Otuzuncu Lem'a

Ukbaa

Well-known member
<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>
Otuzuncu Lem’a

Otuz Birinci Mektubun Otuzuncu Lem’ası ve Eskişehir Hapishanesinin bir meyvesi, Altı Nüktedir.

Denizli Medrese-i Yusufiyesinin bir ders-i âzamı Meyve Risalesi olduğu ve Afyon Medrese-i Yusufiyesinin kıymettar bir ders-i ekmeli el-Hüccetü’z-Zehrâ olması gibi, Eskişehir Medrese-i Yusufiyesinin gayet kuvvetli bir ders-i âzamı da, İsm-i Âzamı taşıyan altı ismin altı nüktesini beyan eden bu Otuzuncu Lem’adır.

İsm-i Âzamdan Hayy-ı Kayyûma dair parçada pek derin ve geniş meseleleri herkes birden bilemez ve zevk etmez, fakat hissesiz de kalmaz.
Birinci Nükte

İsm-i Kuddûs’ün bir nüktesine dairdir.

Bu Küddûs nüktesi, Otuzuncu Sözün Zeylinin Zeyli olması münasiptir.

besmele.jpg


وَاْلاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ
blank.gif
1


âyetinin bir nüktesi ve bir İsm-i Âzam veyahut İsm-i Âzamın altı nurundan bir nuru olan Kuddûs isminin bir cilvesi, Şaban-ı Şerifin âhirinde, Eskişehir Hapishanesinde bana göründü. Hem mevcudiyet-i İlâhiyeyi kemâl-i zuhurla, hem vahdet-i Rabbâniyeyi kemâl-i vuzuhla gösterdi. Şöyle ki, gördüm:

Bu kâinat ve bu küre-i arz, daim işler bir büyük fabrika ve her vakit dolar boşalır bir han,



[NOT]Dipnot-1 “Yeri de döşeyip düzenledik. Biz ne güzel donatıcıyız!” Zâriyât Sûresi, 51:48.

[/NOT]




Afyon: (bk. bilgiler)Denizli: (bk. bilgiler)
Eskişehir: (bk. bilgiler)Eskişehir Hapishanesi: (bk. bilgiler – Eskişehir)
Hayy-ı Kayyûm: her an diri olan ve herşeyi ayakta tutan Allah beyan: açıklama, anlatım
cilve: görünme, yansıma daim: devamlı, sürekli
ders-i ekmel: mükemmel bir ders ders-i âzam: büyük bir ders
el-Hüccetü’z-Zehrâ: Bediüzzaman Said Nursi’nin Afyon hapishanesinde iken kaleme aldığı ve iman hakikatlerinin anlatıldığı Risale-i Nur Külliyatı’ndan bir eserismi-i Kuddûs: Allah’ın her türlü kusurdan ve çirkinlikten uzak olduğunu ve her şeyi tertemiz yaptığını ifade eden ismi
kemâl-i vuzuh: tam bir açıklık kemâl-i zuhur: tam olarak görünme, ortaya çıkma
kâinat: evren, yaratılmış herşey küre-i arz: yerküre, dünya
kıymettar: değerli lem’a: parıltı
medrese-i Yusufiye: Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishanemevcudiyet-i İlâhiye: Cenâb-ı Hakkın varlığı
nükte: derin ve ince anlamlı sözvahdet-i Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın birliği
zevk etmek: zevk almakzeyl: ilâve, ek
âhir: son âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle
İsm-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olan ismi Şaban-ı Şerif: mübârek üç aylardan ikincisi ve Hicrî aylardan sekizincisi olan Şaban ayı

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 556

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>bir misafirhanedir. Halbuki böyle işlek fabrikalar, hanlar ve misafirhaneler muzahrafatla, enkazlarla, süprüntülerle çok kirleniyorlar, bulaşık oluyorlar ve ufunetli maddeler her tarafında teraküm ediyorlar. Eğer pek çok dikkatle bakılmazsa ve tanzif edilmezse ve süpürülüp temizlenmezse, içinde durulmaz; insan onda boğulur.

Halbuki bu fabrika-i kâinat ve misafirhane-i arz o derece pâk, temiz ve naziftir ve o kadar kirsiz ve bulaşıksızdır ve ufunetsizdir ki, bir lüzumsuz şey ve bir menfaatsiz madde ve tesadüfî bir kir bulunmaz. Zâhirî bulunsa da, çabuk bir istihale makinesine atılır, temizlenir.

Demek bu fabrikaya bakan Zât, çok iyi bakıyor. Ve bu fabrikanın öyle tanzifçi bir Sahibi var ki, o koca fabrikayı ve o büyük sarayı küçük bir oda gibi süpürtür, temizler, tanzim ve tanzif eder. Ve o pek büyük fabrikanın büyüklüğü nisbetinde muzahrafatı ve enkazından kalma kirli maddeleri, süprüntüleri bulunmuyor. Belki büyüklüğü nisbetinde temizliğine ve nezafetine dikkat ediliyor.

Bir insan, bir ayda yıkanmazsa ve küçük odasını süpürmezse çok kirlenir, pislenir. Demek bu saray-ı âlemdeki paklık, sâfilik, nuranîlik, temizlik, mütemadiyen hikmetli bir tanziften, bir dikkatli tathirden ileri geliyor. Ve eğer o daimî tathir ve süpürmek ve dikkatle bakmak olmasaydı, bir senede bütün hayvanların yüz bin milletleri arzın yüzünde boğulacaklardı. Ve semâvâtın fezasında tahribe ve mevte mazhar olan kürelerin ve peyklerin, belki yıldızların enkazları, başımızı ve diğer hayvânâtın başlarını, belki küre-i arzın başını, belki dünyamızın başını kıracaklardı, dağlar büyüklüğündeki taşları başımıza yağdıracaklardı. Ve bizi bu vatan-ı dünyevîmizden kaçıracaklardı. Halbuki, eskiden beri o yukarı âlemlerdeki tahrip ve tamirden, medar-ı ibret olarak, yalnız birkaç semâvî taşlar düşmüşse de, hiç kimsenin başını kırmamış.

Hem zeminin yüzünde her sene mevt ve hayatın değişmeleri ve döğüşmeleri yüzünden, yüz binler hayvânat milletlerinin cenazeleri ve iki yüz bin nebâtâtın taifelerinin enkazları, ber ve bahrin yüzlerini fevkalâde öyle kirleteceklerdi ki, zîşuur, o yüzleri değil sevmek, âşık olmak, belki öyle çirkinlikten nefret edip mevte ve ademe kaçacaklardı.



adem: yokluk, hiçlikbahr: deniz
ber: karadaimî: devamlı, sürekli
enkaz: yıkıntı, harabenin parçalarıfabrika-i kâinat: bir fabrikayı andıran kâinat, evren
fevkalâde: olağanüstüfeza: uzay
hayvânat: hayvanlar hikmetli: faydalı, gayeli
istihale: dönüştürmeküre-i arz: yerküre, dünya
mazhar olmak: erişmek, nail olmak medar-ı ibret: ibret kaynağı
menfaatsiz: faydasızmevt: ölüm
misafirhane-i arz: yeryüzü misafirhanesimuzahrafat: atıklar, pislikler
mütemadiyen: sürekli olaraknazif: temiz
nebâtât: bitkilernezafet: temizlik
nisbetinde: oranında nuranîlik: nurluluk, parlaklık
peyk: uydusaray-ı âlem: âlem sarayı; sarayı andıran bir güzellikte yaratılan kâinat
semâvât: gökler semâvî: gökten gelen
sâfilik: temizlik, arınmışlık tahrib: yok olma, bozulma
taife: grup, topluluktanzif: temizleme
tanzif etmek: temizlemek tanzim etmek: düzenlemek
tathir etmek: temizlemekteraküm etmek: birikmek
tesadüfî: rastgeleufunet: kokuşmuşluk
vatan-ı dünyevî: dünya vatanızemin: yer
zâhirî: görünüşte zîşuur: şuur sahibi
âlem: evren

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 557

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Bir kuş kolayca kanatlarını ve bir kâtip rahatça sahifelerini temizlediği gibi, bu tayyare-i arzın ve bu tuyur-u semâviyenin kanatları ve bu kitab-ı kâinatın sahifeleri de öylece temizleniyor, güzelleşiyor ki, âhiretin hadsiz güzelliğini görmeyen ve imanla düşünmeyen insanlar, dünyanın bu temizliğine, bu güzelliğine âşık olurlar, perestiş ederler.

Demek bu saray-ı âlem ve bu fabrika-i kâinat, ism-i Kuddûs’ün bir cilve-i âzamına mazhardır ki, o tanzif-i kudsîden gelen emirleri, değil yalnız denizlerin âkilü’l-lâhm tanzifatçıları ve karaların kartalları, belki kurtlar ve karıncalar gibi, cenazeleri toplayan sıhhiye memurları dahi dinliyorlar.

Belki o kudsî evâmir-i tanzifiyeyi, bedende cereyan eden kandaki küreyvât-ı hamrâ ve beyzâ dahi dinleyip bedenin hüceyrâtında tanzifat yaptıkları gibi, nefes dahi o kanı tasfiye eder, temizler.

Ve o emri, gözkapakları gözleri temizlemek ve sinekler kanatlarını süpürmek için dinledikleri gibi, koca hava ve bulut dahi dinler. Hava, zeminin sathına, yüzüne konan toz toprak süprüntülere üfler, tanzif eder. Bulut süngeri, zemin bahçesine su serper, toz toprağı yatıştırır. Sonra, gökyüzünü çok zaman kirletmemek için, çabuk süprüntülerini toplayıp kemâl-i intizamla çekilir, gizlenir. Göğün güzel yüzünü ve gözünü, silinmiş ve süpürülmüş, parıl parıl parlar gösteriyor.

Ve o evâmir-i tanzifiyeyi, yıldızlar, unsurlar, madenler, nebatlar dinledikleri gibi, bütün zerreler dahi dinliyorlar ki, hayret-engiz tahavvülât fırtınaları içinde o zerreler nezafete dikkat ediyorlar. Bir yerde lüzumsuz toplanmıyorlar, kalabalık etmiyorlar. Mülevves olsalar çabuk temizleniyorlar. En temiz ve en nazif ve en parlak ve en pâk vaziyetleri, en güzel, en sâfi, en lâtif suretleri almak için, bir dest-i hikmet tarafından sevk olunuyorlar.

İşte bu tek fiil, yani, birtek hakikat olan tanzif, ism-i Kuddûs gibi bir İsm-i Âzamdan, kâinatın daire-i âzamında görünen bir cilve-i âzamdır ki, doğrudan doğruya mevcudiyet-i Rabbâniyeyi ve vahdâniyet-i İlâhiyeyi, Esmâ-i Hüsnâsıyla beraber, güneş gibi, geniş ve dürbün gibi olan gözlere gösterir.




