Üstadımız'dan mektuplar

müdavim

Üye Sorumlusu

Aziz, sıddık, sâdık, çalışkan kardeşim! Hizmet-i Kur'anda arkadaşım Re'fet
Bey,



Senin gördüğün vazife-i Kur'aniyenin hepsi mübarektir. Cenab-ı Hak sizi
muvaffak etsin, fütur vermesin, şevkinizi artırsın. Senin vazifen yazıdan
daha mühimdir. Yalnız, yazıyı terk etmeyiniz.

Uhuvvet için, bir düsturu beyan edeceğim ki; o düsturu cidden nazara
almalısınız. Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizackârane ittihad
gittiği vakit, manevi hayat da gider. "Velatenaze'ü fetefşelü vetezhebe
rıhüküm" işâret ettiği gibi, tesanüd bozulsa cemaatın tadı kaçar.

Bilirsiniz ki; üç elif ayrı ayrı yazılsa kıymeti üçtür. Tesanüd-i adedi ile
içtima etse, yüz on bir kıymetinde olduğu gibi. sizin gibi üç-dört hâdim-i
Hak, ayrı ayrı ve taksimülâmal olmamak cihetiyle hareket etse kuvvetleri
üç-dört adam kadardır. Eğer hakiki bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle
iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefâni
sırrıyla hareket etseler, o dört adam, dört yüz adam kuvvetinin
kıymetindedirler.

Sizler koca Isparta'yı değil, belki büyük bir memleketi tenvir edecek
elektriklerin makinistleri hükmündesiniz. Makinenin çarkları birbirine
muavenete mecburdur. Hem birbirini kıskanmak değil, belki; bilâkis
birbirinin fazla kuvvetinden memnun olurlar. Şuurlu farz ettiğimiz bir çark,
daha kuvvetli bir çarkı görse memnun olur. Çünki, vazifesini tahfif ediyor.

Hak ve hakikatın, Kur'an ve imanın hizmeti olan büyük bir hazine-i âliyeyi
omuzlarında taşıyan zatlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder,
minnettar olur, şükreder. Sakın birbirinize tenkid kapısını açmayınız.

Tenkid edilecek şeyler kardaşlarınızdan hariç dairelerde çok var. Ben nasıl
sizin meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça,
sizde bulunduğundan memnun oluyorum, kendimindir telakki ediyorum. Siz de
üstadınızın nazariyle birbirinize bakmalısınız. Âdeta, her biriniz ötekinin
faziletlerine naşir olunuz.

Kardeşlerimizden İslâm Köylü Hafız Ali Efendi, kendine rakip olacak diğer
bir kardeşimiz hakkında gösterdiği hiss-i uhuvveti çok kıymettar gördüğüm
için size beyan ediyorum:

O zât yanıma geldi, ötekinin hattı, kendisinin hattından iyi olduğunu
söyledim. O daha çok hizmet eder, dedim. Baktım ki; Hâfız Ali kemal-i
samimiyet ve ihlâs ile, onun tefevvuku ile iftihar etti, telezzüz eyledi.
Hem üstadının nazar-ı muhabbetini celbettiği için memnun oldu.

Onun kalbine dikkat ettim, gösteriş değil.. samimi olduğunu hissettim.
Cenâb-ı Hakka şükrettim ki, kardeşlerim içinde bu âli hissi taşıyanlar var.
İnşâallah bu his büyük hizmet görecek.

Elhamdülillah, yavaş yavaş o his bu civarımızdaki kardaşlara sirayet
ediyor.





Barla Lahikası / Said Nursi
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Bismihi sübhanehu esselamü aleyküm verahmetullahi ve berakatühü
Üstadımız Efendimiz Hazretleri buyuruyor ki; "Ben isterdim ki; kadınlardan da kahramanlar çıksınlar. Lillâhilhamd Antalya ve Elmalı ve havalisinde kadınlardan Nur kahramanları çıkmışlar. Kastamonu'da Lütfiye, Zehra, Ulviye, Necmiye ve Afyon'da Risale-i Nur'un kahramanı Asiye gibi Risale-i Nur'la meşgul olan kadınlara, bunlar da kardeş ve eş oldular. Ve her sabah manevi ne kazandım, ne okudum bütün kazançlarımı onlara da, Nur'un has şakirtleri içinde bağışlıyorum.Onlar da bana dua etsinler. Risale-i Nur'un dört esasından biri şefkattir. Kadınlar da şeffkat kahramanları oldukları için Nur'ları okumaya, yazmaya veya dinlemeye bütün ruh ve canlarıyla çalışıyorlar. Onlardan namazını kılan ve bilhassa ihtiyar kadınlar umumen kazancıma ve duama dahildir. Gençlerden de Risale-i Nur'la meşgul olanlara istikametlerine ve sebatlarına dua ediyorum."Oradaki hemşirelerim Nur'larla meşguldürler. Onlar Risale-i Nur'u ne zaman okusalar veya dinleseler benimle görüşmüş gibi olurlar. Hem Nur'ları okuyan; kalbi, ruhu, aklı hertürlü manevi gıdasını ondan alırlar."Risale-i Nur'un okunduğu yerde biz manen hazır gibiyiz." diye Üstadımız buyurdular ve bütün Antalya ve Elmalı ve civarı kardeşlerimize ve hemşirelerimize selam ediyorlar. Biz de sizlere çok hürmet ve selam ediyoruz. (1951)
 

