Birinci Mektub

Ukbaa

Well-known member
Birinci Mektub

besmele.jpg


وَبِهِ نَسْتَعِينُ
blank.gif
1


بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
blank.gif
2
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
blank.gif
3


Dört sualin muhtasar cevabıdır.

BİRİNCİ SUAL: Hazret-i Hızır Aleyhisselâm hayatta mıdır? Hayatta ise, niçin bazı mühim ulema hayatını kabul etmiyorlar?

Elcevap: Hayattadır. Fakat merâtib-i hayat beştir. O, ikinci mertebededir. Bu sebepten, bazı ulema hayatında şüphe etmişler.

Birinci tabaka-i hayat: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıtlarla mukayyettir.

İkinci tabaka-i hayat:
Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâmın hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yani, bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla daimî mukayyet değillerdir. Bazan, istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir. Tevatür derecesinde, ehl-i şuhud ve keşif olan evliyanın Hazret-i Hızır ile maceraları, bu tabaka-i hayatı tenvir ve ispat eder. Hattâ makamat-ı velâyette bir makam vardır ki, “makam-ı Hızır” tabir edilir. O makama gelen bir velî, Hızır’dan ders alır ve Hızır ile görüşür. Fakat bazan o makam sahibi, yanlış olarak ayn-ı Hızır telâkki olunur.

Üçüncü tabaka-i hayat: Hazret-i İdris ve İsâ Aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüdle, melek hayatı gibi bir hayata



[NOT]Dipnot-1 Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Ve sadece Ondan yardım diliyoruz.
Dipnot-2 Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
Dipnot-3 “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
[/NOT]




Hazret-i Hızır: (bk. bilgiler – Hızır (a.s.))Hazret-i İdris: (bk. bilgiler – İdris (a.s.))
aleyhimesselâm: Allah’ın selâmı o ikisinin üzerine olsun (bk. s-l-m)aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
ayn-ı Hızır: Hızır’ın kendisibeşeriyet: insanlık
ehl-i şuhud ve keşif: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar (bk. ş-h-d; k-ş-f)evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
levazımat: gerekli olan şeyler, ihtiyaçlarmakam-ı Hızır: Hz. Hızır’ın (a.s.) makamı
makamat-ı velâyet: velîlik makamları (bk. v-l-y)mertebe: derece, makam
merâtib-i hayat: hayat mertebeleri (bk. ḥ-y-y)muhtasar: kısaltılmış, özet
mukayyet: kayıt altında, sınırlımühim: önemli
tabaka-i hayat: hayat tabakası (bk. ḥ-y-y)tabir edilme: adlandırılma (bk. a-b-r)
tecerrüt: soyutlanma, sıyrılmatelâkki: kabul etme
tenvir: nurlandırma, aydınlatma (bk. n-v-r)tevatür: çeşitli kanallardan gelen ve doğruluğu kesin olarak kanıtlanan haber (bk. ḥ-d-s̱)
ulema: âlimler (bk. a-l-m)velî: Allah dostu (bk. v-l-y)
İlyas: (bk. bilgiler – İlyas (a.s.))İsâ: (bk. bilgiler)

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Birinci Mektub - Sayfa 26

girerek nuranî bir letâfet kesb eder. Âdetâ beden-i misalî letâfetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semâvâtta bulunurlar. “Âhirzamanda Hazret-i İsâ Aleyhisselâm gelecek, şeriat-ı Muhammediye (a.s.m.) ile amel edecek”
blank.gif
1 meâlindeki hadîsin sırrı şudur ki:

Âhirzamanda, felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı ulûhiyete karşı, İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılâp edeceği bir sırada, nasıl ki İsevîlik şahs-ı mânevîsi, vahy-i semâvî kılıcıyla o müthiş dinsizliğin şahs-ı mânevîsini öldürür. Öyle de, Hazret-i İsâ Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı mânevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı mânevîsini temsil eden Deccalı öldürür; yani, inkâr-ı ulûhiyet fikrini öldürecek.

Dördüncü tabaka-i hayat: Şüheda hayatıdır. Nass-ı Kur’ân’la, şühedanın, ehl‑i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet, şüheda, hayat-ı dünyevîlerini tarik-i hakta feda ettikleri için, Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı âlem-i berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar. Yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar, kemâl-i saadetle mütelezziz oluyorlar, ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar.
blank.gif
2
Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir; fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saadet, şühedanın lezzetine yetişmez.

Nasıl ki, iki adam bir rüyada cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rüyada olduğunu bilir; aldığı keyif ve lezzet pek noksandır. “Ben uyansam şu lezzet kaçacak” diye düşünür. Diğeri rüyada olduğunu bilmiyor; hakikî lezzet ile hakikî


[NOT]Dipnot-1 Buhari, Mezâlim: 31; Büyû’: 102; Müslim, Îmân: 242, 343; İbni Mâce, Fiten: 33.
Dipnot-2 bk. Tirmizî, Cihâd, 6; Nesâî, Cihâd, 35; İbni Mâce, Cihâd, 16; Dârimî, Cihâd, 7.
[/NOT]




Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Deccal: kıyamet kopmadan önce gelen, İslâmı kaldırmaya çalışan, dinlere savaş açan, yalancı ve aldatıcı kimseHazret-i İsâ: (bk. bilgiler – İsâ (a.s.))
beden-i misalî: görüntüden ibaret beden (bk. m-s̱-l)berzah: dünya ile âhiret arasındaki âlem, kabir âlemi
bâki: devamlı, kalıcı (bk. b-ḳ-y)cereyan-ı küfrîye: küfür ve inançsızlık akımı (bk. k-f-r)
cesed-i necmî: parlayan bir yıldız gibi akıp giden; nurâni cesetcism-i dünyevî: dünyaya ait cisim, beden
ehl-i kubur: kabirdekiler, ölülerfelsefe-i tabiiye: herşeyi tabiata dayandıran felsefe (bk. ṭ-b-a)
fevkinde: üstündefirak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
hadis: Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)hayat-ı dünyevî: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hurafat: aslı esası olmayan saçma inanışlarihsan: bağış, iyilik, lütuf (bk. ḥ-s-n)
inkâr-ı ulûhiyet: Cenâb-ı Allah’ı inkâr fikri (bk. n-k-r; e-l-h)inkılâp: dönüşme
kemâl-i kerem: lütuf ve cömertliğin mükemmelliği, kusursuz ikram edicilik (bk. k-m-l; k-r-m)kemâl-i saadet: tam ve mükemmel mutluluk (bk. k-m-l)
kesb: kazanma, elde etmeletâfet: maddî ağırlık ve sınırlamalarla kısıtlı olmama (bk. l-ṭ-f)
meâl: açıklama, anlammütelezziz: lezzetlenme
nass-ı Kur’ân: Kur’ân’ın kesin ve açık hükmünuraniyet: nur özelliği, nurluluk (bk. n-v-r)
nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)saadet: mutluluk
semâvât: gökler (bk. s-m-v)tabaka-i hayat: hayat tabakası (bk. ḥ-y-y)
tarik-i hak: hak yolu (bk. ṭ-r-ḳ; ḥ-ḳ-ḳ)tasaffi etme: temizlenme, safileşme (bk. ṣ-f-y)
tecerrüt: soyutlanma, sıyrılmavahy-i semâvî: Allah tarafından peygambere gelen vahiy (bk. v-ḥ-y; s-m-v)
âhirzaman: dünya hayatının kıyamete yakın son devresi (bk. e-ḫ-r)âlem: dünya (bk. a-l-m)
âlem-i berzah: dünya ile âhiret arasındaki kabir âlemi (bk. a-l-m)çendan: gerçi
İsevîlik: Hz. İsa’nın getirdiği din, Hıristiyanlıkşahs-ı mânevî: belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen tüzel kişilik (bk. a-n-y)
şeriat-ı Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) getirdiği din; İlâhî kanun ve hükümler (bk. ş-r-a; ḥ-m-d)şüheda: şehitler, Allah yolunda ölenler (bk. ş-h-d)

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Birinci Mektub - Sayfa 27

saadete mazhar olur. İşte, âlem-i berzahtaki emvat ve şühedanın hayat-ı berzahiyeden istifadeleri öyle farklıdır. Hadsiz vakıatla ve rivayatla, şühedanın bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sabit ve kat’îdir. Hattâ, Seyyidü’ş-Şüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahu Anh, mükerrer vakıatla, kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevî işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vakıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve ispat edilmiş. Hattâ, ben kendim, Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rüya-yı sadıkada, tahte’l-arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm. O beni ölmüş biliyormuş; benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor. Fakat Rus’un istilâsından çekindiği için, yeraltında kendine güzel bir menzil yapmış. İşte bu cüz’î rüya, bazı şerâit ve emâratla, geçen hakikate bana şuhud derecesinde bir kanaat vermiştir.

Beşinci tabaka-i hayat: Ehl-i kuburun hayat-ı ruhanîleridir. Evet, mevt, tebdil‑i mekândır, ıtlak-ı ruhtur, vazifeden terhistir; idam ve adem ve fenâ değildir. Hadsiz vakıatla ervâh-ı evliyanın temessülleri ve ehl-i keşfe tezahürleri ve sair ehl-i kuburun yakazaten ve menâmen bizlerle münasebetleri ve vakıa mutabık olarak bizlere ihbaratları gibi çok delâil, o tabaka-i hayatı tenvir ve ispat eder. Zaten bekà-i ruha dair Yirmi Dokuzuncu Söz, bu tabaka-i hayatı delâil-i kat’iye ile ispat etmiştir.

İKİNCİ SUAL: Furkan-ı Hakîmde, اَلَّذِى خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً
blank.gif
1
gibi âyetlerde,







[NOT]Dipnot-1 “Hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye sizi imtihan etmek için ölümü de, hayatı da yaratan Odur.” Mülk Sûresi, 67:2.

[/NOT]




Furkan-ı Hakîm: doğru ile yanlışı birbirinden ayıran hikmetli Kur’ân (bk. f-r-ḳ; ḥ-k-m)Hazret-i Hamza: (bk. bilgiler – Hamza (r.a.))
Radıyallahu Anh: Allah ondan razı olsunSeyyidü’ş-Şüheda: şehitlerin seyyidi, efendisi (bk. ş-h-d)
Ubeyd: (bk. bilgiler)adem: yokluk, hiçlik
bekà-i ruh: ruhun ölümsüzlüğü ve devamlılığı (bk. b-ḳ-y; r-v-ḥ)cüz’î: küçük ve ferdî (bk. c-z-e)
delâil: delillerdelâil-i kat’iye: kesin deliller
dünyevî: dünyaya aitehl-i keşf: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar, veliler (bk. k-ş-f)
ehl-i kubur: kabirdekiler, ölüleremvat: ölüler (bk. m-v-t)
emârat: belirtiler, işaretlerervâh-ı evliya: velilerin ruhları (bk. r-v-ḥ; v-l-y)
esaret: esirlik, tutsaklıkfenâ: gelip geçicilik (bk. f-n-y)
hadsiz: sayısızhakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayat-ı berzahiye: kabir hayatı (bk. ḥ-y-y)hayat-ı ruhanî: ruhânî hayat, ruhen yaşanan hayat (bk. ḥ-y-y; r-v-ḥ)
idam: yok etmeihbarat: haber vermeler
iltica: sığınmaistilâ: işgal
kanaat: görüş, fikirkat’î: kesin
mahall-i defn: ölünün toprağa defnedildiği yer, kabir yerimazhar/mazhariyet: erişme, nail olma (bk. ẓ-h-r)
menzil: yer, ev (bk. n-z-l)menâmen: uykudayken
mevt: ölüm (bk. m-v-t)muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)
mutabık: uygunmükerrer: tekrarla, defalarca
münasebet: bağlantı, ilişki (bk. n-s-b)rivayat: rivayetler, nakledilen şeyler
rüya-yı sadıka: doğru olan rüya (bk. s-d-ḳ)saadet: mutluluk
sair: diğer, başkasuret: biçim, şekil (bk. ṣ-v-r)
tabaka-i hayat: hayat tabakası (bk. ḥ-y-y)tahte’l-arz: yeraltı
tarz-ı hayat: hayat tarzı (bk. ḥ-y-y)tebdil-i mekân: yer değişikliği (bk. m-k-n)
temessül: belirme, görünme (bk. m-s̱-l)tenvir: nurlandırma, aydınlatma (bk. n-v-r)
terhis: göreve son vermetezahür: görünme, ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)
vakıa: olayvakıat: olaylar
yakazaten: uyanıkkenâlem-i berzah: dünya ile âhiret arasındaki kabir âlemi (bk. a-l-m)
ıtlak-ı ruh: ruhun serbest bırakılması (bk. ṭ-l-ḳ; r-v-ḥ)şerâit: şartlar (bk. ş-a-r)
şuhud: şahid olma, görme (bk. ş-h-d)şüheda: şehitler, Allah yolunda ölenler (bk. ş-h-d)

