Risale-i Nur Soru Cevap 9 : Birinci Lem'a

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Bu haftaki ve sonraki derslerimiz Lem'alar risalesinden sırayla gidilecektir. Sorular risalenin içeriğinden oluştuğundan en avamdan en havasa her bir kardeşimiz kendi kabiliyeti ve fehmi nisbetince istifadelerini, istifademizin artması için paylaşabilirler..


[BILGI]


besmele.jpg



فَنَادٰى فِى الظُّلُمَاتِ اَنْ لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
blank.gif
1
اِذْ نَادٰى رَبَّهُ اَنِّى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
blank.gif
2
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللهُ لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ
تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ
blank.gif
3
حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
blank.gif
4
لاَحَوْلَ وَلاَقُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ الْعَلِىِّ الْعَظِيمِ
blank.gif
5
يَا بَاقِۤى أَنْتَ الْبَاقِى يَا بَاقِۤى أَنْتَ الْبَاقِى
blank.gif
6
لِلَّذِينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَاۤءٌ
blank.gif
7


Otuz Birinci Mektubun birinci kısmı, her zaman, hususan mağrib ve işâ ortasında otuz üçer defa okunması çok faziletli bulunan mezkûr kelimât-ı mübarekenin herbirinin çok envârından birer nurunu gösterecek altı Lem’adır.


Birinci Lem’a

HAZRET-İ YUNUS ibni Mettâ Alâ Nebiyyinâ ve Aleyhissalâtü Vesselâmın münâcâtı, en azîm bir münâcattır ve en mühim bir vesile-i icabe-i duadır.
blank.gif
8

Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın kıssa-i meşhuresinin hülâsası:

Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş.
blank.gif
9
Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette,

blank.gif
10
لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّۤ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ münâcâtı, ona sür’aten vasıta-i necat olmuştur.
Şu münâcâtın sırr-ı azîmi şudur ki:

O vaziyette esbab bilkülliye sukut etti. Çünkü o halde ona necat verecek öyle bir Zat lâzım ki, hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem cevv-i semâya geçebilsin. Çünkü onun aleyhinde gece, deniz ve hût ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine musahhar eden bir Zat onu sahil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsaydılar, yine beş para faydaları olmazdı.
blank.gif
11
Demek esbabın tesiri yok. Müsebbibü’l-Esbabdan başka bir melce olamadığını aynelyakin gördüğünden, sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf ettiği için, şu münâcat birden bire geceyi, denizi ve hûtu musahhar etmiştir. O nur-u tevhid ile hûtun karnını bir tahtelbahir gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağvâri emvac dehşeti içinde, denizi, o nur-u tevhid ile emniyetli bir sahrâ, bir meydan-ı cevelân ve tenezzühgâhı olarak o nur ile semâ yüzünü bulutlardan süpürüp, kameri bir lâmba gibi başı üstünde bulundurdu. Her taraftan onu tehdit ve tazyik eden o mahlûkat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Tâ sahil-i selâmete çıktı, şecere-i yaktîn
blank.gif
12
altında o lûtf-u Rabbânîyi müşahede etti.

İşte, Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz istikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle, onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde binler cenaze bulunuyor; onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim hevâ-yı nefsimiz, hûtumuzdur; hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor.
blank.gif
13
Bu hut, onun hûtundan bin derece daha muzırdır. Çünkü onun hûtu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hûtumuz ise, yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.

Madem hakikî vaziyetimiz budur. Biz de, Hazret-i Yunus Aleyhisselâma iktidaen, umum esbabdan yüzümüzü çevirip, doğrudan doğruya, Müsebbibü’l-Esbab olan Rabbimize iltica edip
blank.gif
14
لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeliyiz ve aynelyakin anlamalıyız ki, gaflet ve dalâletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve hevâ-yı nefsin zararlarını def edecek yalnız o Zat olabilir ki, istikbal taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmünde, nefsimiz taht-ı idaresindedir. Acaba Hâlık-ı Semâvat ve Arzdan başka hangi sebep var ki, en ince ve en gizli hâtırât-ı kalbimizi bilecek? Ve bizim için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüz bin boğucu emvâcından kurtaracak-hâşâ-Zât-ı Vâcibü’l-Vücuddan başka hiçbir şey, hiçbir cihette, Onun izin ve iradesi olmadan imdad edemez ve halâskâr olamaz.
blank.gif
15


Madem hakikat-i hal böyledir. Nasıl ki Hazret-i Yunus Aleyhisselâma o münâcâtın neticesinde hûtu ona bir merkûb, bir tahtelbahir ve denizi bir güzel sahrâ ve gece mehtaplı bir lâtif suret aldı. Biz dahi o münâcâtın sırrıyla
لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeliyiz.
blank.gif
16
لاَۤ اِلٰهَ الاَّ اَنْتَ cümlesiyle istikbalimize,
blank.gif
17
سُبْحَانَكَ kelimesiyle dünyamıza,
blank.gif
18
اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ fıkrasıyla nefsimize nazar-ı merhametini celb etmeliyiz.
blank.gif
19


Tâ ki, nur-u iman ile ve Kur’ân’ın mehtabıyla istikbalimiz tenevvür etsin ve o gecemizin dehşet ve vahşeti, ünsiyet ve tenezzühe inkılâp etsin. Ve mütemadiyen mevt ve hayatın değişmesiyle seneler ve karnlar emvâcı üstünde hadsiz cenazeler binip ademe atılan dünyamız ve zeminimizde, Kur’ân-ı Hakîmin tezgâhında yapılan bir sefine-i mâneviye hükmüne geçen hakikat-i İslâmiyet içine girip, selâmetle o denizin üstünde gezip, tâ sahil-i selâmete çıkarak hayatımızın vazifesi bitsin. O denizin fırtınaları ve zelzeleleri, sinema perdeleri gibi tenezzühün manzaralarını tazelendirmekle, vahşet ve dehşet yerine, nazar-ı ibret ve tefekkürü keyiflendirerek okşayıp ışıklandırsın. Hem o sırr-ı Kur’ân’la, o terbiye-i Furkaniye ile, nefsimiz bize binmeyecek, merkûbumuz olup, bizi ona bindirip, hayat-ı ebediyemizin kazanmasına kuvvetli bir vasıtamız olsun.

Elhasıl: Madem insan, mahiyetinin câmiiyeti itibarıyla, sıtmadan müteellim olduğu gibi, arzın zelzele ve ihtizâzâtından ve kâinatın kıyamet hengâmında zelzele-i kübrâsından müteellim oluyor. Ve nasıl ki hurdebinî bir mikroptan korkar, ecrâm-ı ulviyeden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar. Hem nasıl ki hanesini sever, koca dünyayı da öyle sever. Hem nasıl ki küçük bahçesini sever; öyle de, hadsiz ebedî Cenneti dahi müştakane sever. Elbette, böyle bir insanın Mâbudu, Rabbi, melcei, halâskârı, maksudu öyle bir Zat olabilir ki, umum kâinat Onun kabza-i tasarrufunda, zerrat ve seyyârat dahi taht-ı emrindedir.
blank.gif
20
Elbette öyle bir insan daima Yunusvâri (a.s.)
blank.gif
21
لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeye muhtaçtır.سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
22


endOfSection.gif
endOfSection.gif


Dipnot-1
“Karanlıklar içinde niyaz etti: ‘Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.’” Enbiyâ Sûresi, 21:87.
Dipnot-2
“Rabbine şöyle niyaz etmişti: ‘Bana gerçekten zarar dokundu. Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.’” Enbiyâ Sûresi, 21:83.
Dipnot-3
“Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi Odur.” Tevbe Sûresi, 9:129.
Dipnot-4
“Allah bana yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.
Dipnot-5
“Havl ve kuvvet, ancak herşeyden yüce ve nihayetsiz azamet sahibi olan Allah’a aittir.” Ayrıca bk. Buhârî, Meğâzî: 38; Müslim, Zikr: 44-46.
Dipnot-6
Bâkî kalan ancak sensin, ey Bâkî. Bâkî kalan ancak sensin, ey Bâkî.
Dipnot-7
“[Kur’ân] iman edenler için bir hidayet rehberi ve bir şifadır.” Fussilet Sûresi, 41:44.
Dipnot-8
Tirmizî, Deavât: 81; Müsned, 1:170.
Dipnot-9 bk. et-Taberî, Câmiu’l-Beyân: 17:79-81.
Dipnot-10 “Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.” Enbiyâ Sûresi, 21:87.
Dipnot-11 bk. En’âm Sûresi, 6:17; Yûnus Sûresi, 10:107; Fâtır Sûresi, 35:2.
Dipnot-12 bk. Saffât Sûresi, 37:146.
Dipnot-13 bk. Yusuf Sûresi, 12:53.
Dipnot-14 “Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.” Enbiyâ Sûresi, 21:87.
Dipnot-15 bk. Kehf Sûresi, 18:23-24; İnsan Sûresi, 76:30; Tekvîr Sûresi, 81:29; Hac Sûresi, 22:65.
Dipnot-16 Senden başka ilâh yoktur.
Dipnot-17 Sen her noksandan münezzehsin.
Dipnot-18 Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.
Dipnot-19 bk. Buhârî, Ezan: 149, Tevhid, 9; Müslim, Zikr: 47-48, Hudûd: 23.
Dipnot-20 bk. Âl-i İmrân Sûresi, 3:180; Zümer Sûresi, 39:63; Şûrâ Sûresi, 42:12; Hadîd Sûresi, 57:10.
Dipnot-21 “Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.” Enbiyâ Sûresi, 21:87.
Dipnot-22
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.
[/BILGI]

[DIKKAT]

Soru 1 : HAZRET-İ YUNUS ibni Mettâ Alâ Nebiyyinâ ve Aleyhissalâtü Vesselâm sözünde ibni Metta kimdir? Ustad Bediüzzaman neden peygamber efendimiz a.s.v'ı hatırlatan "Aleyhissalâtü Vesselâm" sözünü kullanmıştır?

Soru 2 : Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın hikayesi nedir?

Soru 3 : "Esbab bilkülliye sukut etti" ne demek?

Soru 4 : "sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf ettiği için" sözünden ne anlamalıyız?

Soru 5 : "Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz" bu sözde geçen Hazret-i Yunus (a.s.)'ın birinci vaziyeti nedir ve bizim yüz derece müthiş vaziyetimiz nasıl oluyor?

Soru 6 : Gecemiz istikbaldir. İstikbalimiz nazar-ı gafletle onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir.. Cümlesini açıklar mısınız?

Soru 7 : "Bizim hevâ-yı nefsimiz, hûtumuzdur; hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor." Nefis nasıl olurda ahiretimizin mahvına çalışır?

Soru 8 : "gaflet ve dalâletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal" gaflet ve dalaletimize örnek verir misiniz?
Soru 9 : Hakikat-ı İslamiyet kavramını izah eder misiniz?Soru 10: "Ve bizim için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak" bu sözü nasıl anlamalıyız açıklar mısınız?

Soru 11: Ustad Bediüzzaman bu Lem'a da o münacatın sırrıyla ifadesini tekraren kullanıyor. O münacatın sırrıyla derken ne demek istiyor?

Soru 12: O münacat nedir ve bize bakan yönleri nelerdir?

Soru 13: Bu Lem'a daki "nur-u iman" ın neticeleri nelerdir?

