Otuz Birinci Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz

Mirac-ı Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir

İHTAR: Mirac meselesi, erkân-ı imaniyenin usulünden sonra terettüp eden bir neticedir. Ve erkân-ı imaniyenin nurlarından medet alan bir nurdur. Erkân-ı imaniyeyi kabul etmeyen dinsiz mülhidlere karşı, elbette bizzat ispat edilmez. Çünkü, Allah’ı bilmeyen, Peygamberi tanımayan ve melâikeyi kabul etmeyen veya semâvâtın vücudunu inkâr eden adamlara Miracdan bahsedilmez; evvelâ o erkânı ispat etmek lâzım geliyor. Öyle ise, biz, Miracda istib’âd ile vesveseye düşen bir mü’mini muhatap ittihaz ederek, ona karşı serd-i kelâm edip ara sıra, makam-ı istimâda olan mülhidi nazara alıp serd-i kelâm edeceğiz. Bazı Sözlerde hakikat-i Miracın bir kısım lem’aları zikredilmiştir. İhvanlarımın ısrarıyla, ayrı ayrı o lem’aları hakikatin aslıyla birleştirmek ve kemâlât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) cemâline birden bir âyine yapmak için, inayeti Allah’tan istedik.


besmele.jpg

سُبْحَانَ الَّذِىۤ اَسْرٰى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ اْلاَقْصَا الَّذِى بَارَكْنَا حَوْ لَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۤ اِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
blank.gif
1
اِنْ هُوَ اِلاَّ وَحْىٌ يُوحىٰ عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوٰى ذُومِرَّةٍ فَاسْتَوٰى


[NOT]Dipnot-1 “Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haramdan alıp, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.” İsrâ Sûresi, 17:1.[/NOT]

Mirac-ı Nebeviye: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c; n-b-e)cemâl: güzellik (bk. c-m-l)
erkân: esaslar, şartlar (bk. r-k-n)erkân-ı imaniye: imanın şartları, esasları (bk. r-k-n; e-m-n)
evvelâ: ilk olarakhakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i Mirac: Miracın aslı ve esası, gerçek mahiyeti (bk. ḥ-ḳ-ḳ; a-r-c)ihtar: hatırlatma
ihvan: kardeşlerinayet: yardım (bk. a-n-y)
inkâr: inanmama, kabul etmeme (bk. n-k-r)istib’ad: akıldan uzak görme
ittihaz: edinme, kabul etmekemâlât-ı Ahmediye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in üstün özellikleri, mükemmellikleri (bk. k-m-l; ḥ-m-d)
lem’a: parıltımakam-ı istimâ: dinleme makamı (bk. s-m-a)
medet: yardımmelâike: melekler (bk. m-l-k)
mülhid: dinsiz, inkârcımü’min: imanlı, Allah’a inanan (bk. e-m-n)
nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)semâvât: gökler (bk. s-m-v)
serd-i kelâm etmek: söz söylemek (bk. k-l-m)terettüp: sırası gelme
usul: esasvesvese: şüphe, kuruntu
vücud: varlık (bk. v-c-d)zikredilmek: anılmak, belirtilmek
âyine: ayna

<tbody>
</tbody>

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 759

وَهُوَ بِاْلاُفُقِ اْلاَعْلٰى ثُمَّ دَنَا فَتَدَلىّٰ فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنىٰ فَاَوْحٰىۤ اِلٰى عَبْدِهِ مَاۤاَوْحٰى مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَارَاٰى اَفَتُمَارُونَهُ عَلٰى مَايَرٰى وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْ لَةً اُخْرٰى عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَاْوٰى اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰى مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَاطَغٰى لَقَدْ راَىٰ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرىٰ
blank.gif
1


EVVELKİ âyet-i azîmenin azîm hazinesinden, yalnız
blank.gif
2
اِنَّهُ zamirinde bir düstur‑u belâğate istinad eden iki remzin meselemize münasebeti olduğu için, i’caz bahsinde beyan edildiği üzere yazacağız.

İşte, Kur’ân-ı Hakîm, Habib-i Ekrem Aleyhi Efdalüssalâtü ve Ekmelüsselâmın Miracının mebdei olan, Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâya olan seyeranını zikrettikten sonra
blank.gif
3
اِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُder. Ve şu kelâm ile, Sûre-i وَالنَّجْمِ اِذَا هَوٰى
blank.gif
4
da işaret olunan müntehâ-yı Miraca remzeden اِنَّهُdaki zamir, ya Cenâb-ı Hakka râcidir veyahut Peygamberedir.


Peygambere göre olsa, kanun-u belâğat ve münasebet-i siyâk-ı kelâm şöyle ifade ediyor ki: Bu seyahat-i cüz’iyede bir seyr-i umumî, bir urûc-u küllî var ki,


[NOT]Dipnot-1
“O ancak kendisine vahyolunanı söyler. Onu muazzam kuvvetlere sahip olan öğretti ki, kendisine gerçek suretiyle görünmüştür. O, ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hattâ daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Kendi kuluna vahyetti. Onun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi onun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki, onu bir kere daha hakikî suretinde, Sidre-i Müntehâda gördü ki, onun yanında Me’vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Göz ne şaştı, ne de başka birşeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.” Necm Sûresi, 53:4-18.
Dipnot-2
“Şüphesiz ki O…” İsrâ Sûresi, 17:1.
Dipnot-3
“Şüphesiz ki O herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.” İsrâ Sûresi, 17:1.
Dipnot-4
“Kayan yıldıza yemin olsun ki…” Necm Sûresi, 53:1.[/NOT]



Aleyhi Efdalüssalâtü ve Ekmelüsselâm: en üstün selâmlar ve en mükemmel salâtlar onun üzerine olsun (bk. f-ḍ-l; ṣ-l-v; k-m-l; s-l-m)Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Habib-i Ekrem: Allah’ın en sevdiği kul olan Peygamberimiz Hz. Muhammed (bk. ḥ-b-b; k-r-m)Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Mescid-i Aksâ: Kudüs’te Hz. Süleyman tarafından yaptırılan mukaddes mescidMescid-i Haram: Mekke’de içinde Kâbenin bulunduğu büyük mescid (bk. ḥ-r-m)
Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)azîm: büyük, yüce (bk. a-ẓ-m)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)düstur-u belâğat: maksada ve hale uygun düzgün ve güzel söz söyleme prensibi (bk. b-l-ğ)
evvelki: öncekiistinad: dayanma (bk. s-n-d)
i’caz: mu’cize oluş (bk. a-c-z)kanun-u belâğat: belâğat kanunu (bk. b-l-ğ; ḳ-n-n)
kelâm: söz (bk. k-l-m)mebde’: başlangıç
münasebet: bağlantı, ilişki (bk. n-s-b)münasebet-i siyâk-ı kelâm: sözün gidiş münasebeti, öncesiyle ve sonrasıyla olan ilişkisi (bk. n-s-b; k-l-m)
müntehâ-yı Mirac: Miracın en son noktası (bk. a-r-c)remz: işaret
râci: ait, dönükseyahat-i cüz’iye: kısa zaman içindeki yolculuk (bk. c-z-e)
seyeran: seyahat, gezinmeseyr-i umumî: umumi, geniş bir seyahat
urûc-u küllî: genel mânâda kâinat çapında bir yükseliş (bk. a-r-c; k-l-l)zikretmek: anmak, belirtmek
âyet-i azîme: büyük ve yüce âyet (bk. a-ẓ-m)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 760

tâ Sidretü’l-Müntehâya, tâ Kab-ı Kavseyne kadar merâtib-i külliye-i esmâiyede gözüne, kulağına tesadüf eden âyât-ı Rabbâniyeyi ve acaib-i san’at-ı İlâhiyeyi işitmiş, görmüştür, der. O küçük, cüz’î seyahati hem küllî, hem mahşer-i acaip bir seyahatin anahtarı hükmünde gösteriyor.

Eğer zamir Cenâb-ı Hakka râci olsa, şöyle oluyor ki: Bir abdini bir seyahatte huzuruna davet edip, bir vazife ile tavzif etmek için, Mescid-i Haramdan mecma-ı enbiya olan Mescid-i Aksâya gönderip, enbiyalarla görüştürüp, bütün enbiyaların usul-ü dinlerine vâris-i mutlak olduğunu gösterdikten sonra, tâ Sidretü’l-Müntehâya, tâ Kab-ı Kavseyne kadar mülk ve melekûtunda gezdirdi.
blank.gif
1
İşte, çendan o bir abddir ve o seyahat bir mirac-ı cüz’îdir. Fakat bu abdin, bütün kâinata taallûk eden bir emanet beraberindedir. Hem şu kâinatın rengini değiştirecek bir nur beraberdir. Hem saadet-i ebediyenin kapısını açacak bir anahtar beraber olduğu için, Cenâb-ı Hak kendini “bütün eşyayı işitir ve görür”
blank.gif
2
sıfatıyla tavsif eder—tâ, o emanet, o nur, o anahtarın cihanşümul ve muhit ve umum kâinata âmm ve bütün mahlûkata şamil hikmetlerini göstersin.
blank.gif
3

Bu sırr-ı azîmin Dört Esası var.Birincisi: Miracın sırr-ı lüzumu nedir?İkincisi: Hakikat-i Mirac nedir?Üçüncüsü: Hikmet-i Mirac nedir?

Dördüncüsü:
Miracın semerat ve faidesi nedir?

[NOT]Dipnot-1
bk. İsrâ Sûresi, 17:1; Necm Sûresi, 53:4-18.
Dipnot-2
bk. İsrâ Sûresi, 17:1.
Dipnot-3
bk. İsrâ Sûresi, 17:1[/NOT]


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Kab-ı Kavseyn: Cenab-ı Hakka en yakın olan makam; Peygamberimiz Miracda bu makamda bizzat Cenab-ı Hak ile görüşmüştür (bk. ḳ-v-b)
Mescid-i Aksâ: Kudüs’te Hz. Süleyman tarafından yaptırılan mukaddes mescidMescid-i Haram: Mekke’de içinde kâbenin bulunduğu büyük mescid (bk. ḥ-r-m)
Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)Sidretü’l-Müntehâ: yedinci kat gökte olduğu rivâyet edilen ve Peygamberimizin (a.s.m.) ulaştığı en son makam, son zirve
abd: kul (bk. a-b-d)acaib-i san’at-ı İlâhiye: Allah’ın hayrette bırakan ve hayranlık uyandıran san’at eserleri (bk. ṣ-n-a; e-l-h)
cihanşümul: dünya çapındacüz’î: küçük, ferdî (bk. c-z-e)
enbiya: nebiler, peygamberler (bk. n-b-e)eşya: şeyler, varlıklar
hakikat-i Mirac: Miracın aslı ve esası, gerçek mahiyeti (bk. ḥ-ḳ-ḳ; a-r-c)hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i Mirac: Miracın hikmeti, gayesi ve anlamı (bk. ḥ-k-m; a-r-c)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mahşer-i acaip: bütün acayip şeylerin bulunduğu alan (bk. ḥ-ş-r)mecma-i enbiya: peygamberlerin toplandığı yer (bk. c-m-a; n-b-e)
melekût: görünmeyen mânevî iç âlem (bk. m-l-k)merâtib-i külliye-i esmâiye: Allah’ın isimlerinin büyük ve geniş mertebeleri (bk. k-l-l; s-m-v)
mirac-ı cüz’î: ferdî bir yükseliş (bk. a-r-c; c-z-e)muhit: kapsamlı, kuşatıcı
mülk: görünen maddî ve cismanî âlem (bk. m-l-k)râci: ait, dönük
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)semerat: meyveler, neticeler
sırr-ı azîm: büyük sır (bk. a-ẓ-m)sırr-ı lüzum: gerekliliğin sırrı
taallûk etmek: ilgili olmaktavsif: vasıflandırma (bk. v-ṣ-f)
tavzif: vazifelendirme, görevlendirmetesadüf eden: rastgelen
umum: bütünusul-ü din: dinin esasları
vâris-i mutlak: her yönüyle mirasçı (bk. ṭ-l-ḳ)âmm: genel, her yeri kaplayan
âyât-ı Rabbaniye: Rabbânî âyetler; Allah’ı gösteren ve tanıtan deliller (bk. r-b-b)çendan: gerçi
şamil: içine alan, kapsayıcı

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 761

BİRİNCİ ESAS

Miracın sırr-ı lüzumu

Meselâ, deniliyor ki: Cenâb-ı Hak
blank.gif
1
اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ dir, herşeye herşeyden daha yakındır. Cisimden, mekândan münezzehtir.
blank.gif
2
Her velî, kalbi içinde Onunla görüşebilir.
blank.gif
3
Neden dolayı velâyet-i Ahmediye (a.s.m.), Mirac gibi uzun bir seyahatin neticesinden sonra, her velînin kendi kalbinde muvaffak olduğu münâcâta muvaffak oluyor?

