Dokuzuncu Mektup...(Açıklamalı)

ebrar172

Well-known member
Görüyorum ki, şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki,
dünyayı bir misafirhane-i askerî telâkki etsin ve öyle de iz’an etsin
ve ona göre hareket etsin. Ve o telâkki ile,
en büyük mertebe olan mertebe-i rızâyı çabuk elde edebilir.
Kırılacak şişe pahasına daimî bir elmasın fiyatını vermez;
istikamet ve lezzetle hayatını geçirir.


Evet, dünyaya ait işler, kırılmaya mahkûm şişeler hükmündedir.
Bâki umur-u uhreviye ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir.
İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet
ve dehşetli hırs ve inatlı talep ve hâkezâ şedit hissiyatlar,
umur-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir.
O hissiyatı şiddetli bir surette fâni umur-u dünyeviyeye tevcih etmek,
fâni ve kırılacak şişelere bâki elmas fiyatlarını vermek demektir.
Şu münasebetle bir nokta hatıra gelmiş; söyleyeceğim.

Şöyle ki:
Aşk, şiddetli bir muhabbettir.
Fâni mahbuplara müteveccih olduğu vakit,
ya o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır.
Veyahut o mecazî mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için,
bâki bir mahbubu arattırır;
aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılâp eder.


İşte, insanda binlerle hissiyat var.
Herbirisinin, aşk gibi, iki mertebesi var: biri mecazî, biri hakikî.
Meselâ, endişe-i istikbal hissi herkeste var.
Şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki,
o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok.
Hem rızık cihetinde bir taahhüt altında ve kısa olan bir istikbal,
o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip,
kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkında
taahhüt altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder.

Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir.
Bakar ki, muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fâni mal ve âfetli şöhret
ve tehlikeli ve riyaya medar olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor.
Ondan, hakikî câh olan merâtib-i mâneviyeye ve derecât-ı kurbiyeye
ve zâd-ı âhirete ve hakikî mal olan a’mâl-i salihaya teveccüh eder.
Fena haslet olan hırs-ı mecazî ise,
âli bir haslet olan hırs-ı hakikîye inkılâp eder.

Hem meselâ, şiddetli bir inatla,
ehemmiyetsiz, zâil, fâni umurlara karşı hissiyatını sarf eder.
Bakar ki, bir dakika inada değmeyen bir şeye bir sene inat ediyor.
Hem zararlı, zehirli bir şeye inat namına sebat eder.
Bakar ki, bu kuvvetli his böyle şeyler için verilmemiş;
onu onlara sarf etmek, hikmet ve hakikate münâfidir.
O şiddetli inadı, o lüzumsuz umur-u zâileye vermeyip,
âli ve bâki olan hakaik-i imaniyeye ve esâsât-ı İslâmiyeye
ve hidemât-ı uhreviyeye sarf eder.
O haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âli bir haslet olan
hakikî inada, yani hakta şiddetli sebata inkılâp eder.


İşte, şu üç misal gibi, insanlar,
insana verilen cihazat-ı mâneviyeyi,
eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse
ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilâne davransa,
ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur.
Eğer hafiflerini dünya umuruna ve şiddetlilerini vezâif-i uhreviyeye
ve mâneviyeye sarf etse, ahlâk-ı hamîdeye menşe,
hikmet ve hakikate muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.

İşte, tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatleri
şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki:
Ahlâksız insanlara derler,
"Haset etme, hırs gösterme, adâvet etme, inat etme, dünyayı sevme."
Yani, "Fıtratını değiştir" gibi,
zâhiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar.
Eğer deseler ki, "Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz,
mecrâlarını değiştiriniz"; hem nasihat tesir eder,
hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur.

İnsanın fıtratını değiştirmesi ve söküp atması imkan dahilinde değil
peki o zaman mümkün olan nedir ,
Bediüzzaman hazretleri burada neden bahsediyor ?


hissiyatların yönünü değiştirmek mümkündür...
Nasihat edenlerin ekserisi; imkan dahilinde olmayan
fıtratını değiştir, düşmanlık etme, haset etme gibi nasihatler verir.
fakat bu nasihatler genellikle tesir edemez
Halbuki Risale-i Nur hissiyatlarının yönünü çevir,
mecrasını hakka yönelt gibi nasihatlerde bulunuyor
hem imkan dahilinde bir teklif oluyor hem tesir buluyor...


Mesela; insan kin ve nefret duygusunu
başta nefsi olmak üzere, kafir ve zalimlere yönlendirerek,
bu duygunun ateşini söndürüp teskin edebilir.
Şayet mümin ve masum bir insana kin ve nefret duyacak olsa,
hemen onun masum ve muhabbete layık yönlerini hatırlaması gerekir...

Nefret ve kin, insanın fıtratında olan
ve sökülüp atılması mümkün olmayan iki hissiyattır.
Madem bunları söküp atmak mümkün değil,
öyle ise onların yüzünü ve mecrasını değiştirmek gerekir.
Zira bu gibi hissiyatların yönünü değiştirmek;
mümkün ve irade dahilindedir.


