Fâizi Ne Alırız, Ne de Veririz!

uður1

Well-known member
Fâizi Ne Alırız, Ne de Veririz!
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların "Alım-satım tıpkı faiz gibidir" demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah'a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar.” (Bakara, 275)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Fâizin her çeşidi kaldırılmıştır; ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz ne de zulme uğrayınız! Allâh’ın emriyle fâizcilik artık yasaktır. Câhiliyeden kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz de Abdülmuttalib’in oğlu (amcam) Abbâs’ın fâizidir.” (Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56; İbn-i Mâce, Menâsik, 76, 84;)
Rasûlullah (sav) buyuruyor:
“-Yedi helâk ediciden kaçının!” Sahâbîler:
“-Ey Allahın Rasûlü! Bunlar nelerdir?” diye sordular.
Hz. Peygamber (sav):
“-Allah’a ortak koşmak, sihir (büyü) yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir nefsi haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak, evli, namuslu ve hiç bir şeyden haberi olmayan kadınlara zina isnad etmektir,” buyurdu. (Buhârî, Vasâyâ 23, Tıb 38, Hudûd 44; Müslim, Îmân 145. Ebû Dâvûd, Vasâyâ 10; Nesâî, Vasâyâ 12)
Her Güne Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)
ed-Dârr: Zarar verenleri ve zararlı yönleri de olmak üzere her şeyi yaratan, elem verici şeyleri de halk eden demektir.
Kısa Günün Kârı
Şiddetle yasaklanmış olan faizi almak da vermek de Peygamber Efendimiz tarafından lanetle karşılanmıştır.
Lügatçe
fâiz: İşlenilmek üzere veya ödünç verilen paraya karşılık alınan kâr elde edilen haksız kazanç.
isnad etmek:
Dayandırmak.

 

uður1

Well-known member





[h=1]Cenaze töreninde alkış da olmaz, tekbir de[/h] Aile Sağlık | barlanur | 15 Kasım 2011 10:50