Elcevap: Şu sırr-ı gàmızı iki temsille fehme takrib ediyoruz. On İkinci Sözün sırr-ı i’câz-ı Kur’ân ve sırr-ı Mirac hakkında olan şu iki temsili dinle:

Birinci temsil: Bir sultanın iki çeşit mükâlemesi, sohbeti, görüşmesi vardır; iki tarzda hitabı, iltifatı vardır:Birisi, âmi bir raiyetiyle, cüz’î bir iş için, hususî bir hacete dair, has bir telefonla sohbet etmektir.

Diğeri, saltanat-ı uzmâ ünvanıyla ve hilâfet-i kübrâ namıyla ve hâkimiyet-i âmme haysiyetiyle ve evâmirini etrafa neşir ve teşhir maksadıyla, o işlerle alâkadar bir elçisiyle veya o evâmirle münasebettar büyük bir memuruyla konuşmaktır, sohbet etmektir ve haşmetini izhar eden ulvî bir fermanla bir mükâlemedir.

İşte,
blank.gif
4
وَ ِللهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى şu temsil gibi, şu kâinat Hâlıkının ve Mâlikü’l-Mülk ve’l-Melekûtun ve Hâkim-i Ezel ve Ebedin iki tarzda mükâlemesi, sohbeti, iltifatı


[NOT]Dipnot-1
“Ona şahdamarından daha yakın.” Kaf Sûresi, 50:16.
Dipnot-2
bk. İsrâ Sûresi, 17:43; Enbiyâ Sûresi, 21:22.
Dipnot-3
bk. El-Cürcânî, et-Ta’rîfat 1:76.
Dipnot-4
“En yüce sıfatlar Allah’a aittir.” Nahl Sûresi, 16:60.[/NOT]



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Hâkim-i Ezel ve Ebed: varlığının başı ve sonu olmayan, hâkimiyeti zaman öncesinden sonsuza kadar devam eden Allah (bk. ḥ-k-m; e-z-l; e-b-d)
Hâlık: herşeyin yaratıcısı olan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)
Mâlikü’l-Mülk ve’l-Melekût: görünen ve görünmeyen bütün mülkün ve âlemlerin sahibi olan Allah (bk. m-l-k)alâkadar: alâkalı, ilgili
cüz’î: ferdî, kişisel (bk. c-z-e)evâmir: emirler
fehm: anlayışferman: emir, buyruk
hacet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)has: özel
haysiyet: özellikhaşmet: heybet, görkem
hilâfet-i kübrâ: en büyük halifelik (bk. ḫ-l-f; k-b-r)hitab: konuşma (bk. ḫ-ṭ-b)
hususî: özelhâkimiyet-i âmme: genel hâkimiyet, hükümranlık (bk. ḥ-k-m)
iltifat: önem ve değer vererek, lütufla hitap ve muamele etmeizhar: gösterme (bk. ẓ-h-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)maksat: gaye (bk. ḳ-ṣ-d)
mekân: yermuvaffak: başarılı
mükâleme: konuşma (bk. k-l-m)münasebettar: ilişkili, bağlantılı (bk. n-s-b)
münezzeh: arınmış, yüce (bk. n-z-h)münâcât: dua, Allah’a yakarış (bk. n-c-v)
nam: adneşir: yayma
raiyet: vatandaşsaltanat-ı uzmâ: en büyük saltanat, egemenlik (bk. s-l-ṭ; a-ẓ-m)
semerat: meyveler, neticelersırr-ı Mirac: Miracın sırrı, özü (bk. a-r-c)
sırr-ı gàmız: anlaşılması zor sırsırr-ı i’caz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cize oluşunun sırrı, espirisi (bk. a-c-z)
sırr-ı lüzum: gerekliliğin sırrıtakrib: yaklaştırma
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)teşhir: sergileme
ulvî: yücevelâyet-i Ahmediye: Peygamberimizin velâyeti (bk. v-l-y; ḥ-m-d)
velî: Allah dostu (bk. v-l-y)âmi: basit, sıradan

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 762

vardır: Birisi cüz’î ve has, diğeri küllî ve âmm. İşte, Mirac, velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) bütün velâyâtın fevkinde bir külliyet, bir ulviyet suretinde bir tezahürüdür ki, bütün kâinatın Rabbi ismiyle, bütün mevcudatın Hâlıkı ünvanıyla Cenâb-ı Hakkın sohbetine ve münâcâtına müşerrefiyettir.

İkinci temsil: Bir adam, elindeki bir âyineyi güneşe karşı tutar. O âyine, kendi miktarınca bir ışık ve yedi rengi hâvi bir ziyayı, bir aksi, şemsten alır; onun nisbetinde güneşle münasebettar olur, sohbet eder. Ve o ışıklı âyineyi karanlıklı hanesine veya dam altındaki küçük, hususî bağına tevcih etse, güneşin kıymeti nisbetinde değil, belki o âyinenin kabiliyeti miktarınca istifade edebilir.

Diğeri ise, âyineyi bırakır, doğrudan doğruya güneşe karşı çıkar, haşmetini görür, azametini anlar. Sonra pek yüksek bir dağa çıkar, güneşin pek geniş şâşaa-i saltanatını görür ve bizzat, perdesiz onunla görüşür. Sonra döner, hanesinden veya bağının damından geniş pencereler açar, gökteki güneşe karşı yollar yapar, hakikî güneşin daimî ziyasıyla sohbet eder, konuşur. Ve böylece, minnettârâne bir sohbet edebilir ve diyebilir: “Ey yeryüzünü ışığıyla yaldızlayan ve zeminin vechini ve bütün çiçeklerin yüzlerini güldüren dünya güzeli, gök nazdarı olan nazenin güneş! Onlar gibi benim haneciğimi, bahçeciğimi ısındırdın ve ışıklandırdın—bütün dünyayı ışıklandırdığın ve yeryüzünü ısındırdığın gibi.” Halbuki, evvelki âyine sahibi böyle diyemez. O âyine kaydı altında güneşin aksi ise, âsârı mahduttur, o kayda göredir.

İşte, Şems-i Ezel ve Ebed Sultanı olan Zât-ı Ehad ve Samedin tecellîsi, mahiyet-i insaniyeye, hadsiz merâtibi tazammun eden iki suretle tezahür eder:

Birincisi: Âyine-i kalbe uzanan bir nisbet-i Rabbâniye ile bir tezahürdür ki,


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Hâlık: herşeyin yaratıcısı Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
Zât-ı Ehad ve Samed: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve birliği herbir şeyde görünen Allah (bk. v-ḥ-d; ṣ-m-d)akis: yansıma
azamet: büyüklük (bk. a-ẓ-m)cüz’î: ferdî (bk. c-z-e)
daimî: süreklievvelki: önceki
fevkinde: üstündehadsiz: sınırsız
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hane: ev
has: özelhaşmet: ihtişam, görkem
hususî: özelhâvi: içine alan
iltifat: önem ve değer vererek, lütufla hitap ve muamele etmeistifade: faydalanma, yararlanma
kabiliyet: yetenekkayt: sınır
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)külliyet: genellik, kapsamlılık (bk. k-l-l)
küllî: genel, bütün (bk. k-l-l)mahdut: sınırlı
mahiyet-i insaniye: insanın mahiyeti, iç yüzümerâtib: mertebeler
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)minnetterâne: minnet ve şükran duyarak
münasebettar: ilgili, bağlantılı (bk. n-s-b)münâcât: Allah’a yalvarış, dua (bk. n-c-v)
müşerrefiyet: şereflenmenazdar: nazlı, cilveli
nazenin: ince, hoş, duyarlınisbet: oran (bk. n-s-b)
nisbet-i Rabbâniye: İlâhî bağ (bk. n-s-b; r-b-b)suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tazammun eden: içine alantecellî: yansıma (bk. c-l-y)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)tevcih: yöneltme
tezahür: belirme, görünme, ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)ulviyet: yücelik
vech: yüzvelâyet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in velâyeti (bk. v-l-y; ḥ-m-d)
velâyât: velâyetler, velîlikler (bk. v-l-y)yaldızlamak: parlatmak
zemin: yerziya: ışık
âmm: genelâsâr: eserler
âyine: aynaâyine-i kalb: kalp aynası
Şems-i Ezel ve Ebed Sultanı: ezel ve ebedin sultanı olan Güneş; bu tabir ezelden ebede kadar bütün varlık âlemini aydınlatan Allah için bir benzetme olarak kullanılır (bk. e-z-l; e-b-d; s-l-ṭ)şems: güneş
şâşaa-i saltanat: saltanatın gösterişi (bk. s-l-ṭ)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 763

herkes istidadına ve tayy-ı merâtipte seyr ü sülûküne, esmâ ve sıfâtın tecelliyâtına nisbeten cüz’î ve küllî o Şems-i Ezelînin nuruna ve sohbetine ve münâcâtına mazhariyeti var. Galip esmâ ve sıfâtın zılâlinde giden velâyetlerin derecâtı bu kısımdan ileri gelir.

İkincisi: İnsanın câmiiyeti ve şecere-i kâinatın en münevver meyvesi olduğundan, bütün kâinatta cilveleri tezahür eden Esmâ-i Hüsnâyı birden âyine-i ruhunda gösterebilmesi cihetiyle, Cenâb-ı Hak, tecellî-i zâtıyla ve Esmâ-i Hüsnânın âzamî mertebede nev-i insanın mânen en âzam bir ferdine tecellî-i âzam tezahür eder ki, bu tezahür ve tecellî, Mirac-ı Ahmedî (a.s.m.) sırrıdır ki, onun velâyeti, risaletine mebde’ olur.

Velâyet ki, zıllden geçer, ikinci temsilin birinci adamına benzer. Risalette zıll yoktur; doğrudan doğruya Zât-ı Zülcelâlin ehadiyetine bakar, ikinci temsilin ikinci adamına benzer. Mirac ise, velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) keramet-i kübrâsı, hem mertebe-i ulyâsı olduğundan, risalet mertebesine inkılâb etmiş. Miracın bâtını velâyettir; halktan Hakka gitmiş. Zâhir-i Mirac risalettir; Haktan halka geliyor. Velâyet, kurbiyet merâtibinde sülûktür; çok merâtibin tayyına ve bir derece zamana muhtaçtır. Nur-u âzam olan risalet ise, akrebiyet-i İlâhiyenin inkişafı sırrına bakar ki, bir ân-ı seyyale kâfidir. Onun için hadiste denilmiş: “Bir anda dönmüş, gelmiş.”
blank.gif
1
Şimdi, makam-ı istimâda bulunan mülhide deriz ki: Madem bu kâinat gayet

[NOT]Dipnot-1
bk. es-Suyûtî, el-Hasâisu’l-Kübrâ 1:272; Kâdı İyâz, eş-Şîfâ s.166; Aliyyülkârî, Şerhu’ş-Şifâ 1:409.[/NOT]



