Kime Özeniyoruz, Kime benziyoruz..

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Kim bir kavme benzerse, o da onlardandır hadisi herkese hitap eder. (0)

Rabbül Alemin, Kuran-ı Kerimde bizlere şöyle sesleniyor: Ey iman edenler müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmeyin. (Nisa/144)

Yaşadığımız kimlik aşınmasına bağlı olarak kendi değerlerimizden uzun zamandır yüzçevirmiş bulunuyoruz.

O değerler, bizi biz yapan, dahası insanlığa örnek ve önder yapan değerlerdi.

Rabbimizin insanlığa son mesajından aldığımız, o sevgili elçinin rehberliğinde hayatımıza nakşettiğimiz, yüzyıllar boyunca da gergef gibi işleyip ruhumuza sindirdiğimiz değerlerimizdi.

Hayat felsefesi, insana, kainata bakışı bize hiç benzemeyen başka bir dünyanın maddi başarıları önünde diz çöktüğümüzden beri, bu değerleri hayatımızdan kopardık.

Ve aslında kendi hayatımızı kendimizden kopardık.

Maddi başarıları ile gözümüz kamaşan o dünyanın, insanlığımız adına bize sunabileceği daha iyi değerler olacağını hayal ettik.

Oysa bugün o dünyanın, kendi değerleriyle ve bir süredir değersizleşmesi ile kendi başı dertte. Toplumsal hayatlarındaki intizamın makyajı, ferdî planda yaşadıkları vahşetin çirkin yüzünü örtemiyor artık. Çocuklarını bile pençesine alan o şeytanîlik, okullarında katliam yaptırıyor. Oniki yaş seviyesine kadar inen uyuşturucu alışkanlığı, aile yapısında gittikçe artan çözülme, suç istatistikleri, kadının kadınlığını, erkeğin erkekliğini unutuşu kendilerini bile dehşete düşürüyor.

Kendi mensuplarını karmaşa ve yıkıma götüren o dünyanın değerlerinde, biz hangi mutluluğu, hangi huzuru bulmayı umuyoruz?

Allah Rasulü (A.S.) Kim bir kavme benzerse, o da onlardandır. buyuruyorlar. Ne kadar hümanizma, barış, adalet kavramlarının arkasına saklansalar da tarihteki ve bugünkü halleri daha bu dünyada ürküntü veren kavimlere benzeyip, bir de ebedi hayatta onlarla haşrolmak Onların pişmanlıklarına, hüsranlarına ortak olmak Allah korusun!

O kavimlerle ekonomik, siyasi ve benzeri maddî gelişme adına çeşitli işbirlikleri ve anlaşmalar tarihimizde yapılageldi. Belki yarınlarda da olacak. Ama bunun belli ölçüleri olmalı değil mi bizim için?

Girilen her işbirliği, yapılan her anlaşma, önce kendi insanımızın menfaatlerini ön planda tutmak zorundadır. En az bu ölçü kadar önemli diğer bir husus da, hiçbir ilişki ve anlaşma, onların hayat tarzlarının bizim bünyemize aktarılması sonucunu doğurmamalıdır. Bizden, başka potalarda erimemiz ne kadar istenirse istensin, biz bilmeliyiz ki:

Bir milletin, kendi değerlerini bırakıp yabancıların örf ve adetlerini benimsemesi, o milletin kendi benliğini, kendi tarihini inkarıdır,

Dahası, asırlar boyunca nice yıkım ve dirilişlerle yoğurduğu ruhunu, aşağılık kompleksinin kucağında çürütmesidir, Yeryüzünde ikinci sınıf insan olduğunun kabul ve itirafıdır.

Hele yediyüz sene dünyaya hükmetmiş, örnek ve önder olmuş bir millet için büyük bir kâbus, büyük bir felakettir bu.

Allah katında geçerli tek din İslamdır. (Âl-i İmran/19) Ve din, değerler bütünüdür, yaşama biçimidir.

İslâmdan önce, tahrif olmamış Hıristiyanlık ve Yahudilik doğru ve geçerli dindi. Fakat İslamiyet geldikten sonra bu dinler, bu değerler sistemi ve bu değerler sisteminin doğurduğu hayat tarzı geçerliliğini yitirmiştir. Yani o ilaçların tarihi geçmiştir. Tedavi etmez, zarar verir. Artık insanlığın huzur ve mutluluğu için İslamın dışında bir çare, bir ilaç yoktur.

