Yirmi Beşinci Lem'a

Ukbaa

Well-known member

Yirmi Beşinci Lem’a

Yirmi Beş Devâdır

Hastalara bir merhem, bir teselli, mânevî bir reçete, bir iyâdetü’l-marîz ve geçmiş olsun makamında yazılmıştır.

İHTAR VE İTİZAR: Bu mânevî reçete, bütün yazdıklarımızın fevkinde bir sür’atle HAŞİYE-1 telif edildiği gibi, hem umuma muhalif olarak, tashihata ve dikkate vakit bulmayarak, telifi gibi gayet sür’atle, ancak bir defa nazardan geçirildi. Demek, müsvedde-i evvel hükmünde müşevveş kalmıştır. Kalbe fıtrî bir surette gelen hâtırâtı san’atla ve dikkatle bozmamak için, yeniden tetkikata lüzum görmedik. Okuyan zatlar, hususan hastalar, bazı nâhoş ibarelerden veyahut ağır kelimelerden ve ifadelerden sıkılıp gücenmesinler, bana da dua etsinler.



besmele.jpg


اَلَّذِينَ اِذَآ اَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوۤا اِنَّا ِللهِ وَاِنَّآ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ 1
وَالَّذِى هُوَ يُطْعِمُنِى وَيَسْقِينِ وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ 2



ŞU LEM’ADA, nev-i beşerin on kısmından bir kısmını teşkil eden musibetzede ve hastalara hakikî bir teselli ve nâfi bir merhem olabilecek Yirmi Beş Devâyı icmâlen beyan ediyoruz.


[NOT]Haşiye-1 Bu risale dört buçuk saat zarfında telif edilmiştir. Evet (Rüştü), Evet (Re’fet), Evet (Hüsrev); Evet (Said)

Dipnot-1 “O kimseler ki, başlarına bir musibet geldiğinde ‘Biz Allah’ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak Onadır’ derler.” Bakara Sûresi, 2:156.

Dipnot-2 “Beni yediren ve içiren Odur. Hastalandığımda bana şifa veren de Odur.” Şuarâ Sûresi, 26:79-80.
[/NOT]




Hüsrev: (bk. bilgiler – Hüsret Altınbaşak)
Re’fet: (bk. bilgiler – Refet Bey)
Rüştü: (bk. bilgiler – Süleyman Rüştü)
Said: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)
beyan etmek: açıklamak
devâ: ilâç, çare
fevkinde: üstünde
fıtrî: doğal
hakikî: asıl, gerçek
haşiye: dipnot
hususan: bilhassa, özellikle
hâtırât: hatıralar, düşünceler
ibâre: cümle, ifade
icmâlen: kısaca
ihtar: hatırlatma, uyarı
itizar: özür dileme
iyâdetü’l-marîz: hastayı ziyâret etme
lem’a: parıltı
makam: konum
merhem: ilaç
muhalif: zıt, ters düşen
musibetzede: belâya, sıkıntıya düşmüş olan kimse
müsvedde-i evvel: ilk müsvedde, ilk karalama
müşevveş kalmak: karışık, düzensiz kalmak
nazardan geçirmek: gözden geçirmek
nev-i beşer: insanlar
nâfi: faydalı
nâhoş: hoşa gitmeyen
risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi
suret: biçim, şekil
sür’at: hız
tashihat: bir eser üzerinde, yanlışları gidermek amacıyla, yayın öncesi yapılan düzeltmeler
telif etmek: eser yazmak
tetkikat: incelemeler
teşkil eden: oluşturan
umum: genel
zarfında: içinde

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Beşinci Lem'a - Sayfa 331

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>

BİRİNCİ DEVÂ

Ey biçare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil, belki bir nevi dermandır. Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor. Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor. Hem ömrün çabuk geçmesine meydan vermiyor, tutuyor, uzun ediyor—tâ meyveleri verdikten sonra bırakıp gitsin. İşte, ömrün hastalıkla uzun olmasına işareten bu darbımesel dillerde destandır ki, “Musibet zamanı çok uzundur; safâ zamanı pek kısa oluyor.”

İKİNCİ DEVÂ

Ey sabırsız hasta! Sabret, belki şükret. Senin bu hastalığın, ömür dakikalarını birer saat ibadet hükmüne getirebilir. Çünkü ibadet iki kısımdır. Biri müsbet ibadettir ki, namaz, niyaz gibi malûm ibadetlerdir. Diğeri menfi ibadetlerdir ki, hastalıklar, musibetler vasıtasıyla musibetzede aczini, zaafını hisseder, Hâlık-ı Rahîmine iltica eder, yalvarır. Hâlis, riyâsız, mânevî bir ibadete mazhar olur.

Evet, hastalıkla geçen bir ömür, Allah’tan şekvâ etmemek şartıyla, mü’min için ibadet sayıldığına rivâyât-ı sahiha vardır. 1 Hattâ bazı sâbir ve şâkir hastaların bir dakikalık hastalığı, bir saat ibadet hükmüne geçtiği ve bazı kâmillerin bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçtiği, rivâyât-ı sahiha ve keşfiyat-ı sadıka ile sabittir. Senin bir dakika ömrünü bin dakika hükmüne getirip, sana uzun ömrü kazandıran hastalıktan teşekkî değil, teşekkür et.

ÜÇÜNCÜ DEVÂ

Ey tahammülsüz hasta! İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, mütemadiyen gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve mütemadiyen zeval ve firakta yuvarlanması şahittir. Hem insan, zîhayatın en mükemmeli, en yükseği ve cihazatça en zengini, belki zîhayatların sultanı hükmünde iken, geçmiş lezzetleri ve gelecek belâları düşünmek vasıtasıyla, hayvana nisbeten en ednâ bir derecede, ancak kederli, meşakkatli bir hayat geçiriyor. Demek insan bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safâ ile ömür



[NOT]Dipnot-1 el-Elbânî, Sahîhu Câmii’s-Sağîr, 256.
[/NOT]





Hâlık-ı Rahîm
: sınırsız rahmet sahibi ve bütün varlıkların yaratıcısı olan Allah




acz
: güçsüzlük
belâ: büyük sıkıntıbiçare: çaresiz, zavallı
cihazat: cihazlar, donanımlar darbımesel: atasözü
derman: ilâçdevâ: ilâç, çare
ednâ: en aşağıfirak: ayrılık
gaflet: sorumsuzluk, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranmahâlis: samimi
iltica etmek: sığınmakkeder: sıkıntı, üzüntü
keşfiyat-ı sadıka: doğru keşifler; manevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri görmekâmil: mânevî mertebelerde yükselip olgunlaşan
malûm: bilinenmazhar olmak: erişmek, sahip olmak
menfi: olumsuz, negatifmeyvedar: verimli, meyve veren
meşakkat: güçlük, zorlukmusibet: belâ, büyük sıkıntı
musibetzede: belâya, sıkıntıya düşmüş olan kimsemüsbet: olumlu, pozitif
mütemadiyen: sürekli olarakmü’min: Allah’a ve Ondan gelen herşeye inanan
nevi: çeşitnisbeten: kıyasla
niyaz: dua, yalvarmarivâyât-ı sahiha: Peygamber Efendimize (a.s.m.) ait olduğu kesin olarak bilinen rivayet, hadis
riyâ: gösteriş, başkalarına iyi görünmesafâ: rahat ve huzur
sermaye: servet, varlıksâbir: sabreden
tahammülsüz: dayanıksızteşekkî etmek: şikayet etmek
vasıtasıyla: aracılığıylazaaf: zayıflık
zayi olmak: kaybolup gitmekzeval: gelip geçici olma
zîhayat: canlışekvâ etmek: şikâyet etmek
şâkir: şükreden

<TBODY>
</TBODY>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Beşinci Lem'a - Sayfa 332

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>geçirmek için gelmemiştir. Belki azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedî, daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür.

Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve âfiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, âhireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor. Sermaye-i ömrünü bâd-ı heva boş yere sarf ettiriyor. Hastalık ise, birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki: “Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni Yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.”

İşte hastalık bu nokta-i nazardan hiç aldatmaz bir nâsih ve ikaz edici bir mürşiddir. Ondan şekvâ değil, belki bu cihette ona teşekkür etmek, eğer fazla ağır gelse sabır istemek gerektir.

DÖRDÜNCÜ DEVA

Ey şekvâcı hasta! Senin hakkın şekvâ değil, şükürdür, sabırdır. Çünkü senin vücudun ve âzâ ve cihazatın, senin mülkün değildir. Sen onları yapmamışsın, başka tezgâhlardan satın almamışsın. Demek başkasının mülküdür. Onların mâliki, mülkünde istediği gibi tasarruf eder.

Yirmi Altıncı Sözde denildiği gibi, meselâ gayet zengin, gayet mâhir bir san’atkâr, güzel san’atını, kıymettar servetini göstermek için, miskin bir adama modellik vazifesini gördürmek maksadıyla, bir ücrete mukabil, bir saatçik zamanda, murassâ ve gayet san’atlı diktiği bir gömleği, bir hulleyi o fakire giydirir. Onun üstünde işler ve vaziyetler verir. Harika envâ-ı san’atını göstermek için keser, değiştirir, uzaltır, kısaltır. Acaba şu ücretli miskin adam, o zâta dese: “Bana zahmet veriyorsun, eğilip kalkmakla verdiğin vaziyetten bana sıkıntı veriyorsun. Beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun” demeye hak kazanabilir mi? “Merhametsizlik, insafsızlık ettin” diyebilir mi?

İşte, aynen bu misal gibi, Sâni-i Zülcelâl sana, ey hasta, göz, kulak, akıl, kalb gibi nuranî duygularla murassâ olarak giydirdiği cisim gömleğini, Esmâ-i Hüsnâsının nakışlarını göstermek için, çok hâlât içinde seni çevirir ve çok vaziyetlerde





Sâni-i Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi olan ve her şeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allahazîm: büyük
bâd-i hevâ: boşu boşunacihazat: cihazlar, organlar
cihet: yöncisim: beden
daimî: devamlı, süreklidevâ: ilâç, çare
ebedî: sonsuzenvâ-i san’at: san’at türleri
esmâ-i hüsnâ: Allah’ın sınırsız güzellikteki isimlerigaflet: sorumsuzluk, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma
hulle: elbisehâlât: durumlar, hâller
ikaz edici: uyarıcıinsafsızlık: vicdansızlık
kıymettar: değerlilâyemut: ölümsüz
maksat: amaç, gayemerhamet: acıma, şefkat
miskin: fakir, zavallımukabil: karşılık
murassâ: kıymetli taşlarla süslenmişmâhir: hünerli, sanatkâr
mâlik: sahipmülk: sahip olunan şey
mürşid: irşad edici, doğru yol gösterennakış: işleme, süsleme
nokta-i nazar: bakış açısınuranî: nurlu, parlak
nâsih: nasihat edensaadet: mutluluk
san’atkâr: sanatçı, ustasarf etmek: harcamak
sermaye: servet, varlıksermaye-i ömür: ömür sermayesi
servet: zenginliksıhhat: sağlık
tasarruf etmek: dilediği gibi kullanmak ve yönetmektezgâh: satış yapılan yer
vaziyet: durum, hâlâfiyet: sağlık
âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayatâzâ: uzuvlar, organlar
şekvâ: şikâyetşükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Beşinci Lem'a - Sayfa 333

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>geçirmek için gelmemiştir. Belki azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedî, daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür.

Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve âfiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, âhireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor. Sermaye-i ömrünü bâd-ı heva boş yere sarf ettiriyor. Hastalık ise, birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki: “Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni Yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.”İşte hastalık bu nokta-i nazardan hiç aldatmaz bir nâsih ve ikaz edici bir mürşiddir. Ondan şekvâ değil, belki bu cihette ona teşekkür etmek, eğer fazla ağır gelse sabır istemek gerektir.

DÖRDÜNCÜ DEVA

Ey şekvâcı hasta! Senin hakkın şekvâ değil, şükürdür, sabırdır. Çünkü senin vücudun ve âzâ ve cihazatın, senin mülkün değildir. Sen onları yapmamışsın, başka tezgâhlardan satın almamışsın. Demek başkasının mülküdür. Onların mâliki, mülkünde istediği gibi tasarruf eder.

Yirmi Altıncı Sözde denildiği gibi, meselâ gayet zengin, gayet mâhir bir san’atkâr, güzel san’atını, kıymettar servetini göstermek için, miskin bir adama modellik vazifesini gördürmek maksadıyla, bir ücrete mukabil, bir saatçik zamanda, murassâ ve gayet san’atlı diktiği bir gömleği, bir hulleyi o fakire giydirir. Onun üstünde işler ve vaziyetler verir. Harika envâ-ı san’atını göstermek için keser, değiştirir, uzaltır, kısaltır. Acaba şu ücretli miskin adam, o zâta dese: “Bana zahmet veriyorsun, eğilip kalkmakla verdiğin vaziyetten bana sıkıntı veriyorsun. Beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun” demeye hak kazanabilir mi? “Merhametsizlik, insafsızlık ettin” diyebilir mi?

İşte, aynen bu misal gibi, Sâni-i Zülcelâl sana, ey hasta, göz, kulak, akıl, kalb gibi nuranî duygularla murassâ olarak giydirdiği cisim gömleğini, Esmâ-i Hüsnâsının nakışlarını göstermek için, çok hâlât içinde seni çevirir ve çok vaziyetlerde





Sâni-i Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi olan ve her şeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allahazîm: büyük
bâd-i hevâ: boşu boşunacihazat: cihazlar, organlar
cihet: yöncisim: beden
daimî: devamlı, süreklidevâ: ilâç, çare
ebedî: sonsuzenvâ-i san’at: san’at türleri
esmâ-i hüsnâ: Allah’ın sınırsız güzellikteki isimlerigaflet: sorumsuzluk, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma
hulle: elbisehâlât: durumlar, hâller
ikaz edici: uyarıcıinsafsızlık: vicdansızlık
kıymettar: değerlilâyemut: ölümsüz
maksat: amaç, gayemerhamet: acıma, şefkat
miskin: fakir, zavallımukabil: karşılık
murassâ: kıymetli taşlarla süslenmişmâhir: hünerli, sanatkâr
mâlik: sahipmülk: sahip olunan şey
mürşid: irşad edici, doğru yol gösterennakış: işleme, süsleme
nokta-i nazar: bakış açısınuranî: nurlu, parlak
nâsih: nasihat edensaadet: mutluluk
san’atkâr: sanatçı, ustasarf etmek: harcamak
sermaye: servet, varlıksermaye-i ömür: ömür sermayesi
servet: zenginliksıhhat: sağlık
tasarruf etmek: dilediği gibi kullanmak ve yönetmektezgâh: satış yapılan yer
vaziyet: durum, hâlâfiyet: sağlık
âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayatâzâ: uzuvlar, organlar
şekvâ: şikâyetşükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Beşinci Lem'a - Sayfa 334

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>seni değiştirir. Sen açlıkla onun Rezzâk ismini tanıdığın gibi, Şâfî ismini de hastalığınla bil. Elemler, musibetler bir kısım esmâsının ahkâmını gösterdikleri için, onlarda hikmetten lem’alar ve rahmetten şuâlar ve o şuâât içinde çok güzellikler bulunuyor. Eğer perde açılsa, tevahhuş ve nefret ettiğin hastalık perdesi arkasında sevimli, güzel mânâları bulursun.

BEŞİNCİ DEVÂ

Ey maraza müptelâ hasta! Bu zamanda tecrübemle kanaatim gelmiştir ki, hastalık bazılara bir ihsan-ı İlâhîdir, bir hediye-i Rahmânîdir. Bu sekiz dokuz senedir, liyakatsiz olduğum halde, bazı genç zatlar hastalık münasebetiyle dua için benimle görüştüler. Dikkat ettim ki: Hangi hastalıklı genci gördüm; sair gençlere nisbeten âhiretini düşünmeye başlıyor. Gençlik sarhoşluğu yok. Gaflet içindeki hayvânî hevesattan bir derece kendini kurtarıyor. Ben de bakıyordum, onların tahammül dahilindeki hastalıklarını bir ihsan-ı İlâhî olduğunu ihtar ederdim. Derdim ki:

“Kardeşim, senin bu hastalığının aleyhinde değilim. Hastalık için sana karşı bir şefkat hissedip acımıyorum ki, dua edeyim. Hastalık seni tam uyandırıncaya kadar sabra çalış. Ve hastalık vazifesini bitirdikten sonra, Hâlık-ı Rahîm inşaallah sana şifa verir.”

Hem derdim: “Senin bir kısım emsalin sıhhat belâsıyla gaflete düşüp, namazı terk edip, kabri düşünmeyip, Allah’ı unutup, bir saatlik hayat-ı dünyeviyenin zâhirî keyfiyle hadsiz bir hayat-ı ebediyesini sarsar, zedeler, belki de harap eder. Sen hastalık gözüyle, herhalde gideceğin bir menzilin olan kabrini ve daha arkasında uhrevî menzilleri görürsün ve onlara göre davranıyorsun. Demek senin için hastalık bir sıhhattir; bir kısım emsalindeki sıhhat bir hastalıktır.”

ALTINCI DEVÂ

Ey elemden teşekkî eden hasta! Senden soruyorum: Geçmiş ömrünü düşün ve o ömürde geçmiş lezzetli safâ günleri ve belâ ve elemli vakitlerini tahattur et.





Hâlık-ı Rahîm: sınırsız rahmet sahibi ve bütün varlıkların yaratıcısı olan AllahRezzâk: bütün varlıkların rızıklarını bol bir şekilde tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah
ahkâm: hükümler, esaslaraleyhinde: karşısında
belâ: büyük sıkıntıdahilinde: içerisinde
devâ: ilâç, çareelem: acı, keder
elemli: acı veren, üzücüemsal: benzer
esmâ: Allah’ın isimlerigaflet: sorumsuzluk, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma
hadsiz: sınırsızharap etmek: yıkmak
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatıhayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatı
hayvânî: hayvansalhediye-i Rahmânî: Acıma ve merhamet sahibi Allah’ın hediyesi
hevesat: heves ve arzularhikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma
ihsan-ı İlâhî: Allah’ın ihsanı, ikramı, bağışıihtar etmek: uyarmak, hatırlatmak
inşaallah: Allah izin verirselem’a: parıltı
liyakat: layık olmamaraz: hastalık
menzil: ev, mekânmusibet: belâ, büyük sıkıntı
münasebetiyle: vesilesiyle, sebebiylemüptelâ: bağımlı, düşkün
nisbeten: kıyaslarahmet: İlâhî şefkat, merhamet
safâ: rahat, huzursair: diğer, başka
sıhhat: sağlık, sağlamlıktahammül: dayanma, katlanma
tahattur etmek: hatırlamaktecrübe: deneyim
tevahhuş etmek: korkmak, ürkmekteşekkî eden: şikâyet eden
uhrevî: ahirete aitzâhirî: dış görünüşte
âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayatŞâfî: yarattıklarına şifa verip iyileştiren Allah
şefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgişifa vermek: iyileştirmek
şuâ: ışık, parıltışuâât: şuâlar, ışıklar, parıltılar

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Beşinci Lem'a - Sayfa 335

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Herhalde ya oh, ya ah diyeceksin. Yani, ya “Elhamdü lillâh, şükür,” veyahut “Vâ hasretâ, vâ esefâ!” kalbin veya lisanın diyecek.Dikkat et, sana “Oh, elhamdü lillâh, şükür” dediren, senin başından geçmiş elemler, musibetlerin düşünmesi, bir mânevî lezzeti deşiyor ki, senin kalbin şükreder. Çünkü elemin zevâli lezzettir. O elemler, o musibetler, zevâliyle ruhta bir lezzet irsiyet bırakmış ki, düşünmekle deşilse, ruhtan bir lezzet akıyor, şükürler takattur ediyor.

Sana “Vâ esefâ, vâ hasretâ!” dedirten, eski zamanda geçirdiğin lezzetli ve safâlı o hallerdir ki, zevalleriyle senin ruhunda dâimî bir elem-i irsiyet bırakıp, ne vakit düşünsen o elem yine deşiliyor, esef ve hasret akıtıyor.

Madem bir günlük gayr-ı meşru lezzet bazan bir sene mânevî elem çektiriyor. Ve muvakkat bir günlük hastalıkla gelen elem, çok günler mânevî lezzet, sevapla beraber, zevâlindeki halâs ve kurtulmaktan gelen mânevî lezzet vardır. Senin başındaki şimdilik bu muvakkat hastalığın neticesi ve içyüzündeki sevabı düşün. “Bu da geçer, yâ Hû” de, şekvâ yerinde şükret.

ALTINCI DEVÂ HAŞİYE-1

Ey dünya zevkini düşünüp hastalıktan ıztırap çeken kardeşim! Bu dünya eğer daimî olsaydı ve yolumuzda ölüm olmasaydı ve firak ve zevâlin rüzgârları esmeseydi ve musibetli, fırtınalı istikbalde mânevî kış mevsimleri olmasaydı, ben de seninle beraber senin haline acıyacaktım. Fakat madem dünya birgün bize “Haydi, dışarı” diyecek, feryadımızdan kulağını kapayacak. O bizi dışarı kovmadan, biz bu hastalıklar ikazatıyla şimdiden onun aşkından vazgeçmeliyiz. O bizi terk etmeden, kalben onu terke çalışmalıyız.