müdavim

Üye Sorumlusu
ISPARTA KAHRAMANLARI
Bu bir tespit, bu bir makamdır.“Feyzi kardeşim, sen Isparta Kahramanları gibi olmak istiyorsan, onlar gibi olmalısın.”
Bediüzzaman Hazretlerinin bu tesbiti, bir bakıma dâvâsına gösterdiği ehemmiyetini ortaya koymaktadır.Çaycı Emin ağabeyin oğlu Abdullah ağabeyden dinlediğim bir hadise çok cây-ı dikkattir.Şöyle ifade etmişti: “Ben babam ile Kastamonu’da iken, Üstadımız Karadağ mevkiine giderken atın üzengisini Mehmet Feyzi Efendi tutuyordu. Üstadımız her zaman direk Karadağ’a çıkarken, bu kez Mehmet Feyzi Efendi’ye, atın yönünü Kastamonu Çarşısına yönelttirdi. Ve Üstad atın üzerinde, Mehmet Feyzi Efendi atın üzengisini tutar halde, semercilerden, bakırcılardan ve çarşıdan atı dolaştırarak, biz de babam ile atın arkasından giderek Karadağ’a çıktık. Üstad hiçbir şey söylemedi.
Biz bu durumu şöyle anladık: Üstadımız Kastamonu’ya geldiğinde, onun nasıl bir şahıs olduğu bilinmiyordu. Mehmet Feyzi Efendi ise, medrese tahsili görmüş, âlim bir zat olarak tanınıyordu. Üstadımız böyle yapmakla Feyzi Efendi’ye ve Kastamonu ahalisine ders vermek istiyordu.”
Isparta kahramanlarının hiçbirisi tanınmış bir âlim ve eşraflı kimseler değildiler. Kendi halinde insanlardı, ama büyük bir dâvânın hizmetinde buluşmaları onları kahraman haline getirmişti.İşte bu makam, kıyamete kadar gidecek ihlâslı bir mefkûrenin âdeta ana prensipleri idi.Yıllar yılları kovaladı. Zaman Bediüzzaman’ı haklı çıkararak, birçok “Isparta Kahramanları” çıkardı.“Buraya biri gelse, seni on günde velâyet makamına çıkaracağım dese, sen gidip ona tâbî olsan, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın” sözünü dile getiren Bediüzzaman, velileri dahi geride bırakacak kudsî bir hizmetin ehemmiyetini ifade ediyordu.Nitekim Taşköprülü Sadık Bey, İbrahim Fakazlı, Ahmet Feyzi, Hasan Feyzi, Hafız Ali, Tahiri Mutlu, Bayram, Sungur ve Zübeyir Gündüzalp gibi münbit sinelerde, bu hakikat yerini alıyor.Onları örnek alan nice Nur kahramanları yetişti. Onların kızları ve oğulları, hatta torunları bu ağır yüke omuz verdiler.“Sahipler, varisler, talebeler, dostlar, rükünler, haslar ve hasların hasları...”“Ben Zübeyir’imi kâinata değişmem'' diyen bir sahiplik şuurunu her zaman özlemişimdir.
Uhud Harbinde kırk küsûr Sahabînin verdiği imtihanı hatırlıyorum. “Siz savaş bitse dahi buradan ayrılmayacaksınız” emrine insanî nedenler ile uymayıp, ganimet toplamağa giden Sahabîler gibi.Ama, yine de vazifenin ehemmiyetini idrâk eden birkaç Sahabî, yerinden ayrılmamışlardır.“Nur şakirtleri çoktur, ama iş yapan azdır” ifadesini kullanan Bediüzzaman, hep elli tane yetişkin adam aramıştır. Akdamar adasını misal vermiştir.Bunun için ilim ve kabiliyet gerekmiyor. İhlâs gerekiyor, sadâkat gerekiyor, salâbet gerekiyor, cesaret gerekiyor...“Bu ehl-i dalâlet hepinizi aldatır, ama bunu kimse kandıramaz” dediği Zübeyir Gündüzalp sisteminde Nur talebelerine muhtacız.Yoksa küçük meseleler için büyük hizmetleri ihmâl edenler ile nereye gideceksiniz?“Nefis cümleden ednâ, vazife cümleden a’la” tesbiti işte bunun için gerekli. Odun parçalarını kırıp yakacak haline getirmek gibi, bütün benliğimizi kırıp, vazifenin ciddiyetine râm olmalıyız.Hep onları hatırlamışımdır,
Gıpta etmişimdir,
Nasıl bir makamdır?
Nasıl bir yoldur?
Bir ulaşabilsem.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
"Kardeşlerimden rica ederim ki:

Sıkıntı veya ruh darlığından veya titizlikten veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan

veya şuursuzluktan, arkadaşlardan sudûr eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler

ve “Haysiyetime dokundu” demesinler. Ben o fena sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın.


Bin haysiyetim olsa, kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete feda ederim. "

BEDİÜZZAMAN
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Kardeşlerim! Bugünlerde biri Risalet-in-Nur talebelerine, diğeri bana ait iki mes'ele ihtar edildi. Ehemmiyetine binaen yazıyorum:

Birinci Mes'ele: Birinci Şua'da iki-üç âyetin işârâtında, Risalet-in-Nur'un sâdık talebeleri îmanla kabre gireceklerine ve ehl-i Cennet olacaklarına dair kudsî bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir. Fakat bu pek büyük mes'eleye ve çok kıymetdar işarete tam kuvvet verecek bir delil ister diye beklerdim. Çoktan beri muntazırdım. Lillâhilhamd iki emare birden kalbime geldi:

Birinci Emâre: İman-ı tahkikî ilmel-yakînden hakkal-yakîne yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler; ve demişler ki: «Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şübheler verip tereddüde düşürebilir.» Bu nev'i îman-ı tâhkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin îmanı zevalden mahfuz kalıyor. Bu îman-ı tahkikînin vusûlüne vesile olan bir yolu, velayet-i kâmile ile keşf ve şuhud ile hakikata yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, îman-ı şuhûdîdir.