Soru 14: İnsan nelerden mütellim olur ve nelerden korkar ve neyi sever? İnsan bu hissiyatlarını nasıl tatmin eder?
[/DIKKAT]
 

teblið

Vefasýz
Cevap: Risale Soru Cevap 10 : Birinci Lem'a

Allah (c.c) razı olsun ,sorular o kadar anlamlı ve güzel ki hangi soruyu seçeceğimi şaşırdım..Her bir soru farklı bir çağrışım yapıyor insanın aklında;

..Ahir zamanın zor şartlarında yaşayan biz ümmetin karşılaştığı zorluklar beni şu soruya cevap vermekte zorunlu kıldı adeta!!

Soru 6 : Gecemiz istikbaldir. İstikbalimiz nazar-ı gafletle onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir.. Cümlesini açıklar mısınız?

Evet Hz yunus (as) kıssasını bilmeyen müslüman yoktur heralde;Özetle sıkı bir imtihana tabii olan bir peygamber hz Yunus..Yaşadığı kavmin acımasızlıklar o güzide Peygamberinde türlü türlü sıkıntı ve meşekkatlere itmişti..;

Ve hemen kendi zamanımıza dönmek istersek ;AHİR ZAMAN......

adını anmak bile yaşadığımız asrın ne kadar zor olduğunu bize anlatıyor..Nitekim Efendimiz (sav) bile veda hutbesinde bu zamanın müslümanlrından bahsederken kardeşlerim !!diye hitab etmesi bir çok manidarlığı içinde barındırıyor..

Gaflet ve delaletin doruk yaptığı şu zor zamanda İmanını korumak kor ateşi elde tutmak misali...gaflet ve dalaletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve heva-yı nefsin zararlarını def'edecek ollan tek ve yegane husus halis bir İMAN olsa gerek..

Ahir zamanın evvelde ki kavimlere göre yüz kat daha şiddetli oluşu çok aşikardır;Hep dikkatimi çekmiştir kavimler hayatını okuduğumda;Bütün peygamberlerin kavimleri çeşitli günah isyanlarla helak oldular;kimisi Livatayla ,kimisi adaletsiz yaşantıları,kimisi terazide haksız tartılarla ,kimisi fuhuş ve ahlaksızlıklarla vs vs..;

Hemen ahir zamana geri dönelim bir bakalım;Mevcut bütün kirli akım ve düşüncelerin hepsi ama hepsi bu zamanda tam nazır önümüzde;Elbetteki yüz kat daha şiddetli ,(Allah muhafaza etsin cem-i cümlemizi)

Son bir hadis aklıma geldi ahir zamanın zorluğuyla ilgili ;

Öyle bir zaman gelecek ki insanlar Akşam müslüman olarak uyuyacak sabaha imanını yitirmiş olarak kalkacaklar ..(Rabbim esirgesin )inşl o zamana gelmemişizdir...
 

teblið

Vefasýz
Cevap: Risale Soru Cevap 10 : Birinci Lem'a

:)bende soruları cevaplamak ıstedım fakat talha abı korktum cevaplamaktan teblıg hocamında dedıgı gıbı hepsı farklı farklı cagrısımlar yaptı ve korktum yanlıs cevaplarım dıye dehsete kapıldım....:S:(

Korkulacak bişey yok biçare kardeşim..Unutmayınız ki her müslüman farklı bir pencere açar gönül ufkumuza..Farklı bir deryadır her insan..Sonuçta biz burda bir yarışma yapmıyoruz,veya bu ilmin ulemalarıda değiliz ..

Yorumlarınızı yazmaktan çekinmeyiniz lütfen..Yazınızki bizlerde farklı yorum ve nasihatlerden nasiplenelim öyle değil mi kardeşim??
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Cevap: Risale Soru Cevap 10 : Birinci Lem'a

:)bende soruları cevaplamak ıstedım fakat talha abı korktum cevaplamaktan teblıg hocamında dedıgı gıbı hepsı farklı farklı cagrısımlar yaptı ve korktum yanlıs cevaplarım dıye dehsete kapıldım....:S:(

Demekki ilk mesajdaki girişi okumamışsınız :M: dersin başında bu derslerden herkesin istifadesinin olduğunu ve bu istifadeleri paylaşarak neler istifade ettiğimizi anlayarak kabımızı okyanusa çevirmiş olacağımızı vurgulamaya çalışmıştım. Hem anladıklarımızı paylaşalım ki doğru mu yanlış mı anladığımızı bilelim öyle yaşayalım ..
 

uður1

Well-known member
Cevap: Risale Soru Cevap 9 : Birinci Lem'a

[DIKKAT]Soru 2 : Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın hikayesi nedir?[/DIKKAT]


BALIĞIN KARNINDAKİ PEYGAMBER

Hazret-i Yunus, Allah tarafından Ninova halkına peygamber olarak gönderilmişti. Hazret-i Yunus, halkını bir olan Allah’a iman etmeye ve sadece ona ibadet etmeye çağırıyordu. Ancak halkı, Hazret-i Yunus’a inanmadı ve inkarcılıklarına devam ettiler.

Günler, aylar ve yıllar geçti ve halkından Hazret-i Yunus’a hiç kimse iman etmedi…

Bir gün Hazret-i Yunus, halkına kızarak onlardan uzaklaşmaya, başka bir ülkeye göç etmeye karar verdi. Belki orada Allah’a iman edecek ve ona ibâdet edecek bir halk bulabilirdi…

Hazret-i Yunus, Allah’tan izin almadan halkını bilgisizlik, inançsızlık ve sapıklığın karanlığında bırakarak ülkesinden işte böyle çıktı…

Hazret-i Yunus, kentin limanında uzak bir ülkeye giden bir gemi buldu. Ona yaklaştı ve geminin sahibinden gemiye kendisini de almalarını istedi. İstenilen ücreti ödedi. Geminin hangi ülkeye gideceği Yunus’u ilgilendirmiyordu. Onu ilgilendiren tek şey, Allah’ı inkâr eden bu ülkeden bir an önce uzaklaşmaktı.

Böylece gemi Hazret-i Yunus da içindeyken yolcularıyla denize açıldı. Deniz çok sakindi. Gemi kuğu gibi yüzüp gidiyordu. Fakat Yunus’un içindeki fırtına dinmemişti. Zihnine bir soru takıldı:

- “Acaba Ninova’yı terk etmekle doğru mu yapmıştı ? Sonuna kadar orada kalması gerekmez miydi? Ninova’dan ayrılacağı zaman Allah’tan izin almalı değil miydi?” İşte o sırada garip bir şey oldu.

Gemi denizin ortasında kala kaldı. Hiç bir ârızası yoktu. Saatlerce uğraştıkları hâlde gemi yerinden kımıldamadı.

O zaman yolculardan biri:

- İçimizde bir suçlu, bir günahkâr var. Bu yüzden gemi hareket etmiyor, dedi.

Bir başkası:

- Belki de bu günahkâr, efendisinden kaçan bir köledir, diye söylendi.

Bu sözü duyan Yunus, büyük bir korkuya kapıldı. “O köle benim” diye düşündü. “Ben Efendimden, Rabbimden kaçıyorum. Onun iznini almadan gidiyorum” diye çırpındı.

- Suçlu ortaya çıksın! dediler.

Fakat kimse ortaya çıkmadı.

- Öyleyse kur’a atalım, dedi bir başkası. Bu teklifi benimsediler. Buna göre, kur’a kime çıkarsa, o suçlu sayılacak, denize atılacaktı.

Büyük bir heyecan sardı gemiyi. Herkes:

- “Ya kur’a bana çıkarsa!” diye düşünüyordu. Eski günahlar birer birer hatıra geliyordu. Derken kur’a başladı ve umulmadık bir şekilde bitti. Kur’a Yunus’a isabet etmişti.

Gemidekiler:

- Bu işte bir yanlışlık var. Bu ihtiyar suçlu olamaz, yeniden kur’a çekelim, suçlu kim imiş görelim, dediler. Bir daha kur’a çektiler.

Kur’a yine Yunus’a isabet etti. Bu sonucu bir türlü kabul edemediler. Üçüncü kurayı çektiler. Yine Yunus’a çıktığını hayretle gördüler.

Bu sırada hava kararmış, deniz bozmuştu. Bir fırtına çıkmak üzereydi. Böyle korkunç bir havada Yunus’u denize atmak istemediler.

- Atın! dedi Yunus. Beni denize atın ki, cezamı çekeyim.

Rabbim izin vermeden görevimi terk ettim. Ben bir suçluyum. Benden kurtulun ki, kurtulasınız, dedi.

Yunus peygamberi kollarından tuttular, fırlatıp denize attılar. Hava zifiri karanlıktı. Denizin suları buz gibi soğuktu. Geminin etrafında dolaşan kocaman bir balık, Yunus’u bir nefeste yuttu. Sonra derin sulara dalıp yuvasının yolunu tuttu. İşte o sırada Allah Teâlâ, Yunus’un tövbesini kabul etti.

- Yunus’a zarar verme! diye balığa emretti. Karanlık denizlerin dibinde karanlık bir odadaydı Yunus.

Rabbine karşı çok mahcuptu. Durmadan O’na yalvarıyor, dua ediyor, O’ndan kendini bağışlamasını diliyordu.

Allah Teâla Yunus’u bağışladı; çünkü Yunus peygamber hatasını anlamış ve yaptığına pişman olmuştu.

O zaman balığa:

- Yunus’u sahile bırak! diye emretti. Yunus sahile çıktığı zaman yeni doğmuş bir çocuk gibi güçsüzdü. Yürüyecek dermanı yoktu. Hava da sıcak mı sıcaktı.

Bir kulunu korumak isteyince Allah neler yapmazdı…

Kocaman yaprakları olan bir bitki, dal kol atıp büyümeye başladı. Bu bildiğimiz kabaktı. İri yapraklarıyla kabak, Yunus’u sıcaktan ve sineklerden korudu.

Hava serinlemeye başlayınca, memeleri süt dolu bir keçi geliyor, Yunus’u emzirdikten sonra gidiyordu.

Günler geçtikçe Yunus güçleniyor, sağlığına kavuşuyordu.

Kendini iyi hissettiği bir gün yola çıkmaya karar verdi. Ninova’ya doğru günlerce yürüdü. Şehre yaklaştığı sırada bir hemşerisi onu tanıdı. Hemen ayaklarına kapandı:

- Aylardır seni arıyoruz. Nerelerdeydin, ey sevgili peygamberimiz? diye Yunus’a sarıldı. Sonra da var gücüyle koşarak, Ninovalılara Yunus’un geldiğini haber verdi..

Başta kral olmak üzere bütün Ninova halkı yollara düştü.

Yunus peygamberin ellerine sarıldılar:

- Biz senin kıymetini bilememiştik. Seni çok üzmüştük. Bizi bağışla, dediler.

Yunus, sevinç gözyaşları dökerek onlara baktı:

- Yüce Rabbim bizlere yeniden hayat verdi. Doğru yolu gösterdi. O yolda yürüyelim. Rızasına erelim, dedi




YUNUS PEYGAMBER


Kalem Suresin’de anlatılan Yunus’un Hikayesi; bütün ümidlerin kesildiği, karanlığın hakim olduğu, yolların tıkandığı bir zamanda Allah’ın kudretini insanlığa göstermek için verilmiş güzel bir örnektir. Yüce Allah Yunus Peygamber’i Ninova isimli kente göndermişti.