Bizim inancımız, başka kültür ve dinlerin törenlerini, sembollerini, yüzünü ebediyete dönmüş müminlere asla yakıştırmaz. Hele de her türünden fuhşiyat ve gayri meşrulukla özdeşleşmiş sözde kutlamaları kesinlikle reddeder.

Bu kapsamda, olgun bir mümin, o maddi-manevi huzurdan kopuk dünyanın ekonomik ve kültürel yayılmacılık adına makyajlanmış noel ve yılbaşı gibi adetlerini kendi yaşantısına sokmaz. Bir müslümanın hıristiyan kültür ve hayatının izlerini taşıyan bu türlü adetleri benimsemesi, kendi alnına aşağılık kompleksiyle yapıştırdığı bir lekedir.

Bizim törenlerimiz ilahi ölçülerle şekillenmiştir. Neşeyi, eğlenceyi, coşku ve sevinci meşru sınırlar içinde sonuna kadar yaşadığımız iki bayramımız vardır bizim: Ramazan ve Kurban bayramlarımız.

Biz bu günlerde muhabbet ve neşeyi çoğaltır, tanıdığımız tanımadığımız herkesle paylaşırız. Böyle özel zamanlarda sonu pişmanlık olan sahte keyiflere ihtiyacımız olmaz bizim. Ebediyyet adına taşıdığımız umutların keyfi yeter bize. Sokaklarda da kessek kurbanlarımızı, Rabbimiz adına can feda etmenin heyecanını çoluk-çocuk yaşarız.

Bir de Mevlid, Regaib, Miraç, Berat kandili ve Kadir gecelerimiz vardır bizim. Kainatın sahibi ile irtibatımız zirveleşir bu günlerde, gecelerde. Meleklerle sema eder, ilahiler söyleriz.

Biz bir milletiz. Hakkı, adaleti, barışı, doğruluğu, huzuru insanlığa öğretmiş bir millet. Bakmayın şimdiki sefaletimize; imanımız bizde olduğu sürece üstün olan biziz. Şimdilik başka bir dünyaya emanet verdiğimiz üstünlük ve önderliğin potansiyeli içimizde.

Kimseden değerler, örf-adetler devşirme ihtiyacımız da yok bizim. Arzu edenlere insanlık adına verilebilecek herşey halâ bizde.

O halde bu kompleks, bu meskenet niçin? (1)

Taklit etmek, özenmek, sevmek insan fıtratında mevcut olar bir şeydir. Onun güzel yönlendirilmesi gereklidir. Taklidin iyi ve kötü olanı vardır. (0)


Fıtrî farklılıklara saygı yaratılışa saygının gereğidir. Ancak bu, sadece bizim dışımızdaki kişi veya toplulukların bizimkine benzemeyen özelliklerine saygı göstermekten ibaret değildir. İnsan kendi fıtratına, hüviyetine, aidiyetine de saygı göstermelidir. Bu saygı, kendimizi bilmekle, başkalarına benzemeye çalışmamakla, taklitten kaçınmakla olur.

Dinimizde fıtrata müdahale, kadın veya erkeklerin birbirine benzemeye çalışması şiddetle yasaklanmıştır. Kılık kıyafetten oturup kalkmaya varıncaya kadar hemen her konuda gayrimüslimlere benzemememiz emredilmiştir.

Şimdilerde kimlik gibi ne idüğü belirsiz bir kelimeyle karşılanan hüviyet (Oluk, Ona aidiyetle kazanılan belirlilik) kavramı, insanın varlığını Allaha nispet ederek belirler ve kulluk statüsünü ifade eder. Kulluk bilincinden ve Allah inancından uzaklaşan, yani hüviyetini kaybeden insan ve toplumlar mutlaka bir anlamsızlığın boşluğuna düşerler. Nesneleşmiş olmaktan, sıradanlıktan kurtulmak; var olduklarını göstermek için ilgi çekmenin, fark edilmenin yollarını ararlar. (3)

Karşı Cinse veya Fâsıklara Benzemek

Bir erkeğin kadınlara, kadının da erkeklere benzemeye çalışması haramdır. Bu bir hastalık çeşididir. Fıtratın bozulmasıdır. Bunun için karşı cinse ait kıyafetlere bürünmek, onların süslerini takınmak, şekline girmek yasaktır. Bu konuda edep Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