Ebedî hayata uğurlamanın da bir adabı vardır. O an, vefat eden insan için ebedî hayatın başlangıcıdır. Ama aynı zamanda geri kalanların ölümü hatırlaması adına önemli bir derstir. Peki ölünün ardından, cenaze töreninde yapılan bazı ritüeller ne kadar doğru? Cenazede slogan atmak, alkış tutmak, zılgıt çekmek, tekbir getirmek, parayla Kur’an okumak, tabut başında uzun konuşmalar yapmak dinen uygun mu? Ölüm, perde perde hayatımızı saran, en beklenmedik anda karşımıza çıkan, bazen tenhada, bazen kalabalıkta bizi, sevdiklerimizi hayattan koparıp alandır. Ölüm “Sabredenleri müjdele. Onlar başlarına bir musibet gelince, ‘Biz hiç şüphesiz Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz’ derler.” ilahi fehvasına konu olan büyük vuslattır. Diyanet dergisinin son sayısında ebedi hayata uğurlama âdaplarını ele alan 32 sayfalık bir ek yayımlandı. Alanında uzman 8 kişi, “Cenaze merasimleri nasıl olmalı? Ölünün ardından sorumluluklarımız neler? Yas sürecinde yakınını kaybeden kişiye yardım ve yaklaşım nasıl olmalı?” gibi pek çok soruya cevap verdi. Ölüyü övmek cahiliye âdetidir Prof. Dr. Hayreddin Karaman: Ölü başında uzun boylu konuşmak, ölüyü övmek hem cahiliye âdetidir hem de ölünün teçhiz ve defininde acele davranma sünnetine aykırıdır. Helallik almak ve kısaca dua etmek uygundur. Cenazeyi defnettikten sonra bir müddet oradan ayrılmayıp dua ve istiğfar ile meşgul olmak da sünnettir. Sükûnet içerisinde uğurlanmalı Dr. Ekrem Keleş (Din İşleri Yüksek Kurulu): Cenazede alkış tutmak veya çeşitli etkenlerle cenaze merasimini bir protestoya dönüştürmek dinî bakımdan asla doğru değildir. İslam geleneğinde cenazenin sükuneti ile bağdaşmayacağı için tekbir getirmek bile uygun görülmemiş ve mekruh olarak kabul edilmiştir. Cenaze merasimleri ibadet yönü bulunan uygulamalardır. Bu merasimlerde müminler ölmüş kardeşlerine dua eder, ailesinin acısını paylaşır, ölümü hatırlar ve tefekkür eder. Cenaze merasimleri yaşayanlara yönelik ölümü hatırlatmak, ahireti düşünerek ibret almak gibi bir başka işlevi de vardır. Bu sebeple cenaze merasimlerinde alkış tutmak, ıslık çalmak, bağırıp çağırmak, yüksek sesle ağlamak, slogan atmak, zılgıt çekmek, tezahürat yapmak caiz olmaz. Törenler, yas sürecini kısaltır Prof. Dr. Kemal Sayar (Psikiyatrist): Cenaze törenleri öncelikle, ölenin yakınları için ölümü kabullenmeyi kolaylaştırır. Herhangi bir afetin, kazanın sonucu bedenine ulaşılamayan insanların ardından sembolik törenlerin yapılmasının bir sebebi de budur. İnsan kabul etmek istemez sevdiği bir insanın hayatından geri dönüşü imkânsız bir şekilde gitmesini ve inkâr eder. Cenaze töreni ile yasın ilk aşaması olan inkâr durumunda, ölenin yakınları emin olurlar ki geri dönüş yoktur. Böylelikle yas sürecini inkârdan diğer basamaklara geçerek tamamlamaları ve devam eden bir yasa dönüştürmemeleri daha kolay olur. Sevdiğimiz kişiyi toprağa vermekle bizim rehabilitasyonumuz da başlar. Yetimlere destek olunmalı Prof. Dr. Soner Gündüzöz: (Din İşleri Yüksek Kurulu): Taziye müddeti, acının katmerleşmesine engel olmak için 3 gün ile sınırlandırılmıştır. Ölünün ardından ücret karşılığı Kur’an okumak ve okutmak, cenazenin defininden sonra yapılan devir ve ıskat gibi uygulamalar, mezarlıkları ibadethane haline getirmek, ölülerden medet umarak kabir ve türbelerde mum yakmak ve çaput bağlamak bidattir. Ölenin yakınlarına düşen birtakım sorumluluklar vardır. Ölenin borcu varsa onlar vârisleri olarak alacaklılara bunu geciktirmeden ödemeli. Bir kişi öldüğünde onun iyiliklerini anlatmak, onun ardından hayır duada bulunmak ve hakkında kötü söz söylememek gerekir. Ölenin ardında bıraktığı yetimlerin ümidini kırmamak, onlara manevî destek olmak, yaşama sevinci aşılamak, bununla da yetinmeyip onlardan ihtiyaç sahiplerine olabildiğince her türlü maddî desteği yapmak mümin olmanın şiarındandır. Şeytanın ne yiyip, ne giyeceksin? sorularına aldanma Prof. Dr. Kâmil Yılmaz (Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı): İnsanı her an dünyaya esir etmeye çalışan şeytanın, “Ne yiyeceksin, giyeceksin? Nerede barınacaksın?” şeklindeki şaşırtıcı sorularına kişi, “Ölüm yiyeceğim, kefen giyeceğim, kabri mesken tutup orada barınacağım” şeklinde radikal cevaplar verebilmelidir. ‘Yası bir an önce bitir, güçlü ol’ dememeli Prof. Dr. Erol Göka (Psikiyatrist): Yas tutan insanın çevresinde bulunanlar, yası bir an önce bitirmesi gerektiği, güçlü bir insan olduğu, iradesini kullanması gibi gerekçelerle büyük değişim ve karar önerileri getirebiliyor. Oysa yapılması gereken, hayatıyla ilgili büyük kararların yas döneminde alınmaması, ertelenmesi önerilerinde bulunmaktır. Duygusal durum, sağlıklı hüküm verme sürecini bulandırabilir. Bu şartlar altında olumsuz ve uzun dönem etkileri olan kararlar alınabilir. Bunlardan kaçınılmalıdır. “Çok acı çekiyorsun, acını paylaşıyoruz, seninleyiz. Bu zor günler geçecektir. Ne istiyorsan yapmaya hazırız, şimdi hayati kararlar verme. Acın yatıştığında, kederin kararların üzerinde etkide bulunmadığında istediğin gibi plan yaparsın.” gibi ifadeler kullanılmalıdır. Zeynep Kaçmaz / Zaman Gazetesi
 