Bu şehrin insanları Yunus Peygamber’in davetini kabul etmediler. Yunus Peygamber bu kabul etmeyişi karşısında onlara kızarak şehirden ayrıldı. Şehirden ayrılmadan önce onları Allah’ın azabı ile korkutup Peygamberlik mucizelerinden bazılarını göstermişti. Ninova halkı Yunus Peygamber gidince yaptıkları hatayı anladılar. Allah’ın azabından kurtulmak için Yüce Allah’a yalvardılar. Böylece Allah onları affetti. Bu konuda Allah şöyle buyurdu: -Keşke azabı gördükten sonra inanıp da, inanması kendisine fayda veren bir memleket olsaydı. Yalnız Yunus’un milleti azap kendilerine gelmeden önce imana gelince dünyada rezilliği gerektiren azabı onlardan kaldırmış ve onları bir süre daha yaşatmıştık. Yunus Peygamber Allah’tan bir izin almadan şehirden uzaklaşmıştı. Gidip bir gemiye binmişti. Fakat Allah’ın hikmeti gereği gemi batma tehlikesi geçirdi. Gemidekiler, içimizde tanımadığımız birisi var onun yüzünden gemimiz batıyor deyip bu yabancıyı tayin etmek için kura çektiler. Yine Allah’ın takdiri gereği kur’a Yunus Peygamber’e çıkmıştı. Fakat onu denize atmak istemiyorlardı. Yine kur’a çektiler, yine Yunus çıkmıştı. Bir daha çektiler, yine Yunus.. Hep O çıkıyordu. Bunun üzerine Yunus Peygamber kalktı, elbisesini çıkarıp denize atlatıverdi. Yüce Allah, onun üzerine bir balık gönderdi. Bu balık Yunus Peygamberi yutuverdi. Allah, balığa Yunus’un vucuduna birşey olmaması için emretmişti. Yunus Peygamber balığın karnındaydı. Tam bir karanlıktı. Kurtuluş çok uzaktaydı. Allah’ın belirlediği süre kadar orada karanlıklar içinde kaldı. Sonra Allah karanlıkları dağıtan rahmet müjdesini indirdi. Yüce Allah bunu bize şöyle anlatıyor: “Balık sahibi Yunus’u hatırla. Hani o, dinini kabul etmeyen millete öfkelenerek gitmişti de kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı. derken yutulduğu nalığın karnında karanlıklar içinde Rabbim, senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni bütün noksanlıklardan tenzih ederim. gerçekten ben sana haksızlık edenlerden oldum, diye dua etmişti. Biz de duasını kabul ettik. Kendisini kederlerden kurtardık. İşte biz müslümanları böyle kurtarırız.” Böylece Yunus Peygamber tövbe ile kurtuluşa ermiş, karanlıklardan yeniden ilahi aydınlığa kavuşmuştu.”

Hz. YÛNUS (a.s) Adı Kur’ân’da geçen peygamberlerden biri. Soyu, Bünyamin vasıtasıyla Ya’kûb (a.s)’a ve onun vasıtasıyla de İbrâhim (a.s)’a dayanmaktadır. Bazı alimlerin naklettiğine göre, İsa (a.s) annesinin adıyla İsa b. Meryem diye anıldığı gibi, Yûnus (a.s) da annesinin adıyla Yûnus b. Matta diye anılmaktadır. (İbn Sa’d, Tabakatü’l-Kübra, Beyrut 1957, I, 55). Buhârî’nin verdiği bilgiye göre ise, bu görüş yanlıştır. Aslında Matta, Yûnus (a.s)’ın annesinin değil, babasının adıdır. Yani Yûnus (a.s), Yûnûs b. Matta diye anılınca, babasının adıyla anılmış olur (ez-Zebîdî, Sahihi Buhârî Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhî, trc: Kamil Miras, Ankara, 1971, IX, 152).

Yûnus (a.s)’ın Ya’kub (a.s)’ın torunlarından olduğu, Kur’ân’da şöyle haber veriliştir:

“Nûh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. Nitekim İbrâhim’e, İsmail’e, İshâk’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyûb’a, Yûnus’a, Harûn’a, Süleyman’a da vahyetmiş ve Davud’a da Zebûr’u vermiştik” (en-Nisâ, 4/163).

Bu âyette ifâde edildiği gibi İsâ (a.s), Eyyûb (a.s), Harun (a.s) ve Süleyman (a.s)’da Yunus (a.s) ile aynı soydan, Yakub (a.s)’ın torunlarındandırlar.

Yûnus (a.s)’ın nüfusu yüz bini aşkın bir şehrin halkına uyarıcı ve tevhide çağrıcı bir peygamber olarak gönderildiği, Kur’ân’da şöyle geçmektedir:

“Ve onu yüz bin insana, ya da daha fazla olanlara peygamber gönderdik” (es-Saffat, 37/147).

O’nun peygamber olarak gönderildiği bu yerin Ninova şehri olduğu nakledilmiştir. Ninova şehri, Dicle nehrinin kıyısında, şimdiki Musul’un yerinde bulunmaktaydı. Bu beldenin insanları küfrün içinde bulunuyorlardı ve putlara tapmakta idiler. Yûnus (a.s) onları küfürden ve putperestlikten nehyetmek bir de onlara, küfürlerinden dolayı tevbe etmelerini, Yüce Allah’ın varlığına ve birbirine inanmalarını emretmek üzere gönderilmişti (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Kahire, t.y., V, 126; et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, II, 42).
Yûnus (a.s)’ın adı, Kur’ân’ın çeşitli yerlerinde geçmekle berâber, Kur’ân’daki sûrelerden birine isim olarak verilmiştir. Kur’an’ın onuncu sûresinin adı, Yûnus sûresidir.

Yûnus (a.s) milletini otuz üç yıl Allah’a imân etmeye, küfürden kurtulmaya davet etti, tebliğde bulundu ve peygamberlik vazifesini yerine getirdi. Ancak sadece iki kişi ona imân etti (İbn Esir, el-Kâmil, Beyrut 1965, I, 360; Sahihi Buhâri ve Tecridi Sarih Tercümesi, IX, 152).

Milletinin bu şekilde küfürde direnmesi ve imâna gelmemesi, Yûnus (a.s)’ın zoruna gitti. Yüce Allah onun bu kızgınlığını ve bunun neticesinde milletini terketmeye kalkışmasını şöyle haber vermiştir:

“Zünnûn (Yûnus)’a gelince, o, öf keli bir halde geçip gitmişti. Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihâyet karanlıklar içinde; “Senden başka hiç bir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!” diye niyaz etti.” (el-Enbiyâ, 21/87).
Bu âyette Yûnus (a.s)’dan Zünnûn diye bahsedilmiştir. Zünnûn, balık sahibi demektir. Kur’ân’ın başka bir yerinde de, Yûnus (a.s) bu lakabla anılmıştır:

“Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani, o dertli dertli Rabbine niyaz etmişti” (el-Kalem, 68/48).
Hem bu âyette hem de yukarıdaki âyette Yûnus (a.s)’ın sabretmemesine, Allah’ın emri olmadan milletini terketmeye kalkışmasına işâret edilmiştir. Onun bu hali üzerine, Yüce Allah şöyle buyurmuştu:

“O halde, peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret” (el-Ahkâf, 46/35).

Allah’ın müsaadesi olmadan Yûnus (a.s)’ın ayrılmaya kalkışması, iyi netice vermemişti. Ninova’dan ayrılmak için bir gemiye binmişti. Geminin batmaya yüz tutması üzerine, hafiflemesi için yolculardan birinin suya atılması gerekti. Kimin suya atılacağını tesbit için kur’a çekildi ve kur’a Yûnus (a.s)’a isâbet etti. Bu durum kur’ân’da şöyle haber verilmiştir:

“Gemide onlarla karşılıklı Kur’a çektiler de yenilenlerden oldu” (es-Saffat, 37/141).

İşin daha acısı, Yûnus (a.s) denize atıldıktan sonra bir balık onu yutmuştu. Yüce Allah Kur’ân’da onun bu durumunu şöyle haber vermiştir:

“Yûnus, (Rabbinden izinsiz olarak kavminden ayrıldığı için) kendisi kötülüklerken, onu bir balık yuttu” (es-Saffat, 37/142).
Burada Yûnus (a.s) hatasını anlamış ve nefsini kınamaya başlamıştı. Balığın karnındaki karanlıklarda:

“Senden başka ilâh yoktur. Sen eksikliklerden uzaksın, yücesin. Ben zalimlerden oldum!” (el-Enbiyâ, 21/87) diye dua etmeye ve Allah’a yalvarmaya başladı. Bu şekilde imân ve inançla Allah’a sığınması neticesinde, Yüce Allah onu affetmişti (el-Maverdî, en-Nuketu ve’l-Uyûnu, Beyrut 1992, III, 465 vd). Yûnus (a.s)’ın duasının kabul edildiği ve Allah tarafından bağışlandığı, Kur’ân’da şöyle dile getirilmiştir:

“Biz de onun duasını kabul ettik ve onu tasadan kurtardık. İşte biz, insanları böyle kurtarırız” (el-Enbiyâ, 21/88).

“Eğer tesbih edenlerden olmasaydı, (insanların) yeniden diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı” (es-Saffat, 37/143, 144).

Gücü her şeye yeten Yüce Allah, balığın karnındaki Yûnus (a.s)’ı öldürmedi. Bir süre sonra balık onu ağzı ile sahile bırakmıştı. Onun kurtuluş ve daha sonraki hafi, Kur’ân’da şöyle haber verilmiştir:

“(Ama balığın karnında bizi andı, tesbih etti), biz de onu hasta bir halde ağaçsız, boş bir yere attık ve üzerine (gölge yapması için) kabak türünden bir ağaç bitirdik” (es-Saffat, 37/145, 146).

Yûnus (a.s)’ın Allah tarafından affedilmesi ve büyük bir tehlikeden kurtarılması, Kur’ân’ın başka bir yerinde dile getirilmiştir:

“Sen Rabb’inin hükmüne sabret, balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, sıkıntıdan yutkunarak (Allah’a) seslenmişti. Eğer Rabb’inden ona bir nimet yetişmeseydi, yerilerek çıplak bir yere atılırdı. Fakat (böyle olmadı), Rabb’i onun duasını kabul etti de onu salihlerden kıldı” (el-Kalem, 68/8, 49, 50).

Yûnus (a.s)’ı bu sıkıntılardan kurtaran Yüce Allah, onun milletine de neticede hidâyeti nasib etti. Onlar da sonunda Allah’a imân edip tevhid’e sarıldılar. Onların tevbe edip hakka dönüşlerini ifâde eden âyetin meâli şöyledir:

“İnandılar, biz de onları bir süreye kadar geçindirdik” (es-Saffat, 37/148).

Yûnus (a.s)’ın milletinin bu şekilde tevbe etmeleri, küfürden dönüp Allah’a inanmaları, Allah tarafından övülmüş, methedilmiştir:
“Keşke (azabı gördükten sonra) inanıp da, inanması kendisine fayda veren bir memleket olsaydı! (Azabı gördükten sonra inanmak, hiç bir memlekete yarar sağlamamıştır). Yalnız Yûnus’un kavmi, (azab henüz inmeden önce) inanınca, dünya hayatında onlardan rezillik azabını kaldırmış ve onları bir süre daha yaşatmıştık” (Yûnus, 10/98).