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
Hak: herşeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Mirac-ı Ahmedî: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün mânevî âlemleri gezdiği yolculuk (bk. a-r-c; ḥ-m-d)
Zâhir-i Mirac: Miracın açık ve aşikâr yönleri (bk. ẓ-h-r; a-r-c)Zât-ı Zülcelâl: sonsuz yücelik ve haşmet sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
akrebiyet-i İlâhiye: İlâhî yakınlık, Allah’ın kula olan yakınlığı (bk. e-l-h)bâtın: içyüz
cihet: yöncilve: yansıma, akis (bk. c-l-y)
câmiiyet: kapsamlılık (bk. c-m-a)cüz’î: ferdî (bk. c-z-e)
derecât: derecelerehadiyet: birlik; Allah’ın isimlerinin tek bir şeyde tecellî etmesi, görünmesi (bk. v-ḥ-d)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)hadis: Peygamberimize ait veya Onun onayladığı söz, emir veya davranış (bk. ḥ-d-s̱)
inkişaf: açılma, gelişme (bk. k-ş-f)inkılâb etmek: dönüşmek
istidad: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)keramet-i kübrâ: en büyük keramet (bk. k-r-m; k-b-r)
kurbiyet: yakınlık, kulun Allah’a yakınlığıkâfi: yeterli
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)küllî: genel, bütün (bk. k-l-l)
makam-ı istimâ: dinleme makamı (bk. s-m-a)mazhariyet: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r)
mebde’: başlangıçmertebe: derece
mertebe-i ulyâ: en yüce mertebemerâtib: mertebeler
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)mülhid: dinsiz, inkârcı
münevver: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)münâcât: dua, yakarış (bk. n-c-v)
nev-i insan: insanlar, insanlık türünisbeten: oranla, kıyasla (bk. n-s-b)
nur-u âzam: en büyük nur (bk. n-v-r; a-ẓ-m)risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
seyr ü sülûk: İlâhî hakikatlere ulaşmak için bir rehberin önderliğinde çıkılan mânevî yolculuksülûk: yol alma
sıfât: vasıflar, özellikler (bk. v-ṣ-f)sır: gizli gerçek
tayy: atlama, aşmatayy-ı merâtib: mertebeleri aşma
tecelli-î zât: Allah’ın zâtının tecelli etmesi ve görünmesi (bk. c-l-y)tecelliyât: yansımalar (bk. c-l-y)
tecellî: yansıma (bk. c-l-y)tecellî-i âzam: en büyük tecellî, yansıma (bk. c-l-y; a-z-m)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)tezahür: görünme, belirme (bk. ẓ-h-r)
velâyet: velilik (bk. v-l-y)velâyet-i Ahmediye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in velâyeti (bk. v-l-y; ḥ-m-d)
zıll: gölgezılâl: gölgeler
ân-ı seyyale: bir anda akıp giden zaman dilimiâyine-i ruh: ruh aynası (bk. r-v-ḥ)
âzam: en büyük (bk. a-ẓ-m)âzamî: en büyük (bk. a-ẓ-m)
Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş; bu tabir herşeyi nurlandıran Allah için bir benzetme olarak kullanılır (bk. e-z-l)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 764

muntazam bir memleket, gayet muhteşem bir şehir, gayet müzeyyen bir saray hükmündedir. Elbette onun bir hâkimi, bir mâliki, bir ustası vardır.

Madem böyle haşmetli bir Mâlik-i Zülcelâl, bir Hâkim-i Zülkemâl, bir Sâni-i Zülcemâl vardır. Hem madem umum o âleme, o memlekete, o şehre, o saraya alâkadarlık gösteren ve havas ve duygularıyla umumuna münasebettar ve nazarı küllî olan bir insan vardır. Elbette o Sâni-i Muhteşem, o küllî nazarlı ve umumî şuurlu olan insan ile ulvî, âzamî bir münasebeti bulunacaktır ve ona kudsî bir hitabı ve âli bir teveccühü olacaktır.

Hem madem Âdem Aleyhisselâmdan şimdiye kadar şu münasebete mazhar olanların içinde, âsârının şehadetiyle, yani küre-i arzın nısfını ve nev-i beşerin humsunu daire-i tasarrufuna aldığı ve kâinatın şekl-i mânevîsini değiştirdiği, ışıklandırdığı gibi, en âzamî bir mertebede o münasebeti Muhammed-i Arabî Sallallahu Aleyhi Vesellem göstermiştir. Öyle ise, o münasebetin en âzamî bir mertebesinden ibaret olan Mirac, ona elyak ve ona evfaktır.

İKİNCİ ESAS
Hakikat-i Mirac nedir?

Elcevap: Zât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) merâtib-i kemâlâtta seyr ü sülûkünden ibarettir. Yani, Cenâb-ı Hakkın tertib-i mahlûkatta tecellî ettirdiği ayrı ayrı isim ve ünvanlarla ve saltanat-ı rububiyetinde teşkil ettiği devâir-i tedbir ve icadda ve o dairelerde birer arş-ı rububiyet ve birer merkez-i tasarrufa medar olan bir


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Hâkim-i Zülkemâl: sonsuz mükemmellik sahibi ve herşeye hükmeden Allah (bk. ḥ-k-m; k-m-l)
Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)Muhammed-i Arabî: Arapların içinden çıkan peygamberimiz Muhammed (a.s.m.) (bk. ḥ-m-d)
Mâlik-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan, herşeyin sahibi Allah (bk. m-l-k; ẕü; c-l-l)Sallallahu Aleyhi Vesellem: Allah onun üzerine salât ve selâm eylesin (bk. s-l-m)
Sâni-i Muhteşem: ihtişam sahibi ve herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
alâkadar: ilgili, alakalıarş-ı rububiyet: Allah’ın büyüklüğünün, hüküm ve egemenliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; r-b-b)
daire-i tasarruf: faaliyet alanı (bk. ṣ-r-f)devâir-i tedbir ve icad: idare etme ve yaratma daireleri (bk. d-b-r; v-c-d)
elyak: en layıkevfak: en uygun
gayet: sonsuzhakikat-i Mirac: Miracın aslı ve esası, gerçek mahiyeti (bk. ḥ-ḳ-ḳ; a-r-c)
havas: hisler, duygularhaşmetli: ihtişamlı, görkemli
hitab: konuşma (bk. ḫ-ṭ-b)humsu: beşte biri
hâkim: hükmeden, idareci (bk. ḥ-k-m)kudsî: kutsal (bk. ḳ-d-s)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)küllî: kapsamlı (bk. k-l-l)
küre-i arz: yerküre, dünyamazhar: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r)
medar: sebep, dayanak, eksenmerkez-i tasarruf: idare, terbiye ve tasarruf merkezi (bk. ṣ-r-f)
mertebe: derece, basamakmerâtib-i kemâlât: fazilet ve mükemmellik mertebeleri (bk. k-m-l)
muhteşem: ihtişamlı, görkemlimuntazam: düzenli, intizamlı (bk. n-ẓ-m)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)münasebet: ilgi, bağlantı (bk. n-s-b)
münasebettar: ilişkili, bağlantılı (bk. n-s-b)müzeyyen: süslü (bk. z-y-n)
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)nev-i beşer: insanlık
nısfı: yarısısaltanat-ı Rububiyet: rububiyetin, Rablığın eğemenliği (bk. s-l-ṭ; r-b-b)
seyr ü sülûk: mânevî ve ruhî yolculuktecellî: yansıma, İlâhî isimlerin varlıklarda eserini göstermesi (bk. c-l-y)
tertib-i mahlûkat: varlıkların mükemmel bir düzenlemeyle yaratılması (bk. ḫ-l-ḳ)teveccüh: ilgi, yönelme
teşkil etmek: oluşturmakulvî: yüce
umum: genelumumî: umumla ilgili, herkese ait
zât-ı Ahmediye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in zâtı, şahsiyeti (bk. ḥ-m-d)Âdem: (bk. bilgiler)
âlem: dünya (bk. a-l-m)âli: yüce
âsâr: eserlerâzamî: en büyük, en fazla (bk. a-ẓ-m)
şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)şekl-i mânevî: mânevî şekil, görüntü (bk. a-n-y)
şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 765

semâ tabakasında gösterdiği âsâr-ı rububiyeti birer birer o abd-i mahsusa göstermekle, o abdi, hem bütün kemâlât-ı insaniyeyi câmi’, hem bütün tecelliyât-ı İlâhiyeye mazhar, hem bütün tabakat-ı kâinata nazır ve saltanat-ı Rububiyetin dellâlı ve marziyât-ı İlâhiyenin mübelliği ve tılsım-ı kâinatın keşşafı yapmak için, burâka bindirip, berk gibi semâvâtı seyrettirip, kat’-ı merâtip ettirerek, kamervâri menzilden menzile, daireden daireye rububiyet-i İlâhiyeyi temâşâ ettirip, o dairelerin semâvâtında makamları bulunan ve ihvânı olan enbiyayı birer birer göstererek, tâ Kab-ı Kavseyn makamına çıkarmış, ehadiyet ile kelâmına ve rüyetine mazhar kılmıştır.
blank.gif
1

Şu yüksek hakikate iki temsil dürbünüyle bakılabilir.

Birincisi: Yirmi Dördüncü Sözde izah edildiği gibi, nasıl ki bir padişahın kendi hükûmetinin dairelerinde ayrı ayrı ünvanları ve raiyetinin tabakalarında başka başka nam ve vasıfları ve saltanatının mertebelerinde çeşit çeşit isim ve alâmetleri vardır. Meselâ, adliye dairesinde hâkim-i âdil ve mülkiyede sultan ve askeriyede kumandan-ı âzam ve ilmiyede halife, ve hâkezâ, sair isim ve ünvanları bulunur. Herbir dairede birer mânevî tahtı hükmünde olan makam ve iskemlesi bulunur. O tek padişah, o saltanatın dairelerinde ve tabakat-ı hükûmetin mertebelerinde bin isim ve ünvana sahip olabilir. Birbiri içinde bin taht-ı saltanatı olabilir. Güya o hâkim, herbir dairede şahsiyet-i mâneviye haysiyetiyle ve telefonuyla mevcut ve hazır bulunur, bilir. Ve her tabakada kanunuyla, nizamıyla, mümessiliyle görünür, görür. Ve her mertebede, perde arkasında hükmüyle, ilmiyle, kuvvetiyle idare eder, bakar. Ve herbir dairenin başka bir merkezi, bir

[NOT]Dipnot-1
bk. et-Taberî, Câmiu’l-Beyân 15:6; el-Ehadîsü’l-Muhtâra 6:258-259; İbni Kesîr, el-Bidâye 3:109-118; es-Süheylî, er-Ravdu’l-Ünf 2:191-194.[/NOT]



Kab-ı Kavseyn: Cenab-ı Hakka en yakın olan makam; Peygamberimiz Miracda bu makamda bizzat Cenab-ı Hak ile görüşmüştür (bk. ḳ-v-b)abd: kul (bk. a-b-d)
abd-i mahsus: özel, seçilmiş kul (bk. a-b-d)alâmet: işaret
berk: şimşekburak: Cennete mahsus bir binek
câmi: içine alan (bk. c-m-a)dellâl: ilan edici, duyurucu
ehadiyet: Allah’ın isimlerinin tek bir şeyde tecellî etmesi, yansımasının görünümü; Allah’ın birliğinin tek bir kula bakan yönü (bk. v-ḥ-d)enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
güya: sankihakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haysiyet: özellikhâkezâ: böylece, bunun gibi
hâkim: hükmedici, idareci (bk. ḥ-k-m)hâkim-i âdil: adaletli hâkim, yönetici (bk. ḥ-k-m; a-d-l)
hükûmet: yönetim (bk. ḥ-k-m)ihvân: kardeşler
izah: açıklamakamervâri: ay gibi
kat’-ı meratip: mertebeleri aşma, yükselmekelâm: konuşma (bk. k-l-m)
kemâlât-ı insaniye: insana ait mükemmellikler (bk. k-m-l)keşşâf: keşfedici, açığa çıkarıcı (bk. k-ş-f)
kumandan-ı âzam: en büyük kumandan (bk. a-ẓ-m)marziyât-ı İlâhiye: Allah’ın rızasına vesile olan iş ve hareketler (bk. e-l-h)
mazhar: yansıma ve görünme yeri; erişme, nail olma (bk. ẓ-h-r)menzil: durak, yer, mekân (bk. n-z-l)
mevcut: var olma (bk. v-c-d)mübelliğ: tebliğ edici, elçi (bk. b-l-ğ)
mülkiye: yönetim dairesi (bk. m-l-k)mümessil: temsilci (bk. m-s̱-l)
nam: adnizam: düzen, kanun (bk. n-ẓ-m)
nâzır: gözlemci (bk. n-ẓ-r)raiyet: halk
rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan mâlikiyeti, yaratıcılığı ve terbiyesi (bk. r-b-b; e-l-h)rüyet: Allah’ın güzelliğini seyretme
sair: diğer, başkasaltanat: egemenlik (bk. s-l-t)
saltanat-ı Rububiyet: rububiyetin, Rablığın eğemenliği (bk. s-l-ṭ; r-b-b)semâ: gök (bk. s-m-v)
semâvât: gökler (bk. s-m-v)tabakat-ı hükûmet: yönetim katmanları, hiyerarşisi (bk. ḥ-k-m)
tabakat-ı kâinat: kâinat tabakaları (bk. k-v-n)taht: makam
taht-ı saltanat: sultanlık makamı (bk. s-l-ṭ)tecelliyât-ı İlâhiye: İlâhî isimlerin varlıklarda eserini göstermesi (bk. c-l-y; e-l-h)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)temâşâ ettirmek: seyrettirmek
tılsım-ı kâinat: kâinatın gizemi, sırrı (bk. k-v-n)vasıf: özellik, sıfat (bk. v-ṣ-f)
âsâr-ı rububiyet: Allah’ın idare ve terbiye ediciliğinin, mâlikiyet ve egemenliğinin eserleri (bk. r-b-b)şahsiyet-i mâneviye: mânevî şahsiyet (bk. a-n-y)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 766

menzili vardır. Ahkâmları birbirinden ayrıdır. Tabakatları birbirinden başkadır. İşte, böyle bir sultan, istediği bir zâtı bütün o dairelerinde gezdirip, her daireye mahsus saltanat-ı şahanesini ve evâmir-i hâkimânesini gösterip, daireden daireye, tabakadan tabakaya gezdirip, tâ huzuruna getirir. Sonra bütün o dairelere taallûk eden bazı evâmir-i umumiye-i külliyeyi ona tevdi eder, gönderir.

