Marifetullah ve Muhabbetullah

topraktoprak

Well-known member
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM elhamdülillâhi rabbil âlemîn velâkıbetülil müttekîn vessalêtü vessalêmü alê seyyidine Muhammedivve alê êlihi vesahbihi ecmain, alê rasulüne salevât elfü elfi selatin ve elfü elfi selamin aleyke ya resulellah. elfü elfi selatin ve elfü elfi selamin aleyke ya habibellah elfü elfi selatin ve elfü elfi selamin aleyke ya emine vahyillah...
Değerli kardeşlerim risale derslerimiz devam ediyor
Katılımlarınızı bekliyoruz...
Allah'ın selamı hepimizin üzerine olsun. Amin.


[BILGI]Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz ;[/BILGI]
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

topraktoprak

Well-known member
Cevap: Risale Açıklamalı 10.yirminci mektup

Katiyen (kesinlikle) bil ki, hilkatin (yaradılışın) en yüksek gayesi (amacı) ve fıtratın (doğuştan gelen özelliğin) en yüce neticesi, iman-ı billâhtır (Allah'a imandır). Ve insaniyetin en âli (üstün, yüce) mertebesi (derecesi) ve beşeriyetin (insanlığın) en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır (Allah'ı bilme, tanımadır). Cin ve insin (insanın) en parlak saadeti (mutluluğu) ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır (Cenab-ı Hakk'a karşı beslenen ihlâslı sevgidir). Ve ruh-u beşer (insan ruhu) için en hâlis (saf, duru) sürur (sevinç) ve kalb-i insan (insan kalbi) için en sâfi (temiz, saf) sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir (ruhun aldığı lezzettir).


Evet, bütün hakikî (gerçek) saadet (mutluluk) ve hâlis (saf) sürur (sevinç) ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra (nurlara), esrara (sırlara), ya bilkuvve (kabiliyet olarak) veya bilfiil (fiilen) mazhardır (sahip olur, şereflenir). Onu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete (sıkıntıya), âlâma (acılara) ve evhama (kuruntulara) mânen ve maddeten müptelâ (tutulmuş) olur.

Evet, şu perişan dünyada, âvâre (başıboş, şaşkın) nev-i beşer (insan türü) içinde, semeresiz (meyvesiz) bir hayatta, sahipsiz, hâmisiz (koruyucusuz, himayesiz) bir surette, âciz (güçsüz), miskin (zavallı) bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder? İşte bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan, fâni (geçici) dünyada, insan sahibini tanımazsa, mâlikini (sahibini) bulmazsa, ne kadar biçare sergerdan (şaşkın) olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder (sığınır), kudretine istinad eder (dayanır). O vahşetgâh (korkutucu bir yer olan) dünya, bir tenezzühgâha (gezinti yerine) döner ve bir ticaretgâh (ticaret yeri) olur.
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Risale Açıklamalı 10.yirminci mektup

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

[BILGI]Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz ;[/BILGI]

Allah cc. biz kullarını Kendisini tanıyalım ve ibadet edelim diye yaratmış. Tanımadan ibadet etmek bir derece zevk verse de eksiktir. Çünkü bilmek başkadır tanımak başka. "Allah var mı" diye sorsalar, müslümanlar olarak kayıtsız şartsız "evet var" deriz ancak "nasıl vardır, alametleri, işaretleri nelerdir" dendiğinde onu tanımanın gerekliliğini anlamış oluruz. Çünkü Onun varlığını ispat edebilmek için tanımak şarttır sadece var demekle olmaz.

Allahı bize tanıtan o kadar çok şey vardır ki filden bakteriye, zerreden şemse kadar herşey lisanı haliyle Onu anlatır ve Onu tanıttırır. Bunu anlayabilmek için bir saati bir sene nafile ibadetten daha hayırlı olan tefekkürü yapmak gerekiyor.

Allah'ı isim ve sıfatları ile bilmeniz zevki tarif edilemez. Bilir gibi yapılan ibadetle tanır gibi yapılan ibadet arasında da çok büyük fark vardır. Bundandır ki Allah'tan en çok korkanlar Onu en çok tanıyanlar ve tanımakla yakın olanlardır. Bu korku halis ve sürurlu bir korkudur. Bir çocuğun annesinin şefkatli tokadından tekrar onun sinesine sığınmasındaki lezzet gibi, Allahtan havf etmenin de sınırsız zevk ve lezzeti vardır.

