Açıklamalı - 19. Lem'a - Dördüncü Nükte - İktisat Risalesi

Ukbaa

Well-known member
Bismillâhirrahmânirrahîm,

[Dördüncü Nükte]

“İktisâd eden, maîşetçe âile belâsını çekmez” meâlindeki لاَ يَعُولُ مَنِ اقْتَصَدَ
hadîs-i şerîfinin sırrıyla, iktisâd eden, maîşetçe âile zahmet ve meşakkatini, çok çekmez.”




Evet, iktisâd, kat‘î bir sebeb-i bereket ve medâr-ı hüsn-ü maîşet olduğuna o kadar deliller var ki, had ve hesaba gelmez.

Ezcümle; ben kendi şahsımda gördüğüm ve bana hizmet ve arkadaşlık eden zâtların şehâdetiyle diyorum ki,
iktisâd vâsıtasıyla bazen bire on bereket gördüm ve arkadaşlarım gördüler.
Hatta dokuz sene evvel, benimle beraber Burdur’a nefyedilen reislerden bir kısmı,
parasızlıktan zillet ve sefâlete düşmemekliğim için, zekâtlarını bana kabûl ettirmeye çok çalıştılar.
Ben o zengin reislere dedim: “Gerçi param pek azdır; fakat iktisâdım var, kanâate alışmışım.
Ben sizden daha zenginim!” Mükerrer ve musırrâne teklîflerini reddettim.
Cây-ı dikkattir ki, iki sene sonra, bana zekâtlarını teklîf edenlerin bir kısmı, iktisâdsızlık yüzünden borçlandılar.
Lillâhilhamd, onlardan yedi sene sonraya kadar o az para, iktisâd bereketiyle bana kâfî geldi;
benim yüz suyumu döktürmedi, beni halklara arz-ı hâcete mecbûr etmedi.
Hayatımın bir düstûru olan nâstan istiğnâ mesleğimi bozdurmadı.


Evet, iktisat etmeyen, zillete ve mânen dilenciliğe ve sefalete düşmeye namzettir.
Bu zamanda isrâfâta medar olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bazan haysiyet, namus rüşvet alınıyor.
Bazan mukaddesât-ı diniye mukabil alınıyor, sonra menhus bir para veriliyor.
Demek, mânevî yüz lira zararla maddî yüz paralık bir mal alınır.
Eğer iktisat edip hâcât-ı zaruriyeye iktisar ve ihtisar ve hasretse,



Hacat-ı zaruriye de asıl olan insanın yaşaması için lazım olandır. Eğer insanın yaşaması için şart olan bir ihtiyaç ise ona hacat-ı gayri zaruriye tabir edilir. Günümüzün en büyük hastalığı hacat-ı gayri zaruriyenin hacat-ı zaruriye olarak telakki edilmesidir. Mesela günümüzde evdeki bir çok alet ve edavat zaruri sınıfındadırlar ama gayri zaruridirler günümüzde hacat-ı zaruri olarak telakki edilmektedirler.


Mesela bulaşık makinesi, buzdolabı, televizyon, yemek masamı takımı, masa takmı, yada bir çok aletler, gayri zaruri ihtiyaçlardır ama adeta olmazsa olmaz, sanki onlar olmazsa insan yaşayamaz gibi algılanmakdadırlar. Buna hacat-ı gayri zaruriyenin hacat-ı zaruri olarak görülmesi denir.

Hacat-ı gayri zaruriye kesretlidir, yani çoktur surekli değişir ve artar. Eğer insan güzel geçinmeyi bu gayri zarurilerde ferahlık ve iyi standart olarak telakki ederse, kazancını yetiştiremez, iktisad edemez. İsrarata kolay girer.

Kredi kartlarına mahkum olur başkalara el açar bir nevi dilenci olur. Bu hataya devam edenler başkalarına mahcub olurlar ve manevi şahsiyetlerini tenzil ederler.

Hem rızk başkadır, mal başkadır. İnsanın yediği içtiği gıdalar rızıkdır. Ama evi, arabası, ev eşyaları, iş yerleri, bunlar, malıdır. İnsanın yaşaması için rızık lazımdır. Rızık ise birkere 40 gün yetecek kadar zaten vücudumuzda depo şeklinde vardır ve beslenme noktasından rızık gönderme birşekilde zaten devam etmektedir demek rızık taahhud-i rabbani altındadır ama mal öyle değildir. Kimine verir, kimine vermez. Kimine az verir, kimine çok. Bu çalışmaya bağlı değildir hikmete bağlıdır.


Evet, rızık ikidir:


Biri hakikî rızıktır ki, onunla yaşayacak.
Bu âyetin hükmü ile, o rızık taahhüd-ü Rabbânî altındadır.
Beşerin sû-i ihtiyarı karışmazsa, o zarurî rızkı herhalde bulabilir.
Ne dinini, ne namusunu, ne izzetini feda etmeye mecbur olmaz.



Eğer ziyade ve lüks mala mübtela olursa insan o zaman dini izzetini, namusunu fedaya mecbur olur. Dikkat edin ekser geçimsizlik ve kavga ve münakaşa ve ailevi geçimsizliklerin temelinde bu hata vardır. Ya Rabbi bugün de beni rızıklandırdın, karnımı doyurdun, sana şükürler olsun! demiyor. Onu unutuyor, neden evim olmadı, arabam olmadı, çeşit çeşit elbiselerim olmadı diye kocasına küser yada hakaret eder, yada koca bunları alıcam diye dini ahiretini feda eder, sonunda hepsini gayb eder.


