Otuz İkinci Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz
Şu Söz Üç Mevkıftır

Yirmi İkinci Sözün Sekizinci Lem’asını izah eden bir zeyildir.
Mevcudat-ı âlem vahdâniyete şehadet ettikleri elli beş lisandan—ki Katre risalesinde onlara işaret edilmiş—birinci lisanına bir tefsirdir ve لَوْ كَانَ فِيهِمَاۤ اٰلِهَةٌ اِلاَّ اللهُ لَفَسَدَتَا âyetinin pek çok hakaikinden, temsil libası giydirilmiş bir hakikattir.

Birinci Mevkıf

besmele.jpg
blank.gif
1


لَوْ كَانَ فِيهِمَاۤ اٰلِهَةٌ اِلاَّ اللهُ لَفَسَدَتَا
blank.gif
2
لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَيُمِيتُ وَهُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ وَاِلَيْهِ الْمَصِيرُ
blank.gif
3


BİR RAMAZAN gecesinde, şu kelâm-ı tevhidînin on bir cümlesinin herbirinde, birer tevhid mertebesi ve birer müjde bulunduğunu ve o mertebelerden yalnız



[NOT]Dipnot-1
“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.”
Dipnot-2
“Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harap olup giderdi.” Enbiyâ Sûresi, 21:22.
Dipnot-3
“Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O birdir ve hiçbir şeriki yoktur. Mülk umumen Onundur; hamd bütünüyle Ona aittir. Hayatı veren de, ölümü veren de Odur. O, kendisine ölüm ârız olmayan Hayy-ı Ezelîdir. Bütün hayır Onun elindedir. Onun kudreti herşeye yeter. Herkesin ve herşeyin dönüşü de Onadır.” Buharî, Ezân 155, Teheccüd 21, Umre 12, Cihad 133, Bed’ü’l-Halk 11, Mağâzî 29, Daavât 18, 52, Rikâk 11, I’tisâm 3; Müslim, Zikir 28, 30, 74, 75, 76, Vitir 24, Cihad 158, Edeb 101; Tirmizî, Mevâkıt 108, Hac 104, Daavât 35, 36; Nesâî, Sehiv 83-86, Menâsik 163, 170, Îmân 12; İbni Mâce, Ticârât 40, Menâsik 84, Edeb 58, Dua 10, 14, 16; Ebû Dâvud, Menâsik 56; Dârîmî, Salât 88, 90, Menâsik 34, İsti’zân 53, 57; Muvatta’, Hac 127, 243, Kur’ân 20, 22.[/NOT]



Katre Risalesi: Mesnevî-i Nuriye adlı eserde yer almaktadırhakaik: gerçekler, doğrular (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)izah eden: açıklayan
kelâm-ı tevhidî: Allah’ın birliğini ifade eden söz (bk. k-l-m; v-ḥ-d)libas: elbise
lisan: dilmevcudat-ı âlem: kâinattaki varlıklar (bk. v-c-d; a-l-m)
mevkıf: bölüm, kısım, duraktefsir: açıklama, yorum (bk. f-s-r)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
vahdâniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)zeyil: ilâve, ek
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 805

Lâ şerîke lehu’daki mânâyı, basit avâmın fehmine gelecek bir muhavere-i temsiliye ve bir münazara-i faraziye tarzında ve lisan-ı hâli lisan-ı kàl suretinde söylemiştim. Bana hizmet eden kıymettar kardeşlerimin ve mescid arkadaşlarımın arzuları ve istemeleri üzerine o muhavereyi yazıyorum. Şöyle ki:

Bütün tabiatperest, esbabperest ve müşrik gibi umum envâ-ı ehl-i şirkin ve küfrün ve dalâletin tevehhüm ettikleri şeriklerin namına bir şahıs farz ediyoruz ki, o şahs-ı farazî, mevcudat-ı âlemden birşeye rab olmak istiyor ve hakikî mâlik olmak dâvâ etmektedir.

İşte, o müddeî, evvelâ mevcudatın en küçüğü olan bir zerreye rast gelir. Ona rab ve hakikî mâlik olmakta olduğunu, zerreye tabiat lisanıyla, felsefe diliyle söyler. O zerre dahi, hakikat lisanıyla ve hikmet-i Rabbânî diliyle der ki:“Ben hadsiz vazifeleri görüyorum. Ayrı ayrı her masnua girip işliyorum. Eğer bütün o vezâifi bana gördürecek, sende ilim ve kudret varsa—

“Hem benim gibi had ve hesaba gelmeyen zerrat içinde beraber gezip iş görüyoruz.HAŞİYE-1 Eğer bütün emsalim o zerreleri de istihdam edip emir tahtına alacak bir hüküm ve iktidar sende varsa—
[NOT]
Haşiye-1
Evet, müteharrik herbir şey, zerrattan seyyârâta kadar, kendilerinde olan sikke-i samediyet ile vahdeti gösterdikleri gibi, harekâtlarıyla dahi, gezdikleri bütün yerleri vahdet namına zaptederler, kendi Mâlikinin mülküne idhal ederler. Hareket etmeyen masnuat ise, nebâtattan nücum-u sevâbite kadar, birer mühr-ü vahdâniyet hükmündedirler ki, bulunduğu mekânı, kendi Sâniinin mektubu olduğunu gösterirler. Demek herbir nebat, herbir meyve birer mühr-ü vahdâniyet, birer sikke-i vahdettirler ki, mekânlarını ve vatanlarını, vahdet namına, Sânilerinin mektubu olduğunu gösterirler. Elhasıl, herbir şey, hareketiyle bütün eşyayı vahdet namına zapteder. Demek bütün yıldızları elinde tutmayan, birtek zerreye rab olamaz.[/NOT]


Mâlik: herşeyin sahibi olan Allah (bk. m-l-k)Sâni: herşeyin san’atkârı olan Allah (bk. ṣ-n-a)
avâm: halkdalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
dâvâ: iddiaelhasıl: özetle
emir tahtına: emir altınaemsal: benzerler (bk. m-s̱-l)
envâ-i ehl-i şirk: Allah’a ortak koşanların çeşitleriesbap-perest: Allah’ı unutup sebeplere haddinden fazla değer veren (bk. s-b-b)
eşya: varlıklarfarz etmek: varsaymak
fehm: anlayışhad ve hesaba gelmemek: sonsuz ve sınırsız olmak
hadsiz: sınırsızhakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)harekât: hareketler
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothikmet-i Rabbânî: kâinatın Rabbi tarafından herşeyin belirli gayelere yönelik olarak anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması (bk. ḥ-k-m; r-b-b)
idhal: dahil etme, içine almaiktidar: güç, kuvvet (bk. ḳ-d-r)
istihdam: çalıştırmakudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r)kıymettar: kıymetli, değerli
lisan: dillisan-ı hâl: hâl ve durumun ifade edişi
lisân-ı kal: sözlü olarak ifadelâ şerîke lehû: Onun (Allah’ın) ortağı asla yoktur
masnu: san’at eseri (bk. ṣ-n-a)masnuat: san’at eserleri (bk. ṣ-n-a)
mekân: yer (bk. m-k-n)mevcudat-ı âlem: âlemdeki varlıklar (bk. v-c-d; a-l-m)
mevcudât: varlıklar (bk. v-c-d)muhavere: karşılıklı konuşma
muhavere-i temsiliye: diyalog tarzında kıyaslamalı benzetme (bk. m-s̱-l)mâlik: sahip (bk. m-l-k)
müddeî: iddia sahibimühr-ü vahdâniyet: birlik mührü (bk. v-ḥ-d)
mülk: sahip olunan ve hükmedilen şey (bk. m-l-k)münâzara-i faraziye: varsayıma dayalı tartışma (bk. n-ẓ-r)
müteharrik: hareketlimüşrik: Allah’a ortak koşan
nam: adnebat: bitki
nebâtat: bitkilernücûm-u sevâbit: sabit yıldızlar
rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran (bk. r-b-b)seyyârât: gezegenler
sikke-i samediyet: hiç kimseye muhtaç olmayan ve herşey Kendisine muhtaç olan Allah’a ait mühür (bk. ṣ-m-d)sikke-i vahdet: birlik damgası (bk. v-ḥ-d)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tabiat: canlı cansız bütün varlıklar, doğa (bk. ṭ-b-a)
tabiatperest: herşeyi tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia eden, tabiatçı (bk. ṭ-b-a)tevehhüm etmek: varsaymak
umum: bütünvahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
vezâif: vazifelerzaptetmek: korumak, saklamak
zerre: atomzerrât: atomlar
şahs-ı farazî: olmadığı halde var sayılmış kişişerik: Allah’a ortak koşulan şey

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 806

“Hem kemâl-i intizamla cüz olduğum mevcutlara, meselâ kandaki küreyvât-ı hamrâya hakikî mâlik ve mutasarrıf olabilirsen, bana rab olmak dâvâ et, beni Cenâb-ı Haktan başkasına isnad et. Yoksa sus!

“Hem bana rab olmadığın gibi, müdahale dahi edemezsin. Çünkü, vezâifimizde ve harekâtımızda o kadar mükemmel bir intizam var ki, nihayetsiz bir hikmet ve muhit bir ilim sahibi olmayan, bize parmak karıştıramaz. Eğer karışsa, karıştıracak. Halbuki, senin gibi câmid, âciz ve kör ve iki eli tesadüf ve tabiat gibi iki körün elinde olan bir şahıs, hiçbir cihette parmak uzatamaz.”

O müddeî, maddiyyunların dedikleri gibi dedi ki: “Öyle ise sen kendi kendine mâlik ol. Neden başkasının hesabına çalışmasını söylüyorsun?”

Zerre ona cevaben der: “Eğer güneş gibi bir dimağım ve ziyası gibi ihatalı bir ilmim ve harareti gibi şümullü bir kudretim ve ziyasındaki yedi renk gibi muhit duygularım ve gezdiğim her yere ve işlediğim her mevcuda müteveccih birer yüzüm ve bakar birer gözüm ve geçer birer sözüm bulunsaydı, belki senin gibi ahmaklık edip kendi kendime mâlik olduğumu dâvâ ederdim. Haydi, def ol git, sen benden iş bulamazsın!”

İşte, şeriklerin vekili zerreden meyus olunca, küreyvât-ı hamrâdan iş bulacağım diye, kandaki bir küreyvât-ı hamrâya rast gelir. Ona esbab namına ve tabiat ve felsefe lisanıyla der ki: “Ben sana rab ve mâlikim.”