İkinci Yol: İman-ı bilgayb cihetinde sırr-ı vahyin feyziyle bürhanî ve Kur'anî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizaciyle hakkalyakîn derecesinde bir kuvvet ile, zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakîn ile hakaik-i îmaniyeyi tasdik etmektir. Bu ikinci yol; Risalet-in-Nur'un esası, mâyesi, temeli, ruhu, ha-
Sh: » (K: 23)

kikatı olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkalar dahi insafla baksa, Risalet-in-Nur hakaik-ı îmaniyeye muhalif olan yolları gayr-ı mümkin ve muhal ve mümteni' derecesinde gösterdiğini görecekler.

İkinci Emâre: Risalet-in-Nur'un sâdık şakirdleri, hüsn-ü âkibetlerine ve îman-ı kâmil kazanmalarına o derece kesretli ve makbul ve samimî dualar oluyor ki, o duaların içinde hiçbiri kabul olmamasına akıl imkân veremiyor.

Ezcümle: Risalet-in-Nur'un bir hâdimi ve bir tek şakirdi, yirmidört saatte, Risalet-in-Nur talebelerinin hüsn-ü âkibetlerine ve saâdet-i ebediyeye mazhar olmalarına, yüz def'a Risalet-in-Nur talebelerine ettiği duaları içinde hiç olmazsa yirmi-otuz def'a selâmet-i îmanlarına ve hususî hüsn-ü âkibetlerine ve îmanla kabre girmelerine aynı duayı en ziyade kabûle medar olan şerait içinde ediyor.

Hem Risalet-in-Nur'un talebeleri bu zamanda her cihetten ziyade hücuma mâruz îman hususunda birbirine selâmet-i îman hakkındaki samimî, mâsum lisanlarıyla dualarının yekûnu öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmet onun reddine müsaade etmezler. Faraza mecmuu itibariyle reddedilse, tek bir tane onların içinde kabûl olunsa, yine her biri selâmet-i îman ile kabre gireceğine kâfi geliyor. Çünki herbir dua umuma bakar.
[/SIZE]
 

müdavim

Üye Sorumlusu
(Bu mektub gayet ehemmiyetlidir)
Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Bugünlerde Kur'an-ı Hakîm'in nazarında îmandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve amel-i sâlih esaslarını düşündüm. Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i sâlih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def'-i şer, celb-i nef'a râcih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def'-i mefasid ve terk-i kebair üss-ül esas olup, büyük bir rüchaniyet kesbetmiş.

Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i sâlihin ihlâsla muvaffakıyeti pek azdır. Hem az bir amel-i sâlih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.

Hem takvâ içinde bir nevi amel-i sâlih var. Çünki bir haramın terki vâcibdir. Bir vâcibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle, takva nâmıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî ibadetten gelen ehemmiyetli âmâl-i sâlihadır.

Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir. Mâdem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüzer günah insana karşı geliyor; elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüz amel-i sâlih işlemiş hükmündedir. Malûmdur ki; bir adamın bir günde harab ettiği bir sarayı, yirmi adam yirmi günde yapamaz ve bir adamın tahribatına karşı yirmi adam çalışmak lâzım gelirken; şimdi binler tahribatçıya mukabil, Risale-i Nur gibi bir tamircinin bu derece mukavemeti ve te'siratı pek hârikadır. Eğer bu iki mütekabil kuvvetler bir seviyede olsaydı, onun tamirinde mu'cizevâri muvaffakıyet ve fütuhat görülecekti.

Ezcümle: Hayat-ı içtimaiyeyi idare eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet sarsılmış. Bazı yerlerde gayet elîm ve bîçare ihtiyarlar ve peder ve valideler hakkında dehşetli neticeler veriyor.

Cenab-ı Hakk'a şükür ki; Risale-i Nur bu müdhiş tahribata karşı, girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor. Sedd-i Zülkarneyn'in tahribiyle, Ye'cüc ve Me'cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi; şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) olan sedd-i Kur'ân'înin tezelzülüyle de Ye'cüc ve Me'cüc'den daha müdhiş olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor.

Risale-i Nur'un şakirdleri, böyle bir hâdisede mânevî mücahedeleri, inşâallah zaman-ı Sahabedeki gibi az amelle, pek çok büyük sevab ve âmâl-i sâlihaya medar olur.

Azîz kardeşlerim! İşte böyle bir zamanda, bu dehşetli hâdisata karşı, ihlâs kuvvetinden sonra bizim en büyük kuvvetimiz; iştirâk-i â'mâl-i uhrevî düsturuyla birbirimize kalemler ile, herbirinin â'mâl-i sâliha defterine hasenat yazdırdıkları gibi, lisanlariyle herbirinin takva kal'asına ve siperine kuvvet ve imdad göndermektir. Ve bilhassa fırtınalı tehacüme hedef olan bu fakir ve âciz kardeşinize, bu mübarek şuhur-u selâsede ve eyyam-ı meşhurede yardımına koşmak, sizin gibi kahraman ve vefadar ve şefkatkârların şe'nidir. Bütün ruhumla bu imdad-ı manevîyi sizden rica ediyorum. Ve ben dahi, îman ve sadakat şartlarıyla, Risale-i Nur talebelerini bütün dualarıma ve manevî kazançlarıma, yirmidört saatte, iştirâk-ı â'mâl-i uhreviye düsturuyla, bazan yüz def'adan ziyade Risale-i Nur talebeleri ünvanıyla hissedar ediyorum.
Bu kere Kâtib Osman kardeşimizin gayet cami ve çok müjdeli mektubu buhavalide bir bayram yaptırdı. Birbirimizi tebrike sevk eyledi. Cenâb-ı Hak ondan vesizden ebeden razı olsun. Ve onun sisteminde sebatkâr çok şakirdleri yetiştirsin.âmin.