Esmâ-i Hüsnâ: Cenâb-ı Hakkın en güzel isimleri cereyan eden: akan
cilve-i âzam: en büyük yansıma daire-i âzam: en büyük daire
dest-i hikmet: hikmet eli evâmir-i tanzifiye: temizliği sağlayan emirler, kanunlar
fabrika-i kâinat: bir fabrika gibi işleyen kâinat, evren hadsiz: sayısız
hakikat: gerçek, esas hayret-engiz: hayret verici
hüceyrât: hücrecikleriman: Allah’a inanma
ism-i Kuddûs: Allah’ın her türlü kusurdan ve çirkinlikten uzak olduğunu her şeyi temiz yaptığını ifade eden ismi kemâl-i intizam: mükemmel bir düzen
kitab-ı kâinat: kâinat kitabı kudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak
kâinat: evren kâtip: yazıcı, yazar
küreyvât-ı hamrâ ve beyzâ: alyuvarlar ve akyuvarlarlâtif: güzel, hoş
mazhar: ayna olma, yansıma yeri mevcudiyet-i Rabbâniye: herşeye hâkim olan ve herşeyi istediği şekilde terbiye eden Allah’ın varlığı
mülevves: kirli, pisnazif: temiz
nebat: bitkinezafet: temizlik
perestiş etmek: aşırı derece sevmeksaray-ı âlem: âlem sarayı
satıh: yüzeysuret: biçim, görünüş
sâfi: temiz, arınmış sıhhiye memuru: sağlık memuru
tahavvülât: değişimlertanzif etmek: temizlemek
tanzif-i kudsî: kutsal temizleme tanzifat: temizlemeler
tasfiye etmek: arıtmak, temizlemek tayyare-i arz: uzayda uçak gibi uçan dünya
tuyur-u semâviye: semâvî kuşlar unsur: kâinatı oluşturan temel maddeler
vahdâniyet-i İlâhiye: Allah’ın bir ve tek olması vaziyet: durum
zemin: yerâhiret âlemi: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
âkilü’l-lâhm: etle beslenenİsm-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olan ismi

<tbody>
</tbody>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 558

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Evet, nasıl ki, Risale-i Nur’un çok cüzlerinde kat’î burhanlarla ispat edilmiş ki, ism-i Hakem ve ism-i Hakîmin bir cilvesi olan fiil-i tanzim ve nizam; ve ism-i Adl ve Âdilin bir cilvesi olan fiil-i tevzin ve mizan; ve ism-i Cemîl ve Kerîmin bir cilvesi olan fiil-i tezyin ve ihsan; ve ism-i Rab ve Rahîmin bir cilvesi olan fiil-i terbiye ve in’âm, bu daire-i âzam-ı âlemde, herbiri birtek hakikat ve birtek fiil olduklarından, birtek Zâtın vücub-u vücudunu ve vahdetini gösteriyorlar. Aynen öyle de, ism-i Kuddûsün bir mazharı ve bir cilvesi olan fiil-i tanzif ve tathir dahi, o Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun hem güneş gibi mevcudiyetini, hem gündüz gibi vahdâniyetini gösteriyorlar.

Ve mezkûr tanzim, tevzin, tezyin, tanzif misilli o ef’âl-i hakîmâne, âzamî dairede vahdet-i nev’iyeleri noktasında birtek Sâni-i Vâhidi gösterdikleri gibi; Esmâ-i Hüsnânın ekserîsinin, belki bin bir esmânın herbirinin böyle birer cilve-i âzamı, bu daire-i âzamda vardır. Ve o cilveden gelen fiil, büyüklüğü nisbetinde vuzuh ve kat’iyetle Vâhid-i Ehadi gösterir.

Evet, herşeyi kanun ve nizamına itaat ettiren hikmet-i âmme; ve herşeyi süslendirip yüzünü güldüren inâyet-i şâmile; ve herşeyi sevindirip memnun eden rahmet-i vâsia; ve zîhayat herşeyi beslendirip lezzetlendiren rızk-ı umumî-i iâşe; ve herşeyi umum eşyaya münasebettar ve müstefid ve bir derece mâlik eden hayat ve ihyâ gibi, kâinatın yüzünü güldüren, ışıklandıran bedihî hakikatler ve





Esmâ-i Hüsnâ: Cenâb-ı Hakkın en güzel isimleri Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah
Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan her bir varlığa ayrı ayrı şefkatini gösteren Allah Sâni-i Vâhid: tek olan ve herşeyi san’atlı yapan ve birliği herşeyi kuşatan Allah
Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde ayrı ayrı görülen Allah Zât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı mutlaka gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Zât, Allah
bedihî: açık, aşikârburhan: güçlü ve sarsılmaz delil
cilve: görünme, yansıma cilve-i âzam: en büyük yansıma, görünme
cüz: kısım, bölüm daire-i âzam: en büyük daire
daire-i âzam-ı âlem: büyük kâinat dairesi ef’âl-i hakîmâne: bir maksat ve gayeye yönelik olarak yapılan işler
ekserî: çoğunluk esmâ: isimler
eşya: varlıklarfiil-i tanzif ve tathir: temizleme fiili, işi
fiil-i tanzim ve nizam: düzenleme işi ve düzen fiil-i terbiye ve in’âm: terbiye etme ve nimetlendirme fiili
fiil-i tevzin ve mizan: birşeyi ölçülü ve dengeli yapma fiili, işi fiil-i tezyin ve ihsan: herşeyi güzel ve süslü bir şekilde yapma fiili, işi
hakikat: esas, gerçek hikmet-i âmme: herşeyi kuşatan hikmet, gaye ve fayda
ihyâ: hayat verme inâyet-i şâmile: herşeyi içine alan İlâhî yardım ve koruma
ism-i Adl: Allah’ın sonsuz adalet sahibi olduğunu bildiren ismi ism-i Cemîl: Allah’ın bütün güzelliklerin kaynağı ve sonsuz güzellik sahibi olduğunu ifade eden ismi
ism-i Hakem: Allah’ın herşeyi hükmü altında bulundurmasını ifade eden ismi ism-i Hakîm: Allah’ın herşeyi hikmetle yaptığını bildiren ismi
ism-i Kuddûs: Allah’ın her türlü kusurdan ve çirkinlikten uzak olduğunu ve her şeyi temiz yaptığını ifade eden ismi ism-i Rab: Rab ismi
itaat ettirmek: emre uydurmakkat’iyet: kesinlik
kat’î: kesinkâinat: evren
mazhar: ayna, görüntü yeri mevcudiyet: varlık
mezkûr: adı geçenmisilli: benzeri
mâlik: sahip münasebettar: ilgili, bağlantılı
müstefid: faydalanma, yararlanmanisbetinde: oranında
rahmet-i vâsia: geniş rahmet rızk-ı umumî-i iâşe: bütün canlıların yaşaması için verilmiş olan umumî rızık
tanzif: temizleme tanzim: düzenleme
tathir: temizliktevzin: ölçülü yapma
tezyin: süsleme umum: bütün, genel
vahdet: birlik, teklik vahdet-i nev’i: tür birliği
vahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz oluşu vuzuh: açıklık
vücub-u vücud: varlığının gerekli ve zorunlu oluşu zîhayat: canlı
Âdil: adaletle iş gören, sonsuz adalet sahibi Allah âzamî: en büyük

<tbody>
</tbody>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 559

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>vahdânî fiiller, ziya güneşi gösterdiği gibi, birtek Zât-ı Hakîm, Kerîm, Rahîm, Rezzâk, Hayy ve Muhyîyi bilbedâhe gösteriyorlar. Eğer herbiri birer burhan-ı bâhir-i vahdâniyet olan o yüzer geniş fiillerden tek birisi Vâhid-i Ehade verilmezse, yüzer vecihte muhaller lâzım gelir.

Meselâ, onlardan değil hikmet, inayet, rahmet, iaşe, ihyâ gibi bedihî hakikatler ve vahdanî deliller, belki yalnız tanzif fiili Kâinat Hâlıkına verilmezse, o vakit ehl-i dalâletin o meslek-i küfrîsinde lâzım gelir ki, ya tanzifle alâkadar zerreden, sinekten tut, tâ unsurlara, yıldızlara kadar bütün mahlûkatın herbiri, koca kâinatın tezyin ve tevzin ve tanzim ve tanzifini bilecek, düşünecek ve ona göre davranacak bir kabiliyette olacak; veyahut Hâlık-ı Âlemin sıfât-ı kudsiyesi kendisinde bulunacak; veyahut bu kâinatın tezyinat ve tanzifâtı ve varidat ve masarifinin muvazenelerini tanzim etmek için, kâinat büyüklüğünde bir meclis-i meşveret bulundurulacak ve hadsiz zerreler, sinekler, yıldızlar o meclisin âzâları olacak. Ve hâkezâ, bunlar gibi hurafeli, safsatalı yüzer muhaller bulunacak, tâ ki her tarafta görünen ve müşahede olunan umumî ve ihatalı ulvî tezyin ve tathir ve tanzif vücut bulabilsin. Bu ise, bir muhal değil, belki yüz bin muhal ortaya girer.

Evet, eğer gündüzün ziyası ve zemindeki umum parlak şeylerde temessül eden hayalî güneşçikler güneşe verilmezse ve birtek güneşin cilve-i in’ikâsıdır denilmezse, o vakit zemin yüzünde parlayan bütün cam parçalarında ve su katrelerinde ve karın şişeciklerinde, belki havanın zerrelerinde birer hakikî güneş bulunmak lâzım gelir—tâ ki o umumî ziya vücut bulabilsin.