O küreyvât-ı hamrâ, yani yuvarlak, kırmızı mevcut, ona hakikat lisanıyla ve hikmet-i İlâhiye diliyle der:

“Ben yalnız değilim. Eğer sikkemiz ve memuriyetimiz ve nizamatımız bir olan kan ordusundaki bütün emsalime mâlik olabilirsen, hem gezdiğimiz ve kemâl-i hikmetle istihdam olunduğumuz bütün hüceyrât-ı bedene mâlik olacak bir dakik hikmet ve azîm kudret sende varsa, göster. Ve gösterebilirsen, belki senin dâvânda bir mânâ bulunabilir. Halbuki, senin gibi sersem ve senin elindeki sağır tabiat ve kör kuvvetle, değil mâlik olmak, belki zerre miktar karışamazsın.
blank.gif
1
Çünkü bizdeki intizam o kadar mükemmeldir ki, ancak herşeyi görür ve işitir ve


[NOT]
Dipnot-1
bk. Ra’d Sûresi, 13:16; Ahkaf Sûresi, 46:4-5.[/NOT]



ahmaklık: akılsızlıkazîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
câmid: cansızcüz: parça (bk. c-z-e)
dakîk: çok incedimağ: akıl, bilinç
dâvâ: iddiaemsal: benzerler (bk. m-s̱-l)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hararet: ısı, sıcaklık
harekât: hareketlerhikmet-i İlâhiye: İlâhî hikmet; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m; e-l-h)
hüceyrât-ı beden: beden hücreleriihata: kuşatma
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)isnad: dayandırma (bk. s-n-d)
istihdam: çalıştırmakemâl-i hikmet: tam ve mükemmel hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)
kemâl-i intizâm: tam ve mükemmel düzen (bk. k-m-l; n-ẓ-m)kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
küreyvât-ı hamrâ: alyuvarlarlisan: dil
maddiyyun: materyalistler, herşeyi madde ile açıklamaya çalışanlarmevcut: varlık (bk. v-c-d)
meyus: ümitsizmuhit: kuşatıcı, kapsamlı
mutasarrıf: dilediği gibi kullanan ve idare eden (bk. ṣ-r-f)mâlik: sahip (bk. m-l-k)
müdahale: karışmamüddeî: iddia sahibi
müteveccih: yöneliknihayetsiz: sonsuz
nizamat: düzenler (bk. n-ẓ-m)rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran (bk. r-b-b)
sikke: daha çok maddî şeyler üzerine vurulan damgatabiat: canlı cansız bütün varlıklar, doğa (bk. ṭ-b-a)
vezâif: vazifelerzerre: atom, en küçük madde parçası
ziya: ışıkâciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)
şerik: Allah’a ortak koşulan şeyşümullü: kapsamlı

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 807

bilir ve yapar bir zât bize hükmedebilir.
blank.gif
1
Öyle ise sus! Vazifem o kadar mühim ve intizam o kadar mükemmeldir ki, seninle, senin böyle karma karışık sözlerine cevap vermeye vaktim yok” der, onu tard eder.

Sonra, onu kandıramadığı için, o müddeî gider, bedendeki hüceyre tabir ettikleri menzilciğe rast gelir. Felsefe ve tabiat lisanıyla der: “Zerreye ve küreyvât-ı hamrâya söz anlattıramadım. Belki sen sözümü anlarsın. Çünkü sen gayet küçük bir menzil gibi birkaç şeyden yapılmışsın. Öyle ise ben seni yapabilirim. Sen benim masnuum ve hakikî mülküm ol” der.

O hüceyre, ona cevaben, hikmet
ve hakikat lisanıyla der ki:

“Ben çendan küçücük bir şeyim. Fakat pek büyük vazifelerim, pek ince münasebetlerim ve bedenin bütün hüceyrâtına ve heyet-i mecmuasına bağlı alâkalarım var. Ezcümle, evride ve şerâyin damarlarına ve hassâse ve muharrike âsaplarına ve cazibe, dafia, müvellide, musavvire gibi kuvvelere karşı derin ve mükemmel vazifelerim var. Eğer bütün bedeni, bütün damar ve âsab ve kuvveleri teşkil ve tanzim ve istihdam edecek bir kudret ve ilim sende varsa ve benim emsalim ve san’atça ve keyfiyetçe birbirimizin kardeşi olan bütün hüceyrât-ı bedeniyeye tasarruf edecek nafiz bir kudret, şamil bir hikmet sende varsa, göster; sonra ‘Ben seni yapabilirim’ diye dâvâ et. Yoksa haydi git! Küreyvât-ı hamrâ bana erzak getiriyorlar. Küreyvât-ı beyzâ da bana hücum eden hastalıklara mukabele ediyorlar. İşim var, beni meşgul etme.

“Hem senin gibi âciz, câmid, sağır, kör bir şey bize hiçbir cihetle karışamaz. Çünkü bizde o derece ince ve nazik ve mükemmel bir intizamHAŞİYE-1 var ki, eğer

[NOT]Dipnot-1
bk. Lokman Sûresi, 31:28; Şûrâ Sûresi, 42:11.

Haşiye-1
Sâni-i Hakîm, beden-i insanı gayet muntazam bir şehir hükmünde halk etmiştir. Damarların bir kısmı telgraf ve telefon vazifesini görür. Bir kısmı da, çeşmelerin boruları hükmünde, âb-ı hayat olan kanın cevelânına medardırlar. Kan ise, içinde iki kısım küreyvât halk edilmiş. Bir kısmı “küreyvât-ı hamrâ“ tabir edilir ki, bedenin hüceyrelerine erzak dağıtıyor ve bir kanun-u İlâhî ile hüceyrelere erzak yetiştiriyor (tüccar ve erzak memurları gibi). Diğer kısmı küreyvât-ı beyzâdırlar ki, ötekilere nisbeten ekalliyettedirler. Vazifeleri, hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır ki, ne vakit müdafaaya girseler, Mevlevî gibi iki hareket-i devriye ile sür’atli bir vaziyet-i acibe alırlar. Kanın heyet-i mecmuası ise, iki vazife-i umumiyesi var: Biri bedendeki hüceyrâtın tahribatını tamir etmek, diğeri hüceyrâtın enkazlarını toplayıp bedeni temizlemektir. Evride ve şerâyin namında iki kısım damarlar var ki, biri sâfi kanı getirir, dağıtır, sâfi kanın mecrâlarıdır. Diğer kısmı, enkazı toplayan bulanık kanın mecrâsıdır ki, şu ikinci ise, kanı “ree“ denilen, nefesin geldiği yere getirirler. Sâni-i Hakîm, havada iki unsur halk etmiştir: biri azot, biri müvellidülhumuza. Müvellidülhumuza ise, nefes içinde kana temas ettiği vakit, kanı telvis eden karbon unsur-u kesifini kehribar gibi kendine çeker. İkisi imtizaç eder. Buharî hâmız-ı karbon denilen, semli havaî bir maddeye inkılâb ettirir. Hem hararet-i gariziyeyi temin eder, hem kanı tasfiye eder. Çünkü, Sâni-i Hakîm, fenn-i kimyada aşk-ı kimyevî tabir edilen bir münasebet-i şedideyi, müvellidülhumuza ile karbona vermiş ki, o iki unsur birbirine yakın olduğu vakit, o kanun-u İlâhî ile o iki unsur imtizaç ederler. Fennen sabittir ki, imtizaçtan hararet hasıl olur. Çünkü imtizaç bir nevi ihtiraktır. Şu sırrın hikmeti budur ki: O iki unsurun, herbirisinin zerrelerinin ayrı ayrı hareketleri var. İmtizaç vaktinde her iki zerre, yani onun zerresi bunun zerresiyle imtizaç eder, birtek hareketle hareket eder, bir hareket muallâk kalır. Çünkü imtizaçtan evvel iki hareket idi. Şimdi iki zerre bir oldu; her iki zerre, bir zerre hükmünde bir hareket aldı. Diğer hareket, Sâni-i Hakîmin bir kanunuyla hararete inkılâb eder. Zaten “Hareket harareti tevlid eder” bir kanun-u mukarreredir. İşte bu sırra binaen, beden-i insanîdeki hararet-i gariziye, bu imtizac-ı kimyeviye ile temin edildiği gibi, kandaki karbon alındığı için kan dahi sâfi olur. İşte nefes dahile girdiği vakit, vücudun hem âb-ı hayatını temizliyor, hem nâr-ı hayatı iş’âl ediyor. Çıktığı vakit, ağızda, mu’cizât-ı kudret-i İlâhiye olan kelime meyvelerini veriyor. Fesübhâne men tehayyere fî sun’ihi’l-ukul!
[/NOT]


Sâni-i Hakîm: herşeyi san’atla ve hikmetle yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)alâka: bağlantı
beden-i insan: insan bedenicazibe: çekim
cevelân: dolaşma, akmacâmid: cansız
dafia: itmedâvâ: iddia
ekalliyet: azınlıkemsal: benzerler (bk. m-s̱-l)
erzak: rızıklar; yiyecek ve içecekler (bk. r-z-ḳ)evride: toplardamarlar
ezcümle: örneğinhakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)
hassâse: hissetme duygusuhaşiye: dipnot, açıklayıcı not
heyet-i mecmua: genel yapı, bütün (bk. c-m-a)hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hüceyre: hücrehüceyrât: hücrecikler
hüceyrât-ı bedeniye: beden hücreleriintizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
istihdam: çalıştırmakanun-u İlâhî: Allah’ın koyduğu kanun (bk. ḳ-n-n; e-l-h)
keyfiyet: nitelik, özellik, esaskudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
kuvve: duyuküreyvat: kürecikler, hücreler
küreyvât-ı beyzâ: akyuvarlarküreyvât-ı hamrâ: alyuvarlar
lisan: dilmasnu: san’at eseri (bk. ṣ-n-a)
medar: dayanak, vesilemenzil: mekân, yer (bk. n-z-l)
muharrike: harekete geçiren duygu, refleksmukabele: karşılık verme
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)musavvire: şekil veren duyu (bk. ṣ-v-r)
müdafaa: savunmamüddeî: iddia sahibi
münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b)müvellide: doğurgan
nisbeten: oranla, kıyasla (bk. n-s-b)nâfiz: derinlere işleyen; etkili
tabiat: canlı cansız bütün varlıklar, doğa (bk. ṭ-b-a)tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
tard etmek: kovmaktasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f)
teşkil: şekillendirme, bir araya getirmezerre: atom, en küçük madde parçası
âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y)âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)
âsab: vücuttaki sinirlerçendan: gerçi
şerâyin: atardamarlarşâmil: kapsamlı

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 808

bize hükmeden bir Hakîm-i Mutlak ve Kadîr-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak olmazsa intizamımız bozulur, nizamımız karışır.”
blank.gif
1
Sonra o müddeî onda da meyus oldu. Bir insanın bedenine rast gelir. Yine kör tabiat ve serseri felsefe lisanıyla, tabiiyyunun dedikleri gibi der ki: “Sen benimsin. Seni yapan benim. Veya sende hissem var.”

[NOT]Dipnot-1
bk. Kehf Sûresi, 17:37; Meryem Sûresi, 19:67; Mü’minûn Sûresi, 23:12-14; Secde Sûresi, 32:7; Fâtır Sûresi, 35:11; Yâsîn Sûresi, 36:77. [/NOT]


Alîm-i Mutlak: bilgisi herşeyi kuşatan, sınırsız ilim sahibi olan Allah (bk. a-l-m; ṭ-l-ḳ)Hakîm-i Mutlak: sınırsız hikmet sahibi olan Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)
Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kuvvet sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)Mevlevî: Mevlevîlik tarikatına mensup kimse
Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle yaratan ve herşeyin san’atkârı olan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)aşk-ı kimyevî: kimyasal birleşme
beden-i insanî: insan bedeni, vücudubinaen: –dayanarak
buharî: buhar halindeevride: toplardamarlar
fenn-i kimya: kimya bilimifennen: bilimsel olarak
fesübhâne men tehayyere fî sun’ihi’l-ukul: her türlü eksiklikten yücedir o Zat ki, işleri karşısında akıllar hayrete düşer (bk. s-b-ḥ)halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)
hararet: ısı, sıcaklıkhararet-i gariziye: doğal ısı, vücut ısısı
hareket-i devriye: dairesel harekethavaî: gaz halinde
heyet-i mecmua: genel yapı, bütün (bk. c-m-a)hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hâmız-ı karbon: karbondioksithâsıl olmak: meydana gelmek
hüceyrât: hücreciklerihtirak: yanma
imtizaç: karışma, birleşmeimtizâc-ı kimyevî: kimyasal bileşim
inkılâb etmek: dönüşmekinkılâb ettirmek: dönüştürmek
intizam: düzen (bk. n-ẓ-m)iş’al etmek: tutuşturmak
kanun-u mukarrare: yerleşmiş kanun (bk. ḳ-n-n)kanun-u İlahî: Allah’ın koyduğu kanun (bk. ḳ-n-n; e-l-h)
kehribar: elektriklisan: dil
mecrâ: kanalmeyus: ümitsiz
muallâk: asılı, boştamucizât-ı kudret-i İlâhiye: Allah’ın kudret mucizeleri (bk. a-c-z; ḳ-d-r; e-l-h)
müdafaa: savunmamüddeî: iddia sahibi
münasebet-i şedide: çok sıkı ilişki (bk. n-s-b)müvellidülhumuza: oksijen
nam: adnizam: kanun, düzen (bk. n-ẓ-m)
nâr-ı hayat: hayat ateşi (bk. ḥ-y-y)ree: akciğer
semli: zehirlisâfî: saf, temiz (bk. ṣ-f-y)
tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar (bk. ṭ-b-a)tabiiyyun: herşeyi tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia edenler (bk. ṭ-b-a)
tahribat: yıkımlar, bozulmalartasfiye: arıtma, temizleme (bk. ṣ-f-y)
telvis eden: kirletentevlid etmek: doğurmak, sebep olmak
unsur: elementunsur-u kesif: yoğun element
vazife-i umumiye: genel vazifevaziyet-i acibe: şaşırtıcı durum
zerre: atom, en küçük madde parçasıâb-ı hayat: hayat suyu, kan (bk. ḥ-y-y)
şerâyin: atardamarlar