Allah Teâlâ erkeğe benzemeye çalışan kadına ve kadına benzemeye çalışan erkeğe lânet etmiştir.[1]

Bir kadın veya erkeğin, kendi cinsinden de olsa fâsık, zalim ve müşrik kimselere benzetmek için onların tipine girmesi, özellikle onların alâmeti olan kılık ve kıyafetlere bürünmesi helâl değildir. (5)


 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Salihleri taklit ve takip etmek Kurân ve sünnetin emridir. (0)

Şihabüddin Sühreverdî k.s. hazretleri, bir araya gelip Hakkı zikredenlerin faziletinden bahsederken, onların arasında tesadüfen bulunan bir kişinin de bedbaht olmayacağını bildiren hadis-i şerife dikkat çekmiştir. Yine tasavvuf büyükleri Bir kavme benzeyen onlardandır. hadisini de Velilere benzemeye özenen, onlara muhabbet besleyen onların zümresindendir. şeklinde yorumlamışlardır. (4)

Zahiren de olsa, sufilere benzemeye çalışan (mübtedî-mürid), velilerin yoluna ve onların halinin güzelliğine inanıp kendi isteği ile Allah dostları gibi olmak istiyor demektir.

Ancak kalbinin katı, nefsinin azgın, nasibinin az olmasından ve gücü yetmediğinden dolayı velilerin ulaştığı güzelliklere ulaşamamıştır. Buna rağmen o, içindeki iman ve Allah sevgisi sayesinde sevdiği Allah dostlarının arasına katılacak ve onların topluluğu arasında kabul edilecektir.

Zira bu haliyle o kimse:

Kim bir kavme benzerse, o da onlardan sayılır.46 hadis-i şerifinin müjdesine muhatap olmuş oluyor.

Samimi sevgi insanı sevdikleri ile buluşturur. Böylece gücü yetmese bile bu tür insanlar, velilerle eşit derece ve benzer sıfatta olmadıkları halde; sırf güzel niyeti, samimiyeti ve binlerce insan grupları içinden Allahın dostlarını tercih etmesi yüzünden nice güzelliklere, bereketlere, iyiliklere kavuşur. (6)

Kâfir, fasık ve zalimleri sevmek, onların kötülüklerine özenmek haramdır. (0)

Dine düşman olan kimselere özenmek, onların küfür içindeki hayat tarzını güzel görmek, zulümlerini beğenmek, günahları övmek, küfür ve isyan içindeki insanları takdir etmek, bu devirde din yaşanmaz, Allahın emirleri uygulanmaz demek imanı tehlikeye sokar. (7)

Din işinde gerçek rehberlere, hakiki alim ve mürşidlere uymadan kurtuluş zordur. (0)

Nakıs olanlar, kamil insanlara baka baka önce noksanlıklarını görürler. Sonra güzelin ne olduğunu öğrenirler. Peşinden iyiliği sever, iyi insan olmaya niyetlenirler. Güzel olan çeker, kuvvetli olan etkiler. İnsan fıtratı gördüğüne meyleder. İyileri gören kimsenin kalbinde iyi duygular yeşerir, kötülerle oturup kalkanın içinde ise kötülükler beslenir.

Göz gönlün penceresidir, kulak kalbin habercisidir. İnsan devamlı gördüğü ve işittiği şeylerin esiridir. Bunun için Cenab-ı Hak, Sakın zalim ve günahkar kimselere yaklaşmayın, yoksa size de ateş dokunur. (Hud/113) buyurarak, kötülerle aynı mecliste olmak bir yana, onlara yakın olmanın bile nasıl kötü sonuç vereceğine dikkat çekmiştir. Kalpleri birbirine benzedi (Bakara/118) ayeti de aynı fikri paylaşan ve aynı atmosferde yaşayan insanların benzer tavırlar sergilediğini göstermektedir.

İlahi sevgi ve güzel ahlakı elde etmek için Yüce Rabbimiz en kısa yolu şöyle gösteriyor: Sadık kullarımla beraber olun! (Tevbe/119)

İnsan bir kimse ile beraber olmaya devam ederse, önce onun haline rıza gösterir, sonra onun tarafına meyleder, peşinden kendisini taklit eder. Bütün bunlar sohbet ve beraberliğin sonuçlarıdır. Hz. Rasulullah (A.S.): İnsan arkadaşının dini ve gidişi üzeredir; bunun için herkes kiminle arkadaşlık ettiğine iyi baksın (Tirmizî) buyurarak insanın insanı nasıl etkilediğini bildirmiştir.

