Münâcat

Ukbaa

Well-known member
<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>
Münâcat


Bu Risale-i Münâcât, hem vücûb-u vücud, hem vahdet, hem ehadiyet, hem haşmet-i rububiyet, hem azamet-i kudret, hem vüs’at-i rahmet, hem umumiyet-i hâkimiyet, hem ihata-i ilim, hem şümul-ü hikmet gibi en mühim esasat-ı imaniyeyi hârika bir îcaz içinde fevkalâde bir kat’iyet ve hâlisiyet ve yakîniyet ile ispat eder. Haşre işârâtı ve bilhassa âhirdeki şiddetli işârâtı çok kuvvetlidir.


besmele.jpg


إِنَّ فِى خَلْقِ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِى تَجْرِى فِى الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَا أَنْزَلَ اللهُ مِنْ السَّمَاءِ مِنْ مَاءٍ فَأَحْيَا بِهِ اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاءِ وَاْلاَرْضِ َلايَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
blank.gif
1


Yâ İlâhî ve yâ Rabbî,


Ben imanın gözüyle ve Kur’ân’ın talimiyle ve nuruyla ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın dersiyle ve ism-i Hakîmin göstermesiyle görüyorum ki, semâvâtta hiçbir deveran ve hareket yoktur ki, böyle intizamıyla Senin mevcudiyetine işaret ve delâlet etmesin.




[NOT]Dipnot-1 “Göklerin ve yerin yaratılmasında, gecenin ve gündüzün değişmesinde, insanlara faydalı şeylerle denizde akıp giden gemilerde, Allah’ın gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, her türlü canlıyı yeryüzüne yaymasında, rüzgârları sevk etmesinde ve gökle yer arasında Allah’ın emrine boyun eğmiş bulutlarda, aklını kullanan bir topluluk için Allah’ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine işaret eden nice deliller vardır.” Bakara Sûresi, 2:164.[/NOT]





Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâm üzerine olsunResul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
Risale-i Münâcât: Münâcât Risalesi (Üçüncü Şuâ)Yâ İlâhî: Ey İlâhım, Ey Allah’ım
azamet-i kudret: güç ve iktidarın büyüklüğüdelâlet etmek: işaret etmek
deveran: dönme, dolaşmaehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi
esâsât-ı imaniye: imanın esaslarıfevkalâde: olağanüstü
haşmet-i Rububiyet: Allah’ın bütün varlıkları terbiye ve idare ediciliğinin büyüklüğühaşr: yeniden diriliş; insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanması
hâlisiyet: samimilikihata-i ilim: ilmin kuşatıcılığı ve genişliği
ism-i Hakîm: Allah’ın herşeyi hikmetle yaptığını bildiren ismiişârât: işaretler, belirtiler
kat’iyet: kesinlikmevcudiyet: varlık
münâcât: Allah’a yalvarma, yakarmasemâvât: gökler
talim: öğretme, eğitmeumumiyet-i hâkimiyet: Allah’ın egemenliğinin kuşatıcılığı
vahdet: Allah’ın birliğivücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
vüs’at-i rahmet: rahmetin büyüklüğü, genişliğiyakîniyet: şüphesizlik; kesinlik
yâ Rabbî: Ey Rabbimâhir: son
îcaz: veciz söz söyleme, az sözle çok mânâlar anlatmaşümul-ü hikmet: Allah’ın hikmetinin herşeyi kapsaması

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Münâcat - Sayfa 641

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Ve hiçbir ecram-ı semâviye yoktur ki, sükûtuyla, gürültüsüz vazife görerek direksiz durmalarıyla, Senin rubûbiyetine ve vahdetine şehadeti ve işareti olmasın.

Ve hiçbir yıldız yoktur ki, mevzun hilkatiyle, muntazam vaziyetiyle ve nuranî tebessümüyle ve bütün yıldızlara mümâselet ve müşabehet sikkesiyle Senin haşmet-i ulûhiyetine ve vahdâniyetine işaret ve şehadette bulunmasın.

Ve on iki seyyareden hiçbir seyyare yıldız yoktur ki, hikmetli hareketiyle ve itaatli musahhariyetiyle ve intizamlı vazifesiyle ve ehemmiyetli peykleriyle Senin vücub-u vücuduna şehadet ve saltanat-ı ulûhiyetine işaret etmesin.

Evet, gökler sekeneleriyle, herbiri tek başıyla şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, derece-i bedahette, ey zemin ve gökleri yaratan Yaratıcı, Senin vücub-u vücûduna öyle zâhir şehadet, ve ey zerrâtı muntazam mürekkebatıyla tedbirini gören ve idare eden ve bu seyyare yıldızları manzum peykleriyle döndüren, emrine itaat ettiren, Senin vahdetine ve birliğine öyle kuvvetli şehadet ederler ki, göğün yüzünde bulunan yıldızlar sayısınca nuranî burhanlar ve parlak deliller o şehadeti tasdik ederler.

Hem bu sâfi, temiz, güzel gökler, fevkalâde büyük ve fevkalâde sür’atli ecramıyla muntazam bir ordu ve elektrik lâmbalarıyla süslenmiş bir saltanat donanması vaziyetini göstermek cihetiyle, Senin rububiyetinin haşmetine ve herşeyi icad eden kudretinin azametine zâhir delâlet ve hadsiz semâvâtı ihâta eden hâkimiyetinin ve herbir zîhayatı kucağına alan rahmetinin hadsiz genişliklerine kuvvetli işaret ve bütün mahlûkat-ı semâviyenin bütün işlerine ve keyfiyetlerine taallûk eden ve avucuna alan, tanzim eden ilminin herşeye ihatasına ve hikmetinin her işe şümûlüne şüphesiz şehadet ederler. Ve o şehadet ve delâlet o kadar zâhirdir ki,





azamet: büyüklük, yücelikburhan: güçlü ve sarsılmaz delil, kanıt
cihet: şekil, yöndelâlet: delil olma, işaret etme
derece-i bedahet: apaçıklık derecesiecram: gök cisimleri, yıldızlar
ecrâm-ı semâviye: gök cisimleriehemmiyetli: önemli
fevkalâde: olağanüstühadsiz: sınırsız
haşmet: büyüklük, görkemhaşmet-i ulûhiyet: Allah’ın ilahlığının büyüklüğü, haşmeti
heyet-i mecmua: genel yapı, bütünhikmet: fayda, gaye
hilkat: yaratılışhâkimiyet: egemenlik, hükümranlık
icad etmek: yaratmak, var etmekihata: içine alma, kapsama
intizamlı: düzenli, tertiplikeyfiyet: durum, nitelik, özellik
kudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarımahlûkat-ı semâviye: gökteki yaratıklar
manzum: düzenlimevzun: ölçülü
muntazam: düzenli, intizamlımusahhariyet: boyun eğmişlik
mümaselet: benzerlikmürekkebat: bir bütünü oluşturan parçalar
müşabehet: benzeyişnuranî: nurlu, aydınlık
peyk: uydu, bağlırahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rububiyet : Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasısaltanat-ı Ulûhiyet: ortak kabul etmeyen Allah’ın saltanatı
sekene: sakinler, ikamet edenlersemâvât: gökler
seyyare: gezici, gezensikke: damga, mühür
sâfi: duru, temizsükût: sessiz kalma, susma
sür’atli: hızlıtaallûk etmek: ilgilendirmek, ait olmak
tanzim etmek: düzenlemektasdik etmek: doğrulamak, onaylamak
tedbir: idare etme, çekip çevirmevahdet: Allah’ın birliği
vahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz oluşuvücub-u vücud: varlığının gerekli ve zorunlu oluşu
zemin: yerzerrât: zerreler
zâhir: açık, âşikarzîhayat: canlı, hayat sahibi
şehadet etmek: şahitlik, tanıklı etmekşehadette bulunmak: şahit olmak, tanıklık etmek
şümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Münâcat - Sayfa 642

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>güya yıldızlar, şahit olan göklerin şehadet kelimeleri ve tecessüm etmiş nuranî delilleridirler.

Hem semavat meydanında, denizinde, fezasındaki yıldızlar ise, mutî neferler, muntazam sefineler, harika tayyareler, acâip lâmbalar gibi vaziyetiyle, Senin saltanat-ı ulûhiyetinin şâşaasını gösteriyorlar. Ve o ordunun efradından bir yıldız olan güneşimizin seyyarelerinde ve zeminimizdeki vazifelerinin delâlet ve ihtarıyla güneşin sâir arkadaşları olan yıldızların bir kısmı âhiret âlemlerine bakarlar ve vazifesiz değiller; belki bâki olan âlemlerin güneşleridirler.

Ey Vâcibü’l-Vücûd, ey Vâhid-i Ehad,

Bu harika yıldızlar, bu acîp güneşler, aylar, Senin mülkünde, Senin semâvâtında, Senin emrinle ve kuvvetin ve kudretinle ve Senin idare ve tedbirinle teshir ve tanzim ve tavzif edilmişlerdir. Bütün o ecram-ı ulviye, kendilerini yaratan ve döndüren ve idare eden birtek Halıka tesbih ederler, tekbir ederler, lisan-ı hal ile Sübhânallah, Allahu Ekber derler. Ben dahi onların bütün tesbihatıyla Seni takdis ederim.

Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından ihtifa etmiş olan Kadîr-i Zülcelâl, ey Kâdir-i Mutlak,

Kur’ân-ı Hakîmin dersiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tâlimiyle anladım: Nasıl ki gökler, yıldızlar Senin mevcudiyetine ve vahdetine şehadet ederler. Öyle de, cevv-i semâ, bulutlarıyla ve şimşekleri ve ra’dları ve rüzgârlarıyla ve yağmurlarıyla, Senin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ederler.