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 809

Cevaben, o beden-i insan, hakikat ve hikmet diliyle ve intizamının lisan-ı hâliyle der ki:

“Eğer bütün emsalim ve yüzümüzdeki sikke-i kudret ve turra-i fıtrat bir olan bütün insanların bedenlerine hakikî mutasarrıf olacak bir kudret ve ilim sende varsa—

“hem sudan ve havadan tut, tâ nebâtat ve hayvânâta kadar benim erzakımın mahzenlerine mâlik olacak bir servetin ve bir hâkimiyetin varsa—

“hem ben kılıf olduğum gayet geniş ve yüksek olan ruh, kalb, akıl gibi letâif-i mâneviyeyi benim gibi dar, süflî bir zarfta yerleştirerek, kemâl-i hikmetle istihdam edip ibadet ettirecek, sende nihayetsiz bir kudret, hadsiz bir hikmet varsa, göster. Sonra ‘Ben seni yaptım’ de. Yoksa sus!

“Hem bendeki intizam-ı ekmelin şehadetiyle ve yüzümdeki sikke-i vahdetin delâletiyle, benim Sâniim herşeye kadîr, herşeye alîm, herşeyi görür ve herşeyi işitir bir Zâttır. Senin gibi sersem âcizin parmağı Onun san’atına karışamaz, zerre miktar müdahale edemez.”
blank.gif
1

O şeriklerin vekili, bedende dahi parmak karıştıracak yer bulamaz. Gider, insanın nev’ine rast gelir. Kalbinden der ki: “Belki bu dağınık, karma karışık olan cemaat içinde, şeytan onların ef’âl-i ihtiyariye ve içtimaiyelerine karıştığı gibi, belki ben de ahvâl-i vücudiye ve fıtriyelerine karışabileceğim ve parmak karıştıracak bir yer bulacağım. Ve onda bir yer bulup, beni tard eden bedene ve beden hüceyresine hükmümü icra ederim.”

Onun için, beşerin nev’ine, yine sağır tabiat ve sersem felsefe lisanıyla der ki: “Siz çok karışık birşey görünüyorsunuz. Ben size rab ve mâlikim. Veyahut hissedarım” der.

O vakit nev-i insan, hak ve hakikat lisanıyla, hikmet ve intizamın diliyle der ki:


[NOT]Dipnot-1
bk. Hicr Sûresi,15:26; Nahl Sûresi, 16:4; Kehf Sûresi, 18:37; Meryem Sûresi, 19:67; Mü’minûn Sûresi, 23:12-14; Lokman Sûresi, 31:28; Secde Sûresi, 32:7; Fâtır Sûresi, 35:11.[/NOT]



Sâni: herşeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. s-n-a)ahvâl-i vücudiye ve fıtriye: beden ve yaratılışlarına ait hâller (bk. v-c-d; f-ṭ-r)
alîm: bilen (bk. a-l-m)beden-i insan: insan bedeni
beşer: insancemaat: topluluk (bk. c-m-a)
delâlet: delil olma, işaret etmeef’âl-i ihtiyariye ve içtimâiye: hür iradeye ve sosyal hayata dair fiiller (bk. f-a-l; ḫ-y-r; c-m-a)
emsal: benzerler (bk. m-s̱-l)erzak: rızıklar, yenilecek ve içilecek şeyler (bk. r-z-ḳ)
hadsiz: sınırsızhak: doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayvânât: hayvanlarhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
icra etmek: yerine getirmekintizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
intizam-ı ekmel: en mükemmel düzen (bk. n-ẓ-m; k-m-l)istihdam: kullanma, çalıştırma
kadîr: güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r)kemâl-i hikmet: mükemmel bir hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)
kudret: güç, kuvvet (bk. ḳ-d-r)letâif-i maneviye: mânevî duygular (bk. l-ṭ-f; a-n-y)
lisan: dillisan-ı hâl: hal dili
mahzen: depomutasarrıf: tasarruf sahibi, dilediği gibi kullanan ve yöneten (bk. ṣ-r-f)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)müdahale: karışma
nebâtat: bitkilernev-i insan: insan türü, insanlık
nev’: tür, çeşitnihayetsiz: sonsuz
rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran (bk. r-b-b)sikke-i kudret: Allah’ın kudretini gösteren mühür (bk. ḳ-d-r)
sikke-i vahdet: Allah’ın birliğini gösteren mühür (bk. v-ḥ-d)süflî: aşağılık
tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar (bk. ṭ-b-a)tard etmek: kovmak
turra-i fıtrat: yaratılış mührü (bk. f-ṭ-r)zerre: atom, en küçük madde parçası
âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
şerik: Allah’a ortak koşulan şey

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 810

“Eğer bütün küre-i arza giydirilen ve nev’imiz gibi bütün hayvânat ve nebâtâtın yüz binler envâından rengârenk atkı ve iplerden kemâl-i hikmetle dokunan ve dikilen gömleği ve yeryüzüne serilen ve yüz binler zîhayat envâından nesc olunan ve gayet nakışlı bir surette icad edilen haliçeyi yapacak ve her vakit kemâl-i hikmetle tecdid edip tazelendirecek bir kudret ve hikmet sende varsa-

“hem, eğer biz meyve olduğumuz küre-i arza ve çekirdek olduğumuz âlemde tasarruf edecek ve hayatımıza lâzım maddeleri mîzan-ı hikmetle aktâr-ı âlemden bize gönderecek bir muhit kudret ve şamil bir hikmet sende varsa—

“ve yüzümüzdeki sikke-i kudret bir olan bütün gitmiş ve gelecek emsalimizi icad edecek bir iktidar sende varsa, belki bana rububiyet dâvâ edebilirsin. Yoksa, haydi sus! Benim nev’imdeki karma karışıklığa bakıp parmak karıştırabilirim deme. Çünkü intizam mükemmeldir. O karma karışık zannettiğin vaziyetler, kudretin kader kitabına göre kemâl-i intizamla bir istinsahtır. Çünkü, bizden çok aşağı olan ve bizim taht-ı nezaretimizde bulunan hayvânat ve nebâtâtın kemâl-i intizamları gösteriyor ki, bizdeki karışıklıklar bir nevi kitabettir.
blank.gif
1

“Hiç mümkün müdür ki, bir haliçenin her tarafına yayılan bir atkı ipini san’atkârâne yerleştiren, haliçenin ustasından başkası olsun? Hem bir meyvenin mucidi, ağacının mucidinden başkası olsun? Hem çekirdeği icad eden, çekirdekli cismin sâniinden başkası olsun?

“Hem gözün kördür. Yüzümdeki mu’cizât-ı kudreti, mahiyetimizdeki havârık‑ı fıtratı görmüyorsun. Eğer görsen anlarsın ki, benim Sâniim öyle bir Zâttır ki, hiçbir şey Ondan gizlenemez,
blank.gif
2
hiçbir şey Ona nazlanıp ağır gelemez.
blank.gif
3
Yıldızlar, zerreler kadar Ona kolay gelir.
blank.gif
4
Bir baharı bir çiçek kadar suhuletle icad eder.
blank.gif
5
Koca kâinatın fihristesini, kemâl-i intizamla benim mahiyetimde derc


[NOT]Dipnot-1
bk. Bakara Sûresi, 2:164; Âl-i İmran Sûresi, 3:190; Ra’d Sûresi, 13:16; Tâhâ Sûresi, 20:50; Rûm Sûresi, 30:22; Câsiye Sûresi, 45:4.
Dipnot-2
bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:5, 29; İbrahim Sûresi, 14:38; Ahzâb Sûresi, 33:54; Mü’min Sûresi, 40:16; A’lâ Sûresi; 87:7.
Dipnot-3
bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:83; Ra’d Sûresi, 13:15; Fussilet Sûresi, 41:11.
Dipnot-4
bk. En’âm Sûresi, 6:97; A’râf Sûresi, 7:54; Nahl Sûresi, 16:12; Tâhâ Sûresi, 22:88.
Dipnot-5
bk. Mü’min Sûresi, 40:57; Şûrâ Sûresi, 42:29; Kaf Sûresi, 50:15; Nâziât Sûresi, 79:27.[/NOT]




Sâni
: herşeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. s-n-a)
aktâr-ı âlem: dünyanın her köşesi (bk. a-l-m)
derc etmek: içine yerleştirmekemsâl: benzerler (bk. m-s̱-l)
envâ: türler, çeşitlerfihriste: indeks, katalog
haliçe: kilim, halıhavârık-ı fıtrat: yaratılış harikaları (bk. f-ṭ-r)
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)hikmet: ilim, yüksek bilgi (bk. ḥ-k-m)
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)iktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r)
intizam: düzen (bk. n-ẓ-m)istinsah: nüshasını çıkarma, çoğaltma
kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r)kemâl-i hikmet: tam ve mükemmel hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)
kemâl-i intizam: mükemmel bir düzen (bk. k-m-l; n-ẓ-m)kitabet: yazım (bk. k-t-b)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
küre-i arz: yerküre, dünyamahiyet: esas özellik, nitelik
mucid: icad eden, yaratan (bk. v-c-d)muhît: kuşatıcı
mu’cizât-ı kudret: Allah’ın kudret mu’cizeleri (bk. a-c-z; ḳ-d-r)mîzan-ı hikmet: hikmet terazisi (bk. v-z-n; ḥ-k-m)
nebâtât: bitkilernesc: dokuma
nev’: tür, çeşitrububiyet: herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri verme, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurma (bk. r-b-b)
san’atkârâne: san’atlı bir biçimde (bk. ṣ-n-a)sikke-i kudret: Allah’ın kudret damgası (bk. ḳ-d-r)
suhulet: kolaylıksuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
sâni: san’atkâr (bk. ṣ-n-a)taht-ı nezâret: gözetim altı (bk. n-ẓ-r)
tasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f)tecdid: yenileme
zerre: atom, en küçük madde parçasızîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
âlem: dünya (bk. a-l-m)şamil: kapsamlı

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 811

eden bir Zâttır.
blank.gif
1
Böyle bir Zâtın san’atına senin gibi câmid, âciz ve kör, sağır parmak karıştırabilir mi? Öyle ise sus, def ol git” der, onu tard eder.

Sonra o müddeî gider, zeminin yüzüne serilen geniş haliçeye ve zemine giydirilen gayet müzeyyen ve münakkâş gömleğe, esbab namına ve tabiat lisanıyla ve felsefe diliyle der ki: “Sende tasarruf edebilirim ve sana mâlikim. Veya sende hissem var” diye dâvâ eder.