Hayy: gerçek hayat sahibi olan ve her canlıya hayat veren Allah Hâlık-ı Âlem: evreni ve içindeki herşeyi yaratan Allah
Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi Allah Kâinat Hâlıkı: evrenin ve herşeyin sahibi olan Allah
Muhyî: bütün canlılara hayat veren Allah Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan her bir varlığa ayrı ayrı şefkatini gösteren Allah
Rezzâk: bütün varlıkların rızıklarını bol bir şekilde tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah
Zât-ı Hakîm: herşeyi bir maksat ve gayeye yönelik olarak hikmetle yapan Zât, Allah alâkadar: alakalı, ilgili
bedihî: açık, aşikârbilbedâhe: açık bir şekilde
burhan-ı bâhir-i vahdâniyet: Allah’ın birliğini gösteren açık ve kesin delil cilve-i in’ikâs: yansımanın görüntüsü
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler hadsiz: sayısız
hakikat: doğru gerçek hakikî: asıl, gerçek
hayalî: hayale dayalı hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma
hurafe: delile dayanmayan saçma inanışhâkezâ: bunun gibi
iaşe: besleme, yedirip içirme ihatalı: herşeyi kuşatan
ihyâ: hayat verme inayet: iyilik ve yardımda bulunma
kabiliyet: yetenek katre: damla
kâinat: evren mahlûkat: varlıklar
masarif: masraflar, giderler meclis-i meşveret: danışma meclisi
meslek-i küfrî: Allah’ı inkâr etmeye dayalı yol, metod muhal: imkansız
muvazene: denge müşahede: gözlemleme
rahmet: İlâhî şefkat, merhamet safsata: yalan ve uydurma şey
sıfât-ı kudsiye: her türlü eksik ve çirkinlikten uzak özellikler tanzif: temizleme
tanzifât: temizlik işleri tanzim: düzenleme
tathir: temizlemetemessül eden: görünen
tevzin: ölçülü yapma, dengeleme tezyin: süsleme
tezyinat: süslemeler ulvî: yüce
umum: bütün, genelunsur: madde, element
vahdânî: bir tek elden çıkan, bir tek zâtı gösteren varidat: gelirler
vecih: yönvücut bulmak: ortaya çıkmak (bk v-c-d)
zemin: yerziya: ışık
âzâ: organlar

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 560

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>İşte hikmet dahi bir ziyadır. Rahmet-i muhita bir ziyadır. Tezyin, tevzin, tanzim, tanzif, muhit birer ziyadırlar ki, o Şems-i Ezelînin şualarıdırlar. İşte gel, bak, dalâlet ve küfür nasıl hiç çıkılmaz bataklığa girer. Ve dalâletteki cehalet, ne derece ahmakane olduğunu gör, “Elhamdü lillâhi alâ dîni’l-İslâm ve kemâli’l-îmân” de.

Evet, kâinat sarayını ter temiz tutan bu ulvî, umumî tanzif, elbette ism-i Kuddûsün cilvesi ve muktezasıdır. Evet, nasıl ki bütün mahlûkatın tesbihatları ism-i Kuddûsa bakar; öyle de, bütün nezafetlerini de Kuddûs ismi ister. HAŞİYE-1 Nezafetin bu kudsî intisabındandır ki, 1 اَلنَّظَافَةُ مِنَ اْلاِيمَانِ hadisi, nezafeti imanın nurundan saymış ve
blank.gif
2
اِنَّ اللهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَâyeti dahi, tahareti muhabbet-i İlâhiyenin bir medarı göstermiş.




endOfSection.gif
endOfSection.gif




[NOT]Haşiye-1 Kötü hasletler, bâtıl itikadlar, günahlar, bid’alar mânevî kirlerden olduklarını unutmamalıyız.Dipnot-1 “Temizlik îmândandır.” Bu hususta bir çok hadis rivâyet edilmiştir. Müslim, Tahâret: 1; Dârimî, Vudû’: 2; Müsned, 5:342, 344; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 291.
Dipnot-2 “Muhakkak ki Allah çok tevbe edenleri ve temiz olanları sever.” Bakara Sûresi, 2:222.[/NOT]





Elhamdü lillâhi alâ dîni’l-İslâm ve kemâli’l-îmân: İslâm dinini ve kusursuz bir imanı nasip ettiği için Allah’a hamd olsun bid’a: dinde olmayıp sonradan dine aykırı şekilde ortaya çıkan şey
bâtıl: hak olmayancehalet: cahillik
cilve: görünme, yansıma dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık
hadis: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış haslet: huy, karakter
haşiye: dipnothikmet: herşeyin anlamlı ve bir gayeye yönelik olarak tam yerli yerinde yaratılması
iman: inanç intisab: bağlanma, mensup olma
ism-i Kuddûs: Allah’ın kusur ve noksanlıklardan mukaddes pak, temiz olduğunu ifade eden ismi itikad: inanç
kudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak kâinat: evren
küfür: inkâr mahlûkat: varlıklar
medar: sebep, kaynakmuhabbet-i İlâhiye: Allah sevgisi
muhit: kuşatan, kapsayanmukteza: bir şeyin gereği
nezafet: temizlik rahmet-i muhita: herşeyi kuşatan geniş rahmet
taharet: temizliktanzif: temizleme
tanzim: düzenleme tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma
tevzin: ölçülü yapma, dengeleme tezyin: süsleme
ulvî: yüceumumî: genel
ziya: ışıkâyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle
Şems-i Ezelî: başlangıcı olmayan ve bütün varlıkları yokluk karanlığından varlık aydınlığına çıkaran Allah şua: ışık, parıltı

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 561

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>
Otuzuncu Lem’anın İkinci Nüktesi

وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ عِنْدَنَا خَزَاۤئِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ اِلاَّ بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ
blank.gif
1


âyetinin bir nüktesi ve bir İsm-i Âzam veyahut İsm-i Âzamın altı nurundan bir nuru olan Adl isminin bir cilvesi, Birinci Nükte gibi, Eskişehir Hapishanesinde uzaktan uzağa göründü. Onu yakınlaştırmak için yine temsil yoluyla deriz:


Şu kâinat öyle bir saraydır ki, o sarayda mütemadiyen tahrip ve tamir içinde çalkanan bir şehir var. Ve o şehirde her vakit harp ve hicret içinde kaynayan bir memleket var. Ve o memlekette her zaman mevt ve hayat içinde yuvarlanan bir âlem var.

Halbuki, o sarayda, o şehirde, o memlekette, o âlemde o derece hayret-engiz bir muvazene, bir mizan, bir tevzin hükmediyor; bilbedâhe ispat eder ki, bu hadsiz mevcudatta olan hadsiz tahavvülât ve vâridat ve masarif, herbir anda umum kâinatı görür, nazar-ı teftişinden geçirir birtek Zâtın mizanıyla ölçülür, tartılır. Yoksa, balıklardan bir balık, bin yumurtacıkla ve nebâtattan haşhaş gibi bir çiçek, yirmi bin tohumla ve sel gibi akan unsurların, inkılâpların hücumuyla, şiddetle muvazeneyi bozmaya çalışan ve istilâ etmek isteyen esbab başıboş olsalardı veyahut maksatsız, serseri tesadüf ve mizansız, kör kuvvete ve şuursuz, zulmetli tabiata havale edilseydi, o muvazene-i eşya ve muvazene-i kâinat öyle bozulacaktı ki, bir senede, belki bir günde hercümerc olurdu. Yani, deniz karma karışık şeylerle dolacaktı, taaffün edecekti. Hava gazât-ı muzırra ile zehirlenecekti. Zemin ise bir mezbele, bir mezbaha, bir bataklığa dönecekti. Dünya boğulacaktı.



[NOT]
Dipnot-1 “Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın. Herşeyi Biz ancak belirli bir miktarla indiririz.” Hicr Sûresi, 15:21.
[/NOT]




Adl
: her hak sahibine hakkını veren, sonsuz adalet sahibi olan Allah




Eskişehir Hapishanesi
: (bk. bilgiler - Eskişehir)

bilbedâhe: açık bir şekildecilve: görünme, yansıma
esbab: sebepler gazât-ı muzırra: zararlı gazlar
hadsiz: sayısızharp: savaş
havale etmek: bir işi başka birine bırakmahayret-engiz: hayret verici
hercümerc: karmakarışıkhicret: göç
inkılâp: değişme, dönüşmeistilâ etmek: işgal altına almak
kâinat: evren lem’a: parıltı
maksatsız: gayesiz, hedefsiz masarif: masraflar, giderler
mevcudat: varlıklar mevt: ölüm
mezbaha: hayvan kesim evimezbele: çöplük
mizan: ölçü, denge mizansız: ölçüsüz
muvazene: denge muvazene-i eşya: varlıkların ölçü ve dengesi
muvazene-i kâinat: kâinat dengesi mütemadiyen: sürekli
nazar-ı teftiş: denetleme bakışı nebâtat: bitkiler
nükte: ince ve derin anlamlı söztaaffün etmek: çürümek, kokuşmak
tabiat: canlı cansız bütün varlıklar, doğa tahavvülât: değişimler
tahrip: yıkılma temsil: benzetme, örnek
tesadüf: rastlantıtevzin: ölçülü yapma, dengeleme
umum: bütünunsur: madde, element
vâridat: gelirlerzemin: yeryüzü
zulmetli: karanlıklı âlem: dünya, evren
âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümleİsm-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı
şuursuz: bilinçsiz

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 562

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>İşte, cesed-i hayvânînin hüceyrâtından ve kandaki küreyvât-ı hamrâ ve beyzâdan ve zerrâtın tahavvülâtından ve cihazat-ı bedeniyenin tenasübünden tut, tâ denizlerin vâridat ve masarifine, tâ zemin altındaki çeşmelerin gelir ve sarfiyatlarına, tâ hayvânat ve nebâtâtın tevellüdat ve vefiyatlarına, tâ güz ve baharın tahribat ve tamiratlarına, tâ unsurların ve yıldızların hidemat ve harekâtlarına, tâ mevt ve hayatın, ziya ve zulmetin ve hararet ve burudetin değişmelerine ve döğüşmelerine ve çarpışmalarına kadar, o derece hassas bir mizanla ve o kadar ince bir ölçüyle tanzim edilir ve tartılır ki, akl-ı beşer hiçbir yerde hakikî olarak hiçbir israf, hiçbir abes görmediği gibi, hikmet-i insaniye dahi herşeyde en mükemmel bir intizam, en güzel bir mevzuniyet görüyor ve gösteriyor. Belki, hikmet-i insaniye, o intizam ve mevzuniyetin bir tezahürüdür, bir tercümanıdır.

İşte, gel, Güneş ile muhtelif on iki seyyarenin muvazenelerine bak. Acaba bu muvazene, güneş gibi, Adl ve Kadîr olan Zât-ı Zülcelâli göstermiyor mu? Ve bilhassa, seyyarattan olan gemimiz, yani küre-i arz, bir senede yirmi dört bin senelik bir dairede gezer, seyahat eder.

Ve o harika sür’atiyle beraber, zeminin yüzünde dizilmiş, istif edilmiş eşyayı dağıtmıyor, sarsmıyor, fezaya fırlatmıyor. Eğer sür’ati bir parça tezyid veya tenkis edilseydi, sekenesini havaya fırlatıp fezada dağıtacaktı.

Ve bir dakika, belki bir saniye muvazenesini bozsa, dünyamızı bozacak, belki başkasıyla çarpışacak, bir kıyameti koparacak.
Ve bilhassa zeminin yüzünde, nebâtî ve hayvânî dört yüz bin taifenin tevellüdat ve vefiyatça ve iaşe ve yaşayışça rahîmâne muvazeneleri, ziya güneşi gösterdiği gibi, birtek Zât-ı Adl ve Rahîmi gösteriyor.