Gül veNur ve Mübarekler ve Medresi-i Nuriye hey'etleri ve ümmî ihtiyarlar vemâsumlar başta olarak umum kardeşlerimize ve hemşirelerimize selâm ve selametve saadetlerine dua ediyoruz.
SaidNursî
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelâ: Bütün ruh u canımla mübarek Ramazanınızı tebrik ederim. Ve o mübarek şehirde ettiğiniz duaların, Cenâb-ı Hak yanında makbul olmasını Erhamürrâhimînden niyâz ederim.

Saniyen: Bu seneki Ramazan-ı Şerif hem âlem-i İslâm için, hem Risale-i Nur şakirtleri için gayet ehemmiyetli, pek çok kıymetlidir.

Risale-i Nur şakirtlerinin iştirâk-i a’mâl-i uhreviye düstur-u esasiyeleri sırrınca, herbirisinin kazandığı miktar, herbir kardeşlerine aynı miktar defter-i a’mâline geçmesi, o düsturun ve rahmet-i İlâhiyenin muktezası olmak haysiyetiyle, Risale-i Nur dairesine sıdk ve ihlâsla girenlerin kazançları pek azîm ve küllîdir. Herbiri, binler hisse alır. İnşaallah, emval-i dünyeviyenin iştirâki gibi inkısam ve tecezzî etmeden, herbirisine, aynı amel defterine geçmesi, bir adamın getirdiği bir lâmba, binler âyinelerin herbirisine aynı lâmba inkısam etmeden girmesi gibidir.

Demek, Risale-i Nur’un sadık şakirtlerinden birisi leyle-i Kadrin hakikatini ve Ramazan’ın yüksek mertebesini kazansa, umum hakikî sadık şakirtler sahip ve hissedar olmak, vüs’at-i rahmet-i İlâhiyeden çok kuvvetli ümitvârız.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Aziz, sıddık kardeşlerim,

Lâtif ve mânidar ve beşaretli iki hâdiseyi beyan ediyorum.

Birincisi: Meyusâne bir hatıradan müjdeli bir ihtar:

Bugünlerde hatırıma geldi ki, hayat-ı içtimaiyeye giren hangi şeye temas etse, ekseriyetle günahlara mâruz kalıyor. Her cihette günahlar serbestçe insanı sarıyorlar. “Bu kadar günahlara karşı insanın hususî ibadeti ve takvâsı nasıl mukabele edebilir?” diye meyusâne düşündüm.

Hayat-ı içtimaiyedeki Risale-i Nur talebelerinin vaziyetlerini tahattur ettim. Risale-i Nur şakirtleri hakkında necatlarına ve ehl-i saadet olduklarına dair kuvvetli işaret-i Kur’âniyeyi ve beşaret-i Aleviyeyi ve Gavsiyeyi düşündüm. Kalben dedim ki: “Herbiri bin yerden gelen günahlara karşı bir dille nasıl mukabele eder, galebe eder, necat bulur?” diye mütehayyir kaldım. Bu tahayyürüme mukabil ihtar edildi ki:

Risale-i Nur’un hakikî ve sadık şakirtlerinin mâbeynlerindeki düstur-u esasiye olan iştirak-i a’mâl-i uhreviye kanunuyla ve samimî ve hâlis tesanüd sırrıyla herbir hâlis, hakikî şakirt, bir dille değil, belki kardeşleri adedince dillerle ibadet edip istiğfar eder. Bin taraftan hücum eden günahlara, binler dille mukabele eder. Bazı melâikenin kırk bin dille zikrettikleri gibi, hâlis, hakikî, müttakî bir şakirt dahi kırk bin kardeşinin dilleriyle ibadet eder, necata müstehak ve inşaallah ehl-i saadet olur.

Risale-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takvâ ve içtinab-ı kebâir derecesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahip olur. Elbette, bu büyük kazancı kaçırmamak için, takvâda, ihlâsta, sadakatte çalışmak gerektir.

İkincisi: Eski zamanda, on dört yaşında iken icâzet almanın alâmeti olan üstad tarafından sarık sardırmak, bir cübbe bana giydirmek vaziyetine mâniler bulundu. Yaşımın küçüklüğüyle, memleketimizde büyük hocalara mahsus kisve giymek yakışmadığı...

Saniyen: O zamanda büyük âlimler, bana karşı üstadlık vaziyeti değil, ya rakip veyahut teslimiyet derecesine girdikleri için bana cübbe giydirecek ve üstadlık vaziyetini alacak kendilerine güvenenler bulunmadı. Ve evliya-yı azimeden dört beş zâtın vefat etmeleri cihetiyle, elli altı senedir icazetin zahir alâmeti olan cübbeyi giymek ve bir üstadın elini öpmek, üstadlığını kabul etmek hakkımı bugünlerde, yüz senelik bir mesafede Hazret-i Mevlânâ Zülcenâheyn Hâlid Ziyâeddin kendi cübbesini, o cübbeye sarılan bir sarıkla, pek garip bir tarzda bana giydirmek için gönderdiğini bazı emarelerle bana kanaat geldi. Ben de o mübarek ve yüz yaşında cübbeyi giyiyorum. Cenâb-ı Hakka yüz binler şükrediyorum.
 

müdavim

Üye Sorumlusu

Risale-i Nur'un kaynağı Kur'an'dır

Bismillahirrahmanirrahim

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Gayet ehemmiyetli bir meseleyi-bundan evvel size icmalen beyan ettiğim meseleyi-tekrar size söylememe kuvvetli, manevi bir ihtar aldım. Şöyle ki:

Perde altındaki düşmanımız münafıklar, şimdiye kadar yaptıkları gibi, adliyeyi ve siyaset ve idareyi zahiri dinsizliğe alet edip, bize hücumları akim kaldığı; ve Risale-i Nur'un fütuhatına menfaati olan eski planlarını bırakıp daha münafıkane ve şeytanı da hayrette bırakacak bir plan çevirdiklerine dair buralarda emareleri göründü.