O vakit, o gömlek,HAŞİYE-1 o haliçe, hak ve hakikat namına, lisan-ı hikmetle o müddeîye der ki:

“Eğer seneler, karnlar adedince yere giydirilip, sonra intizamla çıkarılıp geçmiş zamanın ipine asılan ve yeniden giydirilecek ve kemâl-i intizamla kader dairesinde programları ve biçimleri çizilen ve tayin olunan ve gelecek zamanın şeridine takılan ve intizamlı ve hikmetli, ayrı ayrı nakışları bulunan bütün gömlekleri, haliçeleri dokuyacak, icad edecek kudret ve san’at sende varsa—

“hem hilkat-i arzdan tâ harab-ı arza kadar, belki ezelden ebede kadar ulaşacak, hikmetli, kudretli iki mânevî elin varsa ve bütün atkılarımdaki bütün fertleri icad edecek, kemâl-i intizam ve hikmetle tamir ve tecdid edecek sende bir iktidar ve hikmet varsa—“hem bizim modelimiz ve bizi giyen ve bizi kendine peçe ve çarşaf yapan küre-i arzı elinde tutup mucid olabilirsen, bana rububiyet dâvâ et. Yoksa, haydi dışarıya! Bu yerde yer bulamazsın.

“Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-i ehadiyet vardır ki, bütün kâinat kabza-i tasarrufunda olmayan ve bütün eşyayı bütün şuûnâtıyla birden görmeyen ve nihayetsiz işleri beraber yapamayan ve her yerde hazır ve nazır

[NOT]Dipnot-1
bk. Enbiyâ Sûresi, 21:30.
Haşiye-1
Fakat şu haliçe hem hayattardır, hem intizamlı bir ihtizazdadır. Her vakit nakışları kemâl-i hikmet ve intizamla tebeddül eder-tâ ki, Nessâcının muhtelif cilve-i esmâsını ayrı ayrı göstersin.[/NOT]


Nessâc: dokuyucu; yeryüzünü harikâ, eşsiz ve mükemmel san’atıyla dokuyan Allahcilve-i esmâ: Allah’ın isimlerinin varlık ve olaylardaki yansımaları (bk. c-l-y; s-m-v)
câmid: cansızdâvâ: iddia
ebed: sonu olmayan, sonsuzluk (bk. e-b-d)esbab: sebepler (bk. s-b-b)
ezel: başlangıcı olmayan, sonsuzluk (bk. e-z-l)eşya: varlıklar
hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haliçe: kilim, halıharâb-ı arz: yeryüzünün yıkılışı
hayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)hazır ve nazır: bizzat bulunan ve gören (bk. n-ẓ-r)
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hilkat-ı arz: yeryüzünün yaratılışı (bk. ḫ-l-ḳ)icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
ihtizâz: titreşim, sarsıntıiktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r)
intizam: düzen (bk. n-ẓ-m)kabza-i tasarruf: emri altında bulundurma (bk. ṣ-r-f)
kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r)karn: asır
kemâl-i hikmet: tam ve mükemmel hikmet (bk. ḥ-k-m; k-m-l)kemâl-i intizam ve hikmet: mükemmel düzen ve hikmet (bk. k-m-l; n-ẓ-m; ḥ-k-m)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
küre-i arz: yerküre, dünyalisan-ı hikmet: hikmet dili (bk. ḥ-k-m)
mucid: icad eden, var eden (bk. v-c-d)muhtelif: çeşitli
mâlik: sahip (bk. m-l-k)müddeî: iddia sahibi, iddiada bulunan
münakkaş: nakışlı (bk. n-ḳ-ş)müzeyyen: süslü (bk. z-y-n)
nam: adnihayetsiz: sınırsız, sonsuz
rububiyet: herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri verme, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurma (bk. r-b-b)sikke-i vahdet: birlik damgası (bk. v-ḥ-d)
tabiat: doğa, canlı ve cansız bütün varlıklar (bk. ṭ-b-a)tard etmek: kovmak
tasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f)tayin olunan: belirlenen
tebeddül: değişmetecdid: yenileme
turra-i ehadiyet: Allah’ın birliğini herbir şeyde ayrı ayrı gösteren mühür, imza (bk. v-ḥ-d)zemin: yer
âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)şuûnât: özellikler, haller, işler (bk. ş-e-n)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 812

bulunmayan ve mekândan münezzeh olmayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan, bize sahip olamaz ve müdahale edemez.”
blank.gif
1

Sonra o müddeî gider, “Belki küre-i arzı kandırıp orada bir yer bulurum” der. Gider, küre-i arza,HAŞİYE-1 yine esbab namına ve tabiat lisanıyla der ki: “Böyle serseri gezdiğinden, sahipsiz olduğunu gösteriyorsun. Öyle ise sen benim olabilirsin.”

O vakit, küre-i arz, hak namına ve hakikat diliyle, gök gürültüsü gibi bir sadâ ile ona der ki:

“Halt etme! Ben nasıl serseri, sahipsiz olabilirim? Benim elbisemi ve elbisemin içindeki en küçük bir noktayı, bir ipi intizamsız bulmuş musun ve hikmetsiz ve san’atsız görmüş müsün ki bana sahipsiz, serseri dersin? Eğer hareket-i seneviyemle takriben yirmi beş bin senelikHAŞİYE-2bir mesafede bir senede gezdiğim ve kemâl-i mizan ve hikmetle vazife-i hizmetimi gördüğüm daire-i azîmeye hakikî mâlik olabilirsen; ve kardeşlerim ve benim gibi vazifedar olan on seyyareye ve gezdikleri bütün dairelere ve bizim imamımız ve biz onunla bağlı ve cazibe-i rahmetle ona takılı olduğumuz güneşi icad edip yerleştirecek ve sapan taşı gibi beni ve seyyârât yıldızları ona bağlayacak ve kemâl-i intizam ve hikmetle döndürüp istihdam edecek bir nihayetsiz hikmet ve nihayetsiz kudret sende varsa, bana rububiyet dâvâ et. Yoksa, haydi cehennem ol, git! Benim işim var; vazifeme gidiyorum.

“Hem bizlerdeki haşmetli intizamat ve dehşetli harekât ve hikmetli teshirat gösteriyor ki, bizim ustamız öyle bir Zâttır ki, bütün mevcudat, zerrelerden yıldızlara

[NOT]Dipnot-1
bk. Bakara Sûresi, 2:115, 148, 164, 258; Yûnus Sûresi, 10:5; Nahl Sûresi, 16:65; Furkan Sûresi, 25:2, 49: Ankebût Sûresi, 29:63, Rûm Sûresi, 30:50; Fâtır Sûresi, 35:9; Yâsîn Sûresi, 36:33.
Haşiye-1
Elhasıl: Zerre, o müddeîyi küreyvât-ı hamrâya havale eder. Küreyvât-ı hamrâ onu hüceyreye, hüceyre dahi beden-i insana, beden-i insan ise nev-i insana, nev-i insan onu zîhayat envâından dokunan arzın gömleğine, arzın gömleği dahi küre-i arza, küre-i arz onu güneşe, güneş ise bütün yıldızlara havale eder. Herbiri der: “Git, benden yukarıdakini zaptedebilirsen, sonra gel, benim zaptıma çalış. Eğer onu mağlûp etmezsen beni ele geçiremezsin.” Demek, bütün yıldızlara sözünü geçiremeyen, birtek zerreye rububiyetini dinletemez.
Haşiye-2
Bir dairenin takriben nısf-ı kutru yüz seksen milyon kilometre olsa, o daire kendisi takriben yirmi beş bin senelik mesafe olur.[/NOT]


arz: yeryüzübeden-i insan: insan bedeni
câzibe-i rahmet: rahmet çekimi (bk. r-ḥ-m)dâire-i azîme: büyük daire (bk. a-ẓ-m)
elhasıl: özetle, sonuç olarakenvâ: türler
esbab: sebepler (bk. s-b-b)hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hareket-i seneviye: senelik hareketharekât: hareketler
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothaşmet: heybet, görkem
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
intizamat: düzenler, dengeler (bk. n-ẓ-m)intizamsız: düzensiz (bk. n-ẓ-m)
istihdam: çalıştırmakemâl-i intizam ve hikmet: mükemmel bir düzen ve hikmet (bk. k-m-l; n-ẓ-m; ḥ-k-m)
kemâl-i mizân: mükemmel ölçü ve denge (bk. k-m-l; v-z-n)kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
küre-i arz: yerküre, dünyaküreyvât-ı hamrâ: alyuvarlar
lisan: dilmağlûp etme: yenme
mekândan münezzeh: yerle ve mekânla sınırlı olmayan (bk. m-k-n; n-z-h)mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)müdahale: karışma
müddeî: iddia sahibinam: ad
nev-i insan: insan türü, insanlıknısf-ı kutr: yarıçap
rububiyet: herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri verme, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurma (bk. r-b-b)sadâ: ses
seyyâre: gezegenseyyârât: gezegenler
tabiat: doğa, canlı ve cansız bütün varlıklar (bk. ṭ-b-a)takriben: yaklaşık olarak
teshirât: emir altına almalarvazife-i hizmet: hizmet görevi
zaptetmek: tutmakzerre: atom
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 813

ve güneşlere kadar emirber nefer hükmünde Ona mutî ve musahhardırlar. Bir ağacı meyveleriyle tanzim ve tezyin ettiği gibi kolayca, güneşi seyyârâtla tanzim eder bir Hakîm-i Zülcelâl ve Hâkim-i Mutlaktır.”
blank.gif
1

Sonra o müddeî, yerde yer bulamadığı için gider, güneşe kalbinden der ki: “Bu çok büyük birşeydir. Belki içinde bir delik bulup bir yol açarım, yeri de musahhar ederim.” Güneşe şirk namına ve şeytanlaşmış felsefe lisanıyla, mecusîlerin dedikleri gibi der ki: “Sen bir sultansın. Kendi kendine mâliksin, istediğin gibi tasarruf edersin.”

Güneş ise, hak namına ve hakikat lisanıyla ve hikmet-i İlâhiye diliyle ona der:

“Hâşâ, yüz bin defa hâşâ ve kellâ! Ben musahhar bir memurum. Seyyidimin misafirhanesinde bir mumdarım. Bir sineğe, belki bir sineğin kanadına dahi hakikî mâlik olamam. Çünkü sineğin vücudunda öyle mânevî cevherler ve göz, kulak gibi antika san’atlar var ki, benim dükkânımda yok, daire-i iktidarımın haricindedir”
blank.gif
2 der, müddeîyi tekdir eder.

Sonra o müddeî döner, firavunlaşmış felsefe lisanıyla der ki: “Madem kendine mâlik ve sahip değilsin, bir hizmetkârsın. Esbab namına benimsin” der.

O vakit güneş, hak ve hakikat namına ve ubûdiyet lisanıyla der ki: “Ben öyle birinin olabilirim ki, bütün emsalim olan ulvî yıldızları icad eden ve semâvâtında kemâl-i hikmetle yerleştiren ve kemâl-i haşmetle döndüren ve kemâl-i ziynetle süslendiren bir Zât olabilir.”
blank.gif
3

Sonra o müddeî, kalbinden der ki: “Yıldızlar çok kalabalıktırlar. Hem dağınık, karma karışık görünüyorlar. Belki onların içinde, müvekkillerim namına birşey kazanırım” der, onların içine girer. Onlara esbab namına, şerikleri hesabına ve tuğyan etmiş felsefe lisanıyla, nücumperest olan sâbiiyyunların dedikleri gibi der ki: “Sizler pek çok dağınık olduğunuzdan, ayrı ayrı hâkimlerin taht-ı hükmünde bulunuyorsunuz.”

