Bediüzzaman ve çocuk eğitimi mutlaka bakarmısınız?

Bezminur

Well-known member
Kardeşler risale-i nurlardan bediüzzaman ve çocuk eğitimi programları hazırlamak istiyorum yardımcı olurmusunuz? Forumda bediüzzaman ve çocuk eğitimleri diye yazılar var diye hatırlıyordum hepsini bu başlığa eklerseniz çok sevinirim.ALLAH CC.razı olsun.

SELAM VE DUA İLE....
 

Bezminur

Well-known member
Verdiğiniz linkten güzel bilgilere ulaştım elh. Fakat birde beiüzzaman ve çocuk terbiyesi konuları forumda olacaktı öyle hatırlıyorum.

Bir zahmet onlarıda bu kısma eklermisiniz?
 

nurul reþha

Well-known member
http://www.risaleforum.net/islamiye...isi/54652-musluman-kadinin-cocuk-egitimi.html

http://www.risaleforum.net/islamiyet/aile-ve-yasam/41456-cocuk-egitimi-dua-ile-baslar.html

http://www.risaleforum.net/islamiyet/aile-ve-yasam/4184-hzfatimanin-cocuk-egitimi.html

Ayrıca bunlarada göz atabilirsin kardeş.Allah kolaylık versin.

Bediüzzaman: "Çocuk, Peder ve Validesini Dindar Görmelidir"
Bediüzzaman: "Çocuk, Peder ve Validesini Dindar Görmelidir"
Bediüzzaman’a göre çocuk “peder ve validesini dindar” görmelidir. Çocuk, eğitim süresince anne-babasından yeterli iman dersini alamaz, onları dindar olarak görmez ve sonuçta imandan, maneviyattan boş olarak yetişirse anne-babasına saygısını kaybeder, isyana girer, bir yere gelir onların varlığı bile onu rahatsız etmeye başlar.

Bediüzzaman Said Nursî çocuk eğitiminde sürekli “şefkat”i hatırlatır, “şefkat”i dillendirir ve “şefkat”i öne çıkarır, çocuğun şefkatle eğitilmesine ağırlık verir. Sıfır yaştan gençlik dönemine gelinceye kadar, gençlikten hayata atılmaya hazırlandığı zamanlarda şefkatle yaklaşılması üzerinde durur. Çünkü çocuğun en çok beklediği, en iyi anladığı, en iyi kavradığı şefkat dilidir, şefkatle yaklaşımdır.
Çocuk dünyaya gözünü açar açmaz, en yakınında iki kişiyi görür: annesi ve babası. Ama hayatın büyük bir kısmını sürekli annesiyle birlikte geçirdiği için annede yaşadığı tek duygu, annede gördüğü tek yaklaşım, anneden öğrendiği tek davranış biçimi şefkattir.
Günün bütün saatlerinde çocuk annenin ya kucağındadır ya yanındadır ya da göz yakınlığındadır. Öyle ki, anne kendini unutmuş, hayatını bütünüyle çocuğa göre ayarlamıştır. Öyle ki, şefkat daha önceleri annenin kalbinde dururken, çocuk söz konusu olur olmaz bütün duygularına hâkim olmuş, bütün azalarına sinmiş, bütün davranışlarına yansımıştır.
Anne bu şefkat duygusunu doğru biçimde, yerli yerinde, içine aklını katarak kullanırsa çocuğunu yetiştirmede çok büyük kolaylıklar yaşar.
Beslenmesini, gıda alımını bebeğinin/çocuğunun beslenmesine göre ayarladığı gibi, onu hayata hazırlarken de bilgisini, görgüsünü, imanını ve karakterini çok fıtri biçimde verir.

Kalp ve iman eğitimi
Özellikle çocuğun “kalp eğitimi” olarak ifade edilebilen “iman eğitimi”ni çok küçük yaşta vermeye başlamalı. Henüz dillenmeden, çevresini algılama, sorgulama ve anlama dönemlerindeyken ona vereceği “iman telkini” o kadar hayati bir önem taşıyor, o kadar ciddiyet istiyor ki, ne verecekse bu ilk yaşlarda vermesi gerekiyor.
Bediüzzaman “İnsanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi onun validesidir” (Lem’alar, 24. Lem’a) tespitini yaptıktan sonra kendini örnek vererek çok “çağdaş” diyebileceğimiz önemli bir noktaya dikkat çeker ve der ki:
“Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve manevi derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddi vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.” (Lem’alar, 24. Lem’a)
Bu tespiti seksen yaşına geldiğinde yapar. Bu yaşına kadar seksen bin âlimden ders almıştır. Fakat bütün derslerinin çekirdeği ve özü bir yaşındayken annesinin ruhuna verdiği telkinler ve manevi derslerdir. Bu ilk yaşlarda aldığı anne telkinleri sarsılmaz bir özelliğe sahiptir ve sürekli taze ve canlı olarak yaşar.
Anne kendi kalbinde yaşayan, kendi hayatına geçmiş olan iman nurunu, inanç feyzini ve ahlak ışığını çok fıtri bir şekilde çocuğa aktarır.
Çünkü annenin imanı, takvası, hayâsı, iffeti ve sevgisi eline, ayağına, gözüne, kaşına, oturmasına, kalkmasına, konuşmasına, susmasına bütün hal ve hareketlerine, davranışlarına ve duruşuna öyle yansımış, öyle sinmiş ve yerleşmiştir ki, çocuk bu manevi ihtiyacını annenin ses tınısından, ninnilerinden; sevmesi, bağrına basıp sarmalaması esnasında memesinden emer gibi içine, kalbine ve ruhuna çeker.