Aleyhissalatü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunAllahu Ekber: “Allah en büyüktür”
Halık: yaratıcı, herşeyi yaratan AllahKadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kuvvet sahibi Allah
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan AllahKur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)Sübhânallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir”
Vâcibü’l-Vücud: varlığı mutlaka zorunlu olan ve yokluğu asla düşünülemeyen AllahVâhid-i Ehad: birliği herşeyi kaplayan ve herbir şeyde görülen Allah
acaib: şaşırtıcı, garip şeyleracîp: şaşırtıcı, hayranlık verici
azamet-i kibriyâ: Allah’ın büyüklüğünün varlıkları kuşatmasıbâki: devamlı, sürekli, ölümsüz
cevv-i semâ: hava boşluğu, atmosferdelâlet: delil olma, işaret etme
ecrâm-ı ulviye: gökteki büyük cisimlerefrad: fertler, bireyler
feza: uzayihtar: hatırlatma, ikaz
ihtifa etmek: gizlenmekkudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarı
lisan-ı hal: hal dilimevcudiyet: varlık
muntazam: düzenli, intizamlımutî: emre uyan, itaatkâr
nefer: asker, ernuranî: nurlu, parlak
ra’d: gök gürültüsüsaltanat-ı Ulûhiyet: Cenâb-ı Hakkın ilâhlık saltanatı, egemenliği
sefine: gemisemâvât: gökler
seyyare: gezegensâir: diğer, başka
takdis etmek: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmektalim: öğretme, eğitme
tanzim: düzenleme, düzene koymatavzif etmek: vazifelendirmek
tecessüm etmek: cisimleşmektedbir: idare etme, çekip çevirme
tekbir etmek: Allah’ın büyüklüğünü dile getirmektesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma
tesbihat: Allah’ı noksan sıfatlardan yüce tutan sözlerteshir: emir altında tutma
vahdet: Allah’ın birliğivücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu olması
zemin: yerzâhir: açık, âşikar
âhiret âlemi: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayatşaşaa: gösteriş, parlaklık
şehadet: şahidlik, tanıklıkşiddet-i zuhur: çok kuvvetli şekilde görünme

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Münâcat - Sayfa 643

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Evet, câmid, şuursuz bulut, âb-ı hayat olan yağmuru, muhtaç olan zîhayatların imdadına göndermesi, ancak Senin rahmetin ve hikmetinledir; karışık tesadüf karışamaz.

Hem elektriğin en büyüğü bulunan ve fevâid-i tenviriyesine işaret ederek ondan istifadeye teşvik eden şimşek ise, senin fezadaki kudretini güzelce tenvir eder.

Hem yağmurun gelmesini müjdeleyen ve koca fezayı konuşturan ve tesbihatının gürültüsüyle gökleri çınlatan ra’dat dahi, lisan-ı kàl ile konuşarak Seni takdis edip, rububiyetine şehadet eder.

Hem zîhayatların yaşamasına en lüzumlu rızkı ve istifadece en kolayı ve nefesleri vermek ve nüfusları rahatlandırmak gibi çok vazifelerle tavzif edilen rüzgârlar dahi, cevvi âdeta bir hikmete binaen “Levh-i mahv ve isbat” ve “yazar, ifade eder sonra bozar tahtası” suretine çevirmekle, Senin faaliyet-i kudretine işaret ve Senin vücûduna şehadet ettiği gibi, Senin merhametinle bulutlardan sağıp zîhayatlara gönderilen rahmet dahi, mevzun, muntazam katreleri kelimeleriyle senin vüs’at-ı rahmetine ve geniş şefkatine şehadet eder.

Ey Mutasarrıf-ı Fa’âl ve ey Feyyâz-ı Müteâl,

Senin vücub-u vücuduna şehadet eden bulut, berk, ra’d, rüzgâr, yağmur, birer birer şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, keyfiyetçe birbirinden uzak, mahiyetçe birbirine muhalif olmakla beraber, birlik, beraberlik, birbiri içine girmek ve birbirinin vazifesine yardım etmek haysiyetiyle, Senin vahdetine ve birliğine gayet kuvvetli işaret ederler.

Hem koca fezayı mahşer-i acâip yapan ve bazı günlerde birkaç defa doldurup boşaltan rububiyetinin haşmetine ve o geniş cevvi, yazar değiştirir bir levha gibi ve sıkar ve onunla zemin bahçesini sulandırır bir sünger gibi tasarruf eden kudretinin azametine ve herbir şeye şümulüne şehadet ettikleri gibi, umum zemine





Feyyâz-ı Müteâ: çok bereket ve bolluk veren yüce AllahLevh-i Mahv, İsbat: bir şeyin yıkılıp tekrar kuruluşunu gösteren manevî levha, yaz boz tahtası
Mutasarrıf-ı Fa’âl: Her zaman zatına has ve lâyık iş yapan, daima faaliyette bulunan, idâre eden ve tasarrufta bulunan Cenâb-ı Hakazamet: büyüklük, yücelik
berk: şimşekbinaen: dayanarak
cevv: hava, gök boşluğucâmid: cansız, katı
faaliyet-i kudret: Allah’ın sonsuz kudretiyle ortaya çıkan fiiller, işlerfevâid-i tenvir: aydınlatmanın, nurlandırmanın faydaları
feza: uzayhaysiyet: itibar, özellik
heyet-i mecmua: genel yapı, bütünhikmet: fayda, gaye
imdad: yardımistifade: yararlanma
katre: damlakeyfiyet: durum, nitelik, özellik
kudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarılisân-ı kal: sözlü ifade
mahiyet: temel özellik, nitelikmahşer-i acaip: hayret verici şeylerin toplandığı yer
mevzun: ölçülümuhalif: aykırı, zıt
muntazam: düzenli, intizamlınüfus: nefisler
rahmet: İlâhî şefkat, merhametra’d: gök gürültüsü
ra’dât: gökgürültülerirububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi
suret: şekil, biçimtakdis etmek: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmek
tasarruf etmek: dilediği gibi kullanmak ve yönetmektavzif etmek: vazifelendirmek
tenvir etmek: nurlandırmaktesbihat: Allah’ı noksan sıfatlardan yüce tutan sözler
umum: bütünvahdet: birlik
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu olmasıvücûd: varlık
vüs’at-ı rahmet: rahmetin genişliği, büyüklüğüzemin: yer
zîhayat: canlı, hayat sahibiâb-ı hayat: hayat suyu
şefkat: acıma, merhametşehadet etmek: şahitlik etmek
şuur: bilinç, anlayışşümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Münâcat - Sayfa 644

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>ve bütün mahlûkatına cevv perdesi altında bakan ve idare eden rahmetinin ve hâkimiyetinin hadsiz genişliklerine ve herşeye yetişmelerine delâlet eder.

Hem fezadaki hava o kadar hakîmâne vazifelerde istihdam ve bulut ve yağmur, o kadar alîmâne faidelerde istimâl olunur ki, herşeye ihâta eden bir ilim ve herşeye şâmil bir hikmet olmazsa, o istimal, o istihdam olamaz.

Ey Fa’âlün limâ Yürid,

Cevv-i fezadaki faaliyetinle her vakit bir nümune-i haşir ve kıyamet göstermek, bir saatte yazı kışa ve kışı yaza döndürmek, bir âlem getirmek, bir âlem gayba göndermek misilli şuûnatta bulunan kudretin, dünyayı âhirete çevirecek ve âhirette şuûnat-ı sermediyeyi gösterecek işaretini veriyor.

Ey Kadîr-i Zülcelâl,

Cevv-i fezadaki hava, bulut ve yağmur, berk ve ra’d Senin mülkünde, Senin emrin ve havlinle, Senin kuvvet ve kudretinle musahhar ve vazifedardırlar. Mahiyetçe birbirinden uzak olan bu feza mahlûkatı, gayet sür’atli ve âni emirlere ve çabuk ve acele kumandalara itaat ettiren Âmir ve Hâkimlerini takdis ederek rahmetini medh ü senâ ederler.

Ey arz ve semâvâtın Hâlık-ı Zülcelâli,

Senin Kur’ân-ı Hakîminin talimiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın dersiyle iman ettim ve bildim ki: Nasıl semâvât yıldızlarıyla ve cevv-i feza müştemilâtıyla Senin vücub-u vücuduna ve Senin birliğine ve vahdetine şehadet ediyorlar. Öyle de, arz, bütün mahlûkatıyla ve ahvâliyle Senin mevcudiyetine ve vahdetine, mevcudatı adedince şehadetler ve işaretler ederler.




Aleyhissalatü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunFa’âlün limâ Yürid: dilediğini mükemmel şekilde yapan
Hâkim: herşeye hükmeden, herşeyi hükmü altında tutan, herşeye galip olan AllahHâlık-ı Zülcelâl: sonsuz ve haşmet ve şeref sahibi yaratıcı, Allah
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan AllahKur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)ahvâl: haller, vaziyetler
alîmâne: herşeyi çok iyi bilerekarz: dünya
berk: şimşekcevv: hava, gök boşluğu
cevv-i feza: uzay boşluğudelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
faide: faydafeza: uzay
gayb: bilinmeyen ve görünmeyen âlemhadsiz: sınırsız
hakîmâne: hikmetli bir biçimdehavl: güç, iktidar
hikmet: yüksek bilgi, kâinattaki ve yaratılıştaki İlâhî gaye ve faydahâkimiyet: egemenlik, hükümranlık
ihata etmek: kuşatmak, kapsamakistihdam: çalıştırma, kullanma
istimâl: kullanmakudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarı
mahiyet: nitelik, özellik, esasmahlukât: yaratılmışlar
medh ü senâ: övme ve yüceltmemevcudat: varlıklar
mevcudiyet: varlıkmisilli: gibi
musahhar: boyun eğdirilmiş, emre verilmişmüştemilât: içindekiler
nümune-i haşir: dirilme örneğirahmet: İlâhî şefkat, merhamet
ra’d: gök gürültüsüsemâvât: gökler
sür’atli: hızlıtakdis etmek: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmek
vahdet: birlikvazifedar: vazifeli
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu olmasıÂmir: emreden
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayatşehadet etmek: şahitlik etmek
şuûnat: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait kutsal özelliklerşuûnat-ı sermediye: sonsuz olan Allah’ın zâtına mahsus işleri
şâmil: kapsayan

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Münâcat - Sayfa 645

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Evet, zeminde hiçbir tahavvül ve ağaç ve hayvanlarında her senede urbasını değiştirmek gibi hiçbir tebeddül—cüz’î olsun, küllî olsun—yoktur ki, intizamıyla Senin vücuduna ve vahdetine işaret etmesin.

Hem hiç bir hayvan yoktur ki, zaafiyet ve ihtiyacının derecesine göre verilen rahîmâne rızkıyla ve yaşamasına lüzumlu bulunan cihazatın hakîmâne verilmesiyle, Senin varlığına ve birliğine şehadeti olmasın.

Hem her baharda gözümüz önünde icad edilen nebatat ve hayvanâttan hiçbir tanesi yoktur ki, san’at-ı acîbesiyle ve lâtif ziynetiyle ve tam temeyyüzüyle ve intizamıyla ve mevzuniyetiyle Seni bildirmesin.

Ve zemin yüzünü dolduran ve nebatat ve hayvanat denilen kudretinin hârikaları ve mu’cizeleri, mahdut ve maddeleri bir ve müteşabih olan yumurta ve yumurtacıklardan ve katrelerden ve habbe ve habbeciklerden ve çekirdeklerden yanlışsız, mükemmel, süslü, alâmet-i fârikalı olarak yaratılışları, Sâni-i Hakîmlerinin vücuduna ve vahdetine ve hikmetine ve hadsiz kudretine öyle bir şehadettir ki, ziyanın güneşe şehadetinden daha kuvvetli ve parlaktır.

