Lemeât

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât

مِنْ بَيْنِ هِلاَلِ صَوْمٍ وَهِلاَلِ الْعِيدِ
blank.gif
1

Çekirdekler Çiçekleri
Risale-i Nur şakirtlerine küçük bir mesnevî ve imanî bir divandır.
Müellifi:
Bediüzzaman Said Nursî

Tenbih

BU Lemeât namındaki eserin, sair divanlar gibi, bir tarzda, bir iki mevzu ile gitmediğinin sebebi, eski eserlerinden Hakikat Çekirdekleri namındaki kısacık vecizeleri bir derece izah etmek için hem nesir tarzında yazılmış, hem de sair divanlar gibi hayalâta, mizansız hissiyata girilmemiş olmasıdır. Baştan aşağıya mantık ile hakaik-i Kur’âniye ve imaniye olarak, yanında bulunan biraderzadesi gibi bazı talebelerine bir ders-i ilmîdir, belki bir ders-i imanî ve Kur’ânîdir. Üstadımızın baştaki ifadesinde dediği gibi, biz de anlamışızdır ki, nazma ve şiire hiç meyli ve onlarla iştigali de yoktur.
blank.gif
2
وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ sırrının bir nümunesini gösteriyor.



[NOT]Dipnot-1
Ramazan hilâli ile bayram hilâli arasından doğmuştur.
Dipnot-2
“Biz ona şiir öğretmedik.” Yâsin Sûresi, 36:69.[/NOT]



biraderzade: kardeş oğlu, yeğenders-i ilmî: ilim dersi (bk. a-l-m)
ders-i imanî ve Kur’ânî: iman ve Kur’ân’la ilgili ders (bk. e-m-n)divan: şiir ya da manzume kitabı; klasik Türk edebiyatı şairlerinin şiirlerinin toplândığı kitap
hakaik-i Kur’âniye ve imaniye: Kur’ân ve iman hakikatleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ; e-m-n)hakikat: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayalât: hayaller (bk. ḫ-y-l)hissiyat: hisler, duygular
izah: açıklamaiştigal: meşgul olma
lemeât: parıltılarmesnevî: her beytininin mısraları kendi arasında kafiyeli olan ve ders vermek gayesiyle yazılan manzum hikâye
mevzu: konumeyl: eğilim, istek, arzu
mizan: ölçü (bk. v-z-n)müellif: telif eden, yazan
nam: adnazm: kafiyeli, vezinli söz; şiir (bk. n-ẓ-m)
nesir: düz yazınümune: örnek
sair: diğer, başkatenbih: uyarı
vecize: kısa ve özlü söz (bk. c-v-z)şakirt: talebe

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 942

Bu eser, birçok meşâğil ve Dârü’l-Hikmetteki vazife içinde, yirmi gün Ramazan’da, günde iki veya iki buçuk saat çalışmak suretiyle, manzum gibi yazılmıştır. Bu kadar kısa zamanda ve manzum bir sahife on sahife kadar müşkül olduğu cihetle, birden, dikkatsiz, tashihsiz böyle söylenmiş, tab’edilmiştir. Bizce Risale-i Nur hesabına bir harikadır. Hiçbir nazımlı divan bunun gibi tekellüfsüz, nesren okunabilir görülmüyor. İnşaallah bu eser bir zaman Risale-i Nur Şâkirdlerine bir nevi mesnevî olacak. Hem bu eser, kendisinden on sene sonra çıkan ve yirmi üç senede tamamlanan Risale-i Nur’un mühim eczalarına bir işaret-i gaybiye nev’inden müjdeli bir fihrist hükmündedir.

Risale-i Nur şakirdlerinden
Sungur, Mehmed Feyzi
, Hüsrev

İhtar

اَلْمَرْءُ عَدُوٌّ لِمَا جَهِلَ
blank.gif
1


kaidesiyle, ben dahi nazım ve kafiyeyi bilmediğimden, ona kıymet vermezdim. Safiyeyi kafiyeye feda etmek tarzında hakikatin suretini nazmın keyfine göre tağyir etmek hiç istemezdim. Şu kafiyesiz, nazımsız kitapta, en âli hakikatlere en müşevveş bir libas giydirdim.

Evvelâ, daha iyisini bilmezdim. Yalnız mânâyı düşünüyordum.
Saniyen, cesedi libasa göre yontmakla rendeleyen şuarâya tenkidimi göstermek istedim.
Salisen, Ramazan’da kalble beraber nefsi dahi hakikatlerle meşgul etmek için, böyle çocukça bir üslûp ihtiyar edildi.
Fakat, ey kàri, ben hata ettim, itiraf ederim; sakın sen hata etme. Yırtık üslûba bakıp, o âli hakikatlere karşı dikkatsizlikle hürmetsizlik etme.


[NOT]Dipnot-1
“Kişi bilmediği şeyin düşmanıdır.” Ali ibni Ebî Talib, Nehcü’l-Belâğa, s. 780.[/NOT]



Dârü’l-Hikmet: 1918-1922 yılları arasında Şeyhülislamlığa bağlı olarak faaliyet gösteren, Bediüzzaman’ın da görev yaptığı İslâm akademisi hüviyetinde ilmi kuruluş (bk. ḥ-k-m)Hüsrev: (bk. bilgiler-Hüsrev Altınbaşak)
Mehmed Feyzi: (bk. bilgiler-Mehmed Feyzi Pamukçu)Sungur: (bk. bilgiler-Mustafa Sungur)
cihet: yöndivan: şiir ya da manzume kitabı; klasik Türk edebiyatı şairlerinin şiirlerinin toplândığı kitap
ecza: parçalar (bk. c-z-e)fihrist: indeks, içindekiler
hakikat: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)ihtar: hatırlatma
ihtiyar etmek: seçmek, tercih etmek (bk. ḫ-y-r)inşaallah: Allah’ın izniyle (bk. n-ş-e)
işaret-i gaybiye: gelecekte olacak bir olaya işaret (bk. ğ-y-b)kafiye: kelime sonlarındaki kelime ve mânâ uygunluğu
kaide: düstur, prensipkàri: okuyucu
libas: elbisemanzum: vezinli, şiir şeklinde (bk. n-ẓ-m)
mesnevî: her beyti ayrı kafiye olan manzum esermeşâğil: meşguliyetler, işler
müşevveş: düzensiz, karma karışıkmüşkül: zor
nazm: kafiyeli, vezinli söz; şiir (bk. n-ẓ-m)nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
nesren: düz yazı gibinevi: tür
nev’: çeşit, türsafiye: saf, açık ifade (bk. ṣ-f-y)
salisen: üçüncü olaraksaniyen: ikinci olarak
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tab’ edilmek: basılmak
tashih: düzeltmetağyir etmek: değiştirmek
tekellüfsüz: zahmetsiztenkid: eleştiri
âli: yüce, yükseküslûp: ifade tarzı
şuarâ: şairlerşâkird: talebe

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 943

İfade-i Meram

Ey kàri! Peşinen bunu itiraf ederim ki, san’at-ı hat ve nazımda istidadımdan çok müştekîyim. Hattâ şimdi ismimi de düzgün yazamıyorum. Nazım, vezin ise, ömrümde bir fıkra yapamamıştım. Birden bire, zihnime, nazma musırrâne bir arzu geldi. Sahabelerin gazevâtına dair Kürtçe Kavl-i Nevâlâ Sîsebân
blank.gif
1
namında bir destan vardı. Onun ilâhi tarzındaki tabiî nazmına ruhum hoşlanıyordu. Ben de kendime mahsus, onun tarz-ı nazmını ihtiyar ettim, nazma benzer bir nesir yazdım. Fakat vezin için kat’iyen tekellüf yapmadım. İsteyen adam, nazmı hatıra getirmeden, zahmetsiz, nesren okuyabilir. Hem nesren olarak bakmalı, tâ mânâ anlaşılsın. Her kıt’ada ittisal-i mânâ vardır; kafiyede tevakkuf edilmesin. Külâh püskülsüz olur; vezin de kafiyesiz olur; nazım da kaidesiz olur. Zannımca, lâfız ve nazım san’atça cazibedar olsa, nazarı kendiyle meşgul eder. Nazarı mânâdan çevirmemek için, perişan olması daha iyidir.


Şu eserimde üstadım Kur’ân’dır, kitabım hayattır, muhatabım yine benim. Sen ise, ey kàri, müstemisin. Müstemiin tenkide hakkı yoktur. Beğendiğini alır, beğenmediğine ilişmez. Şu eserim, bu mübarek Ramazan’ın feyziHAŞİYE-1AŞİYE olduğundan, ümit ederim ki, inşaallah din kardeşimin kalbine tesir eder de, lisanı bana bir dua-i mağfiret bahşeder veya bir Fâtiha okur.



endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Dipnot-1
Ashab-ı Kirâmın kahramanlıklarından bahseden dört yüz beyitlik uzun bir kasidedir. Zühd ve takvasıyla tanınan Molla Ağa es-Zibarî tarafından Kürtçe kaleme alınmıştır.