Dindar peder ve valide
Çocuğa iman eğitimi ilk yaşlarda başlar, ileriki yaşlarda çocuğun akıl ve zekâ gelişimine göre artarak devam ederse, bir iman disiplini içinde büyür. Fakat ilk yıllarda bu telkinlerden ve bu öğretilerden yeteri kadar hissesini alamazsa çok zorlanır.
Bediüzzaman’ın yerinde yaptığı tespite göre, “Bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imani alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslamiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir.” (Emirdağ Lahikası)
Burada Bediüzzaman’ın yaptığı kıyaslama/karşılaştırma o kadar önemli, o kadar dikkat çekicidir ki, bu bilgi anne babaları çok düşündürmeli ve işi ilk baştan çok sıkı tutmalıdırlar.
“Âdeta gayr-ı müslim birisinin İslamiyet’i kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer.” (Emirdağ Lahikası)
Hayatı gayr-ı müslim olarak tanımış ve İslam’dan habersiz olarak yaşamış bir insan, İslam’ı kabul etmede, benimsemede, Müslüman olmada ne kadar zorlanırsa; küçüklüğünde anne-babasından yeteri kadar iman dersini almayan bir çocuk da ileriki yaşlarda imana ve İslam’a o kadar uzak ve yabancı kalır ki, İslam’ı öğrenmede, kabullenmede ve yaşamada çok büyük zorluklar çeker.
Bu zorluğu aşmanın en güzel yolu, anne-babanın çocuğa canlı bir örnek olması, çocuğa anlattıklarını, anlatacaklarını kendisinin yaşaması ve hayatına geçirmesidir. Bediüzzaman’ın deyimiyle çocuk “peder ve validesini dindar” (Emirdağ Lahikası) görmelidir.
Bunun yanında bir de çocuk “dünyevi fen” olarak adlandırılan okul derslerine ağırlık verir, aklı ve zihni fen dersleriyle dolarsa iman eğitimine karşı daha çok “yabani” kalıyor, uzak düşüyor.
Çocuk, eğitim süresince anne-babasından yeterli iman dersini alamaz, onları dindar olarak görmez ve sonuçta imandan, maneviyattan boş olarak yetişirse anne-babasına saygısını kaybeder, isyana girer, bir yere gelir onların varlığı bile onu rahatsız etmeye başlar. Bediüzzaman’ın seslendirdiği gibi, “çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi bela olur.” (Emirdağ Lahikası)
Yapmış oldukları yanlışın ve hatanın karşılığını dünyada böyle acımasızca gören, yaşayan ve evladından sürekli eziyet çeken anne baba, öbür dünyada da daha farklı ve ağır bir şekilde ıstıraplar, azaplar yaşar.
Çocuğu “Ahirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur: ‘Neden imanımı terbiye-i İslamiye ile (İslam eğitimiyle) kurtarmadınız?" diye hesap sorar. (Emirdağ Lahikası)

Tek taraflı eğitim
Şefkatin yerinde kullanılmaması sonucu, çocuk eğitiminde yapılan bir başka yanlışı da Bediüzzaman şu cümlelerle işaret eder:
“O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. ‘Oğlum paşa olsun’ diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa'ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor.” (Lem’alar, 24. Lem’a)
Anne-baba çocuğun iyi bir eğitim alması, bir meslek sahibi olması, hayatını refah ve bolluk içinde geçirmesi için her türlü fedakârlığı yapar, gelirinin büyük bir kısmını çocuğunun eğitimine ayırır. Bu arada dinî/imanî ihtiyaçlarını göz önünde tutmaz, Kur’an eğitiminden mahrum edercesine Avrupa’larda okutur. Fakat tek taraflı olarak “iyi bir eğitim alan” çocuk manevi değerlerden, ahlaki yaşantıdan uzak olarak yetişir.
Anne-baba onun ebedi hayatını tehlikeye girdiğini düşünmediğinden “dünya hapsinden” kurtarırken, “Cehennem hapsine düşmesini” dikkate almadığından, sonuç olarak “saygı/itaat” gibi esaslardan mahrum kalmış bir evlatla karşı karşıya kalır, “şefaat”ten, “şikâyet”e düşer.
Oysa ilk günlerden başlayarak eğitim süresi boyunca çocuğun imanî/manevi/ahlaki eğitimini birlikte götürse ve böylece şefkati yerli yerinde kullanmış olsa, çocuğunun kazandığı sevapların bir misli kendisinin defterine geçer, sonunda da “validesinin vefatından sonra her vakit hasenatlarıyla ruhuna nurlar yetiştirdiği gibi, ahirette de, değil davacı olmak, bütün ruh u canıyla şefaatçi olup ebedi hayatta ona mübarek bir evlat olur.” (Lem’alar, 24. Lem’a)
Bediüzzaman Said Nursî’nin 1930’larda yaptığı bir tespite göre, imani eğitimden yoksun ve uzak olarak yetiştirilen çocukların ancak “onda biri, yirmide biri, belki kırkta biri” anne babasının gösterdiği şefkate karşılık verebiliyor, büyüdüklerinde hayırlı evlat olabiliyorlar. Geriye kalanlar, “o hakiki ve sadık dostlar olan peder ve validesine vicdan azabı çektirir. Ve ahirette de davacı olur: ‘Neden beni imanla terbiye ettirmediniz?’ Şefaat yerinde, şekvacı olur.”