Tasavvufta, kamil mürşidle sohbet, terbiyenin temelidir. Peygamber varisi olan kamil mürşidler, Hz. Rasulullah (A.S.) Efendimizin nazarla terbiye ilmine de varis olduklarından müridlerini sohbet ve nazar yoluyla terbiye ederler. Bu muttaki insanlara Allah tarafından özel bir nur verilmiştir. O nur ile yaşar, o nur ile bakarlar. Nur ve sevgi bütün vücutlarına yayılmıştır. Bu vücut, ayet-i kerimede belirtildiği gibi (Âl-i İmran/191) her durumda Yüce Allahı zikreder bir hale gelmiştir. (2)

O gün (hesaba) herkesi tabi olduğu imamı ile birlikte çağırırız (İsrâ 71) ayetinin uyarısını dikkate alarak peşine düşülen kimseyi iyi seçmelidir. (0)

Hz. Resûlullah (s.a.v) insanların mahşere üç halde geleceklerini haber vermiştir: Yaya olarak, binekli olarak, yüzü üstü sürünerek. [2]

Yaya gidenler avam müminler; binekli gidenler muttakiler; yüzüstü sürünenler de kafirlerdir.

Mahşerde herkes dünyada tabi olduğu, sevip peşinden gittiği önder ve imamları ile birlikte ilahi huzura çağırılacaklardır. [3]

Mahşerde bütün dostluklar bitecektir. Kimsenin nesebi, dünya şerefi, makamı, malı, evladı geçerli olmayacaktır. Dostlukları sırf dünya adına olanlar ve isyanda bir araya gelenler birbirlerine lanet okuyacaklardır. Sadece Allah için birbirini seven muttakilerin dostluğu kalacak ve fayda verecektir.. Cenab-ı Hakk mahşer günü şöyle buyuracaktır:

Benim celâlim (rızam) için birbirlerini sevenler nerede? Hiçbir gölgenin bulunmadığı bugün onları kendi (rahmet) gölgemde gölgelendireceğim. [4](9)

Cenab-ı Hak c.c. şöyle buyurur:

Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allahtan başka dostlarınız yoktur. Sonra (Ondan da) yardım göremezsiniz![5]

Ayet-i kerimeden açıkça anlaşılıyor ki, müşriklere ve fasık müslümanlara meyletmek genel olarak yasaklanmıştır.

en-Neysaburi ise tefsirinde şöyle der: Muhakkik alimler ayette yasaklanan meyletmenin; zalimlerin tutumlarına rıza göstermek, onların yollarını beğenmek ve başkalarına güzel göstermek, onların herhangi bir zulmüne ortak olmak olduğunu belirtirler. Yine bu görüş sahipleri, bir zarara engel olmak veya acilen gerekli bir menfaati elde etmek için başvurulan meyletmenin bu kapsama girmediğini söylerler.

en-Neysaburi devamla şöyle der: Ben derim ki: Bence bu görüş hayatın zorluklarını giderme ve ruhsat yoludur. Takvanın gereği ise zalimlere ( Sh: 273 ) meyletmekten her durumda kaçınmaktır. Zaten Cenab-ı Hak da şöyle bu yurur:

Allah kuluna kafi değil midir? Seni Ondan başkasıyla korkutuyorlar. Allah, kimi saptınrsa artık onun yolunu doğrultacak biri yoktur! [6]

Zalimlere meyletmekten tamamen kaçınmak evladır. Özellikle de kötülükleri yasaklamanın ve iyilikleri emretmenin mümkün olmadığı zamanımızda bu husus daha da gerekli hale gelmektedir. Zira zalimlere meyletme pek çok aldanma ve aldatmayı ihtiva etmektedir. Bazı yönlerden zulme bulaşmış kişilere belli belirsiz meyletmek, bu şekilde insanın ateşe sürüklenmesine sebep oluyor ise, peki o halde zulmün içine dalmış ve haksızlık girdabına kapılmış kişilere tam manasıyla teslim olup onlarla dost olan, onların nedimeliğini yapan, o şerirlerle ünsiyet peyda eden, verdikleri rütbelerle iftihar eden, onların geçici saltanatlarına gözleri kamaşarak bakan, gerçek manada buğday tanesi kadar hafif ve sineğin kanadı kadar kıymetsiz olan o kişilere verilmiş geçici nimetlere imrenenlere ne demeli! Bunlar ancak onlara yürekten taraftar olmaktan gelebilir. Gerçekte meyleden de meyledilen de Allaha karşı ne kadar zayıftır