Yûnus (a.s)’ın faziletli bir insan olduğu, Yüce Allah tarafından şöyle haber verilmiştir:

“İsmâil, el-Yesa’, Yunus ve Lut’a da (yol gösterdik). Hepsi iyilerden idiler” (el-En’âm, 6/86).

Hz. Muhammed (s.a.v) de onu şöyle övmüştür:

“Her kim ben Yûnus b. Mattâ’dan hayırlıyım derse, yalan söylemiştir” (Buhârî, Tefsiru süre 6, 4).

Yûnus (a.s) da, diğer peygamberler gibi, insanları küfrün şerrinden nehyetmiş ve Allah’a imân etmeye davet etmiştir. İnanan insanlar için, onun hayatından alınacak çeşitli ibretler vardır.


KISSA’yı BİRDE MANZUM OLARAK OKUYUN…


Balığın Karnındaki Peygamber
Dicle nehrinin kıyısında
Çok güzel bir şehir vardı.
Bu şehre Ninova derlerdi.
İnsanları bu güzelliği vereni
Yani yüce Allah’ı unutmuş
Taştan putlara tapıyorlar ve
Onların adına kurban kesiyorlardı.
Böylece Rableri olan yüce Allah’a
Nankörlük ve isyanda bulunuyorlardı.
Ninova şehrinin karanlığını dağıtmak için
Yüce Allah bir peygamber gönderdi.
Yunus peygamberin nuru bir güneş gibi
Şehrin üstüne doğarak orayı aydınlattı.
Rahmeti bir rüzgar gibi esti.
Halkın cehalet kirlerini temizlemek için.
Ey insanlar dedi yüksek sesle
Sizin Rabbiniz tek olan Allah’tır.
Yalnız O’na secde edin ve önünde eğilin.
Başka yardımcınız olmayacaktır.
Sizi yaratan ve size can veren O’dur.
Sizi bu nehirle bereketlendiren yine O’dur.
Putların size hiç faydası yok anlayın!
Ben size gönderilmiş bir elçiyim.
Sözümü dinleyin ve bana itaat edin.
Halk bu sözlere bir anlam veremedi.
Ne demek istiyor bu adam diye
Şaşkın şaşkın yüzüne baktılar.
Sonra da ona karşı sert davrandılar.
Ey Yunus biz putlarımızı terk etmeyiz
Bizim tanrılarımız bize yeter, dediler.
Yunus bu sözlere çok kızdı.
Allah’tan bir emir gelmeden terk etti.
İsyancıların ve nankörlerin şehrini.
Allah’ın kendisini başka bir topluma
Anlayışlı bir halka göndereceğini düşündü.
Bu masum düşünceyle ayrıldı.
Nehrin kenarında yürümeye başladı.
Ağaçlar rüzgarda dans edercesine
Yapraklarını müzik ritminde sallıyorlardı.
Kuşlar ahenkle ötüşüyorlardı.
Belki de Yunus’a sesleniyorlardı;
Terk etme Rabbinden izinsiz şehri
Ama çok kızmıştı Yunus peygamber.
Öfkeli bir şekilde önüne çıkan bir gemiyle
Terk etmeye hazırlandı asiler şehrini.
Gemi dalgaların arasında süzülüyordu.
Ama birden büyük bir fırtına çıkıverdi.
Gemi batmakla karşı karşıya kaldı.
Gemideki fazla yükler atıldı denize.
Ama yetmedi eşyaların atılması.
Aralarında bir tartışma çıktı.
Ne yapacaklarına karar vermek zordu.
Eşyaları atmak kolaydı.
Ama insanları denize atmak kolay mı?
Hiç kimse razı olmuyordu denize atılmaya.
Sonunda hepsi söz verdiler.
Aldıkları bu karara uymaya.
İnsanlar arasında kura çekilecek
Kimin denize atılacağı belirlenecekti.
Kura çıka çıka kime çıktı biliyor musunuz?
Allah’tan izinsiz şehri terk eden
Allah’ın şerefli elçisi Yunus’a
Onu tutup şiddetli dalgalarla
Öfkeyle coşan denize atıverdiler.
Yunus ne olduğunu anlamadan
Kendisini denizin dalgalı kollarında buldu.
Balıklar geçiyordu gözlerinin önünden
Kendisi ise dibe doğru iniyordu.
Ne yapacağını bilmiyordu.
Kurtulması imkansız gibiydi.
Çünkü hem denizin ortasındaydılar
Hem de büyük dalgalar sarmıştı.
Ama bununla da kalmadı sıkıntısı
Birden bire büyük bir balık geldi.
Yunus peygamber çekindi balıktan.
Ama yapacağı bir şey de yoktu.
Kaçması mümkün değildi.
Balık geldi etrafında dolaştı durdu.
Sonunda dibe doğru sürüklenen
Denize düşmüş Yunus’u yuttu.
Şimdi sadece denizin dibinde değildi.
Aynı zamanda bir balığın karnındaydı.
Burada Rabbini düşündü.
Ne yaptığını, hatasının ne olduğunu anladı.
Allah yüceliğiyle onu balığın karnında
Bir müddet daha yaşattı.
Bu süre içinde Yunus peygamber
Yaptığı hatasından tövbe etti.
Sen’den başka İlah yoktur Rabbim
Sen bağışlamazsan zalimlerden olurum.
Senin affına ve rahmetine sığınırım
Senden başka ilah yok beni bağışla
Bu şekilde yaptığı hatasını anladı
Rabbimiz Allah da onun yalvarmasına
Rahmetiyle cevap verdi.
Balığın karnında bir müddet kalan Yunus
Allah’ın rahmetiyle sahile atıldı.
Bu sırada Yunus ayrıldıktan sonra
Ninova halkı Yunus’un sözlerini
Tekrar tekrar düşünmüşlerdi.
Onun haklı olduğunu anlamış
Ve onu aramaya çıkmışlardı.
İşte böyle bir güzellik sunulmuştu
Hatasını anlayan Yunus peygambere.
Güneş ışıl ışıl aydınlatmıştı.
Karanlıklar kovulmuş nur dolmuştu.
Rahmet rüzgarları Ninova’da eserek
Şeytanları sürgün etmişti.
İlk defa bir peygamberin halkı
İnkardan dönerek iman etmiş
Helak olmaktan kurtulmuştu.
Kur’an-da anlatılan ilk peygamber kıssası
Yunus peygamberin hayat hikayesidir.
Bu şekilde Rabbimiz Allah, peygamberine
Bir hatırlatma ve uyarı da bulunmuştu.
Sakın balık sahibi Yunus gibi olma!
Emrimiz gelmeden tebliğimizi terk etme.
Bu uyarı hepimize yapılmıştır.
Allah’a ibadetten sıkıntı duymak
Ve O’ndan uzaklaşmak doğru değildir.
Kim O’nun rızası için sabreder
Ve azimle emirlerine sarılırsa
Allah onu nimetleriyle donatırdı.
Hem de hiç farkında olmadığımız yerden.
Selam Allah’a itaatte sabırlı olan
Tüm kulların üzerine olsun.

YUNUS BALIĞI
(Hakkında Kısa Bilgi)


Yunuslar tıpkı balinalar, foklar, morslar, deniz aslanları gibi birer deniz memelisi. Zaten balinalarla da yakın akrabalar ve bu yakın akrabalarıyla birlikte memelilerin Cetacea (Balinalar + Yunuslar) takımında yer alıyorlar. Bu takıma ait olan ve gerçek yunuslar olarak bilinen Delphinidae familyasına ait birçok yunus türü var. Ama hemen tüm denizlerde yaşayan ve Türkiye denizlerinde de en yaygın olan tür, Delphinus delphis. Bu türe “Tırtak” adı da veriliyor.Yunuslar deniz memelisi oldukları için karasal memelilerden pek çok farklılıklar gösteriyorlar. Örneğin üyeleri çok farklılaşmış. Ön üyelerinde üst ve ön kol körelmiş. Yani göğüslerindeki yüzgeçleri, aslında yunusların elleri ve bu yüzgeçlerdeki 5 ışın da parmakları. Arka üyeleriyse kalça kemeri dışında tümüyle körelmiş.Derileri diğer pek çok memeliden farklı olarak kılsız ve pürüzsüz. Bunun yerine ısı yalıtımını sağlamak için derilerinin altında kalın bir yağ tabakası görülüyor.





VE BİR MAKALE….

2012 Yılı Düya’nın Kaderi

Son yıllarda herkesin dilinde olan, Maya takviminin 2012 yılında bitmesi, sanki dünyanın sonuymuş gibi algılanmaya başlaması, haklı olarak birçok insanın şimdiden korkuya kapılmasına neden olmaktadır. Hemen söylemek gerekirki, aslında o kadar korkulacak bir durum yok ortada. En azından şimdilik ve önümüzdeki uzun yüzyıllar boyunca. Birçok tarihi olay ve kutsal metinler, yüce Allahın insanlardan kolay kolay vazgeçmeyeceğini gözler önüne sermektedir. Ünlü Hint düşünürü Togor’un dediği gibi. Doğan her çocuk, Allahın insanlardan ümidini kesmediğinin belirtisidir. Yunus Peygamberin hikayesi bize bunu ispatlamaktadır. veya, Muhiddin Arabi hazretlerinin söylemi ile, kıyamet günü, en son doğan çocuk 40 yaşında olacaktır. Allahın adaleti bu sözlerin garantisidir.

Çünkü herkese eşit şans tanıyacaktır. Yüce Allah, kıyamet günü herkese eşit şans tanıdığını buyurur, bu yüce adaletinin gereğidir. Durum böyle olunca, 5 yaşında bir çocuk ile 60 yaşında bir yetişkinin aynı şansa sahip olduğunu düşünemeyiz, o çocuğun bir yetişkin olarak, özgür iradesiyle karar verebilecek bir yaşa gelmesini bekleyecektir. O gün, Hepinize eşit şans tanıdım, diyecektir. çünkü, Bu yüce adaletinin gereğidir. Yunus peygamberin hikayesi bize bu konuda bir mesaj veriyor. Yüce Allah, azgınlıkta çok ileri giden bir şehir halkını uyarması için, Yunus peygamberi görevlendirir. Yunus peygamber ise, şehir halkı tarafından öldürüleceği korkusu ile, O diyardan kaçmak için, bir gemiye biner ve başka bir ülkeye doğru yola çıkar. Fakat denizde olağandışı bir fırtına çıkınca, kaptan, bu fırtınanın normal olmadığını gemide bir günahkarın olduğunu ve o günahkar yüzünden herkesin öleceğini söyleğince, Yunus peygamber, o kişinin kendisi olduğunu söyler .

Bunun üzerine Yunus peygamberi denize atarlar, ve fırtına diner. Denize atılan Yunus peygamberi, bir balık ağzında taşıyarak bir çöl kenarında sahile bırakır. Yakıcı güneş altında sıcaktan bunalmış olan Yunus peygamber, bir sarmaşık bulunca, gölgesinde serinlemeye başlar. Fakat ertesi gün, sarmaşık kuruyunca, Yunus peygamber çok üzülür ve kara kara düşünmeye başlar. O sırada Allahtan Yunus peygambere bir nida gelir. Sen, hiçbir çaba sarfetmeden, hazır bulduğun bir sarmaşık için bu kadar üzülüyorsun. Ben ise, sevgi ve sabır ile büyüttüğüm koca bir şehrin yok olmasına razı olurmuyum sanıyorsun. Git ve onları uyar, işledikleri tüm günahlara rağmen, onlara bir şans daha veriyorum. Çünkü bir şehrin yok olmasına gönlüm razı olmaz.