Hem, hava, su, nur, ateş toprak gibi hiçbir unsur yoktur ki, şuursuzluklarıyla beraber şuurkârâne, mükemmel vazifeleri görmesiyle; basit ve istilâ edici, intizamsız, her yere dağılmakla beraber, gayet muntazam ve mütenevvi meyveleri ve mahsulleri hazine-i gaybdan getirmesiyle, Senin birliğine ve varlığına şehadeti bulunmasın.

Ey Fâtır-ı Kàdir, Ey Fettâh-ı Allâm, ey Fa’âl-i Hallâk,

Nasıl arz bütün sekenesiyle Hâlıkının Vâcibü’l-Vücud olduğuna şehadet eder. Öyle de, Senin-ey Vâhid-i Ehad, ey Hannân-ı Mennân, ey Vehhâb-ı Rezzâk-vahdetine ve ehadiyetine, yüzündeki sikkesiyle ve sekenesinin yüzlerindeki sikkeleriyle





Fa’âl-i Hallâk: herşeyi yaratan, dilediğini dilediği yapan AllahFettâh-ı Allâm: herşeyi en ince ayrıntılarına varıncaya kadar bilen ver her şeye ayrı ayrı sûretler veren; Allah
Fâtır-ı Kàdir: herşeye gücü yeten ve yoktan var eden yaratıcı; Allah (c.c.)Hannân-ı Mennân: rahmetlerin en hoş cilvesini kullarına bağışlayan ve sonsuz minnete lâyık olduğunu gösterecek şekilde kullarını nimetlendiren Allah
Hâlık: her şeyi yaratan AllahSâni-i Hakîm: herşeyi san’atla ve hikmetle yaratan Allah
Vehhâb-ı Rezzâk: çok fazla bağışta bulunan ve bütün yaratılmışların rızkını veren; AllahVâcibü’l-Vücud: varlığı gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allahalâmet-i farika: ayırt edici işaret
arz: dünyacihâzât: donanım, cihazlar
cüz’î: az, küçükehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi
habbe: tane, tohumhadsiz: sınırsız
hakîmâne: hikmetli bir şekildehayvanât: hayvanlar
hazine-i gayb: gayb hazinesihikmet: fayda, gaye
icad etmek: yaratmak, var etmekintizam: düzen, tertip
intizamsız: düzensizistilâ edici: kuşatıcı
katre: damlakudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarı
küllî: kapsamlılık; türlâtif: ince, güzel, hoş
mahdut: sınırlanmışmevzuniyet: ölçülü olma
muntazam: düzenli, intizamlımu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey
mütenevvi: çeşitlimüteşâbih: birbirine çok benzeyen
nebatat: bitkilerrahîmâne: şefkatli ve merhametli şekilde
rızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyeceklersan’at-ı acîbe: hayrette bırakan ve hayranlık veren san’at
tahavvül: değişim, başkalaşmatebeddül: değişim
temeyyüz: benzerlerinden farklı, üstün olanurba: elbise
vahdet: Allah’ın birliğivücud: varlık, var oluş
zaafiyet: zayıflık, ihtiyaç hâlizemin: yer
ziya: ışık, parlaklıkziynet: süs
şehadet: şahitlikşuurkârâne: şuurlu ve bilinçli bir şekilde
şuursuzluk: bilinçsizlik, idraksizlik

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Münâcat - Sayfa 646

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>ve birlik ve beraberlik ve birbiri içine girmek ve birbirine yardım etmek ve onlara bakan rububiyet isimlerinin ve fiillerinin bir olmak cihetinde, bedahet derecesinde, Senin vahdetine ve ehadiyetine şehadet, belki mevcudat adedince şehadetler eder.

Hem nasıl, zemin bir ordugâh, bir meşher, bir talimgâh vaziyetiyle ve nebatat ve hayvanât fırkalarında bulunan dört yüz bin muhtelif milletlerin ayrı ayrı cihazatları muntazaman verilmesiyle, Senin rububiyetinin haşmetine ve kudretinin herşeye yetişmesine delâlet eder. Öyle de, hadsiz bütün zîhayatın ayrı ayrı rızıkları, vakti vaktine, kuru ve basit bir topraktan, rahîmâne, kerîmâne verilmesi ile hadsiz o efradın kemâl-i musahhariyetle evâmir-i Rabbâniyeye itaatleri, rahmetinin herşeye şümulünü ve hâkimiyetinin herşeye ihatasını gösteriyor.

Hem zeminde değişmekte bulunan mahlûkat kafilelerinin sevk ve idareleri, mevt ve hayat münavebeleri ve hayvan ve nebatatın idare ve tedbirleri dahi, herşeye taallûk eden bir ilimle ve herşeyde hükmeden nihayetsiz bir hikmetle olabilmesi, senin ihata-i ilmine ve hikmetine delâlet eder.

Hem zeminde kısa bir zamanda hadsiz vazifeler gören ve hadsiz bir zaman yaşayacak gibi istidat ve mânevî cihazatla techiz edilen ve zemin mevcudatına tasarruf eden insan için, bu talimgâh-ı dünyada ve bu muvakkat ordugâh-ı zeminde ve bu muvakkat meşherde bu kadar ehemmiyet, bu hadsiz masraf, bu nihayetsiz tecelliyat-ı rububiyet, bu hadsiz hitabât-ı Sübhâniye ve bu gayetsiz ihsanat-ı İlâhiye, elbette ve herhalde, bu kısacık ve hüzünlü ömre ve bu karışık kederli hayata, bu belâlı ve fâni dünyaya sığışmaz. Belki, ancak başka ve ebedî bir





bedahet: açıklıkcihazat: cihazlar, donanımlar
cihet: şekil, yöndelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
ebedî: sonu olmayan, sonsuzefrad: fertler, bireyler
ehadiyet: Allah’ın birliğinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesiehemmiyet: önem
evâmir-i Rabbâniye: Allah’ın terbiyeye yönelik emirleri (r-b-b)fâni: geçici, yok olucu
fırka: grup, taifegayetsiz: sonsuz
hadsiz: sayısızhayvanât: hayvanlar
haşmet: büyüklük, görkemhikmet: fayda, gaye; ilim, yüksek bilgi
hitâbât-ı Sübhâniye: her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olan Allah’ın kendine has hitap ve konuşmalarıhâkimiyet: egemenlik, hükümranlık
ihata: içine alma, kapsamaihata-i ilim: ilminin kuşatıcılığı ve genişliği
ihsanat-ı İlâhiye: Allah’ın lütuf ve bağışlarıistidat: kabiliyet, yetenek
kemâl-i musahhariyet: tam bir boyun eğmişlikkerîmâne: lütufkâr ve cömert bir şekilde
kudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarımahlukât: yaratılmışlar
mevcudat: varlıklarmevt: ölüm
meşher: sergi yerimuhtelif: çeşit çeşit
muntazaman: düzenli olarakmuvakkat: gelip geçici
münavebe: nöbetleşe iş görmenebatat: bitkiler
nihayetsiz: sınırsız, sonsuzordugâh: ordunun barınıp konakladığı yer
ordugâh-ı zemin: ordunun barınıp konakladığı yer; dünyarahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rahîmâne: merhametli bir şekilderububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi
rızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyeceklersekene: sakinler, oturanlar
sikke: damga, mühürtaallûk eden: alâkalı olan, ilgilendiren
talimgâh: öğrenim yeritalimgâh-ı dünya: öğrenim yeri olan dünya
tasarruf eden: kullanantecelliyat-ı rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiye edişinin tecellileri, yansımaları
teçhiz etmek: donatmakvahdet: Allah’ın birliği
zemin: yeryüzüzîhayat: canlı, hayat sahibi
şehadet etmek: şahitlik etmekşümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Münâcat - Sayfa 647

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>ömür ve bâki bir dâr-ı saadet için olabildiği cihetinden, âlem-i bekada bulunan ihsânat-ı uhreviyeye işaret, belki şehadet eder.

Ey Hâlık-ı Küllî Şey,

Zeminin bütün mahlûkatı, Senin mülkünde, Senin arzında, Senin havl ve kuvvetinle ve Senin kudretin ve iradetinle ve ilmin ve hikmetinle idare olunuyorlar ve musahhardırlar. Ve zemin yüzünde faaliyeti müşahede edilen bir rububiyet, öyle ihata ve şümul gösteriyor ve onun idaresi ve tedbiri ve terbiyesi öyle mükemmel ve öyle hassastır ve her taraftaki icraatı öyle birlik ve beraberlik ve benzemeklik içindedir ki, tecezzî kabul etmeyen bir küll ve inkısamı imkânsız bulunan bir küllî hükmünde bir tasarruf, bir rubûbiyet olduğunu bildiriyor. Hem zemin bütün sekenesiyle beraber, lisan-ı kalden daha zâhir hadsiz lisanlarla Halıkını takdis ve tesbih ve nihayetsiz nimetlerinin lisan-ı halleriyle Rezzâk-ı Zülcelâlinin hamd ve medh ü senâsını ediyorlar...

Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından istitar etmiş olan Zât-ı Akdes,

Zeminin bütün takdisat ve tesbihatıyla, Seni kusurdan, aczden, şerikten takdis ve bütün tahmidat ve senâlarıyla Sana hamd ve şükrederim.

Ey Rabbu’l-Berri ve’l-Bahr,

Kur’ân’ın dersiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle anladım ki:

Nasıl gökler ve feza ve zemin, Senin birliğine ve varlığına şehadet ederler. Öyle de, bahirler, nehirler ve çeşmeler ve ırmaklar, Senin vücub-u vücuduna ve vahdetine bedahet derecesinde şehadet ederler.




Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunHâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan Allah
Hâlık-ı Külli Şey: herşeyin yaratıcısı olan AllahRabbu’l-Berri ve’l-Bahr: karaların ve denizlerin Rabbi olan Allah
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)Rezzâk-ı Zülcelâl: bütün yaratılmışların rızkını veren büyüklük ve azamet sahibi Allah
Zât-ı Akdes: her türlü kusur ve noksandan uzak ve yüce olan Zât, Allahacz: acizlik, güçsüzlük
arz: dünyaazamet-i kibriyâ: Allah’ın yücelik ve heybetinin büyüklüğü
bahir: denizbedahet: açıklık
bâki: devamlı ve kalıcıcihet: şekil, yön
dâr-ı saadet: mutluluk yurdu, âhiretfeza: uzay
hadsiz: sayısızhamd: övgü ve şükür
hamd ve medh ü senâ: şükretme ve övmehavl: güç, iktidar
hikmet: fayda, gayeihata: içine alma, kapsama
ihsânat-ı uhreviye: Ahiretteki ihsanlar, bağışlarinkısam: bölünme, kısımlara ayrılma
iradet: istek, dileme, tercihistitar etmek: gizlenmek
kudret: güç, kuvvet ve iktidarküll: bütün, genel
küllî: kapsamlılık; türlisan: dil
lisan-ı hal: hal dililisan-ı kal: söz ile anlatım
mahlukât: yaratılmışlarmusahhar: boyun eğdirilmiş, emre verilmiş
müşahede etmek: görmek, gözlemlemeknihayetsiz: sınırsız, sonsuz
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesisekene: sakinler, oturanlar
senâ: övme ve yüceltmetahmidat: Allah’ı öven ve Ona şükürlerini sunan sözler
takdis: kutsama, Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutmatakdisat: Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutmalar
tasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetmetecezzî: bölünme, parçalanma
tedbir: idare etme, çekip çevirmeterbiye: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırma
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anmatesbihat: tesbihler
vahdet: Allah’ın birliğivücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunluluğu
zemin: yeryüzüzâhir: açık, âşikar
âlem-i beka: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemişehadet etmek: şahitlik etmek
şerik: ortakşiddet-i zuhur: çok kuvvetli şekilde görünme
şümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Münâcat - Sayfa 648

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Evet, bu dünyamızın menba-ı acâip buhar kazanları hükmünde olan denizlerde hiçbir mevcut, hattâ hiçbir katre su yoktur ki, vücuduyla, intizamıyla, menfaatiyle ve vaziyetiyle Hâlıkını bildirmesin.