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Birinci Mektub - Sayfa 28

“Mevt dahi hayat gibi mahlûktur; hem bir nimettir” diye ifham ediliyor. Halbuki, zâhiren mevt inhilâldir, ademdir, tefessühtür, hayatın sönmesidir, hâdimü’l-lezzâttır. Nasıl mahlûk ve nimet olabilir?

Elcevap: Birinci sualin cevabının âhirinde denildiği gibi, mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuttur, hayat-ı bâkiyeye bir davettir, bir mebde’dir, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesidir. Nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdirledir. Öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdirle, bir hikmet ve tedbirledir. Çünkü, en basit tabaka-i hayat olan hayat-ı nebâtiyenin mevti, hayattan daha muntazam bir eser-i san’at olduğunu gösteriyor. Zira, meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti tefessühle, çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir imtizâcât-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sümbülün hayatıyla tezahür ediyor. Demek çekirdeğin mevti, sümbülün mebde-i hayatıdır; belki ayn-ı hayatı hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi hayat kadar mahlûk ve muntazamdır.

Hem zîhayat meyvelerin yahut hayvanların mide-i insaniyede ölümleri, hayat‑ı insaniyeye çıkmalarına menşe olduğundan, o mevt onların hayatından daha muntazam ve mahlûk denilir.İşte, en ednâ tabaka-i hayat olan hayat-ı nebâtiyenin mevti böyle mahlûk, hikmetli ve intizamlı olsa, tabaka-i hayatın en ulvîsi olan hayat-ı insaniyenin başına gelen mevt, elbette, yeraltına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yeraltına giren bir insan da âlem-i berzahta elbette bir hayat-ı bâkiye sünbülü verecektir.Amma mevt nimet olduğunun ciheti ise, çok vücuhundan dört vechine işaret ederiz.Birincisi: Ağırlaşmış olan vazife-i hayattan ve tekâlif-i hayatiyeden âzâd edip,




adem: yokluk, hiçlikayn-ı hayat: hayatın ta kendisi (bk. ḥ-y-y)
cihet: yönednâ: en aşağı, en önemsiz
eser-i san’at: san’at eseri (bk. ṣ-n-a)halk: yaratma (bk. ḫ-l-ḳ)
hayat-ı bâkiye: devamlı ve kalıcı olan âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; b-ḳ-y)hayat-ı insaniye: insanî hayat (bk. ḥ-y-y)
hayat-ı nebâtiye: bitkilerin hayatı (bk. ḥ-y-y)hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hâdimü’l-lezzât: lezzetleri yok edenifham: anlatma, bildirme
imtizâcât-ı unsuriye: elementlerin kaynaşması, kimyevî birleşme inhilâl: çözülme, dağılma
intizam: düzen, tertip (bk. n-ẓ-m)mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mebde: başlangıçmebde-i hayat: hayatın başlangıcı (bk. ḥ-y-y)
menşe: kaynak, esasmevt: ölüm (bk. m-v-t)
mide-i insaniye: insanın midesimizan: ölçü (bk. v-z-n)
muamele-i kimyeviye: kimyasal işlemmukaddime: başlangıç, giriş (bk. ḳ-d-m)
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)nimet: iyilik, lütuf, ihsan (bk. n-a-m)
tabaka-i hayat: hayat tabakası (bk. ḥ-y-y)tahvil-i vücut: vücudun başka hâle girmesi, değişmesi (bk. v-c-d)
takdir: Allah’ın ezelî ilmiyle belirlemesi (bk. ḳ-d-r)tebdil-i mekân: yer değişikliği (bk. m-k-n)
tedbir: idare etme, çekip çevirme (bk. d-b-r)tefessüh: çürüyüp bozulma
tekâlif-i hayat: hayatla ilgili sorumluluklar ve yükümlülükler (bk. ḥ-y-y)terhis: göreve son verme
tezahür: belirme, ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)teşekkülât-ı zerreviye: atomların teşekkülü, oluşması
ulvî: yüksek, yücevazife-i hayat: hayat vazifesi (bk. ḥ-y-y)
vech: yönvücuh: vecihler, yönler
zira: çünküzâhiren: görünürde (bk. ẓ-h-r)
zîhayat: hayat sahibi, canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)âhir: son (bk. e-ḫ-r)
âlem-i berzah: dünya ile âhiret arasındaki kabir âlemi (bk. a-l-m)âzâd etme: hürriyetine kavuşturma

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Birinci Mektub - Sayfa 29

yüzde doksan dokuz ahbabına kavuşmak için âlem-i berzahta bir visal kapısı olduğundan, en büyük bir nimettir.

İkincisi: Dar, sıkıntılı, dağdağalı, zelzeleli dünya zindanından çıkarıp, vüs’atli, sürurlu, ıztırapsız, bâki bir hayata mazhariyetle, Mahbûb-u Bâkînin daire-i rahmetine girmektir.

