Nur talebelerinin sadece Risale-i Nur okudukları, tenkit yollu olarak söyleniyor

Nevzatt

Well-known member
Nur talebelerinin sadece Risale-i Nur okudukları, tenkit yollu olarak söyleniyor. Ne dersiniz?


Üstad hazretleri , Risaleler hakkında; “Risale-i Nur hakaik-i imaniyeye taalluk eden meselelerde kâfidir, başka eserlere ihtiyaç bırakmaz.” der. Başka yerlerde de bu ifadeyi “haslar için” diye tahsis eder. Üstadın zamanında hizmetle ve telifatla alakadar olanların çok az olması itibariyle, bu umumi ve yüce hizmet onların mesailerine terettüb ettiğinden başka şeylerle iştigal etmeleri hizmete sekte vuracağından, o zamanki Nur talebelerinin tümü Risalelerle meşgul olmuş, başka şeylerle ilgilenmemişlerdir.

Ayrıca bu zamanda herkes belli konularda ihtisaslaşmakta, ihtisas konuları dışındaki eserlere fazla zaman ayırmamaktadır. “Umuma el atmak, umumu terk etmektir.” Dolayısıyla kendilerini bu davaya adamış ve Risalelere hizmet etmeyi gaye edinmiş bir kimsenin başka şeylerle fazlaca meşgul olması ihtisasını zedeler ve motivasyonunu bozar. Zaten ihtisaslaşmanın mahiyeti icabı böyle olması lazımdır.

Üstad, bu zamanın hastalığını zaaf-ı diyanet olarak belirlemiş, batıl felsefi cereyanlarla nice insanların imanlarının zedelendiğini görmüş, bütün bunlara karşı iman hakikatlerini izah ve ispata ağırlık vererek bu zamanın hastalıklarına tam deva olacak Nur Külliyatını telif etmiştir. Nur talebeli de bu eserleri muhtaç olanlara ulaştırmayı bu zamanın en büyük bir manevi cihadı olarak benimsemişler ve bunu hayatlarının gayesi yapmışlardır.

Bununla birlikte Nur talebeleri bilgilerini artırmak için başka faydalı eserleri de okurlar. Ama bu okuyuş şahsi kalır. Birlikte neşir ve ilan için çalıştıkları eserler Nur külliyatıdır. Bunun normal karşılanması gerekir. Her fakültede bütün bilim dalları okutulmadığı, her tarikatta bütün zikirler çekilmediği, her sanayici her çeşit mamülün üretimine çalışmadığı gibi, Nur talebeleri de iman kurtarma davasına öncelik vermekte ve çalışmalarını bu sahada yoğunlaştırmaktadırlar. Kaldı ki, Nur talebeleri, imani ve Kur'ani hakikatlerin öğrenilmesinde bir tefsir olarak risaleleri okumayı tercih etmekle birlikte, okudukları tek kitap risaleler değildir.

Onlar risalelerden namazın niçin kılınacağını öğrenirler, ilmihal okuyarak ise nasıl kılınacağını öğrenirler. 11. Lemayı okuduklarında peygamber efendimizin sünnetine uymanın lüzumunu anlarlar, siyer kitapları okuyarak ise sünnetin ayrıntılarını öğrenirler.

Bugün Nur talebelerince kurulmuş birçok yayınevi vardır. Buralarda basılan kitaplara bakılırsa meselenin boyutları görülebilir.
 

uhuvvet_58

New member
Ynt: Nur talebelerinin sadece Risale-i Nur okudukları, tenkit yollu olarak söyleniyor