Haşiye-1
AŞİYE Hattâ, tarihi نَجْمُ اَدَبٍ وُلِدَ لِهِلاَلَىْ رَمَضَانَ çıkmış. Yani, “Ramazan’ın iki hilâlinden doğmuş bir edep yıldızıdır.” (1337 eder.)[/NOT]



Sahabe: Peygamberimizi (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan gidenlercazibedar: cazibeli, çekici
dua-i mağfiret: Allah’ın bağışlaması için yapılan dua (bk. d-a-v; ğ-f-r)feyiz: bereket, bolluk (bk. f-y-ḍ)
fıkra: kısa yazıgazevât: gazveler, savaşlar
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothilâl: yay şeklinde görülen ay
ifade-i meram: maksadı ifade etmeihtiyar etmek: seçmek, tercih etmek (bk. ḫ-y-r)
istidad: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)ittisâl-i mânâ: anlam bütünlüğü (bk. a-n-y)
kafiye: uyak; şiirde genellikle mısra sonlarında yer alan kelimelerin ses benzerliği, ses uyuşmasıkaide: kural
kat’iyen: kesin olarakkàri: okuyucu
lâfız: söz, kelimemahsus: has, özel
musırrâne: ısrarlı bir şekildemüstemi: dinleyici (bk. s-m-a)
müştekî: şikâyetçinam: ad
nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)nazım: vezinli söz, şiir (bk. n-ẓ-m)
nesir: düz yazınesren: düz yazı şeklinde
san’at-ı hat: hat, yazı sanatı (bk. ṣ-n-a)tabiî: doğal (bk. ṭ-b-a)
tarz-ı nazm: şiir tarzı (bk. n-ẓ-m)tekellüf yapmak: zorluğa katlanmak
tenkid: eleştiritevakkuf: durma, duraklama
vezin: nazmın belli kalıplarından her biri; ölçü, tartı (bk. v-z-n)üstad: hoca, öğretmen

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 944

Ed-Dâî
HAŞİYE-1 Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içindeSaid’den yetmiş dokuz emvat HAŞİYE-2 bâ-âsâm âlâma.Sekseninci olmuştur mezara bir mezar taş,Beraber ağlıyor HAŞİYE-3 hüsrân-ı İslâma.Mezar taşımla pür-emvat enîndar o mezarımlaRevânım saha-i ukbâ-yı ferdâma.Yakînim var ki, istikbal semâvâtı, zemin-i AsyaBâhem olur teslim yed-i beyzâ-yı İslâma.Zira yemin-i yümn-ü imandır,Verir emn ü eman ile enâma.

endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Haşiye-1
Bu kıt’a onun imzasıdır.
Haşiye-2
Her senede iki defa cisim tazelendiği için, iki Said ölmüş demektir. Hem bu sene Said yetmiş dokuz senesindedir. Her bir senede bir Said ölmüş demektir ki, bu tarihe kadar Said yaşayacak.
Haşiye-3
 Yirmi sene sonraki bu şimdiki hali, hiss-i kablelvuku ile hissetmiş.[/NOT]



bâ-âsâm: günahlarla birliktebâhem: bir arada, birlikte
ed-dâî: dua eden (bk. d-a-v)emn ü eman: emniyet ve korkusuzluk (bk. e-m-n)
emvat: ölüler (bk. m-v-t)enâm: halk, insanlar
enîndar: iniltili, inleyenhiss-i kablelvuku: birşeyi olmadan önce hissetme duygusu
hüsrân-ı İslâm: İslâmın maruz kaldığı tehlikeler (bk. s-l-m)istikbal: gelecek
pür-emvat: ölülerle dolu (bk. m-v-t)revân: yolcu, gidici
saha-i ukbâ-yı ferdâ: yakın gelecekteki âhiret sahasısemâvât: gökler (bk. s-m-v)
yakîn: kesin ve doğru bilgi (bk. y-ḳ-n)yed-i beyzâ-yı İslâm: İslâmın temiz ve pâk eli (bk. s-l-m)
yemin-i yümn-ü iman: imanın bereketli sağ eli (bk. e-m-n)zemin-i Asya: Asya kıtası (bk. bilgiler – Asya)
âlâm: elemler, acılar

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 945

besmele.jpg



اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
وَالصَّلٰوةُ عَلٰى سَيِّدِ الْمُرْسَلِينَ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِۤ اَجْمَعِينَ
blank.gif
1



Tevhidin İki Bürhan-ı Muazzamı


Şu kâinat tamamıyla bir burhan-ı muazzamdır. Lisan-ı gayb, şehadetle müsebbihtir, muvahhiddir. Evet tevhid-i Rahmân’la, büyük bir sesle zâkirdir ki:

لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
blank.gif
2
Bütün zerrât hüceyrâtı, bütün erkân ve âzâsı birer lisan-ı zâkirdir; o büyük sesle beraber der ki: لاَۤاِلٰهَاِلاَّهُوَ
O dillerde tenevvü var, o seslerde merâtip var. Fakat bir noktada toplar, onun zikri, onun savtı ki: لاَۤاِلٰهَاِلاَّهُوَ
Bu bir insan-ı ekberdir; büyük sesle eder zikri. Bütün eczası, zerrâtı küçücük sesleriyle, o bülend sesle beraber der ki: لاَۤاِلٰهَاِلاَّهُوَ
Şu âlem halka-i zikri içinde okuyor aşri, şu Kur’ân maşrık-ı nuru. Bütün zîruh eder fikri ki: لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
Bu Furkan-ı Celîlüşşan, o tevhide nâtık burhan, bütün âyât sadık lisan, şuâât barika-i iman, beraber der ki: لاَۤاِلٰهَاِلاَّهُوَ



[NOT]Dipnot-1
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd, Peygamberlerin Efendisi olan zâta ve onun bütün âl ve ashabına salât olsun.
Dipnot-2
“Ondan başka asla ilâh yoktur.” Âl-i İmran Sûresi, 3:18; Tevbe Sûresi, 9:129; Hûd Sûresi, 11:14.[/NOT]



Furkan-ı Celîlüşşan: doğru ile yanlışı birbirinden ayıran şanı ihtişamlı, görkemli olan Kur’ân (bk. f-r-ḳ; c-l-l)aşr: Kur’ân-ı Kerimden bir vesileyle okunan on âyet miktarı kısım
barika-i iman: iman parıltısı, şimşeği (bk. e-m-n)burhan: güçlü delil
bülend: yüksekbürhan-ı muazzam: büyük delil (bk. a-ẓ-m)
ecza: kısımlar, parçalar (bk. c-z-e)erkân: temel unsurlar, esaslar (bk. r-k-n)
halka-i zikr: zikir halkasıhüceyrât: hücreler
insan-ı ekber: en büyük insan (bk. k-b-r)lisan: dil
lisan-ı gayb: görünmeyen âlemin dili (bk. ğ-y-b)lisan-ı zâkir: zikreden dil
maşrık-ı nur: nurun doğuşu; parlak nuru (bk. n-v-r)merâtip: mertebeler
muvahhid: tevhid eden, birleyen; Cenâb-ı Hakkın varlığına ve birliğine inanan (bk. v-ḥ-d)müsebbih: tesbih eden; Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anan (bk. s-b-ḥ)
nâtık: konuşansadık: doğru (bk. ṣ-d-ḳ)
savt: sestenevvü: çeşitlilik
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)tevhid-i Rahmân: rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etme (bk. v-ḥ-d; r-ḥ-m)
zerrât: zerreler, atomlarzâkir: zikreden, Allah’ı anan
zîruh: ruh sahibi (bk. ẕî; r-v-ḥ)âlem: dünya (bk. a-l-m)
âyât: âyetler, delillerâzâ: uzuvlar, organlar
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)şuâât: nurlar, ışıklar

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 946

Kulağı ger yapıştırsan şu Furkan’ın sinesine; derinden tâ derine, sarihan işitirsin, semâvî bir sadâ der ki:
blank.gif
1 لاَۤاِلٰهَاِلاَّهُوَ O sestir gayeten ulvî, nihayet derece ciddî, hakikî pek samimî, hem nihayet mûnis ve mukni ve burhanla mücehhezdir. Mükerrer der ki: لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ Şu burhan-ı münevverde, cihât-ı sittesi şeffaf ki üstünde münakkâştır müzehher sikke-i i’câz içinde parlayan nur-u hidayet, der ki: لاَۤاِلٰهَاِلاَّهُوَ Evet, altında nesc olmuş mühefhef mantık ve burhan, sağında aklı istintak, mürefref her taraf, ezhan “Sadakte” der ki, لاَۤاِلٰهَاِلاَّهُوَ Yemîn olan şimalinde eder vicdanı istişhad. Emâmında hüsn-ü hayırdır, hedefinde saadettir. Onun miftahıdır her dem ki, لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
Emâm olan verâsında ona mesned semâvîdir ki vahy-i mahz-ı Rabbânî. Bu şeş cihet ziyadardır, burûcunda tecellîdar ki, لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ

Evet, vesvese-i sârık, bâvehim şüphe-i târık, ne haddi var ki o mârık girebilsin bu bârık kasra. Hem şârık ki sur sûreler şâhık, her kelime bir melek-i nâtık ki, لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ

O Kur’ân-ı Azîmüşşan nasıl bir bahr-i tevhiddir. Birtek katre, misal için birtek Sûre-i İhlâs; fakat kısa birtek remzi, nihayetsiz rumuzundan... Bütün envâ-ı



[NOT]Dipnot-1
“Ondan başka ilâh yoktur.” Âl-i İmran Sûresi, 3:18; Tevbe Sûresi, 9:129; Hûd Sûresi, 11:14.[/NOT]



Furkan: ayırt edici; hak ile bâtılı birbirinden ayıran Kur’ân (bk. f-r-ḳ)Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi büyük olan Kur’ân (bk. a-ẓ-m)
Sûre-i İhlâs: İhlâs Sûresi; Kur’ân-ı Kerimin 112. sûresi (bk. ḫ-l-ṣ)bahr-i tevhid: tevhid denizi (bk. v-ḥ-d)
burhan: delilburhan-ı münevver: nurlu, parlak delil (bk. n-v-r)
burûc: burçlarbârık: parıltılı
bâvehim: vehim ve korku ile, şüpheylecihet: yön, taraf
cihât-ı sitte: altı yönemâm: ön taraf
envâ-ı şirk: şirk çeşitleriezhan: zihinler
gayeten: son dereceger: eğer
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hüsn-ü hayır: hayrın güzelliği (bk. ḥ-s-n; ḫ-y-r)
istintak: konuşturmaistişhad: şahid gösterme (bk. ş-h-d)
kasr: köşk, saraykatre: damla
melek-i nâtık: konuşan melek (bk. m-l-k)mesned: dayanak (bk. s-n-d)
miftah: anahtarmisal: örnek (bk. m-s̱-l)
mukni: ikna edicimârık: dinsiz, hak dinden çıkan
mûnis: canayakın, dostmücehhez: cihazlanmış, donanmış
mühefhef: narin, ince, nazikmükerrer: tekrar tekrar
münakkaş: nakışlı (bk. n-ḳ-ş)mürefref: dalları sallanan nazik, lâtif ağaç gibi
müzehher: çiçeklerle bezenmişnesc olmak: dokunmak
nihayet: son derecenihayetsiz: sonsuz
nur-u hidayet: hidayet nuru, hak yolu gösteren nur (bk. n-v-r; h-d-y)remz: ince işaret
rumuz: işaretlersaadet: mutluluk
sadakte: “doğrudur” (bk. ṣ-d-ḳ)sadâ: ses
sarihan: açıkçasemâvî: İlâhî, vahiyle gelen (bk. s-m-v)
sikke-i i’câz: mu’cizelik damgası (bk. a-c-z)tecellîdar: görüntü veren, görüntülü (bk. c-l-y)
ulvî: yüce, yüksekvahy-ı mahz-ı Rabbânî: doğrudan doğruya Allah tarafından gönderilen vahiy (bk. v-ḥ-y; r-b-b)
verâ: arka tarafvesvese-i sârık: hırsız vesvese
yemîn: sağ tarafziyadar: parlak, aydınlık
şeş: altışimal: kuzey
şâhık: yüce, yüksek yapışârık: parlayan
şüphe-i târık: hırsız şüphe (bk. ṭ-r-ḳ)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 947