[NOT]Dipnot-1
bk. Bakara Sûresi, 2:22, 164; Ra’d Sûresi, 13:2; İbrahim Sûresi, 14:32-33; Nahl Sûresi, 16:12; Ankebût Sûresi, 29:44, 61; Lokman Sûresi, 31:25, 29; Secde Sûresi, 32:4; Fâtır Sûresi, 35:13, 40.
Dipnot-2
bk. Yûnus Sûresi, 10:5; Nahl Sûresi, 16:12; Hac Sûresi, 22:18, 73; Yâsin Sûresi, 36:38.
Dipnot-3
bk. Yâsin Sûresi, 36:38-40; Sâffât Sûresi, 37:6; Fussilet Sûresi, 41:12; Mülk Sûresi, 67:5.[/NOT]



Hakîm-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; c-l-l)Hâkim-i Mutlak: sınırsız egemenlik sahibi olan Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)
cevher: öz, madendâire-i iktidar: gücün etkili olduğu alan (bk. ḳ-d-r)
emirber nefer: emre hazır askeremsal: benzerler (bk. m-s̱-l)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)firavunlaşmak: kendisini Firavun gibi ilah seviyesine çıkaracak derecede büyük görme
hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikat: gerçeklik (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakiki: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)haricinde: dışında
hikmet-i İlâhiye: Allah’ın gözettiği fayda ve gaye (bk. ḥ-k-m; e-l-h)hizmetkâr: hizmetçi
hâkim: hükmeden, idareci (bk. ḥ-k-m)hâşâ ve kellâ: asla ve asla, kesinlikle öyle değil
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)kemâl-i haşmet: mükemmel bir heybet (bk. k-m-l)
kemâl-i hikmet: mükemmel bir hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)kemâl-i ziynet: kusursuz ve mükemmel süs (bk. k-m-l; z-y-n)
lisan: dilmecusî: ateşe tapan
mumdar: ışık vericimusahhar: boyun eğen, emre uyan
mutî: itaatkâr, emre uyanmâlik: sahip (bk. m-l-k)
müddeî: iddia sahibimüvekkil: vekâlet veren (bk. v-k-l)
nam: adnücumperest: yıldızlara tapan
sabiiyyun: yıldızlara tapan kimselersemâvât: gökler (bk. s-m-v)
seyyarat: gezegenlerseyyid: efendi
taht-ı hükmünde: hükmü altında (bk. ḥ-k-m)tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
tasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f)tekdir: azarlama
tezyin: süsleme (bk. z-y-n)tuğyan: azgınlık, taşkınlık, zulüm ve küfürde çok ileri gitme (bk. ṭ-ğ-y)
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)ulvî: yüce
şerik: Allah’a ortak koşulan şeyşirk: Allah’a ortak koşma

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 814

O vakit yıldızlar namına bir yıldız der ki:

“Ne kadar sersem, akılsız ve ahmak ve gözsüzsün ki, bizim yüzümüzdeki sikke‑i vahdeti ve turra-i ehadiyeti görmüyorsun, anlamıyorsun. Ve bizim nizamat‑ı âliyemizi ve kavânin-i ubûdiyetimizi bilmiyorsun. Bizi intizamsız zannediyorsun.

“Bizler öyle bir Zâtın san’atıyız ve hizmetkârlarıyız ki, bizim denizimiz olan semâvâtı ve şeceremiz olan kâinatı ve mesiregâhımız olan nihayetsiz feza-yı âlemi kabza-i tasarrufunda tutan bir Vâhid-i Ehaddir. Bizler, donanma elektrik lâmbaları gibi, Onun kemâl-i rububiyetini gösteren nuranî şahitleriz ve saltanat-ı rububiyetini ilân eden ışıklı burhanlarız. Herbir taifemiz, Onun daire-i saltanatında, ulvî, süflî, dünyevî, berzahî, uhrevî menzillerde haşmet-i saltanatını gösteren ve ziya veren nuranî hizmetkârlarız.
blank.gif
1

“Evet, herbirimiz kudret-i Vâhid-i Ehadin birer mu’cizesi; ve şecere-i hilkatin birer muntazam meyvesi; ve vahdâniyetin birer münevver burhanı; ve melâikelerin birer menzili, birer tayyaresi, birer mescidi; ve avâlim-i ulviyenin birer lâmbası, birer güneşi; ve saltanat-ı rububiyetin birer şahidi; ve feza-yı âlemin birer ziyneti, birer kasrı, birer çiçeği; ve semâ denizinin birer nuranî balığı; ve gökyüzünün birer güzel gözüHAŞİYE-1 olduğumuz gibi, heyet-i mecmuamızda sükûnet içinde bir sükût ve hikmet içinde bir hareket ve haşmet içinde bir ziynet ve intizam içinde bir hüsn-ü hilkat ve mevzuniyet içinde bir kemâl-i san’at bulunduğundan,

[NOT]Dipnot-1
bk. Bakara Sûresi, 2:117; Nahl Sûresi, 16:49; Nûr Sûresi, 24:41; Rûm Sûresi, 30:26.
Haşiye-1
Cenâb-ı Hakkın acaib-i masnuatına bakıp, temâşâ edip ve ettiren işaretleriz. Yani, semâvât hadsiz gözlerle zemindeki acaib-i san’at-ı İlâhiyeyi temâşâ eder gibi görünüyor. Semânın melâikeleri gibi, yıldızlar dahi, mahşer-i acaip ve garaip olan arza bakıyorlar ve zîşuurları dikkatle baktırıyorlar, demektir.[/NOT]


Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah (bk. v-ḥ-d)acaib-i masnuat: şaşırtıcı güzellikte olan san’at eserleri (bk. ṣ-n-a)
acaib-i san’at-ı İlâhiye: Allah’ın hayranlık uyandırıcı san’at eserleri (bk. ṣ-n-a; e-l-h)arz: yer, dünya
avâlim-i ulviye: yüce âlemler (bk. a-l-m)berzahî: kabir âlemine ait
burhan: delildaire-i saltanat: saltanat dairesi, egemenlik alanı (bk. s-l-ṭ)
feza-yı âlem: uzay (bk. a-l-m)haşiye: dipnot, açıklayıcı not
haşmet: heybet, görkemhaşmet-i saltanat: saltanatın haşmeti, görkemi (bk. s-l-ṭ)
heyet-i mecmua: genel yapı, bütün (bk. c-m-a)hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hüsn-ü hilkat: yaratılış güzelliği (bk. ḥ-s-n; ḫ-l-ḳ)intizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
intizamsız: düzensiz (bk. n-ẓ-m)kabza-i tasarruf: emri altında bulundurma (bk. ṣ-r-f)
kasr: saraykavânîn-i ubûdiyet: kulluk kanunları (bk. ḳ-n-n; a-b-d)
kemâl-i rububiyet: Allah’ın herşeyi kuşatan kusursuz rablığı (bk. k-m-l; r-b-b)kemâl-i san’at: san’at mükemmelliği (bk. k-m-l; ṣ-n-a)
kudret-i Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah’ın güç ve iktidarı (bk. ḳ-d-r; v-ḥ-d)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
mahşer-i acâip ve garaip: şaşırtıcı ve garip şeylerin toplandığı yer (bk. ḥ-ş-r)melâike: melekler (bk. m-l-k)
menzil: durak, yer (bk. n-z-l)mesiregâh: gezinti yeri
mevzuniyet: ölçülü olma (bk. v-z-n)muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
mu’cize: yaratma noktasında bütün sebepleri âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)münevver: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
nizâmât-ı âliye: yüce nizamlar, düzenler (bk. n-ẓ-m)nuranî: parlak, nur saçan (bk. n-v-r)
saltanat-ı rububiyet: Allah’ın herşeyi kuşatan egemenliği (bk. s-l-ṭ; r-b-b)semâ: gök (bk. s-m-v)
semâvât: gökler (bk. s-m-v)sikke-i vahdet: birlik damgası (bk. v-ḥ-d)
süflî: aşağısükûnet: sakinlik (bk. s-k-n)
sükût: suskunluktaife: topluluk
tayyare: uçaktemâşâ: seyretme
turra-i ehadiyet: Allah’ın birliğini herbir şeyde ayrı ayrı gösteren mühür, imza (bk. v-ḥ-d)uhrevî: âhirete ait (bk. e-ḫ-r)
ulvî: yücevahdâniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
zemin: yerziya: ışık
ziynet: süs (bk. z-y-n)zîşuur: şuur sahibi, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
şecere: ağaçşecere-i hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 815

Sâni-i Zülcelâlimizi, nihayetsiz dillerle vahdetini, ehadiyetini, samediyetini ve evsâf-ı cemâl ve celâl ve kemâlini bütün kâinata ilân ettiğimiz halde, bizim gibi nihayet derecede sâfi, temiz, mutî, musahhar hizmetkârları karma karışıklık ve intizamsızlık ve vazifesizlik, hattâ sahipsizlikle ittiham ettiğinden tokada müstehaksın” der. O müddeînin yüzüne recm-i şeytan gibi bir yıldız, öyle bir tokat vurur ki, yıldızlardan tâ Cehennemin dibine onu atar.
blank.gif
1
Ve beraberinde olan tabiatıHAŞİYE-1evham derelerine ve tesadüfü adem kuyusuna ve şerikleri imtinâ ve muhaliyet zulümatına ve din aleyhindeki felsefeyi esfel-i sâfilînin dibine atar. Bütün yıldızlarla beraber o yıldız
blank.gif
2
لَوْ كَانَ فِيهِمَاۤ اٰلِهَةٌ اِلاَّ اللهُ لَفَسَدَتَا ferman-ı kudsîsini okurlar. Ve “Sinek kanadından tut, tâ semâvât kandillerine kadar, bir sinek kanadı kadar şerike yer yoktur ki parmak karıştırsın” diye ilân ederler.


سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
3

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ سِرَاجِ وَحْدَتِكَ فِى كَثْرَةِ مَخْلُوقَاتِكَ وَدَلاَّلِ وَحْدَانِيَّتِكَ فِى مَشْهَرِ كَاۤئِنَاتِكَ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
blank.gif
4


[NOT]Dipnot-1
bk. Mülk Sûresi, 67:5.
Haşiye-1
Fakat sukuttan sonra tabiat tevbe etti. Hakikî vazifesi tesir ve fiil olmadığını, belki kabul ve infial olduğunu anladı. Ve kendisi kader-i İlâhînin bir nevi defteri-fakat tebeddül ve tagayyüre kabil bir defteri-ve kudret-i Rabbâniyenin bir nevi programı ve Kadîr-i Zülcelâlin bir nevi fıtrî şeriati ve bir nevi mecmua-i kavânîni olduğunu bildi. Kemâl-i acz ve inkıyadla vazife-i ubûdiyetini takındı ve “fıtrat-ı İlâhiye“ ve “san’at-ı Rabbâniye“ ismini aldı.
Dipnot-2
“Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harap olur giderdi.” Enbiyâ Sûresi, 21:22.
Dipnot-3
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin.” Bakara Sûresi, 2:32.
Dipnot-4
Allahım! Mahlûkatının kesret daireleri içinde sirâc-ı vahdetin ve kâinatının meşherinde dellâl-ı vahdâniyetin olan Efendimiz Muhammed’e ve bütün âl ve ashabına salât ve selâm olsun.