[BILGI]Evet, Allah'ı tanımayanın, dünya dolusu belâ başında vardır. Allah'ı tanıyanın dünyası nurla ve mânevî sürurla doludur; derecesine göre, iman kuvvetiyle hisseder. Bu imandan gelen mânevî sürur ve şifa ve lezzet altında, cüz'î maddî hastalıkların elemi erir, ezilir. Yirmi Beşinci Lem'a[/BILGI]

diyor Üstad. Sadece başımıza gelen hastalıklar ve musibetler açısından baksak bile Onu tanımanın verdiği zevki anlatamayız. İnanmayan birinin veyahut Onu tanımayan birinin başına gelen hastalık ve musibetlerde nasıl bir hale girdiklerine bakalım. "Elhamdülillah müslümanım" diyen çok insanlar var ki Onu tanımayarak başlarına bir musibet geldiğinde isyana kalkışıyorlar. Sanki haşa Allahın iradesi dışında birşey olmuş gibi davranılabiliniyor. İman eden ve tanıyan ise tevekkül ediyor, teslim oluyor, iki cihan saadetine mazhar oluyor inşaallahu teala.
 

topraktoprak

Well-known member
Cevap: Risale Açıklamalı 10 : Marifetullah ve Muhabbetullah

Allah’ı tanımayan ve onu sevmeyen, gerçek saadete, gerçek sevince, gerçek nimete, gerçek ve saf lezzete ulaşamaz, demektir. Demek gerçek saadet, sevinç, nimet ve lezzet, Allah’ı tanımak ve O'nu sevmek ile mümkündür.

Mesela; kainatın şefkatli ve hikmetli bir Allah tarafından tedbir ve terbiye edildiğini düşünmekte büyük bir lezzet ve saadet vardır. Zira bütün aciz ve zayıf yavruların rızıklarını mükemmel bir şekilde ve vakti vaktine temin edilmesini ve onların güzelce terbiye edildiğini bilmek, elbette tesadüf ve tabiat fikrinden daha hoş, daha mantıklı ve daha güzel bir düşüncedir.

Şayet Allah yok deyip, bütün her şeyi tesadüfe ve tabiata havale etsen, kalbin ve ruhun sürekli endişe ve karanlık içinde kalır. Zira milyonlarca yavrunun şefkatli bir şekilde terbiye edilmesini ve hikmetli ve güzel bir şekilde rızıklandırılmasını tesadüfe ve tabiata havale etmek ve bundan emin olup telaşlanmamak mümkün görünmüyor. Halbuki insan, ancak emin olup telaşlanmadığı zaman mesut ve bahtiyar olur.

Ölümün içyüzü ancak marifet ve muhabbet ile çözülür. Ölüm kafir için ebedi bir yok oluş, sonsuz bir hiçlik iken; Allah’ı tanıyan ve ibadet ile onu sevdiğini gösteren bir mümin için, ebedi bir alemin kapısı, sonsuz bir saadetin başlangıcıdır. İşte ölümün hakikati ancak marifet ve muhabbet ile çözümlenebiliyor. Küfür ve inkar ise; bir kördüğüm gibidir, insanı karamsarlığa ve dehşete atıyor. Daha bunun gibi yüzlerce örnek Risale-i Nur'larda geçiyor.
Sorularla Risale
 

uður1

Well-known member
Cevap: Risale Açıklamalı 10 : Marifetullah ve Muhabbetullah

Allah razı olsun inş. Hocam..evet bizde ibadetlerimizi marifetullah ve muhabbettullah çerçevesinde yapmaya kılmaya çalışmalıyız.........selametle.......
 

topraktoprak

Well-known member
Cevap: Risale Açıklamalı 10 : Marifetullah ve Muhabbetullah

"Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara, ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur."
"Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta, sahipsiz, hâmisiz bir surette, âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder? İşte bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan, fâni dünyada, insan sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar biçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur."(1)
İman, hakikatleri insana gösteren bir nur ve bir ışıktır. Şayet iman nuru ve ışığı, insanın olaylara bakışında rehber olmaz ise, olayların manasını ve hakikatini kavrayamaz.
Mesela; inkar ve küfür nazarında ölüm bir hiç ve bir yokluktur. Zamanın akıp gitmesi, varlıkları yokluk derelerine yuvarlayan dehşetli bir sel gibidir. Geçmiş, varlıkların yokluk mezarlığı hükmündedir. Gelecek ise, karanlık ve insanın başına hangi musibetleri getireceği bilinmeyen bir endişe noktasıdır.
İman nazarında ölüm ise; saadeti ebediyenin başlangıcı, daimi bir memlekete açılan bir kapı hükmündedir. Zamanın akıp gitmesi ise; askerlikteki terhis gibi, vazifesini bitiren manasını gösteren, varlık aleminin kararlı ve daimi bir memlekete; yani vatanı aslileri olan cennete gitmek için bir vasıta ve araçtır. Aynı şekilde imanının nazarında geçmiş yokluk kuyusu değildir, hiçbir mahluk varlıktan sonra ebedi hiçliğe gitmiyor.
Gelecek ise; karanlık ve insana endişe üreten bir nokta değil, bilakis vazifesini bekleyen ve varlık alemine çıkmayı bekleyen plan ve programlarla doludur. İşte imanın nuru ve bakış açısı, olayların ve nesnelerin hakikat-i halini ve gerçekliğini, insanın nazarına takdim ediyor. İman hayata ve nazara, nur ve ışık oluyor.
Küfrün nazarında insan sahipsiz, amaçsız, başıbozuk, avare dolaşan bir canavar iken, imanın nazarında sahipli, amaçlı ve bir gaye etrafında hareket eden aziz bir misafir, ulvi bir halife-yi zemindir. İnsanın kalp ve kafasında iman yoksa, dünyanın bütün saltanatı onun olsa bir işe yaramaz, manevi cihazlarının boşluğunu dolduramaz.
SorularlarRisale
 