Değerli Kardeşlerimiz;
Nur talebeleri, İmani ve Kur'ani hakikatlerin öğrenilmesinde bir tefsir olarak risaleleri okumayı tercih etmekle birlikte, okudukları tek kitap risaleler değildir.
Onlar risalelerden namazın niçin kılınacağını öğrenirler, ilmihal okuyarak ise nasıl kılınacağını öğrenirler.
11. Lemayı okuduklarında peygamber efendimizin sünnetine uymanın lüzumunu anlarlar, siyer kitapları okuyarak ise sünnetin ayrıntılarını öğrenirler.
Risalei Nur eserleri iman noktasından başka eserlere ihtiyaç bırakmamıştır.Yani bir kişi mesela haşir risalesini ve alakalı yerlerini risalei nurdan okuyup tedkik edip öğrendikten sonra haşirle alakalı artık başka bir kitap aramaması gerek Çünkü bediüzzaman hazretleri o konuda akli mantıki ve nakli(ayet hadis) delilleri en mükemmel bir şekilde ifade etmiş ve başka eserlere de ihtiyaç bırakmamıştır.Allaha iman, melaikeler vs.konularda buna kıyas edilebilir.
Ancak Risalei nurların açılımı olan tarihi ,coğrafik bilgileri veya biyoloji ,tıp gibi ilimleri gerek müstakil gerekse risalei nurla irtibatlandırarak okumakta hiçbir beis bulunmamaktadır.Konuyla alakalı olarak bediüzzaman hazretleri kastamonu lahikasında şu beyanatta bulunuyor:
"Diyorlar: "Said yanında başka kitapları bulundurmuyor; demek onları beğenmiyor. Ve İmam-ı Gazâlî'yi (r.a.) de tam beğenmiyor ki, eserlerini yanına getirmiyor."
İşte bu acip, manasız sözlerle bir bulantı veriyorlar. Bu nevi hileleri yapan, perde altında ehl-i zındıkadır; fakat, safdil hocaları ve bazı sofuları vasıta yapıyorlar.
Buna karşı deriz ki: Hâşâ, yüz defa hâşâ! Risale-i Nur ve şakirtlerinin bir üstadı olan Hüccetü'l-İslam İmam-ı Gazalî ve beni Hazret-i Ali ile bağlayan yegâne üstadımı beğenmemek değil, belki bütün kuvvetleriyle onların takip ettiği mesleği ehl-i dalâletin hücumundan kurtarmak ve muhafaza etmektir.
Fakat, onların zamanında bu dehşetli zındıka hücumu, erkân-ı imaniyeyi sarsmıyordu. O muhakkik ve allâme ve müçtehid zatların asırlarına göre münazara-i ilmiyede ve diniyede istimal ettikleri silâhlar hem geç elde edilir, hem bu zaman düşmanlarına birden galebe edemediğinden, Risale-i Nur Kur'an-ı Mucizü'l-Beyandan hem çabuk, hem keskin, hem tam düşmanların başını dağıtacak silâhları bulduğu için, o mübarek ve kudsi zatların tezgâhlarına müracaat etmiyor.... "
 

uhuvvet_58

New member
Ynt: Nur talebelerinin sadece Risale-i Nur okudukları, tenkit yollu olarak söyleniyor

Risale-i Nur’da “Bir sene bu Risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakikatlı bir âlimi olabilir.” denilmiş. Risalelerde ilmihal, fıkıh bilgisi mevcut değil, sadece iman hakikatleri anlatılmış. İlmihal ve fıkıh öğrenmeden risalelerle nasıl alim olunabilir?

Bu ifade Risale-i Nur'un diğer yerlerinde izah edilmiştir. Mesela: Üstadımız, risalelerin iman hakikatlerine taalluk eden mevzularda kafi olduğunu ve bu zamanda iman hakikatlerine dair mevzularda fetva vazifesiyle tavzif edildiğini ifade ediyor. Ayrıca Kastamonu Lahikasında “Risale-i nur başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor” ifadesi bulunuyor. Bu ifade hayatını Risale-i Nura vakfeden, Üstadımızın haslar diye ifade ettiği fedakarlara mahsustur cümlesiyle hususileştiriliyor..

“Risaleleri bir yıl kabul ederek ve anlayarak okuyan zamanın hakikatli bir alimi olur” ifadesi genel olmayıp, üç cihette hususiliği vardır.

• Mevzular açısından

• Zaman açısından

• Şahıslar açısından

1- Risale-i Nurun mevzuu iman hakikatlerine dair konulardır. Risale-i Nuru okuyanlar, Risale-i Nurun mevzuu ile ilgili konularda hakikatli bir alim olabilir. Bu, hadis ilminde, muamelat ilminde, tarihte veya bizim bildiğimiz fıkıhta alim olur manasına gelmez. Demek ki bu gibi konularda başka eserlere müracaat edilebilir.

2- Zamanımızda İslâmiyet'in sarsılan kısmı veya ehli dalaletin tecavüz ettiği mevzular inanca, itikada, iman esaslarına taalluk ediyor. Eski zamanda ise bu gibi mevzular sağlam ve muhkem olup kimsenin eli buralara uzanamadığından dolayı o zamandaki eserler genellikle meyve ve tezyinat kabilinden olan muamelat, tasavvuf ve ahlaka dair telifatlar idi. Zamanımızda ise, dinin esaslarına, iman hakikatlerine zarar verildiğinden, Risale-i Nur eserleri zamanın gereği olarak imani konularda tahşidat yapıyor. “Zamanın hakikatli alimi olur” ifadesi bu zamanla tahdit edilmiş olur.

3- Bazı fedakarlar, hayatının gayesi olarak, Risale-i Nurla iman hakikatlerine hizmeti seçmişlerdir. Bunların sayıları da fazla olmadığından dolayı, vakitleri ancak bu meselelere kifayet eder. Başka eserlerle meşgul olmak bir nevi zamanlarını alacağından ve diğer ilimlerle de bir çok insan alâkadar olduğu için, Bediüzzaman Hazretleri, O fedakar ruhların ihtisas kabilinden bu ilimlerle meşgul olmasını tavsiye eder.