şirki reddeder, hem de yedi envâ-ı tevhidi eder ispat; üçü menfi, üçü müsbet, şu altı cümlede birden:Birinci cümle:
blank.gif
1
قُلْ هُوَ karinesiz işarettir. Demek ıtlakla tayindir. O tayinde taayyün var. Ey,
blank.gif
2 لاَهُوَاِلاَّهُوَ Şu, tevhid-i şuhuda bir işarettir. Hakikatbîn nazar tevhide müstağrak olursa der ki:
blank.gif
3
لاَ مَشْهُودَ اِلاَّ هُوَ

İkinci cümle:
اَللهُ اَحَدٌ
blank.gif
4
dir ki, tevhid-i ulûhiyete tasrihtir. Hakikat, hak lisanı der ki:
لاَ مَعْبُودَ اِلاَّ هُوَ
blank.gif
5

Üçüncü cümle:
blank.gif
6
اَللهُ الصَّمَدُ dir. İki cevher-i tevhide sadeftir.
Birinci dürrü: tevhid-i rububiyet. Evet, nizam-ı kevn lisanı der ki:
blank.gif
7
لاَ خَالِقَ اِلاَّ هُوَ
İkinci dürrü: tevhid-i kayyûmiyet. Evet, serâser kâinatta, vücut ve hem bekâda, müessire ihtiyaç lisanı der ki:
blank.gif
8
لاَقَيُّومَاِلاَّهُوَ

Dördüncü:
blank.gif
9
لَمْ يَلِدْ dir. Bir tevhid-i celâli müstetirdir. Envâ-ı şirki reddeder, küfrü keser bîiştibah.


[NOT]Dipnot-1
“De ki: O…” İhlâs Sûresi, 112:1.
Dipnot-2
Ondan başka o yoktur.
Dipnot-3
Ondan başka görünen birşey yoktur.
Dipnot-4
“Allah birdir.” İhlâs Sûresi: 112:1.
Dipnot-5
Ondan başka kendisine ibadet edilen kimse yoktur.
Dipnot-6
“Allah Samed’dir; herşey Ona muhtaçtır, O ise hiçbir şeye muhtaç değildir.” İhlâs Sûresi: 112:2.
Dipnot-7
Ondan başka yaratıcı yoktur.
Dipnot-8
Ondan başka eşyanın varlığını devam ettiren yoktur.
Dipnot-9
“O doğmamıştır.” İhlâs Sûresi, 112:3.[/NOT]



bekà: devamlılık, süreklilik (bk. b-ḳ-y)bîiştibah: karıştırılmaksızın
cevher-i tevhid: tevhidin özü (bk. v-ḥ-d)dürr: inci
envâ-ı tevhid: tevhid çeşitleri (bk. v-ḥ-d)envâ-ı şirk: şirkin çeşitleri
hak: doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikat: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikatbîn: hakikati gören (bk. ḥ-ḳ-ḳ)karine: ek delil
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)lisan: dil
menfi: olumsuzmüessir: tesir eden
müsbet: olumlumüstağrak: kendinden geçmiş
müstetir: gizli, örtülünazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nizam-ı kevn: kâinattaki düzen (bk. n-ẓ-m; k-v-n)sadef: inci kabuğu
serâser: baştan başataayyün: belli olma, belirlenme
tasrih: açıklamatayin: belirli kılma
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)tevhid-i celâli: Allah’ın haşmet ve heybetiyle tek ve bir olması ve hiçbir şekilde ve keyfiyette ortağının bulunmaması (bk. v-ḥ-d; c-l-l)
tevhid-i kayyûmiyet: Allah’tan başka varlıkları ayakta tutup varlıklarını devam ettiren kuvvet ve kudretin olmaması (bk. v-ḥ-d; ḳ-v-m)tevhid-i rububiyet: varlık âleminin terbiye, tedbir ve idaresindeki birlik ve bu birliğin bir olan Allah’tan gelmesi (bk. v-ḥ-d; r-b-b)
tevhid-i ulûhiyet: kâinattaki bütün varlıklardan çıkan meyvelerin, ibadet, hamd ve övgü gibi değerlerin bir olan Allah’a ait olması (bk. v-ḥ-d; e-l-h)tevhid-i şuhud: her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunun görülmesi (bk. v-ḥ-d; ş-h-d)
vücut: varlık (bk. v-c-d)ıtlak: genelleştirme (bk. ṭ-l-ḳ)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 948

Yani tagayyür, ya tenasül, ya tecezzî eden elbet ne hâlıktır, ne kayyumdur, ne ilâh.


Veled fikri, tevellüd küfrünü
blank.gif
1
لَمْ reddeder, birden keser atar. Şu şirktendir ki, olmuştur beşer ekserisi gümrah.


Ki İsâ (a.s.), ya Üzeyr’in, ya melâik, ya ukûlün tevellüd şirki meydan alıyor nev-i beşerde gâh bâ-gâh.


Beşincisi:
blank.gif
2
وَلَمْ يُولَدْ Bir tevhid-i sermedî işareti şöyledir: Vâcib, kadîm, ezelî olmazsa olmaz İlâh.


Yâni, ya müddeten hâdis ise, ya maddeden tevellüd, ya bir asıldan münfasıl olsa, elbette olmaz şu kâinata penah.
Esbabperesti, nücumperestlik, sanem-peresti, tabiatperestlik şirkin birer nev’idir; dalâlette birer çâh.

Altıncı:
وَلَمْ يَكُنْ
blank.gif
3
Bir tevhid-i câmi’dir. Ne zâtında nazîri, ne ef’âlinde şerîki, ne sıfâtında şebîhi لَمْ lâfzına nazargâh.
Şu altı cümle mânen birbirine netice, hem birbirinin burhanı, müselseldir berâhin, müretteptir netâic şu sûrede karargâh.Demek şu Sûre-i İhlâsta, kendi miktar-ı kametinde müselsel, hem mürettep otuz sûre münderiç; bu bunlara sehergâh. لاَيَعْلَمُالْغَيْبَاِلاَّاللهُ
blank.gif
4

• • •



[NOT]Dipnot-1
(Olumsuzluk edatı) “Değildir.”
Dipnot-2
“O doğurulmamıştır.” İhlâs Sûresi, 112:3
Dipnot-3
“Olmadı.” İhlâs Sûresi, 112:4.
Dipnot-4
Gaybı Allah’tan başka kimse bilmez.[/NOT]




Sûre-i İhlâs: İhlâs Sûresi (bk. ḫ-l-ṣ)berâhin: güçlü deliller
beşer: insanlıkburhan: güçlü delil
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)ef’âl: fiiller, işler (bk. f-a-l)
ekseri: çoğunluk (bk. k-s̱-r)esbab-perest: sebeplere tapan (bk. s-b-b)
ezelî: başlangıcı olmayan, sonsuz (bk. e-z-l)gâh bâ-gâh: zaman zaman
gümrah: yolunu şaşırmışhâdis: sonradan olan (bk. ḥ-d-s̱)
hâlık: yaratıcı (bk. ḫ-l-ḳ)kadîm: varlığının başı ve öncesi olmayan (bk. ḳ-d-m)
karargâh: karar yerikayyûm: herşeyi kendi varlığıyla ayakta tutan ve varlıklarını devam ettiren (bk. ḳ-v-m)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)lâfz: ifade, kelime
melâik: melekler (bk. m-l-k)miktar-ı kamet: boy ölçüsü (bk. ḳ-d-r)
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)münderiç: yerleştirilmiş
münfasıl: ayrılmışmürettep: bağlantılı, dizili
müselsel: silsile halinde, zincirlemenazargâh: bakılacak yer (bk. n-ẓ-r)
nazîr: benzer, eş (bk. n-ẓ-r)netâic: neticeler
nev-i beşer: insanlarnev’: tür, çeşit
nücumperest: yıldızlara tapanpenah: sığınak, dayanak
sanem-perest: putlara tapansehergâh: seher vakti; toplanma yeri
tabiatperest: tabiata tapan (bk. ṭ-b-a)tagayyür: başkalaşma, değişme
tecezzî: parçalara ayrılma (bk. c-z-e)tenasül: üreme, nesil yetiştirme
tevellüd: doğmatevhid-i câmi: çok kapsamlı ve herşeyi içine alan tevhid anlayışı (bk. v-ḥ-d; c-m-a)
tevhid-i sermedî: sürekli var olan yaratıcının birliği (bk. v-ḥ-d)ukûl: akıllar
veled: çocuk, evladvâcib: varlığı zorunlu olan (bk. v-c-b)
Üzeyr: (bk. bilgiler)çâh: kuyu, çukur
İsa: (bk. bilgiler)şebîh: benzer
şerîk: ortakşirk: Allah’a ortak koşma

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 949

Sebep sırf zâhirîdir

İzzet-i azamet ister ki, esbab-ı tabiî perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında.Tevhid ve celâl ister ki, esbab-ı tabiî, dâmenkeş-i tesir-i hakikî olaHAŞİYE-1AŞİYE kudret eserinde.