İşte, bu misal gibi, Ezel ve Ebed Sultanı olan Rabbü’l-Âlemîn için, rububiyetinin mertebelerinde ayrı ayrı, fakat birbirine bakar şe’n ve namları vardır. Ve ulûhiyetinin dairelerinde başka başka, fakat birbiri içinde görünür isim ve alâmetleri vardır. Ve haşmetli icraatında ayrı ayrı, fakat birbirine benzer tecellî ve cilveleri vardır. Ve kudretinin tasarrufâtında başka başka, fakat birbirini ihsas eder ünvanları vardır. Ve sıfatlarının tecelliyâtında başka başka, fakat birbirini gösterir mukaddes zuhuratı vardır. Ve ef’âlinin cilvelerinde çeşit çeşit, fakat birbirini ikmâl eder tasarrufâtı vardır. Ve rengârenk san’atında ve masnûatında çeşit çeşit, fakat birbirini temâşâ eder haşmetli rububiyeti vardır.

İşte şu sırr-ı azîme binaen, kâinatı hayretfezâ acip bir tertiple tanzim etmiş. En küçük tabakat-ı mahlûkattan olan zerrâttan, tâ semâvâta ve semâvâtın birinci tabakasından, tâ Arş-ı Âzama kadar birbiri üstünde teşkilât var. Herbir semâ, bir ayrı âlemin damı ve rububiyet için bir arş ve tasarrufât-ı İlâhiye için bir merkez hükmündedir. O dairelerde ve o tabakatta, çendan, ehadiyet itibarıyla bütün esmâ bulunabilir, bütün ünvanlarla tecellî eder. Fakat, nasıl ki adliyede hâkim-i âdil ünvanı asıldır, hâkimdir; sair ünvanlar orada onun emrine bakar, ona tâbidir. Öyle de, herbir tabakat-ı mahlûkatta, herbir semâda bir isim, bir ünvan-ı İlâhî hâkimdir; sair ünvanlar da onun zımnındadır. Meselâ, ism-i Kadîre mazhar



Arş-ı Âzam: Cenab-ı Allah’ın sınırsız egemenliğinin ve büyüklüğünün tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-ẓ-m)Rabbü’l-Âlemîn: bütün âlemlerin Rabbi olan Allah (bk. r-b-b; a-l-m)
Sultan-ı Ezel ve Ebed: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah (bk. s-l-ṭ; e-z-l; e-b-d)acip: ilginç, hayrete düşüren
ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)alâmet: işaret
arş: makam (bk. a-r-ş)binaen: –dayanarak
cilve: görünüm, akis (bk. c-l-y)ef’âl: fiiller, işler (bk. f-a-l)
ehadiyet: Allah’ın birliğinin varlıklarda tek tek görünmesi (bk. v-ḥ-d)esmâ: isimler (bk. s-m-v)
evâmir-i hâkimâne: hükmedici emirler (bk. ḥ-k-m)evâmir-i umumiye-i külliye: her bir şeyi kapsayan genel emirler (bk. k-l-l)
hayretfezâ: hayret verici, şaşırtıcıhaşmetli: ihtişamlı, görkemli
hâkim: üstün, galip (bk. ḥ-k-m)hâkim-i âdil: adaletli hâkim, yönetici (bk. ḥ-k-m; a-d-l)
ihsas etmek: hissettirmekikmâl: tamamlama (bk. k-m-l)
ism-i Kadîr: Allah’ın sonsuz güç ve kuvvet sahibi olduğunu bildiren ismi (bk. s-m-v; ḳ-d-r)itibariyle: özelliğiyle (bk. a-b-r)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
mahsus: özelmasnûat: san’at eserleri (bk. ṣ-n-a)
mazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)menzil: yer, mekân (bk. n-z-l)
misal: örnek (bk. m-s̱-l)mukaddes: kusur ve eksiklikten yüce, kutsal (bk. ḳ-d-s)
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)sair: diğer
saltanat-ı şahane: son derece güzel ve mükemmel saltanat (bk. s-l-ṭ)semâ: gök (bk. s-m-v)
semâvât: gökler (bk. s-m-v)sırr-ı azîm: büyük sır (bk. a-ẓ-m)
taallûk etmek: ilgilendirmek, ait olmaktabakat: tabakalar
tabakat-ı mahlûkat: varlık tabakaları (bk. ḫ-l-ḳ)tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
tasarruf-u İlâhî: Allah’ın tasarrufları, icraatları (bk. ṣ-r-f; e-l-h)tasarrufât: faaliyetler, kullanımlar (bk. ṣ-r-f)
tecelliyât: yansımalar (bk. c-l-y)tecellî: yansıma, İlâhî isimlerin varlıklarda eserini göstermesi (bk. c-l-y)
temâşâ: seyir, hoşlanarak bakmatertip: düzen
tevdi: bırakma, emanet etmeteşkilât: yapı, kuruluş
tâbi: uyanulûhiyet: İlâhlık (bk. e-l-h)
zerrât: atomlar, en küçük madde parçalarızuhurât: görünümler, meydana çıkmalar (bk. ẓ-h-r)
zımn: iç tarafâlem: dünya (bk. a-l-m)
çendan: gerçiünvan-ı İlâhî: Allah’ın ünvanı, ismi (bk. e-l-h)
şe’n: iş, durum, özellik (bk. ş-e-n)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 767

Hazret-i İsâ Aleyhisselâm hangi semâda Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ile görüştüyse, işte o semâ dairesinde Cenâb-ı HakKadîr ünvanıyla bizzat orada mütecellîdir. Meselâ, Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâmın makamı olan semâ dairesinde en ziyade hükümfermâ, Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâmın mazhar olduğu Mütekellim ünvanıdır, ve hâkezâ...

İşte, zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, çünkü İsm-i Âzama mazhardır
blank.gif
1
ve nübüvveti umumîdir
blank.gif
2
ve bütün esmâya mazhardır.
blank.gif
3
Elbette, bütün devâir-i rububiyetle alâkadardır. Elbette o dairelerde makam sahibi olan enbiyalarla görüşmek ve umum tabakattan geçmek, hakikat-i Miracı iktiza ediyor.

İkinci temsil: Nasıl ki bir sultanın ünvanlarından olan “kumandan-ı âzam” ünvanı, devâir-i askeriyenin serasker dairesi gibi küllî ve geniş daireden tut, tâ onbaşı dairesi gibi cüz’î ve hususî herbir dairede bir zuhuru, bir cilvesi vardır. Meselâ, bir nefer, o kumandanlık ünvan-ı âzamının nümunesini onbaşı şahsında görür, ona bakar, ondan emir alır. O nefer onbaşı olduğunda, çavuş dairesindeki kumandanlık dairesi nazarına çarpar, ona bakar. Sonra çavuş olsa, o vakit kumandanlık nümunesini ve cilvesini mülâzım dairesinde görür, o makamda ona mahsus bir iskemle bulunur. Ve hâkezâ, yüzbaşı, binbaşı, ferik, müşir dairelerinden herbirinde, dairelerin büyük ve küçüklüğü nisbetinde o kumandanlık ünvanını görür.

Şimdi, bir neferi, o kumandan-ı âzam bütün devâir-i askeriyeye taallûk edecek bir vazifeyle tavzif etmek istese, bir müfettiş gibi her devâiri görüp ve görünecek bir makam vermek istese, elbette o kumandan-ı âzam, o neferi, onbaşı dairesinden tut, tâ daire-i âzamına kadar birer birer gezdirecek, tâ görsün, görülsün.

[NOT]Dipnot-1
bk. Ebû Dâvûd, Vitr 8; Tirmizi, Deavât 64; İbni Mâce, Dua 9; Müsned 6:461; el-Hâkim, el-Müstedrek 1:683-686, 4:352; İbni Ebî Şeybe, el-Musannaf 6:47; el-Beyhakî, Şuabu’l-İman 2:437.
Dipnot-2
bk. Enbiyâ Sûresi, 21:107; Sebe’ Sûresi, 34:27; Saf Sûresi, 61:9.
Dipnot-3
bk. Kadı İyaz, eş-Şifâ 1:235-246.[/NOT]


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Hz. Mûsâ: (bk. bilgiler)
Hz. İsâ: (bk. bilgiler)Kadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r)
Mütekellim: ezelî kelâm sıfatına sahip olan ve varlıklara konuşma kabiliyeti veren Allah (bk. k-l-m)alâkadar: alakalı, ilgili
cilve: görüntü, akis (bk. c-l-y)cüz’î: ferdî (bk. c-z-e)
daire-i âzam: en büyük daire (bk. a-ẓ-m)devâir: daireler
devâir-i askeriye: askerî dairelerdevâir-i rububiyet: rububiyet daireleri; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının alanları (bk. r-b-b)
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)esmâ: isimler (bk. s-m-v)
ferik: generalhakikat-i Mirac: Miracın aslı ve esası, gerçek mahiyeti (bk. ḥ-ḳ-ḳ; a-r-c)
hâkezâ: böylece, bunun gibihükümfermâ: hüküm süren (bk. ḥ-k-m)
iktiza: gerektirmekumandan-ı âzam: en büyük kumandan (bk. a-ẓ-m)
küllî: büyük ve kapsamlı (bk. k-l-l)mahsus: özel
mazhar: ayna olma, yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)müfettiş: denetleyici
mülâzım: teğmenmütecellî: tecelli eden, görünen (bk. c-l-y)
müşir: mareşalnazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)
nefer: asker, ernisbet: oran (bk. n-s-b)
nübüvvet: peygamberlik (bk. n-b-e)nümune: örnek
semâ: gök (bk. s-m-v)serasker: bütün Osmanlı ordularının idaresine bakan vezir, bakan
taallûk: ilgili olmaktabakat: tabakalar
tavzif: vazifelendirmetemsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
umum: bütünumumî: genel
ziyade: çokzuhur: görünme (bk. ẓ-h-r)
zât-ı Ahmediye: yüksek velâyet sahibi Hz. Muhammed’in (a.s.m.) zâtı, şahsiyeti (bk. ḥ-m-d)ünvan-ı âzam: en büyük ünvan, isim (bk. a-ẓ-m)
İsm-i Âzam: Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-ẓ-m)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 768

Sonra huzuruna kabul edip sohbetine müşerref ederek, nişan ve ferman verip taltif ederek, tâ geldiği yere kadar bir anda gönderir.

Şu temsilde bir noktayı nazara almak lâzım ki, padişah eğer âciz olmazsa, surî olduğu gibi mânevî cihetinde de iktidarı olsa, o vakit ferik, müşir, mülâzım gibi eşhası tevkil etmez, bizzat her yerde bulunur. Yalnız bazı perdeler altında ve makam sahibi eşhasın arkasında, doğrudan doğruya emri o verir. Bazı veliyy-i kâmil olan padişahlar çok dairelerde, bazı eşhas suretinde icraatını yaptığı rivâyet edilir. Şu temsille baktığımız hakikat ise, acz onun içinde olmadığı için, doğrudan doğruya herbir dairede emir ve hüküm kumandan-ı âzamdan geliyor; onun emriyle, iradesiyle, kuvvetiyledir.

İşte, şu temsil gibi, Hâkim-i Arz ve Semâvât, emr-i
blank.gif
1
كُنْ فَيَكُونُ ’a mâlik Âmir-i Mutlak olan Sultan-ı Ezelî ve Ebedî, tabakat-ı mahlûkatında cereyan eden ve kemâl-i itaat ve intizamla imtisal olunan evâmir ve kumandanlığının şuûnâtı ve zerrâttan seyyârâta ve sinekten semâvâta kadar olan tabakat-ı mahlûkat ve tavâif-i mevcudatta küçük-büyük, cüz’î-küllî tabakatı ve taifeleri ayrı ayrı, fakat birbirine bakar bir tarzda birer daire-i rububiyet, birer tabaka-i hâkimiyet görünüyor.