Ve basit bir kumda ve basit bir suda rızıkları mükemmel bir surette verilen garip mahlûklardan ve hilkatleri gayet muntazam hayvanât-ı bahriyeden, hususan bir tanesi bir milyon yumurtacıklarıyla denizleri şenlendiren balıklardan hiçbirisi yoktur ki, hilkatiyle ve vazifesiyle ve idare ve iaşesiyle ve tedbir ve terbiyesiyle yaratanına işaret ve rezzâkına şehadet etmesin.

Hem denizde, kıymettar, hâsiyetli, ziynetli cevherlerden hiçbirisi yoktur ki, güzel hilkatiyle ve câzibedar fıtratıyla ve menfaatli hâsiyetiyle Seni tanımasın, bildirmesin.

Evet, onlar birer birer şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, beraberlik ve birbiri içinde karışmak ve sikke-i hilkatte birlik ve icatça gayet kolay ve efratça gayet çokluk noktalarından Senin vahdetine şehadet ettikleri gibi; arzı, toprağıyla beraber bu küre-i arzı kuşatan muhit denizlerini muallâkta durdurmak ve dökmeden ve dağıtmadan güneşin etrafında gezdirmek ve toprağı istilâ ettirmemek ve basit kumundan ve suyundan, mütenevvi ve muntazam hayvanâtını ve cevherlerini halk etmek ve erzak vesair umûrlarını küllî ve tam bir surette idare etmek ve tedbirlerini görmek ve yüzünde bulunmak lâzım gelen hadsiz cenazelerinden hiçbirisi bulunmamak noktalarından, Senin varlığına ve Vâcibü’l-Vücud olduğuna mevcudatı adedince işaretler ederek şehadet eder.

Ve Senin saltanat-ı rububiyetinin haşmetine ve herşeye muhit olan kudretinin azametine pek zâhir delâlet ettikleri gibi, göklerin fevkindeki gayet büyük ve muntazam yıldızlardan, tâ denizlerin dibinde bulunan gayet küçücük ve intizamla iaşe edilen balıklara kadar herşeye yetişen ve hükmeden rahmetinin ve hâkimiyetinin hadsiz genişliklerine delâlet ve intizâmâtıyla ve faydalarıyla ve hikmetleriyle




Hâlık
: herşeyi yaratan Allah




Rezzâk
: bütün canlıların rızıklarını veren Allah
Vâcibü’l-Vücud: varlığı gerekli olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allaharz: dünya
azamet: büyüklük, yücelikcevher: asıl, öz
câzibedar: çekicidelâlet: delil olma, işaret etme
efrad: fertler, bireylererzak: rızıklar
fevkinde: üstündefıtrat: yaratılış, mizaç
hadsiz: sayısız, sınırsızhalk etmek: yaratmak
hayvanât: hayvanlarhayvanât-ı bahriye: denizde yaşayan hayvanlar
haşmet: büyüklük, görkemheyet-i mecmua: bütün birşeyin tamamı; bütün
hilkat: yaratılışhususan: özellikle
hâkimiyet: egemenlik, hükümranlıkhâsiyet: özellik, hususiyet
iaşe: besleme, yedirip içirmeiaşe etmek: beslemek
intizam: düzen, tertipintizâmât: düzenler, tertipler
katre: damlakudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarı
küllî: kapsamlılık; türküre-i arz: yerküre, dünya
kıymettar: kıymetlimahlûk: yaratılmış
menba-ı acâip: insanı hayrette bırakan şeylerin kaynağımevcudat: varlıklar
mevcut: varlıkmuallâk: asılı, boşta
muhit: her tarafı kuşatanmuntazam: düzenli, intizamlı
mütenevvi: çeşitlirahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyeceklersaltanat-ı Rububiyet: Rablık saltanatı; Allah’ın herşeyi kuşatan egemenliği
sikke-i hilkat: yaratılış mührüsuret: şekil
tedbir: idare etme, çekip çevirmeterbiye: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırma
umûr: işlervahdet: Allah’ın birliği
vaziyet: durum, hâlvücud: varlık, var oluş
ziynet: süszâhir: açık, âşikar
şehadet etmek: şahitlik etmek, göstermek

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Münâcat - Sayfa 649

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>ve mizan ve mevzuniyetleriyle, Senin herşeye muhit ilmine ve herşeye şâmil hikmetine işaret ederler.

Ve Senin bu misafirhane-i dünyada yolcular için böyle rahmet havuzların bulunması ve insanın seyr ü seyahatine ve gemisine ve istifadesine musahhar olması işaret eder ki, yolda yapılmış bir handa, bir gece misafirlerine bu kadar deniz hediyeleriyle ikram eden Zât, elbette makarr-ı saltanat-ı ebediyesinde öyle ebedî rahmet denizleri bulundurmuş ki, bunlar onların fâni ve küçük nümuneleridirler. İşte denizlerin böyle gayet harika bir tarzda arzın etrafında vaziyet-i acibesiyle bulunması ve denizlerin mahlûkatı dahi gayet muntazam idare ve terbiye edilmesi, bilbedahe gösterir ki, yalnız Senin kuvvetin ve kudretinle ve Senin irade ve tedbirinle, Senin mülkünde, Senin emrine musahhardırlar ve lisan-ı halleriyle Halıkını takdis edip Allahu Ekber derler.

Ey dağları zemin sefinesine hazineli direkler yapan Kadîr-i Zülcelâl,

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle ve Kur’ân-ı Hakîminin dersiyle anladım ki, nasıl denizler acâipleriyle Seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar. Öyle de, dağlar dahi, zelzele tesiratından zeminin sükûnetine ve içindeki dahilî inkılâbat fırtınalarından sükûtuna ve denizlerin istilâsından kurtulmasına ve havanın gazât-ı muzırradan tasfiyesine ve suyun muhafaza ve iddiharlarına ve zîhayatlara lâzım olan madenlerin hazinedarlığına ettiği hizmetleriyle ve hikmetleriyle Seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar.

Evet, dağlardaki taşların envâından ve muhtelif hastalıklara ilâç olan maddelerin aksamından ve zîhayata hususan insanlara çok lâzım ve çok mütenevvi olan madeniyatın ecnâsından ve dağları, sahrâları çiçekleriyle süslendiren ve meyveleriyle şenlendiren nebatatın esnafından hiçbirisi yoktur ki, tesadüfe havalesi mümkün olmayan hikmetleriyle, intizamıyla, hüsn-ü hilkatiyle, faideleriyle, hususan




Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun Allahu Ekber: “Allah en büyüktür”
Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan AllahKadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ânResul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
bilbedâhe: ap açık bir şekildedahilî: iç
ebedî: sonu olmayan, sonsuzecnâs: cinsler, türler
envâ: neviler, türleresnaf: sınıflar
fâni: geçici, yok olucugazât-ı muzırra: zararlı gazlar
hazinedar: hazine bekçisihikmet: Allah’ın herşeyi yararlı ve faydalı bir şekilde yaratma sıfatı
hususan: özelliklehüsn-ü hilkat: yaratılış güzelliği
iddihar: biriktirme, depolamainkılâbat: inkılaplar, büyük değişimler
intizam: düzen, tertipirade: dileme, tercih
istifade: faydalanma, yararlanmaistilâ: kuşatma, basma
kudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarılisan-ı hal: hâl dili
madeniyat: madenlermahlukât: yaratıklar
makarr-ı saltanat-ı ebediye: sonsuz saltanat merkezimevzuniyet: ölçülü olma
misafirhane-i dünya: dünya misafirhanesimizan: ölçü, denge
muhafaza: koruma, saklamamuhit: kaplayan, kuşatan
muhtelif: çeşitli, bir çokmuntazam: düzenli, intizamlı
musahhar: boyun eğdirilmiş, emre verilmişmütenevvi: çeşitli
nebatat: bitkilerrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
sahrâ: çölsefine: gemi
seyr ü seyahat: seyir ve seyahatsükûnet: durgunluk, hareketsizlik
sükût: sessizlik, suskunluktakdis etmek: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten uzak ve yüce olduğunu ilân etmek
talim: öğretme, eğitmetasfiye: safileştirme, arındırma
tedbir: idare etme, çekip çevirmetesirat: tesirler, etkiler
vaziyet-i acibe: şaşırtıcı durumzelzele: deprem, sarsıntı
zemin: yerzîhayat: canlı, hayat sahibi
şamil: içine alan, kapsayıcı

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Münâcat - Sayfa 650

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>madeniyatın tuz, limon tuzu, sulfato ve şap gibi sureten birbirine benzemekle beraber, tatlarının şiddet-i muhalefetiyle ve bilhassa nebatatın basit bir topraktan çeşit çeşit envâlarıyla, ayrı ayrı çiçek ve meyveleriyle, nihayetsiz Kadîr, nihayetsiz Hakîm, nihayetsiz Rahîm ve Kerîm bir Sâniin vücub-u vücuduna bedahetle şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasındaki vahdet-i idare ve vahdet-i tedbir ve menşe ve mesken ve hilkat ve san’atça beraberlik ve birlik ve ucuzluk ve kolaylık ve çokluk ve yapılmakta çabukluk noktalarından, Sâniin vahdetine ve ehadiyetine şehadet ederler.

