Yirmi Dördüncü Lem'a

Ukbaa

Well-known member


<META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>
Yirmi Dördüncü Lem’a

Tesettür hakkındadır

On Beşinci Notanın İkinci ve Üçüncü Meseleleri iken, ehemmiyetine binaen Yirmi Dördüncü Lem’a olmuştur.

besmele.jpg


يَآ اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ ِلاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاۤءِ الْمُؤْمِنِينَ يُدْنيِنَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلاَبِيبِهِنَّ 1


(ilâ âhir) âyeti, tesettürü emrediyor. Medeniyet-i sefihe ise, Kur’ân’ın bu hükmüne karşı muhalif gidiyor. Tesettürü fıtrî görmüyor, bir esarettir diyor. HAŞİYE-1

Elcevap: Kur’ân-ı Hakîmin bu hükmü tam fıtrî olduğuna ve muhalifi gayr-ı fıtrî olduğuna delâlet eden çok hikmetlerinden yalnız dört hikmetini beyan ederiz.

BİRİNCİ HİKMET

Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor. Çünkü kadınlar hilkaten zayıf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği yavrularını


[NOT]Dipnot-1 “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle, (evlerinden çıktıklarında) dış örtülerini üzerlerine alsınlar.” Ahzâb Sûresi, 33:59.

Haşiye-1 Mahkemeye karşı ve mahkemeyi susturan Lâyiha-i Temyizin müdafaatından bir parça: “Ben de Adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üç yüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon insanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikî ve hakikatlı bir düstûr-u İlâhîyi, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üçyüz elli sene zarfından geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidâen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rûy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir.”
[/NOT]




Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
Lâyiha-i Temyiz: mahkemelerce verilen bir kararın kanun ve usul yönünden incelenmesi için verilen dilekçe
asır: yüzyıl
beyan etmek: açıklamak, anlatmak
binaen: dayanarak
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
düstûr-u İlâhî: İlâhi kural, kanun
ecdad: atalar, dedeler
ehemmiyet: önem
esaret: esirlik, tutsaklık
fıtrat: yaratılış, mizaç
fıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
gayr-ı fıtrî: yaratılışa uygun olmayan
hakikatli: gerçek
hayat-ı içtimaiye: sosyal hayat
haşiye: dipnot
hikmet: fayda, gaye
hilkaten: yaratılış gereği
hüküm: kural
iktidâen: uyarak
iktiza etmek: gerektirmek
ilâ âhir: sonuna kadar
istinaden: dayanarak
itikad: inanç
ittifak: birleşme, fikir birliği
kudsî: kutsal
lem’a: parıltı
mahkûm etmek: bir kişiyi cezalandırmak için hüküm vermek
medeniyet-i sefihe: insanları zevk ve eğlenceye yönelten medeniyet; Batı medeniyeti
muhalif: karşıt, zıt
müdafaat: savunmalar
nakzetmek: bozmak
nazik: ince, zarif
nota: bildiri
rûy-i zemin: yeryüzü
tasdik: kabul etme, onaylama
tefsir: yorumlama; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap
tesettür: örtünme
zarfında: içinde
ziyade: çok, fazla
âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dördüncü Lem'a - Sayfa 318

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale mâruz kalmamak için fıtrî bir meyli var.

Hem kadınların on adetten altı yedisi, ya ihtiyardır, ya çirkindir ki, ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. Ya kıskançtır, kendinden daha güzellere nisbeten çirkin düşmemek veya tecavüzden ve ittihamdan korkar; taarruza mâruz kalmamak ve kocası nazarında hıyanetle müttehem olmamak için, fıtraten tesettür isterler. Hattâ dikkat edilse, en ziyade kendini saklayan, ihtiyarlardır. Ve on adetten ancak iki üç tanesi bulunabilir ki, hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten sıkılmasın.

Malûmdur ki, insan sevmediği ve istiskal ettiği adamların nazarından sıkılır, müteessir olur. Elbette açık saçıklık kıyafetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem erkeklerden onda iki üçü varsa, yedi sekizinden istiskal eder. Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nazik ve serîütteessür olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen, belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır. Hattâ işitiyoruz, açık saçıklık yeri olan Avrupa’da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan sıkılarak, “Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar” diye polislere şekvâ ediyorlar. Demek, medeniyetin ref-i tesettürü hilâf-ı fıtrattır. Kur’ân’ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymettar birer refika-i ebediye olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve mânevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor.