[/NOT]
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)San’at-ı Rabbâniye: herşeyi terbiye edip idaresi altında bulunduran Allah’ın san’atı (bk. ṣ-n-a; r-b-b)
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz yücelik ve haşmet sahibi ve herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)adem: yokluk
ehadiyet: Allah’ın her bir varlıkta görünen birlik tecellisi (bk. v-ḥ-d)esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı
evhâm: vehimler, kuruntularevsâf-ı cemâl ve celâl ve kemâl: güzellik, haşmet ve mükemmellik bildiren sıfatlar; cemâl, celâl ve kemâl sıfatları (bk. v-ṣ-f; c-m-l; c-l-l; k-m-l)
fermân-ı kudsî: kutsal buyruk (bk. ḳ-d-s)fıtrat-ı İlâhiye: İlâhi fıtrat, yaratılış kanunları (bk. f-ṭ-r; e-l-h)
fıtrî şeriat: Allah’ın yaratılışa ait koyduğu kanunlar (bk. f-ṭ-r; ş-r-a)hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothizmetkâr: hizmetçi
imtinâ: imkânsızlıkinfial: fiilden etkilenme, bir tesirin gücü altında hareket etme (bk. f-a-l)
ittiham: suçlamakabil: kabiliyetli
kader-i İlâhî: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r; e-l-h)kemâl-i acz ve inkıyad: tam anlamıyla âcizlik ve itaat etme (bk. k-m-l; a-c-z)
kudret-i Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın sonsuz kudreti (bk. ḳ-d-r; r-b-b)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
mecmuâ-i kavânîn: kanunlar derlemesi (bk. c-m-a; ḳ-n-n)muhâliyet: ihtimal dışı olma, imkansızlık
musahhar: boyun eğenmutî: emre uyan
müddeî: iddia sahibimüstehak: layık (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
nevi: çeşit, türnihayetsiz: sonsuz, sınırsız
recm-i şeytan: şeytan taşlamasamediyet: herşey Allah’a muhtaç olduğu halde, Onun hiçbir şeye muhtaç olmayışı (bk. ṣ-m-d)
semâvat: gökler (bk. s-m-v)sukut: düşüş
sâfi: arınmış, temiz (bk. ṣ-f-y)tabiat: doğa, canlı ve cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
tebeddül: değişimtegayyür: başkalaşım
tesadüf: rastlantıvahdet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
vazife-i ubûdiyet: kulluk görevi (bk. a-b-d)zulümât: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)
şerik: Allah’a ortak koşulan şey

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 816

besmele.jpg


blank.gif
1
فَانْظُرْ اِلٰى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللهِ كَيْفَ يُحْىِ اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا

âyetinin ezelî bağından bir çiçeğine işaret eden Arabî fıkralardır.

حَتّٰى كَاَنَّ الشَّجَرَةَ الْمُزَهَّرَةَ قَصِيدَةٌ مَنْظُومَةٌ مُحَرَّرَةٌوَتُنْشِدُ لِلْفَاطِرِ الْمَدَاۤئِحَ الْمُبَهَّرَةَ اَوْ فَتَحَتْ بِكَثْرَةٍ عُيُونَهَا الْمُبَصَّرَةَلِتَنْظُرَ لِلصَّانِع ِالْعَجَاۤئِبَ الْمُنَشَّرَةَ اَوْ زَيَّنَتْ لِعِيدِهَا اَعْضَاۤئَهَا الْمُخَضَّرَةَلِيَشْهَدَ سُلْطَانُهَا اٰثَارَهُ الْمُنَوَّرَةَ وَتُشْهِرَ فِى الْمَحْضَرِ مُرَصَّعَاتِ الْجَوْهَرِوَتُعْلِنَ لِلْبَشَرِ حِكْمَةَ خَلْقِ الشَّجَرِ بِكَنْزِهَا الْمُدَخَّرِ مِنْ جُودِ رَبِّ الثَّمَرِسُبْحَانَهُ مَاۤ اَحْسَنَ اِحْسَانَهُ مَاۤ اَزْيَنَ بُرْهَانَهُ، مَاۤ اَبْيَنَ تِبْيَانَهُ
blank.gif
2
خَيَالْ بِينَدْ اَزِينْ اَشْجَارْ مَلاَئِكْ رَا جَسَدْ اۤمَدْ سَمَاوِى بَا هَزَارَانْ نَىْ.. اَزِينْ نَيْهَا شُنِيدَتْ هُوشْ سِتَايِشْهَاىِ ذَاتِ حَىْ.. وَرَقْهَارَا زَبَانْ دَارَنْدَ هَمَه هُو هُو ذِكْر اۤرَنْد بَدَرْ مَعْناَىِ حَىُّ حَىُّ.. چُو لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُو بَرَابَرْ مِيزَنَنْد هَرْ شَىْ.. دَمَا دَمْ جُويَدَنْد يَا حَقْ سَرَاسَرْ گُويَدَنْد يَا حَىْ بَرَابَرْ مِيزَنَنْداَللهْ
blank.gif
3


وَنَزَّلْنَا مِنَ السَّمَاۤءِ مَاۤءً مُبَارَكًا
blank.gif
4




[NOT]Dipnot-1
“Bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor!” Rum Sûresi, 30:50.
Dipnot-2
Arapça olarak yazılan bu metnin açıklaması aşağıda, “Arabî fıkranın tercümesi” bölümünde verilmiştir.
Dipnot-3
Hayal görüyor ki, bu ağaçlar meleklere cesed olmuş, onlardan binlerce ney sesi geliyor. Onların neylerinden fikir, Hay olan Cenâb-ı Hakkın medihlerini işitiyor. Onların yaprakları birer dil olmuş, her zaman yâ Hay, yâ Hay mânâsında “hû” , “hû” zikrini çekiyorlar. Ki her şey beraber, “Lâilâhe illâllah” diyor; her zaman yâ Hak, hakkı hayat istiyorlar; baştanbaşa ya Hay diyorlar; hep beraber “Allah” diye zikrediyorlar.
Dipnot-4
“Gökten bereketli bir su indirdik.” Kaf Sûresi, 50:9.
[/NOT]


Arabî: Arapçaezelî: başlangıcı olmayan, sonsuz (bk. e-z-l)
fıkra: kısım, bölüm

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - sayfa 817

Arabî fıkranın tercümesi:

Yani, güya çiçek açmış herbir ağaç, güzel yazılmış manzum bir kasidedir ki, o kaside Fâtır-ı Zülcelâlin medâyih-i bâhiresini inşad edip, şairane lisan-ı hâl ile söylüyor.

Veyahut o çiçek açmış herbir ağaç, binler bakar ve baktırır gözlerini açmış, tâ Sâni-i Zülcelâlin neşir ve teşhir olunan acaib-i san’atını bir iki gözle değil, belki binler gözlerle baksın, tâ ehl-i dikkati öyle baktırsın.

Veyahut o çiçek açan herbir ağaç, umumî bayram olan baharın içindeki hususî bayramında ve resmigeçit-misal bir anda yeşillenmiş âzâlarını en süslü müzeyyenatla süslemiş. Tâ ki, onun Sultan-ı Zülcelâli, ona ihsan ettiği hedâyâyı ve letâifi ve âsâr-ı nuraniyesini müşahede etsin. Hem meşher-i san’at-ı İlâhiye olan zeminin yüzünde ve bahar mevsiminde, murassaât-ı rahmetini enzâr-ı halka teşhir etsin. Ve şecerin hikmet-i hilkatini beşere ilân etsin. İncecik dallarında ne kadar mühim hazineler bulunduğunu ve ihsanat-ı Rahmâniyenin meyvelerinde ne derece mühim defineler var olduğunu göstermekle kemâl-i kudret-i İlâhiyeyi göstersin.

endOfSection.gif
endOfSection.gif


Arabî: ArapçaFâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve herşeyi harika, üstün san’atıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)
Sani-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)Sultan-ı Zülcelâl: sonsuz yücelik, heybet ve haşmet sahibi, herşeyin sultanı olan Allah (bk. s-l-ṭ; ẕü; c-l-l)
acaib-i san’at: san’at harikalıkları (bk. ṣ-n-a)beşer: insan
ehl-i dikkat: dikkat sahiplerienzâr-ı halk: halkın dikkati, bakışı (bk. n-ẓ-r; ḫ-l-ḳ)
fıkra: kısım, bölümgüya: sanki
hedâyâ: hediyelerhikmet-i hilkat: yaratılış hikmeti ve gayesi (bk. ḥ-k-m; ḫ-l-ḳ)
hususî: özelihsan: bağış, ikram (bk. ḥ-s-n)
ihsan’at-ı Rahmâniye: rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah’ın ihsan ve ikramları (bk. ḥ-s-n; r-ḥ-m)inşad: şiir şeklinde okuma
kaside: şiirkemâl-i kudret-i İlâhiye: Allah’ın kudretinin mükemmelliği (bk. k-m-l; ḳ-d-r; e-l-h)
letâif: güzel ve hoş şeyler (bk. l-ṭ-f)lisan-ı hâl: hal dili
manzum: vezinli, ölçülü (bk. n-ẓ-m)medâyih-i bâhire: açık ve aşikâr övgüler
meşher-i san’at-ı İlâhiye: Cenâb-ı Allah’ın san’at eserlerinin sergilendiği yer (bk. ṣ-n-a; e-l-h)murassât-ı rahmet: rahmet süslemeleri (bk. r-ḥ-m)
mühim: önemlimüzeyyenat: süslemeler (bk. z-y-n)
müşahede etmek: görmek (bk. ş-h-d)neşir: yayma, yayılma
resmigeçit-misal: resmigeçit gibi (bk. m-s̱-l)teşhir: sergileme
umumî: genelzemin: yer
âsâr-ı nuraniye: nurlu, parlak eserler (bk. n-v-r)âzâ: uzuvlar, organlar
şairane: şair gibişecere: ağaç

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 818

Birinci Mevkıfın küçük bir zeyli

Festemi’ âyet:
blank.gif
1
اَفَلَمْ يَنْظُرُوۤا اِلَى السَّمَاۤءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا

ilâ âhir-i âyet...

ثُمَّ انْظُرْ اِلٰى وَجْهِ السَّمَاۤءِ كَيْفَ تَرٰى سُكُوتًا فِى سُكُونَةٍ، حَرَكَةً فِى حِكْمَةٍ، تَلَئْلُئاً فِى حَشْمَةٍ، تَبَسُّمًا فِى زِينَةٍ، مَعَ اِنْتَظَامِ الْخِلْقَةِ، مَعَ اِتِّزَانِ الصَّنْعَةِ، تَشَعْشُعُ سِرَاجِهَا، تَهَلْهُلُ مِصْبَاحِهَا، تَلَئْلُؤُ نُجُومِهَا، تُعْلِنُ ِلاَهْلِ النُّهٰى، سَلْطَنَةً بِلاَۤ اِنْتِهَاۤءٍ
blank.gif
2اَفَلَمْ يَنْظُرُوۤا اِلَى السَّمَاۤءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا

ilâ âhir-i âyet...

Bu âyetin bir nevi tercümesi olan

ثُمَّ انْظُرْ اِلٰى وَجْهِ السَّمَاۤءِ كَيْفَ تَرٰى سُكُوتًا فِى سُكُونَةٍ

tercümesidir.

Yani, âyet-i kerime, nazar-ı dikkati, semânın ziynetli ve güzel yüzüne çeviriyor. Tâ, dikkat-i nazar ile, semânın yüzünde fevkalâde sükûnet içinde bir sükûtu görüp, bir Kadîr-i Mutlakın emir ve teshiriyle o vaziyeti aldığını anlasın. Yoksa, eğer başıboş olsaydılar, birbiri içinde o dehşetli hadsiz ecram, o gayet büyük küreler ve gayet sür’atli hareketleriyle öyle bir velveleyi çıkarmak lâzımdı ki, kâinatın kulağını sağır edecekti. Hem öyle bir zelzele-i hercümerc içinde karışıklık olacaktı ki, kâinatı dağıtacaktı. Yirmi camus birbiri içinde hareket etse ne kadar velveleli bir hercümerce sebebiyet verdiği malûm. Halbuki, küre-i arzdan bin


[NOT]Dipnot-1
“Üstlerindeki göğe bakmazlar mı, onu nasıl bina edip süsledik.” Kaf Sûresi, 50:6.
Dipnot-2
Sonra göğün yüzüne bak, nasıl sükûnet içerisinde bir sessizlik, hikmet içerisinde bir hareket, haşmet içerisinde bir parıldama, zînet içerisinde bir tebessüm göreceksin. Bunlar intizam-ı hilkat, ittizân-ı san’at ile beraber olmaktadır. Kandilinin parlaması, lâmbasının ışık vermesi, yıldızlarının parıldamaları akıl sahiplerine sonsuz bir saltanatın varlığını ilân eder.[/NOT]


Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)camus: manda
dehşetli: korkunçecram: gök cisimleri, yıldızlar
festemi’: dinle!fevkalâde: olağanüstü
hadsiz: sayısızhercümerc: karma karışıklık
ilâ âhir-i âyet: âyetin sonuna kadar (bk. e-ḫ-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
küre-i arz: yerküre, dünyamevkıf: kısım, bölüm
mâlum: bilinen (bk. a-l-m)nazar-ı dikkat: dikkatli bakış (bk. n-ẓ-r)
nevi: çeşit, türsemâ: gök (bk. s-m-v)
sükûnet: durgunluk, sakinlik (bk. s-k-n)sükût: sessizlik
teshir: emir altında tutmavelvele: gürültü
zelzele-i hercümerc: karma karışıklığın sarsıntısızeyl: ilâve, ek
ziynetli: süslü (bk. z-y-n)âyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’ân’ın herbir cümlesi (bk. k-r-m)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 819

defa büyük ve top güllesinden yetmiş defa sür’atli hareket edenler, yıldızlar içerisinde var olduğunu kozmoğrafya söylüyor. İşte, sükûnet içindeki sükût-u ecramdan, Sâni-i Zülcelâlin ve Kadîr-i Zülkemâlin derece-i kudret ve teshirini ve nücumun Ona derece-i inkıyad ve itaatini anla.