İkincisi, rızk-ı mecazîdir ki, sû-i istimâlâtla hâcâtı gayr-ı zaruriye hâcât-ı zaruriye hükmüne geçip,
görenek belâsıyla tiryaki olup, terk edemiyor.
İşte bu rızık taahhüd-ü Rabbânî altında olmadığı için, bu rızkı tahsil etmek, hususan bu zamanda çok pahalıdır.
Başta izzetini feda edip zilleti kabul etmek, bazan alçak insanların ayaklarını öpmek kadar
mânen bir dilencilik vaziyetine düşmek, bazan hayat-ı ebediyesinin nuru olan
mukaddesât-ı diniyesini feda etmek suretiyle o bereketsiz, menhus malı alır.



Hem bu fakr u zaruret zamanında, aç ve muhtaç olanların elemlerinden ehl-i vicdana rikkat-i cinsiye
vasıtasıyla gelen teellüm, o gayr-ı meşru bir surette kazandığı parayla aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştırıyor.
Böyle acip bir zamanda, şüpheli mallarda, zaruret derecesinde iktifa etmek lâzımdır.


Yani başkaları perişan iken sen nasıl safa çekebilirsin?
Ya vicdanını iptal edeceksin, o zaman insan olmakda çıkarsın. elindekilerle iktifa et.


Çünkü اِنَّ الضَّرُورَةَ تُقَدَّرُ بِقَدْرِهَا sırrıyla, haram maldan, mecburiyetle zaruret derecesini alabilir, fazlasını alamaz.
Evet, muztar adam, murdar etten tok oluncaya kadar yiyemez. Belki ölmeyecek kadar yiyebilir.
Hem, yüz aç adamın huzurunda kemâl-i lezzetle fazla yenilmez.


İktisat, sebeb-i izzet ve kemal olduğuna delâlet eden bir vakıa:

Bir zaman, dünyaca sehâvetle meşhur Hâtem-i Tâî, mühim bir ziyafet veriyor. Misafirlerine gayet fazla hediyeler verdi hediyeler verdiği vakit, çölde gezmeye çıkıyor. Bakar ki, bir ihtiyar fakir adam, bir yük dikenli çalı ve gevenleri beline yüklemiş, cesedine batıyor, kanatıyor.

Hâtem ona dedi:
“Hâtem-i Tâî, hediyelerle beraber mühim bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git; beş kuruşluk çalı yüküne bedel beş yüz kuruş alırsın.”

O muktesit ihtiyar demiş ki: “Ben bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım; Hâtem-i Tâî’nin minnetini almam.”

Sonra Hâtem-i Tâî’den sormuşlar: “Sen kendinden daha civanmert, aziz kimi bulmuşsun?”

Demiş: “İşte o sahrâda rast geldiğim o muktesit ihtiyarı benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmert gördüm.”


Yani az olmuş çok olmuş rızkın miktarına karışma sen alnının akıyla rızık yolunda gayret et helal dairesinde kazan.
Helal dairesinde rızkını kazanan sadece rızkını kazanmakla kalmaz,
izzetini, namusunu, haysiyetini, dinini, ahiretini, muhafaza etmekle, adeta onlarıda kazanmış olur.


سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ



el Fatiha



 

Sergerdan

Well-known member
Delil mi istersin?

En zayıf, en aptal hayvan en iyi beslenir-meyve kurtları ve balıklar gibi. En âciz, en nâzik mahlûk, en iyi rızkı o yer-çocuklar ve yavrular gibi.

Evet, vâsıta-i rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyar ile olmadığını, belki acz ve zaaf ile olduğunu anlamak için balıklar ile tilkileri, yavrular ile canavarları, ağaçlar ile hayvanları muvâzene etmek kâfidir.
 

Sergerdan

Well-known member
Onuncu sözün haşiyelerinden biri;

Rızk-ı helâl iktidar ile alınmadığına, belki iftikâra binâen verildiğine delil-i katî,
iktidarsız yavruların hüsn-ü maîşeti ve muktedir canavarların dîyk-ı maîşeti,
hem zekâvetsiz balıkların semizliği ve
zekâvetli, hileli tilki ve maymunun derd-i maîşetle vücudca zayıflığıdır.
Demek, rızık iktidar ve ihtiyâr ile ma'kûsen mütenâsibdir;
ne derece iktidar ve ihtiyârına güvense, o derece derd-i maîşete mübtelâ olur.
 

Sergerdan

Well-known member
Hacat-ı zaruriye de asıl olan insanın yaşaması için lazım olandır. Eğer insanın yaşaması için şart olan bir ihtiyaç ise ona hacat-ı gayri zaruriye tabir edilir.

Nükte
b501.gif
âyet-i kerimesiyle, rızık taahhüt altına alınmıştır. Fakat, rızık dediğimiz iki kısımdır: Hakikî rızık, mecâzî rızık. Yani zarurî var, gayr-ı zarurî var.

Âyetle taahhüt altına alınan, zarurî kısmıdır. Evet, hayatı koruyacak derecede gıda veriliyor. Cisim ve bedenin semizliği ve zaafiyeti, rızkın çok ve az olduğuna bakmaz. Denizin balıklarıyla karanın patlıcanları şâhittir. Mecâzî olan rızık ise, âyetin taahhüdü altında değildir. Ancak sa'y ve kisbe bağlıdır.
 
Üst