• • •

Vücut âlem-i cismanîde münhasır değil

Vücudun hasra gelmez muhtelif envâını, münhasır olmaz, sıkışmaz şu şehadet âleminde.Âlem-i cismanî bir tenteneli perde gibi şule-feşan gaybî avâlim üzerinde.

• • •

Kalem-i kudrette ittihad, tevhidi îlân eder


Eser-i itkan-ı san’at, fıtratın her köşesinde bilbedâhe reddeder esbabının icadını.Nakş-ı kilkî, ayn-ı kudret; hilkatin her noktasında bizzarure reddeder vesaitin vücudunu.

• • •

Birşey herşeysiz olmaz

Kâinatta serbeser sırr-ı tesanüd müstetir, hem münteşir. Hem cevânibde tecavüb, hem teâvün gösterir.Ki yalnız bir kudret-i âlemşümuldür yaptırır, zerreyi her nisbetiyle halk edip yerleştirir.Kitab-ı âlemin her satırıyla her harfi hayy; ihtiyaç sevk ediyor, tanıştırır.


[NOT]Haşiye-1
AŞİYE Hakikî tesirden elini çeksin, icada karışmasın demektir.[/NOT]




avâlim: âlemler (bk. a-l-m)ayn-ı kudret: kudretin kendisi (bk. ḳ-d-r)
bilbedâhe: ap açık bir şekildebizzarure: zorunlu olarak
celâl: haşmet, yücelik, heybet (bk. c-l-l)cevânib: taraflar, yönler
dâmenkeş-i tesir-i hakikî: gerçek tesirden el etek çeken (bk. ḥ-ḳ-ḳ)envâ: türler, çeşitler
esbab: sebepler (bk. s-b-b)esbab-ı tabiî: tabii sebepler, maddî şartlar (bk. s-b-b; ṭ-b-a)
eser-i itkan-ı san’at: sağlam ve pürüzsüz san’at eserifıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r; ṣ-n-a)
gaybî: bilinmeyen, görünmeyen (bk. ğ-y-b)hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halk etme: yaratma (bk. ḫ-l-k)hasr: sınırlama
hayy: diri, canlı (bk. ḥ-y-y)haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ)icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
ittihad: birlik, birleşmeizzet-i azamet: büyüklüğün izzeti, şânı (bk. a-z-z; a-ẓ-m)
kalem-i kudret: kudret kalemi (bk. ḳ-d-r)kitab-ı âlem: âlem kitabı, kâinat (bk. k-t-b; a-l-m)
kudret: İlâhî güç ve iktidar (bk. ḳ-d-r)kudret-i âlemşümul: kâinatı kaplayan güç ve iktidar (bk. ḳ-d-r; a-l-m)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)muhtelif: çeşitli
münhasır: ait, sınırlımünteşir: yayılmış
müstetir: gizli, örtülünakş-ı kilkî: kalemin ucuyla yapılan nakış (bk. n-ḳ-ş)
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)nisbet: ölçü, oran (bk. n-s-b)
perdedar-ı dest-i kudret: kudret elinin perdecisi (bk. ḳ-d-r)serbeser: baştan başa
sırr-ı tesanüd: dayanışma sırrı (bk. s-n-d)teavün: yardımlaşma
tecavüb: birbirinin ihtiyacına cevap verme (bk. c-v-b)tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
vesait: vasıtalar, araçlarvücud: varlık (bk. v-c-d)
zerre: atom, maddenin en küçük parçasızâhirî: görünürde (bk. ẓ-h-r)
âlem-i cismanî: maddî âlem (bk. a-l-m)şehadet âlemi: görünen âlem (bk. ş-h-d; a-l-m)
şule-feşan: ışık saçan

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 950

Her nereden gelirse gelsin, nidâ-i hâcete lebbeyk-zendir; sırr-ı tevhid namına etrafı görüştürür.Zîhayat her harfi, herbir cümleye müteveccih birer yüzü, hem de nâzır birer gözü baktırır.

• • •

Güneşin hareketi cazibe içindir, cazibe istikrar-ı manzumesi içindir


Güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin müncezip seyyar olan yemişleri.Ger sükûtuyla sükûnet eylese, cezbe kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları.

• • •

Küçük Şeyler büyük şeylerle merbuttur

Sivrisinek gözünü halk eyleyendir mutlaka güneşi, hem kehkeşi halk eylemiş.Pirenin midesini tanzim edendir mutlaka manzume-i şemsiyeyi nazm eylemiş.Gözde rü’yet, midede hem ihtiyacı derc edendir mutlaka semâ gözüne ziya sürmesi çekmiş, Zemin yüzüne gıda sofrası sermiş.

• • •

Kâinatın nazmında büyük bir i’caz var

Kâinatın gör ki telifinde bir i’caz var. Ger bütün esbab-ı tabiiye bi’l-farzı’l-muhalOla herbiri muktedir bir fâil-i muhtar,O i’câza karşı nihayet acz ile bil’imtisalEderek secde ki:

سُبْحَانَكَ لاَ قُدْرَةَ فِينَا رَبَّـنَا اَنْتَ الْقَدِيرُ اْلاَزَلِىُّ ذُوالْجَلاَلِ
blank.gif
1

• • •

Kudrete nisbet herşey müsavidir

مَاخَلْقُكُمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ اِلاَّكَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ
blank.gif
2



[NOT]Dipnot-1
“Seni her türlü noksan sıfattan tenzih ederiz, ey Rabbimiz! Sen ezelî Kadîrsin ve celâl sahibisin.”
Dipnot-2
“Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir.” Lokman Sûresi, 31:28.[/NOT]




acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)bil’imtisal: uygulayarak
bi’l-farzı’l-muhal: imkansız olan bir şeyin olduğunu varsayarakcazibe: çekim
cezbe: çekim gücüderc etmek: yerleştirmek
esbab-ı tabiiye: tabiî, doğal sebepler (bk. s-b-b; ṭ-b-a)feza: uzay
fâil-i muhtar: dilediğini yapmakta serbest olan (bk. f-a-l; ḫ-y-r)ger: eğer
halk eylemek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)istikrar-ı manzume: sistemin istikrarı, kararlılığı (bk. n-ẓ-m)
i’câz: mu’cizelik, başkalarını acze düşürecek derecede olağanüstü olma (bk. a-c-z)kehkeş: samanyolu galaksisi
kudret: İlâhî güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
lebbeyk-zen: buyurun diyenmanzume-i şemsiye: güneş sistemi (bk. n-ẓ-m)
meczup: cezbedilmiş, çekilmişmerbut: bağlı
meyvedar: meyveli, verimlimuktedir: güç ve kudret sahibi ve dilediği şeyi yapabilen (bk. ḳ-d-r)
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)müncezip: cezbedilmiş, çekilmiş
müsavi: eşit, denkmüteveccih: yönelik, yönelmiş
nam: adnazm: diziliş, tertip (bk. n-ẓ-m)
nazm eylemek: dizmek, tertiplemek (bk. n-ẓ-m)nidâ-i hâcet: ihtiyaç sesi (bk. ḥ-v-c)
nihayet: sonnisbet: oran, kıyas (bk. n-s-b)
nâzır: bakan, gözeten (bk. n-ẓ-r)rü’yet: görme
semâ: gök (bk. s-m-v)seyyar: gezici, hareketli
sükûnet: durgunluk, hareketsizlik (bk. s-k-n)sükût: sessiz kalma, susma
sırr-ı tevhid: herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanmanın sırrı (bk. v-ḥ-d)tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
telifi: (kitap vs.) yazılması, yaratılmasızemin: yer
ziya: ışıkzîhayat: canlı (bk. ẕî; h-y-y)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 951

Bir kudret-i zâtiyedir, hem ezelî; acz tahallül edemez.Onda merâtip olmayıp, mevâni tedahül edemez. İsterse küll, isterse cüz, nisbet tefavüt eylemez.Çünkü herşey bağlıdır herşey ile. Herşeyi yapamayan birşeyi de yapamaz.

• • •

Kâinatı elinde tutamayan zerreyi halk edemez

Tesbih gibi nazmeyleyip kaldıracak arzımızı, şümûsu, nücumu, hasra gelmez,Şu fezanın başına, hem sinesine takacak öyle kuvvetli ele bir kimse mâlik olmaz.Dünyada hiçbir şeyde dâvâ-yı halk edip iddia-yı icad edemez.

• • •

İhya-yı nev’, ihya-yı fert gibidir

Mevt-âlûd bir nevm ile kışta uyuşmuş bir sinek, nasıl onun ihyası kudrete ağır gelmez.Şu dünyanın mevti de, ihyası da öyledir. Bütün zîruh ihyası onda fazla nazlanmaz.
blank.gif
1


• • •

Tabiat bir san’at-ı İlâhiyedir

Değil tâbi’ tabiat, belki matba’. Değil nakkâş, o belki bir nakıştır. Değil fâil, o kabildir. Değil masdar, o mistardır.Değil nâzım, o nizamdır. Değil kudret, o kanundur. İradî bir şeriattir, değil haric-i hakikattar.

• • •

Vicdan, cezbesi ile Allah’ı tanır

Vicdanda mündemiçtir bir incizap ve cezbe. Bir câzibin cezbiyle daim olur incizap.