Hem nasıl ki dağların yüzünde ve karnındaki masnular, zeminin her tarafında, herbir nevi aynı zamanda, aynı tarzda, yanlışsız, gayet mükemmel ve çabuk yapılmaları ve bir iş bir işe mâni olmadan, sair nevilerle beraber karışık iken karıştırmaksızın icadları, Senin rububiyetinin haşmetine ve hiçbir şey ona ağır gelmeyen kudretinin azametine delâlet eder. Öyle de, zeminin yüzündeki bütün zîhayat mahlûkların hadsiz hâcetlerini, hattâ mütenevvi hastalıklarını, hattâ muhtelif zevklerini ve ayrı ayrı iştahlarını tatmin edecek bir surette, dağların yüzlerini ve içlerini muntazam eşcar ve nebatat ve madeniyatla doldurmak ve muhtaçlara teshir etmek cihetiyle, senin rahmetinin hadsiz genişliğine ve hâkimiyetinin nihayetsiz vüs’atine delâlet ve toprak tabakatı içinde gizli ve karanlık ve karışık bulunduğu halde, bilerek, görerek, şaşırmayarak, intizamla, hâcetlere göre ihzar edilmeleriyle Senin herşeye taallûk eden ilminin ihatasına ve herbir şeyi tanzim eden hikmetinin bütün eşyaya şümulüne ve ilâçların ihzârâtı ve madenî maddelerin iddihârâtıyla rububiyetinin rahîmâne ve kerîmâne





Hakîm: her işini hikmetle ve belli bir sebeple yapan AllahKadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah
Kerîm: cömertlik ve ikram sahibi olan AllahRahîm: rahmeti herşeyi kuşatan Allah
Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allahazamet: büyüklük, yücelik
bedahet: açıklıkbilhassa: özellikle
cihet: şekil, yöndelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
ehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesienvâ: neviler, türler
eşcar: ağaçlareşya: şeyler, varlıklar
hadsiz: sayısız, sınırsızhaşmet: büyüklük, görkem
heyet-i mecmua: birşeyin tamamı; bütünhikmet: fayda, gaye
hilkat: yaratılışhususan: özellikle
hâcet: ihtiyaçhâkimiyet: egemenlik, hükümranlık
icad: var etme, yaratmaiddihârât: biriktirmeler, depolamalar
ihata: herşeyi kuşatmaihzar etmek: hazırlamak
ihzârât: hazırlamalarintizam: düzen, tertip
kerîmâne: lütufkâr ve cömert bir şekildekudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarı
madeniyat: madenlermahlûk: yaratık
masnu: san’at eseri varlıkmenşe: kaynak, kök
mesken: ev, mekânmuhtelif: çeşit çeşit
muntazam: düzenli, intizamlımâni: engel
mütenevvi: çeşitlinebatat: bitkiler
nevi: çeşit, türnihayetsiz: sınırsız, sonsuz
rahmet: İlâhî şefkat, merhametrahîmâne: merhamet ve şefkat ederek
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesisair: diğer, başka
sulfato: sülfirik asit tuz veya esterisuret: şekil, biçim
sureten: görünüştetaallûk etmek: ilgilendirmek, ait olmak
tabakat: tabakalar, derecelertanzim etmek: düzenlemek
teshir etmek: boyun eğdirmekvahdet: Allah’ın birliği
vahdet-i idare: idarenin tek elde olmasıvahdet-i tedbir: bir elden yönetme
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu olmasıvüs’at: genişlik
zemin: yeryüzüzîhayat: canlı, hayat sahibi
şap: alüminyum ve potasyum sülfatından meydana gelen renksiz maddeşehadet etmek: şahitlik etmek
şiddet-i muhalefet: birbirine zıt olmasışümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Münâcat - Sayfa 651

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>olan tedâbirinin mehâsinine ve inâyetinin ihtiyatlı letâifine pek zâhir bir surette işaret ve delâlet ederler.


Hem bu dünya hanında misafir yolcular için koca dağları levâzımâtlarına ve istikbaldeki ihtiyaçlarına muntazam ihtiyat deposu ve cihazat ambarı ve hayata lüzumu olan çok definelerin mükemmel mahzeni olmak cihetinde işaret, belki delâlet belki şehadet eder ki, bu kadar kerîm ve misafirperver ve bu kadar hakîm ve şefkatperver ve bu kadar kadîr ve rububiyetperver bir Sâniin, elbette ve herhalde, çok sevdiği o misafirleri için, ebedî bir âlemde, ebedî ihsânâtının ebedî hazineleri vardır. Buradaki dağlara bedel, orada yıldızlar o vazifeyi görürler.

Ey Kàdir-i Külli Şey,

Dağlar ve içindeki mahlûklar Senin mülkünde ve Senin kuvvet ve kudretinle ve ilim ve hikmetinle musahhar ve müdahhardırlar. Onları bu tarzda tavzif ve teshir eden Hâlıkını takdis ve tesbih ederler.

Ey Hâlık-ı Rahmân ve ey Rabb-i Rahîm,

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle ve Kur’ân-ı Hakîminin dersiyle anladım:

Nasıl ki semâ ve feza ve arz ve deniz ve dağ, müştemilât ve mahlûklarıyla beraber Seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar. Öyle de, zemindeki bütün ağaç ve nebatat, yaprakları ve çiçekleri ve meyveleriyle Seni bedâhet derecesinde tanıttırıyorlar ve tanıyorlar.

Ve umum eşcârın ve nebatatın cezbedârâne hareket-i zikriyede bulunan yapraklarından ve ziynetleriyle Sâniinin isimlerini tavsif ve tarif eden çiçeklerinden




Aleyhissalatü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun Hâlık: herşeyi yaratan Allah
Hâlık-ı Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan ve herşeyi yaratan AllahKur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
Kâdir-i Külli Şey: sınırsız güç sahibi olan ve herşeye gücü yeten AllahRabb-i Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi ve herşeyi terbiye ve idare eden Allah
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah
arz: dünyabedâhet derecesinde: ap açık bir şekilde
cezbekârâne: kendinden geçmiş bir şekildecihazat: cihazlar, donanımlar
cihet: yöndelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
ebedî: sonu olmayan, sonsuzeşcâr: ağaçlar
feza: uzayhakîm: her işini hikmetle ve belli bir sebeple yapan Allah
hareket-i zikriye: zikir hareketihikmet: ilim, yüksek bilgi
ihsânât: bağışlar, ikramlar, iyiliklerihtiyat: önlem alma, tedbirli hareket etme
ihtiyatlı: tedbirliinâyet: Allah’tan gelen yardım, ihsan, iyilik
istikbal: gelecek zamankadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi
kerîm: cömert, ikram sahibikudret: güç, kuvvet, iktidar
letaif: güzellikler, inceliklerlevâzımât: gerekli olan şeyler
mahlûk: yaratılmışmahzen olmak: depo olmak
mehâsin: güzellikler, iyiliklermisafirperver: misafir ağırlamayı seven
muntazam: düzenli, intizamlımusahhar: boyun eğdirilmiş, emre verilmiş
müdahhar: depolanmış, biriktirilmişmüştemilât: içindekiler
nebatat: bitkilerrububiyetperver: ihtiyaca cevap vermeyi seven ve terbiye etmeyi seven
semâ: göksuret: şekil, biçim
takdis: kutsama, Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutmatalim: öğretme, eğitme
tavsif: vasıflandırmatavzif: vazifelendirme, görevlendirme
tedâbir: tedbirlertesbih etmek: Allah’ı yüce şanına lâyık ifadelerle anmak
teshir etmek: boyun eğdirmekumum: bütün
zemin: yerziynet: süs
zâhir: açık, âşikarşefkatperver: acıyan
şehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmek

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Münâcat - Sayfa 652

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>ve letâfet ve cilve-i merhametinden tebessüm eden meyvelerinden herbirisi, tesadüfe havalesi hiçbir cihet-i imkânı olmayan harika san’at içindeki nizam ve nizam içindeki mizan ve mizan içindeki ziynet ve ziynet içindeki nakışlar ve nakışlar içindeki güzel ve ayrı ayrı kokular ve kokular içindeki meyvelerin muhtelif tatlarıyla, nihayetsiz Rahîm ve Kerîm bir Sâniin vücub-u vücuduna bedâhet derecesinde şehadet ettikleri gibi; heyet-i mecmuasıyla, bütün zemin yüzünde birlik ve beraberlik, birbirine benzemeklik ve sikke-i hilkatte müşabehet ve tedbir ve idarede münasebet ve onlara taallûk eden icad fiilleri ve Rabbânî isimlerde muvafakat ve o yüz bin envâın hadsiz efradlarını birbiri içinde şaşırmayarak birden idareleri gibi noktalarıyla, o Vâcibü’l-Vücud Sâniin bilbedâhe vahdetine ve ehadiyetine dahi şehadet ederler.

Hem nasıl ki, onlar Senin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ediyorlar. Öyle de, rû-yi zeminde dört yüz bin milletlerden teşekkül eden zîhayat ordusundaki hadsiz efradın yüz binler tarzda iaşe ve idareleri, şaşırmayarak karıştırmayarak mükemmel yapılmasıyla, Senin rububiyetinin vahdâniyetteki haşmetine ve bir baharı bir çiçek kadar kolay icad eden kudretinin azametine ve herşeye taallukuna delâlet ettikleri gibi; koca zeminin her tarafında, hadsiz hayvanatına ve insanlara, hadsiz taamların çeşit çeşit aksamını ihzar eden rahmetinin hadsiz genişliğine ve o hadsiz işler ve in’âmlar ve idareler ve iaşeler ve icraatlar kemâl-i intizamla cereyanları ve herşey, hattâ zerreler o emirlere ve icraata itaat ve musahhariyetleriyle hâkimiyetinin hadsiz vüs’atine kat’î delâlet etmekle beraber; o ağaçların ve nebatların ve herbir yaprak ve çiçek ve meyve ve kök ve dal ve budak gibi herbirisinin herbir şeyini, herbir işini bilerek, görerek faydalara, maslahatlara, hikmetlere göre yapılmakla, Senin ilminin herşeye ihatasına ve





Kerîm: cömert, ikram sahibiRabbânî: bütün varlıkları terbiye eden ve idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah’a ait
Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan AllahSâni: herşeyi san’atla yaratan Allah
Vâcibü’l-Vücud: varlığı gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allahaksam: kısımlar
azamet: büyüklük, yücelikbedâhet: açıklık, aşikâr olma
bilbedâhe: açık bir şekildecereyan: akım, hareket
cihet-i imkân: mümkün olma yönücilve-i merhamet: merhamet cilvesi, görüntüsü
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekefrad: fertler, bireyler
ehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesienvâ: neviler, türler
hadsiz: sayısız, sınırsızhayvanat: hayvanlar
haşmet: büyüklük, görkemheyet-i mecmua: birşeyin tamamı; bütün
hâkimiyet: egemenlik, hükümranlıkiaşe: besleme, yedirip içirme
icad etmek: yaratmak, var etmekicraat: faaliyet, iş
ihata: içine alma, kapsamaihzar etmek: hazırlamak
in’âm: nimetlendirmekat’î: kesin
kemâl-i intizam: mükemmel bir düzenkudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarı
letâfet: hoşluk, güzellikmaslahat: fayda, gaye
mizan: ölçü, dengemuhtelif: çeşit çeşit
musahhariyet: boyun eğmişlikmuvafakat: uygunluk
münasebet: bağlantı, ilişkimüşabehet: benzeme
nebat: bitkinihayetsiz: sınırsız, sonsuz
nizam: düzen, kanunrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesirû-yi zemin: yeryüzü
sikke-i hilkat: yaratılış mührütaallûk: ilgilendirmek, ait olmak
taam: yemektedbir: idare etme, çekip çevirme
teşekkül etmek: oluşturmakvahdet: birlik
vahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz oluşuvücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu olması
vüs’at: genişlikzemin: yer
zerre: atom, çok küçük parçaziynet: süs
zîhayat: canlı, hayat sahibişehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmek

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Münâcat - Sayfa 653

hikmetinin herşeye şümulunü pek zâhir bir surette delâlet ve hadsiz parmaklarıyla işaret ederler. Ve Senin gayet kemâldeki cemâl-i san’atına ve nihayet cemâldeki kemâl-i nimetine hadsiz dilleriyle senâ ve medhederler.