Şimdi, bütün kâinattaki makàsıd-ı ulyâ ve netâic-i uzmâyı anlayacak ve bütün tabakatın ayrı ayrı vezâif-i ubûdiyetlerini görmekle Zât-ı Kibriyânın saltanat-ı rububiyetini, haşmet-i hâkimiyetini müşahede ederek, o Zâtın marziyâtı ne olduğunu anlamak ve Onun saltanatına dellâl olmak için, alâküllihal, o tabakat ve

[NOT]Dipnot-1
“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.[/NOT]


Hâkim-i Arz ve Semâvat: göklerin ve yerin hâkimi Allah (bk. ḥ-k-m; s-m-v)Sultan-ı Ezelî ve Ebedî: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan (bk. s-l-ṭ; e-z-l; e-b-d)
Zât-ı Kibriyâ: sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi olan Allah (bk. k-b-r)acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
alâküllihal: ister istemez, her durumda (bk. k-l-l)cereyan: meydana gelme
cihet: yöncüz’î: ferdî (bk. c-z-e)
daire-i rububiyet: rububiyet dairesi; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının alanı (bk. r-b-b)dellâl: ilan edici, duyurucu
evâmir: emirlereşhas: şahıslar
ferik: generalferman: emir, buyruk
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)haşmet-i hâkimiyet: Allah’ın hâkimiyetinin ihtişamı ve görkemi (bk. ḥ-k-m)
icraat: faaliyetiktidar: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
imtisal: uyma, yerine getirmeintizam: disiplin, düzen (bk. n-ẓ-m)
irade: istek, dileme, tercih (bk. r-v-d)kemâl-i itaat: tam ve mükemmel itaat (bk. k-m-l)
kumandan-ı âzam: en büyük kumandan (bk. a-ẓ-m)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
küllî: tür, cins gibi topluluk (bk. k-l-l)makàsıd-ı ulyâ: en yüce gayeler, hedefler (bk. ḳ-ṣ-d)
marziyât: Allah’ın razı olduğu her şeymâlik: sahip (bk. m-l-k)
mülâzım: teğmenmüşahede etmek: görmek, gözlemlemek (bk. ş-h-d)
müşerref etmek: şereflendirmekmüşir: mareşal
nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)netâic-i uzmâ: en büyük neticeler, sonuçlar (bk. a-ẓ-m)
rivâyet: nakletmesaltanat-ı rububiyet: Allah’ın herşeyi kuşatan egemenliği (bk. s-l-ṭ; r-b-b)
semâvât: gökler (bk. s-m-v)seyyârât: gezegenler
suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)surî: görünüşte
tabaka-i hâkimiyet: hâkimiyet dairesi (bk. ḥ-k-m)tabakat: tabakalar
tabakat-ı mahlûkat: yaratılmışların mertebe ve tabakaları (bk. ḫ-l-ḳ)taife: topluluk, grup
taltif: iyilik ve güzellikle muamele etmek (bk. l-ṭ-f)tavâif-i mevcudat: varlıkların türleri, kısımları (bk. v-c-d)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)tevkil: vekalet verme (bk. v-k-l)
veliyy-i kâmil: kemâle ermiş veli (bk. k-m-l; v-l-y)vezâif-i ubûdiyet: kulluk vazifeleri (bk. a-b-d)
zerrât: zerreler, atomlarÂmir-i Mutlak: kesin emir sahibi olan, mutlak emredici Allah (bk. ṭ-l-ḳ)
âciz: güçsüz (bk. a-c-z)şuûnât: haller, işler, faaliyetler (bk. ş-e-n)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 769

dairelere bir seyr ü sülûk olacaktır. Tâ, daire-i âzamiyesinin ünvanı olan Arş-ı Âzamına girecek, tâ Kab-ı Kavseyne, yani imkân ve vücub ortasında Kab-ı Kavseyn ile işaret olunan makama girecek ve Zât-ı Celîl-i Zülcemâl ile görüşecektir ki, şu seyr ü sülûk ise Miracın hakikatidir.

Herbir insan, aklıyla, hayal sür’atinde seyeranı; herbir velî, kalbiyle berk sür’atinde cevelânı; ve cism-i nuranî olan herbir melek, ruh sür’atinde Arştan ferşe, ferşten Arşa deveranı;
blank.gif
1
ehl-i Cennetin insanları, burak sür’atinde, haşirden beş yüz sene fazla mesafeden Cennete çıkmaları olduğu gibi,
blank.gif
2
nur ve nur kabiliyetinde ve evliya kalblerinden daha lâtif ve emvâtın ruhlarından ve melâike cisimlerinden daha hafif ve cesed-i necmî ve beden-i misalîden daha zarif olan ruh-u Muhammedînin (a.s.m.) hadsiz vezâifine medar ve cihazatının mahzeni olan cism-i Muhammedî (a.s.m.), elbette onun ruh-u âlisiyle Arşa kadar beraber gidecektir.

Şimdi, makam-ı istimâda olan mülhide bakıyoruz:

Hatıra geliyor ki: O mülhid kalbinden der, “Ben Allah’ı tanımıyorum, Peygamberi bilmiyorum. Nasıl Miraca inanacağım?” Biz de deriz ki:

Madem şu kâinat ve mevcudat var ve içinde ef’al ve icad var. Hem madem muntazam bir fiil fâilsiz olmaz, mânidar bir kitap kâtipsiz olmaz, san’atlı bir nakış Nakkâşsız olmaz. Elbette, şu kâinatı dolduran ef’âl-i hakîmânenin bir fâili ve yeryüzünün mevsim be mevsim tazelenen hayretfezâ nukuşlarının, mânidar mektubatının bir kâtibi, bir Nakkâşı vardır.


[NOT]Dipnot-1
bk. Meâric Sûresi, 70:4.
Dipnot-2
bk. Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 19; Dârimî, Rikâk 89; el-Hâkim, el-Müstedrek 4:542; et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr 9:356. [/NOT]


Arş: göğün en yüksek katı; Allah’ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş)Arş-ı Âzam: Cenab-ı Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-ẓ-m)
Kab-ı Kavseyn: Cenab-ı Hakka en yakın olan makam; Peygamberimiz Miracda bu makamda bizzat Cenab-ı Hak ile görüşmüştür (bk. ḳ-v-b)Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)
Nakkaş: herşeyi san’atlı bir şekilde nakış nakış işleyen Allah (bk. n-ḳ-ş)Zât-ı Celîl-i Zülcemâl: sonsuz güzellik ve haşmet sahibi Zât, Allah (bk. c-l-l; ẕü; c-m-l)
beden-i misalî: görüntüden ibaret beden (bk. m-s̱-l)berk: şimşek
burak: Cennete mahsus bir binekcesed-i necmî: yıldız gibi nuranî olan ceset
cevelân: dolaşma, gezmecihazat: cihazlar, organlar
cism-i Muhammedî: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in pâk ve temiz cismi, bedeni (bk. ḥ-m-d)cism-i nuranî: nuranî cisim sahibi (bk. n-v-r)
daire-i imkân: varlığı da yokluğu da eşit olan, Allah’ın var etmesine bağlı olan (bk. m-k-n)daire-i vücub: hiç değişikliğe uğramayan, varlığı zorunlu, Ezelî ve Ebedî olan İlâhlık dairesi (bk. v-c-b)
daire-i âzamiye: en büyük daire (bk. a-ẓ-m)deveran: dönüp dolaşmak
ef’al: fiiller, işler (bk. f-a-l)ef’âl-i hakîmane: hikmetli fiiller, işler (bk. f-a-l; ḥ-k-m)
ehl-i Cennet: Cennet ehliemvât: ölüler (bk. m-v-t)
evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)ferş: yer
fiil: iş, oluş, hareket (bk. f-a-l)fâil: işi yapan (bk. f-a-l)
hadsiz: sınırsızhakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayretfezâ: hayret verici, şaşırtıcıhaşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
icad: yaratma, var etme (bk. v-c-d)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kâtip: yazan, yazıcı (bk. k-t-b)lâtif: cismanî olmayan, ruhla ilgili (bk. l-ṭ-f)
mahzen: depomakam-ı istimâ: dinleme makamı (bk. s-m-a)
medar: vesile, dayanak, kaynakmektubat: mektuplar (bk. k-t-b)
melâike: melekler (bk. m-l-k)mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muntazam: düzenli, intizamlı (bk. n-ẓ-m)mânidar: anlamlı (bk. a-n-y)
mülhid: dinsiznukuş: nakışlar (bk. n-ḳ-ş)
ruh-u Muhammedî: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in aziz ve pâk ruhu (bk. r-v-ḥ; ḥ-m-d)ruh-u âli: yüce ruh (bk. r-v-ḥ)
seyeran: seyahat, gezmeseyr ü sülûk: mânevî ve ruhî yolculuk
sür’at: hızvelî: Allah dostu (bk. v-l-y)
vezâif: vazifeler, görevlerzarif: ince, nazik

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 770

Hem madem bir işte iki hâkimin bulunması o işin intizamını bozuyor. Hem madem sinek kanadından tâ semâvât kandiline kadar mükemmel bir intizam var. Öyle ise o Hâkim birdir. Bir olmazsa—çünkü herşeyde san’at ve hikmet o derece aciptir ki, o şeyin Sânii, herbir şeye muktedir olacak, herbir işi bilecek bir derecede Kadîr-i Mutlak olmak lâzım gelir; öyle ise, bir olmazsa—mevcudat adedince ilâhların bulunması lâzım gelir. O ilâhlar hem birbirine zıt, hem birbirine misil olacaklar; ve o halde şu acip intizam bozulmamak yüz bin defa muhaldir.

Hem madem şu mevcudatın tabakatı, bir ordudan bin defa daha muntazam bir emirle hareket ettiği bilbedâhe görünüyor. Yıldızların, güneş ve kamerin muntazaman hareketlerinden tut, tâ badem çiçeklerine kadar herbir taife o kadar muntazam, o kadar mükemmel bir surette Kadîr-i Ezelînin o taifeye verdiği nişanları, formaları, güzel libasları ve tayin ettiği harekâtı, bin defa ordudan daha muntazam bir tarzda izhar ediyor. Öyle ise, şu kâinatın, mevcudatı Onun emrine bakar ve imtisal eder, perde-i gayb arkasında bir Hâkim-i Mutlakı vardır.

Hem madem o Hâkim, bütün yaptığı icraat-ı hakîmâne şehadetiyle, hem gösterdiği âsâr-ı haşmetle, bir Sultan-ı Zülcelâldir. Hem gösterdiği ihsânât ile, gayet Rahîm bir Rabdir. Hem izhar ettiği güzel san’atlarıyla, san’atperver ve san’atını çok sever bir Sânidir. Hem gösterdiği tezyinat ve merak-âver san’atlarıyla zîşuurların nazar-ı istihsanını âsârına celb etmek isteyen bir Hâlık-ı Hakîmdir. Hem hilkat-i âlemde gösterdiği muhayyirü’l-ukul tezyinatın ne demek olduğunu ve mahlûkat nereden gelip nereye gideceğini, rububiyetinin hikmetiyle zîşuura bildirmek istediği anlaşılıyor. Elbette bu Hâkim-i Hakîm ve Sâni-i Alîm, rububiyetini göstermek ister.