Ve bilhassa o hadsiz milletlerin hadsiz efradından birtek ferdin âzâsı, cihazatı,




Adl: her hak sahibine hakkını veren, sonsuz adalet sahibi olan Allah Kadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah
Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan her bir varlığa ayrı ayrı şefkatini gösteren Allah Zât-ı Adl: her hak sahibine hakkını veren, sonsuz adalet sahibi olan Zât, Allah
Zât-ı Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi Allah abes: faydasızlık, anlamsızlık
akl-ı beşer: insan aklıbilhassa: özellikle
burudet: soğuklukcesed-i hayvânî: hayvanların bedeni
cihazat-ı bedeniye: bedeni oluşturan organlarefrad: fertler, bireyler
eşya: varlıklarferd: kişi
feza: uzaygüz: sonbahar
hadsiz: sayısızhakikî: asıl, gerçek
hararet: ısıharekât: hareketler
hayvânat: hayvanlar hayvânî: hayvansal
hidemat: hizmetlerhikmet-i insaniye: insan aklının ürünü olan fen ve felsefe ilmi
hüceyrât: hücrecikleriaşe: besleme, yedirip içirme
intizam: disiplin, düzen israf: boş yere harcama
istif etmek: düzgünce yerleştirmekküre-i arz: yerküre
küreyvât-ı hamrâ ve beyzâ: alyuvarlar ve akyuvarlarmasarif: masraflar, giderler
mevt: ölüm mevzuniyet: ölçülü olma
mizan: ölçü, terazi muhtelif: farklı
muvazene: denge mükemmel: eksiksiz
nebâtât: bitkilernebâtî: bitkisel
rahîmâne: çok şefkatli bir şekilde sarfiyat: harcamalar
sekene: bir yerde oturanlar, sakinler seyyarat: gezegenler
seyyare: gezegensür’at: hız
tahavvülât: değişimlertahribat: tahripler, yıkımlar
taife: grup, topluluktamirat: tamir işlemleri
tanzim etmek: düzenlemek tenasüb: uygunluk
tenkis etmek: eksiltmektevellüdat: doğumlar
tezahür: görünme, ortaya çıkma tezyid etmek: arttırmak
unsur: madde, elementvefiyat: vefatlar, ölümler
vâridat: gelirlerzemin: yeryüzü
zerrât: atomlarziya: ışık
zulmet: karanlık âzâ: organlar

<tbody>
</tbody>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 563

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>duyguları o derece hassas bir mizanla birbiriyle münasebettar ve muvazenettedir ki, o tenasüp, o muvazene, bedâhet derecesinde bir Sâni-i Adl ve Hakîmi gösteriyor.

Ve bilhassa her ferd-i hayvânînin bedenindeki hüceyrâtın ve kan mecrâlarının ve kandaki küreyvâtın ve o küreyvattaki zerrelerin o derece ince ve hassas ve harika muvazeneleri var; bilbedâhe ispat eder ki, herşeyin dizgini elinde ve herşeyin anahtarı yanında ve birşey birşeye mâni olmuyor, umum eşyayı birtek şey gibi kolayca idare eden birtek Hâlık-ı Adl u Hakîmin mizanıyla, kanunuyla, nizamıyla terbiye ve idare oluyor.

Haşrin Mahkeme-i Kübrâsında, mizan-ı âzam-ı adaletinde cin ve insin muvazene-i a’mâllerini istib’âd edip inanmayan, bu dünyada gözüyle gördüğü bu muvazene-i ekbere dikkat etse, elbette istib’âdı kalmaz.

Ey israflı, iktisatsız, ey zulümlü, adaletsiz, ey kirli, nezafetsiz, bedbaht insan! Bütün kâinatın ve bütün mevcudatın düstur-u hareketi olan iktisat ve nezafet ve adaleti yapmadığından, umum mevcudata muhalefetinle, mânen onların nefretlerine ve hiddetlerine mazhar oluyorsun. Neye dayanıyorsun ki, umum mevcudatı zulmünle, mizansızlığınla, israfınla, nezafetsizliğinle kızdırıyorsun?

Evet, ism-i Hakîmin cilve-i âzamından olan hikmet-i âmme-i kâinat, iktisat ve israfsızlık üzerinde hareket ediyor, iktisadı emrediyor.

Ve ism-i Adlin cilve-i âzamından gelen kâinattaki adalet-i tâmme, umum eşyanın muvazenelerini idare ediyor. Ve beşere de adaleti emrediyor. Sûre-i Rahmân’da,




Hakîm: her işini hikmetle ve belli bir sebeple yapan Allah Hâlık-ı Adl u Hakîm: herşeyi adaletle ve hikmetle yaratan Allah
Mahkeme-i Kübrâ: âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme Sâni-i Adl: herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan ve sonsuz adâlet sahibi olan Allah
Sûre-i Rahmân: Rahmân Sûresi, Kur’ân’ı Kerim’in 55. sûresiadalet-i tâmme: tam ve eksiksiz adalet
bedbaht: talihsiz, bahtsızbedâhet: çok açık, âşikâr
beşer: insanbilbedâhe: açık bir şekilde
bilhassa: özelliklecihazat: organlar, cihazlar
cilve-i âzam: en büyük yansıma, görünme düstur-u hareket: hareket etme kanunu, kuralı
eşya: varlıklarferd-i hayvânî: her bir hayvan
haşir: öldükten sonra âhiret âleminde tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma hiddet: öfke
hikmet-i âmme-i kâinat: bütün kâinatta geçerli olan hikmet hüceyrât: hücrecikler
iktisat: tutumluluk, savurganlık yapmama ins: insan, insanlar
ism-i Adl: Allah’ın sonsuz adalet sahibi olduğunu bildiren ismi ism-i Hakîm: Allah’ın herşeyi hikmetle belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yarattığını ifade eden ismi
israf: savurganlık istib’âd: akıldan uzak görme
kâinat: evren küreyvât: alyuvarlar ve akyuvarlar
mazhar olmak: elde etmek, üzerine almak mecrâ: akım yeri
mevcudat: varlıklar mizan: ölçü, denge
mizan-ı âzam-ı adalet: büyük adalet terazisi muhalefet: aykırı davranma, ters düşme
muvazene-i a’mâl: yapılan işlerin, amellerin tartılıp hesaplanması muvazene-i ekber: en büyük düzen, denge
muvazenet/muvazene: denge, denklik mânen: manevî olarak
mâni: engelmünasebettar: bağlantılı, ilgili
nezafet: temizlik nizam: düzen
tenasüp: uygunluk terbiye etme: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, yetiştirme
umum: bütünzulüm: haksızlık

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 564

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>
وَالسَّمَاۤءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ اَلاَّ تَطْغَوْا فِى الْمِيزَانِ وَاَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلاَ تُخْسِرُوا الْميِزَانَ
blank.gif
1


âyetindeki, dört mertebe, dört nevi mizana işaret eden, dört defa mizan zikretmesi, kâinatta mizanın derece-i azametini ve fevkalâde, pek büyük ehemmiyetini gösteriyor. Evet, hiçbir şeyde israf olmadığı gibi, hiçbir şeyde de hakikî zulüm ve mizansızlık yoktur.


Ve ism-i Kuddûsün cilve-i âzamından gelen tanzif ve nezafet, bütün kâinatın mevcudatını temizliyor, güzelleştiriyor. Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor.

İşte, hakaik-i Kur’âniyeden ve desâtir-i İslâmiyeden olan adalet, iktisat, nezafet hayat-ı beşeriyede ne derece esaslı birer düstur olduğunu anla. Ve ahkâm-ı Kur’âniye ne derece kâinatla alâkadar ve kâinat içine kök salmış ve sarmış bulunduğunu ve o hakaiki bozmak, kâinatı bozmak ve suretini değiştirmek gibi, mümkün olmadığını bil.

Ve bu üç ziya-yı âzam gibi, rahmet, inâyet, hafîziyet misillü yüzer ihatalı hakikatler haşri, âhireti iktiza ve istilzam ettikleri halde, hiç mümkün müdür ki, kâinatta ve umum mevcudatta hükümfermâ olan rahmet, inâyet, adalet, hikmet, iktisat ve nezafet gibi pek kuvvetli, ihatalı hakikatler, haşrin ademiyle ve âhiretin gelmemesiyle merhametsizliğe, zulme, hikmetsizliğe, israfa, nezafetsizliğe, abesiyete inkılâp etsinler?

Hâşâ, yüz bin defa hâşâ! Bir sineğin hakk-ı hayatını rahîmâne muhafaza eden




[NOT]Dipnot-1 “Gökyüzünü yükseltip nizam ve ölçü verdi. Tâ ki ölçüde sınırı aşmayasınız! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yerine getirin ve âhiretteki mizanınızı ziyana düşürmeyin!” Rahmân Sûresi, 55:7-9.
[/NOT]




abesiyet: faydasız ve gayesiz oluşadalet: her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesi
adem: yokluk, hiçlikahkâm-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın hükümleri, esasları
alâkadar: alakalı, ilgilibeşer: insan, insanlar
cilve-i âzam: en büyük yansıma, görünme derece-i azamet: büyüklük derecesi
desâtir-i İslâmiye: İslâmiyetin düsturları, prensipleri düstur: kural
ehemmiyet: değer, önemesaslı: köklü
fevkalâde: olağanüstühafîziyet: Allah’ın herşeyi koruyup saklaması
hakaik: gerçekler hakaik-i Kur’âniye: Kur’ân’ın hakikatleri, gerçekleri
hakikat: doğru gerçek hakikî: asıl, gerçek
hakk-ı hayat: yaşama hakkı hayat-ı beşeriye: insan hayatı
haşir: âhirette diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanma hikmet: fayda, gaye
hâşâ: asla öyle değilhükümfermâ: hüküm süren
ihatalı: kapsamlıiktisat: tutumluluk
iktiza etmek: gerektirmek inkılâp etmek: dönüşmek
inâyet: Allah’tan gelen yardım, ihsan, iyilik ism-i Kuddûs: Allah’ın kusur ve noksanlıklardan mukaddes, pak ve temiz olduğunu ve her şeyi temiz yaptığını ifade eden ismi
israf: boş yere kullanma, savurganlık istilzam etmek: gerekli kılmak, gerekli görmek
kâinat: evren merhametsiz: acımasız
mertebe: derecemevcudat: varlıklar
misilli: gibi, benzeri mizan: ölçü, denge
muhafaza eden: koruyan nevi: çeşit
nezafet: temizlik rahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rahîmâne: çok şefkatli bir şekilde suret: biçim, görünüş
tanzif: temizleme umum: bütün
zikretmek: anmakziya-yı âzam: en büyük ışık
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 565

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>bir rahmet, bir hikmet, acaba haşri getirmemekle, umum zîşuurların hadsiz hukuk-u hayatlarını ve nihayetsiz mevcudatın nihayetsiz hukuklarını zayi eder mi? Ve, tabiri caizse, rahmet ve şefkatte ve adalet ve hikmette hadsiz hassasiyet ve dikkat gösteren bir haşmet-i Rububiyet ve kemâlâtını göstermek ve kendini tanıttırmak ve sevdirmek için bu kâinatı hadsiz harika san’atlarıyla, nimetleriyle süslendiren bir saltanat-ı Ulûhiyet, böyle, hem umum kemâlâtını, hem bütün mahlûkatını hiçe indiren ve inkâr ettiren haşirsizliğe müsaade eder mi? Hâşâ! Böyle bir cemâl-i mutlak, böyle bir kubh-u mutlaka, bilbedâhe, müsaade etmez.