[NOT]Dipnot-1
bk. Lokman Sûresi, 39:6.[/NOT]




acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)arz: dünya
cezbe: Allah sevgisiyle kendinden geçer bir hale gelmecüz: parça (bk. c-z-e)
dâvâ-yı halk: yaratma iddiası (bk. ḫ-l-ḳ)ezelî: başlangıcı olmayan sonsuz (bk. e-z-l)
feza: uzayfâil: işi yapan (bk. f-a-l)
halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)haric-i hakikatdar: gerçek varlığı olan somut bir varlık (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hasr: sınırlama, sınırlandırmaiddia-yı icad: var etme, yaratma iddiası (bk. v-c-d)
ihya: diriltme, hayat verme (bk. ḥ-y-y)ihya-yı fert: bir kişiye hayat verme (bk. ḥ-y-y; f-r-d)
ihya-yı nev’: bir türe hayat verme (bk. ḥ-y-y)incizap: cezb edilme, çekilme
iradî bir şeriat: irade sıfatından gelen bir kanun ve düzenleme (bk. r-v-d; ş-r-a)kabil: kabul eden, yapılan
kudret: İlâhî güç ve iktidar (bk. ḳ-d-r)kudret-i zâtiye: bizzat kendinden olan güç ve iktidar (bk. ḳ-d-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)küll: bütün (bk. k-l-l)
masdar: kaynak, birşeyin çıktığı yermatba’: tab olunmuş, yapılmış
merâtip: mertebeler, derecelermevt: ölüm (bk. m-v-t)
mevt-âlûd: ölümle karışık (bk. m-v-t)mevâni: engeller, mâniler
mistar: cetvel, birşeyin kaynağından çıkmasına yarayan âletmâlik: sahip (bk. m-l-k)
mündemiç: yerleştirilmişnakkaş: nakşeden, işleyen (bk. n-ḳ-ş)
nazmeylemek: dizmek (bk. n-ẓ-m)nevm: uyku
nisbet: oran, kıyas (bk. n-s-b)nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
nâzım: düzenleyen (bk. n-ẓ-m)nücûm: yıldızlar
san’at-ı İlâhîye: Allah’ın sanatı (bk. ṣ-n-a; e-l-h)tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
tahallül: sızma, içine girmetedahül: müdahele etme, karışma
tefavüt eylemek: farklılık göstermektâbi’: tab eden, yapan
zerre: atom, maddenin en küçük parçasızîruh: ruh sahibi (bk. ẕî; r-v-ḥ)
şümûs: güneşler

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 952

Cezbe düşer zîşuur, ger Zülcemâl görünse, etse tecellî daim pürşâşaa bîhicap.Bir Vâcibü’l-Vücuda, Sahib-i Celâl ve Cemâl, şu fıtrat-ı zîşuur kat’î şehadet-meab.Bir şahidi o cezbe; hem diğeri incizap.

• • •

Fıtratın şehadeti sadıkadır

Fıtratta yalan yoktur; ne dediyse doğrudur. Çekirdeğin lisanı,Meyl-i nümüv der: “Ben sünbüllenip meyvedar...” Doğru çıkar beyanı.Yumurtanın içinde, derin derin söyler hayatın meyelânıKi, “Ben piliç olurum, izn-i İlâhî ola.” Sadık olur lisanı.Bir avuç su, bir demir gülle içinde eğer niyet etse incimad, bürudetin zamanı.İçindeki inbisat meyli der: “Genişlen, bana lâzım fazla yer.” Bir emr-i bîemânî...Metin demir çalışır, onu yalan çıkarmaz. Belki onda doğruluk, hem de sıdk-ı cenanî,O demiri parçalar. Şu meyelânlar bütün birer emr-i tekvinî, birer hükm-ü Yezdânî,Birer fıtrî şeriat, birer cilve-i irade. İrade-i İlâhî, idare-i ekvânî,Emirleri şunlardır: Birer birer meyelân, birer birer imtisal, evâmir-i Rabbânî.Vicdandaki tecellî aynen böyle cilvedir ki incizap ve cezbe iki musaffâ cânı,İki mücellâ camdır. Akseder içinde cemâl-i lâyezâlî, hem de nur-u imanî.

• • •

Nübüvvet beşerde zaruriyedir

Karıncayı emirsiz, arıyı yâsupsuz bırakmayan kudret-i ezeliye, elbette,Beşeri de bırakmaz şeriatsiz, nebîsiz. Sırr-ı nizam-ı âlem böyle ister elbette.




Sahib-i Celâl ve Cemâl
: sonsuz haşmet, görkem ve güzellik sahibi (bk. c-l-l; c-m-l)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)
Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi Allah (bk. ẕü; c-m-l)beyan: açıklama (bk. b-y-n)
beşer: insanlıkbîhicap: perdesiz, örtüsüz
bürudet: soğuklukcemâl-i lâyezâlî: son bulmayan güzellik (bk. c-m-l; z-v-l)
cezb: çekimcezbe: çekim
cilve: görünme (bk. c-l-y)cilve-i irade: İlâhî iradenin görünümü (bk. c-l-y; r-v-d)
emr-i bîemânî: amansız, acımasız emiremr-i tekvinî: Allah’ın yaratılışa koyduğu kanun (bk. k-v-n)
evâmir-i Rabbânî: Allah’ın emirleri (r-b-b)fıtrat: yaratılış, mizaç (bk. f-ṭ-r)
fıtrat-ı zîşuur: şuurlu, bilinçli yaratılış (bk. f-ṭ-r; ẕî; ş-a-r)fıtrî şeriat: yaratılışa ait kanun (bk. f-ṭ-r; ş-r-a)
ger: eğerhükm-i Yezdanî: Allah’ın hükmü (bk. ḥ-k-m)
idare-i ekvânî: âlemlerin, varlıkların idaresi (bk. k-v-n)imtisal: emre uyma
inbisat: genişleme, yayılmaincimad: donma, katılaşma
incizap: cezb edilme, çekilmeirade-i İlâhî: Allah’ın iradesi, dilemesi (bk. r-v-d; e-l-h)
izn-i İlâhî: Allah’ın izni (bk. e-l-h)kat’î: kesin
kudret-i ezeliye: Cenâb-ı Hakkın başlangıcı olmayan sonsuz kudreti (bk. ḳ-d-r; e-z-l)lisan: dil
metin: sağlammeyelân: meyletme, yönelme
meyl: eğilim, istek ve arzumeyl-i nümüv: gelişme ve büyüme eğilimi, isteği
meyvedar: meyveli, verimlimusaffâ: arınmış, safileşmiş (bk. ṣ-f-y)
mücellâ: cilâlı, parlaknebî: peygamber (bk. n-b-e)
nur-u imanî: iman nuru (bk. n-v-r; e-m-n)nübüvvet: peygamberlik (bk. n-b-e)
pürşâşaa: göz alıcı parlaklıkta, çok gösterişlisadık: doğru, gerçek (bk. ṣ-d-ḳ)
sıdk-ı cenanî: kalpten gelen doğruluk (bk. ṣ-d-ḳ)sırr-ı nizam-ı âlem: âlemin düzenindeki sır (bk. n-ẓ-m; a-l-m)
tecellî: yansıma, görünme (bk. c-l-y)yâsup: arı beyi
zaruriye: zorunluzîşuur: şuur sahibi, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)şehadet-meab: şahitlik alanı (bk. ş-h-d)
şeriat: Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi (bk. ş-r-a)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 953

Meleklerde Mirac, insanlarda şakk-ı kamer gibidir


Bir mirac-ı kerametle melekler, gördüler elhak ki müsellem bir nübüvvette muazzam bir velâyet var.O parlak zât, burâka binmiş de berk olmuş, kamervâri serâser âlem-i nuru da görmüştür.Şu şehadet âleminde münteşir insanlara hissî büyük bir mu’cize nasıl ki

وَانْشَقَّ الْقَمَرُ
blank.gif
1
dir.
blank.gif
2


Bu Miracdır âlem-i ervahtaki sakinlere en büyük bir mu’cize ki
blank.gif
3
سُبْحَانَ الَّذِۤى اَسْرٰى dır.

• • •

Kelime-i şehadetin burhanı içindedir

Kelime-i şehadet: Vardır iki kelâmı. Birbirine şahittir, hem delil ve burhandır.Birincisi, sânîye bir burhan-ı lümmîdir. İkincisi, evvele bir burhan-ı innîdir.

• • •

Hayat bir çeşit tecellî-i vahdettir

Hayat bir nur-u vahdettir; şu kesrette eder tevhid tecellî. Evet, bir cilve-i vahdet eder kesretleri tevhid ve yektâ.Hayat birşeyi herşeye eder mâlik. Hayatsız şey, ona nisbet ademdir cümle eşya.

• • •

[NOT]Dipnot-1
“Ay yarıldı.” Kamer Sûresi, 54:1.
Dipnot-2
bk. el-Îcî, Kitabü’l-Mevakıf 3:405-406; el-Âmidî, Gayetü’l-Meram 1:356; İbni Teymiyye, el-Ceva-bü’s-Sahih 1:414; 2:44; eş-Şehristânî, el-Fark Beyne’l-Firâk 1:313.
Dipnot-3
“Gece seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir.” İsrâ Sûresi, 17:1
[/NOT]



Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)
adem: yokluk
berk: şimşekburhan: güçlü delil
burhan-ı innî: eserden müessire, yani eseri yapana, olaylardan kanuna ulaştıran delil, tümdengelimburhan-ı limmî: müessirden esere, yani eseri yapandan esere, kanundan olaylara ulaştıran delil, tümevarım
burâk: Cennete mahsus bir binekcilve-i vahdet: Allah’ın birliğinin görüntüsü (bk. c-l-y; v-ḥ-d)
elhak: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ)eşya: varlıklar
kamervâri: ay gibikelime-i şehadet: “Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim” ifadesi (bk. k-l-m; ş-h-d)
kelâm: kelime, söz (bk. k-l-m)kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
mirac-ı keramet: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) veliliğinin kerâmeti olan mirca (bk. a-r-c; k-r-m)muazzam: çok büyük (bk. a-ẓ-m)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)mâlik: sahip (bk. m-l-k)
münteşir: yayılmış olanmüsellem: doğruluğu şüphesiz kabul edilmiş (bk. s-l-m)
nisbet: oran, kıyas (bk. n-s-b)nur-u vahdet: Allah’ın birliğinin nuru (bk. n-v-r; v-ḥ-d)
nübüvvet: peygamberlik (bk. n-b-e)sakin: ikâmet eden, yerleşmiş olan (bk. s-k-n)
serâser: baştan başasânî: ikinci
tecellî: yansıma, görünme (bk. c-l-y)tecellî-i vahdet: Allah’ın birliğinin tecellîsi, yansıması (bk. c-l-y; v-ḥ-d)
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)velâyet: velîlik (bk. v-l-y)
yektâ: tek, birâlem-i ervah: ruhlar âlemi (bk. a-l-m; r-v-h)
âlem-i nur: nur âlemi (bk. a-l-m; n-v-r)şakk-ı kamer: Ay’ın ikiye bölünmesi mu’cizesi
şehadet âlemi: görünen madde âlemi (bk. ş-h-d; a-l-m)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 954

Ruh, vücud-u hâricî giydirilmiş bir kanundur

Ruh bir nuranî kanundur; vücud-u hâricî giymiş bir namustur, şuuru başına takmış.
blank.gif
1
Bu mevcut ruh, şu makul kanuna olmuş iki kardeş, iki yoldaş.Sabit ve hem daim fıtrî kanunlar gibi, ruh dahi hem âlem-i emir, hem irade vas-fından gelir.Kudret vücud-u hissî giydirir, şuuru başına takar, bir seyyâle-i lâtifeyi o cevhere sadef eder.Eğer envâdaki kanunlara kudret-i Hâlık vücud-u hâricî giydirirse, herbiri bir ruh olur.Ger vücudu ruh çıkarsa, başından şuuru indirirse, yine lâyemut kanun olur.

