Bakara Sûresi - Kalplerin Mühürlenmesi

Huseyni

Müdavim
﴿ خَتَمَ اللهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْ وَعَلٰى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
blank.gif
1


Mukaddeme

Bu âyetin üzerinde durmak icap ediyor. Ehl-i İ’tizal, Ehl-i Cebir, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat gibi ehl-i kelâmın şu âyet-i azimenin altında yaptıkları muharebe-i ilmiyelerini dinleyelim. Zira, bu gibi fikrî harpler, ehl-i nazarı dikkate dâvet eder. Binaenaleyh, onların bu âyette takip ettikleri cihetleri kontrol lâzımdır.

Evet, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin sırat-ı müstakim üzerine olduğunu, ötekilerin ya ifrata veya tefrite maruz kaldıklarını ispat için, bazı münasebetlerin zikri lâzımdır.

Birincisi: Tahakkuk etmiş hakaiktendir ki, tesir-i hakikî, yalnız ve yalnız Allah’ındır. Öyleyse, Ehl-i İ’tizalin abde verdiği tesir-i hakikî hilâf-ı hakikattir.


İkincisi: Allah Hakîmdir; öyleyse, sevap ve ikab abes değildir, ancak istihkaka göredir. Öyleyse ıztırar ve cebir yoktur.

Üçüncüsü: Herşeyin biri mülk, diğeri melekût, yani biri dış, diğeri iç olmak üzere iki ciheti vardır.

Mülk ciheti, bazı şeylerde güzeldir, bazı şeylerde de çirkin görünür: Âyinenin arka yüzü gibi.

Melekût ciheti ise, herşeyde güzeldir ve şeffaftır: Âyinenin dış yüzü gibi. Öyleyse, çirkin görünen şeyin yaratılışı, çirkin değildir, güzeldir. Ve aynı zamanda o gibi çirkinlerin yaratılışı, mehasini ikmal içindir. Öyleyse, çirkinin de bir nevi


[NOT]Dipnot-1 “İnkârlarında ısrar ettikleri için Allah onların kalblerini de, kulaklarını da mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde de, hakkı görmelerine mâni bir perde vardır. Âhirette ise onların hakkı pek büyük bir azaptır.” Bakara Sûresi, 2:7.
[/NOT]

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat: ehli sünnet mezhebinden olanlar
Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah
abd: kulabes: boş, faydasız
cebir: zorlamacihet: yön, taraf
ehl-i Cebir: Cebriye Mezhebi mensuplarıehl-i kelâm: konusu daha çok inançla ilgili olan kelâm ilmiyle uğraşanlar
ehl-i nazar: görüş sahibi olanlarehl-i İ’tizal: Mu’tezile mezhebinden olanlar
hakaik: hakikatler, gerçekler, doğrularhilâf-ı hakikat: gerçek dışı
ifrat: aşırılık, doğru yolu bırakıp aşırılığa doğru sapmaikab: ceza
ikmal: tamamlamaistihkak: hak etme, lâyık olma
maruz: tesirinde kalanmehasin: güzellikler
melekût (ciheti): mânevî yön, iç yüzmuharebe-i ilmiye: ilmî savaş, ilmî tartışma, mücadele
mukaddeme: girişmülk (ciheti): maddî yön, dış yüz
nevi: tür, çeşitsırat-ı müstakim: dosdoğru yol, orta yol
tahakkuk: gerçekleşmetefrit: tersine aşırılık, doğru yolu bırakıp aşırılığın ters yönüne sapma
tesir-i hakikî: gerçek tesir; gerçek yaratma gücüâyet-i azîme: büyük ve yüce âyet
ıztırar: mecbur etme, zorlama
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Kalplerin Mühürlenmesi - Sayfa: 109


güzelliği vardır. Binaenaleyh, bu hususta Ehl-i İ’tizalin “Çirkin şeylerin halkı Allah’a ait değildir” dedikleri safsataya mahal kalmadı.

Dördüncüsü: Meselâ darp ve katle terettüp eden elem ve ölüm gibi “hâsıl-ı bilmasdar” ile tabir edilen şey, mahlûk ve sabit olmakla beraber, câmiddir. İlm-i sarfta malûmdur ki, câmidlerden ism-i fâil gibi sıfatlar yapılamaz. Ancak kisbî, nisbî, itibarî olan mânâ-yı masdarîden yapılabilir. Öyleyse, ölümün halkı katl değildir. Öyleyse, Ehl-i İ’tizalin hatâlarına, hatâ nazarıyla bakılmalıdır.


Beşincisi: İnsanın katl gibi zahirî ve ihtiyarî olan fiilleri, nefsin meyelânına intiha eder. Cüz-i ihtiyarî denilen şu nefis meyelânı üzerine münazaalar deveran eder.

Altıncısı: Âdetullah üzerine, irade-i külliye-i İlâhiye, abdin irade-i cüz’iyesine bakar. Yani, bunun bir fiile taallûkundan sonra, o taallûk eder. Öyleyse cebir yoktur.

Yedincisi: İlim, malûma tâbidir. Bu kaziyeye göre, malûm, ilme tâbi değildir; çünkü devir lâzım gelir. Öyleyse, bir insan, amelen yaptığı bir fiilin esbabını kadere havale etmekle taallül ve bahaneler gösteremez.

Sekizincisi: Ölüm gibi hâsıl-ı bilmasdar denilen şey, kesb gibi bir masdara mütevakkıftır. Yani, âdetullah üzerine, o hâsıl-ı bilmasdarın vücuduna şart kılınmıştır. Kesb denilen masdarda, çekirdek ve ukde-i hayatiye meyelândır. Bu düğümün açılmasıyla, meseledeki düğüm de açılır.

Dokuzuncusu: Cenâb-ı Hakkın ef’alinde tercih edici bir garaza, bir illete ihtiyaç yoktur. Ancak tercih edici, Cenâb-ı Hakkın ihtiyarıdır.



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahEhl-i İ’tizal: Mu’tezile mezhebinden olanlar
abd: kulcebir: zorlama
câmid: gr. donuk, kendisinden bir şey türetilmeyencüz-i ihtiyarî: insanın elindeki seçim gücü, irade
darp: vurmadeveran etme: dönüp dolaşma
devir: kısır döngü; tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıktı gibi sürüp giden sonuçsuz iddialaref’al: fiiller, yaratma işi
esbab: sebeplergaraz: sebep, illet
halk: yaratmahavale etme: gönderme
hâsıl-ı bilmasdar: bir şeyin kaynağından ortaya çıkan, gerçek tesir sahibinden meydana gelen sonuç. Yani “vurmak” masdardır, “acı” ise hâsıl-ı bilmasdardırihtiyar: irade etme, isteme, dileme
ihtiyarî: iradeye ait, tercih etme gücüyle ilgiliillet: asıl sebep
intiha etme: bitiş noktasına ulaşmairade-i cüz’iye: insanın elindeki çok az seçme gücü
irade-i külliye-i İlâhiye: Allah’ın her şeyi kuşatan iradesiism-i fâil: gr. bir iş, oluş veya durumu yüklenen şahsı bildiren kelimedir—kâtip (yazan, yazıcı)
itibarî: var sayılan, gerçek ve fiilî olmayan; görecelikader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, plânlaması
katl: öldürmekaziye: önerme, hüküm
kesb: kazanma, kazanım; bir fiil sonucu ortaya çıkan şeykisbî: kazanma ile ilgili, çalışarak elde edilen
mahal: yer, mekânmahlûk: yaratılan
malûm: bilinenmasdar: gr. şahıs ve zaman göstermeyen, ancak olumlu veya olumsuz bir fiil ve oluşa delâlet eden kelimedir ve yani bütün fiil ve türevler kendinden doğar; kaynak kelime
meyelân: eğilim, meyilmânâ-yı masdarî: masdarla ilgili mânâ, masdara ait mânâ
münazaa: tartışma, çekişmemütevakkıf: bağlı, vâbeste
nazar: bakış, görüşnefs: insanı isteklere sevk eden kuvvet
nisbî: kıyaslama ile olan, iki şey arasındaki nispet, kıyassabit: değişmez, kesin
safsata: temelsiz, asılsız uydurma söztaallûk: irtibat, bağlanma
taallül: illet ve sebep gösterme, bahane üretmeterettüp etme: netice verme, sonuçlanma
tâbi: bağlıukde-i hayatiye: hayat düğümü, çekirdeği
vücud: varlıkzahirî: görünürde
âdetullah: Allah’ın tabiata koyduğu kanun ve prensipleriİlm-i sarf: sarf ilmi, morfoloji; Arap dilbilgisinde kelime yapısını ele alan ilim