O planların en mühim bir esası, has, sebatkar kardeşlerimizi soğutmak, fütur vermek, mümkünse Risale-i Nur dan vazgeçirmektir. Bu noktada o kadar acip yalanları ve desiseleri istimal ediyorlar ki, Isparta ve havalisi, Gül ve Nur fabrikasının kahraman şakirtleri gibi, çelik ve demir gibi bir sebat ve sadakat ve metanet lazım ki dayanabilsin.

Bazı da dost suretinde hulul edip, korkutmak mümkünse, habbeyi kubbe edip evham veriyorlar. "Aman, aman Said e yanaşmayınız! Hükumet takip ediyor" diye zayıfları vazgeçirmeye çalışıyorlar. Hatta bazı genç talebelere, hevesatlarını tahrik için, bazı genç kızları musallat ediyorlar.

Hatta Risale-i Nur erkanlarına karşı da, benim şahsımın kusuratını, çürüklüğünü gösterip, zahiren dindar ehl-i bid adan bazı şöhretli zatları gösterip, "Biz de Müslümanız, din yalnız Said in mesleğine mahsus değil" deyip, bize karşı perde altında cephe alan zındıklara ve anarşilik hesabına o safdil ehl-i diyanet ve hocaları alet edip istimal ediyorlar. İnşaallah bunların bu planları da akim kalacak. Böyle heriflere dersiniz:

"Biz, Risale-i Nur'un şakirtleriyiz. Said de, bizim gibi bir şakirttir. Risale-i Nur'un menbaı, madeni, esası da Kur'ân dır. Yirmi senedir emsalsiz tetkikat ve takibatla beraber, kıymetini ve galebesini en muannid düşmana da ispat etmiştir.

Onun tercümanı ve bir hizmetkarı olan Said ne halde olursa olsun, hatta Said de-el iyazü billah-Risale-i Nur'un aleyhine dönse, bizim sadakatimiz ve alakımızı inşaallah sarsmayacak" deyip, o kapıyı kaparsınız. Fakat, mümkün olduğu kadar Risale-i Nur la meşgul olmak, elinden gelirse yazmak, ve mübalağalı propagandalara hiç ehemmiyet vermemek, ve eskisi gibi tam ihtiyat etmek gerektir.

Umum kardeşlerimize birer birer selam ve dua ediyoruz. (Emirdağ L. Sh. 109)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:

AKÎM : Neticesiz, faydasız.
ANARŞİ : yun. Başıboşluk. Din ve nizam tanımamak. Din ve nizam düşmanlığı. Birden başıboş kalmak.terör.
BEYÂN : Açıklama; izah; anlatma.
DESÎSE : Gizli hile, oyun, aldatmaca hareketler.
EHL-İ BİD'A : Sünnetin dışında bir yolda giden.
EL-İYÂZÜ-BİLLÂH : Allah'a sığınırız, Allah korusun, Allah saklasın mânâsında duâ.
EMÂRE : Delil; işaret, belirti, iz.
EMSÂL : Misaller, denk ve benzerler.
ERKÂN : Rükünler, esaslar.
ESAS : Temel. Kök. Rükün. şart. Hakikat ve mahiyetler.
EVHAM : Olmayan birşeyi olur zannı ile meraklanmak, vehimler, kuruntular.
FÜTÛHÂT : Fetihler, zaferler; İlâhî feyizler.
FÜTUR : Yeis. Ümidsizlik. Usanç. * Zaaf. * Keder, gam. * Gevşeklik.
GALEBE : Üstün gelmek, yenmek, bozmak, çokluk.
GAYET : Çok, pek çok.
HABBEYİ KUBBE YAPMAK : Değeri olmayan bir şeye çok fazla ehemmiyet vermek. Zihinde büyütmek.
HAS : Özel, husûsi, mahsus.
HERİF : âdi insan.
HEVESÂT : Nefisten gelen gelip geçici istekler, arzular.
HULÛL : Geçmek, nüfuz etmek, girmek, dahil olmak.
İCMÂLEN : Kısaca, özet olarak.
İHTAR : Hatırlatma, îkaz, uyarma, dikkat çekme.
İHTİYAT : Yedek; sakınma, tedbirlilik.
İSTİMÂL : Kullanma.
KUSURÂT : Kusurlar. Noksanlar, eksikler.
MENBÂ : Kaynak, merkez.
MENFAAT : Fayda.
MEŞGUL : (Şugl. den) Bir işle uğraşan
METÂNET : Kararlılık, dayanıklılık, sağlamlık.
MUANNİD : İnatçı. Bir noktada inad edip duran.
MUSALLAT : Rahatsız eden, sataşan.
MÜBÂLÂĞA : Birşeyi olduğundan fazla veya az göstermek, abartma.
MÜNÂFIK : İkiyüzlü, araya nifak sokan, sözünde durmayan, inanmadığı halde inanır görünen.
SADÂKAT : Bağlılık, doğruluk.
SAFDİL : Saf kalplilik, saflık.
SEBAT : Dayanmak, kararlı olmak.
SEBATKÂR : Sebat eden. Yerinden oynamaz.
ŞÂKİRT : Talebe, yardımcı.
TÂKİBÂT : Suç işleyene karşı harekete geçmek ve suçluluk derecesini araştırmak.
TETKİKAT : Araştırmalar. İncelemeler.
ZINDIK : Dinsiz, âhirete inanmayan.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Risale-i Nur'a sizin gibi pek ciddi sahib ve muhafız ve varis ve hakikatbin ve kıymetşinas zatların benim yerimde benden daha kuvvetli, ihlaslı olarak vazife-i Kur'aniye ve imaniyede çalıştıklarını gördüğümden, kemal-i ferah ve sürur ve itminan ve istirahat-ı kalb ile ecelimi ve mevtimi ve kabrimi karşılıyorum, bekliyorum. Ben sizi yazılarınızda ve hatırımdan çıkmayan hidematınızda günde müteaddid defalar görüyorum ve size olan iştiyakımı tatmin ediyorum. Siz de bu biçare kardeşinizi risalelerde görüp sohbet edebilirsiniz. Ehl-i hakikatın sohbetine zaman, mekan mani' olmaz; manevi radyo hükmünde biri şarkta biri garbda, biri dünyada biri berzahta olsa da rabıta-i Kur'aniye ve imaniye onları birbiriyle konuşturur.