Evet, âhireti inkâr etmek isteyen adam, evvelce bütün dünyayı bütün hakaikiyle inkâr etmeli. Yoksa, dünya bütün hakaikiyle, yüz bin lisanla onu tekzip ederek bu yalanında yüz bin derece yalancılığını ispat edecek. Onuncu Söz kat’î delillerle ispat etmiştir ki, âhiretin vücudu, dünyanın vücudu kadar kat’î ve şüphesizdir.



endOfSection.gif
endOfSection.gif





adalet: her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesi; her şeyin dengelenmesi bilbedâhe: açık bir şekilde
cemâl-i mutlak: sınırsız güzellik evvelce: daha önce
hadsiz: sınırsız, sayısızhakaik: gerçekler
hassasiyet: duyarlılıkhaşir: âhirette diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanma
haşirsizlik: yeniden dirilmenin olmaması
haşmet-i Rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan terbiye ve idareciliğinin haşmeti, görkemi
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak faydalı ve yerli yerinde olması hukuk: haklar
hukuk-u hayat: hayat boyu sahip olunan haklar hâşâ: asla öyle değil
inkâr etmek: kabul etmemek kat’î: kesin
kemâlât: mükemmel ve kusursuz özellikler kubh-u mutlak: mutlak çirkinlik
kâinat: evren lisan: dil
mahlûkat: yaratılmışlar, varlıklar mevcudat: varlıklar
müsaade etmek: izin vermeknihayetsiz: sınırsız
nimet: iyilik, lütuf rahmet: İlâhî şefkat, merhamet
saltanat-ı Ulûhiyet: bütün varlıkların tek İlâhı olan ve hiçbir ortak kabul etmeyen Allah’ın saltanatı tabiri caizse: söylenmesi uygun ise
tekzip etmek: yalanlamakumum: bütün
vücud: varlık zayi etmek: kaybetmek
zîşuur: akıl ve şuur sahibi âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 566

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>
İsm-i Âzamın altı nurundan üçüncü nuruna işaret eden Üçüncü Nükte

اُدْعُ اِلٰى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ
blank.gif
1


âyetinin bir nüktesi ve bir İsm-i Âzam veya İsm-i Âzamın altı nurundan bir nuru olan ism-i Hakemin bir cilvesi, Ramazan-ı Şerifte Eskişehir Hapishanesinde göründü. Ona yalnız bir işaret olarak, beş noktadan ibaret Üçüncü Nükte acele olarak yazıldı, müsvedde olarak kaldı.


ÜÇÜNCÜ NÜKTENİN BİRİNCİ NOKTASI

Onuncu Sözde işaret edildiği gibi, ism-i Hakemin tecellî-i âzamı şu kâinatı öyle bir kitap hükmüne getirmiş ki, her sahifede yüzer kitap yazılmış; ve her satırında yüzer sayfa derc edilmiş; ve her kelimesinde yüzer satır mevcuttur; ve her harfinde yüzer kelime var; ve her noktasında kitabın muhtasar bir fihristeciği bulunur bir tarza getirmiştir. O kitabın sahifeleri, satırları, tâ noktalarına kadar yüzer cihette Nakkaşını, Kâtibini öyle vuzuhla gösteriyor ki, o kitab-ı kâinatın müşahedesi, kendi vücudundan yüz derece daha ziyade Kâtibinin vücudunu ve vahdetini ispat eder. Çünkü bir harf kendi vücudunu bir harf kadar ifade ettiği halde, kâtibini bir satır kadar ifade ediyor.

Evet, bu kitab-ı kebîrin bir sahifesi, zemin yüzüdür. O sahifede nebâtat, hayvânat taifeleri adedince kitaplar birbiri içinde, beraber, bir vakitte, yanlışsız, gayet mükemmel bir surette, bahar mevsiminde yazıldığı gözle görünüyor.

Bu sayfanın bir satırı, bir bahçedir. O bahçede bulunan çiçekler, ağaçlar, nebatlar adedince manzum kasideler beraber, birbiri içinde, yanlışsız yazıldığını gözümüzle görüyoruz.

O satırın bir kelimesi, çiçek açmış, meyve vermek üzere yaprağını vermiş bir



[NOT]Dipnot-1 “Rabbinin yoluna hikmetle çağır.” Nahl Sûresi, 16:125.

[/NOT]




Eskişehir Hapishanesi: (bk. bilgiler – Eskişehir)Kâtip: yazan, varlıkları bir kitap gibi yazan Allah
Nakkaş: her bir varlığı nakışlı şekilde yaratan Allah Ramazan-ı Şerif: Ramazan ayı
adedince: sayısınca cihet: taraf, yön
cilve: görünme, yansıma derc etmek: yerleştirmek
fihriste: özet, bir kitabın içindekiler bölümühayvânat: hayvanlar
ism-i Hakem: Allah’ın haklıyı haksızdan ayırdığını, herbir şey hakkında küllî hüküm sahibi olduğunu ve onların hangi keyfiyette olacağına dair hükmünün bulunduğunu ifade eden ismi ism-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı
kaside: büyük bir şahsı övmek için yazılan şiir (burada mecazî anlamda kullanılmıştır) kitab-ı kebîr: büyük bir kitabı andıran kâinat
kitab-ı kâinat: kâinat kitabı kâinat: evren
manzum: kâfiyeli ve ölçülü bir şekilde yazılan mevcut: var olma
muhtasar: kısa, özetmüsvedde: karalama halinde yazı
müşahede: gözlemleme nebat: bitki
nebâtat: bitkilernükte: ince ve derin anlamlı söz
suret: biçim, şekil taife: grup, topluluk
tarz: biçim, şekiltecellî-i âzam: en büyük yansıma, görünüm
vahdet: birlik vuzuh: açıklık
vücud: varlık zemin: yer
ziyade: çok, fazlaâyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 567

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>ağaçtır. İşte bu kelime, muntazam, mevzun, süslü yaprak, çiçek ve meyveleri adedince, Hakem-i Zülcelâlin medh-ü senâsına dair mânidar fıkralardır.

Güya çiçek açmış her ağaç gibi, o ağaç dahi, Nakkaşının medîhelerini tegannî eden manzum bir kasidedir.Hem güya Hakem-i Zülcelâl, zeminin meşherinde teşhir ettiği antika ve acip eserlerine binler gözle bakmak istiyor.

Hem güya o Sultan-ı Ezelînin o ağaca verdiği murassâ hediye ve nişanları ve formaları, hususî bayramı ve resm-i küşâdı olan baharda, padişahın nazarına arz etmek için, öyle müzeyyen, mevzun, muntazam, mânidar bir şekil almış ve öyle hikmetli bir şekil verilmiştir ki, herbir çiçeğinde, herbir meyvesinde, birbiri içinde çok vecihler ve delillerle Nakkaşının vücuduna ve esmâsına şehadet ederler.

Meselâ, herbir çiçekte, herbir meyvede bir mizan var. Ve o mizan, bir intizam içinde; ve o intizam, tazelenen bir tanzim ve tevzin içinde; ve o tevzin ve tanzim, bir ziynet ve san’at içinde; ve o ziynet ve san’at, mânidar kokular ve hikmetli tatlar içinde bulunduğundan; herbir çiçek, o ağacın çiçekleri adedince, Hakem-i Zülcelâle işaretler ediyor.

Ve bu bir kelime olan bu ağaçta, bir harf hükmünde olan bir meyvede bulunan bir çekirdek noktası, bütün ağacın fihristesini, programını taşıyan küçük bir sandukçadır. Ve hâkezâ, buna kıyasen, kâinat kitabının bütün satırları, sahifeleri, böyle, ism-i Hakem ve Hakîmin cilvesiyle, yalnız herbir sahifesi değil, belki herbir satırı ve herbir kelimesi ve herbir harfi ve herbir noktası, birer mu’cize hükmüne getirilmiştir ki, bütün esbab toplansa, bir noktasının nazîrini getiremezler, muaraza edemezler.

Evet, bu Kur’ân-ı Azîm-i Kâinatın herbir âyet-i tekvîniyesi, o âyetin noktaları ve hurufu adedince mu’cizeler gösterdiklerinden, elbette serseri tesadüf, kör kuvvet,




Hakem-i Zülcelâl: herbir şey nasıl olacaksa onun keyfiyeti hakkında genel hükmü veren sonsuz haşmet sahibi Allah Hakîm: herşeyi belirli maksat ve faydalara uygun ve tam yerli yerinde yaratan, hikmet sahibi Allah
Kur’ân-ı Azîm-i Kâinat: büyük bir Kur’ân gibi ince ve derin mânâlar ifade eden kâinat Nakkaş: herşeyi san’atlı bir şekilde nakış nakış işleyen Allah
Sultan-ı Ezelî: hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan Sultan, Allah acip: hayret verici, şaşırtıcı
adedince: sayısınca antika: eski ve kıymetli sanat eseri
arz etmek: sunmak, göstermek, bildirmekcilve: görünme, yansıma
esbab: sebepler esmâ: isimler
fihriste: özet, içindekiler bölümüforma: özel işaretli giysi
hikmetli: belli bir amaç ve hedefe yönelik olma huruf: harfler
hususî: özelhâkezâ: bunun gibi
intizam: disiplin, düzen ism-i Hakem: herbir şey nasıl olacaksa, o şeyin keyfiyeti hakkında Cenâb-ı Hakkın küllî hükme sahip olduğunu bildiren ismi
kaside: on beş beyitten az olmayan ve büyük bir şahsı övmek için yazılan şiir kâinat: evren
kıyasen: benzeterek, kıyaslayarakmanzum: kâfiyeli ve ölçülü bir şekilde yazılan
medh ü senâ: övme ve yüceltmemedîhe: övgü
mevzun: ölçülü meşher: sergi yeri
mizan: ölçü, denge muaraza etme: karşı koyma
muntazam: düzenli murassâ: kıymetli taşlarla süslenmiş
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey mânidar: mânâlı, anlamlı
müzeyyen: süslenmiş nazar: bakış
nazîr: benzer, eş nişan: bir kişiyi onurlandırmak için verilen madalya
resm-i küşâd: ilk açılış törenisandukça: küçük sandık
tanzim: düzenleme tegannî eden: şarkı söyleyen
tesadüf: rastlantıtevzin: ölçülü yapma, dengeleme
teşhir etmek: sergilemekvecih: yön
vücud: varlık zemin: yeryüzü
ziynet: süs âyet-i tekvîniye: maddî alemde gözle görülen âyet
şehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmek

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 568

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>gayesiz, mizansız, şuursuz tabiat, hiçbir cihetle o hakîmâne, basîrâne olan has mizana ve gayet ince intizama karışamazlar. Eğer karışsaydılar, elbette karışık eseri görünecekti. Halbuki hiçbir cihette intizamsızlık müşahede olunmuyor.