Çocuklara ahiret inancı nasıl verilmeli?
Küçük yaşlardayken çocuğa verilmesi gereken en önemli iman dersi/eğitimi ahirete imandır. Çocuk ölümü, kabir azabını, mahşerin dehşetini, hesaba/sorguya çekilmenin ağırlığını ve cehennemi anlayamayacağı, zihnine ve aklına sığdıramadığı için, ahiretin bu menzillerini anlatmak hem doğru olmaz, hem de bir fayda sağlamaz.
Bunun için çocuğa ölümün anlamı ve ahirete iman “cennet sevgisi”yle anlatılmalıdır. Birlikte yaşadığı kardeşi veya beraber oynadığı arkadaşı yahut annesi vefat eden çocuk, ölüme bir anlam veremez, kavrayamaz, anlatılacak olsa bile nazik kalbi bunu kaldıramaz. Bu çocuk ancak cennet düşüncesiyle ve cennet müjdesiyle ölümü ve ahireti anlamaya çalışır
Cennet fikriyle der: "Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü; cennetin bir kuşu oldu, cennette gezer, bizden daha güzel yaşar. Ve validem öldü, fakat rahmet-i İlühiye’ye gitti, yine beni cennette kucağına alıp sevecek ve ben de o şefkatli anneciğimi göreceğim" (Sözler, 10. Söz) diyerek insanca yaşayabilir.
Bediüzzaman’ın çocuk eğitimi hakkındaki görüşleri takdir edersiniz ki, bu kadar değildir. Bir kitap çalışması hacminde geniş tespitler ve bilgiler mevcuttur.

Kur’an öğrenimine önem verirdi
Çocuk eğitiminde Bediüzzaman’ın hayatından örnekler görmek mümkün. Yakın talebelerinden Refet Bey’in bir kız çocuğu dünyaya gelir. Üstad’a haber verirler. Üstad da, kendi hizmet anlayışının temelini “şefkat” teşkil ettiğinden kızları “şefkat kahramanları” ve “en sevimli bir varlık” olarak nitelendirir, “daha çok tebrike layıksınız” dedikten sonra erkek çocuklarıyla kız çocuklarının eğitim farkını dile getirirken, “Bu zamanda erkek çocukların tehlikesi daha çok” der. Sonra da, “Cenab-ı Hak sizlere teselli kaynağı, ünsiyet ve evinize küçük bir melaike hükmüne getirsin” duasını yapar. Bu sırada "’Rengigül’ ismi yerine ‘Zeynep’ olsa daha münasiptir” diyerek çocuğun ismini de değiştirir.
Bediüzzaman özellikle çocukların Kur’an eğitimine büyük önem verir. O yıllardaki bir talebesi olan Refet Bey’e yazdığı bir mektupta “Herbir has talebenin mühim bir vazifesi, bir çocuğa Kur'an öğretmek”tir diye bu konuda görev verirken, şevkini arttırarak, “Sen birinci talebelerden olduğundan, inşaallah senin çocuğun da birincilerden olacaktır. Madem çocuk benim de evlad-ı mâneviyemdir; ona verdiğin ders, yarısı senin namına ise, yarısı da benim hesabıma olmalıdır” derken, eğitimde çalışkanlığı “birinci olmaya” yönlendirir, verilen bu derse kendisi de hissedar olur.

“Çocuktur, bir şey anlamaz” demiyordu
Bediüzzaman büyükler kadar çocuklarla da ilgilenir, onları “çocuktur, bir şey anlamaz, büyüyünce muhatap alınır” demiyor, gerekenleri ihmal etmeden yapıyordu.
Emirdağ’da bazen yaya olarak, bazen de faytona binerek kıra çıktığında, bir-iki yaşından on yaşına kadar çocuklar Üstad’ın peşinden koşarlar, etrafını sararlardı. Üstad hemen durur, onlarla görüşür, konuşur, onlarla yakından ilgilenirdi.
Çocuğu olmadığından onları manevi evlat olarak kabul eder, duasının içine alır, her sabah diğer talebeleriyle birlikte bu çocukları da dualarında andığını ifade ederdi. “Onlardan bir yaşındaki masumu, kırk yaşındaki lakayt bir adama tercih etmeye sebep, bunlar günahsız ve samimi bir alaka göstermesinden, elbette onları, sevk eden bir hakikat var. Ben de o cihetten onları; büyüklere temenna ettiğim gibi, onların temennalarına ciddi mukabele ediyorum” der, çocuklara büyük insan gibi davranırdı.
Bazı zamanlar da o çocuklara, "Madem siz benim evlad-ı maneviyem oldunuz. Ben de size dua ediyorum. Siz de günahınız olmadığı için, duanız benim hakkımda inşaallah makbuldür. Siz de bana dua ediniz. Çünkü ziyade hastayım" diyerek gönüllerini alırdı.