Evet, hastalık bu mânâyı bize ihtar edip der ki: “Senin vücudun taştan, demirden değildir. Belki daima ayrılmaya müsait muhtelif maddelerden terkip edilmiştir. Gururu bırak, aczini anla. Mâlikini tanı, vazifeni bil, dünyaya niçin geldiğini öğren.” Kalbin kulağına gizli ihtar ediyor.


[NOT]Haşiye-1 Fıtrî bir surette bu Lem’a tahattur ettiğinden, altıncı mertebede iki devâ yazılmış. Fıtrîliğine ilişmemek için öylece bıraktık; belki bir sır vardır diye değiştirmedik.[/NOT]



Elhamdü lillah
: Allah’a hamd olsun



Mâlik
: her şeyin gerçek sahibi olan Allah
acz: güçsüzlükdaimî: devamlı, sürekli
devâ: ilâç, çareelem: keder, üzüntü
esef: üzüntü, acıferyat: bağırıp çağırma
firak: ayrılıkfıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
gayr-ı meşru: helâl olmayan, dine aykırıhalâs: kurtulma, kurtuluşa erme
hasret: üzüntü, iç çekmehaşiye: dipnot
ihtar etmek: hatırlatmak, uyarmakikazat: uyarılar
irsiyet: mirasistikbal: gelecek
lem’a: parıltılisan: dil
mertebe: derece, makammuhtelif: çeşitli
musibet: belâ, büyük sıkıntımusibetli: sıkıntılı
muvakkat: geçicimânâ: anlam
müsait: uygunnetice: son, sonuç
safâ: rahat ve huzursuret: biçim, şekil
tahattur etmek: hatırlamaktakattur etmek: damlalar hâlinde süzülmek
terkip edilmek: oluşturulmak, meydana getirilmekvâ hasretâ vâ esefâ: “Yazıklar olsun, esefler olsun”
vücut: bedenyâ Hû: ey Allah’ım
zevâl: gelip geçicilik, yok olmuşıztırap: acı
şekvâ: şikayet, yakınmaşükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme

<TBODY>
</TBODY>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Beşinci Lem'a - Sayfa 336

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Günahlar, hayat-ı ebediyede daimî hastalıklardır; bu hayat-ı dünyeviyede dahi kalb, vicdan, ruh için mânevî hastalıklardır. Sen eğer sabredip şekvâ etmezsen, şu muvakkat bir hastalıkla daimî pek çok hastalıklardan kurtuluyorsun. Eğer günahları düşünmüyorsan, yahut âhireti bilmiyorsan veya Allah’ı tanımıyorsan, sende öyle dehşetli bir hastalık var ki, milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür; ondan feryad et. Çünkü, bütün dünyanın mevcudatıyla kalbin, ruhun ve nefsin alâkadardır. Mütemadiyen firak ve zeval ile o alâkalar kesilip, sende hadsiz yaralar açılır. Bahusus âhireti bilmediğin için, ölümü idam-ı ebedî tahayyül ettiğinden, adeta, güya yara bere içinde, dünya kadar hastalıklı bir vücudun var. İşte en evvel, hadsiz yaralı ve hastalıklı bu büyük mânevî vücudun hadsiz hastalıklarına kat’î ilâç ve kat’î şifa verici bir tiryak olan iman ilâcını aramak ve itikadını düzeltmek gerektir ki, o ilâcı bulmakta en kısa yol, bu maddî hastalığın yırttığı gaflet perdesinin altında sana gösterdiği aczin ve zaafın penceresiyle, bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini ve rahmetini tanımaktır.

Evet, Allah’ı tanımayanın, dünya dolusu belâ başında vardır. Allah’ı tanıyanın dünyası nurla ve mânevî sürurla doludur; derecesine göre, iman kuvvetiyle hisseder. Bu imandan gelen mânevî sürur ve şifa ve lezzet altında, cüz’î maddî hastalıkların elemi erir, ezilir.

DOKUZUNCU DEVÂ


Ey Hâlıkını tanıyan hasta! Hastalıklardaki elem ve tevahhuş ve korkmak ise, hastalık bazan ölüme vesile olduğu cihetindendir. Ölüm, nazar-ı gaflet ve zâhirî cihetinde dehşetli olduğundan, ona vesile olabilen hastalıklar korkutuyor, telâş veriyor.Evvelâ bil ve kat’î iman et ki, ecel mukadderdir, tagayyür etmez. Çok ağır hastaların başında ağlayanlar ve sıhhatleri yerinde olanlar ölmüşler, o ağır hastalar şifa bulup yaşamışlar.

Saniyen: Ölüm, sureten göründüğü gibi dehşetli değil. Çok risalelerde gayet





Hâlık: her şeyi yaratan AllahKadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah
acz: güçsüzlükalâkadar: alakalı, ilgili
bahusus: özelliklebelâ: büyük sıkıntı
cihet: yön, tarafcüz’î: ferdî, küçük
daimî: devamlı, süreklidehşetli: korkunç, ürkütücü
devâ: ilâç, çareecel: ölüm vakti
elem: acı, sıkıntı, keder, üzüntüevvel: önce
evvelâ: ilk olarakfirak: ayrılık
gaflet: sorumsuzluk, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranmahadsiz: sayısız
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatıhayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatı
idam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluşitikad: inanç
kat’î: kesin olarakkudret: güç, iktidar
mevcudat: varlıklarmukadder: takdir olunmuş, belirlenmiş
muvakkat: gelip geçicimütemadiyen: sürekli olarak
nazar-ı gaflet: gaflet bakışı, bir şeyin manasını anlamadan bakmaknefis: maddî isteklere ve ihtiyaçlara olan doğal eğilim
rahmet: İlâhî şefkat, merhametrisale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi
saniyen: ikinci olaraksureten: görünüşte
sürur: mutluluk, sevinçsıhhat: sağlık, sağlamlık
tagayyür etmek: değişmektahayyül etmek: hayal etmek
tevahhuş: korkma, ürküntütiryak: derman, ilâç
vesile olmak: aracı olmakvücut: beden
zaaf: zayıflıkzeval: gelip geçici olma
zâhirî: dış görünüşâhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat
şekvâ: şikâyetşifa: iyileşme

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Beşinci Lem'a - Sayfa 337

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>kat’î, şeksiz, şüphesiz bir surette, Kur’ân-ı Hakîmin verdiği nurla ispat etmişiz ki, ehl-i iman için ölüm, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten bir paydostur. Hem öteki âleme gitmiş yüzde doksan dokuz ahbap ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir. Hem hakikî vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır. Hem zindan-ı dünyadan, bostan-ı cinâna bir davettir. Hem Hâlık-ı Rahîminin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Madem ölümün mahiyeti hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil, bilâkis rahmet ve saadetin bir mukaddemesi nazarıyla bakmak gerektir.

Hem ehlullahın bir kısmının ölümden korkmaları, ölümün dehşetinden değildir. Belki daha fazla hayır kazanacağım diye, vazife-i hayatın idamesinden kazanacakları hayrat içindir.

Evet, ehl-i iman için ölüm rahmet kapısıdır, ehl-i dalâlet için zulümat-ı ebediye kuyusudur.

ONUNCU DEVÂ

Ey lüzumsuz merak eden hasta! Sen hastalığın ağırlığından merak ediyorsun. O merakın senin hastalığını ağırlaştırır. Hastalığın hafifleşmesini istersen, merak etmemeye çalış. Yani, hastalığın faydalarını, sevabını ve çabuk geçeceğini düşün, merakı kaldır, hastalığın kökünü kes.

Evet, merak hastalığı ikileştirir. Maddî hastalığın altında, merak ile mânevî bir hastalığı kalbine verir; maddî hastalık ona dayanır, devam eder. Eğer teslimiyetle, rıza ile, hastalığın hikmetini düşünmekle o merak gitse, o maddî hastalığın mühim bir kökü kesilir, hafifleşir, kısmen gider. Hususan evhamla bir dirhem maddî hastalık, bazan merak vasıtasıyla on dirhem kadar büyür. Merak kesilmesiyle, o hastalığın onda dokuzu gider.Merak, hastalığı ziyade ettiği gibi, hikmet-i İlâhiyeyi ittiham ve rahmet-i İlâhiyeyi




Hâlık-ı Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan ve herşeyi yaratan Allah
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
ahbap: dostlar, sevgililer
ahz-ı ücret: ücret alma
bilâkis: tersine, aksine
bostan-ı cinân: Cennet bahçeleri
dehşet: korku, ürkme
dehşetli: korkunç, ürkütücü
devâ: ilâç, çare
dirhem: eskiden kullanılan ve yaklaşık 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi
ebedî: sonsuz
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
ehl-i iman: Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’minler
ehlullah: Allah dostları
evham: vehimler, kuruntular
fazl: cömertlik, yardım
hakikat: asıl, esas, gerçek
hakikî: asıl, gerçek
hayrat: hayırlar
hayır: iyilik, faydalı ve sevaplı amel
hikmet: sebep, fayda, gaye
hikmet-i İlâhiye: Allah’ın bütün âlemde gözettiği fayda ve gaye
hususan: bilhassa, özellikle
idame: devam ettirme
ittiham etmek: suçlamak
kat’î: kesin olarak
külfet: yük
maddî hastalık: bedende meydana gelen hastalık
mahiyet: nitelik, özellik
makam-ı saadet: mutluluk yeri
mukabil: karşılık
mukaddeme: başlangıç
mânevî hastalık: ruhsal hastalık; ruhta meydana gelen hastalık
mühim: önemli
nazar: bakış
rahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rıza: memnuniyet, hoşnutluk
saadet: mutluluk
suret: biçim, şekil
talim: eğitim
talimat: eğitimler
terhis: göreve son verme, serbest bırakma
teslimiyet: bağlılık, kendini Allah’ın iradesine bırakma
ubudiyet: kulluk
vasıta: araç
vazife-i hayat: hayat vazifesi, görevi
vesile: araç, vasıta
zindan-ı dünya: dünya zindanı
ziyade etmek: artırmak, çoğaltmak
zulümat-ı ebediye: sonsuz karanlıklar
şeksiz: şüphesiz

<TBODY>
</TBODY>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Beşinci Lem'a - Sayfa 338

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>tenkit ve Hâlık-ı Rahîminden şekvâ hükmünde olduğu için, aksi maksadıyla tokat yer, hastalığını ziyadeleştirir. Evet, nasıl ki şükür nimeti ziyadeleştirir; öyle de, şekvâ, hastalığı, musibeti tezyid eder.