Üçüncüsü: İhtiyarlık gibi, şerâit-i hayatiyeyi ağırlaştıran birçok esbab vardır ki, mevti, hayatın pek fevkinde nimet olarak gösterir. Meselâ, sana ıztırap veren pek ihtiyar olmuş peder ve validenle beraber, ceddin cedleri, sefalet-i halleriyle senin önünde şimdi bulunsaydı, hayat ne kadar nikmet, mevt ne kadar nimet olduğunu bilecektin. Hem meselâ, güzel çiçeklerin âşıkları olan güzel sineklerin, kışın şedâidi içinde hayatları ne kadar zahmet ve ölümleri ne kadar rahmet olduğu anlaşılır.

Dördüncüsü: Nevm, nasıl ki bir rahat, bir rahmet, bir istirahattir-hususan musibetzedeler, yaralılar, hastalar için. Öyle de, nevmin büyük kardeşi olan mevt dahi, musibetzedelere ve intihara sevk eden belâlarla müptelâ olanlar için ayn-ı nimet ve rahmettir. Amma ehl-i dalâlet için, müteaddit Sözlerde kat’î ispat edildiği gibi, mevt dahi hayat gibi nikmet içinde nikmet, azap içinde azaptır; o bahisten hariçtir.


ÜÇÜNCÜ SUAL: Cehennem nerededir?Cehennemin yeri, قُلْ اِنَّماَ الْعِلْمُ عِنْدَ اللهِ
blank.gif
1لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ الله
2
blank.gif


Elcevap:
Bazı rivâyatla, “tahte’l-arz” denilmiştir.
blank.gif
3
Başka yerlerde beyan ettiğimiz gibi, küre-i arz, hareket-i seneviyesiyle, ileride mecma-ı haşir olacak bir meydanın etrafında bir daire çiziyor. Cehennem ise, arzın o medar-ı senevîsi altındadır demektir. Görünmemeleri ve hissedilmemeleri, perdeli ve nursuz ateş olduğu içindir. Küre-i arzın seyahat ettiği mesafe-i azîmede pek çok mahlûkat var ki, nursuz





[NOT]Dipnot-1 “De ki: İlim ancak Allah katındadır.” Mülk Sûresi, 67:26.

Dipnot-2 bk. “Gaybı Allah’tan başkası bilmez.” Neml Sûresi, 27:65; Tirmizi, Sevâbü’l-Kur’ân: 7.

Dipnot-3 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:281; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:568.

[/NOT]





Mahbûb-u Bâkî: varlıklar tarafından çok sevilen ve varlığının sonu olmayan sonsuz sevgili, Allah (bk. ḥ-b-b; b-ḳ-y)ahbap: sevilenler, dostlar (bk. ḥ-b-b)
arz: yer, dünyaayn-ı nimet ve rahmet: rahmetin ve nimetin ta kendisi (bk. n-a-m; r-ḥ-m)
azap: acı, sıkıntıbahis: konu
beyan: açıklama (bk. b-y-n)bâki: devamlı, kalıcı (bk. b-ḳ-y)
ced: dede, atadaire-i rahmet: rahmet dairesi (bk. r-ḥ-m)
dağdağa: sıkıntı, kargaşaehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)
esbab: sebebler (bk. s-b-b)fevkinde: üstünde
hareket-i seneviye: senelik harekethususan: bilhassa, özellikle
istirahat: dinlenme, rahatlamakat’î: kesin
küre-i arz: yerküre, dünyamahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mazhariyet: sahip olma, erişme (bk. ẓ-h-r)mecma-ı haşir: haşirde toplanma yeri (bk. c-m-a; ḥ-ş-r)
medar-ı senevî: (dünyanın) güneş etrafındaki bir yıllık yörüngesimesafe-i azîme: büyük mesafe (bk. a-ẓ-m)
mevt: ölüm (bk. m-v-t)musibetzede: musibete, belâya uğrayan kimse
müptelâ: imtihana tabi tutulmuşmüteaddit: birçok, çeşitli
nevm: uykunikmet: azap, ceza; nimetin zıttı
nimet: iyilik, lütuf, ihsan (bk. n-a-m)peder: baba
rahmet: şefkat, merhamet, ihsan (bk. r-ḥ-m)rivâyât: rivayetler, nakledilen şeyler
sefalet-i hal: perişan ve yoksul bir hal, yaşayışsürurlu: mutlu, sevinçli
tahte’l-arz: yeraltıvalide: anne
visal: kavuşmavüs’atli: geniş
zelzele: sarsıntı, depremâlem-i berzah: dünya ile âhiret arasındaki kabir âlemi (bk. a-l-m)
ıztırap: acı, sıkıntışedâid: şiddetler; sıkıntılı ve zahmetli durumlar
şerâit-i hayatiye: hayat şartları (bk. ḥ-y-y)

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Birinci Mektub - Sayfa 30

oldukları için görünmezler. Kamer, nuru çekildikçe vücudunu kaybettiği gibi, nursuz çok küreler, mahlûklar, gözümüzün önünde olup göremiyoruz.

Cehennem ikidir. Biri suğrâ, biri kübrâdır. İleride, suğrâ kübrâya inkılâp edeceği ve çekirdeği hükmünde olduğu gibi, ileride ondan bir menzil olur. Cehennem-i Suğrâ, yerin altında, yani merkezindedir. Kürenin altı, merkezidir. İlm-i tabakatü’l-arzca malûmdur ki, ekseriya her otuz üç metre hafriyatta, bir derece-i hararet tezayüd eder. Demek, merkeze kadar nısf-ı kutr-u arz, altı bin küsûr kilometre olduğundan, iki yüz bin derece-i harareti câmi, yani iki yüz defa ateş-i dünyevîden şedit ve rivayet-i hadîse muvafık bir ateş bulunuyor.
blank.gif
1

Şu Cehennem-i Suğrâ, Cehennem-i Kübrâya ait çok vezâifi, dünyada ve âlem‑i berzahta görmüş ve ehâdislerle işaret edilmiştir. Âlem-i âhirette, küre-i arz nasıl ki sekenesini medar-ı senevîsindeki meydan-ı haşre döker. Öyle de, içindeki Cehennem-i Suğrâyı dahi Cehennem-i Kübrâya emr-i İlâhî ile teslim eder. Ehl-i İtizâlin bazı imamları “Cehennem sonradan halk edilecektir” demeleri, halihazırda tamamıyla inbisat etmediğinden ve sekenelerine tam münasip bir tarzda inkişaf etmediğinden galattır ve gabâvettir.