• • •

Hayatsız vücut adem gibidir


Ziya ile hayatın herbiri, mevcudatın birer keşşafıdır. Bak: Nur-u hayat olmazsa,Vücut adem-âlûddur, belki adem gibidir. Evet, garip, yetimdir, hayatsız ger kamer’se.

• • •

Hayat sebebiyle karınca küreden büyük olur

Ger mizanü’l-vücutla karıncayı tartarsan, onda çıkan kâinat küremize sıkışmaz.Bence küre hayevândır, başkaların zannınca meyyit olan küreyi ger getirip koyarsan,Karıncanın karşısına, o zîşuur başının nısfı bile olamaz.

• • •

Nasrâniyet İslâmiyete teslim olacak

Nasrâniyet intıfâ, ya ıstıfâ bulacak. İslâma karşı teslim olup terk-i silâh edecek.



[NOT]Dipnot-1
bk. İsrâ Sûresi, 17:85.[/NOT]




Nasrâniyet
: Hıristiyanlık
adem: yokluk, hiçlik
adem-âlûd: yoklukla karışıkenvâ: türler, çeşitler
fıtrî: yaratılıştan gelen, doğal (bk. f-ṭ-r)ger: eğer
hayevân: canlı (bk. ḥ-y-y)intıfâ: sönmek
irade: dileme, tercih (bk. r-v-d)kamer: ay
keşşâf: keşfedici, açığa çıkarıcı (bk. k-ş-f)kudret: İlâhî güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
kudret-i Hâlık: herşeyi yaratan Allah’ın kudreti (bk. ḳ-d-r; ḫ-l-ḳ)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
küre: dünyalâyemut: ölümsüz (bk. mâ-lâ; m-v-t)
makul: akla uygunmevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mevcut: vücudu olan (bk. v-c-d)meyyit: ölü (bk. m-v-t)
mizanü’l-vücut: varlık terazisi (bk. v-z-n; v-c-d)namus: kanun, nizam (bk. n-m-s)
nur-u hayat: hayat nuru (bk. n-v-r; ḥ-y-y)nuranî: maddî yapısı olmayıp nurdan yaratılmış olan (bk. n-v-r)
nısf: yarısısadef: inci kabuğu
seyyâle-i lâtife: akıcı özelliğe sahip mânevî varlık (bk. l-ṭ-f)terk-i silâh: silah bırakma, teslim olma
vasıf: özellik, sıfat (bk. v-ṣ-f)vücud-u haricî: varlık dünyasına çıkmış; ilim dairesinden çıkıp var edilmiş olan (bk. v-c-d)
vücud-u hissî: duyu organları ile kavranabilen varlık (bk. v-c-d)vücut: beden, varlık (bk. v-c-d)
ziya: ışıkzîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
âlem-i emir: Cenâb-ı Hakkın doğrudan emriyle idare edilen âlem; kanunlar âlemi (bk. a-l-m)ıstıfâ: saflaşma, arınma (bk. ṣ-f-y)
şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 955

Mükerreren yırtıldı, Purutluğa tâ geldi, Purutlukta görmedi ona salâh verecek.Perde yine yırtıldı, mutlak dalâle düştü. Bir kısmı lâkin bazı yakınlaştı tevhide; onda felâh görecek.Hazırlanır şimdidenHAŞİYE-1AŞİYE yırtılmaya başlıyor. Sönmezse safvet bulup İslâma mal olacak.Bu bir sırr-ı azîmdir. Ona remz ve işaret: Fahr-i Rusul demiştir, “İsâ, şer’im ile amel edip ümmetimden olacak.”
blank.gif
1


• • •

Tebeî nazar, muhali mümkün görür

Meşhurdur ki, îdin hilâline bakardı cemaat-i kesire. Kimse birşey görmedi.Zevâlî bir ihtiyar yemin etti ki, “Gördüm.” Halbuki gördüğü, kirpiğinin takavvüs etmiş beyaz bir kılı idi.O kıl oldu onun hilâli. O mukavves kıl nerede? Hilâl olmuş kamer nerede? Ger anladın şu remzi,Zerrattaki harekât, kirpik-i aklın olmuş, birer kıl-ı zulmettar, kör etmiş maddî gözü.Teşkil-i cümle envâ fâilini göremez, düşer başına dalâl.O hareket nerede, Nazzâm-ı kevn nerede? Onu ona vehmetmek muhaldir ender muhal!

• • •

Kur’ân âyine ister, vekil istemez

Ümmetteki cumhuru, hem avâmın umumu, burhandan ziyade mehazdaki kudsiyet şevk-i itaat verir, sevk eder imtisale.



[NOT]Haşiye-1
AŞİYE Bu dehşetli Harb-i Umumî neticesindeki vaziyete işaret eder. Belki İkinci Harb-i Umumîden tam haber verir.

Dipnot-1
bk. Buhârî, Enbiyâ 49, Büyû’ 102, Mezâlim 31; Müslim, Îman 24-247; Ebû Dâvûd, Melâhim 14; Tirmizî Fiten 54; İbni Mâce, Fiten 33; Müsned 2:240-272;[/NOT]


Fahr-i Rusul: bütün peygamberlerin övünç kaynağı Hz. Muhammed (bk. r-s-l)Harb-i Umumî: I. Dünya Savaşı
Nazzâm-ı kevn: kâinata ve bütün varlık âlemine düzen veren Allah (bk. n-ẓ-m; k-v-n)Purutluk: Protestanlık
avâm: halkburhan: güçlü delil
cemaat-i kesire: büyük bir topluluk (bk. c-m-a; k-s̱̱-r)cumhur: çoğunluk
dalâl: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)dehşetli: korkunç
felâh: kurtuluşfâil: işi yapan (bk. f-a-l)
ger: eğerharekât: hareketler
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothilâl: yay biçimindeki ay
imtisal: uymakamer: ay
kirpik-i akl: akıl kirpiğikudsiyet: kusur ve noksandan uzak oluş, kutsallık (bk. ḳ-d-s)
kıl-ı zulmettar: büyük bir hakikatin önünü kapatan bir kıl (bk. ẓ-l-m)mehaz: kaynak
muhal: olması imkânsızmuhal ender muhal: imkansızlık içinde imkansızlık
mukavves: yay şeklindemutlak: kesin (bk. ṭ-l-ḳ)
mükerreren: defalarca, tekrarlamümkün: olabilir (bk. m-k-n)
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)remz: işaret
safvet: safilik, pâklık (bk. ṣ-f-y)salâh: iyileşme, düzelme (bk. ṣ-l-ḥ)
sırr-ı azîm: büyük sır (bk. a-ẓ-m)takavvüs: yay gibi olma
tebeî: dolaylı, başka bir şeye tabi olantevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
teşkil-i cümle envâ: bütün türleri meydana getirmeumum: bütün, genel
vehmetmek: vehme kapılmak, kuruntulanmakzerrat: zerreler, atomlar
zevâlî: geçip gidici, ölüme yakın (bk. z-v-l)ziyade: çok, fazla
âyine: aynaîd: bayram
ümmet: Hz. Peygambere inanıp onun yolundan giden mü’minlerİsâ: (bk. bilgiler)
şer’: şeriat, Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi (bk. ş-r-a)şevk-i itaat: itaat etme arzusu, isteği

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 956

Şeriat, yüzde doksanı müsellemât-ı şer’î, zaruriyât-ı dinî birer elmas sütundur.İçtihadî, hilâfî, fer’î olan mesâil, yüzde ancak on olur. Doksan elmas sütunu, on altının sahibiKesesine koyamaz, ona tâbi kılamaz. Elmasların madeni, Kur’ân ve hem hadistir. Onun malı; oradan her zaman istemeli.Kitaplar, içtihadlar Kur’ân’ın âyinesi, yahut dürbün olmalı. Gölge, vekil istemez o Şems-i Mu’cizbeyan.

• • •

Mubtıl, bâtılı hak nazarıyla alır

İnsandaki fıtratı mükerrem olduğundan, kasten hakkı arıyor. Bazan gelir eline, bâtılı hak zanneder; koynunda saklıyor.Hakikati kazarken, ihtiyarı olmadan dalâl düşer başına; hakikattir zanneder, kafasına geçirir.

• • •

Kudretin âyineleri çoktur


Kudret-i Zülcelâlin pek çoktur mir’atları. Herbiri ötekinden daha eşeff ve eltaf pencereler açıyor bir âlem-i misale.Sudan havaya kadar, havadan tâ esire, esirden tâ misale, misalden tâ ervâha, ervahtan tâ zamana, zamandan tâ hayale,Hayalden fikre kadar muhtelif âyineler, daima temsil eder şuûnât-ı seyyâle.Kulağınla nazar et âyine-i havaya: Kelime-i vahide, olur milyon kelimat.Acip istinsah eder o kudretin kalemi, şu sırr-ı tenasülât.