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Kalplerin Mühürlenmesi - Sayfa: 110


Onuncusu: Bir emrin, behemehal bir müessirin tesiriyle vücuda gelmesi lâzımdır ki, tereccüh bilâ-müreccih lâzım gelmesin. Amma itibarî emirlerde tahsis edici birşey bulunmasa bile muhal lâzım gelmez.

On birincisi: Birşey, vücudu vâcip olmadıkça vücuda gelmez. Evet, irade-i cüz’iyenin taallûkuyla irade-i külliyenin taallûku birşeyde içtima ettikleri zaman, o şeyin vücudu vacip olur ve derhal vücuda gelir.


On ikincisi: Birşeyi bilmekle, mahiyetini bilmek lâzım gelmez. Ve birşeyi bilmemekle, o şeyin adem-i vücudu lâzım gelmez. Binaenaleyh, cüz‑i ihtiyarînin mahiyetinin tabir edilememesi, vücudunun kat’iyetine münafi değildir.

Nazar-ı dikkatinize arz ettiğim şu esasları tam mânâsıyla anladıktan sonra, şu maruzatımı da dinleyiniz.

Biz Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, Ehl-i İ’tizale karşı diyoruz ki: Abd, kesb denilen masdardan neş’et eden, hâsıl-ı bilmasdar olan esere hâlık değildir. Abdin elinde ancak ve ancak kesb vardır. Zira Allah’tan başka müessir-i hakikî yoktur. Zaten tevhid de öyle ister.

Sonra Ehl-i Cebre döner söyleriz ki: Abd, bir ağaç gibi bütün bütün ıztırar ve cebir altında değildir. Elinde küçük bir ihtiyar vardır. Çünkü Cenâb-ı Hak hakîmdir, cebir gibi zulümleri intaç eden şeylerden münezzehtir.

S - Cüz-i ihtiyarî denilen şey nedir? Ne kadar etrafı kazılırsa, altından cebir çıkıyor! Bu nasıl birşeydir?

C - Birincisi: Fıtrat ile vicdan, ihtiyarî emirleri, ıztırarî emirlerden tefrik eden



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahHakîm: hikmet sahibi; herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah
abd: kuladem-i vücud: var olmama, meydana gelmeme
behemehal: her durumda, ne olursa olsun, mutlakacebir: mecbur kılma, zorlama
cüz-i ihtiyarî: insanın elindeki çok az seçme gücüehl-i Cebr: Cebriye Mezhebine bağlı olanlar
ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat: (bk. bilgiler)ehl-i İ’tizal: Mu’tezile mezhebine bağlı olanlar
fıtrat: yaratılış, mizaçhâlık: yaratıcı
hâsıl-ı bilmasdar: bir şeyin kaynağından ortaya çıkan, gerçek tesir sahibinden meydana gelen fiilldir. Meselâ, “vurmak” masdardır, “acı” ise hâsıl-ı bilmasdardırihtiyar: irade etme, isteme, dileme
ihtiyarî: seçme, istek ve iradeye bağlı olanintaç etme: netice verme, doğurma
irade-i cüz’iye: insanın elindeki çok az seçme gücüirade-i külliye: Allah’ın herşeyi kaplayan iradesi
itibarî emir: gerçekte olmadığı halde varsayılan iş, olguiçtima: bir araya gelme, toplanma
kat’iyet: kesinlik kesb: kazanma, kazanım; bir fiil sonucu ortaya çıkan durum
mahiyet: temel özellik, asıl nitelikmaruzat: arz edilenler, takdim edilenler
masdar: gr. şahıs ve zaman göstermeyen, ancak olumlu veya olumsuz bir fiil ve oluşa delâlet eden kelimedir ve bütün fiil ve türevler kendinden doğar; kaynak kelime, işmuhal: imkânsız
müessir: tesir edici, gerçek tesir sahibimüessir-i hakikî: gerçek tesir sahibi
münafi: zıt, aykırımünezzeh: her türlü kusur ve noksandan arınmış, temiz
nazar-ı dikkat: dikkatli bakış, görüşneş’et etme: doğma, meydana gelme
taallûk: bağlanma, irtibattabir etme: ifade etme, yorumlama
tahsis: bir hususta başkasına tercih etme, seçme, has ve ait kılmatefrik: ayırmak, ayırt etmek
tereccüh bilâ-müreccih: sebepsiz üstünlük. Yani, bir üstünlük sebebi ve niteliği olmadan üstünlüğün olmasıtevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
vacip: zorunluvicdan: kalbe ait hislerin mazharı, aynası
vücud: varlıkvücuda gelme: var olma, meydana gelme
zulüm: haksızlıkıztırar: mecburiyet, zorlama
ıztırarî: zorunlu olarak yapılan, kulun iradesinin rolü olmayan mecburi iş

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Kalplerin Mühürlenmesi - Sayfa: 111


gizli birşeyin vücuduna şehadet ediyorlar. Tayin ve tabirine olan acz, vücuduna halel getirmez.

İkincisi: Abdin bir fiile olan meyelânı, Eş’arîlerin mezhebi gibi mevcut bir emir ise de, o meyelânı bir fiilden diğer bir fiille çevirmekle yapılan tasarruf, itibarî bir emir olup abdin elindedir.


Eğer Mâturidîlerin mezhebi gibi o meyelânın bizzat bir emr-i itibarî olduğuna hükmedilirse, o emr-i itibarînin sübut ve tayini, kendisinin bir illet-i tâmme olduğunu istilzam etmez ki, irade-i külliyeye ihtiyaç kalmasın. Çünkü çok defalar meyelânın vukuunda fiil vaki olmaz.

Hülâsa: Âdetullahın cereyanı üzerine hâsıl-ı bilmasdarın vücudu, masdara mütevakkıftır. Masdarın esası ise meyelândır. Meyelân veya meyelândaki tasarruf mevcudattan değildir ki, bir müessire ihtiyacı olsun. Mâdum da değildir ki, hâsıl-ı bilmasdar gibi mevcut olan birşeyin vücuduna şart kılınmasına veya sevap ve ikaba sebep olmasına cevaz olmasın.

S - İlm-i ezelînin veya irade-i ezeliyenin bir fiille taallûkları ihtiyara mahal bırakmıyor.

C - Birincisi: Abdin ihtiyarından neş’et eden bir fiile ilm-i ezelînin taallûku, o ihtiyara münafi ve mâni değildir. Çünkü müessir, ilim değildir, kudrettir. İlim, malûma tâbidir.

İkincisi: İlm-i ezelî, muhit olduğu için, müsebbebatla esbabı birlikte abluka eder, içine alır. Yoksa ilm-i ezelî, zannedildiği gibi uzun bir silsilenin başı değildir ki, esbabdan tegafül ile, yalnız müsebbebat o mebdee isnad edilsin.