ÜÇÜNCÜ NÜKTENİN İKİNCİ NOKTASI

İki Meseledir.

BİRİNCİ MESELESİ: Onuncu Sözde beyan edildiği gibi, nihayet kemalde bir cemal ve nihayet cemalde bir kemal, elbette kendini görmek ve göstermek, teşhir etmek istemesi, en esaslı bir kaidedir. İşte bu esaslı düstur-u umumîye binaendir ki, bu kitab-ı kebîr-i kâinatın Nakkaş-ı Ezelîsi, bu kâinatla ve bu kâinatın herbir sahifesiyle ve herbir satırıyla, hattâ harfleri ve noktalarıyla kendini tanıttırmak ve kemâlâtını bildirmek ve cemâlini göstermek ve kendisini sevdirmek için, en cüz’îden en küllîye kadar herbir mevcudun müteaddit lisanlarıyla cemâl-i kemâlini ve kemâl-i cemâlini tanıttırıyor ve sevdiriyor.

İşte, ey gafil insan! Bu Hâkim-i Hakem-i Hakîm-i Zülcelâli ve’l-Cemal, sana karşı kendisini herbir mahlûkuyla böyle hadsiz ve parlak tarzlarda tanıttırmak ve sevdirmek istediği halde, sen Onun tanıttırmasına karşı imanla tanımazsan ve Onun sevdirmesine mukabil ubudiyetinle kendini Ona sevdirmezsen, ne derece hadsiz muzaaf bir cehalet, bir hasâret olduğunu bil, ayıl.

İKİNCİ NOKTANIN İKİNCİ MESELESİ: Bu kâinatın Sâni-i Kadîr ve Hakîminin mülkünde iştirak yeri yoktur. Çünkü herşeyde nihayet derecede intizam bulunduğundan, şirki kabul edemez. Çünkü müteaddit eller bir işe karışırsa, o iş karışır. Bir memlekette iki padişah, bir şehirde iki vali, bir köyde iki müdür bulunsa, o memleket, o şehir, o köyün her işinde bir karışıklık başlayacağı gibi, en ednâ bir vazifedar adam, o vazifesine başkasının müdahalesini kabul etmemesi gösteriyor ki, hâkimiyetin en esaslı hassası, elbette istiklâl ve infiraddır. Demek intizam vahdeti ve hâkimiyet infiradı iktiza eder.




Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah Hâkim-i Hakem-i Hakîm-i Zülcelâli ve’l-Cemal: herşeyin hâkimi, her varlığın küllî hükmünü veren, her şeyi hikmetle ve yerli yerinde yaratan, sonsuz büyüklük ve güzellik sahibi
Nakkaş-ı Ezelî: başlangıcı olmayan ve bütün varlıkları bir nakış halinde yaratan Allah Sâni-i Kadîr: sonsuz güç ve iktidar sahibi ve herşeyi san’atla yaratan Allah
basîrâne: görerek beyan etmek: açıklamak
binaen: dayanarakcehalet: cahillik
cemâl: güzellik cemâl-i kemâl: mükemmellikteki güzellik
cihet: taraf, yöncüz’î: ferdî, küçük, sınırlı
düstur-u umumîye: genel düstur, kuralednâ: en aşağı
esaslı: köklügafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan kimse
hadsiz: sınırsız, sayısızhakîmâne: bir maksat ve gayeye yönelik bir şekilde
hassa: özellikhasâret: zarar, kayıp
hâkimiyet: hükümranlık, egemenlik iktiza etmek: gerektirmek
infirad: tek başına olma intizam: disiplin, düzen
istiklâl: bağımsızlıkiştirak: ortak olma
kaide: kural, prensipkemâl: olgunluk, mükemmellik
kemâl-i cemâl: güzellikteki mükemmellik kemâlât: mükemmel ve kusursuz özellikler
kitab-ı kebîr-i kâinat: büyük kâinat kitabı kâinat: evren
küllî: geniş ve kapsamlı lisan: dil
mahlûk: varlık mevcud: varlık
mizan: ölçü, denge mukabil: karşılık
muzaaf: katmerli, kat katmülk: sahip olunan şey
müteaddit: birçok, çeşitli müşahede olunma: gözlemlenme
nihayet: son derece, sınırsıznükte: derin anlamlı söz
tabiat: canlı cansız bütün varlıklar, doğa teşhir etmek: sergilemek
ubudiyet: kulluk vahdet: birlik
vazifedar: görevlişirk: Allah’a ortak koşma
şuur: bilinç

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 569

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Madem hâkimiyetin bir muvakkat gölgesi, muavenete muhtaç ve âciz insanlarda böyle müdahaleyi reddederse, elbette, derece-i rububiyette hakikî bir hâkimiyet-i mutlaka, bir Kadîr-i Mutlakta, bütün şiddetiyle müdahaleyi reddetmek gerektir. Eğer zerre kadar müdahale olsaydı, intizam bozulacaktı.

Halbuki bu kâinat öyle bir tarzda yaratılmış ki, bir çekirdeği halk etmek için, bir ağacı halk edebilir bir kudret lâzımdır. Ve bir ağacı halk etmek için de, kâinatı halk edebilir bir kudret gerektir. Ve kâinat içinde parmak karıştıran bir şerik bulunsa, en küçük bir çekirdekte de hissedar olmak lâzım gelir. Çünkü o, onun nümunesidir. O halde, koca kâinatta yerleşmeyen iki rububiyet bir çekirdekte, belki bir zerrede yerleşmek lâzım gelir. Bu ise, muhâlâtın ve bâtıl hayâlâtın en mânâsız ve en uzak bir muhâlidir. Koca kâinatın umum ahval ve keyfiyâtını mizan-ı adlinde ve nizam-ı hikmetinde tutan bir Kadîr-i Mutlakın aczini—hattâ bir çekirdekte dahi—iktiza eden şirk ve küfür ne kadar hadsiz derecede muzaaf bir hilâf, bir hata, bir yalan olduğunu ve tevhid ne derece hadsiz muzaaf bir derecede hak ve hakikat ve doğru olduğunu bil, “Elhamdü lillâhi ale’l-îmân”
blank.gif
1
de.


ÜÇÜNCÜ NOKTA

Sâni-i Kadîr, ism-i Hakem ve Hakîmi ile, bu âlem içinde binler muntazam âlemleri derc etmiştir. O âlemler içinde en ziyade kâinattaki hikmetlere medar ve mazhar olan insanı bir merkez, bir medar hükmünde yaratmış. Ve o kâinat dairesinin en mühim hikmetleri ve faideleri insana bakıyor. Ve insan dairesi içinde dahi, rızkı bir merkez hükmüne getirmiş; âlem-i insanîde ekser hikmetler, maslahatlar, o rızka bakar ve onunla tezahür eder. Ve insanda, şuur ve rızıkta zevk vasıtasıyla, ism-i Hakîmin cilvesi parlak bir surette görünüyor. Ve şuur-u



[NOT]Dipnot-1
İman nimetini veren Allah’a şükürler olsun.
[/NOT]






Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kuvvet sahibi, Allah Sâni-i Kadîr: herşeye gücü yeten ve herşeyi san’atla yaratan Allah
acz: güçsüzlük ahvâl: hâller, durumlar
bâtıl: hak olmayancilve: görünme, yansıma
derc etmek: yerleştirmekderece-i rububiyette: bütün kâinatı kaplayan terbiye ve idare edicilik seviyesinde
ekser: çok hadsiz: sınırsız, sayısız
hakikat: doğru gerçek hakikî: asıl, doğru, gerçek
halk etme: yaratma hayâlât: hayaller
hikmet: fayda, gaye hilâf: ayrılık, terslik
hissedar: pay sahibihâkimiyet: hükümranlık, egemenlik
hâkimiyet-i mutlaka: sınırsız ve tam bir egemenlik iktiza eden: gerektiren
intizam: düzen, tertip ism-i Hakem ve Hakîm: herbir şey nasıl olacaksa, o şeyin keyfiyeti hakkında Cenâb-ı Hakkın genel bir hükme sahip olduğunu ve bütün eşyayı ve zerreleri o hükme göre bir düzen içinde gayelerine sevk ettiğini ifade eden Allah’ın iki ismi
ism-i Hakîm: Allah’ın herşeyi hikmetle yaptığını bildiren ismi keyfiyat: durumlar, özellikler
kudret: güç, iktidar kâinat: evren
küfür: Allah’ı inkâr etmek maslahat: fayda, gaye
mazhar olan: erişen, sahip olan medar: dayanak noktası, kaynak
mizan-ı adl: adalet terazisi muavenet: yardım
muhâl: imkansızmuhâlât: imkânsız olan şeyler
muntazam: düzenli muvakkat: geçici
muzaaf: katmerli, kat katmühim: önemli
nizam-ı hikmet: Cenâb-ı Hakkın hikmetinin verdiği düzen nümune: örnek
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi rızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyecekler
suret: biçim, şekil tevhid: Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etme
tezahür etmek: ortaya çıkmak, görünmek umum: bütün
vasıta: araçziyade: çok, fazla
âciz: güçsüz âlem: dünya, evren
âlem-i insanî: insanlık âlemi şerik: Allah’a ortak koşulan şey
şirk: Allah’a ortak koşmaşuur: bilinç

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 570

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>insanî vasıtasıyla keşfolunan yüzer fenlerden herbir fen, Hakem isminin, bir nevide bir cilvesini tarif ediyor.

Meselâ, tıp fenninden sual olsa, “Bu kâinat nedir?” Elbette diyecek ki: “Gayet muntazam ve mükemmel bir eczahane-i kübrâdır. İçinde herbir ilâç güzelce ihzar ve istif edilmiştir.”

Fenn-i kimyadan sorulsa, “Bu küre-i arz nedir?” Diyecek: “Gayet muntazam ve mükemmel bir kimyahanedir.”

Fenn-i makine diyecek: “Hiçbir kusuru olmayan, gayet mükemmel bir fabrikadır.”

Fenn-i ziraat diyecek: “Nihayet derecede mahsuldar, her nevi hububu vaktinde yetiştiren muntazam bir tarladır ve mükemmel bir bahçedir.”

Fenn-i ticaret diyecek: “Gayet muntazam bir sergi ve çok intizamlı bir pazar ve malları çok san’atlı bir dükkândır.”

Fenn-i iaşe diyecek: “Gayet muntazam, bütün erzâkın envâını câmi bir ambardır.”