Mehmed Paksu


[h=3]ÜSTAT'DAN ÇOCUK EĞİTİMİ ÜZERİNE[/h]Bir çocukla konuşup söz anlatmak, bir filozofla konuşmaktan aşağı değildir” der Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri. (İşaratü’l-İ’caz, s. 209.) Filozofla konuşabilmek üstün bir zekâ, kıvrak düşünebilme yeteneği, iyi bir genel kültüre sahip olma becerisi gerektirir. Çocuklarla konuşurken çocukça tabirler kullanılarak onların seviyesine inilmesi gerektiğini, onların özel davranılması gereken varlıklar olduğunu risalelerinde her fırsatta tekrarlar. Çocuk psikolojisinin temelinde de çocukların seviyesine inebilmek, onlarla aynı dili konuşabilmek yatar.

Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerini incelediğimizde çocuklardan bahsederken her fırsatta onların nazik, nazenin, nazlı yavrular olarak nitelendirildiğine şahit oluruz. Risalelerde çocukları özellikle ele almış, onların şefkat beklediklerini, dünyanın ürkütücü hâllerinde nazik ruhlarına iman çekirdeği yerleştirmekle, huzur bulup yeteneklerini geliştireceklerinden bahsetmiştir. Eğer insan sadece fizikî görünüşünden oluşsaydı ona bilgi, görgü ve hayatın çeşitli eğlenceleri yetecekti. İnsan olmanın gereği olarak bu masum çocuklar ilerde hayatın türlü zorluklarına katlanacaklar, küçük kalplerinde çok uzun arzuları olacak ve küçük kafalarında büyük amaçlar taşıyacaklar. Bu durumda dayanma noktalarının ve yardım isteyecekleri bir yerin olması gerekir. Bunu çocuğuna veremeyen bir anne-baba onu manevî olarak öldürmüş gibidir. Bu manalar, günümüzde çocuğunu en güzel şeylerle yedirip, içirip giydirip bununla çocuğunu tatminsizliğe itmiş ailelere güzel bir mirastır. Risalelerde çocuk kıymetini bulmuş özel bir yere konmuş, ihtiyaçlarından bahsedilmiş, sevgi ve şefkat konusuna lâyık olduğu değer verilmiştir.

Eserlerinde, insanların çocukla ilgili olarak akıllara gelebilecek önemli bazı soruların cevapları da verilmiştir. Çocukların başına gelebilecek bazı hastalıkların onlar için zulüm olmadığı aksine dünyanın
zorluklarına karşı antrenman yerine geçeceğini, anne-babasının sevap kazanacağını söyleyerek onları rahatlatmıştır. Çocuğun günahsız olması sebebiyle ilerde işleyebileceği büyük günahlara kefaret olacağı, manevî ilerlemesine de yararları bulunacağı belirtilmiş, annesinin o anki şefkat ve üzüntülerinin annenin lehine işleyeceğine yer verilmiştir (Hastalar Risalesi). Mantıken düşünecek olursak şöyle bir çevremize baktığımızda olgun ruhların birçok üzüntülerden geçerek bu hâle ulaştığını görürüz. Zorluk görmeden büyüyen çocuklar yetişkinliğe eriştiklerinde çocuksu tabiatları vardır, en ufak bir olay yıkılmalarına sebep olur. İnsana düşen başına gelenlere şikâyet etmek değildir, çözüm yolları aramak, gerektiği anda sabır göstermektir. Bu tür durumlarda manevî dayanak olmasa insan zorluklara dayanmakta çok güçsüz kalabilir.