Hem bu muvakkat handa ve fâni misafirhanede ve kısa bir zamanda ve az bir ömürde, eşcar ve nebatatın elleriyle, bu kadar kıymettar ihsanlar ve nimetler ve bu kadar fevkalâde masraflar ve ikramlar, işaret belki şehadet eder ki, misafirlerine burada böyle merhametler yapan kudretli, keremkâr Zât-ı Rahîm, bütün ettiği masrafı ve ihsanı, kendini sevdirmek ve tanıttırmak neticesinin aksiyle, yani bütün mahlûkat tarafından “Bize tattırdı, fakat yedirmeden bizi idam etti” dememek ve dedirmemek ve saltanat-ı ulûhiyetini iskat etmemek ve nihayetsiz rahmetini inkâr etmemek ve ettirmemek ve bütün müştak dostlarını mahrumiyet cihetinde düşmanlara çevirmemek noktalarından, elbette ve herhalde, ebedî bir âlemde, ebedî bir memlekette, ebedî bırakacağı abdlerine, ebedî rahmet hazinelerinden, ebedî cennetlerinde, ebedî ve cennete lâyık bir surette meyvedar eşcar ve çiçekli nebatlar ihzar etmiştir. Buradakiler ise, müşterilere göstermek için nümunelerdir.

Hem ağaçlar ve nebatlar, umumen yaprak ve çiçek ve meyvelerinin kelimeleriyle Seni takdis ve tesbih ve tahmid ettikleri gibi, o kelimelerden herbirisi dahi ayrıca Seni takdis eder. Hususan meyvelerin bedî bir surette, etleri çok muhtelif, san’atları çok acip, çekirdekleri çok harika olarak yapılarak o yemek tablalarını ağaçların ellerine verip ve nebatların başlarına koyarak zîhayat misafirlerine göndermek cihetinde, lisan-ı hal olan tesbihatları, zuhurca lisan-ı kâl derecesine çıkar. Bütün onlar senin mülkünde, Senin kuvvet ve kudretinle, Senin irade ve ihsanatınla, Senin rahmet ve hikmetinle musahhardırlar ve Senin herbir emrine mutîdirler.




Zât-ı Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat merhamet sahibi Zât; Allahabd: kul
acip: hayret verici, şaşırtıcıbedî: güzel, benzersiz
cemâl: güzellikcemâl-i san’at: sanat güzelliği
cihet: yön, tarafdelâlet: delil olma, işaret etme
ebedî: sonu olmayan, sonsuzeşcar: ağaçlar
fevkalâde: olağanüstüfâni: geçici, yok olucu
hadsiz: sayısızhikmet: fayda, gaye
hususan: özellikleihsan: bağış, ikram
ihsanat: ihsanlar, iyilikler, bağışlarihzar etmek: hazırlamak
irade: dileme, tercihiskat etmek: susturmak
kemâl: kusursuzluk, mükemmellikkemâl-i nimet: nimetin tam ve mükemmel olması
keremkâr: lütfeden, bağışlayankudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarı
kıymettar: kıymetlilisan-ı hal: hal dili
lisan-ı kal: söz ile anlatımmahlukât: yaratıklar
medhetmek: övmekmeyvedar: meyveli, meyve veren
muhtelif: çeşit çeşitmusahhar: boyun eğdirilmiş, emre verilmiş
mutî: emre uyan, itaatkârmuvakkat: gelip geçici
müştak: şiddetli istek, arzunebat: bitki
nebatat: bitkilernihayet: son derece
nihayetsiz: sınırsız, sonsuznümune: örnek, misal
rahmet: İlâhî şefkat, merhametsaltanat-ı Ulûhiyet: hiçbir ortak kabul etmeyen Allah’ın saltanatı
senâ: övme ve yüceltmesuret: şekil, biçim
tahmid: Allah’ı övme ve Ona şükürlerini sunmatakdis etmek: kutsamak, Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmek
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anmatesbihat: Allah’ı noksan sıfatlardan yüce tutan sözler
umumen: bütünüylezuhur: belirme, görünme
zâhir: açık, âşikarzîhayat: canlı, hayat sahibi
şehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmekşümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Münâcat - Sayfa 654

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey kibriya-yı azametinden tesettür etmiş olan Sâni-i Hakîm ve Hâlık-ı Rahîm,


Bütün eşcar ve nebatatın, bütün yaprak ve çiçek ve meyvelerin dilleriyle ve adediyle Seni kusurdan, aczden, şerikten takdis ederek hamd ü senâ ederim.

Ey Fâtır-ı Kadîr, ey Müdebbir-i Hakîm, ey Mürebbî-i Rahîm,

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle ve Kur’ân-ı Hakîmin dersiyle anladım ve iman ettim ki nasıl nebatat ve eşcar Seni tanıyorlar, Senin sıfât‑ı kudsiyeni ve Esmâ-i Hüsnânı bildiriyorlar. Öyle de, zîhayatlardan ruhlu kısmı olan insan ve hayvanattan hiçbirisi yoktur ki; cisminde gayet muntazam saatler gibi işleyen ve işlettirilen dahilî ve haricî âzâlarıyla ve bedeninde gayet ince bir nizam ve gayet hassas bir mîzan ve gayet mühim faydalarla yerleştirilen âlât ve duygularıyla ve cesedinde gayet san’atlı bir yapılış ve gayet hikmetli bir tefriş ve gayet dikkatli bir muvazene içinde konulan cihazat-ı bedeniyesiyle, Senin vücûb-u vücuduna ve sıfatlarının tahakkukuna şehadet etmesin. Çünkü, bu kadar basîrâne nazik san’at ve şuurkârâne ince hikmet ve müdebbirâne tam muvazeneye, elbette kör kuvvet ve şuursuz tabiat ve serseri tesadüf karışamazlar ve onların işi olamaz ve mümkün değildir. Ve kendi kendine teşekkül edip öyle olması ise, yüz derece muhâl içinde muhâldir. Çünkü, o halde herbir zerresi, herbir şeyini ve cesedinin teşekkülünü, belki dünyada alâkadar olduğu herşeyini bilecek, görecek, yapabilecek, âdeta ilâh gibi ihatalı bir ilmi ve kudreti bulunacak, sonra teşkil-i ceset ona havale edilir ve “kendi kendine oluyor” denilebilir.

Ve heyet-i mecmuasındaki vahdet-i tedbir ve vahdet-i idare ve vahdet-i nev’iye





Aleyhissalatü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunEsmâ-i Hüsna: Cenâb-ı Hakkın en güzel isimleri
Fâtır-ı Kadîr: herşeye gücü yeten yaratıcı, AllahHâlık-ı Rahîm: sınırsız rahmet sahibi ve yaratıcı olan Allah
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ânMüdebbir-i Hakîm: herşeyi hikmetle yaratan ve herşeyi idare eden Allah
Mürebbî-i Rahîm: herşeyi hikmetle yapan, terbiye edici AllahResul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
Sâni-i Hakîm: herşeyi san’atla ve hikmetle yaratan Allahacz: acizlik, güçsüzlük
alâkadar olmak: ilgili olmakbasîrâne: görerek, bilerek
cihazat-ı bedeniye: bedendeki organlareşcar: ağaçlar
hamd ü senâ: şükretme ve övmehavale etmek: bir işi başka birine bırakma
hayvanat: hayvanlarheyet-i mecmua: birşeyin tamamı, bütün
hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmahikmetli: herşeyi bir gaye ve maksada yönelik olarak, anlamlı ve yerli yerinde yapılması
ihatalı: kuşatıcı, kapsayıcıkibriya-yı azamet: son derece büyüklük ve kudret
kudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarımuhâl içinde muhâl: imkansızlık içinde imkansızlık
muntazam: düzenli, intizamlımuvazene: denge
mîzan: tartı, ölçümüdebbirâne: tedbirli bir şekilde, herşeyi önceden düşünerek
nebatat: bitkilernizam: düzen, kanun
sıfât-ı kudsiye: kutsal vasıflar ve özelliklertahakkuk: gerçekleşme
takdis etmek: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmektalim: öğretme, eğitme
tefriş: döşemetesettür etmek: örtünmek, gizlenmek
teşekkül: oluşmateşkil-i ceset: cesedi oluşturma, meydana getirme
vahdet-i idare: idare birliğivahdet-i nev’iye: tür birliği
vahdet-i tedbir: tedbir birliğivücub-u vücud: varlığının gerekli oluşu ve var olmak için bir nedene ihtiyacının olmayışı
zîhayat: canlı, hayat sahibiâlât: âletler, organlar
âzâ: uzuvlar, organlarşehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmek
şerik: ortakşiddet-i zuhur: çok kuvvetli şekilde görünme
şuurkârâne: şuurlu ve bilinçli bir şekildeşuursuz: bilinçsiz

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Münâcat - Sayfa 655

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>ve vahdet-i cinsiye ve umumun yüzlerinde göz, kulak, ağız gibi noktalarda ittifak cihetinde müşahede edilen sikke-i fıtratta birlik ve herbir nev’in efradı simalarında görülen sikke-i hikmette ittihad ve iaşede ve icadda beraberlik ve birbirinin içinde bulunmak gibi keyfiyetlerinden hiçbirisi yoktur ki, Senin vahdetine kat’î şehadette bulunmasın ve herbir ferdinde kâinata bakan bütün isimlerin cilveleri bulunmakta, vâhidiyet içinde, Senin ehadiyetine işareti olmasın.