Ayrıca “alim olmak” denilince neyin alimi olmak konusu akla gelir. İnsan neyi bilirse onun alimidir. İlmin en yüksek mertebesi Allah’ı bilmektir. İlimlerin şahı ve padişahı marifetullahtır ve Rabbini tanımaktır. Demek ki hakikatli alim olmak, Rabbini iyi tanımak ve iyi bilmekle mümkündür.

Diğer taraftan, “bir şey mutlak zikir olunursa kemaline masruftur.” kaidesine göre, “zamanın hakikatli alimi olur” ifadesinde alimliğin kemali nazara verilmiş olur. Çünkü: İlmin kemali Rabbül-alemini tanımaktır. Dolayısıyla alimin kemali de Allah’ı iyi bilen ve tanıyan demektir. Elbette Fıkıh bilmek te İslâmiyet'in icabındandır. Zamanın hakikatli alimi olmak, fıkhı bilmemek manasına gelmez. Zaten bir insan hakikat ilmini öğrendiğinde, onun lazımı olan fıkhi meseleleri de bilecek demektir. İmam-ı Azamın “El-Fıkhu’l- Ekber” isimli eseri tamamen iman hakikatlerini ihtiva eder. Bir müminin bunları öğrenmesi mecburidir. Bunlar olmadan sağlam bir itikattan söz edilemez. Burada kusuru olanın amelinin sağlam olması kendisini kurtarmayabilir.

Demek ki, Risale-i nurları bir yıl anlayarak ve kabul ederek okuyan zamanın hakikatli bir alimi olur, ifadesinden bunlar anlaşılmalı. Yoksa asla diğer ilimleri, kitapları ve konuları beğenmeme, küçümseme ve ilgisiz kalma veya Risale-i Nuru okuyan ve bilenin bütün ilimlerin alimi olur manası anlaşılmaz.
 

Garib

Well-known member
Ynt: Nur talebelerinin sadece Risale-i Nur okudukları, tenkit yollu olarak söyleniyor

RİSALE-NURDAN DAHA İYİ ESER VARSA OKUYALIM
VALLA BEN GÖRMEDİM........
 

Garib

Well-known member
Ynt: Nur talebelerinin sadece Risale-i Nur okudukları, tenkit yollu olarak söyleniyor

NASIL İFTİRA YAF İLMİHAL OKUYORUZ YA
BİDE OKULDA ENVAİ ÇEŞİT MİLLİ EĞİTİMİN KİTAPLARINI OKUYORUZ........
 
Ynt: Nur talebelerinin sadece Risale-i Nur okudukları, tenkit yollu olarak söyleniyor

Kardeşlerim sizleri tebrik ederiz cok guzel acıklamıssınız ...

Saniyen ;

suden ' Alıntı:
RİSALE-NURDAN DAHA İYİ ESER VARSA OKUYALIM
VALLA BEN GÖRMEDİM........

Evet Suden kardeş; hani Zubeyir Gunduzalp ağabeyimizin bir sözü varya :

"Bana Risale-i Nurları okursan cehenneme gideceksin dense vallahide yine okurum"...

Salisen ; Su linkteki yazıda inşallah takviye niteliğinde olur : Tıklayınız : http://www.saidnur.org/forum/index.php?topic=104.0
 

tuncerr

Active member
Üstad hazretleri , Risaleler hakkında; “Risale-i Nur hakaik-i imaniyeye taalluk eden meselelerde kâfidir, başka eserlere ihtiyaç bırakmaz.” der. Başka yerlerde de bu ifadeyi “haslar için” diye tahsis eder. Üstadın zamanında hizmetle ve telifatla alakadar olanların çok az olması itibariyle, bu umumi ve yüce hizmet onların mesailerine terettüb ettiğinden başka şeylerle iştigal etmeleri hizmete sekte vuracağından, o zamanki Nur talebelerinin tümü Risalelerle meşgul olmuş, başka şeylerle ilgilenmemişlerdir.

Ayrıca bu zamanda herkes belli konularda ihtisaslaşmakta, ihtisas konuları dışındaki eserlere fazla zaman ayırmamaktadır. “Umuma el atmak, umumu terk etmektir.” Dolayısıyla kendilerini bu davaya adamış ve Risalelere hizmet etmeyi gaye edinmiş bir kimsenin başka şeylerle fazlaca meşgul olması ihtisasını zedeler ve motivasyonunu bozar. Zaten ihtisaslaşmanın mahiyeti icabı böyle olması lazımdır.

Üstad, bu zamanın hastalığını zaaf-ı diyanet olarak belirlemiş, batıl felsefi cereyanlarla nice insanların imanlarının zedelendiğini görmüş, bütün bunlara karşı iman hakikatlerini izah ve ispata ağırlık vererek bu zamanın hastalıklarına tam deva olacak Nur Külliyatını telif etmiştir. Nur talebeli de bu eserleri muhtaç olanlara ulaştırmayı bu zamanın en büyük bir manevi cihadı olarak benimsemişler ve bunu hayatlarının gayesi yapmışlardır.