Üçüncüsü: Malûm nasıl bir keyfiyet üzerine olursa, ilim öylece taallûk eder. Öyleyse, malûmun mekayisi ve esbabı, kadere isnad edilemez.



Eş’arî mezhebi: (bk. bilgiler)Mâturidî mezhebi: (bk. bilgiler)
abd: kulabluka etme: kuşatma
acz: acizlik, güçsüzlükcereyan etme: akma, sürüp gitme, devam etme
cevaz olmama: caiz olmamaemr-i itibarî: itibarî emir; gerçekte olmadığı halde varsayılan iş, olgu
esbab: sebeplerhalel: eksik, kusur
hâsıl-ı bilmasdar: bir şeyin kaynağından ortaya çıkan, gerçek tesir sahibinden meydana gelen fiil; meselâ, “vurmak” masdar, “acı” ise hâsıl-ı bilmasdardırhülâsa: kısaca, özet olarak
ihtiyar: irade, seçimikab: ceza
illet-i tâmme: tam illet; bir şeyin varlığı için gerekli olan sebeplerin tamamıilm-i ezelî: Allah’ın herşeyi ve bütün zamanları kuşatan sonsuz ilmi
irade-i ezeliye: ezelî olan Allah’ın iradesiirade-i külliye: Allah’ın herşeyi kaplayan iradesi
isnad: dayandırmaistilzam etme: gerektirme
itibarî: gerçekten öyle olmadığı halde öyle sayılan; saymacakader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, plânlaması
keyfiyet: nasıllık, nitelikkudret: Allah’ın güç ve iktidarı
malumun mekayisi: bilinenin ölçülerimalûm: bilinen
masdar: gr. şahıs ve zaman göstermeyen, ancak olumlu veya olumsuz bir fiil ve oluşa delâlet eden kelimedir ve bütün fiil ve türevler kendinden doğar; kaynak kelimemebde: başlangıç
mevcud: var olanmevcudat: varlıklar, yaradılmışlar
meyelân: meyil, eğilimmuhit: kapsamlı, kuşatıcı
mâdum: yok olanmâni: engel
müessir: etki, tesir edenmünafi: zıt, aykırı
müsebbebat: sebeplere bağlı olarak ortaya çıkan şeyler, neticeler, sonuçlarmütevakkıf: bağlı, vâbeste
neş’et etme: doğma, meydana gelmesilsile: sıra, dizi
sübut: sabit olma, kesin olmataallûk: bağlanma, ilişki
tabir: ifade etmetasarruf etmek: dilediği gibi kullanmak
tayin: belirlemetegafül: gaflet etme, habersiz olma
tâbi: bağlıvaki olma: olma, meydana gelme
vuku: meydana gelmevücud: varlık, var olma
âdetullah: Allah’ın tabiata koyduğu kanun ve prensiplerişehadet: tanıklık

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Kalplerin Mühürlenmesi - Sayfa: 112


Dördüncüsü: Zannedildiği gibi, irade-i külliyenin bir defa müsebbebe, bir defa da sebebe ayrı ayrı taallûku yoktur. Ancak, müsebbeple sebebe bir taallûku vardır.

Bu mezheplerin nokta-i nazarlarını bir misal ile izah edelim:

Bir adam, bir âletle bir şahsı öldürse, sebebin mâdum olduğunu farz edersek, müsebbebin keyfiyeti nasıl olur?

Ehl-i Cebrin nokta-i nazarları: “Ölecekti.” Çünkü, onlarca taallûk ikidir. Ve sebeple müsebbeb arasında inkıta câizdir.

Ehl-i İ’tizalce: “Ölmeyecekti.” Çünkü onlarca muradın iradeden tahallüfü câizdir.

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatçe, bu misalde sükût ve tevakkuf lâzımdır. Çünkü, irade-i külliyenin sebeple müsebbebe bir taallûku vardır. Bu itibarla, sebebin ademi farz edilirse, müsebbebin de farz-ı ademi lâzım gelir. Çünkü taallûk birdir. Cebir ve İ’tizal, ifrat ve tefrittir.


endOfSection.gif
endOfSection.gif




Cebir: Cebriye mezhebi
adem: yokluk
caiz: sakıncasız, doğruehl-i Cebr: Cebriye mezhebine bağlı olanlar
ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat: (bk. bilgiler)ehl-i İ’tizal: Mu’tezile mezhebinden olanlar
farz-ı adem: yok farzetme, saymaifrat: aşırılık, aşırı gidip sapma
inkıta: kesinti, kopuklukirade-i külliye: Allah’ın her şeyi kaplayan iradesi
izah etme: açıklamakeyfiyet: nasıllık, nitelik
mezheb: ekol, dinde tutulan yolmisal: örnek
mâdum: yok, var olmayanmüsebbeb: netice, eser, sebebin sonucu
nokta-i nazar: bakış noktası, açısısükût: susma
taallûk: bağlanma, ilişki, aksetmetahallüf: aykırı olma
tefrit: tersine aşırılık, normalin altında kalıp sapmatevakkuf: durma
İ’tizal: Mu’tezile mezhebi

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Kalplerin Mühürlenmesi - Sayfa: 113


İkinci Bir Mukaddeme


Ehl-i tabiat, esbaba hakikî bir tesir veriyor.


Mecusîler, biri şerre, diğeri hayra olmak üzere iki hâlıka itikad ediyorlar.

Ehl-i İ’tizal de, “Ef’âl-i ihtiyariyenin hâlıkı abddir” diyor. Bu üç mezhebin esası, bâtıl bir vehm-i mahz, bir hatâ ve huduttan tecavüzdür.Bu vehmi izale için, birkaç meseleyi dinlemek lâzımdır.

Birincisi: İnsanın dinlemesi, konuşması, düşünmesi cüz’î olduğu için, teâkub suretiyle eşyaya taallûk ettiği gibi, himmeti de cüz’îdir; nöbetle eşya ile meşgul olabilir.

İkincisi: İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise, himmeti nisbetindedir. Himmeti ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar.


Üçüncüsü: İnsan hangi birşeye teveccüh ederse, onunla bağlanır ve onda fâni olur. Bu sırra binaendir ki, insanlar, hasis ve cüz’î şeyleri büyük adamlara isnad etmezler, ancak esbaba ve vesâile atfederler. Sanki, hasis insanlarla iştigal onların vakarına münasip olmadığı gibi, cüz’î şeyler de onların azîm himmetlerini işgal etmeye lâyık değildir!

Dördüncüsü: İnsan, birşeyin ahvalini muhakeme ettiği zaman, o şeyin rabıtalarını, esbabını, esaslarını evvelâ kendi nefsinde, sonra ebnâ-yı cinsinde, sonra etraftaki mümkinatta taharrî eder. Hattâ hiçbir suretle mümkinata müşabeheti olmayan Cenâb-ı Hakkı düşünecek olursa, kuvve-i vâhimesi ile bir insanın mekayisini, esasatını, ahvalini mikyas yaparak Cenâb-ı Hakkı düşünmeye başlar.