uður1

Well-known member
Cehennem ebedidir

Sual: İbni Teymiyye, (Kâfir, Cehennemde ebedî kalmaz)sözünden dolayı tekfir ediliyor da, aynı sözü söyleyen İbni Arabî niye tekfir edilmiyor?
CEVAP
Kâfirlerin sonsuz Cehennemde kalacağını bildiren birçok âyet vardır. Birinin meali:
(Kâfirlerin malları ve çocukları kendilerini Allah’ın azabından asla kurtaramaz. Onlar Cehennemliktir ve orada ebedî olarak kalırlar.) [Âl-i İmran 116]
Bu âyet-i kerime, müteşabih olmayıp, muhkem, açık olduğu için tevil edilemez. Bu bakımdan, İbni Teymiyye bu âyet-i kerimeye göre küfre düşmüştür. Aynı sözü söyleyen İbni Arabî hazretleri, mazurdur, çünkü bu sözü söylediği zaman, sekr hâlinde idi. Yani tasavvuf sarhoşluğu içindeydi, sözünün farkında değildi. Allahü teâlânın rahmet deryasına dalmış, her tarafı rahmet görüyordu. Onun için, (Bu rahmet deryasında, kâfirler de ebedi kalmaz) dedi. Günahkâr müminler Cehennemden çıkınca, onlara ait Cehennemin yeşil çayır çimenlerle kaplı olduğunu gördüğü zaman, yedi Cehennemin hepsi böyle olacak sanmış, tasavvuf sarhoşluğu içinde yanılmıştır. Kasten söylememiştir. Yoksa aklı başında olan kimse, âyet-i kerimeye aykırı olarak böyle küfür söz söylemez. İbni Teymiyye ise, şuurlu bir şekilde bu sözü söyleyerek küfre girmiştir. İkisi arasında fark çoktur. Birinde tasavvuf [evliya] sarhoşluğu var, ötekinde Vehhabi sarhoşluğu var.

Niyet etmese de
Sual: Abdest alıp camiye giren, öğlenin sünnetine değil de, bir kaza namazına niyet etse, hem öğlenin sünnetini, hem sübha namazını, hem tehıyyet-ül-mescid namazını kılmış olur mu?
CEVAP
Evet, bunlara ayrıca niyet etmese de, hepsi kılınmış olur. Ama niyet edilirse ayrıca niyet sevabı da alınmış olur. Onun için sünneti kılarken, (İlk kazaya kalmış öğlenin farzını, vaktin sünnetini, sübha namazını ve tehıyyet-ül-mescid namazını kılmaya) diye niyet ederek kılmalı, böylece niyet sevabından da mahrum kalmamalı.

Oruca dayanamayan
Sual: Açlığa veya susuzluğa dayanamadığı için kaza orucunu bozmak günah olur mu?
CEVAP
Gerçekten dayanamadığı için bozarsa günah olmaz.

Telefonla konuşmak
Sual: Birine, (Seninle konuşmayacağım) diye yemin eden, telefonla konuşsa yemini bozulur mu?
CEVAP
Evet.
 

uður1

Well-known member
İ. . . : Kur'an'dan Bir Mesaj : . . . "Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adalete uygun tarzda hüküm vermenizi emreder. Allah bununla, size ne de güzel öğüt veriyor! Şüphe yok ki Allah semî ve basîrdir (sözlerinizi de, hükümlerinizi de hakkıyla işitir, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görür)." [Nisa Suresi 4,58]bnu Mes'ud (Radiyallahu Anh) anlatıyor: Resulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem) buyurdular ki:

"Şu iki kişi dışında hiç kimseye gıbta etmek caiz değildir:

Biri ALLAH'ın kendisine verdiği hikmetle hükmeden ve bunu başkasına da öğreten hikmet sahibi kimse.