Bununla birlikte Nur talebeleri bilgilerini artırmak için başka faydalı eserleri de okurlar. Ama bu okuyuş şahsi kalır. Birlikte neşir ve ilan için çalıştıkları eserler Nur külliyatıdır. Bunun normal karşılanması gerekir. Her fakültede bütün bilim dalları okutulmadığı, her tarikatta bütün zikirler çekilmediği, her sanayici her çeşit mamülün üretimine çalışmadığı gibi, Nur talebeleri de iman kurtarma davasına öncelik vermekte ve çalışmalarını bu sahada yoğunlaştırmaktadırlar. Kaldı ki, Nur talebeleri, imani ve Kur'ani hakikatlerin öğrenilmesinde bir tefsir olarak risaleleri okumayı tercih etmekle birlikte, okudukları tek kitap risaleler değildir.

Onlar risalelerden namazın niçin kılınacağını öğrenirler, ilmihal okuyarak ise nasıl kılınacağını öğrenirler. 11. Lemayı okuduklarında peygamber efendimizin sünnetine uymanın lüzumunu anlarlar, siyer kitapları okuyarak ise sünnetin ayrıntılarını öğrenirler.

Bugün Nur talebelerince kurulmuş birçok yayınevi vardır. Buralarda basılan kitaplara bakılırsa meselenin boyutları görülebilir.
 

Huseyni

Müdavim
bu çok saçma bi iddia, ben risale-i nurları okumadan önce ne kur-an okurdum ne namaz kılardım.beni etkileyen risale-i nurlar olmuştur ve bi çok kişide tanıdığım aynı şekilde.bu bir fitnedir. asrın tefsirinden insanları soğutma çabasından başka bişey değildir.zaten üstadda cevabı vermiş "risale-i nur dava değil dava içinde bürhandır." diye.fazla söze gerek yok.
 

ensar-i

Member
Üstad hazretleri , Risaleler hakkında; “Risale-i Nur hakaik-i imaniyeye taalluk eden meselelerde kâfidir, başka eserlere ihtiyaç bırakmaz.” der. Başka yerlerde de bu ifadeyi “haslar için” diye tahsis eder. Üstadın zamanında hizmetle ve telifatla alakadar olanların çok az olması itibariyle, bu umumi ve yüce hizmet onların mesailerine terettüb ettiğinden başka şeylerle iştigal etmeleri hizmete sekte vuracağından, o zamanki Nur talebelerinin tümü Risalelerle meşgul olmuş, başka şeylerle ilgilenmemişlerdir.

Ayrıca bu zamanda herkes belli konularda ihtisaslaşmakta, ihtisas konuları dışındaki eserlere fazla zaman ayırmamaktadır. “Umuma el atmak, umumu terk etmektir.” Dolayısıyla kendilerini bu davaya adamış ve Risalelere hizmet etmeyi gaye edinmiş bir kimsenin başka şeylerle fazlaca meşgul olması ihtisasını zedeler ve motivasyonunu bozar. Zaten ihtisaslaşmanın mahiyeti icabı böyle olması lazımdır.

Üstad, bu zamanın hastalığını zaaf-ı diyanet olarak belirlemiş, batıl felsefi cereyanlarla nice insanların imanlarının zedelendiğini görmüş, bütün bunlara karşı iman hakikatlerini izah ve ispata ağırlık vererek bu zamanın hastalıklarına tam deva olacak Nur Külliyatını telif etmiştir. Nur talebeli de bu eserleri muhtaç olanlara ulaştırmayı bu zamanın en büyük bir manevi cihadı olarak benimsemişler ve bunu hayatlarının gayesi yapmışlardır.

Bununla birlikte Nur talebeleri bilgilerini artırmak için başka faydalı eserleri de okurlar. Ama bu okuyuş şahsi kalır. Birlikte neşir ve ilan için çalıştıkları eserler Nur külliyatıdır. Bunun normal karşılanması gerekir. Her fakültede bütün bilim dalları okutulmadığı, her tarikatta bütün zikirler çekilmediği, her sanayici her çeşit mamülün üretimine çalışmadığı gibi, Nur talebeleri de iman kurtarma davasına öncelik vermekte ve çalışmalarını bu sahada yoğunlaştırmaktadırlar. Kaldı ki, Nur talebeleri, imani ve Kur'ani hakikatlerin öğrenilmesinde bir tefsir olarak risaleleri okumayı tercih etmekle birlikte, okudukları tek kitap risaleler değildir.