Bediüzzaman hazretleri diyor;
"İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet
ve dehşetli hırs ve inatlı talep ve hâkezâ şedit hissiyatlar,
umur-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. "

yani bu şiddetli hissiyatların tamamı
ahiret hayatını kazanmak için verilmiştir aslında
insandaki şiddetli merak malayani işlere sarf edilmese
hırsını bu dünyaya değil ahireti kazanmak namına
hiç bitmeyen bir azme çevirse ve o azimle yoluna devam etse
ve talepkar olan fıtratının bu özelliğini
cenneti talep ve arzu etmek için harcasa
o zaman bütün bu şiddetli hissiyatlar olması gereken şekle bürünecek
ve çok vakit insanın şikayet ettiği bir çok özelliği
aslında umur u uhreviye için
bir manada kazanma ve ulaşma sebebi olacaktır...

yani kötü zannedip yok etmeye çalışmak yerine yönünü çevirdiğimizde;
"dünyayı bir misafirhane-i askerî telâkki etsin ve öyle de iz’an etsin
ve ona göre hareket etsin. Ve o telâkki ile,
en büyük mertebe olan mertebe-i rızâyı çabuk elde edebilir. "


bahsi geçen kırılmaya mahkum şişeler
fani olan dünyevi işlerimiz ve bu işler için harcadığımız hissiyatımızdır
baki umur-u uhreviye ve cevher ise ahiret hayatı ve ahiretle alakalı işlerimizdir
işte bu şiddetli hissiyatlar gayet çabuk kırılan
ve sadece bir misafir olduğumuz geçici dünya hayatı için değil
gayet sağlam ve pek kıymetli elmaslar hükmünde ki
ahiret alemi için verilmiştir bizlere...

işte bütün bu şiddetli duygular bir sebebten verilmiş
baki ve ebedi olan hayatımız için bir sermaye hükmünde
kin ve nefret merak ve talep hatta dehşetli hırsımız bile
hepsi ama hepsi yönünü çevirdiğimizde
aslında müspet manada ilerlememizi sağlayan hissiyatlar....
kin ve nefret dahi olması gereken mecrayı bulduğunda
terakki etmemizi sağlıyor...
zaten tüm bu menfi görünen hissiyatlar olmasaydı
o vakit meleklerden farkımız kalmaz ve hesapla vermekle mükellef olmazdık...

birde aşk mevzusu var...üstad demiş;
"Aşk, şiddetli bir muhabbettir.
Fâni mahbuplara müteveccih olduğu vakit,
ya o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır.
Veyahut o mecazî mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için,
bâki bir mahbubu arattırır;
aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılâp eder."


aşk çok şiddetli bir sevgi ilgi alakadır
fakat ölümlü ve geçici olan sevgililere yöneldiği vakit
asıl değerini ve kıymetini bulamayacaktır
mecazi mahbub der orada yani hakiki olmayan bir sevgili
neden hakiki değildir fani olan sevgili
çünkü bugün sever yarın sizden yüz çevirir
bugün verdiği bir şeyi yarın geri almak ister
bugün size verdiğinin yarın elbet karşılığını bekler
böylesi bir sevgili hakiki olabilir mi ??


burada ki sevgiliden kasıt tüm sevgileredir aslında
fani olan tüm sevgilere,
bir anneden çok bir insanı kimse sevemez değil mi
karşılıksız ve ücretsiz bir sevgi deriz
oysa gün gelecek annemiz bizden alacaklı biz ondan alacaklı duruma geleceğiz
bir hesap gününde bu sevginin dahi bedelini ödeyeceğiz
yani o sevginin bile bir karşılığı ve hesabı olacak
Kuranı Azimuşşanda açıkça geçer
"anne evladından evlad annesinden kaçacak" diye
demek ki bizim hakiki sevgili diye bildiklerimiz dahi fani


şimdi bir daha bakalım ve düşünelim
mecazi mahbub yani tüm fani sevgililer
ancak insana sürekli bir ızdırab ve elem verir...
çünkü bu kadar şiddetle duyulan sevginin karşılığını verecek gücü yoktur
böylesi alakanın ve ilginin asıl mecrası yönü ancak hakiki bir mahbuba olur
fani olana duyulan aşk belki ancak bir basamaktır

teşbihte hata olmasın inşaAllah
mecnunun leylayı bulduğunda tanımaması gibi
önce o faniden yola çıkan aşk , muhabbet
sonrasında faniden geçip baki olanı bulmuş
ve baki olana ulaşınca fani olanı tanımamıştır
çünkü o pek kıymetli elmasları gören
çabucak kırılıveren şişelere dönüp bakmaz...
elbet umur-u uhreviyi bulan umur-u dünyeviye için sermayesini harcamaz....


Allah bulanlardan ve olanlardan , anlayanlardan eylesin inşaAllah...

Subhaneke la ilmelena illa ma allemtena inneke entel alimul hakim.
Subhaneke la fehmelena illa ma fehemtelena inneke entel cevazul kerim ...

El Fatiha Meas Salavat....





















 

Lemalar_

Active member
Şöyle ki:
Aşk, şiddetli bir muhabbettir.
Fâni mahbuplara müteveccih olduğu vakit,
ya o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır.
Veyahut o mecazî mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için,
bâki bir mahbubu arattırır;
aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılâp eder

----------
Allah ebeden razi olsun...
 
Üst