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahMecûsîler: (bk. bilgiler – Mecûsilik)
abd: kulahval: haller, durumlar
atfetme: bağlama, göndermede bulunmaazîm: büyük
bâtıl: hak olmayan, gerçek dışı, yalancüz’î: ferdî, az, küçük
derece-i ehemmiyet: önem derecesiebnâ-yı cins: kendi cinsinden olanlar; burada diğer insanlar kastediliyor
ef’âl-i ihtiyariye: istek ve iradeyle yapılan davranışlar, fiillerehl-i tabiat: herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğine inananlar
ehl-i İ’tizal: Mu’tezile mezhebine bağlı olanlaresasat: esaslar, temeller
esbab: sebepler
fâni olmak: yok olmak, bütün duygularıyla meşgul olmak
hakikî: gerçekhasis: âdi, değersiz, basit
himmet: gayret, çalışmahudut: sınırlar
hâlık: yaratıcıisnad: dayandırma
itikad etme: inanmaittihaz etme: edinme, alma
izale: yok etme, gidermeiştigal: meşgul olma, uğraşma
kuvve-i vâhime: hayal gücü, kuruntu gücüküfr: inançsızlık, inkâr
mahiyet: temel yapı, özellikmekayis: ölçüler
mezheb: tutulan yol, ekolmikyas: ölçü
muhakeme: düşünme, akıl yürütmemukaddeme: giriş, hazırlık, önsöz
mümkinat: varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olup Allah’ın var etmesine bağlı olan her şeymünasip: uygun
müşabehet: benzeşme, benzerliknefs: bir kimsenin kendisi
rabıta: bağtaallûk: bağlanma, ilişki, irtibat
taharrî: araştırmatecavüz: aşma, ileri gitme
teveccüh etme: yönelmeteâkub: arka arkaya gelme, takip etme
vakar: ağırbaşlılıkvehm: kuruntu
vehm-i mahz: tam bir kuruntu, zan, şüphevesâil: vesileler
şer: kötülük, çirkinlik

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Kalplerin Mühürlenmesi - Sayfa: 114


Halbuki, Cenâb-ı Hakka bu gibi mikyaslarla bakılamaz. Zira, sıfâtı inhisar altında değildir.

Beşincisi: Cenâb-ı Hakkın kudret, ilim, iradesi, şemsin ziyası gibi bütün mevcudata âmm ve şâmil olup, hiçbir şeyle muvazene edilemez; Arş-ı Âzama taallûk ettikleri gibi, zerrelere de taallûk ederler. Cenâb-ı Hak, şems ve kameri halk ettiği gibi, sineğin gözünü de O halk etmiştir. Cenâb-ı Hak, kâinatta vaz’ ettiği yüksek nizam gibi, hurdebînî hayvanların bağırsaklarında da pek ince ve lâtif bir nizam vaz’ etmiştir. Semadaki ecramı birbiriyle rapteden cazibe-i umumî kanunu gibi, cevahir-i ferdi de, yani zerratı da o kanunun bir misliyle nazmetmiştir. Sanki bu zerrat âlemi, o semavî âleme küçük bir misaldir. Hülâsa, aczin müdahalesi ile kudret mertebeleri ayrılır. Aczi mümteni olan kudretçe, büyük-küçük birdir.


Altıncısı: Kudret-i ezeliye, en evvel eşyanın melekût, yani içyüzüne taallûk eder. Bu yüz ise, alelumum güzel ve şeffaftır. Evet, şems ve kamerin yüzleri parlak olduğu gibi, gecenin ve bulutların da içyüzleri ziyadardır.

Yedincisi: Beşerin zihni ve fikri, Cenâb-ı Hakkın azametine bir mikyas, kemâlâtına bir mizan, evsafının muhakemesine bir vasıta bulmak vüs’atinde değildir; ancak cemi’ masnuatından ve mecmu-u âsârından ve bütün ef’âlinden tahassul ve tecellî eden bir vecihle bakılabilir. Evet, zerre mir’at olur, fakat mikyas olamaz.

Bu meselelerden tebarüz ettiği vecihle, Cenâb-ı Hakkın mümkinata kıyas edilmesi ve mümkinatın Onun şuunatına mikyas yapılması, en büyük cehalet ve hamakattir. Çünkü aralarındaki fark, yerden göğe kadardır.



Arş-ı Âzam: Cenab-ı Hakkın büyüklük ve yüceliğinin ve her şeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yerCenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
acz: zayıflık, güçsüzlükalelumum: genellikle
azamet: yücelik, büyüklükcazibe-i umumî kanunu: genel çekim kanunu
cehalet: bilgisizlik, cahillikcemi’: bütün
cevahir-i ferd: zerreler, atomlarecram: gezegenler, gök cisimleri
ef’âl: fiiller, işlerevsaf: sıfatlar, vasıflar, özellikler
halk: yaratmahamakat: ahmaklık
hurdebînî: mikroskopik, mikroskopla görülebilenhülâsa: kısaca, özet olarak
inhisar: sınırlanma, kayıt altına alınma, tekelkamer: ay
kemâlât: mükemmellik, kusursuzlukkudret: Allah’ın güç ve iktidarı
kudret-i ezeliye: ezelî olan Allah’ın kudreti, sonsuz güç ve iktidarıkâinat: evren, yaratılmış her şey
lâtif: ince, hoş, güzelmasnuat: san’at eserleri
mecmu-u âsâr: eserlerin tamamımelekût: birşeyin iç yüzü, aslı, esası
mevcudat: varlıklar, yaratılan her şeymikyas: ölçü
mir’at: aynamisl: gibi, benzer
mizan: ölçü, tartı, dengemuhakeme: düşünme, akıl yürütme
muvazene edilme: ölçülme, karşılaştırma, denk tutulmamümkinat: varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olup Allah’ın var etmesine bağlı olan her şey, kâinattaki bütün varlıkar
mümteni: imkânsız, olması düşünülemeyennazmetme: tertip edip düzenleme
nizam: düzenraptetmek: bağlamak
sema: gök yüzüsemavî: gökyüzüyle ilgili
sıfât: sıfatlar, nitelikler, özelliklertaallûk: bağlanma, ilişki, ilgili olma
tahassul: hasıl olma, çıkma, meydana gelmetebarüz etme: ortaya çıkma, belirip görünme
tecellî: yansıma, görünmevaz’etme: koyma, yerleştirme
vecih: yön, yüzvüs’at: genişlik
zerrat: zerreler, atomlarzerrat âlemi: atomlar dünyası
zerre: atom, en küçük parçaziya: ışık
ziyadar: ışıklı, aydınlıkâmm: genel, umumî; sayısız şeyleri içine alan, aynı cinsten bir çok fertlere birden delâlet eden lâfız; cemaat, kavm lâfızları gibi
şems: güneşşuunat: işler, faaliyetler; Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler
şâmil: kapsayan, içine alan

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Kalplerin Mühürlenmesi - Sayfa: 115


Evet, vâcibi mümkine kıyas etmekten, pek garip ve gülünç şeyler çıkar. Meselâ, ehl-i tabiat, o aldatıcı kıyas ile, tesir-i hakikîyi, esbaba; Ehl-i İ’tizal, halk-ı ef’ali, abde; Mecusîler, şerri, ikinci bir hâlıka isnad etmeye mecbur olmuşlardır. Güya zuumlarınca Cenâb-ı Hak, azamet-i kibriya ve tenezzühü dolayısıyla, bu gibi hasis ve çirkin şeylere tenezzül etmez! Demek, akılları vehimlerine esir olanlar, bu gibi gülünç şeyleri doğururlar.

İhtar: Mü’minlerden de, vesvese cihetiyle bu vehme maruz kalanlar vardır; dikkat etmek lâzımdır.


endOfSection.gif
endOfSection.gif



Bu âyetin kelimeleri arasında nazmı icap eden münasebetlere gelelim:

﴾ ﴿ خَتَمَ
blank.gif
1
’nin لاَيُؤْمِنُونَ
blank.gif
2
ile irtibatı ve onun arkasında zikredilmesi, cezanın cürme terettübü kabilindendir. Yani onlar vaktâ ki cüz-i ihtiyarîlerini ifsad etmekle imana gelmediler; kalblerinin hatmiyle tecziye edildiler.