Psikolog olarak bazen çocuklarımıza ölümü nasıl anlatmalıyız tarzında sorulara muhatap oluyoruz. Ailelerin yanlış yaklaşımları çocukların ruhlarında derin yaralar açabiliyor. Sürekli ölen arkadaşından, büyüklerinden bahseden, bu üzüntüsünü dile getiren çocuklar oluyor. Oysa ki, bu konuda risalelerin bakış açısı çocuğun ruhunu incitmeyen bir anlatıma sahip. Çocukların nazik akılları ve dayanıksız ruhlarında yara açmamak için ahiret inancını yerleştirmemiz gerekir. Yoksa sürekli oyunla, haylazlıkla kendini meşgul edecek, üzüntülerini bastırıp bilinçaltına itecek, bilince çıktığında ise sıkıntı ve huzursuzluk çekecektir. Ahirete iman, endişe ve huzursuzluk yerine sevinç ve ferahlık verir. Ölen arkadaşının Cennette ondan daha rahat olduğunu düşünür rahatlar, ölen annesinin cennette onu kucağına alacağını, ona kavuşacağını düşünerek mutlu olur. (9. Şua) Küçücük bir çocuğun, ölümün yükünü minik ruhunda taşımasını beklemek insafsızlık olur ve onu derinden yaralar. Böyle çocuklar ileride hayata ve insanlara nefret besleyebilirler. Bediüzzaman bu konuya gereken önemi vermekle kalmamış aylarca karnında bebeğini taşıyıp onu büluğa ermeden kaybeden annelere teselli olarak risalelerinde özel bir bölüm ayırmıştır. Olaylara sadece maddî boyutundan bakmak sığ bir bakış açısıdır ve risalelerde bu dar alandan çıkıp soyut düşünebilme becerisi vardır. (Çocuk Taziyenamesi, Hanımlar Rehberi)

Said Nursî Hazretleri, cinsiyet ayrımı konusunda gelenekçi değil, mantıkçı ve sağduyuludur. Peygamberimizin "Oğlan çocuğunu seviniz" ifadesinin bir hikmetini “Kızlar kendi kendini sevdirirler, onlar doğuştan sevimlidirler" diye açıklamıştır. Bediüzzaman, kız çocuğunun şefkat ve cemalin mazharı olduğundan erkek çocuğundan daha fazla sevileceğini, bu zamanda anne-baba hakkında kız çocuğunun daha hayırlı olduğunu çünkü dinî tehlikelere daha az maruz kaldığını belirtmiştir. (Kastamonu Lâhikası)

O, çocuklara karşı çok merhametli idi; sokakta gördüğü çocukları sever, okşar, güzel sözler söylerdi. Hizmet etmek için evlenememişti, kendini topluma adamış olduğundan çocuk sahibi olmaktan mahrum kalmıştı. Fakat bu masumlardan binlercesinin ileride Risale-i Nur’un iman gerçeklerinden haberdar olacağı onu bir nebze rahatlatıyordu. Onları manevî evlâdı kabul ederek kendine dayanma noktası yapmıştı. Emirdağ’da olsun kaldığı başka yerlerde olsun çocuklar arkasından “Bediüzzaman Dede!” diye çağırır yakınlık gösterirlerdi. Üstat Bediüzzaman çocukları pek sever, böyle etrafında toplandıklarında, "Masum olduğunuz için dualarınız makbuldür, bana dua ediniz" diye onlara iltifat ederdi.
Bir beldede çocukları kendisine karşı kışkırtmışlar ve onu çocuklara taşlatmışlardı. O çocuklara asla kızmamış, öfkelenmemiş hatta "Bunlar, Sure-i Yâsin’den mühim bir ayetin nüktesini keşfime sebep oldular" diye onlara dua ederlerdi. (Tarihçe-i Hayat, 4. kısım s. 287.) Sonra bu çocuklar onun duaları bereketiyle öyle bir hâle döndüler ki, onu uzak-yakın nerede görürlerse, koşarak yanına gelirler, mübarek elini öperler, duasını alırlardı. “Onlara evlâtlarım, siz masumsunuz, daha günahınız yoktur. Ben çok hastayım, bana dua ediniz, sizin duanız makbuldür” derdi. Günümüzde anne babalara bakıyorum çoğu, çocuklarıyla aynı yaştaymışçasına onların hareketine daha büyük şiddette karşılık veriyorlar. Çocuklara yaklaşım tarzını irdelemek açısından bu olay çok anlamlı geldi bana doğrusu…
“Kuvvetsizlikte, dokuz yaşındaki çocuk, doksan yaşındaki ihtiyara benzer. Fakat o kabre müteveccihen iner, eğilir, girer; şu ise, doğrulur, şebabe (gençlik) yükselir” der. (Beyanat ve Tenvirler, s. 75.) Risalelerde Üstat Hazretleri çocuklara geleceğin tomurcukları hükmünde bakmayı bilmiştir ve değer vermiştir. Ona göre bir evde yüz cani bir masum olsa o masuma kıyılmaz. (22 Mektup) Düşmanlığa da son derece karşıdır. Anne ve babasına, ceddine düşmanlık yüzünden çocuğuna karşı taraflı davranmayı şiddetle kınar. Bu konular basit gibi görünse de doğunun bağrından çıkagelmiş bir kişi olarak kendi kültürümüzü hesaba alıp düşünürsek Bediüzzaman’ın bakış açısını daha gerçekçi bir şekilde değerlendirmiş oluruz sanırım.