Hem merakın kendisi de bir hastalıktır. Onun ilâcı, hastalığın hikmetini bilmektir. Madem hikmetini, faydasını bildin; o merhemi meraka sür, kurtul. Ah yerine oh de; “Vâ esefâ” yerine “Elhamdü lillâhi alâ külli hal” söyle.

ON BİRİNCİ DEVÂ

Ey sabırsız hasta kardeş! Hastalık, hazır bir elemi sana vermekle beraber, evvelki hastalığından bugüne kadar, o hastalığın zevâlindeki bir lezzet-i mâneviye ve sevabındaki bir lezzet-i ruhiye veriyor. Bugünden, belki bu saatten sonraki zamanda hastalık yok; elbette yoktan elem yok. Elem olmazsa teessür olamaz. Sen yanlış bir surette tevehhüm ettiğin için sabırsızlık geliyor. Çünkü, bugünden evvel bütün hastalık zamanının maddîsi gitmekle elemi de beraber gitmiş, kendindeki sevabı ve zevâlindeki lezzet kalmış. Sana kâr ve sürur vermek lâzım gelirken, onları düşünüp müteellim olmak ve sabırsızlık etmek divaneliktir. Gelecek günler daha gelmemişler. Onları şimdiden düşünüp, yok bir günde, yok olan bir hastalıktan, yok olan bir elemden tevehhüm ile düşünüp müteellim olmak, sabırsızlık göstermekle, üç mertebe yok yoğa vücut rengi vermek divanelik değil de nedir?

Madem bu saatten evvelki hastalık zamanları ise sürur veriyor. Ve madem, yine bu saatten sonraki zaman mâdum, hastalık mâdum, elem mâdumdur. Sen, Cenâb-ı Hakkın sana verdiği bütün sabır kuvvetini böyle sağa sola dağıtma, bu saatteki eleme karşı tahşid et, “Yâ Sabûr” de, dayan.

ON İKİNCİ DEVÂ

Ey hastalık sebebiyle ibadet ve evrâdından mahrum kalan ve o mahrumiyetten teessüf eden hasta! Bil ki, hadisçe sabittir ki, “Müttakî bir mü’min, hastalık sebebiyle






Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi AllahHâlık-ı Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan ve herşeyi yaratan Allah
Sabûr: kullarına sabır gücü ihsan eden Allahaks-i maksad: maksadın aksi
devâ: ilâç, çaredivanelik: akılsızlık
elem: keder, üzüntüelhamdü lillâhi alâ külli hal: her türlü hâl için Allah’a hamd olsun!
evrâd: zikirlerevvel: önce
evvelki: öncekihadis: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hikmet: sebep, fayda, gayelezzet-i mâneviye: mânevî lezzet
lezzet-i ruhiye: ruhun lezzet almasımahrumiyet: yoksun kalma
mertebe: derece, makammusibet: belâ, büyük sıkıntı
mâdum: yokmüteellim: acı çeken, üzülen
müttakî: Allah’tan korkup emir ve yasaklarını titizlikle uyanmü’min: Allah’a ve Ondan gelen herşeye inanan
nimet: iyilik, lütuf, ihsanrahmet-i İlâhiye: Allah’ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmeti
suret: biçim, şekilsürur: mutluluk, sevinç
tahşid etmek: öneminden dolayı bir şeyin üzerinde fazla durmakteessüf eden: üzülen
teessür: üzüntütenkit etmek: eleştirmek
tevehhüm etmek: sanmak, zannetmek, kuruntutezyid etmek: artırmak
vâ esefâ!: esefler olsun!vücut rengi vermek: olmayan bir şeyi var kabul etmek
zevâl: gelip geçicilik, yoklukziyadeleştirmek: artırmak, fazlalaştırmak
şekvâ: şikâyet, yakınmaşükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Beşinci Lem'a - Sayfa 339

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>yapamadığı daimî virdinin sevabını, hastalık zamanında yine kazanır.” 1 Farzı mümkün olduğu kadar yerine getiren bir hasta, sabır ve tevekkül ile ve farzlarını yerine getirmekle, o ağır hastalık zamanında sair sünnetlerin yerini, hem hâlis bir surette, hastalık tutar.

Hem hastalık, insandaki aczini, zaafını ihsas eder. O aczin lisanıyla ve zaafın diliyle, hâlen ve kàlen bir dua ettirir. Cenâb-ı Hak insana hadsiz bir acz ve nihayetsiz bir zaaf vermiş, tâ ki daimî bir surette dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip niyaz etsin, dua etsin.

قُلْ مَا يَعْبَؤُا بِكُمْ رَبِّى لَوْلاَ دُعَاۤؤُكُمْ 2 Yani, “Eğer duanız olmassa ne ehemmiyetiniz var?” Âyetin sırrıyla, insanın hikmet-i hilkati ve sebeb-i kıymeti olan samimî dua ve niyazın bir sebebi hastalık olduğundan, bu nokta-i nazardan şekvâ değil, Allah’a şükretmek ve hastalığın açtığı dua musluğunu, âfiyeti kesb etmekle kapamamak gerektir.

ON ÜÇÜNCÜ DEVÂ

Ey hastalıktan şekvâ eden biçare adam! Hastalık bazılara ehemmiyetli bir definedir, gayet kıymettar bir hediye-i İlâhiyedir. Her hasta, kendi hastalığını o neviden tasavvur edebilir.

Madem ecel vakti muayyen değil; Cenâb-ı Hak, insanı ye’s-i mutlak ve gaflet‑i mutlaktan kurtarmak için, havf ve recâ ortasında ve hem dünya ve hem âhireti muhafaza etmek noktasında tutmak için, hikmetiyle eceli gizlemiş. Madem her vakit ecel gelebilir; eğer insanı gaflet içinde yakalasa, ebedî hayatına çok zarar verebilir. Hastalık gafleti dağıtır, âhireti düşündürür, ölümü tahattur ettirir,



[NOT]Dipnot-1 Buharî, Cihad: 134; Müsned, 4:410, 418.
Dipnot-2 Furkan Sûresi, 25:77.[/NOT]




Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
acz: güçsüzlük
biçare: çaresiz, zavallı
daimî: devamlı, sürekli
define: hazine
dergâh-ı İlâhiye: Allah’ın yüce katı
devâ: ilâç, çare
dua: Allah’a yalvarma, yakarma
ebedî: sonsuz
ecel: ölüm vakti
ehemmiyet: değer, önem
farz: Allah’ın kesinlikle yapılmasını emrettiği şey
gaflet: sorumsuzluk, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma
gaflet-i mutlaka: bütünüyle umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma
hadsiz: sınırsız
havf ve recâ: korku ve ümit
hediye-i İlâhiye: Allah’ın hediyesi
hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma
hikmet-i hilkat: yaratılış hikmeti ve gayesi
hâlen: davranışla
hâlis: samimi, saf, temiz
ihsas etmek: hissettirmek
iltica etmek: sığınmak
kesb etmek: kazanmak
kàlen: sözle
kıymettar: değerli
lisan: dil
muayyen: belirlenmiş
muhafaza etmek: korumak, saklamak
nevi: tür
nihayetsiz: sınırsız
niyaz: dua, yalvarıp yakarma
nokta-i nazar: bakış açısı
sair: diğer, başka
sebeb-i kıymet: değerli oluş sebebi
suret: biçim, şekil
sünnet: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler
tahattur etmek: hatırlamak
tasavvur etmek: düşünme, hayal etme
tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme
vird: devamlı yapılan zikir
ye’s-i mutlak: tam bir ümitsizlik
zaaf: zayıflık
âfiyet: sağlık, selâmet
âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat
âyet: Kur’an’da yer alan her bir cümle
şekvâ: şikayet, yakınma
şekvâ eden: şikâyet eden
şükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme

<TBODY>
</TBODY>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Beşinci Lem'a - Sayfa 340

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>öylece hazırlanır. Bazı öyle bir kazancı olur ki, yirmi senede kazanamadığı bir mertebeyi yirmi günde kazanıyor.

Ezcümle, arkadaşlarımızdan—Allah rahmet etsin—iki genç vardı: Biri İlâmalı Sabri, diğeri İslâmköylü Vezirzâde Mustafa. Bu iki zât, talebelerim içinde kalemsiz oldukları halde, samimiyette ve iman hizmetinde en ileri safta olduklarını hayretle görüyordum. Hikmetini bilmedim. Vefatlarından sonra anladım ki, her ikisinde de ehemmiyetli bir hastalık vardı. O hastalık irşadıyla, sair gafil ve ferâizi terk eden gençlere bedel, en mühim bir takvâ ve en kıymettar bir hizmette ve âhirete nâfi bir vaziyette bulundular. İnşaallah, iki senelik hastalık zahmeti, milyonlar sene hayat-ı ebediyenin saadetine medar oldu. Ben onların sıhhati için bazı ettiğim duayı, şimdi anlıyorum, dünya itibarıyla beddua olmuş. İnşaallah, o duam, sıhhat-i uhreviye için kabul olunmuştur.

İşte bu iki zât, benim itikadımca, on senelik bir takvâ ile elde edilecek bir kazanç kadar bir kâr buldular. Eğer ikisi, bir kısım gençler gibi sıhhat ve gençliğine güvenip gaflet ve sefahete atılsaydılar, ölüm de onları tarassut edip tam günahlarının pislikleri içinde yakalasaydı, o nurlar definesi yerine, kabirlerini akrepler ve yılanlar yuvası yapacaklardı.

Madem hastalıkların böyle menfaati var. Ondan şekvâ değil, tevekkül, sabır ile, belki şükredip rahmet-i İlâhiyeye itimad etmektir.