خَتَمَ tabiri, onların dalâletlerini tasvir eden temsîlî bir üslûba işarettir. Şöyle ki:

Kalb gözü, sanki cevahire bir hazine olmak üzere Cenâb-ı Hak tarafından yapılan bir binadır. Vaktâ ki sû-i ihtiyarlarıyla ifsada uğradı ve cevherlere yapılan yerler, yılanlar ve akreplerle doldu; kapısı hatmedildi ki, o sârî hastalıktan başkaları mutazarrır olmasın.

اَللهُ ﴾ ﴿: Zamir-i mütekellimin yerine ism-i zâhirin gelmesi, tekellümden gaybete

[NOT]Dipnot-1 Mühürledi.
Dipnot-2 İman etmezler.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahMecusî: (bk. bilgiler – Mecûsîlik)
abd: kulazamet-i kibriyâ: büyük ve yüce; büyüklüğün varlıkları kuşatması
cevahir: cevherler, değerli şeylercihet: yön, taraf
cürm: suç, günahcüz-i ihtiyarî: insanın elindeki seçim gücü, irade
dalâlet: hak yoldan sapkınlıkehl-i tabiat: her şeyin tabiatın tesiriyle (yaratmasıyla) meydana geldiğine inananlar
ehl-i İ’tizal: Mu’tezile mezhebi taraftarlarıesbab: sebepler
gaybet: gr. bulunmama, görünmeme; üçüncü şahıshalk-ı ef’âl: fiillerin halkedilmesi, yaratılması
hasis: âdi, değersiz, basithatm: mühürleme
hâlık: yaratıcıicap etme: gerektirme
ifsad: bozulmaifsad etme: bozma, kötüye kullanma
ihtar: hatırlatma, uyarı, ikazirtibat: ilgi, bağ, ilişki
ism-i zâhir: açık isimisnad etme: dayandırma, verme
kabilinden: türünden, çeşidindenkıyas etme: karşılaştırma
maruz: uğrama, tesirinde kalmamutazarrır olma: zarar görme
mümkin (varlık): varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olup Allah’ın var etmesine bağlı olannazm: diziliş, tertip ve düzen; Kur’ân’ın mânâya delâlet eden söz ve kelimelerinin tertibi, dizilişi
sârî: bulaşıcısû-i ihtiyar: iradeyi kötüye kullanma
tasvir etme: canlandırarak anlatma, açıklamatecziye edilme: cezalandırılma
tekellüm (zamanı): hazır muhatap ile konuşmatemsilî: analojik, kıyaslamalı benzetme şeklinde
tenezzüh: kusur ve noksandan uzak olmatenezzül etme: seviyesine inme, alçalma
terettüb: lâzım gelme, gerekmetesir-i hakikî: gerçek tesir, etki, yaratıcı güç
vaktâ: ne zaman, ne vakitvehim: kuruntu, zan
vesvese: şüphe, kuruntuvâcib (varlık): zorunlu olan; var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah
zamir-i mütekellim: birinci tekil şahıs, benzuum: zan, inanç, kanaat
üslûb: ifade tarzışer: kötülük, çirkinlik
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Kalplerin Mühürlenmesi - Sayfa: 116

iltifattır. Ve bu iltifatta lâtif bir nükte vardır. Şöyle ki: لاَيُؤْمِنُونَ
blank.gif
1
’den sonra بِاللهِ
blank.gif
2
mukadder ve menvî (maksut) olduğuna nazaran, sanki nur-u marifet onların kalblerinin kapılarına geldiği zaman kalblerini açıp kabul etmediklerinden, Allah da gadaba gelerek kalblerini hatmetti.


خَتَمَ :﴿ عَلٰى
blank.gif
3
fiil-i müteaddî olduğu halde عَلٰى ile zikredilmesi, hatmedilen kalbin dünyaya bakan kapısı değil, ancak âhirete nâzır olan kapısı seddedilmiş olduğuna işarettir.

Ve keza hatmin alâmet-i mânâsını ifade eden vesm’i (damga) tazammun ettiğine işarettir. Sanki o hatim, o mühür, kalblerinin üstünde sâbit bir damgadır ve silinmez bir alâmettir ki, dâima melâikeye görünür.

S - Bu âyette kalbin sem’ ve basara takdimindeki hikmet nedir?

C - Kalb, imanın mahalli olduğu gibi, en evvel Sânii arayan ve isteyen ve Sâniin vücudunu delâiliyle ilân eden, kalb ile vicdandır. Zira kalb, hayat malzemesini düşünürken, en büyük bir acze maruz kaldığını hisseder etmez, derhal bir nokta-i istinadı; kezalik, emellerinin tenmiyesi (nemalandırmak) için bir çare ararken, derhal bir nokta-i istimdadı aramaya başlar. Bu noktalar ise, iman ile elde edilebilir. Demek, kalbin sem’ ve basara hakk-ı takaddümü vardır.

İhtar: Kalbden maksat, sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak, bir lâtife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı vicdan, mâkes-i efkârı dimağdır. Binaenaleyh, o lâtife-i Rabbaniyeyi tazammun eden o et parçasına kalb tabirinden şöyle bir letafet çıkıyor ki, o lâtife-i Rabbaniyenin insanın maneviyatına yaptığı hizmet, cism-i sanevberînin cesede yaptığı hizmet gibidir.


[NOT]Dipnot-1 İman etmezler.
Dipnot-2 Allah'a.
Dipnot-3 ..üzerine mühür vurdu, mühürledi.
[/NOT]

Sâni: herşeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allahacz: zayıflık, güçsüzlük
alâmet-i mânâ: mânâyı gösteren belirti, işaretbasar: görme, görme duyusu
cism-i sanevberi: çam kozalağı şeklinde olan cisim; kalbdelâil: deliller; işaretler, alâmetler; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şeyler
fiil-i müteaddî: gr. geçişli fiilgadab: Allah’ın gazap etmesi, musibet vermesi
hakk-ı takaddüm: öncelik, öne geçme, önde bulunma hakkıhatm: mühürleme, kapatma
hikmet: sır, gaye, maksatihtar: uyarı, ikaz
iltifat: bir sözde dinleyicinin zihnini canlı tutma, dikkatini çekme veya onu ikaz etme gibi inceliklere binaen ifade üslubunda yapılan geçiş sanatı; üçüncü şahıs (gaip) kipinden, hazır bulunan ikinci şahıs (muhatap) kipiyle bahsetme gibikeza/kezalik: bunun gibi, böylece
letafet: incelik, hoşluk, güzelliklâtif: ince, hoş, güzel
lâtife-i Rabbaniye: İlâhî hakikatleri hisseden ve mânevî zevkleri alan his, duygu; kalbmahal: yer, mekân
maruz: uğrama, tesirinde kalmamazhar-ı hissiyat: hislerin ve duyuların aynası
melâike: meleklermenvî: kastedilen, murad edilen
mukadder: gr. lâfız olarak söylenmediği halde gizli olarak kastedilen mânâ; Kur’ân’da geçen “De ki” ifadelerinin altında “Ey Muhammed kullarıma de ki” mânâsının bulunması gibimâkes-i efkâr: fikir ve düşüncelerin yansıdığı yer
nazaran: bakarak, –görenokta-i istimdad: yardım dileme noktası, yardım alınacak yer
nokta-i istinad: dayanak noktasınur-u marifet: Allah’ı bilme ve tanımadan doğan nur, aydınlık
nâzır: bakan, yönelennükte: ince ve derin mânâlı söz
sanevberî: çam kozalağı gibiseddedilme: kapatılma, örtülme
sem’: işitme, işitme duyusutakdim: öne geçirme, öne alma
tazammun: içine alma, kapsamatenmiye: nemalandırmak, canlı tutup geliştirme, büyütme
vesm: damgavicdan: kalbe ait hislerin mazharı, aynası
vücud: var olma varlıkâhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
عَلٰى: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Kalplerin Mühürlenmesi - Sayfa: 117


Evet, nasıl ki bütün aktar-ı bedene mâü’l-hayatı neşreden o cism-i sanevberî, bir makine-i hayattır ve maddî hayat onun işlemesiyle kaimdir; sekteye uğradığı zaman cesed de sukuta uğrar.