(Bediüzzaman Said Nursi - Kastamonu Lahikası'ndan)
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Aziz, Sıddık ve Sadık Kardeşlerim!
Ben birkaç gündür bir duamı değiştirdim. Şimdiye kadar bazan yüz defa tekrar ile وَاغْفِرْلَنَا veya وَفِّقْ gibi dualarda طَلَبَةَ رَسَائِلِ النُّورِ الصَّادِقِينَ cümlesinden الصَّادِقِينَ kelimesini kaldırdım; tâ ki ruhsatla amele kendini mecbur bilen ve sıkıntının verdiği evham ve me'yusiyet cihetiyle zâhirî inkâr ve çekinmekle azimet ve sadakata muhalif hareket eden kardeşlerimiz o dualardan mahrum kalmasınlar.
* * *
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Sizdeki ihlas ve sadakat ve metanet, şimdiki ağır sıkıntılarda birbirinizin kusuruna bakmamaya ve setretmeye kâfi bir sebebdir ve Risâle-i Nur zinciriyle kuvvetli uhuvvet öyle bir hasenedir ki, bin seyyieyi affettirir. Haşirde adalet-i İlahiye, hasenelerin seyyielere racih gelmesiyle affettiğine binaen, siz de hasenelerin rüchanına göre muhabbet ve afv muamelesini yapmak lâzımdır. Yoksa bir seyyie ile hiddet etmek, sıkıntıdan gelen bir titizlik, bir asabilik ile zararlı bir hiddet, iki cihetle zulüm olur. İnşâallah, birbirinize sürurda ve tesellide yardım edip sıkıntıyı hiçe indirirsiniz.
* * *
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Birbirinizi enaniyetle veya sadakatsızlıkla ittiham etmemek için, bir hakikatı beyan etmek ihtar edildi.
Ben bir zaman enaniyetini bırakmış ve nefs-i emmaresi kalmamış büyük evliyadan şiddetli bir surette nefs-i emmareden şikayet ettiğini gördüm, hayrette kaldım. Sonra kat'î bildim ki, âhir ömre kadar mücahede-i nefsiyenin sevabdar devamı için nefs-i emmarenin ölmesi üzerine onun cihazatı damarlara ve hissiyata devredilir, mücahede devam eder. İşte o büyük evliyalar, bu ikinci düşmandan ve nefsin vârisinden şikayet ederler. Hem manevî kıymet ve makam ve meziyet, bu dünyaya bakmıyor ki, kendini ihsas etsin. Hattâ en büyük makamda bulunanlardan bazı zâtlara verilen büyük bir ihsan-ı İlahîyi hissetmediklerinden, kendilerini herkesten ziyade bîçare ve müflis telakki etmeleri gösteriyor ki; avamın nazarında medar-ı kemalât zannedilen keşif ve keramet ve ezvak ve envar, o manevî kıymet ve makamlara medar ve mehenk olamaz. Sahabelerin bir saati, başka velilerin bir gün, belki bir çillesi kadar kıymeti olduğu halde; keşif ve manevî hârikulâde hâlâta evliya gibi mazhariyetleri her sahabede olmaması, bu hakikatı isbat ediyor.
İşte kardeşlerim! Dikkat ediniz; sizin nefs-i emmareniz, kıyas-ı
(Orjinal Sayfa:332)
binnefs cihetinde, su-i zan noktasında sizleri aldatmasın; Risâle-i Nur terbiye etmiyor diye şüphelendirmesin.
* * *
 

müdavim

Üye Sorumlusu

Risâle-i Nur'un "Gençlik Rehberi"nde ve "Meyve Risalesi"ndeki beş mes'elesinin haylaz gençlerde dokuz tokadı Risâle-i Nur'un bir latif kerameti olduğunu o gençler dahi tasdik ediyorlar.
Birincisi: Bana hizmet eden Feyzi. Ona bidayette dedim: Sen "Meyve"nin bir dersinde bulundun, haylazlık yapma. O yaptı, birden tokat yedi, bir hafta eli bağlı kaldı.
Evet, doğrudur.
Feyzi
İkincisi: Bana hizmet eden ve "Meyve"yi yazan Ali Rıza. Bir gün yazdığını ona ders verecektim. O haylazlığından yemek pişirmek bahanesi ile gelmedi, birden tokat yedi. O vakit onun tenceresi sağlam iken, dibi, yemeği ile beraber tamamen düştü.
Evet, doğrudur.
Ali Rıza
Üçüncüsü: Ziya. "Meyve"nin gençliğe ve namaza dair mes'elelerini kendine yazdı, namaza başladı. Fakat haylazlık yaptı, namazı ve yazıyı bıraktı. Birden, o vakitte tokat yedi. Hilaf-ı âdet ve sebebsiz, başı üstündeki sepeti ve elbiseleri yandı. O kadar kalabalık içinde yanıncaya kadar kimse farkında olmaması, kasdî bir şefkat tokadı olduğunu gösterdi.
Evet, doğrudur.
Ziya
Dördüncüsü: Mahmud. Ona "Meyve"den gençlik ve namaz mes'elelerini okudum ve dedim: "Kumar oynama, namaz kıl." Kabul etti. Fakat haylazlık galebe etti, namaz kılmadı ve kumar oynadı. Birden, hiddet tokatını yedi. Üç-dört defada daima mağ-