حَرَكَةً فِى حِكْمَةٍ Hem, semânın yüzünde, hikmet içinde bir hareketi görmeyi âyet emrediyor. Evet, gayet acip ve azîm o harekât, gayet dakik ve geniş hikmet içindedir. Nasıl ki bir fabrikanın çarklarını ve dolaplarını bir hikmet içinde çeviren bir san’atkâr, fabrikanın azamet ve intizamı derecesinde derece-i san’at ve maharetini gösterir. Öyle de, koca güneşe, seyyârâtla beraber fabrika vaziyetini veren ve o müthiş azîm küreleri sapan taşları misillü ve fabrika çarkları gibi etrafında döndüren bir Kadîr-i Zülcelâlin derece-i kudret ve hikmeti, o nisbette nazara tezahür eder.

تَلَئْلُئاً فِى حَشْمَةٍ تَبَسُّمًا فِى زِينَةٍ Yani, hem, semâvât yüzünde öyle bir haşmet içinde bir parlamak ve bir ziynet içinde bir tebessüm var ki, Sâni-i Zülcelâlin ne kadar muazzam bir saltanatı, ne kadar güzel bir san’atı olduğunu gösterir. Donanma günlerinde kesretli elektrik lâmbaları sultanın derece-i haşmetini ve terakkiyât-ı medeniyede derece-i kemâlini gösterdiği gibi, koca semâvât, o haşmetli, ziynetli yıldızlarıyla Sâni-i Zülcelâlin kemâl-i saltanatını ve cemâl-i san’atını öylece nazar-ı dikkate gösteriyorlar.

مَعَ اِنْتِظَامِ الْخِلْقَةِ مَعَ اِتِّزَانِ الصَّنْعَةِ Hem diyor ki: Semânın yüzündeki mahlûkatın intizamını, dakik mizanlar içinde masnuatın mevzuniyetini gör ve anla ki, onların Sânii ne kadar Kadîr ve ne kadar Hakîm olduğunu bil.
Evet, muhtelif ve küçük cirimleri veyahut hayvanları döndüren ve bir vazife


Hakîm: herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m)Kadîr: sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r)
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)Kadîr-i Zülkemâl: kudreti herşeyi kuşatan, mükemmellik ve kusursuzluk sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; k-m-l)
Sâni: herşeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. s-n-a)Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yapan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
acip: hayret verici, şaşırtıcıazamet: büyüklük (bk. a-ẓ-m)
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)cemâl-i san’at: san’atın güzelliği (bk. c-m-l; ṣ-n-a)
cirm: cisimdakik: ince
derece-i haşmet: heybet ve görkemin derecesiderece-i inkıyad ve itaat: boyun eğme ve itaat derecesi
derece-i kemâl: mükemmellik derecesi (bk. k-m-l)derece-i kudret ve hikmet: kudret ve hikmet derecesi (bk. ḳ-d-r; ḥ-k-m)
derece-i kudret ve teshir: güç ve emri altında bulundurma derecesi (bk. ḳ-d-r)derece-i san’at ve maharet: san’at ve maharet derecesi (bk. ṣ-n-a)
gayet: çokharekât: hareketler
haşmet: heybet, görkemhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)kemâl-i saltanat: saltanatın mükemmelliği, kusursuzluğu (bk. k-m-l; s-l-ṭ)
kesretli: pek çok (bk. k-s̱-r)kozmoğrafya: astronomi, gök bilimi
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)masnuat: san’atla yaratılmış varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mevzuniyet: ölçülü olma (bk. v-z-n)misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
mizan: ölçü (bk. v-z-n)muazzam: büyük (bk. a-ẓ-m)
muhtelif: çeşitlinazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)
nazar-ı dikkat: dikkatli bakışlar (bk. n-ẓ-r)nisbet: oran, ölçü (bk. n-s-b)
nücum: yıldızlarsemâ: gök (bk. s-m-v)
semâvât: gökler (bk. s-m-v)seyyârât: gezegenler
sükûnet: durgunluk, sakinlik (bk. s-k-n)sükût-u ecram: gök cisimlerinin sessiz hali
terakkiyat-ı medeniye: teknolojik ilerlemelertezahür: belirme, görünme (bk. ẓ-h-r)
ziynet: süs (bk. z-y-n)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 820

için çeviren ve bir mizan-ı mahsusla herbirini muayyen bir yolda sevk eden bir zâtın derece-i iktidar ve hikmetini ve hareket eden cirmlerin ona derece-i itaat ve musahhariyetlerini gösterdikleri gibi, koca semâvât o dehşetli azametiyle, hadsiz yıldızlarıyla ve o yıldızlar da dehşetli büyüklükleriyle ve gayet şiddetli hareketleriyle beraber, zerre miktar ve bir saniyecik kadar hudutlarından tecavüz etmemeleri, bir âşire-i dakika kadar vazifelerinden geri kalmamaları, Sâni-i Zülcelâllerinin ne kadar dakik bir mizan-ı mahsusla rububiyetini icra ettiğini nazar-ı dikkate gösterirler.

Hem de şu âyet gibi, Sûre-i Amme’de ve sâir âyetlerde beyan olunan teshir-i şems ve kamer ve nücumla işaret ettiği gibi,


تَشَعْشُعُ سِرَاجِهَا، تَهَلْهُلُ مِصْبَاحِهَا، تَلَئْلُؤُ نُجُومِهَا، تُعْلِنُ ِلاَهْلِ النُّهٰى، سَلْطَنَةً بِلاَ اِنْتِهَاۤءٍ

Yani, semanın müzeyyen tavanına, güneş gibi ışık verici, ısındırıcı bir lâmbayı takmak; gece-gündüz hatlarıyla, kış-yaz sahifelerinde mektubât-ı Samedâniyeyi yazmasına bir nur hokkası hükmüne getirmek; ve yüksek minare ve kulelerdeki büyük saatlerin parlayan akrepleri misillü, kubbe-i semâda kameri zamanın saat-i kübrâsına bir akrep yapmak, mütefavit çok hilâller suretinde her geceye güya ayrı bir hilâl bırakıp, sonra dönüp kendine toplamak, menzillerinde kemâl‑i mizanla, dakik hesapla hareket ettirmek; ve kubbe-i semâda parlayan, tebessüm eden yıldızlarla göğün güzel yüzünü yaldızlamak, elbette nihayetsiz bir saltanat-ı rububiyetin şeâiridir. Zîşuura, Onu iş’âr eden muhteşem bir Ulûhiyetin işârâtıdır; ehl-i fikri imana ve tevhide davet eder.
Bak kitab-ı kâinatın safha-i renginine,

Hâme-i zerrîn-i kudret, gör, ne tasvir eylemiş.


Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yapan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)Ulûhiyet: İlâhlık (bk. e-l-h)
azamet: büyüklük (bk. a-ẓ-m)beyan olunan: açıklanan (bk. b-y-n)
cirm: cisimdakik: ince
derece-i iktidar ve hikmet: iktidar ve hikmetin derecesi (bk. ḳ-d-r; ḥ-k-m)derece-i itaat ve musahhariyet: itaat ve boyun eğmişlik derecesi
ehl-i fikir: düşünenler (bk. f-k-r)gayet: çok
güya: sankihadsiz: sayısız
hat: çizgihilâl: ay; yay şeklinde görülen ay
hudut: sınırhâme-i zerrîn-i kudret: kudretin altın kalemi (bk. ḳ-d-r)
icra etme: yerine getirmeişârât: işaretler
iş’âr etmek: bildirmekkamer: ay
kemâl-i mizan: tam ve kusursuz ölçü (bk. k-m-l; v-z-n)kitab-ı kâinat: kâinat kitabı; bir kitap gibi yazılmış bütün âlem (bk. k-t-b; k-v-n)
kubbe-i semâ: gökkubbe (bk. s-m-v)mektubat-ı Samedâniye: Allah tarafından gönderilmiş birer mektup gibi, şuur sahiplerine İlâhî sanatı anlatan eserler (bk. k-t-b; ṣ-m-d)
menzil: konaklama yeri, durak (bk. n-z-l)misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
mizan-ı mahsus: özel ölçü (bk. v-z-n)muayyen: belirlenmiş
muhteşem: ihtişamlı, görkemlimütefavit: birbirinden farklı
müzeyyen: süslü (bk. z-y-n)nazar-ı dikkat: dikkatli bakış (bk. n-ẓ-r)
nihayetsiz: sonsuzrububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
saat-i kübrâ: büyük saat (bk. k-b-r)safha-i rengin: süslü, parlak, rengârenk sahife
saltanat-ı rububiyet: Allah’ın herşeyi kuşatan egemenliği (bk. s-l-ṭ; r-b-b)sema: gök (bk. s-m-v)
semâvât: gökler (bk. s-m-v)suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
sâir: diğertasvir: resimleme; anlatma, ifade etme (bk. ṣ-v-r)
teshir-i şems ve kamer ve nücum: güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğdirmetevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
zerre: atom, en küçük madde parçasızîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
âyet: Kur’ân’ın herbir cümlesiâşire-i dakika: saatin dakika ve saniye gibi on birim küçüğü olan zaman dilimi
şeâir: işaretler, semboller (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 821

Kalmamış bir nokta-i muzlim çeşm-i dil erbâbına,
Sanki âyâtın Hüdâ nur ile tahrir eylemiş.
Bak, ne mu’ciz-i hikmet, iz’an-rübâ-yı kâinat,
Bak, ne âli bir temâşâdır feza-yı kâinat.
Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine,
Nâme-i nurîn-i hikmet bak ne takrir eylemiş.
Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:
Bir Kadîr-i Zülcelâlin haşmet-i sultanına,
Birer burhan-ı nurefşânız vücub-u Sânie; hem vahdete, hem kudrete şahitleriz biz.
Şu zeminin yüzünü yaldızlayan nazenin mu’cizâtı çün melek seyranına,
Bu semânın arza bakan, Cennete dikkat eden, binler müdakkik gözleriz biz.
Tûbâ-yı hilkatten semâvât şıkkına, hep kehkeşan ağsânına,
Bir Cemîl-i Zülcelâlin dest-i hikmetiyle takılmış binler güzel meyveleriz biz.
Şu semâvât ehline birer mescid-i seyyar, birer hane-i devvar, birer ulvî âşiyâne,
Birer misbah-ı nevvar, birer gemi-i Cebbar, birer tayyareyiz biz.
Bir Kadîr-i Zülkemâlin, bir Hakîm-i Zülcelâlin birer mu’cize-i kudret, birer harika-i san’at-ı Hâlıkane,
Birer nadire-i hikmet, birer dâhiye-i hilkat, birer nur âlemiyiz biz.
Böyle yüz bin dille yüz bin burhan gösteririz, işittiririz insan olan insana.
Kör olası dinsiz gözü görmez oldu yüzümüzü. Hem işitmez sözümüzü. Hak söyleyen âyetleriz biz.
Sikkemiz bir, turramız bir, Rabbimize musahharız, müsebbihiz abîdâne
Zikrederiz, kehkeşanın halka-i kübrâsına mensup birer meczuplarız biz.