Hâkim: hükmeden, idareci; herşeyi hükmü altında tutup idare eden ve yargılayan ve herşeye galip olan Allah (bk. ḥ-k-m)Hâkim-i Hakîm: herşeyi hikmetle yapan ve herşeyi hükmü altında tutan Allah (bk. ḥ-k-m)
Hâkim-i Mutlak: herşey üzerinde sınırsız egemenlik sahibi olan Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)Hâlık-ı Hakîm: herşeyi hikmetle yapan yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ḥ-k-m)
Kadîr-i Ezelî: varlığının başlangıcı olmayıp devamlı var olan ve sonsuz güç ve kudret sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; e-z-l)Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)
Sultan-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Sultan, Allah (bk. s-l-ṭ; ẕü; c-l-l)Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
Sâni-i Alîm: sonsuz ilim sahibi olan ve herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; a-l-m)acip: hayret verici, şaşırtıcı
bilbedâhe: ap açık bir şekildecelb etmek: çekmek
harekât: hareketlerhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hilkat-i âlem: âlemin yaratılışı (bk. ḫ-l-ḳ; a-l-m)icraat-ı hakîmâne: hikmetli icraatlar, faaliyetler (bk. ḥ-k-m)
ihsanât: ihsanlar, bağışlar, iyilikler (bk. ḥ-s-n)imtisal: emre uyma, yerine getirme
intizam: düzenlilik, tertip (bk. n-ẓ-m)izhar: açığa çıkarma, gösterme (bk. ẓ-h-r)
kamer: aykâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
libas: elbisemahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
merak-âver: merak verici, düşündürücümevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
misil: benzer, eş değer (bk. m-s̱-l)muhal: imkansız
muhayyirü’l-ukul: akıllara hayranlık verenmuktedir: gücü yeten, yapabilen (bk. ḳ-d-r)
muntazam: düzenli, intizamlı (bk. n-ẓ-m)muntazaman: düzenli olarak (bk. n-ẓ-m)
nazar-ı istihsan: güzel ve beğenen bakış (bk. n-ẓ-r; ḥ-s-n)perde-i gayb: mânevî âlemleri gözümüzden saklayan perde (bk. ğ-y-b)
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)san’atperver: san’ata düşkün (bk. ṣ-n-a)
semâvat: gökler (bk. s-m-v)suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
tabakat: tabakalartaife: topluluk, grup
tezyinat: süslemeler (bk. z-y-n)zîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
âsâr: eserlerâsâr-ı haşmet: ihtişam ve büyüklük eserleri
şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 771

Hem madem bu kadar gösterdiği âsâr-ı lütuf ve merhamet ve garaib-i san’at ile zîşuura kendini tanıttırmak ve sevdirmek ister. Elbette, zîşuurlardan arzularını ve onlardaki marziyâtı ne olduğunu, bir mübelliğ vasıtasıyla bildirecektir.

Öyle ise, zîşuurlardan birisini tayin edip onunla o rububiyetini ilân edecektir. Ve sevdiği san’atlarını teşhir için, bir dellâlı kurb-u huzuruna müşerref edip teşhire vasıta edecektir. Ve o ulvî makàsıdını sair zîşuurlara bildirmekle kemâlâtını izhar etmek için birisini muallim tayin edecektir. Ve şu kâinatta derc ettiği tılsımı ve şu mevcudatta gizlediği muammâ-i rububiyeti mânâsız kalmamak için, herhalde bir rehber tayin edecektir. Ve gösterdiği ve enzârın temâşâsına neşrettiği mehâsin-i san’at faidesiz ve abes kalmamak için, onlardaki makàsıdı ders verecek bir rehber tayin edecektir. Hem marziyâtını zîşuurlara tebliğ etmek için, birisini bütün zîşuurların fevkinde bir makama çıkaracak ve marziyâtını ona bildirecek, onlara gönderecektir.

Madem hakikat ve hikmet böyle iktiza ediyor. Ve şu vezâife en elyak Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Çünkü, bilfiil, en mükemmel bir surette o vazifeleri yapmıştır. Teşkil ettiği âlem-i İslâm ve gösterdiği nur-u İslâmiyet, bir şahid-i âdil ve sadıktır. Öyle ise, o Zât, doğrudan doğruya, bütün kâinatın fevkine çıkıp, bütün mevcudattan geçip, bir makama girmek lâzımdır ki, bütün mahlûkatın Hâlıkı ile umumî, ulvî, küllî bir sohbet etsin. İşte, Mirac dahi bu hakikati ifade ediyor.

Elhasıl: Madem şu azîm kâinatı, mezkûr maksatlar gibi çok azîm makàsıd ve çok büyük gayeler için şu surette teşkil, tertip ve tezyin etmiştir. Hem madem şu mevcudat içinde şu umumî rububiyeti bütün dekaikiyle, şu azîm saltanat-ı Ulûhiyeti bütün hakaikiyle görecek insan nev’i vardır. Elbette o Hâkim-i Mutlak o insanla konuşacaktır, makàsıdını bildirecektir.


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)Hâkim-i Mutlak: herşey üzerinde sınırsız egemenlik sahibi olan Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)
abes: anlamsız, gayesizazîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
bilfiil: fiilen, uygulamada (bk. f-a-l)dekaik: incelikler
dellâl: ilan edici, duyurucuderc etmek: yerleştirmek
elhasıl: özetle, sonuç olarakelyak: en layık
enzâr: bakışlar, dikkatler (bk. n-ẓ-r)fevkinde: üstünde
fevkine: üstünegaraib-i san’at: sanatın gariplikleri, hârikalıkları (bk. ṣ-n-a)
hakaik: gerçekler, doğrular (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)iktiza: gerektirme
izhar etmek: göstermek (bk. ẓ-h-r)kemâlât: mükemmellikler, üstünlükler (bk. k-m-l)
kurb-u huzur: Allah’ın yüce huzuruna yakınlık (bk. ḥ-ḍ-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
küllî: genel, kapsamlı (bk. k-l-l)mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
maksat: gaye, hedef (bk. ḳ-ṣ-d)makàsıd: maksatlar, istekler, gayeler (bk. ḳ-ṣ-d)
marziyât: Allah’ın rızasına vesile olan iş ve hareketlermehâsin-i san’at: sanat güzellikleri (bk. ḥ-s-n; ṣ-n-a)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)mezkûr: sözü geçen, anılan
muallim: öğretmen (bk. a-l-m)muammâ-i rububiyet: rububiyetin sırrı, gizemi (bk. r-b-b)
mübelliğ: tebliğ edici, elçi (bk. b-l-ğ)müşerref etmek: şereflendirmek
nev’i: tür, cinsneşretme: yayma
nur-u İslâmiyet: İslâmiyet nuru (bk. n-v-r; s-l-m)rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
sair: diğersaltanat-ı Ulûhiyet: ortak kabul etmeyen İlâhî saltanat (bk. s-l-ṭ; e-l-h)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tayin: görevlendirme
tebliğ etmek: bildirmek (bk. b-l-ğ)temâşâ: seyretme, hoşlanarak bakma
tertip: düzenlemetezyin: süsleme (bk. z-y-n)
teşhir: sergilemeteşkil: oluşturma
tılsım: sır, gizli gerçekulvî: yüce
umumî: genelvezâif: vazifeler, görevler
zîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)âlem-i İslâm: İslâm dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)
âsâr-ı lütuf ve merhamet: iyilik, bağış ve merhamet eserleri, neticeleri (bk. l-ṭ-f; r-ḥ-m)şahid-i âdil ve sadık: adâletli ve doğru sözlü şâhit (bk. ş-h-d; a-d-l; ṣ-d-ḳ)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 772

Madem her insan cüz’iyetten ve süfliyetten tecerrüd edip en yüksek bir makam-ı küllîye çıkamıyor, o Hâkimin küllî hitabına bizzat muhatap olamıyor. Elbette, o insanlar içinde bazı efrad-ı mahsusa, o vazifeyle muvazzaf olacaklar, tâ iki cihetle münasebeti bulunsun: hem insan olmalı, tâ insanlara muallim olsun; hem ruhen gayet ulvî olmalı ki, tâ doğrudan doğruya hitaba mazhar olsun.

Şimdi, madem şu insanlar içinde, şu kâinat Sâniinin makàsıdını en mükemmel bir surette bildiren ve şu kâinat tılsımını keşfeden ve hilkatin muammâsını açan ve rububiyetin mehâsin-i saltanatına en mükemmel tarzda dellâllık eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Elbette, bütün efrad-ı insaniye içinde öyle bir mânevî seyr ü sülûkü olacaktır ki, cismanî âlemde seyr ü seyahat suretinde bir Miracı olacaktır. Yetmiş bin perde
blank.gif
1
tabir olunan berzah-ı esmâ ve tecellî-i sıfât ve ef’âl ve tabakat-ı mevcudatın arkasına kadar kat’-ı merâtip edecektir. İşte Mirac budur.

Yine hatıra geliyor ki: Ey müstemi’! Sen kalbinden diyorsun ki, “Nasıl inanayım? Herşeyden daha yakın bir Rabbe, binler sene mesafeyi kat’ edip yetmiş bin perdeyi geçtikten sonra Onunla görüşmek ne demektir?”

Biz de deriz ki: Cenâb-ı Hak herşeye herşeyden daha yakındır.
blank.gif
2
Fakat herşey Ondan nihayetsiz uzaktır.
blank.gif
3

Nasıl ki, güneşin şuuru ve konuşması olsa, senin elindeki âyine vasıtasıyla seninle konuşabilir, istediği gibi sende tasarruf eder. Belki, âyine-misal senin gözbebeğinden sana daha yakın olduğu halde, sen dört bin sene kadar ondan uzaksın; hiçbir cihette ona yanaşamazsın. Eğer terakki etsen, kamer makamına gelip

[NOT]Dipnot-1
bk. et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr 6:148; el-Asbahânî, el-Azamet 2:671, 681; Ebû Ya’lâ, el-Müsned 2:212; ed-Deylemî, el-Müsned 2:221.
Dipnot-2
bk. Kaf Sûresi, 5016; Vâkıa Sûresi, 56:85.
Dipnot-3
bk. En’âm Sûresi, 6:103.[/NOT]


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâkim: herşeyi hükmü altında tutup idare eden ve yargılayan ve herşeye galip olan Allah (bk. ḥ-k-m)Mirac: Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)Sâni: herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
berzah-ı esmâ: Allah’ın güzel isimlerinin tecellîsindeki ara bölgeler, isimler arasındaki mânâlar (bk. s-m-v)cihet: yön, şekil
cismanî: maddî yapısı olancüz’iyet: ferdîlik (bk. c-z-e)
dellâllık: ilan edicilik, duyuruculukefrad-ı insaniye: insan fertleri (bk. f-r-d)
efrad-ı mahsus: özel ve seçilmiş fertler, kişiler (bk. f-r-d)hilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ)
hitab: konuşma (bk. ḫ-ṭ-b)kamer: ay
kat etme: aşma, yol almakat’-ı merâtip: mertebeleri aşma, yükselme
keşfetmek: gizli bir şeyi ortaya çıkarmak (bk. k-ş-f)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
küllî: genel ve kapsamlı (bk. k-l-l)makam-ı küllîye: genele bakan kapsamlı makam (bk. k-l-l)
makàsıd: maksatlar, gayeler (bk. ḳ-ṣ-d)mazhar: erişme, nail olma (bk. ẓ-h-r)
mehâsin-i saltanat: saltanatın güzellikleri (bk. ḥ-s-n; s-l-ṭ)muallim: öğretmen (bk. a-l-m)
muammâ: anlaşılması zor sırmuvazzaf: görevli
münasebet: bağlantı, ilişki (bk. n-s-b)müstemi’: dinleyici (bk. s-m-a)
nihayetsiz: sonsuzrububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
seyr ü seyahat: yolculukseyr ü sülûk: mânevî ve ruhî yolculuk
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)süfliyet: alçaklık, aşağılık
tabakat-ı mevcudat: varlık tabakaları (bk. v-c-d)tabir: ifade, adlandırma (bk. a-b-r)
tasarruf: dilediği gibi kullanma, yönetme (bk. ṣ-r-f)tecellî-i sıfât ve ef’âl: Allah’ın sıfat ve fiillerinin tecellisi, görünmesi (bk. c-l-y; v-ṣ-f; f-a-l)
tecerrüd: sıyrılmaterakki: yükselme, ilerleme
tılsım: sır, gizli gerçekulvî: yüce
âyine: aynaâyine-misal: ayna gibi (bk. m-s̱-l)
şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 773

doğrudan doğruya bir mukabele noktasına çıksan, ona yalnız bir nevi âyinedarlık edebilirsin. Öyle de, Şems-i Ezel ve Ebed olan Zât-ı Zülcelâl herşeye herşeyden daha yakın olduğu halde, herşey Ondan nihayetsiz uzaktır. Yalnız, bütün mevcudatı kat’ edip, cüz’iyetten çıkıp, külliyetin merâtibinde git gide binler hicaplardan geçip, tâ bütün mevcudata muhit bir ismine yanaşır, ondan daha ileride çok merâtibi kat’ eder, sonra bir nevi kurbiyete müşerref olur.