(Orjinal Sayfa:333)
lub olup fakir haliyle beraber kırk lira ve sakosunu ve pantolonunu kumara verdi, daha aklı başına gelmedi.
Evet, doğrudur.
Mahmud
Beşincisi: Ondört yaşında Süleyman namında bir çocuk, ziyade haylazlık yapıp başkalarının da iştihalarını açıyordu. Ona dedim: "Uslu dur, namazını kıl. Senden büyük haylazların içinde bu halin, sana tehlike getirir." O, namaza başladı, fakat yine namazı terk ve haylazlığa girdi. Birden tokat yedi. Uyuz illetine mübtela oldu, yirmi gündür yatağında yatmağa mecbur oldu.
Evet, doğrudur.
Süleyman
Altıncısı: Bana bidayette hizmet eden Ömer, namaza başladı, şarkıları bıraktı. Fakat bir akşam, kapıya yakın bir şarkı kulağıma geldi, evrad ile meşguliyetime zarar verdi. Ben hiddet ettim, çıktım gördüm ki; hilaf-ı âdet Ömer'dir. Ben de hilaf-ı âdet bir tokat vurdum. Birden, sabahleyin hilaf-ı âdet olarak Ömer, başka hapse gönderildi.
Yedincisi: Hamza namında onaltı yaşında sesi güzel olmasından şarkı söylüyor, başkalarının da iştihalarını açıyor, haylazlık ediyordu. Ona dedim: "Böyle yapma, tokat yiyeceksin." Birden, ikinci gün bir eli yerinden çıktı, iki hafta azabını çekti.
Evet, doğrudur.
Hamza
Bu gibi tokatlar var; fakat kâğıt bitti, mana da bitti.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
İki-üç kardeşlerimiz şöyle kendilerine bir güzel teselli bulmuşlar. Diyorlar ki:
"Bu hapiste bir kısım yeni kardeşlerimiz, bir-iki saat gayr-ı meşru' bir hareket yüzünden, bir-iki belki on sene bu musibet içinde sabır ve tahammül ediyorlar. Hattâ bir kısmı şükrederek başka günahlardan kurtulduk dedikleri halde; biz Risâle-i Nur vasıtasıyla en meşru' bir hareket ve hizmet-i îmaniye yüzünden altı-yedi ay hayırlı bir sıkıntıdan neden şekva ediyoruz?" diyorlar. Ben de bin Bârekâllah onlara derim. Evet beş-on sene hem îmanını, hem başkaların îmanlarını kurtarmak niyetiyle zevkli, tatlı, hayırlı, kudsî bir hizmet ve yüksek bir ubudiyet-i fikriye yüzünden beş-on ay zahmet çekmek, medar-ı şükür ve iftihardır. Bir hadîste ferman etmiş ki: "Bir tek adam seninle hidayete gelse, sahra dolusu kırmızı koyun, keçilerden daha hayırlıdır." İşte burada, mahkemede, Ankara'da, sizlerin yazılarınız ve hizmetleriniz vasıtasıyla ne kadar

(Orjinal Sayfa:336)
insanlar îmanlarını dehşetli şüphelerden kurtardığını ve kurtaracağını düşününüz, sabır içinde kemal-i rıza ile şükrediniz.
Eğer Ankara'da hâkim olan Halk Partisi, oraya giden Risâle-i Nur'un kuvvetli kitablarına karşı inad etse ve musalaha niyetiyle himayesine çalışmazsa, bizim en rahat yerimiz hapistir ve mülhidler, bolşevizmi Zındıka ile birleştirdiğine alâmettir ve hükûmet onları dinlemeğe mecbur olur. O zaman Risâle-i Nur çekilir, tevakkuf eder, maddî ve manevî musibetler hücuma başlarlar.
* * *
 

