Şüphe ve Tereddüde Düşmeden

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Şüphe ve Tereddüde Düşmeden


Cenab-ı Mevlâ, müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de buyurmuştur:

“İnsanlardan, inanmadıkları halde, “Allah’a ve ahiret gününe inandık” diyenler vardır.

Bunlar Allah’ı ve inananları aldatmaya çalışırlar, oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değildirler.

Kalblerinde hastalık vardır, Allah da hastalıklarını artırmıştır. Yalan söyleye geldikleri için onlara elem verici azap vardır.

Kendilerine: ‘Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!’ dendiği zaman, ‘Bizler sadece düzelticileriz..’ derler.

İyi bilin ki asıl bozguncular kendileridir, lakin farkında değillerdir.” (Bakara, 8-12)

Bu ayetler İsrailoğulları için indirilmiştir. Bozgunculuk yapanlar hakkındadır.

Kur’an-ı Kerim’deki kıssalar, geçmiş milletlerden misaller, ibret almamız içindir. Çünkü zaman değişiyor, insanlar değişiyor fakat yaşanılanlar değişmiyor. Bilinen ifadesi ile “tarih tekerrürden ibaret”. Cenab-ı Mevlâ buyurmuştur:

“Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz?” (Bakara, 214)

Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın gönderdiği dini tahrif eden, hükümlerini çarpıtan, keyfine göre karar veren İsrailoğulları alimlerinden bahsedilir.

“Lâ teşbih” diyelim, aynı şeyleri bizler de görüyoruz, yaşıyoruz. Eskiden beri bazı kimseler, bazen siyasi, bazen itikadî, bazen de fıkhî sapmalarla halkın aklını karıştırmıştır. Nitekim günümüzde İslâm coğrafyalarında yaşanan birçok siyasî, toplumsal sorun geçmişteki sapmalarla ortaya çıkan ayrışmaların neticesidir.

İslâm bozulmamış bir dindir. Bütün kaynaklarıyla ayaktadır. Alimlerimiz, İslâmî ilimleri en ince ayrıntısına kadar kayıt altına almış, yazmıştır.

Günümüzde bazı kimseler, ara sıra ortaya çıkıp İslâm hakkında akılları karıştırıyor. Kimi zaman bir ayetin hükmünü değiştiriyor, kimi zaman hadisleri kabul etmiyor, kimi zaman Ashab-ı Kiram efendilerimizi küçümsüyor, kimi zaman da itikadî ve amelî mezheplerimizi yok sayıyor, kimi zaman da alimlerimize, tasavvuf büyüklerimize saldırıyor.

Geçmiş alimlerimiz tarafından yüzlerce kez cevaplanmış, bütün yönleriyle çözülmüş mevzuların bir ucundan tutup tekrar gündeme getiriyor, zihinlere soru işareti takıyorlar. Özellikle televizyon üzerinden bu söylemler ısrarla devam ettiriliyor.

Amacı ne olduğunu tam bilmesek de sonuç belli: İnsanlar dinden soğutuluyor, akılları karıştırılıyor, din hakkında şüphe uyandırılıyor, dindar kimseler sanki boşa uğraşıyormuş gibi zor durumda kalıyor.

Bu tür yaklaşımlar başka bir sonuç daha doğuruyor. Hiçbir eğitimi olmamasına rağmen İslâm hakkında hüküm verebileceğini iddia edenlerden, hadislere uydurma diyenlere, mezhepleri yok sayanlara rastlıyoruz. Böyle kimseler, bazı kitapları okuduğunu, bazı hocaları dinlediğini, bu kimselerin ünvan sahibi alimler olduğunu söylüyor.

Ne yazık ki bu iddia sahiplerinin suçu büyük ölçüde kendilerine ait değil. Doğru bilgi ve yaklaşımla tanışamamışlar. Dolayısıyla İmam Gazalî rh.a.’in buyurduğu gibi, Ehl-i Sünnet alimlerine dinimizi savunma, doğruyu anlatma görevi düşüyor. Yüzyıllarca İslâm alimleri bu vazifeyi ifa ettiler, her terlü saldırıya, bozuk fikre karşı eserler yazdılar. Bugün bu eserler kütüphanelerimizde hâlâ var, bazıları günümüz okuruna da sunulmuş durumda.

Bizlere düşen görev okuyup araştırmamız yahut salih alimlere sormamızdır. Asr-ı Saadet’e, İslâm tarihine, itikadımıza, mezheplerimize dair sahih birçok eser yazılmıştır. Bunları okumak bile çoğu zaman insanı sapmaktan kurtarır, karalamaların doğru olmadığını gösterir.

Din üzerine konuşan, yazan kişilerin bozguncu mu, ıslah edici mi olduklarını iyi hesap etmesi gerekir. “Dinimizden bid’atları, hurafeleri temizliyoruz” söylemi altında bütün kesinlik ve açıklığıyla kaynaklarımızda yer alan mevzular üzerinde şüphe ve tereddütler uyandırmak hakikaten büyük vebaldir.

Biz sade müslümanlar, salih alimleri, sahih kitapları rehber edinmeliyiz. Aynı şekilde salih kimselerle yoldaş olarak, beraber yürüyerek kafa karıştırıcı fitnelere karşı kendimizi korumuş oluruz.

Tarih boyunca İslâm milletinin bu tür imtihanları hep olmuştur. Bunlara karşı alimlerimizin, Allah dostlarının gayretleri büyük fayda vermiştir. İlk önce itikadımızı sağlamlaştırmalı, sonra da amel noktasında gerekli bilgileri öğrenmeliyiz. Bunlara ilmihal diyoruz. İlmihali yani dini yaşamak için gerekli bilgiyi öğrenmek mükellef olan herkese farzdır.

Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v.’in hemen arkasında namaza duran, fakat insanların aklını karıştıranlar vardı. Ancak Sahabe Efendilerimiz (Allah onlardan razı olsun) bunlara aldırış etmiyor, yollarından ayrılmıyorlardı.

Bizim yapacağımız yolumuzu bilmek, bilmiyorsak bile doğruyu bilenlerin, takva ehli kimselerin ardından yürümektir. Çünkü dünya hayatı her anıyla bir imtihandan ibaretttir. İşte bu tür imtihanlar da hakla bâtılın ayrıldığı, hakikatin ortaya çıktığı zamanlardır.

Sözümüzü Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v.’in şu uyarısıyla bitirelim:

“Size iki şey bıraktım, bunlara sarılırsanız sapmazsınız. Bunlar Allah’ın kitabı ve benim sünnetimdir.” (Buharî)

Rabbimizin tevfik ve inayetiyle...


Mübarek EROL
 

teblið

Vefasýz
“Size iki şey bıraktım, bunlara sarılırsanız sapmazsınız. Bunlar Allah’ın kitabı ve benim sünnetimdir.” (Buharî)

Meselede bu ya!!!!

Bu iki kutsal emaneti hayatımıza oturtsaydık şayet!!!

Ne dert kalırdı nede keder..Yalpalamadan Hakk'a yürürdü asrın ümmeti................
 
Üst