ON DÖRDÜNCÜ DEVÂ

Ey gözüne perde gelen hasta! Eğer ehl-i imanın gözüne gelen perdenin altında nasıl bir nur ve mânevî bir göz olduğunu bilsen, “Yüz bin şükür Rabb-i Rahîmime” dersin. Bu merhemi izah için bir hadise söyleyeceğim. Şöyle ki:

Bana sekiz sene kemâl-i sadakatle, hiç gücendirmeden hizmet eden Barlalı Süleyman’ın halasının bir vakit gözü kapandı. O saliha kadın, bana karşı haddimden yüz derece fazla hüsn-ü zan ederek, “Gözümün açılması için dua et” diyerek,






Barlalı Süleyman: (bk. bilgiler – Sıddık Süleyman)Rabb-i Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi ve herşeyi terbiye ve idare eden Allah
beddua: kötü duabedel: karşılık
define: hazinedevâ: ilâç, çare
ehemmiyetli: önemliehl-i iman: Allah’a ve Ondan gelen herşeye inananlar, mü’minler
ezcümle: örneğinferâiz: farzlar, Allah’ın kesin emirleri
gafil: Allah’ı düşünmeyen ve sorumluluklarından habersizgaflet: sorumsuzluk, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma
hadise: olayhayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatı
hikmet: sebep, gayehüsn-ü zan: güzel zanda bulunma
inşaallah: Allah izin verirseirşad: doğru yolu gösterme, uyarma
itibarıyla: açısındanitikat: inanç
itimad etmek: güvenmek, dayanmakizah: açıklama
kalemsiz: okur yazar olmayankemâl-i sadakat: tam bir bağlılık
kıymettar: değerlimedar olmak: sebep olmak, vesile olmak
menfaat: fayda, yararmertebe: derece, makam
mühim: önemlinâfi: faydalı
rahmet-i İlâhiye: Allah’ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmetisaadet: mutluluk
sair: diğer, başkasaliha: dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah’ın sevgili kulu mü’mine kadın
sefahet: yasak zevk ve eğlenceye düşkünlüksıhhat: sağlık
sıhhat-i uhreviye: ahiret hayatında sağlıklı olmatakvâ: Allah’ın emirlerini tutup, günahlardan sakınmak
talebe: öğrencitarassut etmek: gözetlemek
tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenmevaziyet: durum, hâl
zât: kişiâhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat
İlâmalı Sabri: (bk. bilgiler)şekvâ: şikayet, yakınma
şükür: nimeti veren Allah’a karşı minnet duymak, teşekkür etmek

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Beşinci Lem'a - Sayfa 341

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>cami kapısında beni yakaladı. Ben de, o mübarek ve meczûbe kadının salâhatini duama şefaatçi yapıp, “Yâ Rabbi, onun salâhati hürmetine onun gözünü aç” diye yalvardım. İkinci gün Burdurlu bir göz hekimi geldi, gözünü açtı. Kırk gün sonra yine gözü kapandı. Ben çok müteessir oldum, çok dua ettim. İnşaallah o dua âhireti için kabul olmuştur. Yoksa benim o duam, onun hakkında gayet yanlış bir beddua olurdu. Çünkü eceli kırk gün kalmıştı. Kırk gün sonra—Allah rahmet etsin—vefat eyledi.

İşte o merhume, kırk gün Barla’nın hazînâne bağlarına rikkatli ihtiyarlık gözüyle bakmasına bedel, kabrinde, Cennet bağlarını kırk bin günlerde seyredeceğini kazandı. Çünkü imanı kuvvetli, salâhati şiddetli idi.

Evet, bir mü’min, gözüne perde çekilse ve gözü kapalı kabre girse, derecesine göre, ehl-i kuburdan çok ziyade o âlem-i nuru temâşâ edebilir. Bu dünyada nasıl çok şeyleri biz görüyoruz, kör olan mü’minler görmüyorlar. Kabirde o körler, imanla gitmişse, o derece ehl-i kuburdan ziyade görür. En uzak gösteren dürbünlerle bakar nev’inde, kabrinde, derecesine göre, Cennet bağlarını sinema gibi görüp temâşâ ederler.

İşte böyle gayet nurlu ve toprak altında iken göklerin üstündeki Cenneti görecek ve seyredecek bir gözü, bu gözündeki perde altında, şükürle, sabırla bulabilirsin. İşte o perdeyi senin gözünden kaldıracak, o gözle seni baktıracak göz hekimi, Kur’ân-ı Hakîmdir.

ON BEŞİNCİ DEVÂ

Ey âh ü enîn eden hasta! Hastalığın suretine bakıp ah eyleme; mânâsına bak, oh de. Eğer hastalığın mânâsı güzel birşey olmasaydı, Hâlık-ı Rahîm en sevdiği ibâdına hastalıkları vermezdi. Halbuki, hadis-i sahihte vardır ki,
اَشَدُّ النَّاسِ بَلاَءً اَ ْلاَنْبِيَاۤءُ ثُمَّ اْلاَوْلِيَاۤءُ، ثُمَّ اْلاَمْثَلُ فَاْلاَمْثَلُ 1

(ev kemâ kàl). Yani, “En ziyade musibet ve meşakkate giriftar olanlar, insanların


[NOT]Dipnot-1 el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 1:519, no: 1056; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:343; Buharî, Merdâ: 3; Tirmizî, Zühd: 57; İbni Mâce, Fiten: 23; Dârimî, Rikâk: 67; Müsned, 1:172, 174, 180, 185, 6:369.[/NOT]





Barla
: (bk. bilgiler)




Burdur
: (bk. bilgiler)
Hâlık-ı Rahîm: sınırsız rahmet sahibi ve bütün varlıkların yaratıcısı olan AllahKur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’an
Yâ Rabbi: Ey Rabbim!beddua: kötü dua
bedel: karşılıkdevâ: ilâç, çare
ecel: ölüm vaktiehl-i kubur: kabirdekiler
ev kemâ kàl: veya buna benzer şekilde buyurmuşlardırgiriftar olan: tutulan
hadis-i sahih: sahih hadis; Peygamber Efendimize (a.s.m.) ait olduğu kesin bilinen ve doğru sened ve güçlü râvîlerle rivâyet edilen hadishazînâne: hüzünlü bir şekilde
hekim: doktoribâd: kullar
inşaallah: Allah izin verirsemeczûbe: cezbeye tutulmuş, İlâhî aşkla aklî dengesi değişmiş kadın, mecnun
merhume: vefat etmiş kadınmeşakkat: güçlük, zorluk
musibet: belâ, büyük sıkıntımübarek: hayırlı
müteessir olmak: üzülmekmü’min: Allah’a ve Ondan gelen herşeye inanan
nev’: tür, çeşitrahmet: İlâhî şefkat ve merhamet
rikkatli: acıma hissi uyandıracak bir şekildesalâhat: dindarlıkta çok ileri olma hali
suret: biçim, görünüştemâşâ etmek: bakmak, seyretmek
ziyade: çok, fazlaâh ü enîn eden: âh çekip inleyen
âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayatâlem-i nur: nur âlemi
şefaatçi yapmak: af için aracı yapmakşükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme

<TBODY>
</TBODY>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Beşinci Lem'a - Sayfa 342

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>en iyisi, en kâmilleridir.” Başta Hazret-i Eyyub Aleyhisselâm, enbiyalar, sonra evliyalar ve sonra ehl-i salâhat, çektikleri hastalıklara birer ibadet-i hâlisa, birer hediye-i Rahmâniye nazarıyla bakmışlar, sabır içinde şükretmişler, Hâlık-ı Rahîmin rahmetinden gelen bir ameliyat-ı cerrahiye nev’inden görmüşler.

Sen, ey âh ü fîzâr eden hasta! Bu nuranî kafileye iltihak etmek istersen, sabır içinde şükret. Yoksa şekvâ etsen, onlar seni kafilelerine almayacaklar. Ehl-i gafletin çukurlarına düşersin. Karanlıklı bir yolda gideceksin.

Evet, hastalıkların bir kısmı var ki, eğer ölümle neticelense, mânevî şehid hükmünde, şehadet gibi bir velâyet derecesine sebebiyet verir. Ezcümle, çocuk doğurmaktan gelen hastalıklar HAŞİYE-1 ve karın sancısıyla, gark ve hark ve tâun ile vefat eden şehid-i mânevî olduğu gibi, çok mübarek hastalıklar var ki, velâyet derecesini ölümle kazandırır. Hem hastalık, dünya aşkını ve alâkasını hafifleştirdiğinden, vefat ile dünyadan, ehl-i dünya için gayet elîm ve acı olan mufarakati tahfif eder, bazan da sevdirir.


ON ALTINCI DEVÂ

Ey sıkıntıdan şekvâ eden hasta! Hastalık, hayat-ı içtimaiye-i insaniyede en mühim ve gayet güzel olan hürmet ve merhameti telkin eder. Çünkü insanı vahşete ve merhametsizliğe sevk eden istiğnâdan kurtarıyor. Çünkü,
1 اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَيَطْغٰ اَنْ رَاٰهُ اسْتَغْنٰى sırrıyla, sıhhat ve âfiyetten gelen istiğnâda bulunan bir nefs-i emmâre, şâyân-ı hürmet çok uhuvvetlere karşı hürmeti


[NOT]Haşiye-1 Bu hastalığın mânevî şehadeti kazandırması, lohusa zamanı olan kırk güne kadardır.Dipnot-1 “Şüphesiz ki insan, kendisini ihtiyaçtan uzak görünce azgınlaşıverir.” Alâk Sûresi, 96:6-7.
[/NOT]






Aleyhisselâm
: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun




Hazret-i Eyyub
: [bk. bilgiler – Eyyub (a.s.)]
Hâlık-ı Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan ve herşeyi yaratan Allahameliyat-ı cerrahiye: cerrahî ameliyat
devâ: ilâç, çareehl-i dünya: sadece dünya ile ilgilenen, ahireti düşünmeyen kişiler
ehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlarehl-i salâhat: dindarlıkta çok ileri olanlar
elîm: acı ve sıkıntı verenenbiya: nebiler, peygamberler
evliya: Allah dostlarıezcümle: örneğin
gark: suda boğulmahark: yanma
hayat-ı içtimaiye-i insaniye: insanlığın sosyal hayatıhaşiye: dipnot
hediye-i Rahmâniye: sonsuz rahmet sahibi Allah’ın hediyesihürmet: saygı
ibadet-i hâlisa: samimiyetle, içtenlikle yapılan ibadetiltihak etmek: katılmak
istiğna: ihtiyaç duymama, kaçınmakafile: grup, topluluk
kâmil insan: mânevî mertebelerde yükselip olgunlaşan, fazilet sahibi insanlohusa: yeni doğum yapmış kadın
merhamet: acıma, şefkatmerhametsizlik: acımasız olma durumu, acımasızlık
mufarakat: ayrılıkmânevî şehadet: mânevî şehitlik
mübarek: uğurlu, hayırlımühim: önemli
nazar: bakış, görüşnefs-i emmâre: hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe, yasak zevk ve isteklere sevk eden duygu
neticelenmek: sonuçlanmak nev’: tür
nuranî: nurlu, aydınlıkrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
sebebiyet vermek: sebep olmaksevk etmek: yöneltmek
sıhhat: sağlıktahfif etmek: hafifletmek
telkin etmek: fikir aşılamak, öğüt vermektâun: veba hastalığı
uhuvvet: kardeşlikvahşet: yalnızlık, ilkellik
velâyet: velilikâfiyet: sağlık
âh ü fîzâr eden: âh çekip ağlayanşehadet: şehitlik
şehid: Allah yolunda canını feda eden Müslümanşehid-i mânevî: mânevî olarak şehit sayılan
şekvâ: şikâyetşâyân-ı hürmet: saygı duymaya değer, saygıya layık
şükretmek: Allah’a karşı minnet duymak, teşekkür etmek

<TBODY>
</TBODY>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Beşinci Lem'a - Sayfa 343

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>hissetmez. Ve şâyân-ı merhamet ve şefkat olan musibetzedelere ve hastalıklılara merhameti duymaz. Ne vakit hasta olsa, o hastalıkta aczini ve fakrini anlar, lâyık-ı hürmet olan ihvanlarına ihtiram eder. Ziyaretine gelen veya ona yardım eden mü’min kardeşlerine karşı hürmeti hisseder. Ve rikkat-i cinsiyeden gelen şefkat-i insaniye ve en mühim bir haslet-i İslâmiye olan, musibetzedelere karşı merhameti hissedip, onları nefsine kıyas ederek, onlara tam mânâsıyla acır, şefkat eder, elinden gelse muavenet eder, hiç olmazsa dua eder, hiç olmazsa şer’an sünnet olan keyfini sormak için ziyaretine gider, sevap kazanır.