Kezalik, o lâtife-i Rabbaniye a’mâl ve ahvâl ve mâneviyatın hey’et-i mecmuasını hakikî bir nur-u hayat ile canlandırır, ışıklandırır; nur-u imanın sönmesiyle, mahiyeti, meyyit-i gayr-ı müteharrik gibi bir heykelden ibaret kalır.

وَعَلٰى سَمْعِهِمْ
blank.gif
1
﴿
’de عَلٰى’nın tekrarı, kalb ile sem’a vurulan hatemlerin herbirisi müstakil bir nevi delâile ait olduğuna işarettir.

Evet, kalbin hatmi, delâil-i kalbiye ve vicdaniyeye aittir. Sem’in hatmi, delâil‑i nakliye ve hariciyeye aittir. Ve keza, her iki hatmin bir cinsten olmadığına bir remizdir.

S - Kalb ile basar’ın cem’ sîgasıyla, sem’in müfred suretinde zikirlerinde ne gibi bir hikmet vardır?

C - Kalb ile basarın taallûk ettikleri şeyler mütehalif, yolları mütebayin, delilleri mütefavit, talim ve telkin edicileri mütenevvidir. Sem’ ise, kalb ve basarın hilâfına, masdardır. İşittiren ferttir. Cemaatin işittikleri, ferttir. İşiten fert, ferd olur. Bunun için müfred olarak iki cem’in arasına düşmüştür.


S - Kalbden sonra tercihen sem’in zikredilmesi neye binaendir?

C - Melekât ve malûmat-ı kalbiye, alelekser kulak penceresinden kalbe girerler. Bu itibarla, sem’, kalbe yakındır. Ve aynı zamanda, cihât-ı sitteden malûmat aldığı cihetle kalbe benziyor. Zira göz, yalnız ön ciheti görür. Bunlar ise her tarafı görürler.


[NOT]Dipnot-1 Kulakları üzerine de…
[/NOT]

ahvâl: durumlar, haller
aktar-ı beden: bedenin her tarafı
alelekser: çoğunluklaa’mâl: ameller
basar: görme; görme duyusucemaat: topluluk
cem’: gr. çoğulcem’ sigası: gr. çoğul kipi
cihet: yön, tarafcihât-ı sitte: altı yön
cism-i sanevberî: çam kozalağı şeklinde olan cisim; kalbdelil: işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şey
delâil: delillerdelâil-i kalbiye ve vicdaniye: kalbe ve vicdana ait deliller
delâil-i nakliye ve hariciye: haber şeklinde aktarılan delillerle maddî delillerferd: tek, bir, birey
hakikî: gerçekhatem: mühür
hatm: mühürlenmehey’et-i mecmua: bir şeyin bütünü, genel yapı
hikmet: sır, gaye, maksathilâfına: tersine, aksine
kaim: ayakta durankeza: bunun gibi, böylece
kezalik: böylece, bunun gibilâtife-i Rabbaniye: İlâhî hakikatleri hisseden ve mânevî zevkleri alan his, duygu
mahiyet: asıl nitelik, temel özellik
makine-i hayat: hayat makinesi
malûmat: bilgiler, bilinenlermalûmat-ı kalbiye: kalbe ait bilgiler; kalb yoluyla bilinenler
masdar: gr. şahıs ve zaman göstermeyen, ancak olumlu veya olumsuz bir fiil ve oluşa delâlet eden kelimedir ve yani bütün fiil ve türevler kendinden doğar; kaynak kelimemelekât: melekeler; tekrarla yapılan iş veya tecrübelerden sonra elde edilen bilgi ve beceriler
meyyit-i gayr-ı müteharrik: hareketsiz ölü, ölü gibi hareketsizmâü’l-hayat: hayat suyu; kan
müfred: gr. tekilmüstakil: bağımsız
mütebayin: ayrımütefavit: değişik
mütehalif: farklımütenevvi: çeşitli
neşretmek: dağıtmak, yaymak nur-u hayat: hayat nuru, ışığı
nur-u iman: iman nuru, aydınlığıremiz: gizli bir mânâyı ince bir işaretle gösterme
sekteye uğrama: durmasem’: işitme, işitme duyusu
sukuta uğrama: düşme, yıkılmasuret: şekil, biçim
taallûk etme: ilgili olma, bağlı olmatalim: öğretme, eğitme
telkin: fikir verme, öğüt verme, nasihat etmeعَلٰى: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Kalplerin Mühürlenmesi - Sayfa: 118


﴾ ﴿ وَعَلٰۤى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ
blank.gif
1
’de, üslûbun tağyiriyle, cümle-i fiiliyeye tercihan cümle-i ismiyenin ihtiyar edilmesi, basar ile görünen delillerin sabit olduklarına, kalb veya sem’ ile alınan deliller ise müteceddit ve gayr-ı sabit olduklarına işarettir.

S – خَتَمَ
blank.gif
2
ile غِشَاوَةٌ
blank.gif
3
arasında ne fark vardır ki, خَتَمَ اللهُ
blank.gif
4
isnad edilmiştir. غِشَاوَةٌ isnadsız bırakılmıştır?

C - خَتَمَ Allah tarafından onların kesblerine bir cezadır. غِشَاوَةٌ ise, Allah tarafından olmayıp, onların meksubudur. Ve keza, mebde itibarıyla rüyette bir ıztırar vardır; sema’da, tahatturda ihtiyar vardır. Evet, gözün açılmasıyla eşyayı görmemek mümkün değildir. Fakat mesmuatı dinlemekte veya hâtıratı tahattur etmekte bu ıztırar yoktur. غِشَاوَةٌ tâbiri, gözün yalnız ön cihete hâkim ve nâzır olduğuna işarettir ki, eğer bir perde ile o cihetten alâkası kesilse, bütün bütün kör kalır.

Tenkiri ifade eden غِشَاوَةٌ ’deki tenvin, onların gözleri üstündeki perde, malûm olmayan bir perde olup, ondan sakınmak onlar için mümkün olmadığına işarettir.

Câr ve mecrûrun غِشَاوَةٌ üzerine takdim edilmesi, en evvel nazar-ı dikkati onların gözlerine çevirtmekle, kalblerindeki sırları göstermek içindir. Zira göz, kalbin âyinesidir.