topraktoprak

Well-known member
Cevap: Risale Açıklamalı 10 : Marifetullah ve Muhabbetullah

Risale-i nur sebebi hilkat-i âlemi şu şekilde formüle etmiştir: cemal ve kemal sahibi bir zat kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek ister. Allahü teala da kendi cemal ve kemalini, isim ve sıfatlarını görmek ve göstermek için bu kainatı yaratmıştır. Yaratmış olduğu kullarının kendini tanımasını, iman ve ibadet etmesini, onun had ve hesaba gelmez nimetlerinin karşılığında şükretmelerini, cemal ve kemaline karşı muhabbet etmelerini ister.

Şu dünya yolculuğunda yürümemiz gereken yolu ve bu yolda yürümenin usulünü bize ders veren Kur'ân-ı Hakîm'in, insanın yaratılış sırrını ve hikmetini açıklayan binlerce âyetinden biri, Zâriyat sûresinin 56. âyetidir. Meallerde genellikle "Ben insanları ve cinleri ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım" şeklinde açıklanan bu âyet, Risale-i Nur'un en dikkat çekici bahislerinden biri olan Âyetü'l-Kübra'nın da esası hükmündedir. "Kâinattan Hâlikını soran bir seyyah"ın müşahedeleri, söz konusu eserin mukaddimesinde, bu âyetle başlar. Devamında, âyetin kısa bir açıklaması hükmünde, şu sözlere yer verilir:
"Bu âyet-i uzmânın sırrıyla, insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi: Hâlik-ı kâinatı tanımak ve Ona iman edip ibadet etmektir ve o insanın vazife-i fıtratı ve fariza-i zimmeti marifetullah ve iman-ı billah'dır ve iz'an ve yakîn ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir."

Bu kısa açıklamada, meallerde yer almayan bazı hususlar bulunur. Meselâ, âyette geçen ve meallerin "ibadet etsinler" diye zikrettiği , "Hâlık-ı kâinatı tanımak ve Ona iman edip ibadet etmek" diye açıklanır. Ardındaki cümlede, aynı husus "marifetullah," "iz'an ve yakîn ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmek" ifadeleriyle bir kez daha vurgulanır.

Âyetü'l-Kübra'nın daha en başında yapılan bu vurgu, esasen, Risale-i Nur'un genelinde mevcut olan bir ana fikrin yansımasıdır. Bahsi geçen âyetin ve daha birçok âyetin ders verdiği ubudiyet görevi, Risale-i Nur'a göre, ancak Allah'ı tanıyıp sevmekle gerçekleşir. İnsan, ihsan edene perestiş eder bir fıtratta yaratılmıştır; ve ancak ona sayısız nimetlerle ihsanda bulunanın yalnız ve ancak Âlemlerin Rabbi olduğunu anlaması ölçüsünde kendini ubudiyetle Ona sevdirmeye çalışacaktır. Kısacası, ubudiyetin esası ve anahtarı, marifetullahtır.

İşte bu yüzden, Risale-i Nur, baştan sona, "Allah'ı tanımak" diye de ifade edilen "marifetullah" üzerinde durmakta; bizi marifetullaha götüren yolları göstermektedir.
İnsanın ancak marifetullah ile birlikte lâyıkınca gerçekleşen ubudiyet görevini yerine getirebilmesi için ona rehberlik edecek çok "muarrif"ler vardır.
İnsana Rabbini tanıtan bu muarriflerin, Risale-i Nur'da şu dört ana başlıkta toplandığı görülmektedir:

(1) Bütün peygamberlerin "marifet"ini şahsında toplayan Hz. Muhammed (a.s.m.)
(2) bütün semavî kitapların ders verdiği hakikatın en azamî ifadesi olan Kur'ân;
(3) bütün mahlukatı içeren kâinat; ve
(4) insanın Allah'ı tanıma istidadı taşıyan tüm duygularının merkezi hükmündeki "fıtrat-ı zîşuur" olarak vicdan. Şu dünya yolculuğunun asıl amacı olan ubudiyet ekseninde insana Rabbini tanıtan "muarrif"ler çok olmakla birlikte, zikrettiğimiz bu dört muarrif, "küllî muarrif" hükmündedirler.

Elhasıl insanın nefsine uyarak günahlara gitmesinin, kendini günahlardan kurtaramamasının, ibadet etmeyişinin veya ibadet etse de ibadetlerine riya, ucub gibi hislerin karışmasının hepsinin temelinde iman zafiyeti vardır.
Nefsani arzulardan kurtularak, ibadetlerde ihlasa ermek imanın kuvvetlenmesiyle olur.
Risale-i Nur da insanların imanını kuvvetlendirerek onların nefsani arzulardan kurtulmalarına ve ihlaslı amel işlemelerine vesile olmaktadır.
 
Üst