Fenn-i rızık diyecek: “Yüz binler leziz taamlar beraber, kemâl-i intizamla içinde pişirilen bir matbah-ı Rabbânî ve bir kazan-ı Rahmânîdir.”

Fenn-i askeriye diyecek ki: “Arz bir ordugâhtır. Her bahar mevsiminde yeni taht-ı silâha alınmış ve zemin yüzünde çadırları kurulmuş dört yüz bin muhtelif milletler o orduda bulunduğu halde, ayrı ayrı erzakları, ayrı ayrı libasları, silâhları, ayrı ayrı talimatları, terhisatları, kemâl-i intizamla, hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak, birtek Kumandan-ı Âzamın emriyle, kuvvetiyle, merhametiyle, hazinesiyle, gayet muntazam yapılıp idare ediliyor.”

Ve fenn-i elektrikten sorulsa, “Bu âlem nedir?” Elbette diyecek:

Bu muhteşem saray-ı kâinatın damı, gayet intizamlı, mizanlı, hadsiz elektrik lâmbalarıyla tezyin edilmiştir. Fakat o kadar harika bir intizam ve mizanladır ki, başta güneş olarak, küre-i arzdan bin defa büyük o semâvî lâmbalar, mütemadiyen





Hakem: herbir şey nasıl olacaksa o şeyin keyfiyeti hakkında genel hüküm veren küllî hüküm sahibi Allah Kumandan-ı Âzam: en büyük komutan, Allah
ambar: zahire ve kuru gıdaları koymaya yarayan büyük depoarz: yeryüzü
cilve: görünme, yansıma câmi: içine alan
dam: tavaneczahane-i kübrâ: büyük eczane
envâ: türlererzak: rızıklar, yenilecek ve içilecek şeyler
fen: bilimfenn-i askeriye: askerlik bilimi
fenn-i elektrik: elektrik bilimifenn-i iaşe: geçim bilimi
fenn-i kimya: kimya bilimifenn-i makine: makine bilimi
fenn-i rızık: yiyecek ve içecek bilimi, aşçılıkfenn-i ticaret: ticaret bilimi
fenn-i ziraat: tarım bilimihadsiz: sınırsız, sayısız
hubub: tohum ihzar etmek: hazırlamak
intizam: disiplin, düzen intizamlı: düzenli, tertipli
istif etmek: düzgünce yerleştirmekkazan-ı Rahmânî: Rahmanî kazan
kemâl-i intizam: mükemmel bir düzen keşif: gizli birşeyi açığa çıkarma
kimyahane: kimya deneylerinin yapıldığı laboratuvar kâinat: evren
küre-i arz: yerküre, dünyalibas: elbise
mahsuldar: verimlimatbah-ı Rabbânî: Rabbanî mutfak
merhamet: acıma, şefkat mizan: ölçü, denge
mizanlı: ölçülü muhtelif: çeşitli
muhteşem: görkemlimuntazam: düzenli, tertipli
nevi: çeşitnihayet: son
ordugâh: ordunun konakladığı yersaray-ı kâinat: kâinat sarayı
semâvî: gökyüzünde olan taam: yemek, yiyecek
taht-ı silâh: silâh altı, askerlik görevine alınmatalimat: eğitimler
terhisat: görevin sona ermesitezyin etmek: süslemek
tıp fenni: tıp bilimivasıtasıyla: aracılığıyla
zemin: yerâlem: dünya, evren
şuur-u insanî: insandaki bilinç

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 571

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>yandıkları halde muvazenelerini bozmuyorlar, patlak vermiyorlar, yangın çıkarmıyorlar. Sarfiyatları hadsiz olduğu halde, vâridatları ve gazyağları ve madde-i iştialleri nereden geliyor? Neden tükenmiyor? Neden yanmak muvazenesi bozulmuyor? Küçük bir lâmba dahi muntazam bakılmazsa söner. Kozmoğrafyaca, küre-i arzdan bir milyondan ziyade büyük ve bir milyon seneden ziyade yaşayan güneşi HAŞİYE-1 kömürsüz, yağsız yandıran, söndürmeyen Hakîm-i Zülcelâlin hikmetine, kudretine bak, “Sübhânallah” de. Güneşin müddet-i ömründe geçen dakikaların âşirâtı adedince “Mâşaallah, bârekâllah, lâ ilâhe illâ Hû” söyle.

Demek bu semâvî lâmbalarda gayet harika bir intizam var. Ve onlara çok dikkatle bakılıyor. Güya o pek büyük ve pek çok kütle-i nâriyelerin ve gayet çok kanâdil-i nuriyelerin buhar kazanı ise, harareti tükenmez bir Cehennemdir ki, onlara nursuz hararet veriyor. Ve o elektrik lâmbalarının makinesi ve merkezî fabrikası daimî bir Cennettir ki, onlara nur ve ışık veriyor; ism-i Hakem ve Hakîmin cilve-i âzamıyla, intizamla yanmakları devam ediyor.

Ve hâkezâ, bunlara kıyasen, yüzer fennin herbirisinin kat’î şehadetiyle, noksansız bir intizam-ı ekmel içinde, hadsiz hikmetler, maslahatlarla bu kâinat tezyin edilmiştir. Ve o harika ve ihatalı hikmetle mecmu-u kâinata verdiği intizam ve hikmetleri, en küçük bir zîhayat ve bir çekirdekte, küçük bir mikyasta derc etmiştir. Ve malûm ve bedihîdir ki, intizamla gayeleri ve hikmetleri ve faydaları takip etmek, ihtiyar ile, irade ile, kast ile, meşiet ile olabilir, başka olamaz. İhtiyarsız,



[NOT]Haşiye-1 Acaba dünya sarayını ısındıran güneş sobasına veyahut lâmbasına ne kadar odun ve kömür ve gazyağı lâzım olduğu hesap edilsin. Hergün yanması için—kozmoğrafyanın sözüne bakılsa—bir milyon küre-i arz kadar odun yığınları ve binler denizler kadar gazyağı gerektir. Şimdi düşün: Onu odunsuz, gazsız, daimî ışıklandıran Kadîr-i Zülcelâlin haşmetine, hikmetine, kudretine, güneşin zerreleri adedince “Sübhânallah, mâşaallah, bârekâllah” de.
[/NOT]





Hakîm
: herşeyi hikmetle belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah




Hakîm-i Zülcelâl
: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi hikmetle yapan Allah

Kadîr-Zülcelâl: sonsuz büyüklük, haşmet ve kudret sahibi olan Allah bedihî: açık, aşikâr
bârekâllah: Allah hayırlı ve bereketli kılmış cilve-i âzam: en büyük yansıma, görünme
daimî: devamlı, sürekliderc etmek: yerleştirmek
hadsiz: sınırsız, sayısızhararet: ısı
haşiye: dipnothaşmet: görkem
hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması hâkezâ: bunun gibi
ihatalı: kapsamlıihtiyar: dileme, seçim gücü
intizam: tertip, düzen intizam-ı ekmel: çok mükemmel düzen, tertip
irade: dileme, tercih, seçme gücü ism-i Hakem: herbir şey nasıl olacaksa, o şeyin keyfiyeti hakkında Cenâb-ı Hakkın küllî hükme sahip olduğunu bildiren ismi
kanâdil-i nuriye: ışık veren kandiller kast: amaç, hedef
kat’î: kesinkozmoğrafya: astronomi, gök bilimi
kudret: güç, iktidar kâinat: evren
küre-i arz: yerküre, dünyakütle-i nâriye: yanan ve ışık veren gök cismi
kıyasen: kıyaslayaraklâ ilâhe illâ Hû: Allah’tan başka ilâh yoktur
madde-i iştial: yakıtmalûm: bilinen
maslahat: fayda, gaye mecmu-u kâinat: kâinatın tamamı
meşiet: dilek, arzumikyas: ölçü
muntazam: düzenli muvazene: denge
mâşallah: “Allah’ın istediği olur” anlamında hayret ve memnunluk ifade etmek için kullanılırmüddet-i ömür: yaşam süresi
mütemadiyen: sürekli olaraksarfiyat: harcamalar
semâvî: gökyüzünde olan sübhanallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir”
tezyin etmek: süslemek vâridat: gelirler
ziyade: çok, fazlazîhayat: canlı
âşirât: dakikanın sâniye, sâlise gibi on birim küçüğü olan zaman dilimleri şehadet: şahid olma, tanıklık etme

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 572

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>iradesiz, kastsız, şuursuz esbab ve tabiatın işi olmadığı gibi, müdahaleleri dahi olamaz.

Demek bu kâinatın bütün mevcudatındaki hadsiz intizamat ve hikmetleriyle iktiza ettikleri ve gösterdikleri bir Fâil-i Muhtârı, bir Sâni-i Hakîmi bilmemek veya inkâr etmek, ne kadar acip bir cehalet ve divanelik olduğu tarif edilmez. Evet, dünyada en ziyade hayret edilecek birşey varsa, o da bu inkârdır. Çünkü kâinatın mevcudatındaki hadsiz intizâmât ve hikmetleriyle vücut ve vahdetine şahitler bulunduğu halde Onu görmemek, bilmemek, ne derece körlük ve cehalet olduğunu, en kör cahil de anlar. Hattâ, diyebilirim ki, ehl-i küfrün içinde, kâinatın vücudunu inkâr ettiklerinden ahmak zannedilen Sofestâîler, en akıllılarıdır. Çünkü, kâinatın vücudunu kabul etmekle Allah’a ve Hâlıkına inanmamak kabil ve mümkün olmadığından, kâinatı inkâra başladılar. Kendilerini de inkâr ettiler, “Hiçbir şey yok” diyerek, akıldan istifa ederek, akıl perdesi altında sair münkirlerin hadsiz akılsızlıklarından kurtulup bir derece akla yanaştılar.