[NOT]Dipnot-1 “Gözlerinde de bir çeşit perde vardır.” Bakara Sûresi, 2:7.
Dipnot-2 Mühürledi.
Dipnot-3 Perde.
Dipnot-4 Allah mühürledi.
[/NOT]

basar: görme, görme duyusucihet: yön, taraf
câr: (harf-i cer) başına geldiği ismin sonunu esre okutarak kendinden önceki fiilin mânâsını, başına geldiği isme çekip bağlayan harfcümle-i fiiliye: fiil cümlesi; fiil ile başlayan cümle
cümle-i ismiye: isim cümlesi; isim ile başlayan cümledelil: işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şey
gayr-ı sabit: değişken, sabit olmayanhâkim: egemen olan, hükmeden
hâtırat: hatıralar; zihinde olanlar, zihne gelenlerihtiyar edilme: tercih edilme, seçilme
isnad: dayandırmakesb: kazanma, irade ile elde etme; kazanç
keza: bunun gibi, böylecemalûm olmayan: bilinmeyen
mebde: temel, esasmecrûr: çekilen, sürüklenen; gr. başına geldiği câr harfiyle önündeki fiilin mânâsı kendine bağlanan ve daima esreli okunan kelime
meksub: irade ile elde edilmiş olan; kazanım, kazançmesmuat: duyulanlar, işitilenler
müteceddit: yenilenen, tazelenennazar-ı dikkat: dikkat içeren bakış
nâzır: bakan, görenrüyet: görme, görüş
sabit: değişken olmayan, kesinsema’: işitme
sem’: işitme, işitme duyusutahattur: hatırlama, zihinde ve ezberinde tutma
takdim edilme: öne alınma, öne geçirilmetağyir: değiştirme
tenkir: gr. belirsiz kılma; bir kelimeyi nekre yapıp mânâyı kapalı, belirsiz yapmatenvin: Arapça gramerde bir kelimenin sonunu nun gibi okutmak üzere konulan işaret; kelimenin sonuna iki üstün (en), iki esre (in), iki ötre (ün) gelmesi hâli
tâbir: ifadeüslûb: tarz, şekil
ıztırar: zorunluluk, mecburiyet
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Kalplerin Mühürlenmesi - Sayfa: 119


وَلَهُمْ عَذاَبٌ عَظِيمٌ
blank.gif
1
﴿ Bu cümlenin mâkabliyle cihet-i münasebeti şudur ki: Evvelki cümledeki kelimat ile, şecere-i küfriyenin dünyaya ait acı semerelerine işaret edilmiştir. Bu cümle ile, o mel’un şecerenin âhirette vereceği semeresi zakkum-u Cehennemden ibaret olduğuna işaret yapılmıştır.

S - Üslûbun mecrâ-yı tabiîsi
blank.gif
2
وَعَلَيْهِمْ عِقَابٌ شَدِيدٌ cümlesi iken, üslûbun muktezası olan şu cümlenin terkiyle وَلَهُمْ عَذاَبٌ عَظِيمٌ cümlesi ihtiyar edilmiştir. Halbuki bu cümledeki kelimeler, nimet ve lezzetler hakkında kullanılan kelimelerdir.


C - Şu güzel kelimeleri hâvi olan şu cümlenin onlara karşı zikredilmesi, bir tehekkümdür (istihza), bir tevbihtir, yüzlerine gülmektir. Yani, onların menfaatleri, lezzetleri ve büyük nimetleri ancak ikabdır.

Menfaat ve faideyi ifade eden وَلَهُمْ
blank.gif
3
deki ل lisan-ı hal ile, “Amelinizin faideli olan ücretini alınız!” diye yüzlerine gülüyor.

“Tatlı” mânâsını tazammun eden عَذاَبٌ
blank.gif
4
lâfzı, onların küfür ve musibetleriyle istilzaz ettiklerini tezkir ile, sanki lisan-ı hal ile, “Tatlı amelinizin acısını çekin!” diye tevbih ediyor.


Alelekser büyük nimetlere sıfat olan عَظِيمٌ
blank.gif
5
kelimesi, Cennette nimet-i azîme sahiplerinin hallerini o kâfirlere tezkir ettirmekle, kaybettikleri o nimet-i azîmeye bedel, elîm elemlere düştüklerini ihtar ediyor.

Sonra عَظِيمٌ kelimesi, tâzimi ifade eden عَذاَبٌ ’deki tenvine tekittir.


[NOT]Dipnot-1 Onlar için büyük bir azap vardır. Bakara Sûresi, 2:7.
Dipnot-2 Ahirette ise onları şiddetli bir ikâb kuşatacaktır.
Dipnot-3 Onlar için.
Dipnot-4 Bir azap.
Dipnot-5 Çok büyük.
[/NOT]

alelekser: çoğunluklacihet-i münasebet: irtibat yönü
elîm: acı verenhâvi: içine alan, kapsayan
ihtiyar edilme: irade edilme; tercih edilme, seçilmeikab: ağır ceza
istilzaz etme: lezzet almaküfür: inkâr, inançsızlık
lisan-ı hal: hal dililâfz: söz, ifade
mecrâ-yı tabiî: tabii yol, doğal akım kanalımel’un: lanetlenmiş
mukteza: bir şeyin gereği mâkabli: öncesi
nimet-i azîme: büyük nimetsemere: meyve, netice
tazammun: kapsama, içine almatehekküm: alay etme, hafife alma, küçümseme
tekit: pekiştirmetenvin: Arapça gramerde bir kelimenin sonunu nun gibi okutmak üzere konulan işaret; kelimenin sonuna iki üstün (en), iki esre (in), iki ötre (ün) gelmesi hâli
tevbih: azarlama, tehdit etmetezkir: zikredip hatırlatma
tâzim: Allah’ın sonsuz azamet ve haşmetini dile getirmezakkum-u Cehennem: Cehennemdeki zakkum ağacının meyvesi
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayatüslûb: tarz, şekil
şecere: ağaçşecere-i küfriye: küfür ağacı, ağaç gibi dal budak vermiş olan inkâr
ل: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Kalplerin Mühürlenmesi - Sayfa: 120


S - Bir kâfirin mâsiyet-i küfriyesi, mahduttur, kısa bir zamanı işgal ediyor. Ebedî ve gayr-ı mütenahi bir ceza ile tecziyesi adalet-i İlâhiyeye uygun olmadığı gibi, hikmet-i ezeliyeye de muvâfık değildir; merhamet-i İlâhiye müsaade etmez.

C - O kâfirin cezası gayr-ı mütenahi olduğu teslim edildiği takdirde, kısa bir zamanda irtikâp edilen o mâsiyet-i küfriyenin, gayr-ı mütenahi bir cinayet olduğu altı cihetle sabittir:

Birincisi: Küfür üzerine ölen bir kâfir, ebedî bir ömürle yaşayacak olursa, o gayr-ı mütenahi ömrünü behemehal küfürle geçireceği şüphesizdir. Çünkü kâfirin cevher-i ruhu bozulmuştur. Bu itibarla, o bozulmuş olan kalbin gayr-ı mütenahi bir cinayete istidadı vardır. Binaenaleyh, ebedî cezası, adalete muhalif değildir.

İkincisi: O kâfirin mâsiyeti mütenahi bir zamanda ise de, gayr-ı mütenahi olan umum kâinatın, vahdaniyete olan şehadetlerine gayr-ı mütenahi bir cinayettir.

Üçüncüsü: Küfür, gayr-ı mütenahi nimetlere küfran olduğundan, gayr-ı mütenahi bir cinayettir.

Dördüncüsü: Küfür, gayr-ı mütenahi olan zat ve sıfât-ı İlâhiyeye cinayettir.


Beşincisi: İnsanın vicdanı, zâhiren mütenahi ise de, bâtınen ebede bakıyor ve ebedi istiyor. Bu itibarla, gayr-ı mütenahi hükmünde olan o vicdan, küfürle mülevves olarak mahvolur, gider.

Altıncısı: Zıt, zıddına muânid ise de, çok hususlarda mümasil olur. Binaenaleyh iman, lezaiz-i ebediyeyi ismar ettiği gibi, küfür de âlâm-ı elîmeyi ve ebediyeyi âhirette intaç etmesi, şe’nindendir.

Bu altı cihetten çıkan netice ve gayr-ı mütenahi olan bir ceza, gayr-ı mütenahi bir cinayete karşı ayn-ı adalettir.

