet ve hürriyet insanlık aleminde daha güçlü konuma geldiğinden terazinin diğer kefesi hafifleyecektir. Farz edelim ki bizi parçalayacak olsalar bile yirmi olarak ölsek üç yüz olarak diriliriz, ve başımızdaki rezillikleri atıp üzerimizdeki ayrılık tozu toprağını silkeleyip insanlığa öncülük etmeye başlarız. Bize böyle bir kuvvet verecek ölümden neden korkalım?
Sual: Gayr-ı müslimlerle nasıl müsavi olacağız?
Müslüman olmayanlarla nasıl eşit olacağız?
Cevap: Müsavat ise, fazilet ve şerefte değildir, hukuktadır. Hukukta ise şah ve gedâ birdir. Acaba bir şeriat, karıncaya bilerek ayak basmayınız dese, tâzibinden men etse, nasıl benî Âdem’in hukukunu ihmâl eder? Kellâ... Biz imtisal etmedik. Evet, İmam-ı Ali’nin (r.a.) âdî bir Yahudi ile muhakemesi ve medâr-ı fahriniz olan Salâhaddin-i Eyyûbî’nin miskin bir Hıristiyan ile mürafaası, sizin şu yanlışınızı tashih eder zannederim.
Burada bahsedilen eşitlik fazilet ve şeref bakımından değil hukuki açıdandır. Şeriat bir karıncaya bile eziyeti yasaklamışken yaratılmışların en mükemmeli olan insanın hukukunu korur fakat biz bunu uygulamadık.
Suâl: "Ermeniler zimmîdirler. Ehl-i zimmet, zimmettarlarıyla nasıl müsâvi olur?"
Ermeniler bizim korumamız altındadırlar , koruyan ile korunan nasıl eşit olur?
Cevap: Kendimizi dev aynasında görmemeliyiz. Kabahat bizde. Tamamen zimmetimize alamadık, bihakkın adâlet-i şeriatı gösteremedik. Şeriat dairesinde, hukuklarını istibdâdın sünnet-i seyyiesiyle muhâfaza edemedik; sonra da istedik, kuvvetimiz kalmadı. Ben şimdi Ermenilere bir nevi zimmî-i muâhid nazarıyla bakıyorum.
Bu noktada şeriat adaletini tam manasıyla uygulayamadığımız için suçluyuz. Baskı nedeniyle hukuklarını koruyamadık daha sonra istediğimizde ise bunu sağlayacak gücümüz kalmamıştı bu yüzden ermeniler şuan bir nevi anlaşmalı koruma altındadır diyebiliriz.
Suâl: "Ermeniler bize düşmanlık edip, hile ve hıyânet ediyorlar. Nasıl dostluk üzerinde ittifak edeceğiz?"
Ermeniler bize düşmanlık edip hainlik ediyorken nasıl onlarla dostluk üzerine bir birlik kurabiliriz?
Cevap: Düşmanlığın sebebi olan istibdat öldü. İstibdâdın zevâliyle dostluk hayat bulacak. Size bunu katiyen söylüyorum ki, şu milletin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vâbestedir. Fakat mütezellilâne dost olmak değil, belki izzet-i milliyeyi muhâfaza ederek, musâlaha elini uzatmaktır.
Düşmanlığa neden olan baskının ortadan kalkmaya başlamasıyla dostluğumuz tekrar başlayacaktır. Bu milletin huzur ve mutluluğu Ermenilerle dost olmaya bağlıdır. Fakat bu dostluk onlar karşısında alçalarak değil , milli şerefimizi koruyarak barış eli uzatarak olacaktır.
Birşey söyleyeceğim: Eğer mümkündür, Ermeniler birden sahîfe-i vücuttan silinsin. Olabilir. Yalnız, size husumetin bir faydası olsun. Yoksa, mutlaka husumet zarardır. Halbuki, Adem zamanından yolda arkadaşlık eden bizimle gelmiş büyük bir unsurun zevâli değil, belki küçük bir kavmin mahvı dahi ’dır. Ömer Dilân Kabîlesi bin senedir yine Ömer Dilândır. Hem de, onlar uyanmışlar; siz uykudasınız, rüyâ görüyorsunuz. Hem de, fikr-i milliyette müttefik ve kavîdirler; siz, ihtilâfla şimdilik boşsunuz, hem de galebe etmek istiyorsunuz. Onlar sizi mağlup ettiği silah ile, yani akıl ile, fikr-i milliyetle, meyl-i terakkî ile, temâyül-ü adâlet ile mağlup edebilirsiniz. Bence şimdi kılıç vuran, o kılıncın aksi döner, yetimlerine dokunur. Şimdi galebe kılıç ile değildir. Kılıç olmalı, lâkin aklın elinde. Hem de dostluğun sebebi vardır. Zîrâ komşudurlar. Komşuluk, dostluğun komşusudur. Hem de onlar uyandılar, dünyaya yayıldılar, terakkiyât tohumlarını topladılar; vatanımızda ekecekler. Bizi medeniyete mecbur, terakkîye îkaz, bizdeki fikr-i milliyeti hüşyâr ediyorlar. İşte şu noktalara binâen, onlarla ittifak etmek lâzımdır. Hem de bizim düşmanımız ve bizi mahveden, cehâlet ağa, oğlu zaruret efendi ve hafîdi husumet beydir. Ermeniler bize düşmanlık etmişlerse, şu üç müfsidin kumandası altında yapmışlar.