Cemîl-i Zülcelâl: heybeti ve yüceliği sınırsız, güzelliği sonsuz olan Allah (bk. c-m-l; ẕü; c-l-l)Hakîm-i Zülcelâl: yücelik ve heybet sahibi olan ve herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; c-l-l)
Hüdâ: AllahKadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)
Kadîr-i Zülkemâl: kudreti herşeyi kuşatan, mükemmellik sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; k-m-l)Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
arz: yer, dünyaağsan: dallar
burhan: güçlü delilburhan-ı nurefşan: nur saçan delil (bk. n-v-r)
dest-i hikmet: hikmet eli (bk. ḥ-k-m)dâhiye-i hilkat: yaratılış harikası (bk. ḫ-l-ḳ)
feza-yı kâinat: uzay (bk. k-v-n)gemi-i Cebbar: herşeyi kudretine boyun eğdiren Allah’ın gemisi (bk. c-b-r)
halka-i kübrâ: büyük halka (bk. k-b-r)hane-i devvar: devamlı dönen ev
harika-i san’at-ı Hâlıkane: Yaratıcının san’at harikası (bk. ṣ-n-a; ḫ-l-ḳ)haşmet-i sultan: sultanın, egemenliğinin haşmeti, görkemi (bk. s-l-ṭ)
hutbe-i şirin: güzel, tatlı hutbe (bk. ḫ-ṭ-b)iz’an-rübâ-yı kâinat: kâinatın herkese iman veren yüzü (bk. k-v-n)
kehkeşan: samanyolukudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
meczup: cezbeye tutulmuşmensup: bağlı
mescid-i seyyar: gezici mescidmisbah-ı nevvar: nurlu, parlak lâmba (bk. n-v-r)
musahhar: boyun eğenmu’ciz-i hikmet: Allah’ın hikmetinin mu’cizesi (bk. a-c-z; ḥ-k-m)
mu’cize-i kudret: Allah’ın kudret mu’cizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r)mu’cizât: mu’cizeler (bk. a-c-z)
müdakkik: inceden inceye araştıranmüsebbih: tesbih eden (bk. s-b-ḥ)
nadire-i hikmet: Allah’ın hikmetinin ender bir eseri (bk. ḥ-k-m)name-i nurîn-i hikmet: hikmetin nurlu mektubu (bk. n-v-r; ḥ-k-m)
nazenin: ince, lâtifnokta-i muzlim: karanlık nokta (bk. ẓ-l-m)
nutka gelmek: konuşmak, dile gelmeksemâ: gök (bk. s-m-v)
semâvat: gökler (bk. s-m-v)semâvat ehli: yüce âlemlerde yaşayan varlıklar (bk. s-m-v)
seyran: seyretme, gezmesikke: mühür, işaret
tahrir eylemek: yazmaktakrir eylemek: bildirmek
tayyare: uçaktemâşâ: seyir
turra: mühür, nişantûbâ-yı hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)
ulvî: yüksekvahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
vücub-u Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah’ın varlığının gerekliliği (bk. v-c-b; ṣ-n-a)zemin: yer
zikretmek: Allah’ı anmakâbidâne: ibadet edercesine (bk. a-b-d)
âlem: dünya (bk. a-l-m)âli: yüce
âyet: delilâyât: âyetler, deliller
âşiyâne: yuvaçeşm-i dil erbâbı: gönül gözü açık olanlar
çün: gibişık: bölüm

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 822

İkinci Mevkıf


besmele.jpg



قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ اَللهُ الصَّمَدُ
blank.gif
1


Şu Mevkıfın Üç Maksadı var.

BİRİNCİ MAKSAT


Bir yıldızın tokatıyla yere sukut eden ehl-i şirk ve dalâletin vekili, zerrelerden yıldızlara kadar hiçbir yerde zerre miktar şirke yer bulamadığından, o tarzdaki dâvâdan vazgeçip, fakat şeytan gibi, vahdete dair teşkikât yapmak için üç mühim sual ile, ehadiyete ve vahdete dair, ehl-i tevhide vesvese yapmak istedi.

BİRİNCİ SUAL: Zındıka lisanıyla diyor ki: “Ey ehl-i tevhid! Ben, kendi müvekkillerim namına birşey bulamadım, mevcudatta bir hisse çıkaramadım, mesleğimi ispat edemedim. Fakat siz ne ile nihayetsiz bir kudret sahibi bir Vâhid-i Ehadi ispat ediyorsunuz? Neden Onun kudretiyle beraber başka eller karışmasını kabil görmüyorsunuz?”

Elcevap:
Yirmi İkinci Sözde kat’î ispat edilmiş ki, bütün mevcudat, bütün zerrat, bütün yıldızlar, herbiri Vâcibü’l-Vücudun ve Kadîr-i Mutlakın vücub-u vücuduna birer burhan-ı neyyirdir. Bütün kâinattaki silsilelerin herbiri Onun vahdâniyetine birer delil-i kat’îdir. Kur’ân-ı Hakîm, hadsiz burhanlarında ispat ettiği gibi, umumun nazarına en zâhir burhanları daha ziyade zikreder. Ezcümle,


[NOT]Dipnot-1
“De ki: O Allah birdir. O Allah’tır, Sameddir; herşey Ona muhtaç iken O hiçbir şeye muhtaç değildir.” İhlâs Sûresi, 112:1-2.[/NOT]



Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)Kur’ân-ı Hakim: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı mutlaka gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah (bk. v-ḥ-d)
burhan: güçlü delilburhan-ı neyyir: nurlu, parlak delil (bk. n-v-r)
delil-i kat’î: kesin delilehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi (bk. v-ḥ-d)
ehl-i tevhid: Allah’ın birliğine inanan kimseler (bk. v-ḥ-d)ehl-i şirk ve dalâlet: Allah’a ortak koşanlar ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)
ezcümle: örneğinhadsiz: sınırsız
kabil: mümkünkat’î: kesin
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
lisan: dilmaksat: kastedilen şey, gaye (bk. ḳ-ṣ-d)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)mevkıf: bölüm, kısım
müvekkil: vekâlet veren, vekil tayin eden (bk. v-k-l)nam: ad
nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)nihayetsiz: sonsuz
silsile: zincirsukut etmek: düşmek
teşkikât yapmak: şüphede bırakmakumum: genel, herkes
vahdet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)vahdâniyet: Allah’ın birliği, ortağının ve benzerinin olmayışı (bk. v-ḥ-d)
vesvese: şüphe, kuruntuvücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması (bk. v-c-b; v-c-d)
zerre: atom, en küçük madde parçasızerrât: atomlar, en küçük madde parçaları
zikretmek: anmak, belirtmekziyade: çok, fazla
zâhir: açık, gözle görünür (bk. ẓ-h-r)zındıka: dinsizlik
şirk: Allah’a ortak koşma

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz İkinci Söz - Sayfa 823

وَلَئِنْ سَئَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللهُ
blank.gif
1
وَمِنْ اٰيَاتِهِ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْ


gibi pek çok âyatla, Kur’ân-ı Hakîm, hilkat-i arz ve semâvâtı, vahdâniyete bedâhet derecesinde bir burhan gösteriyor ki, ister istemez, zîşuur olan her adam, hilkat-i arz ve semâvâtta bizzarure Hâlık-ı Zülcelâlini tasdik etmeye mecburdur ki, لَيَقُولُنَّ اللهُ der.

Birinci Mevkıfta nasıl bir zerreden başladık, tâ yıldızlara ve semâvâta kadar sikke-i tevhidi gösterdik. Kur’ân-ı Hakîm, şu nevi âyatla, yıldızlardan ve semâvâttan tutup, tâ zerrelere kadar şirki tard eder. Şöyle işaret eder ve mânen der:

Semâvât ve arzı böyle muntazam halk eden bir Kadîr-i Mutlakın, devâir-i masnuatından olan manzume-i şemsiye bilbedâhe Onun kabza-i tasarrufundadır. Madem o Kadîr-i Mutlak, şemsi, seyyârâtıyla kabza-i tasarrufunda tutuyor ve tanzim ve teshir ve tedvir ediyor.
blank.gif
2 Elbette, o manzume-i şemsiyenin bir cüz’ü ve şems ile bağlanan küre-i arz dahi kabza-i tasarrufunda ve tedbir ve tedvirindedir.
blank.gif
3 Madem küre-i arz, kabza-i tasarrufunda ve tedbir ve tedvirindedir; bilbedâhe, arzın yüzünde yazılan ve icad edilen ve yerin meyveleri ve gayâtı hükmünde olan masnuat dahi Onun kabza-i rububiyetinde ve terbiyesindedir.

Madem bütün zeminin yüzüne serilen ve serpilen ve yüzünü yaldızlayan ve ziynetlendiren ve her zaman tazelenen, gelip giden ve zemin onlarla dolup boşalan


[NOT]Dipnot-1
“Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da Onunâyetlerindendir.” Rum Sûresi, 30:22.
Dipnot-2
bk. Ra’d Sûresi, 13:2; İbrahim Sûresi,14:33 Nahl Sûresi, 16:12; Hac Sûresi, 22:18; Ankebût Sûresi, 29:61; Yâsîn Sûresi, 36:38.
Dipnot-3
bk. Bakara Sûresi, 2:29; Hac Sûresi, 22:65; Zümer Sûresi, 39:67.[/NOT]




Hâlık-ı Zülcelâl
: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
Kur’ân-ı Hakim: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)arz: yer, dünya
bedâhet: ap açıklıkbilbedâhe: ap açık bir şekilde
bizzarure: zorunlu olarakburhan: güçlü delil
cüz’: kısım, parça (bk. c-z-e)devâir-i masnuat: san’atla yapılmış şeylerin oluşturduğu daireler (bk. ṣ-n-a)
gayât: gayelerhalk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)
hilkat-i arz ve semâvât: göklerin ve yerin yaratılması (bk. ḫ-l-ḳ; s-m-v)icad: yaratma, var etme (bk. v-c-d)
kabza-i rububiyet: rububiyet eli; herşeyi terbiyesi ve egemenliği altında bulundurma (bk. r-b-b)kabza-i tasarruf: emri altında bulundurma (bk. ṣ-r-f)
küre-i arz: yerküre, dünyamanzume-i şemsiye: güneş sistemi (bk. n-ẓ-m)
masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)mevkıf: bölüm, kısım
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
nevi: tür, çeşitsemâvât: gökler (bk. s-m-v)
seyyarat: gezegenlersikke-i tevhid: Allah’ın birliğini gösteren işaret, mühür (bk. v-ḥ-d)
tanzim: düzenleme, düzene koyma (bk. n-ẓ-m)tard etmek: kovmak
tasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)tedbir: idare etme, ihtiyacını karşılama (bk. d-b-r)
tedvir: çekip çevirme, idare etmeteshir: boyun eğdirme
vahdâniyet: Allah’ın birliği, ortağının ve benzerinin olmayışı (bk. v-ḥ-d)yaldızlayan: parlatan
zemin: yerzerre: atom, en küçük madde parçası
ziynetlendiren: süslendiren (bk. z-y-n)zîşuur: şuur sahibi, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
âyat: âyetlerşems: güneş
şirk: Allah’a ortak koşma

<tbody>
</tbody>
 
Üst