Rasülullah s.a.v. şöyle buyurur:

Kişi dostunun dini üzeredir; öyleyse herkes kiminle dost olduğuna dikkat etsin![7]

Rasülullah s.a.v. diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurur:

İyi ve salih kişilerle dostluk yapanın durumu misk taşıyanla beraber olmaya benzer. Misk taşıyan kişi sana misk vermese bile kokusu mutlak sana bulaşır. Kötü biriyle dostluk da körük çekenle beraber olmaya benzer. Ateşi seni yakmasa bile pis dumanı mutlaka sana bulaşır. [8]

Cenab-ı Hak c.c. şöyle buyurur:

Allahtan başka dostlar edinenlerin durumu, örümceğin durumu gibidir. Örümcek bir yuva edinir; halbuki yuvaların en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi! [9]

Rasülullah s.a.v. şöyle buyurur:

Bir zengine zenginliğinden dolayı saygı ve hürmet gösteren dininin üçte birini kaybeder. [10]

Bir fasık övüldüğü zaman Allah Teala öfkelenir ve arş titrer. [11]

Yüce Allah c.c. şöyle buyurur:

Her insan topluluğunu imamları ile çağıracağımız o günde kimlerin amel defterleri sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okuyacaklar. [12]

Ayet-i kerimede geçen Her insan topluluğunu imamları ile çağıracağız cümlesindeki imam kelimesinin ne olduğu hususunda tefsir alimleri farklı görüş belirtmişlerdir.

İbnu Abbas r.a. ve bazıları şöyle der: İmam, her insanın amellerinin yazılı olduğu defterdir. Yeni Herkes amel defteri ile çağrılacak denilmektedir. Bunu şu ayet de destekler:

Kitabı sağ tarafından verilen: Alın kitabımı okuyun; doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum, der. [13]

İbnu Zeyd rh.a. şöyle der:

Ayette geçen imamdan kast edilen mana Allah tarafından indirilen kitaptır. Buna göre kıyamet gününde insanlar «Ey Tevrata iman edenler! Ey İncile iman edenler! Ey Kuran-ı Kerime iman edenler!» diye çağrılacaklardır.

Mücahid ve Katade rh.a. şöyle der:

İmam, ümmetlerin bağlı oldukları peygamberlerdir. Buna göre insanlar «İbrahim a.s.a tabi olanları getirin! Musa a.s.a tabi olanları getirin! İsa a.s.a tabi olanları getirin! Muhammed s.a.v.e tabi olanları getirin!» diye çağrılacaklardır.

Hazret-i Ali k.v. ise şöyle der:

Ayette geçen imam, her devirde yaşayan kişilerin tabi oldukları imam demektir. Buna göre herkes emir ve yasaklarına uydukları devirlerinde yaşayan imamları ile birlikte çağrılacaktır.

Abdullah b. Ömer r.a.ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Rasülullah s.a.v. şöyle buyurur:

Kıyamet günü Cenab-ı Hak evvelki ve sonraki bütün ümmetleri bir araya toplar, her vefasız haini tanıtmak için bir sancak dikilir ve şöyle denilir: Bu falan oğlu falanın vefasızlığıdır![14]

Tirmizi ve diğer hadisçiler Ebu Hureyre r.a.dan şöyle rivayet eder:

Rasülullah s.a.v. bu ayet-i kerimenin tefsirinde buyurdular ki:

İnsanların içinden biri çağrılır ve defteri sağından verilir. Boyu altmış zira olacak şekilde uzatılır ve yüzü bembeyaz yapılır. Başına inciden pırıl pırıl parlayan bir taç konulur. Adam dostlarının yanına doğru koşar. Dostları onu uzaktan görünce, yanlarına varıncaya kadar şöyle dua ederler:

Allahım, bu adamı bizim yanımıza getir! Onu bizim hakkımızda uğurlu eyle!

Adam onların yanlarına varınca şöyle der:

Müjdeler olsun! Hepiniz benim gibi taç giyeceksiniz!