Farz edelim ki Ermeniler bir anda dünya üzerinden silinsinler bunun bize ne faydası var? Onlarla h.z. Ademden beri aynı yolda yürüyoruz küçük bir kabilenin yok olması bile çok zor iken böyle bir milletin yok olması nasıl mümkün olur? Hem onlar millet fikriyle tek vücut olmuş durumdalar, bizse hala kendi aramızda anlaşmazlıklar yaşıyoruz onlara nasıl üstün gelebiliriz? Onları kaba kuvvetle mağlup edemeyiz ancak akıl , milli bütünleşme, gelişme arzusu ve adalete yönelerek mağlup edebiliriz. Hem onlar dünyaya dağıldılar ve gelişme tohumlarını topladılar ve vatanımıza ekecekler ve bizimde uyanmamıza medeni olmamıza neden olacaklar . bu nedenlerle düşmanlık değil dostluk lazımdır. Bizim asıl düşmanımız cahillik ,çaresizlik ve kin besleme duygusudur ermeniler bize düşmanlık etmişlerse bile bu üç kötü duygunun tesiriyle yapmışlardır.
Suâl: "Rum ve Ermenilerin hürriyeti bizi teşviş ediyor. Bir kere tecâvüze başlıyorlar, bir kere ’Hürriyet ve meşrutiyet bizimdir, biz yaptık’ diyorlar. Bizi me’yus ediyorlar?"
Rum ve Ermenilerin hürriyeti bize çirkin geliyor. Hadlerini aşıyorlar hürriyet ve meşrutiyet bizimdir deyip bizi ümitsizliğe sürüklüyorlar.
Cevap: Zannediyorum, tecâvüzleri eskiden sizden tahayyül ettikleri tecâvüze karşı bir teşeffi-i gayz ve bundan sonra sizden tevehhüm ettikleri tecâvüze karşı bir nümâyiş gibidir. Eğer tamamıyla îman etseler ki, tecâvüz sizden olmaz; adâlete kanaat edeceklerdir. Şâyet adâlete kanaat etmezlerse; hak, hakkın kuvvetiyle burunlarını kırıp iknâ ettirecektir. Hem de, "Meşrutiyeti biz istihsâl ettik" olan sözleri yalandır. Hürriyet ve meşrutiyet, askerimizin süngüsüyle, cemiyet-i milliyenin kalemiyle sahîfe-i vücuda geldi. Öyle herzegûlerin arzuları, beylik ve muhtariyetin ammizâdesi olan adem-i merkeziyet-i siyasiye idi. Sonra da yüzde doksan bize ittibâ ettiler. Beşi geveze, birkaç tanesi de zevzeklik edip eski hülyalarından vazgeçmek istemiyorlar.
Bu sözleri eskiden bizim haddimizi aşmış olduğumuzu baskı yaptığımızı düşünerek öç alma duygusuyla söylenmiş abartılı sözlerdir. Eğer bunun yanlışlığına inansalar adalete razı olacaklar yok olmazlarsa Hak onları buna mecbur edecektir. Meşrutiyeti biz kazandık gibi sözleri ise yalandır boş konuşuyorlar yüzde doksanı bize ittiba ettiği halde yalnız yüzde beşi bu rüyasından uyanamıyor.
Sual: Yahudi ve Nasara ile muhabbetten Kur’ân’da nehiy vardır. Bununla beraber nasıl dost olunuz dersiniz?
Kur’an-ı Kerim’de Yahudilerle ve hristiyanlarla dostluk yasaklanmıştır? Siz bize dost olmamızı nasıl söylersiniz?