• • •


acip: hayrette bırakıcı, hayranlık vericibâtıl: gerçek dışı, yalan
dalâl: dalâlet, hak yoldan sapkınlık (bk. ḍ-l-l)eltaf: çok lâtif, çok hoş ve güzel (bk. l-ṭ-f)
ervâh: ruhlar (bk.esir: bütün kâinatı kaplayan madde
eşeff: çok parlak, çok şeffaffer’î: esasa ait olmayan, ayrıntı
fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r)hadis: Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)
hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikat: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hilâfî: ihtilaflı olanihtiyar: irade, tercih, seçim (bk. ḫ-y-r)
istinsah etmek: nüshasını çıkarmak, çoğaltmakiçtihad: dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur’ân ve hadisten hüküm çıkarma (bk. c-h-d)
içtihadî: içtihadla ilgili olan (bk. c-h-d)kelimat: kelimeler (bk. k-l-m)
kelime-i vahide: bir tek kelime (bk. k-l-m; v-ḥ-d)kudret: Allah’ın güç ve iktidarı (bk. ḳ-d-r)
kudret-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve heybet sahibi Allah’ın sonsuz kudreti (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)maden: kaynak
mesâil: meseleler (bk. m-s̱-l)mir’at: ayna
misal: görüntü (bk. m-s̱-l)mubtıl: iptal eden, bozup yanlışa düşüren, batıl ve boş şey ortaya çıkaran
muhtelif: çeşitlimükerrem: şerefli, saygıdeğer (bk. k-r-m)
müsellemât-ı şer’î: doğruluğuna şüphe olmayan, şeriatın hükümleri; kabul ve tasdik edilmiş genel düsturları (bk. s-l-m; ş-r-a)nazar etme: bakıp düşünme (kulakla işitip akılla düşünme) (bk. n-ẓ-r)
sırr-ı tenasülât: çoğalma, üreme sırrı, esprisitâbi: uyan
zaruriyât-ı dinî: dince yapılması zorunlu olan ve hükmü açıkça belirtilen emirlerâlem-i misal: görüntü âlemi; bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem (bk. a-l-m)
âyine: aynaâyine-i hava: hava aynası
Şems-i Mu’cizbeyan: mu’cizeli açıklamalarıyla varlık âlemini aydınlatan güneş, Kur’ân-ı Kerim (bk. a-c-z; b-y-n)şeriat: Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi (bk. ş-r-a)
şuûnât-ı seyyâle: akıp giden haller, işler, faaliyetler (bk. ş-e-n)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 957

Temessülün aksâmı muhtelifedir

Âyinede temessül, münkasım dört surete: Ya yalnız hüviyet, ya beraber hâsiyet, ya hüviyet hem şule-i mahiyet, ya mahiyet hüviyet.Eğer misal istersen, işte insan ve hem şems, melek ve hem kelime. Kesifin timsalleri, âyinede oluyor birer müteharrik meyyit.Bir ruh-u nuranînin, kendi mir’atlarında timsalleri oluyor birer hayy-ı murtabıt. Aynı olmazsa eğer, gayrı dahi olmayıp,birer nur-u münbasıt.Ger şems hayevân olaydı, olur harareti hayatı, ziya onun şuuru. Şu havassa mâliktir âyinede timsali.İşte budur şu esrarın miftahı: Cebrâil hem Sidrede,
blank.gif
1
hem suret-i Dıhye’de, meclis-i Nebevîde,
blank.gif
2
Hem kim bilir kaç yerde! Azrâil’in bir andaAllah bilir kaç yerde ruhları kabz ediyor. Peygamberin bir anda,
blank.gif
3
Hem keşf-i evliyada, hem sadık rüyalarda ümmetine görünür, hem haşirde umum ile şefaatle görüşür.Velilerin abdalı, çok yerlerde bir anda zuhur eder, görünür.

• • •

Müstaid, müçtehid olabilir; müşerri’ olamaz

İçtihadın şartını hâiz olan her müstaid, ediyor nefsi için nass olmayanda içtihad. Ona lâzım, gayra ilzam edemez.


[NOT]
Dipnot-1
bk. Buhârî, Salat 1; Müslim, Îman 259; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 108; Nesâî, Salat 1.
Dipnot-2
bk. Buhârî, Menâkıb 25, Fezâilü’l-Kur’ân 1; Müslim, Îman 271, Fezâilü’s-Sahâbe 100.
Dipnot-3
bk. En’âm Sûresi, 6:61; Secde Sûresi, 32:11; el-Esbahânî, el-Azamet 3:334.[/NOT]



Azrâil: ölüm meleği; ruhları kabz etmekle görevli melek (bk. bilgiler)Cebrâil: Allah tarafından peygamberlere vahiy getirmekle görevli melek (bk. bilgiler)
Sidre: yedinci kat gökte olduğu rivâyet edilen bir makamabdal: evliyadan fazla nuraniyet kazanmış ve bir anda birkaç yerde görünebilen zâtlar (bk. v-l-y)
aksâm: kısımlar, bölümleresrar: sırlar
gayr: diğer, başkasıger: eğer
hararet: ısı, sıcaklıkhavas: duyular
hayevân: canlı (bk. ḥ-y-y)hayy-ı murtabıt: bağlı olan canlı (bk. ḥ-y-y)
haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)hâiz: sahip, elde etmiş
hâsiyet: özellik, hususiyethüviyet: kimlik, suret
ilzam: kendisine lâzım olanı başkasınada lüzumlu hâle getirme, gerekli kılma, dayatmaiçtihad: dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur’ân ve hadisten hüküm çıkarma (bk. c-h-d)
kabz etme: teslim almakesif: yoğun, katı
keşf-i evliya: velilerin mânevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri görmesi (bk. k-ş-f; v-l-y)mahiyet: asıl, esas nitelik
meclis-i Nebevî: Peygamberimizin bulunduğu meclis (bk. n-b-e)meyyit: ölü (bk. m-v-t)
miftah: anahtarmir’at: ayna
misal: örnek (bk. m-s̱-l)muhtelife: çeşitli
mâlik: sahip (bk. m-l-k)münkasım: kısımlara ayrılmış
müstaid: istidatlı, kabiliyetli (bk. a-d-d)müteharrik: hareketli
müçtehid: âyet ve hadisler başta olmak üzere diğer dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kabiliyetine sahip olan (bk. c-h-d)müşerri’: şeriat kanunu koyucusu; şeriat hükmünü vaz’ eden, koyan (bk. ş-r-a)
nass: Kur’ân ve Hadisin açık ve kesin hükmünefs: insanın kendisi (bk. n-f-s)
nur-u münbasıt: yayılan, genişleyen nur (bk. n-v-r)ruh-u nuranî: maddî yapısı olmayıp nurdan yaratılmış aydınlık ruh (bk. r-v-h; n-v-r)
sadık: doğru (bk. ṣ-d-ḳ)suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
suret-i dıhye: (bk. bilgiler – Dıhye)temessül: görünme, belirme (bk. m-s̱-l)
timsal: suret, görüntü (bk. m-s̱-l)umum: bütün
veli: Allah dostu (bk. v-l-y)ziya: ışık
zuhur: görünme, ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)âyine: ayna
ümmet: Hz. Peygambere inanıp onun yolundan giden mü’minlerşefaat: af için aracılık (bk. ş-f-a)
şems: güneşşule-i mahiyet: mahiyete, özelliğe ait parıltı
şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 958

Ümmeti davetle teşri’ edemez. Fehmi, şeriatten olur, lâkin şeriat olamaz. Müçtehid olabilir, fakat müşerri’ olamaz.İcmâ ile cumhurdur, sikke-i şer’î görür. Bir fikre davet etmek, zann-ı kabul-ü cumhur şart-ı evvel oluyor.Yoksa davet bid’attır, reddedilir. Ağzına tıkılır, onda daha çıkamaz.

• • •

Nur-u akıl kalbden gelir


Zulmetli münevverler bu sözü bilmeliler: Ziya-yı kalbsiz olmaz nur-u fikir münevver.O nur ile bu ziya mezc olmazsa zulmettir; zulüm ve cehli fışkırır. Nurun libasını giymiş bir zulmet-i müzevver.Gözünde bir nehar var; lâkin ebyaz ve muzlim. İçinde bir sevad var ki bir leyl-i münevver.O içinde bulunmazsa, o şahm-pâre göz olmaz, sende birşey göremez. Basiretsiz basar da para etmez.Ger fikret-i beyzâda süveydâ-i kalb olmazsa, halita-i dimağî ilim ve basiret olmaz. Kalbsiz akıl olamaz.

• • •

Dimağda merâtib-i ilim muhtelifedir, mültebise


Dimağda merâtip var, birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif. Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir.Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor, sonra iz’an oluyor, sonra gelir iltizam, sonra itikad gelir.İtikadın başkadır, iltizamın başkadır. Herbirinden çıkar bir hâlet. Salâbet itikaddan,


ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)basar: görme sıfatı (bk. b-ṣ-r)
basiret: kalp gözü ile görme (bk. b-ṣ-r)basiretsiz: ileriyi göremeyen, kavrayışı ve sezgisi olmayan (bk. b-ṣ-r)
bid’a: dine aykırı olduğu halde dinî bir mesele gibi gösterilen sonradan ortaya konmuş işler, uygulamalar (bk. b-d-a)cehl: cahillik, bilgisizlik
cumhur: çoğunluk, aynı hükmü kabul edenlerdimağ: beyin, akıl
ebyaz: beyaz, aydınlıkfehm: anlayış, kavrayış
fikret-i beyzâ: beyaz fikir (bk. f-k-r)ger: eğer
halita-i dimağî: beyindeki karışımhâlet: durum, hal
icmâ: fikir birliği (bk. c-m-a)iltizam: taraftarlık
itikad: inançiz’an: kesin şekilde inanma
leyl-i münevver: aydınlık gece (bk. n-v-r)libas: elbise
merâtib-i ilim: ilmin mertebeleri, dereceleri (bk. a-l-m)merâtip: mertebeler, dereceler
mezc olma: karışma, bütünleşmemuhtelife: çeşitli
muzlim: karanlık (bk. ẓ-l-m)mültebis: birbirine karıştırılmış
münevver: aydın, aydınlanmış (bk. n-v-r)müçtehid: âyet ve hadisler başta olmak üzere diğer dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kabiliyetine sahip olan (bk. c-h-d)
müşerri’: şeriat kanunu koyucusu; şeriat hükmlerini vaz’ eden, koyan (şeriatı Allah ve Resulü’nden başkası koyamaz) (bk. ş-r-a)nehar: gündüz
nur-u akıl: aklın nuru (bk. n-v-r)nur-u fikir: fikir nuru, düşünce ışığı (bk. n-v-r; f-k-r)
salâbet: sağlamlıksevad: karartı
sikke-i şer’î: şeriatın mührü, damgası (bk. ş-r-a)süveydâ-i kalb: manevî kalbin ortasında olduğu kabul edilen öz nokta
taakkul: akıl yürütmetahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)
tasavvur: zihinde şekillendirme, tasarlama (bk. ṣ-v-r)tasdik: doğrulama, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)
teşri’ etme: şeriat kanunu koyma; şeriat hükümlerini vaz’ etme, koyma (Şeriat hükümlerini koyma Allah ve Resulüne aittir.) (bk. ş-r-a)zann-ı kabul-ü cumhur: çoğunluğun kuvvetle kabulü
ziya: ışıkziya-yı kalb: kalp ışığı
zulmet: karanlık (bk. ẓ-l-m)zulmet-i müzevver: yalancı aydınlık; aydın gibi görünen aldatıcı karanlık (bk. ẓ-l-m)
ümmet: Hz. Peygambere inanıp onun yolundan giden mü’minlerşahm-pâre: yağ parçası
şart-ı evvel: ilk şartşeriat: Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi (bk. ş-r-a)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 959

Taassup iltizamdan, imtisal iz’andan, tasdikten iltizam, taakkulde bîtaraf, bîbehre tasavvurda,Tahayyülde safsata hâsıl olur, mezcine eğer olmaz muktedir.Bâtıl şeyleri güzel tasvir etmek, her demde, Sâfi olan zihinleri cerhtir, hem idlâli.


• • •

Hazmolmayan ilim telkin edilmemeli


Hakikî mürşid-i âlim, koyun olur, kuş olmaz; hasbî verir ilmini.Koyun verir kuzusuna hazmolmuş musaffâ sütünü.Kuş veriyor ferhine lüab-âlûd kayyını.
• • •

Tahrip esheldir; zayıf tahripçi olur

Vücud-u cümle ecza, şart-ı vücud-u külldür. Adem ise oluyor bir cüz’ün ademiyle; tahrip eshel oluyor.Bundandır ki, âciz adam, sebeb-i zuhur-u iktidar-ı müsbete hiç yanaşmaz. Menfîce müteharrik, daim tahripkâr olur.
• • •

Kuvvet hakka hizmetkâr olmalı

Hikmetteki desâtir, hükûmette nevâmis, hakta olan kavânin, kuvvetteki kavâid birbiriyle olmazsa müstenid ve müstemid,Cumhur-u nasta olmaz ne müsmir ve müessir. Şeriatte şeâir kalır mühmel, muattal; umur-u nasta olmaz müstenid ve mu’temid.

• • •



adem: yoklukbâtıl: gerçek dışı, hak olmayan
bîbehre: hissesi olmayan, nasipsizbîtaraf: tarafsız
cerh: yaralamacumhur-u nas: halkın çoğunluğu
cüz’: parça (bk. c-z-e)dem: zaman, vakit
desâtir: düsturlar, prensiplereshel: daha kolay
ferh: yavruhakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hasbî: samimi, karşılıksızhazmolma: sindirilme
hikmet: ilim, yüksek bilgi (bk. ḥ-k-m)hizmetkâr: hizmetçi
hâsıl olma: meydana gelmehükûmet: idare, yönetim (bk. ḥ-k-m)
idlâl: hak yoldan çıkarma, saptırma (bk. ḍ-l-l)iltizam: taraftarlık
imtisal: emre uyma, boyun eğmeiz’an: kesin şekilde inanma
kavâid: kurallarkavânin: kanunlar (bk. ḳ-n-n)
kayy: kusmuklüab-âlûd: tükrükle karışık
menfîce: olumsuzcamezc: karışma, bütünleşme
muattal: kullanılmaz olmuşmuktedir: güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r)
musaffâ: arınmış, safileşmiş (bk. ṣ-f-y)mu’temid: itimad eden, güvenen
mu’temid (olma): itimad edilen, güvenilen olma (bk. s-n-d)müessir: tesirli, etkili
mühmel: ihmale uğramışmürşid-i âlim: yol gösterici âlim (bk. r-ş-d; a-l-m)
müsmir: meyvelimüstemid (olma): yardım eden, yardım talebine cevap veren olma
müstenid (olma): dayanılan, dayanak noktası olmamüteharrik: hareket eden
nevâmis: kanunlar (bk. n-m-s)safsata: yalan ve uydurma şey
sebeb-i zuhur-u iktidar-ı müsbet: olumlu iş ve icraatı meydana çıkarma sebebi (bk. s-b-b; ẓ-h-r; ḳ-d-r)sâfî: saf, temiz (bk. ṣ-f-y)
taakkul: akıl yürütmetaassup: aşırı derecede, körükörüne bağlılık
tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)tahrip: yıkıp bozma, yok etme
tahripkâr: tahrip edentasavvur: zihinde şekillendirme, tasarlama (bk. ṣ-v-r)
tasdik: doğrulama, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)tasvir: anlatma, ifade etme (bk. ṣ-v-r)
telkin: fikir aşılama, öğüt vermeumur-u nas: insanlara ait işler
vücud-u cümle eczâ: parçaların toplam varlığı (bk. v-c-d; c-z-e)âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)
şart-ı vücud-u küll: bütünün varlığının şartı (bk. v-c-d; k-l-l)şeriat: Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi (bk. ş-r-a)
şeâir: işaretler, İslâma sembol olmuş iş ve ibadetler (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 960

Bazan zıd, zıddını tazammun eder

Zaman olur ki zıd, zıddını saklarmış. Lisan-ı siyasette lâfz mânânın zıddıdır. Adalet külâhınıHAŞİYE-1AŞİYE 1 Zulüm başına geçirmiş. Hamiyet libasını, hıyanet ucuz giymiş. Cihad ve hem gazâya, bağy ismi takılmış. Esaret-i hayvanî,istibdad-ı şeytanî, hürriyet nam verilmiş. Zıdlarda emsal olmuş, suretlerde tebâdül, isimlerde tekabül, makamlarda becâyiş-i mekânî.

• • •

Menfaati esas tutan siyaset canavardır


Menfaat üzere çarhı kurulmuş olan siyaset-i hazıra müfterisdir, canavar.Aç olan canavara karşı tahabbüp etsen, merhametini değil, iştihasını açar.Sonra döner geliyor; tırnağının, hem dişinin kirasını senden ister.

• • •

Kuvâ-yı insaniye tahdit edilmediğinden cinayâtı büyük olur

Hayvanın hilâfına, insandaki kuvveler fıtrî tahdit olmamış. Onda çıkan hayr ü şer, lâyetenâhî gider.Onda olan hodgâmlık, bundan çıkan hodbinlik, gurur, inat birleşse, öyle günah oluyorHAŞİYE-2AŞİYE 2 ki beşer şimdiye kadarOna isim bulmamış. Cehennemin lüzumuna delil olduğu gibi, cezası da yalnız Cehennem olabilir.Hem meselâ, bir adam tek yalancı sözünü doğru göstermek için, İslâmın felâketini kalben arzu eder.Şu zaman da gösterdi: Cehennem lüzumsuz olmaz, Cennet ucuz değildir.

• • •

Bazan hayır, şerre vasıta olur

Havastaki meziyet, filhakika sebeptir tevazu, mahviyete; olmuş maatteessüf sebeb-i tahakküme,


[NOT]Haşiye-1
AŞİYE 1 Bu zamanı tam görmüş gibi bahseder.
Haşiye-2
AŞİYE 2 Bunda da bir işaret-i gaybiye var.[/NOT]




bağy: isyanbecâyiş-i mekânî: karşılıklı yer değiştirme (bk. m-k-n)
beşer: insancihad: düşmanla savaş (bk. c-h-d)
cinayât: cinayetleremsal: benzer (bk. m-s̱-l)
esaret-i hayvanî: hayvanî duygulara esir olma (bk. ḥ-y-y)filhakika: gerçekten, doğrusu (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
fıtrî: yaratılıştan (bk. f-ṭ-r)gazâ: savaş
hamiyet: din, millet gibi mukaddes değerleri koruma duygusu ve gayreti; millî onur ve haysiyethavas: haslar, üst tabakadakiler, seçkinler
hayr ü şer: iyilik ve kötülük (bk. ḫ-y-r)hayır: iyilik (bk. ḫ-y-r)
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothilâf: ters, zıt
hodbinlik: sadece kendini görme, kibirlilikhodgâmlık: bencillik
hıyanet: ihanet, hainlikistibdad-ı şeytanî: şeytanca baskı, zulüm
işaret-i gaybiye: geleceğe veya bilinmeyen bir şeye işaret (bk. ğ-y-b)iştiha: iştah
kuvve: duygukuvâ-yı insaniye: insandaki duygular
libas: elbiselisan-ı siyaset: siyaset dili
lâfz: ifade, kelimelâyetenâhî: son bulmaz (bk. lâ)
maattessüf: ne yazık kimahviyet: alçakgönüllülük
meziyet: üstün özelliklermüfteris: yırtıcı, parçalayıcı
sebeb-i tahakküm: baskı ve zorbalık sebebi (bk. s-b-b; ḥ-k-m)siyaset-i hazıra: şimdiki siyaset
suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)tahabbüp: sevgi gösterme (bk. ḥ-b-b)
tahdit: sınırlamatazammun etme: içine alma, kapsama
tebâdül: yer değiştirmetekabül: birbirine karşılık olma, yerini tutma
tevazu: alçakgönüllülükşer: kötülük

<tbody>
</tbody>


 
Üst