Bediüzzaman Hazretlerinin çocuklara yaklaşım tarzını görenler, onun öncelikle hâliyle çok güzel bir örnek teşkil ettiğini, çocukların sorularını lâtife ile cevapladığından bahsederler. Ayrıca onlara hediyeler verdiğinden, iltifat ve ikramda bulunduğundan, her zaman üzerine basarak risalelerinde anlattığı gibi onların seviyelerine uygun anlatımlar yaptığını söylerler.
Çocuklara dinî terbiye yerine sadece medenî terbiye verilirse, anne babanın göstermiş olduğu şefkat ve merhametine karşılık hak ettikleri sevgi ve hürmeti görememe ihtimali daha yüksektir. Küçüklüğünde iman dersi almayan bir çocuk, daha sonra pek zor bir şekilde iman ve İslâmın esaslarını ruhuna sindirebilir. Bu, bir gayr-i Müslimin İslâmiyeti kabul etmesi kadar zor olur. (Hanımlar Rehberi) Risale-i Nur'da çocuk, yaratıcının, anne ve babalara emanet verdiği sevimli ve nazlı bir varlık olarak tanımlanmıştır. Tertemiz kalbiyle, verilecek her şeyi almaya yeteneği vardır.

Risale Haberde Yer Verilen Bir Röportaj

75671.jpg

Bediüzzaman: Din eğitimi küçük yaşta verilmeli


Eğitimci İlahiyatçı Dr. Yasin Yılmaz, çocuğun dini eğitimi hakkında RisaleHaber’in sorularını cevaplandırdı.

Röportaj: Dursun Sivri - RisaleHaber
Giriş
Dr. Yasin Yılmaz, ilahiyat alanında ihtisas yapmış bir eğitimci. Özellikle çocuğun dini eğitimi üzerinde yoğunlaşan bir eğitimci. Çocuk eğitiminde okuldan önce ailelerin sorumluluğunun önemi üzerinde duruyor. Türkiye’de 28 Şubat sürecinde darbeci zihniyetin ilkokul beşinci sınıfından sonra ancak Kur’an kursuna gitmeyi yasa içine alması bilinçli din karşıtlığının sistematik yansıması olduğu anlaşılıyor. İlkokul beşinci sınıftan sonra temel dini bilgileri vermenin zorlukları olduğundan çocukların mânevi hayatını kaybetme tehlikesi baş gösteriyor.
İşte hem dini hem psikolojik temellere dayalı çocuk terbiyesinin nasıl olması gerektiğine dair önemli tespitler bulacaksınız bu sohbetimizde...

Hocam sizin “Çocuğa İman Öğretimi ve İbadet Eğitimi” konulu bir çalışmanız ve sunumuz var. Bu sunumda amaç nedir?
Bu bir projenin parçasıdır. Okulla velilere arasında ilgi ve iletişimi geliştirmek amacıyla birçok konuda velilere yönelik sunumlar hazırlanması bir proje çalışması olarak yapıldı. Özellikle dokuzuncu sınıf öğrencilerinin anne babalarına yönelik bir program hazırlandı ve sunum yapıldı. Din eğitiminin amacı ve temeli iman ve ibadet olmasından dolayı ben de konuyu seçtim. “Çocuğun İman ve İbadet Eğitimi” konulu Power Point formatında hazırladığım sunumu yaptık. Çok olumlu tepkiler aldık.
yasin_yilmaz_haberici1.jpg

Hedef kitle veliler miydi?
Hedef kitle anne-babalar. Çünkü çocuğa ilk olarak iman ve ibadet eğitimini verenler onlar, anne-babalar. Öncelikle anne babaların kendilerini yetiştirmelerini ve çocuklara zaman ayırmalarını ısrarla istedik.
Çocuklarımız yalnız büyüyorlar. Çocuklar 2 veya 3 yaşından sonra anne-babadan ayrı yaşamaya başlıyor. Elhamdülillah ailelerin ekonomik durumu iyileşti. Çocuklarımıza tam donanımlı “çocuk odası” dayalı döşeli hazırlayıp tahsis ediyoruz. İstemediği kadar da oyuncak alıyoruz. Çocuğu odasına hapsediyoruz. Yalnızlık başlıyor.
Anne televizyonun karşısına geçiyor, dizi izliyor. Haftanın her günü ve geniş bir zaman diliminde diziler var. Televizyon ekranına kilitleniyor. Bu arada çocuk oyuncakları ile bir şeyler yapıyor annesi ile paylaşmak istiyor. Bir şey sormak istiyor. Anne, “oğlum… kızım… odan var oyuncakların var gitsene” diyor. Halbuki anne babanın düşünemediği bir husus var;
“Her oyun bir seyirci ister!” Çocuk da oyuncakları ile yapmış işleri gösterip “aferin yavrum diye iltifat ister.
Risale-i Nur’da bir çok yerde geçen şu ifade; “Her sanat sahibi sanatını görmek ve göstermek istemesi” mucibince, çocuklar da eserlerini göstermek isterler.
Biz ne yapıyoruz?
“Çocuğum odana geç oyuncakların var. Biri olmadı diğerleri var” diyoruz. Başımızdan sağıp uzaklaştırıyoruz. Çocuk ne yapıyor? Sessiz, üzgün ve süzgün yalnızlığa, odasına geçiyor.
ÇOCUĞUN YAŞI İLERLEDİKÇE DİN EĞİTİMİ, GAYR-İ MÜSLİMİ MÜSLÜMAN YAPMAK KADAR ZORDUR
Buradan anlaşılıyor ki, çocukların eğitimi okul döneminden daha önce başlıyor. Oyuncaklarla oyun okul öncesi daha yoğun olduğu bir dönem. İman ve İbadet eğitimi de okul öncesinden başlatılması gereği anlaşılıyor?
Din eğitiminin küçük yaşlarda verilmesi gerekiyor.
Bu konuda Bediüzzaman Hazretleri din eğitimini küçük yaşlarda verilmesinin gereği üzerinde ısrarla duruyor. Çünkü ileri yaşlarda din eğitimi vermek gayr-i müslüm birisini İslâm’a girdirmek kadar zor olur diyor.
Çocuk büyürken beyninde, zihninde boşlukların doğru şeylerle doldurulması gerekir.
Örnek olarak bizim kültürümüzde, tarihimizde örnek insanların, fazilet örneklerinin yaşama biçimlerini aktarmazsak bir futbol yıldızını, bir müzik starını idol olarak seçer.
Öte yandan çocuk da odasına geçince veya yalnız kaldığında televizyon başına kilitlenebiliyor. Televizyon dizilerindeki dünya, olaylar ve insanlarla kendisi arasında aileden, anne-babadan çok farklı dünyalar kuruyor.
Bilgisayar başına geçiyor, sosyal paylaşım sitelerinde chat’leşiyor, yine ayrı dünyaların insanı. En iyisinden cep telefonuna sahip kulaklıkları takıyor yine dış dünyaya kapalı yaşıyor.
yasin_yilmaz_haberici2.jpg