Hem perde-i gayb içindeki âlem-i âhirete ait menzilleri dünya gözümüzle görmek ve göstermek için, ya kâinatı küçültüp iki vilâyet derecesine getirmeli, veyahut gözümüzü büyütüp yıldızlar gibi gözlerimiz olmalı ki, yerlerini görüp tayin edelim. وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللهِ
blank.gif
2
Âhiret âlemine ait menziller bu dünyevî gözümüzle görülmez. Fakat, bazı rivâyâtın işârâtıyla, âhiretteki Cehennem bu dünyamızla münasebettardır. Yazın şiddet-i hararetine مِنْ فَيْحِ جَهَنَّمَ
blank.gif
3
denilmiştir.



[NOT]Dipnot-1 bk. Buhârî, Bedü’l-Halk, 10; Müslim, Cennet, 30; Tirmîzî, Cehennem, 7; Müsned, 2:313.

Dipnot-2 Gerçek ilim Allah katındadır.

Dipnot-3 “Muhakkak ki yaz sıcağının şiddeti Cehennem sıcağındandır.” Buharî, Mevâkît: 9, 10; Müslim, Mesâcid: 180, 181; Ebû Dâvud, Salât: 4; Tirmizî, Mevâkît: 5; Nesâî, Mevâkît: 5.

[/NOT]




Cehennem-i Kübrâ: Büyük CehennemCehennem-i Suğrâ: Küçük Cehennem
ateş-i dünyevî: dünya ateşicâmi: kapsamlı, içine alan (bk. c-m-a)
derece-i hararet: sıcaklık derecesidünyevî: dünyaya ait
ehl-i İtizâl: ehl-i sünnet dışı Mu’tezile mezhebine mensup olan kimseler ehâdis: hadisler, Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)
ekseriya: genellikle, çoğunlukla (bk. k-s̱-r)emr-i İlâhî: Allah’ın emri (bk. e-l-h)
gabâvet: ahmaklık, zekâ geriliğigalat: hatâ, yanlış
hafriyat: yeri derinlemesine kazmahalk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)
ilm-i tabakatü’l-arz: yeraltı ilmi, jeoloji (bk. a-l-m)inbisat: genişleme, yayılma
inkişaf: açılma, gelişme (bk. k-ş-f)inkılâp: dönüşme
işârât: işaretlerkamer: ay
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)kübrâ: büyük (bk. k-b-r)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)malûm: bilinen (bk. a-l-m)
medar-ı senevî: (dünyanın) güneş etrafındaki bir yıllık yörüngesimenzil: yer, mekân (bk. n-z-l)
meydan-ı haşir: haşir meydanı (bk. ḥ-ş-r)muvafık: uygun
münasebettar: ilgili, bağlantılı (bk. n-s-b)münasip: uygun (bk. n-s-b)
nısf-ı kutr-u arz: dünyanın yarıçapıperde-i gayb: mânevî âlemleri gözümüzden saklayan perde (bk. ğ-y-b)
rivayet-i hadis: Peygamberimizden rivayet edilen söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)rivâyât: rivayetler, nakledilen şeyler
sekene: sâkinler, ikâmet edenler (bk. s-k-n)suğrâ: küçük
tezayüd: artmavezâif: vazifeler, görevler
vücud: varlık (bk. v-c-d)âhiret âlemi: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r; a-l-m)
âlem-i berzah: dünya ile âhiret arasındaki kabir âlemi (bk. a-l-m)âlem-i âhiret: öldükten sonraki hayat, âhiret âlemi (bk. a-l-m; e-ḫ-r)
şedit: şiddetlişiddet-i hararet: sıcaklığın şiddeti

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Birinci Mektub - Sayfa 31

Demek, bu dünyevî, küçücük ve sönük akıl gözüyle o büyük Cehennem görülmez. Fakat ism-i Hakîmin nuruyla bakabiliriz. Şöyle ki:

Arzın medar-ı senevîsi altında bulunan Cehennem-i Kübrâ, yerin merkezindeki Cehennem-i Suğrayı güya tevkil ederek bazı vezâifini gördürmüş. Kadîr-i Zülcelâlin mülkü pek çok geniştir; hikmet-i İlâhiye nereyi göstermişse Cehennem-i Kübrâ oraya yerleşir. Evet, bir Kadîr-i Zülcelâl ve emr-i كُنْ فَيَكُونُ
blank.gif
1
‘a mâlik bir Hakîm-i Zülkemâl, gözümüzün önünde, kemâl-i hikmet ve intizamla kameri arza bağlamış; azamet-i kudret ve intizamla arzı güneşe raptetmiş; ve güneşi, seyyârâtıyla beraber, arzın sür’at-i seneviyesine yakın bir sür’atle ve haşmet-i rububiyetiyle, bir ihtimale göre şemsü’ş-şümus tarafına bir hareket vermiş; ve donanma elektrik lâmbaları gibi yıldızları saltanat-ı rububiyetine nuranî şahitler yapmış, onunla saltanat-ı rububiyetini ve azamet-i kudretini göstermiş bir Zât-ı Zülcelâlin kemâl-i hikmetinden ve azamet-i kudretinden ve saltanat-ı rububiyetinden uzak değildir ki, Cehennem-i Kübrâyı elektrik lâmbalarının fabrikasının kazanı hükmüne getirip âhirete bakan semânın yıldızlarını onunla iş’âl etsin, hararet ve kuvvet versin. Yani, âlem-i nur olan Cennetten yıldızlara nur verip, Cehennemden nar ve hararet göndersin; aynı halde, o Cehennemin bir kısmını ehl-i azâba mesken ve mahpes yapsın.