Diğeri de ALLAH'ın kendisine verdiği malı Hakk yolda sarfeden zengin kimse."

(Buhari, İlm 15)

 

uður1

Well-known member
HUTUVÂT-I SİTTE 2.5.HUTUVÂT-I SİTTE(DEVAMI)
ALTINCI HATVE(DEVAMI)
Şeytan gibi hasis hisleri, fena ahlâkları teşci ve himaye eder, iyi hisleri söndürür. Hem insanî, İslâmî hayatı men etmekle beraber, muvakkat hayvanî bir hayatı, iki genc-i mücehhez, pençeli; ekseriyeti kazanmak için, imhayı esas program yapmış, iki kelbi iki ciğerimize musallat ederek bizi silâhtan tecrit ediyor. İşte onun himayeti, işte hayatımız!

O hasım, gösterdiği kin ve husumet harpten neş’et etme değildir. Harpten olsaydı, tabiî mağlûbiyetimizle sairlerin husumeti gibi sükûnet bulurdu. Hem hasmın, uzakta çirkin yüzündeki riyakârane çizgileri güzel zannedilirdi. Yakında görenler, inşaallah daha aldanmaz.

[SUP]1[/SUP]
كَمَا اَنَّ الضَّرُورَاتِ تُبِيحُ الْمَحْظُورَاتِ كَذٰلِكَ تُسَهِّلُ الْمُشْكِلاَتِ

Korkaklıkta darb-ı mesel hükmünde olan tavuk, çocukları yanında iken şefkat-ı cinsiye sebebiyle camusa saldırır. İşte dehşetli bir cesaret...

Hem darb-ı mesel olmuş: “Keçi kurttan havfı, ıztırar vaktinde mukavemete inkılâp eder. Boynuzu ile kurdun karnını deldiği vâkidir. İşte harika bir şecaat…

Fıtrî meyelân mukavemetsûzdur. Bir avuç su, kalın bir demir gülle içinde atılsa, kışta soğuğa maruz bırakılsa, meyl-i inbisat demiri parçalar.

Evet, şefkatli tavuk cesareti, hamiyetli keçi ıztırarî şecaati gibi, fıtrî bir heyecan demir güllede su gibi, zulmün burudetli husumet-i kâfirânesine maruz kaldıkça herşeyi parçalar. Rus mojikleri buna şahittir.

Bununla beraber, imanın mahiyetindeki hârikulade şehâmet, izzet-i İslâmiyetin tabiatındaki âlem-pesend şecaat, uhuvvet-i İslâmiyenin intibahıyla her vakit mu’cizeleri gösterebilir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
[SUP]1[/SUP] : Zaruretler, yasakları mübah kıldığı gibi zorlukları da kolaylaştırır.

Lügatler :
âlem-pesend : dünyaya meydan okuyan
burudet : soğukluk
camus : manda
darb-ı mesel : meşhur söz, atasözü
ekseriyet : çoğunluk
fıtrî : doğal, yaratılıştan gelen
genc-i mücehhez : donatılmış iki genç
hamiyetli : din, aile, vatan gibi değerleri koruma duygusu ve gayreti olan
hasım : düşman
hasis : âdi, basit, değersiz
havf : korku
hayvanî : hayvansal
himaye etmek : korumak
himayet : koruma
husumet : düşmanlık
husumet-i kâfirâne : kâfirce beslenen düşmanlık
ıztırar : çaresizlik
ıztırarî : zorunlu olarak, çaresizce
imha : yok etme
inkılâp etmek : dönüşmek
intibah : uyanma
izzet-i İslâmiyet : İslâmın izzeti, şeref ve yüceliği
kelb : köpek
mağlûbiyet : mağlûp olma, yenilme
mahiyet : asıl esas, nitelik
maruz bırakılmak : tesiri altında bırakılmak
maruz kalmak : tesiri altında kalmak
men etmek : yasaklamak, engellemek
meyelân : meyletme, bir tarafa veya birşeye eğilim gösterme
meyl-i inbisat : genişleme arzusu, meyil
mojik : Rus köylüsü
mukavemet : direnç, karşı koyma
mukavemetsûz : karşı konulmaz, direnilmez
musallat etmek : bir kişinin başına belâ sarmak, sataşmak
muvakkat : gelip geçici
mübah : yapılması da yapılmaması da bir olan
neş’et etmek : kaynaklanmak
riyakârane : gösterişli bir şekilde
sair : diğer, başka
sükûnet : durgunluk, hareketsizlik
şecaat : yiğitlik, cesurluk
şefkat-ı cinsiye : kendi cinsine olan şefkat
şehâmet : akıl ve zekâ ile olan cesaretlilik
tecrit etmek : soyutlamak, ayırmak, ayrı bırakmak
teşci : cesaretlendirme
uhuvvet-i İslâmiye : İslâm kardeşliği
zaruret : zorunluluk, gereklilik
zulüm : haksızlık, eziyet, işkence