Onlar risalelerden namazın niçin kılınacağını öğrenirler, ilmihal okuyarak ise nasıl kılınacağını öğrenirler. 11. Lemayı okuduklarında peygamber efendimizin sünnetine uymanın lüzumunu anlarlar, siyer kitapları okuyarak ise sünnetin ayrıntılarını öğrenirler.

Bugün Nur talebelerince kurulmuş birçok yayınevi vardır. Buralarda basılan kitaplara bakılırsa meselenin boyutları görülebilir.

İlm-i Heyet
 

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
Neden hep Risâleler okunmakta?

  • risale01.jpg
Risâle-i Nur konusunda gündeme getirilen tartışmaların bir kısmında, "Neden hep risâleler okunmakta ve Kur'ân ve hadislere fazla önem verilmemektedir?" gibi hakikatin çok uzağında endişeler dile getirilmektedir. Risâle-i Nur'u Kur'ân ve hadis kitabı olarak okumayan bir fert o­nun hakikatinin çok uzağında demektir.
O yüzden nurları Kur'ân ve hadisler ile kıyaslamak kadar anlamsız bir yaklaşım olamaz. Çünkü Risâle-i Nur'un kaynağı ve hayatı Kur'ân ve hadislerdir.
Her insanın doğru arayışı yanında insanlığın da topyekûn bir arayış içinde olduğu ve ortak aklın tüm insanlık namına tarih boyunca geçirdiği bir süreç olduğu gözlenmektedir. İnsanlığın gelişim seyri içinde ortaya çıkan farklı kültür ve medeniyetler varlık âlemini kendi iç dünyalarını şekillendiren değer yargıları çerçevesinde, yani ayinelerinin rengine ve özelliğine göre anlamlandırmaktadırlar. Bu noktadan bakıldığında ferdin varlık âleminin içinde şekillenen doğrular hiç bir zaman mutlak doğruyu ifade etmeyecektir. Yani zaman ve mekânın sınırlılığı ve her yönü ile izafi olan varlık âleminde hiç kimse mutlak doğruyu, her şeyin gerçek hakikatini bulduğu iddiasında olamayacak ve doğrular varlık gereği hep izafi olacaktır. Yani her hüküm, elde bulunan veriler ve doğruya götürdüğüne inanılan yollar çerçevesinde doğru olduğuna inanılan konumda kalacaktır. Mutlak doğruya ulaşabilecek güç insanlarda olmadığına göre, "her meslek sahibinin başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise; 'mesleğim haktır' yahut 'daha güzeldir' diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını ve çirkinliğini ima eden 'hak yalnız benim mesleğimdir' veyahut 'güzel benim meşrebimdir' diyemez olan insaf düsturu" herkesçe rehber edinilmelidir. İşin hakikatinde bu dünya ve insanın özellikleri mutlak doğruyu bulmanın rahatlığını yaşatacak özellikler barındırmamaktadır. Elde olan tek şey ihlas ve samimiyet, doğru olduğuna inandığını bulana kadar aramak, bulduktan sonra da bu doğruları anlayıp anlatmaya çalışmak olmalıdır.
Günümüzün en temel problemlerinden biri belki de maddî âlemin yapı ve kuralları dışına çıkamayan düşünce sığlığıdır. Olurlar ve olmazlar şeklinde hükümler çok aceleci ve çok sınırlı verilerle çok net olarak ortaya konabilmektedir. Bu doğruluk konusundaki hassasiyetin zayıflamasının da bir yansıması olabilir. Oysa doğruluk, her insanın, özellikle de vahye dayanan din mensuplarının ve bilhassa Müslümanların hayatını şekillendiren kavramlar içinde doğruluk en merkezi konumdaki değerler ve kavramlardan olmalıdır. Bu kâinatın ve insan hayatının en değerli meyvelerinden olmalıdır. Dolayısı ile olur ya da olmaz şeklinde bir hüküm ortaya koyarken çok ihtiyatlı davranmalı hiç bir ifade ve insanî hüküm mutlak olamayacağı için ifadelerimizde bir esneklik hep bulunmalıdır.
Risâle-i Nur'un, Kur'ân, Hazret-i Peygamber (a.s.m.), Hazret-i Ali (r.a.) ve Gavs-ı Azam (k.s.) gibi sönmez ve söndürülemez güneşlerden aldığı enerji ile bu asırda Kur'ân medeniyetini ihya edecek bir kaynak ve bu sağlam dayanaklarından dolayı sönmez ve söndürülemez olduğuna inanıyoruz. Külliyattan aldığımız enerji ile bu inancımızda en ufak bir şüphe taşımıyoruz. Barış içinde yeni bir dünya her kimliğin kendini çatışmalara gerek kalmaksızın ifade edebileceği bir zemin olmalı. Böyle bir zemini hazırlayacak olan ise ancak bütün dinleri kuşatan ve barışı en net şekilde temsil eden ve insanlık âlemi içinde etkileri en derin, söylemleri en güçlü olan İslâmiyet olabilir. İslamiyet'in bu tarzda insanlığa sunuluş şekli ise Risâle-i Nur'dur. Bunu içinde bulunduğumuz zaman açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Gelecek zamanlar çok daha netleştirecektir. Bu hal aslında istikbal inkılâpları içinde en yüksek ve gür sada olarak duyulacak İslâmiyet için ağzın açıldığı andır. O mukaddes avazın duyulması da pek yakındır diye bütün ruh u canımızla inanıyor ve rahmet-i Rahman'dan talep ediyoruz. Bu samîmî talepler inşaallah karşılıksız kalmayacak ve bütün insanlık namına yapılan bu dualar yeryüzüne barış ve selameti İslam'ın eliyle getirecektir. Risâle-i Nur hakikatlerinin tüm insanlığı kuşatan bir boyutunun olduğu farklı din mensuplarının o­na rahatlıkla ve kendi dinlerinin perspektifi ile muhatap olabilmelerinden anlaşılmaktadır. Bu külliyat içinde yer alan hakikatlerin nübüvvet yolunun asrın idrakine uygun ifadesi olduğu kabul edilmelidir. Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ile bütün dinleri içine alacak şekilde nübüvvet yolunun ortaya konmasının ardından bu asra risâletin yansıması anlamında Risâleti'n-Nur şeklinde mânevî âlemlerden bir mektup ve enbiyaya veraset konumunda olduğu anlaşılmaktadır.