ON YEDİNCİ DEVÂ

Ey hastalık vasıtasıyla hayrat yapamamaktan şekvâ eden hasta! Şükret. Hayrâtın en hâlisinin kapısını sana açan, hastalıktır. Hastalık mütemadiyen hastaya ve lillâh için hastaya bakıcılara sevap kazandırmakla beraber, duanın makbuliyetine en mühim bir vesiledir.

Evet, hastalara bakmak, ehl-i iman için mühim sevabı vardır. Hastaların keyfini sormak, fakat hastayı sıkmamak şartıyla ziyaret etmek, sünnet-i seniyyedir, 1 keffâretü’z-zünub olur. Hadiste vardır ki, “Hastaların duasını alınız; onların duası makbuldür.” 2

Bahusus hasta, akrabadan olsa, hususan peder ve valide olsa, onlara hizmet mühim bir ibadettir, mühim bir sevaptır. Hastaların kalbini hoşnud etmek, teselli vermek, mühim bir sadaka hükmüne geçer. Bahtiyardır o evlât ki, peder ve validesinin hastalık zamanında, onların seriütteessür olan kalblerini memnun edip hayır dualarını alır.

Evet, hayat-ı içtimaiyede en muhterem bir hakikat olan peder ve validesinin şefkatlerine



[NOT]Dipnot-1 el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 2:45, no:1285.Dipnot-2 İbni Mâce, Cenâiz: 1; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, 1:280.[/NOT]






acz
: güçsüzlük






bahtiyar
: talihli, mutlu
bahusus: özellikledevâ: ilâç, çare
ehl-i iman: iman edenler, mü’minlerevlât: çocuk
fakr: fakirlikhadis: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hakikat: esas, gerçekhaslet-i İslâmiye: İslâmiyetten gelen haslet, özellik
hayat-ı içtimaiye: sosyal hayathayrât: hayırlar
hayır: iyilikhoşnud etmek: memnun etmek
hususan: bilhassa, özelliklehâlis: içten, katıksız
hürmet: saygıihtiram etmek: saygı duymak
ihvan: kardeşlerkeffâretü’z-zünub: günahların bağışlanmasına vesile
kıyas etmek: karşılaştırmaklillâh için: Allah için
lâyık-ı hürmet: saygıya değermakbul: kabul edilen
makbuliyet: kabul edilmişlikmerhamet: acıma, şefkat
muavenet etmek: yardım etmekmuhterem: hürmete layık
musibetzede: belâya, sıkıntıya düşmüş olan kimsemühim: önemli
mütemadiyen: sürekli olarakmü’min: Allah’a ve Ondan gelen herşeye inanan
nefis: bir kimsenin kendisipeder: baba
rikkat-i cinsiye: insanın kendi cinsinden olana acımasısadaka: Allah rızası için ihtiyaç sahibi fakirlere yapılan yardım
seriütteessür: hemen üzülen, çabuk etkilenensünnet: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler
sünnet-i seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensiplerteselli vermek: avutmak, avundurmak
valide: annevesile: aracı
şefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgişefkat-i insaniye: insanın şefkati
şekvâ etmek: şikâyet etmekşer’an: şeriata göre, İlâhî emir ve yasaklara göre
şâyân-ı merhamet ve şefkat: şefkat ve merhamete lâyıkşükretmek: Allah’a karşı minnet duymak, teşekkür etmek

<TBODY>
</TBODY>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Beşinci Lem'a - Sayfa 344

mukabil, hastalıkları zamanında kemâl-i hürmet ve şefkat-i ferzendâne ile mukabele eden o iyi evlâdın vaziyetini ve insaniyetin ulviyetini gösteren o vefâdâr levhaya karşı, hattâ melâikeler dahi “Maşaallah, bârekâllah” deyip alkışlıyorlar.

Evet, hastalık zamanında, hastalık elemini hiçe indirecek gayet hoş ve ferahlı, etrafında tezahür eden şefkatlerden ve acımak ve merhametlerden gelen lezzetler var. Hastanın duasının makbuliyeti ehemmiyetli bir meseledir. Ben otuz kırk seneden beri, bendeki kulunç denilen bir hastalıktan şifa için dua ederdim. Ben anladım ki, hastalık dua için verilmiş. Dua ile duayı, yani, dua kendi kendini kaldırmadığından, anladım ki, duanın neticesi uhrevîdir, HAŞİYE-1 kendisi de bir nevi ibadettir ve hastalıkla aczini anlayıp dergâh-ı İlâhiyeye iltica eder. Onun için, otuz senedir şifa duasını ettiğim halde duam zâhirî kabul olmadığından, duayı terk etmek kalbime gelmedi. Zira hastalık duanın vaktidir; şifa duanın neticesi değil. Belki Cenâb-ı Hakîm-i Rahîm şifa verse, fazlından verir.

Hem dua istediğimiz tarzda kabul olmazsa, makbul olmadı denilmez. Hâlık-ı Hakîm daha iyi biliyor; menfaatimize hayırlı ne ise onu verir. Bazan dünyaya ait dualarımızı, menfaatimiz için âhiretimize çevirir, öyle kabul eder.

Her ne ise, hastalık sırrıyla hulûsiyet kazanan, hususan zaaf ve aczden ve tezellül ve ihtiyaçtan gelen bir dua, kabule çok yakındır. Hastalık böyle hâlis bir duanın medarıdır. Hem dindar olan hasta, hem hastaya bakan mü’minler de bu duadan istifade etmelidirler.

ON SEKİZİNCİ DEVÂ

Ey şükrü bırakıp şekvâya giren hasta! Şekvâ bir haktan gelir. Senin bir hakkın zayi olmamış ki şekvâ ediyorsun. Belki senin üstünde hak olan çok şükürler var, yapmadın. Cenâb-ı Hakkın hakkını vermeden, haksız bir surette hak istiyorsun gibi



[NOT]Haşiye-1 Evet, bir kısım hastalık duanın sebeb-i vücudu iken, dua hastalığın ademine sebep olsa, duanın vücudu kendi ademine sebep olur; bu da olamaz.
[/NOT]





Cenâb-ı Hak
: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah





Cenâb-ı Hakîm-i Rahîm
: her şeyi hikmetle ve yerli yerinde yaratan, yarattıklarına sonsuz şefkat gösteren Allah
Hâlık-ı Hakîm: her varlığı sayısız hikmetlerle yaratan Allahacz: güçsüzlük
adem: yoklukbârekâllah: Allah hayırlı ve bereketli kılmış
dergâh-ı İlâhiye: Allah’ın yüce katıdevâ: ilâç, çare
dua: Allah’a yakarışehemmiyetli: değerli, önemli
elem: acı, kederfazl: cömertlik, fazladan nimet verme
ferahlı: sevinç ve huzur verengayet: çok
haşiye: dipnothulûsiyet: hâlislik, içtenlik
hususan: özelliklehâlis: içten
iltica etmek: sığınmakinsaniyet: insanlık
kemâl-i hürmet: tam bir saygıkulunç: özellikle omuzlarda olan şiddetli ağrı
makbul: kabul edilenmakbuliyet: kabul edilmiş olma
maşaallah: Allah dilemiş ve ne güzel yaratmışmedar: dayanak noktası, kaynak
melâike: meleklermenfaat: fayda, yarar
merhamet: acıma, şefkatmukabele etmek: karşılık vermek
mukabil: karşılıkmü’min: Allah’a ve Ondan gelen herşeye inanan
nevi: çeşit, türsebeb-i vücud: varlık sebebi
surette: şekildetezahür etmek: görünmek, ortaya çıkmak
tezellül: kendisini çok küçük görmeuhrevî: ahirete ait
ulviyet: yücelikvaziyet: hâl, durum
vefâdâr: vefâlıvücud: varlık
zaaf: zayıflıkzayi olmak: kaybolup gitmek
zira: çünküzâhirî: dış görünüşte
âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayatşefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgi
şefkat-i ferzendâne: evlâda yakışır sûrette şefkat göstermeşekvâ: şikâyet
şifa: iyileşme, sağlıklı olmaşükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme

<TBODY>
</TBODY>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Beşinci Lem'a - Sayfa 345

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --> <META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>şekvâ ediyorsun. Sen, kendinden yukarı mertebelerdeki sıhhatli olanlara bakıp şekvâ edemezsin. Belki sen, kendinden sıhhat noktasında aşağı derecelerde bulunan biçare hastalara bakıp şükretmekle mükellefsin. Senin elin kırık ise, kesilmiş ellere bak. Bir gözün yoksa, iki gözü de olmayan âmâlara bak, Allah’a şükret.

Evet, nimette kendinden yukarıya bakıp şekvâ etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Ve musibette herkesin hakkı, kendinden musibet noktasında daha yukarı olanlara bakmaktır ki, şükretsin. Bu sır bazı risalelerde bir temsille izah edilmiş. İcmâli şudur ki:

Bir zat, bir biçareyi bir minarenin başına çıkarıyor. Minarenin her basamağında ayrı ayrı birer ihsan, birer hediye veriyor. Tam minarenin başında da en büyük bir hediyeyi veriyor. O mütenevvi hediyelere karşı ondan teşekkür ve minnettarlık istediği halde, o hırçın adam, bütün o basamaklarda gördüğü hediyeleri unutup veyahut hiçe sayıp, şükretmeyerek, yukarıya bakar. “Keşke bu minare daha uzun olsaydı, daha yukarıya çıksaydım! Niçin o dağ gibi veyahut öteki minare gibi çok yüksek değil?” deyip şekvâya başlarsa, ne kadar bir küfran-ı nimettir, bir haksızlıktır. Öyle de, bir insan hiçlikten vücuda gelip, taş olmayarak, ağaç olmayıp, hayvan kalmayarak, insan olup, Müslüman olarak, çok zaman sıhhat ve âfiyet görüp yüksek bir derece-i nimet kazandığı halde, bazı arızalarla, sıhhat ve âfiyet gibi bazı nimetlere lâyık olmadığı veya sû-i ihtiyarıyla veya sû-i istimaliyle elinden kaçırdığı veyahut eli yetişmediği için şekvâ etmek, sabırsızlık göstermek, “Aman, ne yaptım böyle başıma geldi?” diye rububiyet-i İlâhiyeyi tenkit etmek gibi bir hâlet, maddî hastalıktan daha musibetli, mânevî bir hastalıktır. Kırılmış elle döğüşmek gibi, şikâyetiyle hastalığını ziyadeleştirir. Âkıl odur ki
اَلَّذِينَ اِذَآ اَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوۤا اِنَّا ِللهِ وَاِنَّآ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ 1 sırrıyla teslim olup sabretsin, tâ o hastalık vazifesini bitirsin, gitsin.