Hem bir Fâtır-ı Hakîm ki, dağ gibi koca bir ağacı, tırnak gibi bir çekirdekte saklar. Elbette, o Zât-ı Zülcelâlin kudret ve hikmetinden uzak değildir ki, küre-i arzın kalbindeki Cehennem-i Suğrâ çekirdeğinde Cehennem-i Kübrâyı saklasın.

Elhasıl: Cennet ve Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden bir dalın iki meyvesidir. Meyvenin yeri ise, dalın müntehâsındadır.




[NOT]Dipnot-1 “(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.

[/NOT]




Cehennem-i Kübrâ: Büyük Cehennem (bk. k-b-r)Cehennem-i Suğra: Küçük Cehennem
Fâtır-ı Hakîm: herşeyi hikmetle ve harika üstün san’atıyla yoktan yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ḥ-k-m)Hakîm-i Zülkemâl: sonsuz kemâl sahibi ve herşeyi hikmetle yaratan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; k-m-l)
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
arz: yer, dünyaazamet-i kudret: kudret ve düzenin büyüklüğü (bk. a-ẓ-m; ḳ-d-r)
ebed: sonu olmayan, sonsuzluk (bk. e-b-d)
ehl-i azâp: azâp ve ceza görecek kimseler
elhasıl: özetle, sonuç olarakhararet: sıcaklık
haşmet-i Rububiyet: Rablığın haşmeti; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının görkemi (bk. r-b-b)hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i İlâhiye: Allah’ın hikmeti; herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratması (bk. ḥ-k-m; e-l-h)intizam: düzenlilik, tertip (bk. n-ẓ-m)
ism-i Hakîm: Allah’ın herşeyi hikmetle yaptığını bildiren ismi (bk. s-m-v; ḥ-k-m)iş’âl: tutuşturma
kamer: aykemâl-i hikmet: hikmet ve düzenin mükemmelliği (bk. k-m-l; ḥ-k-m; n-ẓ-m)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)küre-i arz: yerküre, dünya
mahpes: hapis yerimedar-ı senevî: (dünyanın) güneş etrafındaki bir yıllık yörüngesi
mesken: yer (bk. s-k-n)mâlik: sahip (bk. m-l-k)
müntehâ: son nokta, uçnar: ışığı olmayan ateş
nur: aydınlık, ışık (bk. n-v-r)nuranî: nurdan yaratılmış (bk. n-v-r)
raptetmek: bağlamaksaltanat-ı rububiyet: Rablık saltanatı; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. s-l-ṭ; r-b-b)
semâ: gök (bk. s-m-v)seyyârât: gezegenler
sür’at-i seneviye: dünyanın yıllık hızıtevkil: vekil tayin etme (bk. v-k-l)
vezâif: vazifeler, görevlerâhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat (bk. e-ḫ-r)
âlem-i nur: nur âlemi (bk. a-l-m; n-v-r)şecere-i hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)
şemsü’ş-şumus: güneşler güneşi, en büyük güneş

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Birinci Mektub - Sayfa 32

Hem şu silsile-i kâinatın iki neticesidir. Neticelerin mahalleri, silsilenin iki tarafındadır. Süflîsi, sakîli aşağı tarafında; nuranîsi, ulvîsi yukarı tarafındadır.

Hem şu seyl-i şuûnâtın ve mahsulât-ı mâneviye-i arziyenin iki mahzenidir. Mahzenin mekânı ise, mahsulâtın nev’ine göre, fenası altında, iyisi üstündedir.

Hem ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudat-ı seyyâlenin iki havzıdır. Havzın yeri ise, seylin durduğu ve tecemmu ettiği yerdedir. Yani, habîsâtı ve müzahrefâtı esfelde, tayyibâtı ve sâfiyâtı âlâdadır.Hem lütuf ve kahrın, rahmet ve azametin iki tecellîgâhıdır. Tecellîgâhın yeri ise her yerde olabilir. Rahmân-ı Zülcemâl ve Kahhâr-ı Zülcelâl nerede isterse tecellîgâhını açar.

Amma Cennet ve Cehennemin vücutları ise, Onuncu ve Yirmi Sekizinci ve Yirmi Dokuzuncu Sözlerde gayet kat’î bir surette ispat edilmiştir. Şurada yalnız bu kadar deriz ki: Meyvenin vücudu dal kadar ve neticenin silsile kadar ve mahzenin mahsulât kadar ve havzın ırmak kadar ve tecellîgâhın, rahmet ve kahrın vücutları kadar kat’î ve yakîndir.

DÖRDÜNCÜ SUAL: Mahbuplara olan aşk-ı mecazî aşk-ı hakikîye inkılâp ettiği gibi, acaba ekser nasta bulunan, dünyaya karşı olan aşk-ı mecazî dahi bir aşk-ı hakikîye inkılâp edebilir mi?

Elcevap: Evet. Dünyanın fâni yüzüne karşı olan aşk-ı mecazî, eğer o âşık, o yüzün üstündeki zeval ve fenâ çirkinliğini görüp ondan yüzünü çevirse, bâki bir mahbup arasa, dünyanın pek güzel ve âyine-i esmâ-i İlâhiye ve mezraa-i âhiret olan iki diğer yüzüne bakmaya muvaffak olursa, o gayr-ı meşru mecazî aşk, o vakit aşk-ı hakikîye inkılâba yüz tutar. Fakat bir şartla ki, kendinin zâil ve hayatıyla bağlı kararsız dünyasını haricî dünyaya iltibas etmemektir. Eğer ehl-i dalâlet