müdavim

Üye Sorumlusu

Aziz, Sıddık Kardeşlerim ve Hizmet-i Kur'aniyede ve İmaniyede Hâlis Arkadaşlarım.
Biz birbirimizden ayrılmak zamanı yakın olması cihetiyle, sıkıntıdan neş'et eden gerginlikler ve kusurlar yüzünden "İhlas Risalesi"nin düsturları muhafaza edilmediğinden, siz birbirinizle tamam helâllaşmak lâzımdır ve zarurîdir. Siz, birbirinize en fedakâr nesebî kardeşten daha ziyade kardeşsiniz. Kardeş ise, kardeşinin kusurunu örter, unutur ve afeder. Ben burada hilaf-ı me'mul ihtilafınızı ve enaniyetinizi nefs-i emmareye vermiyorum ve Risâle-i Nur şakirdlerine yakıştıramıyorum; belki nefs-i emmaresini terkeden evliyalarda dahi bulunan bir nevi muvakkat enaniyet telakki ediyorum. Siz benim bu hüsn-ü zannımı inad ile kırmayınız, barışınız.
* * *
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Manevî ticaret zamanı: Üç aylar
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bugün mânevî bir ihtarla sizin hesabınıza bir telâş, bir hüzün bana geldi. Çabuk çıkmak isteyen ve derd-i maişet için endişe eden kardeşlerimizin hakikaten beni müteellim ve mahzun ettiği aynı dakikada bir mübarek hatıra ile bir hakikat ve bir müjde kalbe geldi ki: Beş günden sonra çok mübarek ve çok sevaplı ibadet ayları olan şuhûr-u selâse gelecekler. Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerifte yüzden geçer, Şâban-ı Muazzamda üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve Cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadirde otuz bine çıkar. Bu pekçok uhrevî faydaları kazandıran ticaret-i uhreviyenin bir kudsî pazarı ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meşheri ve üç ayda seksen sene bir ömrü ehl-i imana temin eden şuhûr-u selâseyi böyle bire on kâr veren medrese-i Yusufiyede geçirmek, elbette büyük bir kârdır. Ne kadar zahmet çekilse ayn-ı rahmettir.
İbadet cihetinde böyle olduğu gibi, Nur hizmeti dahi nisbeten - kemiyet değilse de keyfiyet itibarıyla - bire beştir. Çünkü bu misafirhanede mütemadiyen giren ve çıkanlar, Nurun derslerinin intişarına bir vasıtadır. Bazan bir adamın ihlâsı, yirmi adam kadar fayda verir. Hem Nurun sırr-ı ihlâsı, siyasetkârâne kahramanlık damarını taşıyan, Nurun tesellilerine pekçok muhtaç bulunan mahpus biçareler içinde intişarı için bir parça zahmet ve sıkıntı olsa da, ehemmiyeti yok. Derd-i maişet ciheti ise: Zaten bu üç ay âhiret pazarı olmasından, herbiriniz çok şakirtlerin bedeline, hattâ bazınız bin adamın yerinde buraya girdiğinden, elbette sizin haricî işlerinize yardımları olur diye tamamıyla ferahlandım ve bayrama kadar burada bulunmak büyük bir nimettir bildim.
Said Nursî

Şualar | On Dördüncü Şuâ | 424
 

müdavim

Üye Sorumlusu
YİRMİ YEDİNCİ MEKTUBUN ÜÇÜNCÜ ZEYLİ
68
(Said'in bir fıkrasıdır.)
بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ

(Nur Risalelerine çok müştak ve onların mütalâasından intibaha düşen bir doktora yazılan mektubdur. Bu üçüncü zeyle çendan münâsebeti azdır, fakat kardaşlarımın fıkraları içinde bu da benim bir fıkram olsun.)

Merhaba ey kendi hastalığını teşhis edebilen bahtiyar doktor, samimî ve aziz dostum.
Senin hararetli mektubunun gösterdiği intibah-ı ruhî şâyân-ı tebriktir. Biliniz ki mevcudat içinde en kıymettar, hayattır. Ve vazifeler içinde en kıymettar, hayata hizmettir. Ve hidemat-ı hayatiye içinde en kıymettarı, hayat-ı fâniyenin hayat-ı bâkıyeye inkılâb etmesi için sa'y etmektir. Şu hayatın bütün kıymeti ve ehemmiyeti ise hayat-ı Bâkıyeye çekirdek ve mebde' ve menşe olması cihetindedir. Yoksa hayat-ı ebediyeyi zehirleyecek ve bozacak bir tarzda şu hayat-ı fâniyeye hasr-ı nazar etmek; ânî bir şimşeği, sermedî bir güneşe tercih etmek gibi bir divâneliktir. Hakikat nazarında herkesten ziyade hasta olan, maddî ve gâfil doktorlardır. Eğer eczahâne-i kudsiye-i Kur'âniyeden tiryâk-misâl imanî ilâçları alabilseler, hem kendi hastalıklarını, hem beşeriyetin yaralarını tedavi ederler inşâallah. Senin şu intibahın senin yarana bir merhem olduğu gibi, seni dahi doktorların marazına bir ilâç yapar. Hem bilirsin, me'yus ve ümidsiz bir hastaya manevî bir teselli, bazen bin ilâçtan daha ziyade nâfi'dir. Halbuki, tabiat bataklığında boğulmuş bir tabib, o bîçâre marîzin elim ye'sine bir zulmet daha katar. İnşâallah bu intibahın seni öyle bîçârelere medar-ı tesellî eder, nurlu bir tabib yapar. Bilirsin ki; ömür kısadır, lüzumlu işler pek çoktur. Acaba

(Sh: B-55)
benim gibi sen dahi kafanı teftiş etsen, malûmâtın içinde ne kadar lüzumsuz, faidesiz, ehemmiyetsiz, odun yığınları gibi câmid şeyleri bulursun. Çünki ben teftiş ettim, çok lüzumsuz şeyleri buldum. İşte o fennî mâlûmâtı, o felsefî maârifi; faideli, nurlu, ruhlu yapmak çaresini aramak lâzımdır. Sen dahi Cenâb-ı Hakk'tan bir intibah iste ki, senin fikrini Hakîm-i Zülcelâl'in hesabına çevirsin, tâ o odunlara bir ateş verip nurlandırsın. Lüzumsuz maârif-i fenniyen, kıymettar maârif-i İlâhiye hükmüne geçsin.

Zeki dostum! Kalb çok arzu ederdi; ehl-i fenden envâr-ı îmâniyeye ve esrar-ı Kur'âniyeye iştiyak derecesinde ihtiyacını hissetmek cihetinde Hulûsi Bey'e benzeyecek adamlar ileri atılsın. Hem maden Sözler senin vicdanınla konuşabilirler. Her bir Söz'ü, şahsımdan değil belki Kur'ân'ın dellâlından sana bir mektuptur ve eczahâne-i kudsiye-i Kur'âniye'den birer reçetedir farzet. Gaybûbet içinde hâzırâne bir musâhabe dairesini onlar ile aç. Hem arzu ettiğin vakit bana mektup yaz. Ben cevap yazmasam da gücenme. Çünki, eskiden beri mektupları pek az yazarım. Hattâ üç senedir kardaşımın çok mektuplarına karşı bir tek yazdım.

Said Nursî
 
Üst