DÖRDÜNCÜ NOKTA

Onuncu Sözde işaret edildiği gibi, bir Sâni-i Hakîm ve gayet hikmetli bir usta, bir sarayın herbir taşında yüzer hikmeti hassasiyetle takip etse, sonra o saraya dam yapmayıp, boşu boşuna harap olmasıyla, takip ettiği hadsiz hikmetleri zayi etmesini hiçbir zîşuur kabul etmediği ve bir Hakîm-i Mutlak, kemâl-i hikmetinden, bir dirhem kadar bir çekirdekten yüzer batman faydaları, gayeleri, hikmetleri dikkatle takip ettiği halde, dağ gibi koca ağaca bir dirhem kadar birtek fayda, birtek küçük gaye, birtek meyve vermek için o koca ağacın pek çok masarıfını yapmakla, kendi hikmetine bütün bütün zıt ve muhalif olarak, müsrifâne bir sefahet irtikâp etmesi hiçbir cihetle imkânı olmadığı gibi; aynen öyle de, bu kâinat sarayının herbir mevcudatına yüzer hikmet takan ve yüzer vazife ile teçhiz





Fâil-i Muhtâr: kendi iradesiyle faaliyette bulunan, istediğini yapan Allah Hakîm-i Mutlak: sınırsız hikmet sahibi, herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah
Hâlık: herşeyi yaratan Allah Sofestâî: kâinatın Yaratıcısını kabul etmemek için herşeyi, hattâ kendini dahi inkâr eden bir felsefî ekole bağlı kimse
Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yapan Allah acip: hayret verici, şaşırtıcı
ahmak: akılsızbatman: yaklaşık 8 kg ağırlığında bir ağırlık ölçüsü
cehalet: cahillikcihet: taraf, yön
dirhem: eskiden kullanılan ve 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimidivanelik: akılsızlık
ehl-i küfür: inkârcılar, inançsızlar, kâfirler esbab: sebepler
hadsiz: sınırsız, sayısızharap olmak: yıkılmak
hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması hikmetli: ilim ve yüksek bilgi sahibi
ihtiyarsız: irade ve tercih kabiliyeti olmayan iktiza etmek: gerektirmek
inkâr etmek: kabul etmemek, yok olduğunu iddia etmek intizâmât: intizamlar, düzenlilikler
iradesiz: tercih ve dileme özelliği olmayan irtikâp etmek: yapmak, işlemek
istifa etmek: terk etmek, bırakmakkabil: mümkün, olabilir
kastsız: amaçsız kemâl-i hikmet: eksiksiz, tam ve mükemmel bir hikmet
kâinat: evren masarıf: masraflar, harcamalar
mevcudat: varlıklar muhalif: aykırı, zıt
müdahale: karışmamünkir: Allah’a inanmayan
müsrifâne: israf edercesine sair: diğer, başka
sefahet: zevk ve eğlenceye düşkünlüktabiat: canlı cansız bütün varlıklar, doğa
teçhiz etmek: donatmakvahdet: tek olma
vücut: varlık zayi etmek: kaybetmek
ziyade: çok, fazlazîşuur: şuur sahibi, bilinçli
şahit: tanık şuursuz: bilinçsiz

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 573

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>eden, hattâ herbir ağaca meyveleri adedince hikmetler ve çiçekleri adedince vazifeler veren bir Sâni-i Hakîm, kıyameti getirmemekle ve haşri yapmamakla, bütün had ve hesaba gelmeyen hikmetleri ve nihayetsiz vazifeleri mânâsız, abes, boş, faydasız zayi etmesi, o Kadîr-i Mutlakın kemâl-i kudretine acz-i mutlak verdiği gibi, o Hakîm-i Mutlakın kemâl-i hikmetine hadsiz abesiyet ve faydasızlığı ve o Rahîm-i Mutlakın cemâl-i rahmetine nihayetsiz çirkinliği ve o Âdil-i Mutlakın kemâl-i adaletine nihayetsiz zulmü vermek demektir. Adeta, kâinatta herkese görünen hikmet, rahmet, adaleti inkâr etmektir. Bu ise en acip bir muhaldir ki, hadsiz bâtıl şeyler, içinde bulunur.

Ehl-i dalâlet gelsin, baksın: Gireceği ve düşündüğü kendi kabri gibi, kendi dalâletinde ne derece dehşetli bir zulmet, bir karanlık ve yılanların, akreplerin yuvası bir kuyu olduğunu görsün. Ve âhirete iman ise, Cennet gibi güzel ve nuranî bir yol olduğunu bilsin, imana girsin.

BEŞİNCİ NOKTA

İki Meseledir.

BİRİNCİ MESELE: Sâni-i Zülcelâl, ism-i Hakîmin muktezasıyla, herşeyde en hafif sureti, en kısa yolu, en kolay tarzı, en faydalı şekli ehemmiyetle takip ettiği gösteriyor ki, israf, abesiyet, faydasızlık, fıtratta yoktur. İsraf ise, ism-i Hakîmin zıddı olduğu gibi, iktisat onun lâzımıdır ve düstur-u esasıdır.

Ey iktisatsız, israflı insan! Bütün kâinatın en esaslı düsturu olan iktisadı yapmadığından, ne kadar hilâf-ı hakikat hareket ettiğini bil;
blank.gif
1
كُلُوا وَاشْرَبوُا وَلاَ تُسْرِفُوا âyeti ne kadar esaslı, geniş bir düsturu ders verdiğini anla.






[NOT]Dipnot-1 “Yiyin, için, fakat israf etmeyin.” A’râf Sûresi, 7:31.

[/NOT]






Hakîm-i Mutlak: herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan sınırsız hikmet sahibi Allah Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kuvvet sahibi Allah
Rahîm-i Mutlak: sınırsız şefkat ve merhamet sahibi olan Allah Sâni-i Hakîm: her şeyi hikmetli ve san’atlı bir şekilde yapan Allah
Sâni-i Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi olan ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah abes: boş ve faydasız
abesiyet: faydasız ve gayesiz oluşacip: hayret verici, şaşırtıcı
acz-i mutlak: sınırsız güçsüzlük bâtıl: hak olmayan
cemâl-i rahmet: şefkat ve merhametteki güzellik dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inkârcılık
düstur: kanundüstur-u esas: temel kanun, anayasa
ehemmiyet: önemehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
esaslı: köklüfıtrat: yaratılış, mizaç
had ve hesaba gelmemek: sonsuz ve sınırsız olmakhadsiz: sayısız
haşir: öldükten sonra âhiret âleminde tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma hikmet: fayda, gaye
hilâf-ı hakikat: gerçeğe aykırı iktisat: tutumluluk, israf etmeme
iman: Allah’a inanma inkâr etmek: kabul etmemek
ism-i Hakîm: Allah’ın herşeyi hikmetle yaptığını bildiren ismi kemâl-i adalet: eksiksiz adalet
kemâl-i hikmet: Allah’ın herşeyi eksiksiz bir hikmetle yapması kemâl-i kudret: Allah’ın kudretinin mükemmelliği
kâinat: evren kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
muhal: imkansızmukteza: bir şeyin gereği
nihayetsiz: sınırsıznuranî: aydınlık
rahmet: İlâhî şefkat, merhamet suret: biçim, görünüş
zayi etmek: kaybetmekzulmet: karanlık
Âdil-i Mutlak: sonsuz adâlet sahibi Allah âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 574

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>İKİNCİ MESELE: İsm-i Hakem ve Hakîm, bedâhet derecesinde, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın risaletine delâlet ve istilzam ediyor denilebilir.

Evet, madem gayet mânidar bir kitap, onu ders verecek bir muallim ister. Ve gayet güzel bir cemal, kendini görecek ve gösterecek bir âyine iktiza eder. Ve gayet kemalde bir san’at, teşhirci bir dellâl ister. Elbette, herbir harfinde yüzer mânâlar, hikmetler bulunan bu kitab-ı kebîr-i kâinatın muhatabı olan nev-i insan içinde, elbette bir rehber-i ekmel, bir muallim-i ekber bulunacak. Tâ ki, o kitapta bulunan kudsî ve hakikî hikmetleri ders verecek; belki kâinattaki hikmetlerin vücudunu bildirecek; belki kâinatın hilkatindeki makasıd-ı Rabbâniyenin zuhuruna, belki husulüne vesile olacak; ve umum kâinatta Hâlık tarafından gayet ehemmiyetle izharını irade ettiği kemâl-i san’atını, cemâl-i esmâsını bildirecek, âyinedarlık edecek. Ve o Hâlık, bütün mevcudatla kendini sevdirmek ve zîşuur mahlûklarından mukabele istediğinden, o zîşuurların namına birisi o geniş tezahürât-ı rububiyete karşı geniş bir ubudiyetle mukabele edip, ber ve bahri cezbeye getirecek, semâvat ve arzı çınlatacak bir velvele-i teşhir ve takdisle o zîşuurların nazarını o san’atların Sâniine çevirecek; ve kudsî dersler ve talimatla bütün ehl-i aklın kulaklarını kendine çevirecek bir Kur’ân-ı Azîmüşşanla, o Sâni-i Hakem-i Hakîmin makasıd-ı İlâhiyesini en güzel bir surette gösterecek; ve bütün hikmetlerinin tezahürüne ve tezahürât-ı cemâliye ve celâliyesine karşı en ekmel bir mukabele edecek bir zât, güneşin vücudu gibi bu kâinata lâzımdır, zarurîdir.





Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun Hâlık: herşeyi yaratan Allah
Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi yüce olan Kur’ân Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah Sâni-i Hakem-i Hakîm: her varlığa hakkını veren, herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan Allah
arz: yeryüzübedâhet: açıklık, aşikâr olma
ber ve bahr: kara ve denizcemâl: güzellik
cemâl-i esmâ: isimlerin güzelliği cezbe: Allah aşkıyla kendinden geçme
dellâl: ilan edici, duyurucu delâlet: delil olma, işaret etme
ehemmiyet: değer, önemehl-i akıl: akıl sahipleri
ekmel: en mükemmel hakikî: asıl, gerçek
hikmet: fayda, gaye hilkat: yaratılış
husul: meydana gelmeiktiza etmek: gerektirmek
irade etmek: dilemek ism-i Hakem ve Hakîm: Allah’ın küllî hükmünü ve her şeyi hikmetle yarattığını ifade eden isimleri
istilzam etmek: gerekli kılmakizhar: ortaya çıkarma, gösterme
kemâl: mükemmellik, kusursuzluk kemâl-i san’at: eksiksiz ve mükemmel san’at
kitab-ı kebîr-i kâinat: büyük bir kitabı andıran kâinat kudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak
kâinat: evren mahlûk: varlık
makasıd-ı Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’ın yüce maksatları, gayeleri makasıd-ı İlâhiye: Allah’ın varlıkları yaratmasındaki maksatları
mevcudat: varlıklar muallim: öğretmen
muallim-i ekber: en büyük öğretmen muhatap: hitab olunan, kendisine söz söylenilen
mukabele: karşılık verme mânidar: mânâlı, anlamlı
namına: adınanazar: bakış
nev-i insan: insan türü, insanlıkrehber-i ekmel: en mükemmel rehber
risalet: elçilik, peygamberlik semâvât: gökler
suret: biçim, şekil talimat: eğitimler
tezahür: ortaya çıkma, görünme tezahürât-ı cemâliye ve celâliye: Allah’ın sonsuz güzelliğiyle birlikte heybet ve haşmetinin sürekli bir şekilde kendini göstermesi
tezahürât-ı rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesinin gözle görülür olması teşhirci: sergileyici
ubudiyet: Allah’a kulluk umum: bütün
velvele-i teşhir ve takdis: güzellikleri dile getirme ve kusursuzluğu ilân etme sesleri vesile: aracı
vücud: var olma zarurî: zorunlu
zuhur etmek: ortaya çıkmak, görünmek zîşuur: şuur sahibi
âyinedarlık: ayna tutuculuk

<tbody>
</tbody>


 
Üst