Fakat kafirler; yüzleri kapkara yapılır, boyları Adem a.s. gibi altmış zira olarak uzatılır. Başına bir taç giydirilir. Onu gören dostları şöyle der:

Allahım, bunun şerrinden sana sığınırız. Allahım bizi bundan ırak eyle!

Adam onların yanına gelince derler ki:

Allahım bunu zelil eyle!

Buna karşılık adam da onlara şöyle der:

Allah sizi uzak eylesin! Hepiniz bu akıbete uğrayacaksınız![15] (8)

Kişi sevdiği ile beraberdir.

İnsan dünyada kiminle beraber ise, yani gönlü kimden yana ve amelleri de kime benzeme gayretinde ise, ahirette de onunla beraberdir. Kıyamet gününde de cennette de onlarla beraber olur. Rasulullahı (s.a.v) seven, onun Ehl-i Beytini seven ve onların yolundan gidenleri Rabbül Alemin öbür dünyada da onlardan ayırmaz. Onun için insanın içindeki sevginin Allah Tealanın sevdiklerine olması gerekir.

Allah Teala bir kulunun kalbine günde 360 defa nazar eder, onun kalbinde neyi bulursa ona göre muamele eder. İnsanın gönlünde dünya nimetlerinin sevgisi olursa, Rabbül Alemin onu sevmez, kendi sevgisini veyahut sevdiklerinin sevgisini bulursa, o zaman o kulunu daha çok sever. (9)


(0) Sohbet ana başlıkları

(1) BİZ KENDİ DEĞERLERİMİZLE AYAKTAYIZ M.Saki Erol S.Dergisi Ocak 2000

(2) SOHBETLE İRŞAD NAZARLA TEDAVİ Dr Dilaver Selvi S.Dergisi Ağustos 1999

(3) Farklılıklarımızın Farkında mıyız? Ali YURTGEZEN S.Dergisi Ekim 2009

(4) Muhip Olmak Güzeldir Mübarek EROL S.Dergisi Ekim 2009

(5) Delil ve Örnekleriyle Temel Aile İlmihali Dilaver Selvi

(6) Kaynaklarıyla Tasavvuf 1.Cilt Dilaver Selvi

(7) Temel İnanç Esasları Dilaver Selvi

(8) Kalplerin Keşfi İmam-ı Gazali

(9) MANEVİ EHL-İ BEYT M. Saki EROL S.Aile Dergisi 46.Sayı



--------------------------------------------------------------------------------
[1] Buhârî, Libâs, 61; Ebû Davud, Libâs, 28; Tirmizî, Edeb, 34; İbn Mâce, Nikâh, 22.

[2] Nesai, Cenaiz, 118; Ahmed, Müsned, V, 165.

[3] İsra, 71.

[4] Müslim, Birr, 12 (No:37).

[5] Hud,113.

[6] Zümer, 36.

[7] Tirmizi, 2378; Ebu Davud, 4/259; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 7968; İshak b. Rahaveyh, 1/352; el-Hakim, el-Müstedrek, 4/188; Ebu Davud et-Tayalisi, s. 335; Abd b. Humeyd, s. 418; el-Kudai, eş-Şihab, 1/141; Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, el-Vera, s. 89; el-Hatibul-Bağdadi, Tarihu Bağdad, 4/115.

[8] Buhari, 2101; Müslim, 2628; Ebu Davud, 4829; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1927.

[9] Ankebut, 41.

[10] el-Beyhaki, Şuabul-İman, 7/213; İbnu Ebi Asım, ez-Zühd, s. 85; es-Suyuti, ed-Dürer, 405; el-Hakim, en-Nevadir, 4/99; ed-Deylemi, Müsnedül-Firdevs, 3/427; Ebu Nuaym, el-Hilye, 3/46.

[11] İbnu Hacer, el-Feth, 10/487; ez-Zehebi; el-Mizan, 3/161; İbnu Hibban, el-Mecruhin, 1/267; Ukayli, ed-Duafa, 1/250; el-Münteka, 158.

[12] İsra,71.

[13] Hakka, 19-20.

[14] Buhari, Edeb, 99, Cizye 22, Fiten 21; Müslim, Cihad 10, (1735); Ebu Davud, Cihad 162, (2756); Tirmizi, Siyer 28, (1581); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4824; İbnu Mace, 4203.

[15] Tirmizi, 5/302; el-Hakim, el-Müstedrek, 2/265; İbnu Hibban, es-Sahih, 16/346.

 
Üst