Kahhâr-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve herşeye her zaman mutlak galip gelen ve kahretmeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-h-r; ẕü; c-l-l)Rahmân-ı Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi ve kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah (bk. r-ḥ-m; ẕü; c-m-l)
azamet: büyüklük (bk. a-ẓ-m)aşk-ı hakikî: gerçek aşk; gerçek güzellik sahibi olan Allah’a duyulan sevgi (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
aşk-ı mecazî: gerçek olmayan aşk; geçici ve sınırlı bir güzelliğe karşı duyulan sevgi (bk. c-v-z)bâki: devamlı, kalıcı, ölümsüz (bk. b-ḳ-y)
cereyan: hareketebed: sonu olmayan, sonsuzluk (bk. e-b-d)
ehl-i dalâlet ve gaflet: doğru ve hak yoldan sapmış, inançsız ve âhiretten habersiz, mânevî sorumluluklarına karşı duyarsız kimseler (bk. ḍ-l-l; ğ-f-l)ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
esfel: aşağı ve alçak yerfena: kötü (bk. f-n-y)
fenâ: gelip geçicilik, ölümlülük (bk. f-n-y)fâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y)
gayr-ı meşru: helâl olmayan, dine aykırı (bk. ş-r-a)habîsât: kötü ve çirkin şeyler
haricî: dışa aithavz: havuz
iltibas: karıştırmainkılâp: dönüşme
kahr: mahvetme, yok etmekat’î: kesin
lütuf: iyilik, ihsan, bağış (bk. l-ṭ-f)mahal: yer, mekân
mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b)mahsulât: mahsuller, ürünler
mahsulât-ı mâneviye-i arziye: yeryüzünün mânevî ürünleri (bk. a-n-y)mahzen: depo
mecazî: gerçek olmayan (bk. c-v-z)mekân: yer (bk. m-k-n)
mevcudat-ı seyyâle: devamlı akıp giden varlıklar (bk. v-c-d)mezraa-i âhiret: âhiretin tarlası (bk. e-ḫ-r)
muvaffak: başarılı olmamüzahrefât: süprüntüler, atıklar
nas: insanlarnev’: çeşit, tür
nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
sakîl: ağırseyl: sel, akıntı
seyl-i şuûnât: olayların, iş ve fiillerin akışı (bk. ş-e-n)silsile: zincir
silsile-i kâinat: kâinat zinciri, varlık halkaları (bk. k-v-n)suret: biçim, şekil (bk. ṣ-v-r)
sâfiyât: saf ve temiz şeyler (bk. ṣ-f-y)süflî: aşağı, alçak
tayyibât: iyi ve güzel şeylertecellîgâh: yansıma ve görünme yeri (bk. c-l-y)
tecemmu: birikme, toplanma (bk. c-m-a)ulvî: yüksek, yüce
vücut: varlık (bk. v-c-d)yakin: şüpheye yer bırakmayacak derecede kesinlik (bk. y-ḳ-n)
zeval: geçip gitme, sona erme (bk. z-v-l)zâil: geçici, yok olucu (bk. z-v-l)
âlâ: yüce ve yüksek yerâyine-i esmâ: Allah’ın isimlerini gösteren ayna, varlıklar (bk. s-m-v)

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Birinci Mektub - Sayfa 33

ve gaflet gibi kendini unutup, âfâka dalıp, umumî dünyayı hususî dünyası zannedip ona âşık olsa, tabiat bataklığına düşer, boğulur. Meğer ki, harika olarak bir dest-i inâyet onu kurtarsın. Şu hakikati tenvir için şu temsile bak:

Meselâ, şu güzel, ziynetli odanın dört duvarında, dördümüze ait dört endam âyinesi bulunsa, o vakit beş oda olur: biri hakikî ve umumî, dördü misalî ve hususî. Herbirimiz, kendi âyinemiz vasıtasıyla, hususî odamızın şeklini, heyetini, rengini değiştirebiliriz. Kırmızı boya vursak kırmızı, yeşil boyasak yeşil gösterir. Ve hâkezâ, âyinede tasarrufla çok vaziyetler verebiliriz. Çirkinleştirir, güzelleştirir, çok şekillere koyabiliriz. Fakat haricî ve umumî odayı ise kolaylıkla tasarruf ve tağyir edemeyiz. Hususî oda ile umumî oda hakikatte birbirinin aynı iken, ahkâmda ayrıdırlar. Sen bir parmakla odanı harap edebilirsin; ötekinin bir taşını bile kımıldatamazsın.

İşte, dünya süslü bir menzildir. Herbirimizin hayatı bir endam âyinesidir. Şu dünyadan herbirimize birer dünya var, birer âlemimiz var. Fakat direği, merkezi, kapısı, hayatımızdır. Belki o hususî dünyamız ve âlemimiz bir sahifedir, hayatımız bir kalem—onunla, sahife-i a’mâlimize geçecek çok şeyler yazılıyor.Eğer dünyamızı sevdikse, sonra gördük ki, dünyamız, hayatımız üstünde bina edildiği için, hayatımız gibi zâil, fâni, kararsızdır, hissedip bildik. Ona ait muhabbetimiz, o hususî dünyamız âyine olduğu ve temsil ettiği güzel nukuş-u esmâ-i İlâhiyeye döner, ondan cilve-i esmâya intikal eder.

Hem o hususî dünyamız, âhiret ve Cennetin muvakkat bir fidanlığı olduğunu derk edip, ona karşı şedit hırs ve talep ve muhabbet gibi hissiyatımızı onun neticesi ve semeresi ve sümbülü olan uhrevî fevâidine çevirsek, o vakit o mecazî aşk hakikî aşka inkılâp eder.

Yoksa,
blank.gif
1 نَسُوا اللهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْ اُولٰۤئِكَ هُمُ الْفاَسِقُونَ sırrına mazhar olup, nefsini unutup, hayatın zevâlini düşünmeyerek hususî, kararsız dünyasını





[NOT]Dipnot-1 “Onlar Allah’ı unuttular. Allah da onlara kendilerini unutturdu. Onlar yoldan çıkmış kimselerin tâ kendisidir.” Haşir Sûresi, 59:19.

