Okuduklarımız, hislerimize ve duygularımıza yerleşemiyor mu acaba; tesirini nasıl ölçebiliriz?

topraktoprak

Well-known member
Okuduklarımız, hislerimize ve duygularımıza yerleşemiyor mu acaba; tesirini nasıl ölçebiliriz?

Risale-i Nur insana tahkiki iman dersini verdiği için, insanın aleminde çok köklü ve müspet değişimler sağlar. Bunun örneklerini herkes hem kendi aleminde hem de çevresinde görebilir. İman-ı tahkiki öyle bir kuvvet, öyle bir nurdur ki, girdiği kalpte ve alemde karanlığı tart eder, nuru doldurur. Ama bunun tesiri ve değişim kıstasları insanların kabiliyet ve derecelerine göre farklılık arz edebilir. Yani keskin ve parlak değişimler insanın kabiliyet ve iman derecesine göre olur. Bu nokta bizi yanıltmasın.

Bazılarında bu köklü değişimin görünmemesi Risale-i Nur'un bir zaafı değil, insanın kabiliyet azlığındadır. İnsanların fıtratları ve anlayış seviyeleri bir olmadığı için, Nurların tesiri de muhtelif düşüyor. Bazısı fıtraten müsait olduğu için bir anda başka bir insan olurken, bazı da uzun zaman ve müddet içinde o değişimi gösteriyor.

Risale-i Nurlar ile meşgul olan birisi, farkında olmadan tahkiki imanı kalp ve duygularına yerleştiriyor. Ama günahlı ve gafletli ortamlar bu harika imanı ibadet noktasında göstertmiyor. Haliyle, hayatına bakan ve o harika imana münasip bir ibadet ve takvayı hayatında göremeyen, "Acaba ben bu imanı elde edemiyorum mu?" diyerek, endişe ve şüpheye düşüyor. Halbuki o imanı alıyor, ama çevrenin müsaitsizliği yüzünden o imanın haşmet ve azametini hayatında tam gösteremiyor.

Faraza çevre müttaki ve ibadet ehli olsa idi, eski zamanlarda olduğu gibi, o zaman imanın harika haşmetini tam görürdü ve gösterirdi. Risale-i Nurlar iman şarjını tam yapıyor, ama dışarıdaki toplumsal hayat o şarjı çabuk tüketiyor. Şayet toplum o şarja kuvvet veren bir toplum olsa idi, o zaman tahkiki iman tam tezahür edecekti. Risale-i Nurların kalp ve ruhlarımıza yaptığı katkıyı ve kökleşmeyi asıl sekaratta, yani ölüm anında göreceğiz inşallah. Ama yine de imanımızı daha da tahkiki yapmak için mücadeleye devam edeceğiz, zira imanın çekirdekten ağaca kadar sayısız mertebeleri var. İmanın çekirdek mesabesinde ağaç halinin haşmeti aranmaz.

"Sahabelerden ve Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiînden en yüksek mertebeli velâyet-i kübrâ sahibi olan zatlar, nefs-i Kur'ân'dan bütün letâiflerinin hisselerini aldıklarından ve Kur'ân onlar için hakikî ve kâfi bir mürşid olduğundan gösteriyor ki, her vakit Kur'ân-ı Hakîm, hakikatleri ifade ettiği gibi, velâyet-i kübrâ feyizlerini dahi ehil olanlara ifâza eder."

"Evet, zâhirden hakikate geçmek iki suretledir:"

"Biri: Tarikat berzahına girip, seyr ü sülûk ile kat-ı merâtip ederek hakikate geçmektir."

"İkinci suret: Doğrudan doğruya, tarikat berzahına uğramadan, lûtf-u İlâhî ile hakikate geçmektir ki, Sahabeye ve Tâbiîne has ve yüksek ve kısa tarik şudur. Demek, hakaik-i Kur'âniyeden tereşşuh eden nurlar ve o nurlara tercümanlık eden Sözler, o hassaya mâlik olabilirler ve maliktirler."(1)

Üstad Hazretlerinin yukarıdaki ifadelerinden anlaşılan manaya göre, Nur talebeleri yüksek ve has makam olan velayet-i kübra makamındalar. Velayet-i kübra makamında ise, keramet ve harika haller az bulunur. Keramet ve keşif gibi haller ekseri olarak velayet-i suğra, yani küçük velayet makamı olan tarikat ve tasavvuf ehlinde görülür. Bu yüzden keramet ve keşif gibi haller büyüklüğün ve Allah’a yakın olmanın mikyası ve ölçüsü değildir. Nitekim sahabeler arasında keramet gibi haller çok az görülmüştür. Halbuki en büyük veli en küçük sahabeye yetişemez.

Tasavvufta velayet makamlarına ulaşmak ve nefsi terbiye etmek için bir takım riyazi disiplinler vardır. Bu disiplinler hem uzun hem de meşakkatli olduğu için, Allah, manevi seyirde olan müride yardım ve teşvik olması için bir takım ezvak ve kerametler ikram ediyor. Yani o harikalar ve manevi lezzetler, o yolculuğu hem tahfif ediyor hem de cazip hale sokuyor. Bu seyrü sülûkte mücahede ve meşakkat olduğu için, salik yanılıp kerameti asıl maksat ve gaye yerine koyabilir ve ezvak ve kerameti kendi mücahedesinin bir neticesi olarak algılayabilir.

Özet olarak, Nur talebelerinin zahiri hallerindeki basitlik ve sadelik bizi manevi açıdan da öyle oldukları anlamına itmemelidir. Nur şakirdi zahirde basit, maneviyatta derya mesabesindedir. Bu hususta sahabelere çok benziyorlar.

Nur dairesinde olan herkesi de Nur talebesi görmek yanlış olur
Sorularla risale.
 
Üst