Hem nasıl ki insan ile beraber hayvanatın, zeminin bütün yüzünde yayılan yüz bin envâı, muntazam bir ordu gibi teçhiz ve talimat ve itaat ve musahhariyetle ve en küçükten tâ en büyüğe kadar, rububiyetin emirleri intizamla cereyanlarıyla o rububiyetinin derece-i haşmetine ve gayet çoklukla beraber gayet kıymetli ve gayet mükemmel olmakla beraber gayet çabuk yapılmaları ve gayet san’atlı olmakla beraber gayet kolay yapılışlarıyla, kudretinin derece-i azametine delâlet ettikleri gibi; şarktan garba, şimalden cenuba kadar yayılan mikroptan tâ gergedana kadar, en küçücük sinekten tâ en büyük kuşa kadar bütün onların rızıklarını yetiştiren rahmetinin hadsiz vüs’atine ve herbiri emirber nefer gibi vazife-i fıtriyesini yapmak ve zemin yüzü her baharda, güz mevsiminde terhis edilenler yerinde yeniden taht-ı silâha alınmış bir orduya ordugâh olmak cihetiyle, hâkimiyetinin nihayetsiz genişliğine kat’î delâlet ederler.

Hem nasıl ki hayvanâttan herbirisi kâinatın bir küçük nüshası ve bir misal-i musağğarı hükmünde gayet derin bir ilim ve gayet dakik bir hikmetle, karışık eczaları karıştırmayarak ve bütün hayvanların ayrı ayrı suretlerini şaşırmayarak hatasız, sehivsiz, noksansız yapılmalarıyla, ilminin herşeye ihatasına ve hikmetinin herşeye şümulüne, adetlerince işaretler ederler. Öyle de, herbiri birer mucize-i san’at ve birer harika-i hikmet olacak kadar san’atlı ve güzel yapılmasıyla, çok sevdiğin ve teşhirini istediğin san’at-ı Rabbâniyenin kemâl-i hüsnüne ve gayet





San’at-ı Rabbâniye: herşeyi terbiye edip idaresi altında bulunduran Allah’ın san’atıcenub: güney
cereyan: akım, hareketcihet: şekil, yön
cilve: görünme, yansımadakik: ince, derin
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekderece-i azamet: büyüklük derecesi
derece-i haşmet: heybet ve görkemin derecesiecza: cüzler, parçalar
efrad: fertler, bireylerehadiyet: her bir varlıkta görünen birlik tecellisi
emirber: emre hazırenvâ: neviler, türler
garb: batıhadsiz: sınırsız
harika-i hikmet: hikmetin harikalığıhayvanat: hayvanlar
hikmet: ilim, yüksek bilgihâkimiyet: egemenlik, hükümranlık
iaşe: beslemeicad: var etme, yaratma
ihata: içine alma, kapsamaintizam: düzen, tertip
ittifak: birleşme, birlikittihad: birleşme, birlik
kemâl-i hüsün: mükemmel güzellikkeyfiyet: durum, nitelik, özellik
kudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarıkâinat: evren, bütün yaratılmışlar
misal-i musaggar: küçültülmüş örnekmuntazam: düzenli, intizamlı
musahhariyet: boyun eğmişlikmu’cize-i san’at: san’at mu’cizesi
müşahede etmek: görmek, gözlemlemeknefer: asker, er
nev’i: tür, cinsnihayetsiz: sınırsız, sonsuz
ordugâh: ordu yerirahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesisehivsiz: hatasız
sikke-i fıtrat: yaratılış mührüsikke-i hikmet: hikmet mührü
sima: yüzsuret: şekil
taht-ı silâh: silâh altıtalimat: bildiriler, emirler
terhis etmek: vazifeye son vermekteçhiz: cihazlanma, donanma
teşhir: ilan etme, duyurmaumum: bütün, genel
vahdet: birlikvahdet-i cinsiye: cins birliği
vazife-i fıtriye: yaratılıştan gelen görevvâhidiyet: birlik
vüs’at: genişlikzemin: yer
şark: doğuşehadet: şahidlik, tanıklık
şimal: kuzeyşümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Münâcat - Sayfa 656

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>derecede güzelliğine işaret ve herbirisi, hususan yavrular, gayet nazdar, nâzenin bir surette beslenmeleriyle ve heveslerinin ve arzularının tatmini cihetiyle, Senin inayetinin gayet şirin cemâline hadsiz işaretler ederler.

Ey Rahmânürrahîm, ey Sâdıku’l-Va’di’l-Emîn, ey Mâlik-i Yevmiddîn,


Senin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmının tâlimiyle ve Kur’ân-ı Hakîminin irşadıyla anladım ki:

Madem kâinatın en müntehap neticesi hayattır. Ve hayatın en müntehap hülâsası ruhtur. Ve zîruhun en müntehap kısmı zîşuurdur. Ve zîşuurun en camii insandır. Ve bütün kâinat ise hayata musahhardır ve onun için çalışıyor. Ve zîhayatlar zîruhlara musahhardır; onlar için dünyaya gönderiliyorlar. Ve zîruhlar insanlara musahhardır; onlara yardım ediyorlar. Ve insanlar fıtraten Hâlıkını pek ciddî severler ve Hâlıkları onları hem sever, hem kendini onlara her vesile ile sevdirir. Ve insanın istidadı ve cihazat-ı mâneviyesi, başka bir bâki âleme ve ebedî bir hayata bakıyor. Ve insanın kalbi ve şuuru, bütün kuvvetiyle beka istiyor ve lisanı, hadsiz dualarıyla beka için Hâlıkına yalvarıyor. Elbette ve herhalde, o çok seven ve sevilen ve mahbub ve muhib olan insanları dirilmemek üzere öldürmekle, ebedî bir muhabbet için yaratmış iken, ebedî bir adâvetle gücendirmek olamaz ve kàbil değildir.

Belki, başka bir ebedî âlemde mes’udâne yaşaması hikmetiyle, bu dünyada çalışmak ve onu kazanmak için gönderilmiştir. Ve insana tecellî eden isimlerin, bu fâni ve kısa hayattaki cilveleriyle âlem-i bekada onların ayinesi olan insanların, ebedî cilvelerine mazhar olacaklarına işaret ederler.

Evet, ebedînin sâdık dostu ebedî olacak. Ve bâkinin âyine-i zîşuuru bâki olmak lâzım gelir.

Hayvanların ruhları bâki kalacağını ve hüdhüd-ü Süleymanî (a.s.) ve Neml’i




Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun Hâlık: her şeyi yaratan Allah
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ânMâlik-i Yevmiddîn: kıyamet gününün sahibi olan Allah
Neml: Süleyman’ın (a.s.) karıncasıRahmânü’r-Rahîm: kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)Sâdıku’l-Va’di’l-emîn: vaad ve sözünde mutlaka duran Allah; vaadinin doğruluğundan emin olunan Allah
adâvet: düşmanlıkbekà: devamlılık, kalıcılık
bâki: devamlı, kalıcı, sonsuzcamii: toplayıcı, kapsamlı
cemâl: güzellikcihet: şekil, yön
cihâzât-ı mâneviye: mânevî donanım, cihazlarcilve: görünme, yansıma
ebedî: sonu olmayan, sonsuzfâni: geçici, yok olucu
fıtraten: yaratılış itibariylehadsiz: sayısız, sınırsız
hikmet: gayehususan: özellikle
hüdhüd-ü Süleymânî: Hz. Süleyman’ın haberleşme vasıtası olarak kullandığı kuşhülâsa: özet
inayet: yardım, iyilik, bağışirşad: doğru yolu gösterme
istidad: yetenek, kabiliyetkàbil: mümkün
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarlisan: dil
mahbub: sevgilimazhar olmak: erişmek, nail olmak
mes’udâne: mutlu bir şekildemuhabbet: sevgi
muhib: Allah’ı sevenmusahhar: boyun eğdirilmiş, emre verilmiş
müntehap: seçilmişnazdar: nazlı
nâzenin: ince, nâziksadık: doğru, dürüst
suret: şekiltalim: öğretme, eğitme
tecellî eden: yansıyanzîhayat: canlı, hayat sahibi
zîruh: ruh sahibizîşuur: şuur sahibi, bilinçli
âlem-i beka: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemiâyine: ayna
âyine-i zîşuur: bilinçli varlıkların aynasışuur: bilinç, anlayış

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Münâcat - Sayfa 657

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>ve Nâka-i Salih (a.s.) ve kelb-i Ashâb-ı Kehf gibi bazı efrad-ı mahsusa hem ruhu, hem cesediyle bâki âleme gideceği ve herbir nev’in, arasıra istimâl için bir tek cesedi bulunacağı, rivâyet-i sahihadan anlaşılmakla beraber; hikmet ve hakikat, hem rahmet ve rubûbiyet öyle iktiza ederler.

Ey Kàdir-i Kayyûm,

Bütün zîhayat, zîruh, zîşuur, senin mülkünde, yalnız Senin kuvvet ve kudretinle ve ancak Senin irade ve tedbirlerinle ve rahmet ve hikmetinle, rububiyetinin emirlerine teshir ve fıtrî vazifelerle tavzif edilmişler. Ve bir kısmı, insanın kuvveti ve galebesi için değil, belki fıtraten insanın zaafı ve aczi için rahmet tarafından ona musahhar olmuşlar. Ve lisan-ı hal ve lisan-ı kàl ile Sânilerini ve Mâbudlarını kusurdan, şerikten takdis ve nimetlerine şükür ve hamd ederek, herbiri ibadet-i mahsusasını yapıyorlar.

Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından perdelenmiş olan Zât-ı Akdes,

Bütün zîruhların tesbihatıyla seni takdis etmek, niyet edip

سُبْحَانَكَ يَا مَنْ جَعَلَ مِنَ الْمَاءِ كُلَّ شَىْءٍ حَىٍّ
blank.gif
1

diyorum.