Bu hikayeden çıkaracağımız anlam, çok büyük günahlara rağmen, bir şehrin yok olmasına razı olmayan yüce Allah, koca bir dünyanın yok olmasına kolay kolay razı olmayacaktır. Ve doğan tüm çocuklar, eşit hale gelip, kendi özgür iradeleriyle kararlarını bir yetişkin olarak vermedikçe, Allah, insanların ve dünyanın yok olmasına razı olmayacaktır. İşin bilimsel yönüne gelince, Maya takvimi, 2012 yılı ve 3600 yıllık turunu tamamlamak üzere olan Marduk gezegeni ve bırakacağı etkiler, bu etkiler, bazı doğal afetler olacaktır ve asla kıyamet olarak algılanmaması gerekmektedir. Bu konuyu, Kaderin şifresi adlı kitabımda uzun bir şekilde ele almıştım. İşin bilimsel yönünü ve neden korkulmaması gerektiğini, dünyanın sonu olmadığının ayrıntılı izahını, sizleri daha fazla sıkmadan, haftaya bırakalım diyor, esenlikler diliyorum.
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Risale Soru Cevap 9 : Birinci Lem'a

Soru 3 : "Esbab bilkülliye sukut etti" ne demek?

Esbablar kainattaki Allah’ın kanunlarıdır. Onlara başvurmamak ilahi hikmete ve iradeye karşı çıkmaktır denebilir. Bir işte muvaffak olabilmek veya müsbet sonuç alabilmek için işin gerektirdiği sebeplere müracaat etmek, gerekliliğini yerine getirmek lazımdır.

Fakat Hz. Yunus a.s durumuna bakarsak bir gece vakti, denizin ortasında ve balığın içinde...
O halde iken başvurabileceği hiçbir sebep yok. Ve hiçbir sebep O’nu o müşkil durumdan kurtaramaz ve O’na yardım edemez. O’nu o halden kurtaracak ancak bütün sebepleri meydana getiren, bütün sebeplere sahip olan bir zat olabilir.

Hulasa esbabın bilkülliye sükut etmesi zahiri sebeplerin tamamen susması ve insana fayda sağlamaması denebilir.
 

teblið

Vefasýz
Cevap: Risale Soru Cevap 9 : Birinci Lem'a

Soru 8 : "gaflet ve dalâletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal" gaflet ve dalaletimize örnek verir misiniz?

Şu ahir zamanda bu soruya o kadar çok örnek verebiliriz ki ;Düşünüyorum da bütü gafletlerin ,dalaletimizin ana sebebi Kur'anı Kerimden insanlığın uzaklaşmasıdır....Şöyle denilebilinir ;(Ama kuranı Kerimi çok okuyoruz)

Okumaktan ziyade İlahi kitabı anlayıp hayata tatbik etmektir hastalıklarımızın tedavisi..;hakikat-i İslâmiyet içine girip, selâmetle o denizin üstünde gezip, tâ sahil-i selâmete çıkarak hayatımızın vazifesi Kur'anı Kerimi layıkıyla anlamaktan geçer..

Ne zaman ki asrın insanı uzaklaştı İlah-i Kelam'dan ;

Akibette hastalık ve gaflette kaçınılmaz oldu ....
 

memluk

Hatim Sorumlusu
Cevap: Risale Soru Cevap 9 : Birinci Lem'a

Soru 12: O münacat nedir ve bize bakan yönleri nelerdir?

hz Yunusun meşhur munacatı;Lâ İlâhe İllâ Ente Sübhaneke İnnî küntü minez-zalimin

Senden başka hiçbir ilah yoktur,sen bütün noksanlıklardan münezzehsin,muhakkak ki ben nefsime zulm edenlerden oldum

Yûnus A leyhisselâm' bütün sebeblerden yüz çevirip,
doğrudan doğruya sebepleri de yaratan Rabbimize iltica edip bu munacat ile Allah c c yalvardı ve duası kabul oldu ,duada Allahın varlığını birliğini kudretini ilan ederken nefsine zülmeden aciz bir kul olduğunuda ilan ediyor ,
insan aciz bir varlıktır her an ayağı kayabilir günaha girebilir nefsini kusurlu görmesi gerekir bu munacatta nefsin zalim olduğunu bu munacatla Allah c c rahmetine sığınıp yardım istemenin önemi anlatılmaktadır.
 

faris

Well-known member
Cevap: Risale Soru Cevap 9 : Birinci Lem'a

[DIKKAT]Soru 1 : HAZRET-İ YUNUS ibni Mettâ Alâ Nebiyyinâ ve Aleyhissalâtü Vesselâm sözünde ibni Metta kimdir? Ustad Bediüzzaman neden peygamber efendimiz a.s.v'ı hatırlatan "Aleyhissalâtü Vesselâm" sözünü kullanmıştır?
[/DIKKAT]

Eskiden soyadı olmadığı zamanlar insanlar babalarının ismi ile anılmaktaydı ancak İslam tarihçilerine göre Hz. İsa a.s. babasız olarak hikmet üzere dünyaya geldiğinden annesinin adı ile İsa İbni Meryem olarak anıldığı gibi Hz. Yunus a.s. peygamberde annesinin adı ile anılmaktadır. Yine bununla beraber imamı buhari hz. göre Metta Hz. Yunus a.s. peygamberin babası olduğunu söylemektedir..

Peki neden babası olan bir peygamber annesinin adı ile anılmış olabilir ki? Yoksa Hz. Yunus a.s. ın annesi Hz. Bünyamin a.s. peygamberinin neslinden olduğundan mı? Hakkı ve hakikati ancak Allah bilir..


[DIKKAT]Soru 2 : Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın hikayesi nedir?[/DIKKAT]

Adı Kur'ân'da geçen peygamberlerden biridir. Soyu Bünyamin (a.s.) vasıtasıyla Hz. Yakup’a (a.s.) ve onunla Hz. İbrahim’e (a.s.) dayanmaktadır. İslâm tarihçilerine göre İsâ (a.s.) annesinin adıyla İsâ ibni Meryem olarak anıldığı gibi, Hz. Yûnus da (a.s.) Yûnus ibni Mettâ olarak anılmaktadır.

Ancak İmam-ı Buhârî'nin verdiği bilgiye göre ise, bu görüş yanlıştır. Aslında Mettâ, Hz. Yûnus’un (a.s.) annesinin değil, babasının adıdır

Hz. Yûnus’un (a.s.) Yakub’un (a.s.) torunlarından olduğu, Kur'ân'da şöyle haber verilmiştir:
“Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. Nitekim İbrahim'e, İsmail'e, İshâk'a, Yakub'a, torunlarına, İsâ’ya, Eyyûb’a, Yûnus’a, Harûn'a, Süleyman'a da vahyetmiş ve Davud'a da Zebûr'u vermiştik" (Nisâ Sûresi, 4:163).

Hz. Yûnus (a.s.) Asuriye Devletinin başkenti olan, Dicle nehrinin kıyısında, şimdiki Musul şehrinin karşısında harabeleri bulunan, nüfusu yüz bini aşkın Ninova kentinin halkına peygamber olarak gönderilmiştir. Bu husus Kur'ân'da şöyle geçmektedir:
“Ve onu yüz bin insana, ya da daha fazla olanlara peygamber gönderdik" (Saffat Sûresi, 37:147).

Hz. Yûnus’un (a.s.) adı, Kur'ân'ın çeşitli yerlerinde geçmekle berâber, Kur'ân'ın onuncu sûresinin adı da Yûnus sûresidir.

Hz. Yûnus (a.s) milletini otuz üç yıl Allah'a imân etmeye, küfürden kurtulmaya davet etti. Ancak sadece iki kişi ona imân etti. Milletinin bu şekilde küfürde direnmesi ve imâna gelmemesi, Hz. Yûnus’un (a.s.) zoruna gitti. Yüce Allah onun bu kızgınlığını ve bunun neticesinde milletini terk etmeye kalkışmasını şöyle haber vermiştir:
“Zünnûn’a (Yûnus) gelince, o, öfkeli bir hâlde geçip gitmişti. Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihâyet karanlıklar içinde; “Senden başka hiç bir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye niyaz etti.” (Enbiyâ Sûresi, 21:87).

Allah’ın müsaadesi olmadan Hz. Yûnus'un (a.s.) ayrılmaya kalkışması, iyi netice vermemişti. Ninova'dan ayrılmak için bir gemiye binmişti. Geminin batmaya yüz tutması üzerine yolculardan birinin suya atılmasına karar verdiler. Kimin suya atılacağını tesbit için de kur'a çekildi ve kur'a Hz. Yûnus'a (a.s) isâbet etti. Bu durum Kur'ân'da şöyle haber verilmiştir:
"Hz. Yûnus (a.s.) denize atıldıktan sonra bir balık onu yutmuştu. Burada Hz. Yûnus (a.s.) hatâsını anlamış ve nefsini kınamaya başlamıştı. Balığın karnındaki karanlıklarda: “Senden başka ilâh yoktur. Sen eksikliklerden uzaksın, yücesin. Ben zalimlerden oldum!" (Enbiyâ Sûresi, 21:87) diye dua etmeye ve Allah'a yalvarmaya başladı. Bu şekilde imân ve inançla Allah’a sığınması neticesinde, Yüce Allah onu affetmişti. Bu durum Kur’ân’da şöyle dile getirilmiştir:
“Biz de onun duasını kabul ettik ve onu tasadan kurtardık. İşte biz, insanları böyle kurtarırız” (Enbiyâ Sûresi, 21:88).

Hz. Yûnus’u (a.s) bu sıkıntılardan kurtaran Yüce Allah, onun milletine de neticede hidâyeti nasip etti. Onlar da sonunda Allah'a imân edip Ona yöneldiler.

Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) Hz. Yûnus’u (a.s.) şu sözleriyle övmüştür:
“Her kim ‘ben Yûnus ibni Mettâ’dan hayırlıyım’ dese, yalan söylemiştir”
 

teblið

Vefasýz
Cevap: Risale Soru Cevap 9 : Birinci Lem'a

Yaşadığımız her anımızda Cenab-ı Allah'ın mutlak iradesi sonucuyladır..Hal böyle olduğundan gözümüz şu soruya takıldı..;

Soru 4 : "sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf ettiği için" sözünden ne anlamalıyız?
Burayı anlamak için vahidiyet ve ehadiyet arasındaki farkları bilmek lazımdır. Konumuzla ilgili farkı söylemek gerek:

Vahidiyet kanunları perdesi altında yapılan umumi tecellilerdir. Ehadiyet ise kanunsuz, doğrudan doğruya ve özel tecellilerdir.

Kainatta milyonlarca insan vardır ..Mesela herkese iki göz, iki kulak bir burun ve yüz verilmesi vahidiyetin tecellisidir. Bir annenin doğumu ile dünyaya geliyoruz ve herkeste de bu organlar vardır. Ancak herkese özel ve farklı bir simanın verilmesi ise ehadiyetin tecellisidir, perdesizdir ve kişiye özeldir. Yani özel bir durumdur.