Bu yaşadığımız içinde bulunduğumuz dünyanın gerçeği, fiili bir durum var. Bu durumda bahsettiğimiz teknolojilerin zararlarını nasıl önleyeceğiz, iman ve ibadet eğitimini nasıl vereceğiz?

Burada şunu söylemek istiyorum. Çocukları oyunlardan tecrit edemeyiz, soyutlayamayız. Çocukların duygularını anlamalıyız. Her insanın duygularına hitap eden uyarıcılar davetsiz misafir gibidir. Ancak biz duyguları hakka hakikate kanalize edebiliriz.

Bu kanalize etmede yöntem nasıl olmalıdır?

Çocuk eğitimi bir binanın inşasında tuğlaları üst üste koymak gibi bir iştir. Tuğlaları üst üste koyarken arada boşluklar bırakılmamalı. Onun için anne – babalar bu kopnuda kendilerini yetiştirmesi lazım.

Neyi, ne zaman, nasıl yapılacağını çok iyi bilmesi lazımdır. Biz “Çocuğun İman Öğretimi ve İbadet Eğitimi” sunumuzda İmanın şartlarının nasıl öğretileceğini, İslâm’ın şartlarının nasıl öğretileceğini ayrı ayrı açıklamaya çalıştık. İmanın şartları genelde teorik bilgi, İslâm’ın şartları ise pratik bilgiye dayandırılır.

Pozitif ödüllendirme yöntemini uygulamak lazım. Çocuk öğretilen iyi bir şeyi yaptığında Onu ödüllendirip taltif etmek gerekir.

Araştırmalarımda Avrupa ülkelerinde çocukları kiliseye alıştırmak için ilginç bir yöntem uygulandığını öğrendik. Hafta içinde baba çocuğun en sevdiği oyuncağı alıp kilisede papaza veriyor. Pazar gün aile kiliseye gidince papaz çocuğa, “evladım sen bu oyuncağı çok seviyormuşsun. Al sana bu çok sevdiğin oyuncak” diyerek çocuğun kiliseye ısınması, bağlanması sağlanıyor.

Diğer bir husus anne babaların çocuklarını bazı kavramlarla korkutmamalıdırlar.
Allah’ı azapçı (haşa), Kur’an’ı yasakçı, Ahireti de ceza yeri olarak göstermeyelim.
Neden?

Allah’ın azabından değil rahmetinden bahsedelim. Nimetlerden bahsedelim. Kur’an’daki güzel ibretlik kıssalardan bahsedelim. Ahirette ceza değil cennetinden bahsedelim. Cennetteki güzel manzaralardan bahsedelim.

Çocuklara küçükken; “onu yapma Allah yakar, bunu yapma Allah yakar” demek çok yanlış. Bununla ilgili ilginç bir hatırayı anlatmak istiyorum,

Bir arkadaşımın afacan bir çocuğu var. Kendisi de ilâhiyatçı. Çocuğuna, “Öyle yapma Allah yakar, böyle yapma Allah yakar” diyerek davranışlarını kontrol etmeye çalışıyor. Bir yaz günü kahvaltıda çocuk diyor ki;”Babacığım dedemlerin köyünde Allah var mı?” diyor. Babası, “tabi oğlum Allah her yerde var” diyor.
Niçin sordun dediğinde “Eğer dedemlerin köyünde Allah yoksa oraya gidecektim de” diyor.