Kaynak: saidnursi.de
 

Garib

Well-known member
Cevap: Neden hep Risâleler okunmakta?

Nur talebeleri Risale-i Nur'u, sermaye-i ömür ve gaye-i hayat edinmişlerdir.Risale-i Nuri İslâmiyeye mâlik mümtaz avukatlar, Risale-i Nur'un fahrî avukatı olmak ve dindar hakperest mücahit muharrirler, dünyayı istilâ edecek Nur'un ilânında hissedar olmak şeref ve nimetine mazhar olmuşlardır. Risale-i Nur'un neşriyat ve fütühatı ve tesiratı, sessiz, büyük bir ihtişamla muhteşem bir bahar mevsiminde intişar eden mevcudat gibidir.
İşte, eyRisale-i Nur gibi hadsiz hamd ü senâlara şâyeste olan bir nimet-iNur kardeşlerimiz! Böyle bir dâhî-yi âzamın, böyle bir mütefekkir-i ekberin, böyle bir müellif-i İslâmın ve ulûm-u evvelîn vel-âhirîne vâkıf böyle bir allâme-i asrın, böyle bir mücahid-i ekberin, böyle bir sahib-ii imaniyenin varlığında âdetâ tecessüm eden böyle bir abd-i küllînin, rıza-yı İlâhîden başka hiçbir şeye iltifat etmeyen ve âzamî ihlâsın mazharı olan böyle bir tilmiz-i Kur'ân ve hâdim-i İslâmın ve "Bir ferdin imanını kurtarmak için Cehenneme de atılmaya hazırım" diyen böyle bir halâskâr-ı imanın ve idam için sevk edildiği Divan-ı Harb-i Örfîde "Sen de mürtecisin" ithamına karşı, "Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün ins ve cin şahit olsun ki ben mürteciyim. Bin ruhum da olsa, Kur'ân'ın birtek meselesine hepsini feda etmeye hazırım" diyen ve beraatinden sonra da, teşekkür etmeyerek, Bayezid Meydanındaki kalabalıkta: "Yaşasın zalimler için Cehennem! Yaşasın zalimler için Cehennem!" diye bağırarak ilerleyen ve imha plânıyla verildiği mahkemelerde yirmi dört sene evvel "Ey mülhidler! Ey zındıklar! Said, elli bin nefer kuvvetinde demişsiniz. Yanlışsınız; Kur'ân'a ve imana hizmetim cihetiyle elli bin değil, elli milyon kuvvetindeyim! Titreyiniz, haddiniz varsa ilişiniz!" "Benim ölümüm sizin başınızda bomba gibi patlayıp, başınızı dağıtacaktır. Toprağa atılan bir tohumun yüzer sümbüller vermesi gibi, bir Said yerine yüzler Said size o yüksek hakikati haykıracaktır" ve on beş sene evvel, "Saçlarım adedince başlarım bulunsa, hergün biri kesilse, bu hizmet-i imaniyeden çekilmem" ve "Dünyayı başıma ateş yapsanız, hakikat-i Kur'âniyeye feda olan bu başı zındıkaya eğmem" diyen ve elli sene evvel âlem-i İslâmı sömüren sömürgeci cebbar ve zalim bir imparatorluğa karşı, "Tükürün o zalimlerin hayâsız yüzüne!" diye matbuat lisanıyla cevap veren ve Büyük Millet Meclisinde, Reise "Kâinatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namaz kılmayan haindir; hainin hükmü merduttur. Cenab-ı Hak, Kur'ân-ı Kerîminde, yüz yerde edâsını emrettiği namazdan daha büyük bir hakikat olsaydı, imandan sonra onu emrederdi" diyen ve yazdığı bir beyannameden sonra Mecliste cemaatle namaz kılınmasına başlanan ve Birinci Cihan Harbinde gönüllü alay kumandanı olarak esir düştüğü Rusya'da Moskof Çarlığına karşı izzet-i İslâmiyeyi muhafaza edip, kurşuna dizileceği hengâmda "Âhirete gitmek için bana bir pasaport lâzımdı" diye ölümü istihkar eden böyle nimet-i uzmâsına mukabil canımızı da feda etsek, ömrümüzü de ona vakfetsek, zulümden zulme de sürüklensek, ömrümüzün nihayetine kadar şükran secdesinden de kalkmasak, bize yine ucuzdur.
Üstadımız sık sık der ki: "Mesleğimiz müsbettir; menfî hareketten Kur'ân bizi men ediyor."
Ey seyyid-i senedimiz! Ey ruhumuzun ruhu, kalbimizin kalbi, canımızın canı, cânânımız, sertâcımız, sevgili Üstadımız Efendimiz! Madem bize menfî harekete izin vermiyorsun. Öyleyse biz de rahmet-i İlâhiyeden niyaz ederek ahdediyoruz ki, din düşmanlığı ile Üstadımıza zulmeden o gaddar, insafsız zalimlerden intikamımızı şöylece alacağız: Risale-i Nur'u ölünceye kadar mütemadiyen okuyacağız ve neşrinde sebat ve sadakatla hizmet edeceğiz. Onu altın mürekkeplerle yazacağız, inşaallah.
 