İşte Hz. İbrahim (as)'in ateşten ve Hz. Yunus (as)'ın da denizden kurtulması da birer özel durumdur, kanunlara bağlı değildir, kanun üstüdür ve perdesizdir.
 

uður1

Well-known member
Cevap: Risale Soru Cevap 9 : Birinci Lem'a

Allah razi olsun İnŞ. Çok deĞerlİ dostlarim Çok sÜper muhteŞem aÇiklamiŞsiniz hususlari.hepİnİzİ tebrİk edİyorum.hepİnİze teŞekkÜr edİyorum saĞolun varolun İnŞ...selametle ve dua İle.saygilarimla.......vesselam......
 

faris

Well-known member
Cevap: Risale Soru Cevap 9 : Birinci Lem'a

[DIKKAT]Soru 3 : "Esbab bilkülliye sukut etti" ne demek?[/DIKKAT]
[BILGI]
Şu münâcâtın sırr-ı azîmi şudur ki:

O vaziyette esbab bilkülliye sukut etti. Çünkü o halde ona necat verecek öyle bir Zat lâzım ki, hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem cevv-i semâya geçebilsin. Çünkü onun aleyhinde gece, deniz ve hût ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine musahhar eden bir Zat onu sahil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsaydılar, yine beş para faydaları olmazdı.
blank.gif
11
Demek esbabın tesiri yok. Müsebbibü’l-Esbabdan başka bir melce olamadığını aynelyakin gördüğünden...
[/BILGI]

Ustadımız Bediüzzaman hazretlerinin burada geçen "esbab bilkülliye sukut etti" sözündeki esbabdan kasıt Cenabı Hakkın memurları değil insanların memurlarından bahsetmekte. Hazreti Ustad Mesnevi Nuriyede bu hususta şunu anlatmakta :

"Beşer sultanlarının memurları ise, sultanların ihtiyaç ve aczlerini def için tayinlerine zaruret hasıl olan yardımcı ve ortaklarıdır. "

Bu meseleyi ise cümlenin devamında anlamaktayız. Şöyle ki :"Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsaydılar, yine beş para faydaları olmazdı."

Hz. Yunus a.s. peygamberin bulunduğu hali düşündüğümüzde ise içinde bulunduğu o esbabların ise Allahın memurları olduğunu görüyoruz.

İnsanların memurları, Allahın memurlarına hükmü geçmez münasebetleri olamaz. Yine Ustadımız Bediüzzaman bunu Mesnevi Nuriyede şöyle ifade etmekte :

"Binaenaleyh, Allah'ın memurlarıyla insanın memurları arasında münasebet yoktur. Yalnız gafil ve cahil olanlar hadiselerde ve vukuattaki hikmetleri, güzellikleri göremediklerinden, Cenab-ı Hak'tan şekva ve şikâyetlere başlarlar. İşte o şekva ve şikâyetlerin hedefini değiştirmek için esbab vaz edilmiştir. Çünkü, kusur onlardan çıkıyor, onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor."

Allahın memurlar sadece birer perdedir, şekva ve şikayetlere ve imtihan sırrı gereğince bir perdedir. Bunun dışında kudret Allah'a mahsustur.

İşte böyle bir hali Hz. Yunus a.s aynelyakin gördüğünden yani birebir yaşayarak ve şahit olarak gördüğünden onu bu halden ancak onun hakkında ittifak olan memurların padişahına yönelerek sadece Ondan istemek ile olacağını bildiğinden o münacat onun için azim bir kurtarıcı olmuştur. Çünkü o münacatta halini ve aczini itiraf ederek Kudreti sonsuz olan Allahı tesbih etmekte..
 

faris

Well-known member
Cevap: Risale Soru Cevap 9 : Birinci Lem'a

[DIKKAT]Soru 4 : "sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf ettiği için" sözünden ne anlamalıyız?

[/DIKKAT]

Ehadiyetin daha iyi anlaşabilmesi için ehadiyet ve vahidiyet arasındaki ilişkiden bahsetmek gerekir. Şöyle ki:

Vahidiyetin Lugat kavramı için açıklama şu şekilde : " Cenab-ı Hakk`ın isim ve sıfatlarının birliği ve kainatı kuşatması."

Ehadiyetin Lugat kavramı için açıklama şu şekilde : "Allah`ın yarattığı herşeyin yanında Zâtıyla, sıfatlarıyla ve isimleriyle bulunarak birliğini göstermesi."

Yani nasıl ki güneş kars'ta bulunan ahmedi ısıttığı gibi istanbulda bulunan fariside ısıtır, adıymanda bulunan ayşeyi'de. Ahmedi ısıtması ne farise ne de ayşe'ye engel değildir. Yine aynı şekilde Ahmedi ısıtan güneşle farisi ve ayşeyi ısıtan güneş aynı ve tek olan güneştir. İşte bu husus vahdaniyet kavramı olan Allah'ın bütün kainata hükmetmesini ve birine hükmederken diğerine engel olmayışı hususudur. Bununla beraber hem ahmede hem farise hem de ayşeye birebir ilgileniyor. Faris, ahmedi ısıtan güneşin yansımasından ısınmamakta ve ayşe de farise gelen yansıma ile ısınmamakta. Güneş hem ahmed ile hem faris ile hem de ayşeyi ayrı ayrı bire bir ısıtmakta. (Sadece ısıtmak ile kalmıyor güneşin bütün özelliklerinden istifade ediyorlar) İşte bu hususuda ehadiyet kavramı olarak Allah'ın bütün yarattıkları ile zatıyla, sıfatlarıyla ve isimleriyle bir tek olarak göstermesi olarak anlıyabiliriz.

Nur-u Tevhid ise Allah'ın bütün mahlukat üstündeki tasarufatıdır. Tevhid birleştirme, birlikte düşünmektir. Ormanlarda hayvanları rızıklandıran kimse bağda bahçeleri şehirde insanlarıda rızıklandıran O'dur. Tevhid nuru şu âlemi tek elden idare edilen bir memleket olarak gösterir.

Hz. Yunus a.s. Allah'ın nuru tevhid ile bütün mahlukatlar ve hassaten balık, gece, deniz ve semadaki tasarufatını düşünüp daha sonra kendi üzerindeki tasarufata gelerek Ehadiyeti görmüş keşfetmiş ve bu keşfi inkişafa vücu bulduğunu ve böylecede o sıkıntılı halinden feraha ermiştir.

Ustadımız Bediüzzaman r.a. bizlere bir tek satır ile gayet tefekkürane bir hali bir ibadetide öğretmiş oluyor. İşte bizlerde bize gelen bela ve musibetlerde ve sair sıkıntılar da Vahidiyet, Ehadiyet ve Nuru Tevhid tefekkürü ile Allaha sığınmalı ve istememiz gerektiğini öğretmekte..


[DIKKAT]Soru 5 : "Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz" bu sözde geçen Hazret-i Yunus (a.s.)'ın birinci vaziyeti nedir ve bizim yüz derece müthiş vaziyetimiz nasıl oluyor?

[/DIKKAT]


[BILGI]İşte, Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz istikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle, onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde binler cenaze bulunuyor; onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim hevâ-yı nefsimiz, hûtumuzdur; hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor. Bu hut, onun hûtundan bin derece daha muzırdır. Çünkü onun hûtu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hûtumuz ise, yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.[/BILGI]

Hazreti Yunus a.s.'ın birinci vaziyeti balığın karnında, fırtınalı bir havada ve dalgalı bir denizde ve gecenin zifiri karanlığında ve yağmurun şimşeğin olduğu bir halde ki tek başına bir insan böyle bir hali bırakın kendi evinde geceleyin tek başına bile ışığı açmadan bir odadan bir odaya gidemezken böyle bir halde iken nasıl bir korku ve telaş içinde olur kalb buna dayanabilir mi? Böyle bir halin yüz derece daha vahimi manen olduğunu Ustadımız işaret ediyor ama bizim manevi gözümüz körleştiğinden ne kadar bir vahim halde olduğumuzu göremediğimizden korkmuyoruz telaşlanmıyoruz. Rabbim Ustadımızdan binlerce kez razı olsun bizlere bu vahim halimizi göstermiş ve çıkış yollarını öğretiyor.

İşte Hz. Yunus a.s.'ın karanlıklı o gecesi bizim geleceğimiz yarınımız. O a.s.'ın gecesinden yüz derece daha karanlıklı değil mi? İman gözlüğümüzü takmaz isek yarın başımıza geleceklerden nasıl emin olabiliriz? Görmediğimiz tahmin edemediğimiz bir yarın.. Onun denizi bizim şu yaşadığımız yer. İnsan tek başına dışarda dolaşmaktan dahi emin değil, çünkü tanımadığı bilmediği kendisine kötülük gelebilecek o kadar çok insan var ki ve yine her bir tarafından mezarların olması, mezarlığın içine girdiğimizde o mezarların hakikatini bilmiyorsak o mezarlardan nasıl emin olabiliriz? Hz. Yunus a.s. balığın karnındaydı, o balık O a.s.'ın fani bir ömrünün mahfına yani zahiri olarak belki onu öldürmeye çalışıyordu. Bizim balığımız ise nefsimizdir ve bizim ahiretimizin mahfına çalışmakta. Yusuf Süresinde Hz. Yusu a.s. şöyle dediğini Allah haber vermekte : "..Doğrusu, ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin merhamet edip korudukları hariç, nefis daima fenalığı ister, kötülüğe sevkeder.."

[DIKKAT]Soru 6 : Gecemiz istikbaldir. İstikbalimiz nazar-ı gafletle onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir.. Cümlesini açıklar mısınız?[/DIKKAT]


Nazarı gaflet yani istikbalin hakiki manasını bilmeme, Allah'ın hikmet esintilerini unutarak böyle bir şekilde geleceğe bakmak.

Ustadımız Bediüzzaman r.a. Mesnevi Nuriye, Onuncu Risalede bu sorumuza şöyle cevap vermekte :

[BILGI]"Bizler uzun bir seferdeyiz, ruhlar aleminden ana rahmine, oradan dünya hayatına, oradan kabre, kabirden haşre, haşirden ebed memleketine giden uzun bir seferdeyiz. Evet dünya imtihanın da olan bizlerin uzun bir geleceğimiz var. Eğer iman ve ubudiyet olmazsa geleceğimizin, Hz. Yunus (as)'ın gecesi kadar dehşetli olacağını başta Kur'an ve 124.000 peygamberler ve daha milyonlarla evliya haber verip doğruluğunu tasdik ediyorlar."[/BILGI]


[DIKKAT]Soru 7 : "Bizim hevâ-yı nefsimiz, hûtumuzdur; hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor." Nefis nasıl olurda ahiretimizin mahvına çalışır?

[/DIKKAT]

Beşinci sorunun cevabında da denildiği gibi:

Yusuf Süresinde Hz. Yusu a.s. şöyle dediğini Allah haber vermekte : "..Doğrusu, ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin merhamet edip korudukları hariç, nefis daima fenalığı ister, kötülüğe sevkeder.."

Nefis insan mahiyetinde maddi, cismani ve hayvani yönü temsil eden ve nurani ve latif duyguların terakki ve tekemmülünde rakip olan bir cihazdır. İnsanın nebati ve hayvani bütün istek ve arzularını cem eden bir terimdir diyebiliriz nefse. Nefis kesafetli olduğu için Allah’ın isim ve sıfatlarının tamamının anlaşılmasında önemli bir miyardır. İnsan bu kesafetli nefsi ıslah ve terbiye ile nurani ve latif bir surete çevrilebilir. İşte nefsin mertebeleri bu ıslah ve terbiye sürecinin aşamalarından ibarettir. Şehvet ve öfke nefis kapsamında en önemli iki hissiyattır.