Yâ Rabbe’l-Âlemîn, yâ İlâhe’l-Evvelîne ve’l-Âhirin, yâ Rabbe’s-Semâvâti ve’l-Aradîn,

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle ve Kur’ân-ı Hakîmin dersiyle anladım ve iman ettim ki:


[NOT]Dipnot-1 “Ey su ile herşeyi canlandıran Zât-ı Akdes, Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim.”
[/NOT]




Aleyhissalatü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunKur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
Kàdir-i Kayyûm: Ezelden ebede kadar var olan sonsuz kudret sahibi, AllahMâbud: kendisine ibadet edilen Allah
Nâka-i Salih: [bk. bilgiler – Salih (a.s.)]Rabbe’s-Semâvâti ve’l-Aradîn: göğün ve yerin Rabbî, Allah
Rabbü’l-Âlemin: âlemlerin Rabbi, bütün âlemleri idare ve terbiye eden AllahResul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
Sâni: her şeyi san’atla yaratan AllahZât-ı Akdes: her türlü kusur ve noksandan yüce olan Zât, Allah
acz: acizlik, güçsüzlükazamet-i kibriyâ: büyüklüğün varlıkları kuşatması
bâki: devamlı, kalıcı, ölümsüzefrad-ı mahsusa: özel fertler
fıtraten: yaratılış itibariylefıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
hakikat: gerçek mahiyet, asıl ve esashamd etmek: şükür ve övgülerini sunmak
hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma; ilim, yüksek bilgiibadet-i mahsusa: kendine özgü ibadet
iktiza etmek: gerektirmekirade: dileme, tercih
istimâl: kullanmakelb-i Ashâb-ı Kehf: (bk. bilgiler)
kudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarılisan-ı hal: hal dili
lisan-ı kàl: söz ile anlatımmusahhar olmak: boyun eğmek
nev’: tür, cinsrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rivâyât-ı sahîha: Peygamberimizden dosdoğru olarak, sahih olarak nakledilmiş rivâyetler, sözlerrububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi
takdis etmek: kutsamak, Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etmektalim: öğretme, eğitme
tavzif etmek: vazifelendirmektedbir: idare etme, çekip çevirme
tesbihat: Allah’ı noksan sıfatlardan yüce tutan sözlerteshir: emir altında tutma
zaaf: zayıflık, güçsüzlükzîhayat: canlı, hayat sahibi
zîruh: ruh sahibizîşuur: şuur sahibi, bilinçli
İlâhe’l-Evvelîne ve’l-Âhirin: başlangıç ve sonun ilâhı, Allahşerik: ortak
şiddet-i zuhur: çok kuvvetli şekilde görünme

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Münâcat - Sayfa 658

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Nasıl sema, feza, arz, ber ve bahr, şecer, nebat, hayvan, efradıyla, eczasıyla, zerrâtıyla seni biliyorlar, tanıyorlar ve varlığına ve birliğine şehadet ve delâlet ve işaret ediyorlar. Öyle de, kâinatın hülâsası olan zîhayat ve zîhayatın hülâsası olan insan ve insanın hülâsası olan enbiya, evliya, asfiyanın hülâsası olan kalblerinin ve akıllarının müşahedat ve keşfiyat ve ilhamat ve istihracatla yüzer icma ve yüzer tevatür kuvvetinde bir kat’iyetle, Senin vücub-u vücuduna ve Senin vahdâniyet ve ehadiyetine şehadet edip ihbar ediyorlar, mucizat ve kerâmât ve yakînî burhanlarıyla haberlerini isbat ediyorlar.

Evet, kalblerde, perde-i gaybda ihtar edici bir Zâta bakan hiç bir hâtırat-ı gaybiye ve ilham edici bir Zâta baktıran hiç bir ilhâmât-ı sâdıka; ve hakkalyakîn sûretinde sıfât-ı kudsiye ve Esmâ-i Hüsnânı keşfeden hiçbir itikad-ı yakîne; ve enbiya ve evliyada, bir Vâcibü’l-Vücudun envârını aynelyakîn ile müşahede eden hiçbir nuranî kalp; ve asfiya ve sıddîkînde, bir Hâlık-ı Küllî Şey’în âyât-ı vücubunu ve berâhin-i vahdetini ilmelyakîn ile tasdik eden, ispat eden hiçbir münevver akıl yoktur ki, Senin vücub-u vücuduna ve sıfât-ı kudsiyene ve Senin vahdetine ve ehadiyetine ve Esmâ-i Hüsnâna şehadet etmesin, delâleti bulunmasın ve işareti olmasın.

Ve bilhassa, bütün enbiya ve evliya ve asfiya ve sıddîkînin imamı ve reisi ve hülâsası olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ihbarını tasdik eden hiçbir





Aleyhissalatü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunEsmâ-i Hüsna: Cenâb-ı Hakkın en güzel isimleri
Hâlık-ı Külli Şey: herşeyin yaratıcısı olan AllahResul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
arz: dünyaasfiya: Hz. Peygamber yolundan giden ilim ve takvâ sahibi hâlis kullar
aynelyakîn: gözle görerek kesin bilgi edinmebahr: deniz
ber: karaberâhin-i vahdet: birlik delilleri
bilhassa: özellikleburhan: güçlü delil
delâlet: delil olma, işaret etmeecza: cüzler, parçalar
efrad: fertler, bireylerehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi
enbiya: nebiler, peygamberlerenvâr: nurlar, ışıklar
evliya: veliler, Allah dostlarıfeza: uzay
hakkalyakîn: bizzat yaşayarak kesin bilgi edinmehâtırat-ı gaybiye: gaybtan gelen hatıralar, mânevî bilgiler
hülâsa: özeticmâ: fikir birliği
ihbar etmek: haber vermekihtar: hatırlatma, ikaz
ilham: kalbe gelme, gönüle doğmailhamat: ilhamlar
ilhâmât-ı sâdıka: doğru ilhamlarilmelyakîn: ilmî bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğrenme
istihracat: çıkarmalaritikad-ı yakîn: şüphesiz ve kesin olarak bilme
kat’iyet: kesinlikkerâmât: kerametler
keşfetmek: gizli bir şeyi açığa çıkarmakkeşfiyat: keşifler, mânevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri görme
kâinat: evrenmu’cizât: insanların yapmada âciz kaldıkları ve ancak Allah tarafından peygamberlere verilen olağanüstü hâl ve hareketler
münevver: aydın, aydınlanmışmüşahedat: gözlemler
müşahede etmek: görmek, gözlemlemeknebat: bitki
perde-i gayb: mânevî âlemleri gözümüzden saklayan perdesema: gök
suret: tarz, biçimsıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere çok sâdık olanlar
sıfât-ı kudsiye: kutsal sıfatlar, kusursuz özelliklertasdik etmek: doğrulamak, onaylamak
tevatür: çeşitli kanallardan gelen ve doğruluğu kesin olarak kanıtlanan habervahdet: Allah’ın birliği
vahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz oluşuvâcibü’l-Vücud: varlığı gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu olmasıyakînî: kesin, şüphesiz
zerrât: zerrelerzîhayat: canlı, hayat sahibi
âyât-ı vücub: varlığı vacip ve mutlaka gerekli olan Allah’ın âyetleri, delillerişecer: ağaç
şehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmek

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Münâcat - Sayfa 659

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>mu’cizat-ı bâhiresi ve hakkaniyetini gösteren hiç bir hakikat-i aliyesi ve bütün mukaddes ve hakikatli kitapların hülâsatü’l-hülâsası olan Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın hiçbir âyet-i tevhidiye-i katıası ve mesâil-i imaniyeden hiçbir mesele-i kudsiyesi yoktur ki, Senin vücûb-u vücûduna ve kudsî sıfatlarına ve Senin vahdetine ve ehadiyetine ve esmâ ve sıfâtına şehadet etmesin ve delâleti olmasın ve işareti bulunmasın.

Hem nasıl ki bütün o yüz binler muhbir-i sâdıklar, mucizatlarına ve keramâtlarına ve hüccetlerine istinad ederek, Senin varlığına ve birliğine şehadet ederler. Öyle de, herşeye muhit olan Arş-ı Âzamın külliyat-ı umurunu idareden, tâ kalbin gayet gizli ve cüz’î hâtırâtını ve arzularını ve dualarını bilmek ve işitmek ve idare etmeye kadar cereyan eden rububiyetinin derece-i haşmetini ve gözümüz önünde hadsiz muhtelif eşyayı birden icad eden, hiçbir fiil bir fiile, bir iş bir işe mâni olmadan, en büyük bir şeyi en küçük bir sinek gibi kolayca yapan kudretinin derece-i azametini, icmâ ile, ittifak ile ilân ve ihbar ve ispat ediyorlar.

Hem nasıl ki, bu kâinatı, zîruha, hususan insana mükemmel bir saray hükmüne getiren ve Cenneti ve saadet-i ebediyeyi cin ve inse ihzar eden ve en küçük bir zîhayatı unutmayan ve en âciz bir kalbin tatminine ve taltifine çalışan rahmetinin hadsiz genişliğini ve zerrattan tâ seyyarata kadar bütün envâ-ı mahlûkatı emirlerine itaat ettiren ve teshir ve tavzif eden hâkimiyetinin nihayetsiz vüs’atini haber vererek, mucizat ve hüccetleriyle isbat ederler. Öyle de, kâinatı, eczaları adedince risaleler içinde bulunan bir kitab-ı kebir hükmüne getiren ve





Arş-ı Âzam: Cenâb-ı Hakkın büyüklük ve yüceliğinin tecelli ettiği yerKur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: ifade ve açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân
Muhbir-i Sadık: doğru sözlü haber verici Peygamber Efendimiz (a.s.m.)cereyan etmek: meydana gelmek
cin ve ins: cinler ve insanlarcüz’î: ferdî, küçük
delâlet: delil olma, işaret etmederece-i azamet: büyüklük derecesi
derece-i haşmet: heybet ve görkemin derecesiecza: cüzler, parçalar
ehadiyet: her bir varlıkta görünen birlik tecellisienvâ-ı mahlûkat: bütün yaratılmış varlık türleri
esmâ: isimlereşya: şeyler, varlıklar
hadsiz: sayısız, sınırsızhakikat: asıl, esas
hakikat-i aliye: yüksek, yüce gerçeklerhakkaniyet: doğruluk, gerçekçilik
hususan: özelliklehâkimiyet: egemenlik, hükümranlık
hâtırat: hâtıralar, anılarhüccet: sarsılmaz delil
hülâsatü’l-hülâsa: özetin özetiicad etmek: yaratmak, var etmek
icmâ: fikir birliğiihbar: haber verme
ihzar etmek: hazırlamakistinad etmek: dayanmak
ittifak: birleşme, fikir birliğikeramât: kerametler
kitab-ı kebîr: büyük kitap, kâinatkudret: Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarı
kudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, mukaddeskâinat: evren, bütün yaratılmışlar
külliyat-ı umur: işlerin tamamı, bütünümesele-i kudsiyesi: kutsal mesele
mesâil-i imâniye: imanî meselelermuhit: kuşatıcı
muhtelif: çeşit çeşitmukaddes: kutsal
mu’cizat-ı bâhire: ap açık mu’cizelermu’cizât: mu’cizeler
mâni olmak: engel olmaknihayetsiz: sınırsız, sonsuz
rahmet: İlâhî şefkat, merhametrisale: mektup, küçük çaplı kitap
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesisaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk
seyyarat: gezegenlersıfât: nitelikler, özellikler
taltif: iyilik ve güzellikle muamele etmetavzif etmek: görevlendirmek
teshir: emir altında tutmavahdet: birlik
vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir nedene ihtiyacının olmamasıvüs’at: genişlik
zerrat: zerreler, atomlarzîhayat: canlı, hayat sahibi
zîruh: ruh sahibiâciz: güçsüz, zayıf
âyet-i tevhidiye-i katıa: Allah’ın birliğini gösteren kesin âyet, delilşehadet etmek: şahitlik etmek

<tbody>
</tbody>


 
Üst