Bu dehşet bir durum. Allah’ın varlığı çocuk için korkutucu bir iklim olarak algılanmasına sebep olmuşlar. Çocuk rahat nefes alacağı yer arar hale gelmiş.

Yine başka bir arkadaşımın anlattığı bir örnek;
Bir kandil gecesi arkadaşım çocuğuna peygamberimizin hayatından, hoş görüsünden, çocukları çok sevmesinden falan bahsediyor. Çocuk baba bir şey söyleyim mi? “Ben Peygamberi Allah’tan çok seviyorum” diyor. “Niye kızım?” diyor. “Annem dedi ki, Allah’ın cehennemi varmış Peygamberin yokmuş dedi” diyor. Ne dehşet bir durum.

Onun için kavramların tanımlamasını doğru yapmamız lazım. Kesinlikle negatif, olumsuz konuşmayacağız.

yasin_yilmaz_haberici3.jpg


BABA AL SANA 20 LİRA BİR SAATİNİ BANA AYIR

Hocam çocuğa temel dini bilgileri vermek için okumak öğrenmek için bir gayret lazım. Anne babalar maalesef dünyevi meşgale bahanesi ile okumadıkları da bir gerçek. Şimdi okuma alışkanlığı olmayan bu anne babalara temel, ana noktaları vermek için nasıl bir yöntem önerirsiniz?

Şuurlu, kültürlü bir anne olmak için üniversite bitirmeye gerek yok. Bugün iletişim imkânları, bilgiye erişim imkânları çok gelişmiş. İstenildiğinde arandığında lazım olan bilgiye kolay erişebilmek mümkündür. Aslında, çocuğa din eğitimi vermek, çocuğa şuur kazandırmak için sade bir hayat da çocuğu mutlu edebilir.

Bir aile düşünelim. Babanın merhametiyle, anne şefkatiyle, televizyon hayata hâkim olmayan, aile fertleri bir arada sohbet edebilen, paylaşabilen bir aile ortamını tesis etmek zor değil. Otoriter baba figürü her ne kadar geleneksel bir tutum gibi biliniyorsa da doğru değil. Aile sohbetlerinde dini kitapların okunması, temel âhlâki değerlerin kazandırılması pek âlâ mümkündür. Öncelikle çocuklara zaman ayırmak çok önemli.
Bu zaman ayırmakla ilgili bir olayı bir kitapta okumuştum.

Babanın biri eve her akşam yorgun ve gergin gelir. Küçük oğlu da babası ile birlikte olup konuşmayı çok arzu eder. Bir akşam yine o çok meşgul baba eve gelince küçük oğlu babasına bir soru sorar;

“Babacığım sen bir saatte kaç lira kazanıyorsun?” diye soruyor. Baba; “ne yapacaksın kaç lira kazandığımı?” diye sert bir mukabele ediyor. Yine de cevap vermek için geçiştirir gibi “20 lira” diyor. “O zaman 10 lira verir misin?” Diyor. Önce sert cevap veriyor ama sonra çocuğu odasında üzüldüğünü görünce hal hatır soruyor. Al şu 10 lirayı diyerek gönlünü almak istiyor. Çocuk da harçlığında biriktirdiği 10 liranın üzerine son aldığı 10 lirayı babasına uzatarak; “ Baba bana bir saat zaman ayırır mısın?” diyor.

Evet bu sahne çok ibret verici, acıklı bir durum. Bütün babaların ders çıkarması gereken bir tablo. Evet zaman ayırmak çok önemli. Sonra örnek olmak geliyor. Yapmadıklarımızı istemeyeceğiz. Yaptıklarımızı da sınırlı bir şekilde isteyeceğiz. Eğer zaman ayırır yeterli ilgiyi gösterirsek vereceğimiz dini telkinleri de almaları daha kolay olur.

Çocukların eğitiminde aileler arası münasebetler, misafirlikler, sohbetlerin de katkısı olamaz mı? Bu konudaki eksikliklerimizin etkisi yok mu?

Kiminle dostluk ve münasebet kurduğunuza bağlı. Olumlu da etkilenebilir, olumsuz da… Fakat bu TV dizileri aile sohbetlerini engelliyor. Hayat planı ve programı dizilere göre ayarlanırsa durum vahim. Misafirliğe geleceklere diziler yüzünden gerçek olmayan bahanelerle kabul edilmemesi gibi durumlar söz konusu olabiliyor. Bu arada çocuğa yalan söylemek de öğretilmiş oluyor.

Başbakanın çocuklara sokakta oynayın tavsiyesi oldu. Çocuğun sosyalleşmesi için sokakta oynama tavsiyesine ne diyorsunuz?

Evet, bu konu bizim kültürümüzün derinliklerine dayanıyor. Çocuk sokaktan olumlu da etkilenebilir olumsuz da. Sosyalleşmesi bakımından önemli. Ama çocuk ölçüyü tutturamayabilir. Anneler bu ölçüyü ayarlamada takipçi olmalıdır. Sokaktan kaptığı yanlışlıkları da yine aile düzeltmeli telafi etmeli.

[url]www.RisaleHaber.com[/URL]





 
Üst