Cevap: Evvelâ: Delil kat’iyyü’l-metîn olduğu gibi, kat’iyyü’d-delâlet olmak gerektir. Halbuki tevil ve ihtimalin mecâli vardır. Zira, nehy-i Kur’ânî âmm değildir, mutlaktır. Mutlak ise, takyid olunabilir. Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz. Hem de hüküm müştak üzerine olsa, me’haz-ı iştikakı, illet-i hüküm gösterir. Demek bu nehiy, Yahudi ve Nasara ile Yahudiyet ve Nasraniyet olan aynaları hasebiyledir. Hem de bir adam zâtı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya san’atı içindir. Öyleyse herbir Müslümanın her bir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san’atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh, Müslüman olan bir sıfatı veya bir san’atı, istihsan etmekle iktibas etmek neden câiz olmasın? Ehl-i kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin!
Kur’an-ı Kerim Hristiyanlarla ve Yahudilerle dostluğu sıfatları nedeniyle yasaklamıştır. Bir insanı şahsı için değil özellikleri nedeniyle severiz. Müslüman bir kişinin tüm sıfatları Müslüman sıfatı olmayabildiği gibi Müslüman olmayanlarında tüm sıfatları kafir sıfatı olması gerekmez, Müslüman bir sıfatı nedeniyle dostluk beslemek neden caiz olmasın ki? Şeriat ehli kitap olan kişilerle evlilice müsaade etmiştir, evlendiğimiz kişiyi nasıl sevmeyiz?
Saniyen: Zaman-ı Saadette bir inkılâb-ı azîm-i dinî vücuda geldi. Bütün ezhânı nokta-i dine çevirdiğinden, bütün muhabbet ve adaveti o noktada toplayıp muhabbet ve adavet ederlerdi. Onun için, gayr-ı müslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu. Lâkin, şimdi âlemdeki bir inkılâb-ı acîb-i medenî ve dünyevîdir. Bütün ezhânı zapt ve bütün ukulü meşgul eden nokta-i medeniyet, terakki ve dünyadır. Zaten onların ekserisi, dinlerine o kadar mukayyed değildirler. Binaenaleyh, onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir. Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan âsâyişi muhafazadır. İşte bu dostluk, kat’iyen nehy-i Kur’ânîde dahil değildir.
Asrı saadette büyük bir dini devrim meydana geldiği için bütün zihinler o noktaya çevrilmişti ve muhabbetinde ,düşmanlığında merkezi din idi ve Müslüman olmayanlarla muhabbet hoş karşılanmazdı şu an ise devrim dünyevi meselelerde yaşanıyor ve bütün zihinler medeniyet ve dünya ile meşgul vaziyettedir. Zaten onların büyük bir çoğunluğu da dinlerine bağlı değil. Şuan onlarla yapacağımız dostluk medeniyetlerinin güzel noktalarını kullanıp huzuru sağlamak adınadır buda Kur’an’ın yasakladığı kısma dahil değildir.
Sual: Bir kısım Jön Türk der: "Demeyiniz Hıristiyanlara hey kâfir! Zira ehl-i kitaptırlar." Neden kâfir olana kâfir demeyeceğiz?
Jön Türkler Hristiyanlara kafir demeyiniz onlarda ehli kitaptır diyorlar neden kafir olana kafir demeyelim ki?
Cevap: Kör adama, hey kör demediğiniz gibi... Çünkü eziyettir. Eziyetten nehiy var.
Kör adama hey kör demeyiz çünkü bir eziyettir ve eziyet yasaklanmıştır.
Saniyen: Kâfirin iki mânâsı vardır: Birisi ve en mütebadiri dinsiz ve münkir-i Sâni demektir. Bu mânâ ile ehl-i kitaba ıtlak etmeye hakkımız yoktur.
İkincisi kafirin iki manası vardır , bunlardan ilki ve en çok kullanılan akla ilk gelen manası dinsiz ve Allah’ı inkar eden demektir. Bu manayı onlar için kullanmamıza hakkımız yoktur.
İkincisi: Peygamberimizi ve İslâmiyeti münkir demektir. Bu mânâ ile onlara ıtlak etmek hakkımızdır. Onlar dahi razıdırlar. Lâkin örfen evvelki mânânın tebâdüründen, bir kelime-i tahkir ve eziyet olmuştur.
Hem de daire-i itikadı, daire-i muamelâta karıştırmaya mecburiyet yoktur. Kabildir, o kısım Jön Türklerin muradı bu olsun.
İkinci manası ise Peygamberimizi ve İslam’ı inkar eden demektir. Evet bu manada onlara kafir diyebiliriz ve onlarda buna karşı çıkamaz ama ilk mananın daha çok akla gelmesinden dolayı kullanmamalıyız. Hem inançla dünyevi işleri birbirine karıştırmak gerekmez. Bunu söyleyen jön Türklerin bunu kastediyor olması da mümkündür.
Selam ve dua ile.