ON DOKUZUNCU DEVÂ

Cemîl-i Zülcelâlin bütün isimleri, “Esmâü’l-Hüsnâ” tabir-i Samedânîsiyle



[NOT]Dipnot-1 “O kimseler ki, başlarına bir musibet geldiğinde ‘Biz Allah’ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak Onadır’ derler.” Bakara Sûresi, 2:156.[/NOT]





Cemîl-i Zülcelâl
: sınırsız yücelik ve heybetiyle beraber, sonsuz güzellik sahibi Allah





Esmâü’l-Hüsna
: Allah’ın güzel isimleri
biçare: çaresizderece-i nimet: nimet derecesi
devâ: ilâç, çarehâlet: durum, hâl
icmâl: özetihsan: iyilik, bağış, lütuf
izah etmek: açıklamakküfran-ı nimet: nimete karşı nankörlük
maddî hastalık: beden hastalığımertebe: derece
minnettarlık: şükran duygusumusibet: belâ, büyük sıkıntı
musibetli: sıkıntılı, belâlımânevî hastalık: ruh hastalığı
mükellef: yükümlümütenevvi: çeşit çeşit
nimet: iyilik, lütuf, ihsanrisale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi
rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan hakimiyeti, yaratıcılığı ve terbiyesisû-i ihtiyar: iradeyi kötüye kullanma
sû-i istimal: kötüye kullanmasıhhat: sağlamlık, sağlık
tabir-i Samedânî: Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama herşey Kendisine muhtaç olan Allah’ın yüce ifadesi, tabiritemsil: benzetme, örnek
tenkit etmek: eleştirmekvücuda gelmek: var olmak, ortaya çıkmak
ziyadeleştirmek: artırmak, fazlalaştırmakâfiyet: sağlık
âkıl: akıllıâmâ: kör
şekvâ: şikayet, yakınmaşükretmek: Allah’a karşı minnet duymak, teşekkür etmek

<TBODY>
</TBODY>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Beşinci Lem'a - Sayfa 346

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>gösteriyor ki, güzeldirler. Mevcudat içinde en lâtif, en güzel, en câmi âyine-i Samediyet de hayattır. Güzelin âyinesi güzeldir. Güzelin mehâsinlerini gösteren âyine güzelleşir. O âyinenin başına o güzelden ne gelse güzel olduğu gibi, hayatın başına dahi ne gelse, hakikat noktasında güzeldir. Çünkü, güzel olan o Esmâü’l-Hüsnânın güzel nakışlarını gösterir.

Hayat, daima sıhhat ve âfiyette yeknesak gitse, nâkıs bir âyine olur. Belki bir cihette adem ve yokluğu ve hiçliği ihsas edip sıkıntı verir, hayatın kıymetini tenzil eder, ömrün lezzetini sıkıntıya kalb eder. Çabuk vaktimi geçireceğim diye, sıkıntıdan ya sefahete, ya eğlenceye atılır. Hapis müddeti gibi, kıymettar ömrüne adâvet edip, çabuk öldürüp geçirmek istiyor.

Fakat tahavvülde ve harekette ve ayrı ayrı tavırlar içinde yuvarlanmakta olan bir hayat, kıymetini ihsas ediyor, ömrün ehemmiyetini ve lezzetini bildiriyor. Meşakkatte ve musibette dahi olsa, ömrün geçmesini istemiyor. “Aman güneş batmadı, ya gece bitmedi” diye sıkıntısından of, of etmiyor.

Evet, gayet zengin ve işsiz, istirahat döşeğinde herşeyi mükemmel bir efendiden sor, “Ne haldesin?” Elbette, “Aman vakit geçmiyor; gel bir şeş beş oynayalım. Veyahut vakti geçirmek için bir eğlence bulalım” gibi müteellimâne sözleri ondan işiteceksin. Veyahut tûl-i emelden gelen, “Bu şeyim eksik; keşke şu işi yapsaydım” gibi şekvâları işiteceksin.

Sen bir musibetzede veya işçi ve meşakkatli bir halde olan bir fakirden sor, “Ne haldesin?” Aklı başında ise diyecek ki: “Şükürler olsun Rabbime, iyiyim, çalışıyorum. Keşke çabuk güneş gitmeseydi, bu işi de bitirseydim. Vakit çabuk geçiyor, ömür durmuyor, gidiyor. Vakıa zahmet çekiyorum; fakat bu da geçer. Herşey böyle çabuk geçiyor” diye, mânen ömür ne kadar kıymettar olduğunu, geçmesindeki teessüfle bildiriyor. Demek, meşakkat ve çalışmakla, ömrün lezzetini ve hayatın kıymetini anlıyor. İstirahat ve sıhhat ise, ömrü acılaştırıyor ki, geçmesini arzu ediyor.

Ey hasta kardeş! Bil ki, başka risalelerde tafsilâtıyla kat’î bir surette ispat edildiği gibi, musibetlerin, şerlerin, hattâ günahların aslı ve mayası ademdir. Adem ise şerdir, karanlıktır. Yeknesak istirahat, sükût, sükûnet, tevakkuf gibi hâletler,






Esmâü’l-Hüsna: Allah’ın güzel isimleriRab: besleyen, yetiştiren, verdiği nimetlerle varlıkları terbiye eden, idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah
adem: yokluk, hiçlikadâvet: düşmanlık
cihet: yön, şekilcâmi: kapsamlı, içine alan
hakikat: gerçek, doğruhâlet: durum
ihsas etmek: hissettirmekistirahat: dinlenme, rahatlama
kalb etmek: dönüştürmekkıymettar: kıymetli, değerli
lâtif: güzel, hoşmehâsin: güzellikler
mevcudat: varlıklarmeşakkat: güçlük, zorluk
musibet: belâ, büyük sıkıntımusibetzede: belâya, sıkıntıya düşmüş olan kimse
müddet: süremükemmel: noksansız, kusursuz
müteellimâne: elem duyarak, kederlenereknakış: işleme, süsleme
nâkıs: eksik, noksanrisale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi
sefahet: yasak zevk ve eğlenceye düşkünlüksurette: şekilde
sükûnet: durgunluk, hareketsizliksükût: sessiz kalma
sıhhat: sağlamlık, sağlıklı olmatafsilât: ayrıntılar
tahavvül: değişim, başkalaşmateessüf: üzülme
tenzil etmek: indirmektevakkuf: durağan olma
tûl-i emel: hiç ölmeyecekmiş gibi uzun emel sahibi olmavakıa: gerçi, her ne kadar
yeknesak: tekdüze, monotonâfiyet: sağlık
âyine-i Samediyet: herşey Kendisine muhtaç olduğu hâlde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın isimlerinin ve sıfatlarının yansıdığı aynaşekvâ: şikâyet
şer: kötülükşükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Beşinci Lem'a - Sayfa 347

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>ademe, hiçliğe yakınlığı içindir ki, ademdeki karanlığı ihsas edip sıkıntı veriyor. Hareket ve tahavvül ise, vücuttur, vücudu ihsas eder. Vücut ise hâlis hayırdır, nurdur.

Madem hakikat budur; sendeki hastalık, kıymettar hayatı sâfileştirmek, kuvvetleştirmek, terakki ettirmek ve vücudundaki sair cihazat-ı insaniyeyi o hastalıklı uzvun etrafına muavenettarane müteveccih etmek ve Sâni-i Hakîm

in ayrı ayrı isimlerinin nakışlarını göstermek gibi çok vazifeler için, o hastalık senin vücuduna misafir olarak gönderilmiştir. İnşaallah çabuk vazifesini bitirir, gider. Ve âfiyete der ki: “Sen gel, benim yerimde daimî kal, vazifeni gör. Bu hane senindir, âfiyetle kal.”

YİRMİNCİ DEVÂ

Ey derdine derman arayan hasta! Hastalık iki kısımdır. Bir kısmı hakikî, bir kısmı vehmîdir. Hakikî kısmı ise, Şâfî-i Hakîm-i Zülcelâl, küre-i arz olan eczahane-i kübrâsında, her derde bir devâ istif etmiş. O devâlar ise dertleri isterler. Her derde bir derman halk etmiştir. Tedavi için ilâçları almak, istimal etmek meşrudur; fakat tesiri ve şifayı Cenâb-ı Haktan bilmek gerektir. Derdi O verdiği gibi, şifayı da O veriyor.

Hâzık, mütedeyyin hekimlerin tavsiyelerini tutmak, ehemmiyetli bir ilâçtır. Çünkü ekser hastalıklar sû-i istimâlâttan, perhizsizlikten ve israftan ve hatîattan ve sefahetten ve dikkatsizlikten geliyor. Mütedeyyin hekim, elbette meşru bir dairede nasihat eder ve vesâyâda bulunur. Sû-i istimâlâttan, israfattan men eder, teselli verir. Hasta o vesâyâ ve o teselliye itimad edip hastalığı hafifleşir; sıkıntı yerinden bir ferahlık verir.