Hem meselâ, bir nefer, kumandan-ı âzamın şahs-ı mânevîsinden çok uzaktır. O nefer, kumandanını, onbaşılıkta gördüğü küçük bir nümune ile, gayet uzak bir mesafede, mânevî çok perdeler arkasında ona bakar. Hakikî onun şahs-ı mânevîsiyle kurbiyet ise, mülâzımlık, yüzbaşılık, binbaşılık gibi çok merâtib-i külliyeden geçmek lâzım geliyor. Halbuki, kumandan-ı âzam, emriyle, kanunuyla, nazarıyla, hükmüyle, ilmiyle—sureten olduğu gibi mânen de kumandan ise—bizzat zâtıyla o neferin yanında bulunur, görür. Şu hakikat On Altıncı Sözde gayet kat’î bir surette ispat edildiğinden, ona iktifâen burada kısa kesiyoruz.

Yine hatıra gelir ki: Sen kalbinden dersin, “Ben semâvâtı inkâr ediyorum, melâikelere inanmıyorum. Semâvâtta birinin gezmesine, melâikelerle görüşmesine nasıl inanayım?”

Evet, senin gibi aklı gözüne inmiş ve gözüne perde çekilmiş adamlara söz anlatmak ve birşey göstermek elbette müşküldür. Fakat hak o kadar parlaktır ki, körler de görebildiği için, biz de deriz ki:

Feza-yı ulvî, bil’ittifak, esir ile doludur. Ziya, elektrik, hararet gibi sair seyyâlât-ı lâtife, o fezayı dolduran bir maddenin vücuduna delâlet eder. Meyveler ağacını, çiçekler çimenlerini, sünbüller tarlalarını, balıklar denizini bilbedâhe gösterdiği gibi, şu yıldızlar dahi, bizzarure, menşelerini, tarlasını, denizini, çimengâhının vücudunu aklın gözüne sokuyorlar.

Madem âlem-i ulvîde muhtelif teşkilât var; muhtelif vaziyetlerde muhtelif ahkâmlar görünüyor. Öyle ise, o ahkâmların menşeleri olan semâvât muhteliftir. İnsanda cisimden başka nasıl akıl, kalb, ruh, hayal, hafıza gibi mânevî vücutlar


Zât-ı Zülcelâl: sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)
bilbedâhe: ap açık bir şekildebil’ittifak: ittifakla, söz birliğiyle
bizzarure: zorunlu olarakcüz’iyet: ferdîlik (bk. c-z-e)
delâlet: delil olma, işaret etmeesir: bütün kâinatı kapladığına inanılan madde
feza: uzayfeza-yı ulvî: uzay, gökyüzü
hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hararet: sıcaklık
hicap: perdehüküm: karar (bk. ḥ-k-m)
iktifâen: yetinerek, yeterli görerekinkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
kat etme: aşma, yol almakat’î: kesin
kumandan-ı âzam: en büyük kumandan (bk. a-ẓ-m)kurbiyet: yakınlık, yüksek makama yakınlaşma
külliyet: türler ve cinsler gibi topluluklar (bk. k-l-l)melâike: melekler (bk. m-l-k)
menşe: kaynak, esasmerâtib: mertebeler, dereceler
merâtib-i külliye: büyük ve kapsamlı mertebeler (bk. k-l-l)mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muhit: kapsayıcı, kuşatıcımuhtelif: çeşitli
mukabele: karşımülâzımlık: teğmenlik
müşerref: şereflenmemüşkül: zor
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)nefer: asker, er
nevi: tür, çeşitnihayetsiz: sonsuz
nümune: örneksair: diğer
semâvât: gökler (bk. s-m-v)seyyâlât-ı lâtife: akıcı ve şeffaf varlıklar (bk. l-ṭ-f)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)sureten: şeklen, görünüşte (bk. ṣ-v-r)
teşkilât: yapı, kuruluşvücud: varlık (bk. v-c-d)
ziya: ışıkâlem-i ulvî: yüce âlem (bk. a-l-m)
âyinedarlık: aynalıkçimengâh: çimenlik yer
Şems-i Ezel ve Ebed: Ezel ve Ebed Güneşi; bu tabir ezelden ebede bütün varlık âlemini aydınlatan Cenâb-ı Hak için bir benzetme olarak kullanılır (bk. e-z-l; e-b-d)şahs-ı mânevî: mânevî kişilik (bk. a-n-y)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 774

da var. Elbette, insan-ı ekber olan âlemde ve şu insan meyvesinin şeceresi olan kâinatta, âlem-i cismaniyetten başka âlemler var. Hem âlem-i arzdan, tâ Cennet âlemine kadar herbir âlemin birer semâsı vardır.

Hem melâike için deriz ki: Seyyârât içinde mutavassıt ve yıldızlar içinde küçük ve kesif olan küre-i arz, mevcudat içinde en kıymettar ve nuranî olan hayat ve şuur, hesapsız bir surette onda bulunuyorlar. Elbette, karanlıklı bir hane hükmünde olan şu arza nisbeten müzeyyen kasırlar, mükemmel saraylar hükmünde olan yıldızlar ve yıldızların denizleri olan gökler, zîşuur ve zîhayat ve pek kesretli ve muhtelifül’ecnas olan melâike ve ruhanîlerin meskenleridir. Pek kat’î bir surette, İşârâtü’l-İ’câz namındaki tefsirimde,
blank.gif
1 ثُمَّ اسْتَوٰىۤ اِلَى السَّمَاۤءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ âyetinde, semâvâtın hem vücudu, hem taaddüdü ispat edildiğinden; ve melâike hakkında Yirmi Dokuzuncu Sözde, iki kere iki dört eder kat’iyetinde, melâikelerin vücudunu ispat ettiğimizden, onlara iktifâen burada kısa kesiyoruz.

Elhasıl: Esirden yapılmış, elektrik, ziya, hararet, cazibe gibi seyyâlât-ı lâtifenin medarı olmuş ve hadiste
blank.gif
2 اَلسَّمَاۤءُ مَوْجٌ مَكْفُوفٌ işaretiyle seyyârât ve nücumun harekâtına müsait olmuş ve Samanyolu denilen mecerretü’s-semâdan, tâ en yakın seyyareye kadar, muhtelif vaziyet ve teşekkülde yedi tabaka, herbir tabaka âlem-i arzdan tâ âlem-i berzaha, âlem-i misale, tâ âlem-i âhirete kadar birer âlemin damı hükmünde birer semânın bulunması, hikmeten, aklen iktiza eder.


Hem hatıra gelir ki: Ey mülhid! Sen dersin, “Bin müşkülâtla tayyare vasıtasıyla


[NOT]Dipnot-1
“Sonra da iradesini semâya yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti.” Bakara Sûresi, 2:29.
Dipnot-2
“Sema, dalgaları karar kılmış bir denizdir.” Tirmizi, Tefsîru Sûreti’l-Hadîd: 1; Müsned, 2:370.[/NOT]


arz: dünya
cazibe: çekim gücü
elhasıl: özetle, sonuç olarak
esir: kâinatı kapladığına inanılan madde
hadis: Peygamberimize ait veya onun onayladığı söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)
hane: ev
hararet: sıcaklık, ısıharekât: hareketler
hikmeten: hikmet gereği (bk. ḥ-k-m)iktifâen: yetinerek, yeterli görerek
iktiza: gerektirmeinsan-ı ekber: en büyük insan (bk. k-b-r)
kasır: saraykat’iyet: kesinlik
kat’î: kesin, şüphesizkesif: yoğun, katı, saydam olmayan
kesretli: çok (bk. k-s̱-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
küre-i arz: yerküre, dünyakıymettar: kıymetli, değerli
mecerretü’s semâ: samanyolu (bk. s-m-v)medar: dayanak, eksen
melâike: melekler (bk. m-l-k)mesken: yer, mekân (bk. s-k-n)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)muhtelif: çeşitli
muhtelifül’ecnas: değişik cinsler, türlermutavassıt: orta derecede
mülhid: dinsizmüzeyyen: süslenmiş (bk. z-y-n)
müşkülât: zorluklarnam: ad
nisbeten: oranla, kıyasla (bk. n-s-b)nuranî: nurlu (bk. n-v-r)
nücum: yıldızlarruhanî: maddî yapısı olmayan manevî varlık (bk. r-v-ḥ)
semâ: gök (bk. s-m-v)semâvât: gökler (bk. s-m-v)
seyyarat: gezegenlerseyyare: gezegen
seyyâlât-ı lâtife: akıcı ve şeffaf varlıklar (bk. l-ṭ-f)suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
taaddüd: çokluktayyare: uçak
tefsir: Kur’ân’ın mânâ bakımından izahı, yorumu (bk. f-s-r)teşekkül: oluşum
vaziyet: durum, halvücud: varlık (bk. v-c-d)
ziya: ışıkzîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)
âlem-i arz: dünya âlemi (bk. a-l-m)âlem-i berzah: dünya ile âhiret arasındaki kabir âlemi (bk. a-l-m)
âlem-i cismâniyât: cismânî varlıkların bulunduğu âlem, varlıklar dünyası (bk. a-l-m)âlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem (bk. a-l-m; m-s̱-l)
âlem-i âhiret: âhiret âlemi (bk. a-l-m; e-ḫ-r)şecere: ağaç
şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 775

ancak bir iki kilometre yukarıya çıkılabilir. Nasıl bir insan, cismiyle, binler sene mesafeyi birkaç dakika zarfında kat’ eder, gider, gelir?”


Biz de deriz ki: Arz gibi ağır bir cisim, fenninizce, hareket-i seneviyesiyle bir dakikada takriben yüz seksen sekiz saat mesafeyi keser; takriben yirmi beş bin senelik mesafeyi bir senede kat’ ediyor. Acaba, şu muntazam harekâtı ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren bir Kadîr-i Zülcelâl, bir insanı Arşa getiremez mi? Şemsin cazibesi denilen bir kanun-u Rabbânî ile, Mevlevî gibi, etrafında pek ağır olan cism-i arzı gezdiren bir hikmet, cazibe-i rahmet-i Rahmân ile ve incizab-ı muhabbet-i Şems-i Ezel ile, bir cism-i insanı berk gibi Arş-ı Rahmân’a çıkaramaz mı?


Yine hatıra gelir ki: Diyorsun, “Haydi, çıkılabilir. Niçin çıkmış? Ne lüzumu var? Velîler gibi ruh ve kalbiyle gitse yeter.”



Biz de deriz ki: Madem Sâni-i Zülcelâl, mülk ve melekûtundaki âyât-ı acibesini göstermek ve şu âlemin destgâh ve menbalarını temâşâ ettirmek ve a’mâl-i beşeriyenin netâic-i uhreviyesini irâe etmek istemiş. Elbette, âlem-i mubsarâtın anahtarı hükmünde olan gözünü ve mesmuat âlemindeki âyâtı temâşâ eden kulağını, Arşa kadar beraber alması lâzım geldiği gibi, ruhunun hadsiz vezaife medar olan âlât ve cihâzâtının makinesi hükmünde olan cism-i mübarekini dahi, tâ Arşa kadar beraber alması mukteza-yı akıl ve hikmettir. Nasıl ki Cennette, hikmet-i İlâhiye cismi ruha arkadaş ediyor. Çünkü pek çok vezaif-i ubûdiyete ve hadsiz lezâiz ve âlâma medar olan cesettir. Elbette o cesed-i mübarek, ruha arkadaş olacaktır. Madem Cennette cisim ruh ile beraber gider. Elbette, Cennetü’l-Me’vâ gövdesi olan Sidretü’l-Müntehâya urûc eden
blank.gif
1



[NOT]Dipnot-1
bk. Necm Sûresi, 53:14.