[/NOT]



ahkâm: hükümler, esaslar (bk. ḥ-k-m)aşk-ı hakikî: gerçek aşk; gerçek güzellik sahibi olan Allah’a duyulan sevgi (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
bina: yapma, kurmacilve-i esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimlerinin görüntüsü (bk. c-l-y; s-m-v; e-l-h)
derk etmek: anlamak, kavramakdest-i inâyet: koruyucu el (bk. a-n-y)
endam: boyfevâid: faydalar
fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y)hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)harap: yıkma, yok etme
haricî: dışa aitheyet: şekil, suret, yapı
hissiyat: hisler, duygular
hususî: özel
hâkezâ: böylece, bunun gibiinkılâp: dönüşme
intikal: geçmemazhar: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r)
mecazî: gerçek olmayan (bk. c-v-z)menzil: durak, yer (bk. n-z-l)
misalî: görüntüden ibaret (bk. m-s̱-l)muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
muvakkat: geçicinefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nukuş-u esmâ-i İlâhiye: Allah’ın güzel isimlerinin nakışları, işlemeleri (bk. n-ḳ-ş; s-m-v; e-l-h)sahife-i a’mâl: iş ve davranışların yazıldığı sayfa
semere: meyve, sonuçtabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
talep: istek (bk. ṭ-l-b)tasarruf: kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f)
tağyir: değiştirmetemsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
temsil etmek: adına hareket etmektenvir: nurlandırma, aydınlatma (bk. n-v-r)
uhrevî: âhirete ait (bk. e-ḫ-r)umumî: genel, herkese ait
zeval: geçip gitme, sona erme (bk. z-v-l)ziynet: süs (bk. z-y-n)
zâil: geçici, yok olucu (bk. z-v-l)âfâk: dış dünya
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)âlem: dünya (bk. a-l-m)
şedit: şiddetli

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Birinci Mektub - Sayfa 34

aynı umumî dünya gibi sabit bilip kendini lâyemut farz ederek dünyaya saplansa, şedit hissiyatla ona sarılsa, onda boğulur, gider. O muhabbet onun için hadsiz belâ ve azaptır. Çünkü, o muhabbetten yetimâne bir şefkat, meyusâne bir rikkat tevellüt eder. Bütün zîhayatlara acır, hattâ güzel ve zevâle maruz bütün mahlûkata bir rikkat ve bir firkat hisseder; elinden birşey gelmez, ye’s-i mutlak içinde elem çeker.

Fakat gafletten kurtulan evvelki adam, o şedit şefkatin elemine karşı ulvî bir tiryak bulur ki, acıdığı bütün zîhayatların mevt ve zevâlinde bir Zât-ı Bâkînin bâki esmâsının daimî cilvelerini temsil eden âyine-i ervahları bâki görür; şefkati bir sürura inkılâp eder. Hem zeval ve fenâya maruz bütün güzel mahlûkatın arkasında bir cemâl-i münezzeh ve hüsn-ü mukaddes ihsas eden bir nakış ve tahsin ve san’at ve tezyin ve ihsan ve tenvir-i daimîyi görür. O zeval ve fenâyı, tezyid-i hüsün ve tecdid-i lezzet ve teşhir-i san’at için bir tazelendirmek şeklinde görüp, lezzetini ve şevkini ve hayretini ziyadeleştirir.


اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
blank.gif
1

Said Nursî



endOfSection.gif
endOfSection.gif



[NOT]Dipnot-1 Bâkî olan sadece Odur.

[/NOT]



Zât-ı Bâkî: kendi varlığı sonsuza kadar devam eden ve dilediği varlığa bekâ veren, onları sonsuz ve kalıcı hale getiren Zât; Allah (bk. b-ḳ-y)azap: acı, şiddetli sıkıntı
bâki: devamlı, kalıcı, sonsuz (bk. b-ḳ-y)cemâl-i münezzeh: kusur ve çirkinlikten uzak güzellik (bk. c-m-l; n-z-h)
cilve: görüntü, akis (bk. c-l-y)
daimî: devamlı, sürekli
elem: acı, keder, üzüntüesmâ: isimler (bk. s-m-v)
farz etmek: varsaymakfenâ: gelip geçicilik, ölümlülük (bk. f-n-y)
firkat: ayrılık (bk. f-r-ḳ)gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli, umursamazlık (bk. ğ-f-l)
hadsiz: sınırsızhissiyat: hisler, duygular
hüsn-ü mukaddes: kutsal ve kusursuz güzellik (bk. ḥ-s-n; ḳ-d-s)ihsan: bağış, iyilik, lütuf (bk. ḥ-s-n)
ihsas: hissettirmeinkılâp: dönüşme
lâyemut: ölümsüz (bk. mâ-lâ; m-v-t)mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
maruz: tesiri altında ve karşısında olmamevt: ölüm (bk. m-v-t)
meyusâne: ümitsizcemuhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
rikkat: acımasürur: mutluluk, sevinç
tahsin: güzelleştirme (bk. ḥ-s-n)tecdid-i lezzet: lezzeti yenileme, tazeleme
tenvir-i daimî: daimî, sürekli aydınlık, aydınlatma (bk. n-v-r)tevellüt: doğma, meydana gelme
tezyid-i hüsün: güzelliğin ziyadeleşmesi, artması (bk. ḥ-s-n)tezyin: süsleme (bk. z-y-n)
teşhir-i san’at: san’atın sergilenmesi (bk. ṣ-n-a)tiryak: ilaç, derman
ulvî: yüksek, yüceumumî: genel, herkese ait
yetimâne: yetimceye’s-i mutlak: tam bir ümitsizlik (bk. ṭ-l-ḳ)
zeval: geçip gitme, sona erme (bk. z-v-l)ziyadeleştirmek: artırmak, fazlalaştırmak
zîhayat: hayat sahibi, canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)âyine-i ervah: ruhların aynası (bk. r-v-ḥ)
şedit: şiddetlişefkat: içten ve karşılıksız merhamet, sevgi (bk. ş-f-ḳ)
şevk: şiddetli arzu ve istek

 
Üst