 

uður1

Well-known member
Hem madem her senede, öyle bir Kadir-i Mutlak, haşrin ve Cennet'in nümunelerini binler tarzda icad ediyor. Hem madem bütün semavi fermanları ile saadet-i ebediyeyi va'd edip, Cennet'i müjde veriyor. Hem madem bütün icraatı ve şuunatı hak ve hakikattır ve sıdk ve ciddiyetledir. Hem madem asarının şehadetiyle, bütün kemalat, onun nihayetsiz kemaline delalet ve şehadet eder. Ve hiçbir cihette naks ve kusur onda yoktur. Hem madem hulf-ül va'd ve hilaf ve kizb ve aldatmak, en çirkin bir haslet ve naks u kusurdur. Elbette ve elbette o Kadir-i Zülcelal, o Hakim-i Zülkemal, o Rahim-i Zülcemal va'dini yerine getirecek; saadet-i ebediye kapısını açacak, Âdem babanızın vatan-ı aslisi olan Cennet'e sizleri ey ehl-i iman idhal edecektir.
(Bediüzzaman Said Nursi - 20. Mektub'dan)

Lügatler
Âsâr: eserler
Cihet :yön, taraf
Delalet : delil olmak
Ehl-i iman :Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler
Ferman :emir,tebliğ, buyruk
Hak :varlığı hiç değişmeyen,her hakka sahip,ibadete layık
Hakikat: gerçek
Hakîm ü Zülkemal :Her şeye hikmetler gizleyen mükemmellik sahibi
Haslet :huy, ahlâk, yaratılıştan olan tabiat
Haşir : öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
Hilaf :ters, karşı, zıt, muhalefet
Hulf-ül va’d :sözünde durmamak
İcad :yaratma, var etme, vücuda getirmek
İcraat :yapılan işler, meydana getirilenler, tatbikat
İdhal :içine almak, sokmak, dâhil etmek
Kadîr-i mutlak :mutlak güç ve kuvvet sahibi
Kadîr-i Zülcelal :her türlü eksiklikten yüce kuvvet ve kudret sahibi
Kemalat :faziletler, iyilikler, mükemmellikler
Kizb :yalan, yalan söylemek
Naks :eksiklik, noksan, kusur
Nihayetsiz: sonsuz
Nümune: örnek
Rahîm ü Zülcemal :güzellik ve merhamet sahibi(Allah)
Saadet-i ebediye :sonsuz mutluluk
Semavi :gökle alakalı
Sıdk :doğruluk, doğru söz, hakikata uygun olan
Şehadet : şahitlik, tanıklık
Şuunat :işler, fiiller
Tarz :usul, şekil, metod, yol
Va’d :söz vermek
Vatan-ı asli :İnsanın doğup büyüdüğü veya içinde barınmak kasdedip başka yere gitmek istemediği yer



