Bediüzzaman

Nevzatt

Well-known member
Bugün, Türkiye’nin yaşadığı hadiseler, bozulmuş bir cemiyet hayatının, tüketim ve aldatma üzerine kurulan ekonominin, istikrarsız ve faziletten uzak siyasî gelişmelerin oluşturduğu bir tablo sergilemektedir. Bu durumdan en çok etkilenen ise insandır. Cemiytin içinde yaşayan her ferdin az veya çok etkilenerek değişik şekillerde şikâyet ettiği toplumsal kirlenmenin köklerini, yıllar önce başlayan ve resmî ideolojiyi oluşturan zihniyette aramak yanlış olmayacaktır. Türkiye’nin kalkınma yönünden geri kalmışlığını aşmak ve ekonomik problemlerini ortadan kaldırmak bahanesiyle uygulanan tepeden inme değişiklikler, insanımızda ve cemiyetimizde çok önemli tahribâta yol açtı. Çağdaşlaşma ve Batılılaşma sürecinin moda akımlarından olan pozitivizmin ve materyalizmin etkisiyle insan, sadece cesetten ibaret bir varlık olarak kabul edildi. Bütün ahlâkî ve manevî değerler istihfaf edildi, cemiyetin millî ve ahlâkî yapısını ayakta tutan kurumlar tahrip edildi.

Çağdaşlaşma ve Batılılaşma bahanesiyle, manevî ve moral değerler üzerinde yapılan tahribâtın hüküm sürdüğü dönemde eserlerini kaleme alan Üstad Bediüzzaman Said Nursî, bir yönden bütün çalışmalarını ferdin imanını kuvvetlendirmek üzerine teksif ederken, diğer yandan devrin idarecilerini ikaz etmekten geri durmadı. Günümüzde de cemiyetimizin vaziyetinden ıztırap duyan, insanımızın geleceğinden endişe eden hamiyetperverlerin kulak vermesi gereken tespitlerinin, hayatî önem taşıdığını düşünüyoruz. 1944’te Adalet Bakanı Ali Rıza Türel’e yazdığı bir mektubun, ders alınması gereken hakikatlerini dikkatlerinize sunuyoruz:

“Risale-i Nur ve hakikî şakirtleri, elli sene sonra gelen nesl-i âtiye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmaya çalışıyorlar. Şimdi bizimle uğraşanlar, o zaman kabirde elbette toprak oluyorlar. Farz-ı muhal olarak, o saadet ve selâmet hizmeti bir mübareze olsa da, kabirde toprak olmaya yüz tutanları alâkadar etmemek gerektir.
“Evet, Hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece laubalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetinden, şimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i atisi, seciye-i dinîye ve ahlâk-ı içtimaiye cihetinde ne şekle girecek, elbette anlıyorsunuz. Bin seneden beri bu fedakâr millet, bütün ruh u canıyla Kur’ân’ın hizmetinde emsalsiz kahramanlık gösterdikleri hâlde, elli sene sonra o parlak mazisini dehşetli lekedar, belki mahvedecek bir kısım nesl-i atinin eline elbette Risale-i Nur gibi bir hakikati verip, o dehşetli sukuttan kurtarmak en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiğimizden, bu zamanın insanlarını değil, o zamanın insanlarını düşünüyoruz.

“Evet, efendiler! Gerçi Risale-i Nur sırf ahirete bakar; gayesi Rıza-i İlâhî ve imanı kurtarmak ve şakirtlerinin ise, kendilerini ve vatandaşlarını idam-ı ebedîden ve ebedî haps-i münferitten kurtarmaya çalışmaktır. Fakat dünyaya ait ikinci derecede gayet ehemmiyetli bir hizmettir; ve bu millet ve vatanı anarşilik tehlikesinden ve nesl-i atinin bîçareler kısmını dalalet-i mutlakadan kurtarmaktır. Çünkü bir Müslüman başkasına benzemez. Dini terk edip İslâmiyet seciyesinden çıkan bir Müslim dalâlet-i mutlakaya düşer, anarşist olur, daha idare edilmez.”(Emirdağ Lâhikası, s. 20)

Bir taraftan Risale-i Nur’un ve talebelerinin asıl vazifelerinin sınırlarını çizen ve hedefini gösteren Bediüzzaman, diğer taraftan cemiyetin nabzını tutarak, âdeta doksanlı yılların ortalarında yaşanan durumları görür gibi tespit ve tahlillerini çok sağlam ipuçlarına bağlamaktadır. “Eski terbiye-i İslâmiyeyi alanların yüzde ellisi meydanda varken ve an’anat-ı milliye ve İslâmiyeye karşı yüzde elli lâkaytlık gösterildiği hâlde, elli sene sonra yüzde doksanı nefs-i emmareye tâbi olup millet ve vatanı anarşiliğe sevk etmek ihtimalinin”(a.g.e., s. 20-21.) düşünülmesi ve çare aranması gerektiğini önemle vurgulamaktadır.

Bütün gayretiyle cemiyetin iman selâmeti uğruna mücadele veren Bediüzzaman, ilgilileri defalarca ikaz etmiştir. 1946 yılında da Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Sekreterliğini yapmakta olan, eski İçişleri Bakanı Hilmi Uran’a bir mektup yazarak ikaz ve tekliflerini iletir. İhtiva ettiği tespit ve tekliflerin günümüzde de geçerliliğini aynen koruduğunu kabul ettiğimiz mektubun bir bölümünü, dikkatli ve ilgili nazarlara sunmakta fayda görüyoruz:

“Kâtib-i umumî olduğun Halk Fırkasının millet karşısında gayet ehemmiyetli bir vazifesi var. O da şudur: Bin seneden beri âlem-i İslâmiyeti kahramanlığı ile memnun eden ve vahdet-i İslâmiyeyi muhafaza eden ve âlem-i beşeriyeti, küfr-ü mutlaktan ve dalâletten şanlı bir surette kurtulmasına büyük bir vesile olan Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeşleri!

“Eğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına Kur’ân’a ve hakaik-i imana sahip çıkmazsanız ve sizler gibi ehl-i hamiyet eskide yanlış bir surette ve din zararına medeniyetin propagandası yerinde doğrudan doğruya hakaik-i Kur’âniye ve imaniyeyi tervice çalışmazsanız, size kat’iyen haber veriyorum ve kat’î hüccetlerle ispat ederim ki, âlem-i İslâmın muhabbet ve uhuvveti yerine, dehşetli bir nefret; ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet; ve şimdi âlem-i İslâmı mahva çalışan küfr-ü mutlak altındaki anarşiliğe mağlûp olup, âlem-i İslâmın kalesi ve şanlı ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimaliden çıkan dehşetli ejderhanın istilâ etmesine sebebiyet verecek.

“Evet, hariçte iki dehşetli cereyana karşı bu kahraman millet, Kur’ân kuvvetiyle dayanabilir. Yoksa, küfr-ü mutlakı, istibdad-ı mutlakı, sefahet-i mutlakı ve ehl-i namusun servetini serserilere ibaha etmesini alet ederek dehşetli bir kuvvetle gelen bir cereyanı durduracak, ancak İslâmiyet hakikatiyle mezc olmuş, ittihat etmiş ve bütün mazideki şerefini İslâmiyette bulmuş, bu millet dayanabilir. Bu milletin hamiyetperverleri ve milliyetperverleri, herşeyden evvel bu mümteziç, müttehit milliyetin can damarı hükmünde olan hakaik-ı Kur’âniyeyi terbiye-i medeniye yerine esas tutmak ve düstur-u hareket yapmakla o cereyanı durdurur inşaallah.

“İkinci cereyan: Âlem-i İslâmdaki müstemlekâtlarını kendilerine ısındırmak ve tam bağlamak için bu vatandaki kuvvetli merkeziyet-i İslâmiyeyi dinsizlikle itham etmekle bozmak ve âlem-i İslâmın irtibatını manen kesmek ve uhuvvetlerini bu millete adavete çevirmek gibi bir plânla şimdiye kadar bir derece muvaffak da olmuş.

“Eğer bu cereyanın aklı başında olsa, bu dehşetli plânı değiştirip, hariçteki âlem-i İslâmı okşadığı gibi, bu merkezdeki İslâmiyet dinini okşasa, hem o da çok istifade eder, hem azim fütuhatını bir derece muhafaza eder, hem bu vatan ve millet dehşetli belâdan kurtulur.

“Eğer şimdi siz kâtib-i umumî olduğunuz hamiyetperver, milliyetperver adamlar, şimdiye kadar cereyan eden ve medeniyet hesabına mukaddesatı çiğneyen usulleri muhafazaya çalışıp, üç dört şahsın inkılâp namında yaptıkları icraatı esas tutarak mevcut haseneleri ve inkılâp iyiliklerini onlara verip ve mevcut dehşetli kusurları millete verilse, o vakit üç dört adamın seyyiesi üç dört milyon seyyie olup bu kahraman ve dindar milleti ve İslâm ordusu olan Türk milletinin geçmiş asırlardaki milyarlar şerefli merhum ordularına ve milyonlarla şehitlerine ve milletine büyük bir muhalefet ve ervahına bir mânevî azap ve şerefsizlik olmakla beraber; o üç dört inkılâpçı adamın pek az hisseleri bulunan ve millet ve ordunun kuvvet ve himmetiyle vücut bulan haseneleri o üç dört adama verilse, o üç dört milyon iyilikler, üç dört haseneye inhisar edip küçülür, hiçe iner; daha dehşetli kusurlara kefaret olamaz. Salisen: Size karşı elbette çok cihetlerde dahilî ve harici muarızlar var. Ben dünya ve siyasetin hâline bakmadığım için bilemiyorum. Fakat beni bu senede çok sıkıştırdıkları için mecburiyetle sebebine baktım ki, size karşı bir muarız çıkmış. Eğer o muarız mükemmel bir reis bulup hakaik-i imaniye namına çıksaydı, birden sizi mağlûp ederdi. Çünkü bu milletin yüzde doksanı, bin seneden beri anane-i İslâmiye ile, ruh ve kalple bağlanmış. Zahiren muhalif, fıtratındaki emre itaat cihetiyle serfüru etse de, kalben bağlanmaz.

“Hem, bir Müslüman, başka milletler gibi değil. Eğer dinini bıraksa anarşist olur, hiçbir kayıt altında kalamaz; istibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tedbirle idare edilmez. Bu hakikatin çok hüccetleri, çok misalleri var. Kısa kesip sizin zekâvetinize havale ediyorum.
“Bu asrın Kur’ân’a şiddet-i ihtiyacını hissetmekte İsveç, Norveç, Finlandiya’dan geri kalmamak size elzemdir. Belki onlara ve onlar gibilere rehber olmak vazifenizdir..."
(a.g.e. 190-192)
 
Üst