S - Kâfirin o cezasının adalete uygun olduğunu teslim ettik. Fakat azapları intaç eden şerlerden hikmet-i ezelîyenin ganî olduğuna ne diyorsun?



adalet: denge; hak sahibine hakkını verme, haksızı terbiye etme ve cezalandırmaadâlet-i İlâhîye: Allah’ın adaleti
ayn-ı adalet: adaletin tâ kendisibehemehal: her durumda, her halde
binaenaleyh: bundan dolayıbâtınen: görünmeyen, iç yüzü, mânâ âlemi itibariyle
cevher-i ruh: ruh cevhericihet: yön, taraf
cinayet: ağır suç işlemeebedî: sonu olmayan sonsuz
ganî: ihtiyaç sahibi olmaktan uzak, her cihetle sonsuz zenginlik sahibi olangayr-ı mütenahi: sonsuz
hikmet-i ezeliye: Allah’ın ezelî hikmeti, herşeyi yerli yerinde ve bir gaye ve faydaya yönelik yapmasıintaç etme: netice verme
irtikâp etme: suç, günah işlemeismar: meyve verme, netice verme
istidad: bir şeyin genişlemeye, büyümeye müsait olmasıişgal etme: kapsama
kâfir: Allah'ı veya Onun kesin olarak bildirdiği şeylerden herhangi birini inkâr eden kimsekâinat: evren, yaratılmış her şey
küfran: nimete nankörlükküfür: inkâr ve inançsızlık
lezaiz-i ebediye: sonsuz lezzetlermahdut: sınırlı
merhamet-i İlâhiye: Allah’ın merhametimuhalif: zıt, aykırı
muvâfık: uygunmuânid: karşı, zıt
mâsiyet: günah, suçmâsiyet-i küfriye: küfürden, inkârdan gelen günah
mülevves: kirli, kirlenmişmümasil: benzer
mütenahi: sınırlı, sonlusıfât-ı İlâhiye: Allah’ın sıfatları, mukaddes özellikleri, nitelikleri
tecziye: cezalandırmateslim edilme: kabul edilme
vahdâniyet: birlik; Allah’ın birliği, ortağının ve benzerinin olmayışıvicdan: kalbe ait hislerin mazharı, aynası
zâhiren: görünüşteâhiret: öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat
âlâm-ı elîme ve ebediye: sonsuz ve çok acı elemler, sıkıntılarşehadet: tanıklık
şe’n: hâl, durum, özellik

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Kalplerin Mühürlenmesi - Sayfa: 121


C - Kavaid-i esasiyedendir ki, “Ara sıra vukua gelen şerr-i kalil için hayr-ı kesir terk edilmez; terkedildiği takdirde şerr-i kesir olur.” Binaenaleyh, hakaik-i nisbiyenin sübutunu izhar etmek, hikmet-i ezeliyenin iktizasındandır. Bu gibi hakaikin tezahürü, ancak şerrin vücuduyla olur. Şerden, haddi tecavüz etmemek için, terhib ve tahvif lâzımdır. Terhibin vicdan üzerine tesiri, terhibi tasdik etmekle olur. Terhibin tasdiki ise, haricî bir azabın vücuduna mütevakkıftır. Zira vicdan, akıl ve vehim gibi haricî ve ebedî hakikat hükmüne geçmiş bir azaptan yapılan terhible müteessir olur. Öyleyse, dünyada olduğu gibi, âhirette de ateşin vücudundan yapılan terhib, tahvif, ayn-ı hikmettir.

S - Pekâlâ, o ebedî ceza hikmete muvafıktır; kabul ettik. Amma merhamet ve şefkat-i İlâhiyeye ne diyorsun?


C - Azizim! O kâfir hakkında iki ihtimal var. O kâfir, ya ademe gidecektir veya daimî bir azap içinde mevcut kalacaktır. Vücudun—velev Cehennemde olsun—ademden daha hayırlı olduğu vicdanî bir hükümdür. Zira adem, şerr-i mahz olduğu gibi, bütün musibet ve mâsiyetlerin de merciidir. Vücut ise, velev Cehennem de olsa, hayr-ı mahzdır. Maahaza, kâfirin meskeni Cehennemdir ve ebedî olarak orada kalacaktır.

Fakat kâfir, kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmişse de, amelinin cezasını çektikten sonra, ateşle bir nevi ülfet peyda eder ve evvelki şiddetlerden azade olur. O kâfirlerin dünyada yaptıkları a’mâl-i hayriyelerine mükâfaten, şu merhamet-i İlâhiyeye mazhar olduklarına dair işârât-ı hadîsiye vardır.

Maahaza, cinayetin lekesini izale veya hacaletini tahfif, veyahut icrâ-yı adalete iştiyak için cezayı hüsn-ü rıza ile kabul etmek, ruhun fıtrî olan şe’nidir.

Evet, dünyada, çok namus sahipleri, cinayetlerinin hicabından kurtulmak için, kendilerine cezanın tatbikini istemişlerdir; ve isteyenler de vardır.



adem: yoklukayn-ı hikmet: hikmetin tâ kendisi
azade olma: kurtulmaa’mâl-i hayriye: hayırlı işler
binaenaleyh: bundan dolayıebedî: sonu olmayan sonsuz
fıtrî: yaratılış gereği, doğalhacalet: utangaçlık, sıkılma
had: sınırhakaik: hakikatler, gerçekler
hakaik-i nisbiye: göreceli olan hakikatler, bir diğerine göre hakikat olan şeylerharicî: dışa ait, dış ile ilgili, maddî
hayr-ı kesir: çok hayır, iyilikhayr-ı mahz: hayrın tâ kendisi, saf hayır
hicab: sıkılma, utanmahikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hikmet-i ezeliye: Allah’ın ezelî hikmetihüsn-ü rıza: kendi rızası, gönül hoşnutluğu
icrâ-yı adalet: adaletin icrası, yerine getirilmesi, uygulanmasıiktiza: bir şeyin gereği
izale: yok etme, gidermeizhar etmek: göstermek, açıklamak
iştiyak: aşırı isteme, arzulamaişârât-ı hadîsiye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) hadîslerinde bulunan işaretler
kavaid-i esasiye: temel kurallar, prensiplerkesb-i istihkak: hak etmek, kazanmak
kâfir: Allah’ı veya Onun kesin olarak bildirdiği şeylerden herhangi birini inkâr eden kimsemaahaza: bununla birlikte
mazhar olma: nail olma, erişmemerci: dönülecek yer, dönme yeri
merhamet ve şefkat-i İlâhiye: Allah’ın merhamet ve şefkatimerhamet-i İlâhiye: Allah’ın merhameti, şefkati
mesken: kalma yeri, mekânımuvafık: uygun
mâsiyet: günah, isyan, suçmükâfaten: mükâfat, ödül olarak
müteessir olma: etkilenme, tesir altında kalmamütevakkıf: –e bağlı olan, –in üzerine duran
peyda etme: kazanmasübut: kesinlik
tahfif: hafifletme, azaltmatahvif: korkutma
tecavüz: aşma, ileri gitmeterhib: korkutma, dehşete düşürme
tezahür: ortaya çıkma, belirme vehim: kuruntu, zan
velev: olsa bile, şayet, eğervicdan: kalbe ait hislerin mazharı, aynası
vicdanî: vicdana aitvukua gelme: olma, meydana gelme
vücud: varlıkülfet: alışkanlık, alışma
şer: kötüşerr-i kalil: az bir şer, kötülük
şerr-i kesir: çok şer, kötülükşerr-i mahz: kötülüğün ta kendisi, saf şer
şe’n: hâl, durum, özellik

 

pendüender

Well-known member
Bismillahirrahmanirrahim

7.
Andolsun, onların çoğu üzerine o söz (azap) hak olmuştur. Artık onlar iman etmezler.

8.
Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır.

9.
Biz onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler.

10.
Onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. YASİN-İ ŞERİF.
 
Üst