Son devir alimlerinden Süleyman Hilmi Tunahan: Süleyman Efendi’nin bendelerinden Arif Hikmet Köklü beyefendi 14.09.2001'de şu enteresan hatırayı anlatmışlardır; "Bazı kimseler Bediüzzaman Said Nursi aleyhinde neşriyatta bulunuyorlardı. Onların tesirinde kalarak Şeyh Süleyman Efendi hazretlerine "Biz Said Nursi'yi nasıl bileceğiz?" diye sordum. "Bu Bediüzzaman hazretleri Türkiye'de en sevdiğim zattır" dediler. Yanından bir zat çıkıyordu, onu kast ederek "Siz gelmeden önce bir zat gelmişti. Said Nursi hazretlerinin yanından gelmiş ve sohbetinde bulunmuş. Sohbette bizim bahsimiz olmuş. Ayağa kalkarak: "Ne kadar sevap kazanmışsam yarısını Şeyh Süleyman Efendiye veriyorum" dediğini bize nakletti. Biz de o zata dedik:"Biz de bu güne kadar sevap ve hayır namına ne kazandı isek hepsini Said Nursi hazretlerine hediye ediyoruz. Bunu kendisine bildirirsiniz." ...Yine Arif beyin nakline göre Süleyman Efendi şöyle buyurmuş: "Said Nursi'ye makamını bizzat Resulullah vermiştir. En yüksek dereceye çıkmıştır. Hz. Allah’ın ilham ettiği şekilde yazacak, onun hizmeti de öyle.

Ramazanoğlu Sami Efendi: Lütfi Eraslan anlatıyor; “Yunak müftüsü Süleyman Efendi bir gün M. Sami Üstadımıza sormuş: “Efendim, Said Nursi hazretleri o karanlık günlerde nasıl korkusuzca cihada devam etti?” Mahmud Sami Üstadımız cevaben buyurmuşlar ki: “Bir insanın Allah korkusu her tarafını ihata ederse, sair korkular onun bedenine girmeye yer bulamaz.”

Ömer Nasuhi Bilmen Hoca: Vehbi Vakkasoğlu anlatıyor: Cahil cesareti içinde, bu soruyu Ömer Nasuhi Bilmen Hocamıza bir “ilm-i kelâm” dersinde sorduk. Hepimiz adına soruyu seslendiren arkadaşımıza, o tatlı tebessümüyle bir süre baktı mübarek hocamız… Sonra da, şefkatini hissettiren bir üslûpla dedi ki: “Şimdi ders saatimiz. Mühim bir mevzu üzerindeyiz. Bu husus, sınıftaki herkesi de alâkadar etmeyebilir. Son dersten sonra gelirsen, sualinin cevabını alırsın.” Bizler 18 yaşın verdiği kabına sığmaz heyecanla onu takip ediyorduk. Nasuhi Efendi, dönüp arkasındaki kalabalık öğrenci grubunu gördükçe tebessüm edip yürüyordu. Arkadaşımız peşinde, biz de onun peşinde yokuşu indik. Hocamız Fatih’e gidecek olan troleybüse bindi. Biz de bindik. Oturduğu koltuğun etrafında bir yığın talebesini görünce arkadaşımıza eliyle işaret etti. O da eğilip kulağını hocamıza yaklaştırdı. Ancak onunla beraber birçok kafa da hocamızın üzerine eğildi. Mübarek adam baktı, tebessüm etti ve herhalde merakımızı hoş gördü ki, uzun sorumuza şu kısa cevabı verdi: “Evladım, biz müellifiz. Bir mevzuu araştırır, o husustaki bilgileri toplar, bir nizam içinde düzenler, yazarız. Fakat Bediüzzaman böyle değildir. O, ilhama mazhardır. Onun kulağına yukarıdan fısıldayan var. Biz ise, kendi emeğimizin mahsulünü, derleyip toplayıp yazıyoruz. Bu sebeple, bizimki böyle olur, onun ki de öyle olur.” Daha sonra öğrendik ki, hocamız, Bediüzzaman’ın eserleri aleyhindeki bir rapora imza atmamak için Diyanet İşleri Başkanlığından istifa etmiş.

(Kaynak: Ulemanın Gözüyle Bediüzzaman - Salih Okur)


--
 
Üst