Allah, nefis ve şeytan gibi şeyleri insanın terakki ve tekemmülü için insana musallat etmiştir. Bu yüzden imtihan dünyasında ölene kadar nefis ve şeytan insan mahiyetinde vazifesini yapacaktır. İnsanın vazifesi de bu düşmanlarla mücadele edip Allah yolunda terakki etmektir.

Nefis kördür, zira akıbeti görmez ve düşünmez. Bu yüzden nefse yol gösterip ona istikamet verecek insanın irade ve imanıdır. İnsan nefse yol göstermez ise, nefis insanın ahiretine zarar vereceği gibi biz de ona zulmetmiş olur. Nefis bu yapısı ile bizden müşteki olup hakkını ister.

[DIKKAT]
Soru 8 : "gaflet ve dalâletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal" gaflet ve dalaletimize örnek verir misiniz?

[/DIKKAT]

GAFLET: Dikkatsizlik, endişesizlik, vurdumduymazlık. En mühim vazifeyi düşünmeyip, Cenab-ı Hakk'a itaat gibi işleri bilmeyip, başka kıymetsiz şeylerle uğraşmak. Nefsine ve hevesâtına tâbi olarak Allahı ve emirlerini unutmak.

Ustadımız Bediüzzaman Hazretleri bu hususda Sözler, Ondördüncü Sözde şöyle demekte :

[BILGI]"Gafil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibrettir."

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۤ اِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ

"Dünya hayatı, aldatıcı bir menfaatten başka birşey değildir." (Âl-i İmrân, 3/185). Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talip bedbaht nefsim! Bilir misin, neye benzersin? Devekuşuna! Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, ta avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarıda; avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez."(1)

[/BILGI]

Dizilere, oyunlara dalıp namazı kılmamak gaflettir..

Üstad Hazretleri devamla, insanların umumi bir şekilde gaflet ve günahta gitmesi seni cesaretlendirmesin, zira onların yoldaşlığı ve arkadaşlığı ancak kabir kapısına kadardır; ondan sonra yalnız ve çaresiz kalacaksın; diyerek insanların umumen gafil bir hayat içinde olmasının mazeret teşkil etmeyeceğini ihtar ediyor.

Yine devamla insan şu dünya hayatında başı boş ve gayesiz değildir; buna şahit bütün kainattaki mevcudatın mükemmel bir intizam ve ahenk içinde bir gaye etrafında hareket etmesidir. Bir çöpün dahi gaye ve intizam içinde olup da kainatın halifesi konumunda olan insanın gayesiz ve başıboş olması nasıl mümkün olabilir. Hatta bütün kainat intizam ve ahengini insana odakladığı için, insan şayet vazifesi olan iman ve ibadeti terk ederse kainat bundan şikayetçi olup kızacaklar. Bu sebeple deprem ve sel gibi musibetler başımıza geliyor. İnsanın gafleti kainatın intizamını rencide ediyor ve musibetlerin gelmesine fetva verdiriyor.

DALALET: İman ve İslâmiyetten ayrılmak. Azmak. Hak ve hakikatten, İslâmiyet yolundan sapmak. Allah'a isyankâr olmak.Şaşkınlık.

Ustad Bediüzzaman Lemalarda şöyle demekte : "Nevâfil kısmında, emr-i istihbabî ile yine ehl-i iman mükelleftir. Fakat, terkinde azab ve ikab yoktur. Fiilinde ve ittibaında azîm sevaplar var; ve tağyir ve tebdili, bid'a ve dalâlettir ve büyük hatadır...... Sünnete ittiba etmiyen, tenbellik eder ise, hasaret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise, cinayet-i azîme; tekzibini işmam eden tenkid ise, dalâlet-i azîmedir."

[BILGI]
"Küfür ve dalâlet iki kısımdır. Bir kısmı, amelî ve fer'î olmakla beraber, iman hükümlerini nefyetmek ve inkâr etmektir ki, bu tarz dalâlet kolaydır. Hakkı kabul etmemektir; bir terktir, bir ademdir, bir adem-i kabuldür. İşte bu kısımdır ki, Risalelerde kolay gösterilmiş."(1)

Ameli ve fer’i ifadesi; İslam’ın hükümlerini kabul etmemek ve terk etmek anlamına gelen, cüz'i ve basit de olsa bir eylem, bir icraat anlamındadır. Fikir yürütmeden, üstünde muhakeme kurmadan, etraflıca zihinde düşünmeden, sırf inat ya da başka bir sebep ile hakkı inkar etmek ve yok saymak ameliyesidir. Bunlara en kuvvetli delili de getirsen, kabul etmemeyi prensip haline getirdikleri için, fikir yürütmeden, muhakeme etmeden inkar ediyorlar, bunların işi bu noktadan kolaydır. Çünkü kuvvetli bir delil karşısında düşünen ve fikir yürüten adam, müşkil durumda kalır. Ama bunlar fikir yürütmeden, direkt inkar ettikleri için işleri basit ve kolaydır.

Ameli ve fer’i kelimelerin muhtemel diğer bir manası; kafir küfürle amel ediyor, bu yüzden imana mahal kalmıyor.

Mesela; alemini Yahudilik inancı doldurmuş bir adamın, elbette İslam ve imana kucak açacak bir vaziyeti kalmıyor. Bu batıl inancını ve amelini de asla sorgulamadığı için, batıllığını görüp bilemiyor. Böyle adamlara imanı anlatmak çok zordur. Ama kendi aleminde İslam’ı inkar edip batılı kucağına alması, epey basit ve kolaydır, zira düşünme ve muhakeme etmek bunun mesleğinde yok.

"İkinci kısım ise, amelî ve fer'î olmayıp, belki itikadî ve fikrî bir hükümdür. Yalnız imanın nefyini değil, belki imanın zıddına gidip bir yol açmaktır. Bu ise bâtılı kabuldür, hakkın aksini ispattır. Bu kısım, imanın yalnız nefyi ve nakîzi değil, imanın zıddıdır. Adem-i kabul değil ki kolay olsun. Belki kabul-ü ademdir. Ve o ademi ispat etmekle kabul edilebilir. El-ademü lâ yüsbetü kaidesiyle, ademin ispatı elbette kolay değildir."(1)

Olmayan bir şeyin ispatı, dünyada en zor iştir. Bu sebeple bu nevi kafirlerin mesleği olmayan bir şeyi ispat üstünde gittiği için, en zor iş bunların işidir. Allah’ın varlığına ve birliğine dair milyonlarca kuvvetli delil karşısında durup, bunları tek tek çürütmek ve onların aksini ispat etmek muhal ve imkansız bir gayret ve çabadır. Risale-i Nurlarda ekseri bu çeşit kafirlerin fikri çürütülüp, imkansız ve esassız gösteriliyor.

"Elhasıl, itikad-ı küfriye, iki kısımdır:"

"Birisi: Hakaik-i İslâmiyeye bakmıyor. Kendine mahsus yanlış bir tasdik ve bâtıl bir itikat ve hatâ bir kabuldür ve zâlim bir hükümdür. Bu kısım bahsimizden hariçtir. O bize karışmaz, biz de ona karışmayız."

"İkincisi: Hakaik-i imaniyeye karşı çıkar, muaraza eder. Bu dahi iki kısımdır:"

"Birisi: Adem-i kabuldür. Yalnız, ispatı tasdik etmemektir. Bu ise bir cehildir; bir hükümsüzlüktür ve kolaydır. Bu da bahsimizden hariçtir.

İkincisi: Kabul-ü ademdir. Kalben, ademini tasdik etmektir. Bu kısım ise bir hükümdür, bir itikaddır, bir iltizamdır. Hem iltizamı için nefyini ispat etmeye mecburdur."

"Nefiy dahi iki kısımdır:"

"Birisi: “Has bir mevkide ve hususî bir cihette yoktur” der. Bu kısım ise ispat edilebilir. Bu kısım da bahsimizden hariçtir."

"İkinci kısım ise: Dünyaya ve kâinata ve âhirete ve asırlara bakan imanî ve kudsî ve âmm ve muhît olan meseleleri nefiy ve inkâr etmektir. Bu nefiy ise, Birinci" "Meselede beyan ettiğimiz gibi, hiçbir cihetle ispat edilmez. Belki kâinatı ihâta edecek ve âhireti görecek ve hadsiz zamanın her tarafını temaşâ edecek bir nazar lâzımdır, tâ o gibi nefiyler ispat edilebilsin."
(2)

(1) bk. Lem'alar, On Üçüncü Lem'a Sekizinci İşaret.

(2) bk. Şualar, Yedinci Şua, Mukaddime

Sorularla Risale[/BILGI]

[DIKKAT]Soru 9 : Hakikat-ı İslamiyet kavramını izah eder misiniz?[/DIKKAT]

İslamiyet gerçekleri. Yani İslamın şartlarını yerine getirmek. Bunlarda : Kelime-i Şehadet getirmek, Namaz Kılmaz, Oruç Tutmak, Zekat Vermek, Hacca Gitmek ve bunları bütün boyutuyla yaşamaya çalışmak..
 

teblið

Vefasýz
Cevap: Risale Soru Cevap 9 : Birinci Lem'a

Soru 7 : "Bizim hevâ-yı nefsimiz, hûtumuzdur; hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor." Nefis nasıl olurda ahiretimizin mahvına çalışır?

En kısa cevapla şöyle diyebiliriz;Nefsin görevide budur işte.
Nefisle savaşımız ölünceye kadar sürer; ölünce biter. Şüphesiz, belirli hususlarda onu susturabilir, ikna edebilir, irşat edebiliriz; ama o hep bizi alt edecek bir şeyler bulur ve hep karşımıza çıkar. Soldan olmazsa sağdan ve sûret-i haktan gözükerek karşımıza çıkar. İmtihan gereği bu böyledir. Bu durumda nefsi yenmek gibi bir iddiâdan ziyade; nefsimize karşı hüşyar (müteyakkız, uyanık) bulunmak gibi bir vazifeden bahsetmek daha doğru olur.
 

faris

Well-known member
Cevap: Risale Soru Cevap 9 : Birinci Lem'a

[DIKKAT]Soru 10: "Ve bizim için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak" bu sözü nasıl anlamalıyız açıklar mısınız?[/DIKKAT]

Çünkü biz insanlar ebede muhtacız cehennemde dahi olsa ebedi bir hayatı arzuluyoruz, istiyoruz.. Eğer bu hayatımızdan sonra yok olacaksak o zaman bu çaba bu gayret bu telaş niye der ve karanlık içinde boğuluruz. Şöyle bir misal verecek olursak, çoğumuz bu dünyada yalnız kalmamak için yuva kuruyor ve yarınımız için evladlar yetiştiriyoruz. Amacımızdan biri de o evlatlarımızın bizler yaşlandığımızda bize sahip çıkması için değil midir? Eğer emin olsak o evladlar bize sahip çıkmayacak o zaman ne o evladları isteriz nede evleniriz ümidsizlik içinde yaşlandığımızda bize ne olacak zelil olup muhtac olacağız diyeceğiz hatta bu dünyadan dahi vazgececeğiz. İşte Rabbimiz bizim kalbimizden geçenleri ve bizim ihtiyaçlarımızı bizden daha iyi bilmekte olduğu katidir. Madem öyledir öyle ise bizim için yarınımızı aydınlatmak ve bizi ümidsizlikten kurtarmak için ahiret olmasa dahi ahireti icad edecek içine de kalbimize göre cenneti ve cehennemi yaratacağını Sözler eserinde Onuncu Sözde okuyoruz. Tafsilatını isteyenler o risaleyi okuyabilirler..