Garib

Well-known member
Cevap: Neden hep Risâleler okunmakta?

Risale-i Nur'da başka eserlerden nakil yoktur, Kur'ân'ın mucize-i mâneviyesidir.
Risale-i Nur, yüz mânevî keşfiyatı havî ve tılsım-ı kâinatın muammasını keşf ve halleden bir keşşaftır.
Risale-i Nur, yalnız bu vatan ve bu millet için değil, âlem-i İslâm ve beşeriyet için yazılmıştır.
Risale-i Nur, şu zamanın yaralarına en münasip bir ilâç, bir merhem ve zulümatın tehacümüne mâruz heyet-i İslâmiyeye en nâfi bir nur ve dalâlet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu yüzbinlerle kimseler tarafından tasdik edilen bir eser külliyatıdır.
 

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
Cevap: Neden hep Risâleler okunmakta?

Ecmain olsun kardesler,Allah razi olsun garip...Nurlarimizi her gun okumayı okudugumuzu anlamayı anladığımızı yaşamayı yaşadığımızı anlatmayı nasip etsin InsaAllah Aminnn....
 

huve

Well-known member
Cevap: Neden hep Risâleler okunmakta?

tüm dualara aminnn..
hep risaleler mi okunmaktaymış..?? :) bu böyle değil, bilen biliyor..
ayrıca nurların da hakkını vermek için çaba gösterildiğini.. gösterdiğimi düşünmüyorum..
dediğiniz gibi muhtevasını bilmeyen, bilmek için de çaba sarfetmemiş sinelerin, nurları est. paçavra olarak addetmesini de kaldıramıyorum..
tefsirdir diyorsunuz.. eleman dinlemiyor bile..
dediğiniz gibi önce hakiki anlayan, yaşayan.. sonra da aktaran olabilmek lazım..
daha tesirli olabilmek adına..
Rabbim sizi çok sevsin..
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Neden hep Risâleler okunmakta?

Risâle-i Nur konusunda gündeme getirilen tartışmaların bir kısmında, "Neden hep risâleler okunmakta ve Kur'ân ve hadislere fazla önem verilmemektedir?" gibi hakikatin çok uzağında endişeler dile getirilmektedir. Risâle-i Nur'u Kur'ân ve hadis kitabı olarak okumayan bir fert o­nun hakikatinin çok uzağında demektir.

O yüzden nurları Kur'ân ve hadisler ile kıyaslamak kadar anlamsız bir yaklaşım olamaz. Çünkü Risâle-i Nur'un kaynağı ve hayatı Kur'ân ve hadislerdir.