[/NOT]

Arş: göğün en yüksek katı; Allah’ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli etttiği yer (bk. a-r-ş)Arş-ı Rahmân: bütün yaratılmışları şefkat ve merhametle besleyip büyüten Allah’ın tasarruf dairesi, makamı (bk. a-r-ş; r-ḥ-m)
Cennetü’l-Me’vâ: Cennetin üçüncü katının ismiKadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)
Mevlevî: Mevlevîlik tarikatına mensup kimseSidretü’l-Müntehâ: yedinci kat gökte olduğu rivâyet edilen ve Peygamberimizin (a.s.m.) ulaştığı en son makam
Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yapan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)arz: dünya
a’mâl-i beşeriye: insanların yaptığı iş ve hareketlerberk: şimşek
cazibe: çekim gücücazibe-i rahmet-i Rahmân: rahmeti her şeyi kuşatan Cenâb-ı Allah’ın merhametinin çekiciliği (bk. r-ḥ-m)
cesed-i mübarek: mübarek ceset (bk. b-r-k)cihâzât: cihazlar, donanım
cism-i arz: dünyacism-i insan: insan bedeni
cism-i mübarek: Peygamberimizin mübarek cismi, bedeni (bk. b-r-k)destgâh: tezgâh
fen: bilimhareket-i seneviye: yıllık hareket
harekât: hareketlerhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i İlâhiye: İlâhî hikmet (bk. ḥ-k-m; e-l-h)incizab-ı muhabbet-i Şems-i Ezel: Ezel Güneşi olan Cenâb-ı Allah’ın sevgisinin çekiciliği, cazibesi (bk. ḥ-b-b; e-z-l)
irâe etmek: göstermekkanun-u Rabbânî: Allah’ın kanunu (bk. ḳ-n-n; r-b-b)
kat’ etme: aşma, yol alma lezâiz: lezzetler
medar: dayanak, sebep, vesilemenba: kaynak
mesmuat âlemi: işitilen ve duyulan varlıklar âlemi (bk. s-m-a; a-l-m)muktaza-yı akıl ve hikmet: aklın ve hikmetin gereği (bk. ḥ-k-m)
muntazam: düzenli, intizamlı (bk. n-ẓ-m)mülk ve melekût: Allah’ın sahip olduğu ve hükmettiği görünen ve görünmeyen âlemler (bk. m-l-k)
netâic-i uhreviye: âhiretteki neticeler (bk. e-ḫ-r)takriben: yaklaşık olarak
temâşâ ettirmek: seyrettirmekuruc: yükselme (bk. a-r-c)
velî: Allah dostu (bk. v-l-y)vezaif: vazifeler, görevler
vezaif-i ubûdiyet: kulluk vazifeleri (bk. a-b-d)zarfında: içinde
âlem: dünya (bk. a-l-m)âlem-i mubsarât: görünen varlıklar âlemi (bk. a-l-m; b-ṣ-r)
âlâm: elemler, acılarâlât: âletler, organlar
âyât: âyetler, delillerâyât-ı acibe: hayret verici deliller
şems: güneş

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
zât-ı Ahmediye (a.s.m.) ile cesed-i mübarekini refakat ettirmesi ayn-ı hikmettir.


Yine hatıra gelir ki: Dersin, “Birkaç dakikada binler sene mesafeyi kat’ etmek aklen muhaldir.”


Biz de deriz ki: Sâni-i Zülcelâlin san’atında, harekât nihayet derecede muhteliftir. Meselâ, savtın sür’atiyle ziya, elektrik, ruh, hayal sür’atleri ne kadar mütefavit olduğu malûm. Seyyârâtın dahi, fennen harekâtı o kadar muhteliftir ki, akıl hayrettedir. Acaba lâtif cismi, uruçta sür’atli olan ulvî ruhuna tâbi olmuş, ruh sür’atinde hareketi nasıl akla muhalif görünür?


Hem on dakika yatsan, bazı olur ki, bir sene kadar hâlâta maruz olursun. Hattâ bir dakikada insan gördüğü rüyayı, onun içinde işittiği sözleri, söylediği kelimâtı toplansa, uyanık âleminde bir gün, belki daha fazla zaman lâzımdır. Demek oluyor ki, bir zaman-ı vahid, iki şahsa nisbeten, birisine bir gün, birisine de bir sene hükmüne geçer. Şu mânâya bir temsil ile bak ki:


İnsanın hareketinden, güllenin hareketinden, savttan, ziyadan, elektrikten, ruhtan, hayalden tezahür eden sür’at-i harekâtta bir mikyas olmak için şöyle bir saat farz ediyoruz ki: O saatte on iğne var. Birisi saatleri gösterir. Biri de, ondan altmış defa daha geniş bir dairede dakikayı sayar. Birisi altmış defa daha geniş bir daire içinde saniyeleri, diğeri yine altmış defa daha geniş bir dairede sâliseleri, ve hâkezâ râbiaları, hâmiseleri, sâdise, sâbia, sâmine, tâsia, tâ âşireleri sayacak gayet muntazam, azîm bir dairede birer ibre farz ediyoruz. Faraza, saati sayan ibrenin dairesi küçük saatimiz kadar olsa, herhalde âşireleri sayan ibrenin dairesi arzın medar-ı senevîsi kadar, belki daha fazla olmak lâzım gelir.


Şimdi iki şahıs farz ediyoruz. Biri, saati sayan ibreye binmiş gibi, o ibrenin harekâtına göre temâşâ ediyor. Diğeri, âşireleri sayan ibreye binmiş. Bu iki şahsın bir zaman-ı vahidde müşahede ettikleri eşya, saatimizle arzın medar-ı senevîsi nisbeti gibi, meşhudatça pek çok farkları vardır. İşte zaman, çünkü harekâtın



Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yapan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)arz: dünya
ayn-ı hikmet: hikmetin ta kendisi (bk. ḥ-k-m)azîm: çok büyük (bk. a-ẓ-m)
cesed-i mübarek: mübarek ceset (bk. b-r-k)eşya: şeyler, varlıklar
faraza: varsayalım kifarz etmek: varsaymak
fennen: bilimsel olarakharekât: hareketler
hâkezâ: böylece, bunun gibihâlât: haller, durumlar
hâmise: râbianın altmışta biriibre: iğne, gösterge
kat’ etmek: aşmak, yol almakkelimât: kelimeler (bk. k-l-m)
lâtif: cismanî olmayan, ruhla ilgili (bk. l-ṭ-f)malûm: bilinen (bk. a-l-m)
maruz: uğrama, tesirinde kalmamedar-ı senevî: dünyanın güneş etrafında dönerken bir sene içinde çizdiği yörünge
meşhudatça: gözlemce (bk. ş-h-d)mikyas: ölçek
muhal: imkansızmuhalif: aykırı
muhtelif: çeşitlimuntazam: düzenli, intizamlı (bk. n-ẓ-m)
mânâ: anlam (bk. a-n-y)mütefavit: farklı farklı
müşahede etmek: görmek, gözlemlemek (bk. ş-h-d)nihayet derecede: sonsuz derece
nisbet: oran, ölçü (bk. n-s-b)nisbeten: kıyasla, oranla (bk. n-s-b)
refakat: arkadaşlık (bk. r-f-ḳ)râbia: sâlisenin altmışta biri
saniye: dakikanın altmışta birisavt: ses
seyyârât: gezegenlersâbia: sâdisenin altmışta biri
sâdise: hâmisenin altmışta birisâlise: saniyenin altmışta biri
sâmine: sâbianın altmışta birisür’at: hız
sür’at-i harekât: hareketlerin hızıtemsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
temâşâ: seyretmetezahür: görünme, ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)
tâbi: uymatâsia: sâminenin altmışta biri
ulvî: yüceuruç: yükseliş (bk. a-r-c)
zaman-ı vahid: aynı zaman dilimi (bk. v-ḥ-d)ziya: ışık
zât-ı Ahmediye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in zâtı, şahsiyeti (bk. ḥ-m-d)âlem: dünya (bk. a-l-m)
âşire: tasiânın altmışta biri

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuz Birinci Söz - Sayfa 777

bir rengi, bir levni, yahut bir şeridi hükmünde olduğundan, harekâtta câri olan bir hüküm, zamanda dahi câridir.

İşte, bir saatte meşhudatımız, bir saatin saati sayan ibresine binen zîşuur şahsın meşhudatı kadar olduğu ve hakikat-i ömrü de o kadar olduğu halde; âşire ibresine binen şahıs gibi, aynı zamanda, o muayyen saatte, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, burak-ı tevfik-i İlâhîye biner, berk gibi bütün daire-i mümkinatı kat’ edip, acaib-i mülk ve melekûtu görüp, daire-i vücub noktasına çıkıp, sohbete müşerref olup, rüyet-i cemâl-i İlâhîye mazhar olarak, fermanı alıp vazifesine dönebilir ve dönmüş ve öyledir.

Yine hatıra gelir ki: Dersiniz, “Evet, olabilir, mümkündür. Fakat her mümkün vaki olmuyor. Bunun emsali var mı ki kabul edilsin? Emsali olmayan birşeyin, yalnız imkânı ile, vukuuna nasıl hükmedilebilir?”

Biz de deriz ki: Emsali o kadar çoktur ki, hesaba gelmez. Meselâ, her zînazar, gözüyle, yerden tâ Neptün seyyaresine kadar bir saniyede çıkar. Her zîilim, aklıyla kozmoğrafya kanunlarına binip yıldızların tâ arkasına bir dakikada gider. Her zîiman, namazın ef’al ve erkânına fikrini bindirip, bir nevi Miracla kâinatı arkasına atıp huzura kadar gider. Her zîkalb ve kâmil velî, seyr ü sülûk ile, Arştan ve daire-i esmâ ve sıfâttan kırk günde geçebilir. Hattâ, Şeyh-i Geylânî, İmam‑ı Rabbânî gibi bazı zatların ihbarat-ı sadıkaları ile, bir dakikada Arşa kadar urûc-u ruhanîleri oluyor. Hem ecsâm-ı nuranî olan melâikelerin Arştan ferşe, ferşten Arşa kısa bir zamanda gitmeleri ve gelmeleri vardır. Hem ehl-i Cennet, mahşerden Cennet bağlarına kısa bir zamanda urûc ediyorlar.
blank.gif
1


[NOT]
Dipnot-1
bk. Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 19; Dârimî, Rikâk 89; el-Hâkim, el-Müstedrek 4:542.
[/NOT]


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)Arş: göğün en yüksek katı; Allah’ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş)
Mirac: yükseliş, Allah’ın huzuruna çıkmak (bk. a-r-c)Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)
acaib-i mülk ve melekût: Allah’ın sahip olduğu ve hükmettiği görünen ve görünmeyen âlemlerdeki acaiplikler (bk. m-l-k)berk: şimşek
burak-ı tevfik-i İlâhiye: Allah’ın burak gibi hızlı olan başarı ihsanı (bk. e-l-h)câri: geçerli, yürürlükte
daire-i esmâ ve sıfât: Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellî dairesi (bk. s-m-v; v-ṣ-f)daire-i mümkinat: kâinat, evren; yaratılanların tamamının teşkil ettiği âlem (bk. m-k-n)
daire-i vücub: hiç değişikliğe uğramayan, varlığı zorunlu ve vasıflarının zıddı düşünülemeyen İlâhlık dairesi (bk. v-c-b)ecsâm-ı nuranî: nurlu cisimler (bk. n-v-r)
ef’al: fiiller, hareketler (bk. f-a-l)ehl-i Cennet: Cennet ehli
emsal: benzerler (bk. m-s̱-l)erkân: esaslar, şartlar (bk. r-k-n)
ferman: emir, buyrukferş: yer
hakikat-i ömr: gerçek ömür (bk. ḥ-ḳ-ḳ)harekât: hareketler
hükmetmek: karar vermekibre: iğne, gösterge
ihbarat-ı sadıka: içinde yanlış ihtimali bulunmayan doğru haberler (bk. s-d-ḳ)imkân: olabilirlik (bk. m-k-n)
kozmoğrafya: astronomikâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kâmil: kemâl ve fazilet sahibi (bk. k-m-l)levn: renk
mahşer: haşir meydanı; kıyametten sonra insanların tekrar diriltilip toplanacakları yer (bk. ḥ-ş-r)mazhar: erişme, nail olma (bk. ẓ-h-r)
melâike: melekler (bk. m-l-k)meşhudat: gözlemler, görülen şeyler (bk. ş-h-d)
muayyen: belirlenmiş, kararlaştırılmışmümkün: imkan dahilinde olan, olabilir (bk. m-k-n)
müşerref olmak: şereflenmeknevi: tür, çeşit
rüyet-i cemâl-i İlâhîye: Allah cemâlini görme (bk. c-m-l; e-l-h)seyr ü sülûk: mânevî ve ruhî yolculuk
seyyare: gezegenurûc etmek: yükselmek (bk. a-r-c)
urûc-u ruhanî: ruhen yükseliş (bk. a-r-c; r-v-ḥ)vaki: olma, meydana gelme
vazife: görevvelî: Allah dostu (bk. v-l-y)
vuku: olma, meydana gelmezîilim: ilim sahibi (bk. ẕî; a-l-m)
zîiman: iman sahibi (bk. ẕî; e-m-n)zîkalb: kalp sahibi, mânevî kalp ehli (bk. ẕî)
zînazar: bakış sahibi (bk. ẕî; n-ẓ-r)zîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
âşire: saatin dakika ve saniye gibi on birim küçüğü olan zaman dilimi; tâsiânın altmışta biriİmam-ı Rabbânî: (bk. bilgiler)
Şeyh-i Geylânî: (bk. bilgiler)

<tbody>
</tbody>
 
Üst