[DIKKAT]Soru 11: Ustad Bediüzzaman bu Lem'a da o münacatın sırrıyla ifadesini tekraren kullanıyor. O münacatın sırrıyla derken ne demek istiyor?[/DIKKAT]

Çünkü Hz. Yunus a.s. kalbi olarak içinde bulunduğu halden ancak ve ancak Allah'a iltica ile ve yine ancak o hale nasıl necat vereceğini ifade edecek bir dua da bulunduğundan Ustadımız Hazreti Bediüzzaman o münacatın sırrıyla ifadesini sık sık kullanarak bizlerinde her akşam namazından sonra bu münacatı yapmamızı Ustadımız Bediüzzaman hadisi şerifin işaretiyle bizlere tembih ediyor.

[BILGI]BÖLÜM: 82 YUNUS (A.S.)’IN BALIĞIN KARNINDAKI DUÂSI NASILDIR?

3505- Sa’d b. ebî Vakkâs (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Yunus’un balığın karnında iken yaptığı duâ olan: “Senden başka gerçek ilah yoktur. Sınırsız kudret ve yüceliğinle sen, her şeyin üstündesin doğrusu ben yapılması gerekeni yapmamak suretiyle kendime haksızlık edenlerdenim.” (Enbiya: 87) Bu duâyı herhangi konuda yaparsa Allah onun duâsını mutlaka kabul eder.” (Müsned: 1383) (Tirmizi - Dua Bölümü)[/BILGI]

[DIKKAT]Soru 12: O münacat nedir ve bize bakan yönleri nelerdir?[/DIKKAT]


Biz dahi o münâcâtın sırrıyla لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ (La ilahe illa ente subhaneke inni kuntu minezzalimin) demeliyiz. لاَۤ اِلٰهَ الاَّ اَنْتَ (La ilahe illa ente) cümlesiyle istikbalimize, 17 سُبْحَانَكَ (Subhaneke) kelimesiyle dünyamıza, اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ (inni kuntu minezzalimin) fıkrasıyla nefsimize nazar-ı merhametini celb etmeliyiz.


Birinci cümleden tevhide işaret vardır. Yani hem mazi ve hem de müstakbelin sahibi Allah'tır. Bu günümü yaratan ve yaşatan Allah elbette ki, istikbalde de beni yalnız bırakmayacaktır, mesajı verilmektedir.

İkinci cümle ile, eksikten ve kusurdan münezzeh olan bir Allah, Dünyanın da eksik ve kusurundan da münezzehtir. Her ne kadar dünyada sıkıntılar ve insafsız esbab varsa da, bütün bunlardan münezzeh olan Allah'ın varlığı bir teselli kaynağı oluyor ve yüzümüzü oraya çevirmeye davet ediyor.

Üçüncü cümle ise gayet açıktır; nefis daima kötülüğü ve yanlışı telkin ederek bizi zarara sokmaya çalışır. Dolayısı ile onunun şerrinden de ancak Allah bizleri muhafaza edecektir.


[DIKKAT]Soru 13: Bu Lem'a daki "nur-u iman" ın neticeleri nelerdir?[/DIKKAT]

Tâ ki, nur-u iman ile ve Kur’ân’ın mehtabıyla istikbalimiz tenevvür etsin ve o gecemizin dehşet ve vahşeti, ünsiyet ve tenezzühe inkılâp etsin. Ve mütemadiyen mevt ve hayatın değişmesiyle seneler ve karnlar emvâcı üstünde hadsiz cenazeler binip ademe atılan dünyamız ve zeminimizde, Kur’ân-ı Hakîmin tezgâhında yapılan bir sefine-i mâneviye hükmüne geçen hakikat-i İslâmiyet içine girip, selâmetle o denizin üstünde gezip, tâ sahil-i selâmete çıkarak hayatımızın vazifesi bitsin. O denizin fırtınaları ve zelzeleleri, sinema perdeleri gibi tenezzühün manzaralarını tazelendirmekle, vahşet ve dehşet yerine, nazar-ı ibret ve tefekkürü keyiflendirerek okşayıp ışıklandırsın. Hem o sırr-ı Kur’ân’la, o terbiye-i Furkaniye ile, nefsimiz bize binmeyecek, merkûbumuz olup, bizi ona bindirip, hayat-ı ebediyemizin kazanmasına kuvvetli bir vasıtamız olsun.

[DIKKAT]Soru 14: İnsan nelerden mütellim olur ve nelerden korkar ve neyi sever? İnsan bu hissiyatlarını nasıl tatmin eder?[/DIKKAT]


Madem insan, mahiyetinin câmiiyeti itibarıyla, sıtmadan müteellim olduğu gibi, arzın zelzele ve ihtizâzâtından ve kâinatın kıyamet hengâmında zelzele-i kübrâsından müteellim oluyor. Ve nasıl ki hurdebinî bir mikroptan korkar, ecrâm-ı ulviyeden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar. Hem nasıl ki hanesini sever, koca dünyayı da öyle sever. Hem nasıl ki küçük bahçesini sever; öyle de, hadsiz ebedî Cenneti dahi müştakane sever. Elbette, böyle bir insanın Mâbudu, Rabbi, melcei, halâskârı, maksudu öyle bir Zat olabilir ki, umum kâinat Onun kabza-i tasarrufunda, zerrat ve seyyârat dahi taht-ı emrindedir.
 

adnan þen

New member
soru 3-esbab bikülliye sukut etti ne demek?
Hz. Yunus (aleyhisselam) öyle bir durumla karşı karşıyaydı ki,O'nun o balıktan çıkıp karaya ulaşabilmesi için ihtiyacı olduğu Zat'ın hem geceye,hem balığa,hem de denize sözü geçmeliydi.İşte o ZAT ise Allah (c.c)'tır.Başka herhangi bir varlık olamaz.

Esbabın sukut etmesinden şunu anlıyorum:
Hz. Yunus (aleyhisselam),balığın karnına düşünce,çözüm arayışı içinde balığın karnına vurdu,ama balıktan çıkamamıştı,aynı durum Hz. Yusuf (aleyhisselam)'ın kuyuya kardeşleri tarafından atılınca ,kuyunun duvarlarını eşeleyerek yukarı çıkmak için merdiven yapmaya çalışmasına benzemektedir.
Ancak artık anlamıştı ki,bu çok çetin bir imtihandı ve sadece kendisi ile Allah kalmıştı, güneş,deniz,balık,gece bunların hiçbirine artık sözü geçmiyordu,buradan çıkmaya kendi gücü ya da yaratılan başka bir varlığın gücü yetmeyecekti,burada artık yapılacak tek iş vardı ,O da onu bu durumdayken gören O tek Zata dua etmekti,evet,Hz. Yunus(aleyhisselam)'ı ve Hz. Yusuf(aleyhisselam)'ı o çok zor ve aciz durumda iken görebilecek tek bir Zat vardı,O da ALLAH(c.c.)'t.
 

adnan þen

New member
soru 3-esbab bikülliye sukut etti ne demek?
Hz. Yunus (aleyhisselam) öyle bir durumla karşı karşıyaydı ki,O'nun o balıktan çıkıp karaya ulaşabilmesi için ihtiyacı olduğu Zat'ın hem geceye,hem balığa,hem de denize sözü geçmeliydi.İşte o ZAT ise Allah (c.c)'tır.Başka herhangi bir varlık olamaz.

Esbabın sukut etmesinden şunu anlıyorum:
Hz. Yunus (aleyhisselam),balığın karnına düşünce,çözüm arayışı içinde balığın karnına vurdu,ama balıktan çıkamamıştı,aynı durum Hz. Yusuf (aleyhisselam)'ın kuyuya kardeşleri tarafından atılınca ,kuyunun duvarlarını eşeleyerek yukarı çıkmak için merdiven yapmaya çalışmasına benzemektedir.
Ancak artık anlamıştı ki,bu çok çetin bir imtihandı ve sadece kendisi ile Allah kalmıştı, güneş,deniz,balık,gece bunların hiçbirine artık sözü geçmiyordu,buradan çıkmaya kendi gücü ya da yaratılan başka bir varlığın gücü yetmeyecekti,burada artık yapılacak tek iş vardı ,O da onu bu durumdayken gören O tek Zata dua etmekti,evet,Hz. Yunus(aleyhisselam)'ı ve Hz. Yusuf(aleyhisselam)'ı o çok zor ve aciz durumda iken görebilecek tek bir Zat vardı,O da ALLAH(c.c.)'tı.
 

Bezminur

Well-known member
Cevap: Risale Soru Cevap 9 : Birinci Lem'a


Soru 7 :"Bizim hevâ-yı nefsimiz, hûtumuzdur; hayat-ı ebediyemizisıkıp mahvına çalışıyor." Nefis nasıl olurda ahiretimizin mahvınaçalışır?

Yunus Peygamberin hutu Balık.Ama bizim hutumuz nefsimiz.Yunus Peygamberi Balık yuttu fakat bizi heva-yı nefisimiz yutmuş farkındamıyız. Bu ders bizlerii bu konuda uyandırıyor ama ne kadar uyanabildik Nefsin isteklerini yaparsak nefsimiz bize biner ama nefsimizi dinlemezsek insan o zaman nefsine biner.Büyüklerimiz ne güzel demiş Nefsiniz sizi uygun olmayan şeylerle meşgul etmeden, siz nefsinisi hayırlı işlerle meşgul edin. Bizler bunu yapabiliyormuyuz . Elhamdülillah Risale-i Nur eserlerini tanıyoruz okudukça nefsimizi terbiye edebiliriz İNŞAALLAH, yalnız çok okumak. Yunus Peygamberin kıssasından bir kısım anlatılmış üstadımız YUNUS PEYGAMBERİN kıssasından sadece bir kısmını anlatmakla bizlere ibretli bir ders veriyor.Onun hutu yüz senelik hayatını tehdit ediyordu.Bizim hutumuz ise ebedi hayatımızın mahvına çalışıyor.Nefsimizi ALLAH'a satmak ona satarsak karlı bir ticaret, ama ona satmayıpta dünyaya yönelirsek ebedi hüsran, ebedi azab, Üstadımız ne güzel diyor bu kısım beni çok etkiler KENDİ NEFSİM İÇİN DEĞİL ÇÜNKÜ NEFSİM BENİM DEĞİL BENİM SULTANIMINDIR BELKİ BENDEKİ NEFSİM MALİKİMİN EMANETİDİR EMANETİ MUHAFAZA VE SULTANIMIN HAYSİYETİNİ HİMAYE ve izzetini vikaye İÇİN SİZE BAŞ EĞMEYECEĞİM.


Nefsimizi kalbimize değil
Kalbimizi nefsimize hakim eylemek.

Nefis kalbe hakim oldumu ALLAH muhafaza nefsi emaremiz bizi kötü şeylere sevkettikçe günahlar birike birike kabrimizin mahvına ahretimizin mahvına

Kalbimiz nefse hakim oldumu kabrimizin saadetine ahretimizin saadetine

ALLAH’ım sen bizleri gaflet uykusundan uyandır zerrelerimizle uyanmak nasip eyle nasip eyle ALLAH’IM.

 
Son düzenleme:
Üst