Her insanın doğru arayışı yanında insanlığın da topyekûn bir arayış içinde olduğu ve ortak aklın tüm insanlık namına tarih boyunca geçirdiği bir süreç olduğu gözlenmektedir. İnsanlığın gelişim seyri içinde ortaya çıkan farklı kültür ve medeniyetler varlık âlemini kendi iç dünyalarını şekillendiren değer yargıları çerçevesinde, yani ayinelerinin rengine ve özelliğine göre anlamlandırmaktadırlar. Bu noktadan bakıldığında ferdin varlık âleminin içinde şekillenen doğrular hiç bir zaman mutlak doğruyu ifade etmeyecektir. Yani zaman ve mekânın sınırlılığı ve her yönü ile izafi olan varlık âleminde hiç kimse mutlak doğruyu, her şeyin gerçek hakikatini bulduğu iddiasında olamayacak ve doğrular varlık gereği hep izafi olacaktır. Yani her hüküm, elde bulunan veriler ve doğruya götürdüğüne inanılan yollar çerçevesinde doğru olduğuna inanılan konumda kalacaktır.

Mutlak doğruya ulaşabilecek güç insanlarda olmadığına göre, "her meslek sahibinin başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise; 'mesleğim haktır' yahut 'daha güzeldir' diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını ve çirkinliğini ima eden 'hak yalnız benim mesleğimdir' veyahut 'güzel benim meşrebimdir' diyemez olan insaf düsturu" herkesçe rehber edinilmelidir. İşin hakikatinde bu dünya ve insanın özellikleri mutlak doğruyu bulmanın rahatlığını yaşatacak özellikler barındırmamaktadır. Elde olan tek şey ihlas ve samimiyet, doğru olduğuna inandığını bulana kadar aramak, bulduktan sonra da bu doğruları anlayıp anlatmaya çalışmak olmalıdır.

Günümüzün en temel problemlerinden biri belki de maddî âlemin yapı ve kuralları dışına çıkamayan düşünce sığlığıdır. Olurlar ve olmazlar şeklinde hükümler çok aceleci ve çok sınırlı verilerle çok net olarak ortaya konabilmektedir. Bu doğruluk konusundaki hassasiyetin zayıflamasının da bir yansıması olabilir. Oysa doğruluk, her insanın, özellikle de vahye dayanan din mensuplarının ve bilhassa Müslümanların hayatını şekillendiren kavramlar içinde doğruluk en merkezi konumdaki değerler ve kavramlardan olmalıdır. Bu kâinatın ve insan hayatının en değerli meyvelerinden olmalıdır. Dolayısı ile olur ya da olmaz şeklinde bir hüküm ortaya koyarken çok ihtiyatlı davranmalı hiç bir ifade ve insanî hüküm mutlak olamayacağı için ifadelerimizde bir esneklik hep bulunmalıdır.

Risâle-i Nur'un, Kur'ân, Hazret-i Peygamber (a.s.m.), Hazret-i Ali (r.a.) ve Gavs-ı Azam (k.s.) gibi sönmez ve söndürülemez güneşlerden aldığı enerji ile bu asırda Kur'ân medeniyetini ihya edecek bir kaynak ve bu sağlam dayanaklarından dolayı sönmez ve söndürülemez olduğuna inanıyoruz.

Külliyattan aldığımız enerji ile bu inancımızda en ufak bir şüphe taşımıyoruz. Barış içinde yeni bir dünya her kimliğin kendini çatışmalara gerek kalmaksızın ifade edebileceği bir zemin olmalı.

Böyle bir zemini hazırlayacak olan ise ancak bütün dinleri kuşatan ve barışı en net şekilde temsil eden ve insanlık âlemi içinde etkileri en derin, söylemleri en güçlü olan İslâmiyet olabilir. İslamiyet'in bu tarzda insanlığa sunuluş şekli ise Risâle-i Nur'dur.

Bunu içinde bulunduğumuz zaman açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Gelecek zamanlar çok daha netleştirecektir. Bu hal aslında istikbal inkılâpları içinde en yüksek ve gür sada olarak duyulacak İslâmiyet için ağzın açıldığı andır. O mukaddes avazın duyulması da pek yakındır diye bütün ruh u canımızla inanıyor ve rahmet-i Rahman'dan talep ediyoruz. Bu samîmî talepler inşaallah karşılıksız kalmayacak ve bütün insanlık namına yapılan bu dualar yeryüzüne barış ve selameti İslam'ın eliyle getirecektir. Risâle-i Nur hakikatlerinin tüm insanlığı kuşatan bir boyutunun olduğu farklı din mensuplarının o­na rahatlıkla ve kendi dinlerinin perspektifi ile muhatap olabilmelerinden anlaşılmaktadır.

Bu külliyat içinde yer alan hakikatlerin nübüvvet yolunun asrın idrakine uygun ifadesi olduğu kabul edilmelidir. Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ile bütün dinleri içine alacak şekilde nübüvvet yolunun ortaya konmasının ardından bu asra risâletin yansıması anlamında Risâleti'n-Nur şeklinde mânevî âlemlerden bir mektup ve enbiyaya veraset konumunda olduğu anlaşılmaktadır.

Kaynak:
http://www.saidnursi.de/tr/detay.php?index_id=336
 
Üst