Amma vehmî hastalık kısmı ise, onun en müessir ilâcı, ehemmiyet vermemektir. Ehemmiyet verdikçe o büyür, şişer. Ehemmiyet vermezse küçülür, dağılır. Nasıl ki arılara iliştikçe insanın başına üşüşürler; aldırmazsan dağılırlar. Hem karanlıkta gözüne sallanan bir ipten gelen bir hayale ehemmiyet verdikçe büyür,




Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
Sâni-i Hakîm: her şeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yapan Allah
adem: yokluk, hiçlik
cihazat-ı insaniye: insana ait cihazlar, organlar
daimî: devamlı, sürekli
devâ: ilâç, çare
eczahane-i kübrâ: büyük eczane, kâinat
ehemmiyet: değer, önem
ekser: çoğunluk
ferahlık: rahatlık
hakikat: gerçek, doğru
hakikî: asıl, gerçek
halk etmek: yaratmak
hane: ev
hatîat: yanlışlar, hatâlar
hayır: iyilik
hekim: doktor
hâlis: katışıksız, saf
hâzık: mesleğinde ihtisas sahibi, uzman
ihsas etmek: hissettirmek
inşaallah: Allah izin verirse
israf: savurganlık
israfat: israflar, savurganlıklar
istif: yığma, biriktirme
istimal etmek: kullanmak
itimad etmek: güvenmek
küre-i arz: yerküre
kıymettar: kıymetli, değerli
men etmek: yasaklamak
meşru: helal, dine uygun
muavenettarane: yardımlaşarak
müessir: etkili
mütedeyyin: dinin emirlerini eksiksiz yerine getiren, dindar
müteveccih etmek: yönlendirmek
nakış: işleme, süsleme
sair: diğer, başka
sefahet: yasak zevk ve eğlenceye düşkünlük
sâfileştirmek: arındırmak
sû-i istimâlât: eldeki nimetleri kötüye kullanmalar
tahavvül: değişim, başkalaşma
terakki ettirmek: geliştirmek, ilerletmek
teselli: avunma, avuntu
tesir: etki
uzuv: organ
vehmî: kuruntu ve hayalî olan
vesâyâ: öğütler, nasihatler
vücut: varlık, var olmak
âfiyet: sağlık
Şâfî-i Hakîm-i Zülcelâl: hastalara şifa veren, her şeyi hikmetle, belli bir gaye ile yaratan ve sonsuz haşmet sahibi olan Allah
şifa: iyileşme, sağlıklı olma

<TBODY>
</TBODY>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Beşinci Lem'a - Sayfa 348

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>hattâ bazan onu divane gibi kaçırır. Ehemmiyet vermezse, âdi bir ipin yılan olmadığını görür, başındaki telâşına güler.

Bu vehmî hastalık çok devam etse, hakikate inkılâp eder. Vehham ve asabî insanlarda fena bir hastalıktır; habbeyi kubbe yapar, kuvve-i mâneviyesi kırılır. Hususan merhametsiz yarım hekimlere veyahut insafsız doktorlara rast gelse, evhamını daha ziyade tahrik eder. Zengin ise malı gider; yoksa ya aklı gider veya sıhhati gider.

YİRMİ BİRİNCİ DEVÂ

Ey hasta kardeş! Senin hastalığında maddî elem var. Fakat o maddî elemin tesirini izale edecek ehemmiyetli bir mânevî lezzet seni ihata ediyor. Çünkü, peder ve validen ve akraban varsa, çoktan beri unuttuğun gayet lezzetli o şefkatleri senin etrafında yeniden uyanıp, çocukluk zamanında gördüğün o şirin nazarları yine görmekle beraber; çok gizli, perdeli kalan etrafındaki dostluklar, hastalığın cazibesiyle yine sana karşı muhabbettarane baktıklarından, elbette onlara karşı senin bu maddî elemin pek ucuz düşer. Hem sen müftehirâne hizmet ettiğin ve iltifatlarını kazanmasına çalıştığın zâtlar, hastalığın hükmüyle sana merhametkârâne hizmetkârlık ettiklerinden, efendilerine efendi oldun. Hem insanlardaki rikkat-i cinsiyeyi ve şefkat-i nev’iyeyi kendine celb ettiğinden, hiçten, çok yardımcı ahbap ve şefkatli dost buldun. Hem çok meşakkatli hizmetlerden paydos emrini yine hastalıktan aldın, istirahat ediyorsun. Ebette senin cüz’î elemin, bu mânevî lezzetlere karşı seni şekvâya değil, teşekküre sevk etmelidir.

YİRMİ İKİNCİ DEVÂ

Ey nüzul gibi ağır hastalıklara müptelâ olan kardeş! Evvelâ sana müjde ediyorum ki, mü’min için nüzul mübarek sayılıyor. Bunu çoktan ehl-i velâyetten işitiyordum, sırrını bilmezdim. Bir sırrı şöyle kalbime geliyor ki:

Ehlullah, Cenâb-ı Hakka vasıl olmak ve dünyanın azîm mânevî tehlikelerinden kurtulmak ve saadet-i ebediyeyi temin etmek için, iki esası ihtiyaren takip etmişler.






Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allahahbap: dostlar, sevgililer
azîm: büyük, yücecazibe: çekim gücü
celb etmek: çekmekcüz’î: ferdî, küçük
devâ: ilâç, çaredivane: akılsız
ehemmiyet: değer, önemehl-i velâyet: veli kullar, Allah dostları
ehlullah: Allah dostlarıelem: acı, keder, üzüntü
esas: temelevham: kuruntular, şüpheler
evvelâ: ilk olarakfena: kötü, çirkin
habbeyi kubbe yapmak: en küçük meseleleri olduğundan büyük göstermekhakikat: gerçek
hekim: doktorhizmetkârlık: hizmetçilik
hususan: bilhassa, özellikleihata etmek: içine almak, kapsamak
ihtiyaren: iradeyi kullanarak, isteyerekinkılâp etmek: dönüşmek, değişmek
insafsız: vicdansızistirahat etmek: dinlenmek, rahatlamak
izale etmek: gidermek, ortadan kaldırmakkuvve-i mâneviye: mânevî güç, moral
merhametkârâne: merhametli bir şekildemeşakkatli: zahmetli, zorlu
muhabbettarane: sevgiyle, sevgi dolumübarek: hayırlı, uğurlu
müftehirâne: övünerek, iftiharlamüptelâ olmak: tutulmak
mü’min: Allah’a ve Ondan gelen herşeye inanannazar: bakış
nüzul: felç hastalığıpeder: baba
rast gelmek: denk gelmek, rastlamakrikkat-i cinsiye: insanın kendi cinsinden olana acıması
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluksevk etmek: yönlendirmek
sıhhat: sağlık, sağlamlıktahrik etmek: harekete geçirmek
valide: annevasıl olmak: ulaşmak
vehham: aşırı derecede vehimli, kuruntulu, vesveselivehmî: kuruntu ve hayale dayalı, vesveseli
ziyade: çok, fazlaâdi: basit, sıradan
şefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgişefkat-i nev’iye: insanın kendi cinsinden olana şefkat etmesi
şekvâ: şikâyet

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Beşinci Lem'a - Sayfa 349

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Birisi: Rabıta-i mevttir. Yani, dünya fâni olduğu gibi, kendisi de içinde vazifedar fâni bir misafir olduğunu düşünmekle, hayat-ı ebedîsine o suretle çalışmışlar.

İkincisi: Nefs-i emmârenin ve kör hissiyatın tehlikelerinden kurtulmak için, çilelerle, riyazetlerle nefs-i emmârenin öldürülmesine çalışmışlar.

Sizler, ey yarı vücudunun sıhhatini kaybeden kardeş! Sen ihtiyarsız, kısa ve kolay ve sebeb-i saadet olan iki esas sana verilmiş ki, daima senin vücudunun vaziyeti, dünyanın zevâlini ve insanın fâni olduğunu ihtar ediyor. Daha dünya seni boğamıyor, gaflet senin gözünü kapayamıyor. Ve yarım insan vaziyetinde bir zâta, nefs-i emmâre, elbette hevesât-ı rezile ile ve nefsânî müştehiyatla onu aldatamaz; çabuk o nefsin belâsından kurtulur.

İşte, mü’min sırr-ı imanla ve teslimiyet ve tevekkülle, o ağır nüzul gibi hastalıktan, az bir zamanda, ehl-i velâyetin çileleri gibi istifade edebilir. O vakit o ağır hastalık çok ucuz düşer.

YİRMİ ÜÇÜNCÜ DEVÂ

Ey kimsesiz, garip, biçare hasta! Hastalığınla beraber kimsesizlik ve gurbet, sana karşı en katı kalbleri rikkate getirirse ve nazar-ı şefkati celb ederse, acaba Kur’ân’ın bütün sûrelerinin başlarında kendini “Rahmânü’r-Rahîm” sıfatıyla bize takdim eden ve bir lem’a-i şefkatiyle umum yavrulara karşı umum valideleri, o harika şefkatiyle terbiye ettiren ve her baharda bir cilve-i rahmetiyle zemin yüzünü nimetlerle dolduran ve ebedî bir hayattaki Cennet, bütün mehâsiniyle bir cilve-i rahmeti olan senin Hâlık-ı Rahîmine imanla intisabın ve Onu tanıyıp






Hâlık-ı Rahîm: herbir varlıkta merhamet ve şefkati tecelli eden ve herşeyi yaratan AllahRahmânü’r-Rahîm: dünya ve ahirette yarattıklarına sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle muamele eden Allah
belâ: büyük sıkıntıbiçare: çaresiz
celb etmek: çekmekcilve-i rahmet: şefkat ve merhametin yansıması
devâ: ilâç, çareebedî: sonsuz
ehl-i velâyet: veli kullar, Allah dostlarıesas: temel
fâni: geçici olan, ölümlügaflet: sorumsuzluk, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma
garip: yalnızgurbet: gariplik, yabancılık; yabancı memlekette bulunma
hayat-ı ebedî: sonsuz hayathevesât-ı rezile: rezil hevesler
hissiyat: hisler, duygularihtar etmek: hatırlatmak
ihtiyarsız: irade dışı, tercihsizintisab: bağlanma, mensup olma
istifade etmek: faydalanmak, yararlanmaklem’a-i şefkat: şefkat parıltısı
mehâsin: güzelliklermü’min: Allah’a ve Ondan gelen herşeye inanan
nazar-ı şefkat: şefkatli bakışnefs-i emmâre/nefis: hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğeve yasak zevk ve isteklere sevk eden duygu
nefsânî müştehiyat: nefsin hoşuna giden arzu ve isteklernimet: iyilik, lütuf
nüzul: felç hastalığırabıta-i mevt: ölümü ve dünyanın geçici oluşunu düşünerek nefsin aldatmacalarından kurtulma
rikkat: acıma, yufka yüreklilikriyazet: manevî eğitim; nefsi kontrol altına almak için bütün dünyevî zevklerinden uzak yaşama
sebeb-i saadet: mutluluk sebebisuret: şekil
sıhhat: sağlıksırr-ı iman: iman sırrı
takdim etmek: sunmakteslimiyet: bağlılık, kendini Allah’ın iradesine bırakma
tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenmeumum: bütün
valide: annevazifedar: görevli
vaziyet: durum, hâlvücud: beden
zemin: yerzevâl: gelip geçme, yok olma
çile: eziyet, sıkıntı; tasavvuftaki dervişlerin kapalı bir yere çekilerek günlerini ibadetle geçirmelerişefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgi

<TBODY>
</TBODY>
 
Üst