Hem kadınlarda ecnebî erkeklere karşı, fıtraten korkaklık, tahavvüf var. Tahavvüf ise, fıtraten, tesettürü iktiza ediyor. Çünkü, sekiz dokuz dakika bir zevki cidden acılaştıracak sekiz dokuz ay ağır bir veled yükünü zahmetle çekmekle beraber, hâmisiz bir veledin terbiyesiyle, sekiz dokuz sene, o sekiz dokuz dakika gayr-ı meşru zevkin belâsını çekmek ihtimali var. Ve kesretle vâki olduğundan, cidden şiddetle nâmahremlerden fıtratı korkar ve cibilliyeti sakınmak ister. Ve tesettürle, nâmahremin iştihasını açmamak ve tecavüzüne meydan vermemek, zayıf hilkati emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kalesi, çarşafı






Avrupa: (bk. bilgiler)belâ: büyük sıkıntı
cibilliyet: yaratılıştan gelen huy, karaktercidden: gerçekten
dikkat-i nazar: dikkatle bakmakecnebî: yabancı
esaret: esirlik, tutsaklıkfıtrat: yaratılış, mizaç
fıtraten: yaratılış açısındanfıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
gayr-ı meşru: helâl olmayan, dine aykırıhilkat: yaratılış
hilâf-ı fıtrat: yaratılışa tershimaye: koruma
hâmisiz: koruyucusuzhıyanet: ihanet, hainlik
ihtar etmek: uyarmakiktiza etmek: gerektirmek
istiskal: hoşlanmama, yüz vermeme, küçümsemeittiham: suçlama
kesretle: çokluklakıymettar: değerli
maddeten: maddî olarakmaden-i şefkat: şefkat kaynağı
malûm: bilinenmeyil: eğilim, istek
mâruz: bir şeyin karşısında ve tesiri altında kalmamüteessir olmak: üzülmek, etkilenmek
müttehem: suçlanannazar: bakış
nazik: ince, zarifnisbeten: kıyasla
nâmahrem: nikahlanmanın haram olmadığı kişi, yabancıref-i tesettür: tesettürün kaldırılması
refika-i ebediye: sonsuz hayatta hayat arkadaşı olacak kadınsefalet: perişanlık, yoksulluk
semlendiren: zehirleyen, kirletenserîütteessür: çabuk üzülen, çabuk ve kolay etkilenen
sukut: alçalma, düşüştaarruz: saldırı
tahavvüf: korkuya düşme, korkmatecavüz: saldırı, sataşma
tecrübe etmek: denemektefahhuş: fuhşa girme, ahlâksızlık
tefessüh etmek: bozulmaktesettür: örtünme
veled: evlat, çocukvâki olmak: meydana gelmek
zillet: hor ve hakir duruma düşmeziyade: çok, fazla
şekvâ etmek: şikâyet etmek

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dördüncü Lem'a - Sayfa 319

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>olduğunu gösteriyor. Mesmûâtıma göre, merkez ve payitaht-ı hükûmette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor!

İKİNCİ HİKMET

Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka, yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet, bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır.

Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır; elbette, ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı, başkasının nazarını kendi mehâsinine celb etmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Madem mü’min olan kocası, sırr-ı imana binaen, onunla alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız hayvânî ve güzellik vaktine mahsus, muvakkat bir muhabbet değil, belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayat noktasında esaslı ve ciddî bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır. Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddî hürmet ve muhabbeti taşıyor. Elbette ona mukabil, o da kendi mehâsinini onun nazarına tahsis ve muhabbetini ona hasretmesi, mukteza-yı insaniyettir. Yoksa pek az kazanır, fakat pek çok kaybeder.

Şer’an koca, karıya küfüv olmalı, yani, birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimi, diyanet noktasındadır.

Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp “Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim” diye takvâya girer.

Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer.





ahali: halkaleyhinde: karşısında
alâkadar: alakalı, ilgilibahtiyar: talihli, mutlu
bilfiil: fiilen, uygulamaya koyarakbinaen: dayanarak
celb etmek: çekmekciddî: gerçek
diyanet: dindarlıkdünyevî: dünya ile ilgili
ebedî: sonsuzesaslı: köklü
gayr: hariç, başkahasretmek: yalnız birşeye mahsus kılma, yalnız birşeye kullanma
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatıhayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatı
hayvânî: hayvansal, cismanî özellikhayâsız: utanmaz
hikmet: fayda, gayehürmet: saygı
küfüv olmak: denk, uygun olmakmahsus: has, özel
mehâsin: güzelliklermesmûât: işitilenler, duyulanlar
muhabbet: sevgimukabil: karşılık
mukteza-yı insaniyet: insanlığın gereğimuvakkat: gelip geçici
mühim: önemlimünasebet: bağlantı, ilişki
münasip olmak: uygun olmakmünhasır: ait, sınırlı
mütedeyyin: dinin emirlerini eksiksiz yerine getiren, dindarmü’min: Allah’a inanan
nazar: bakışpayitaht-ı hükûmet: başkent
refika: eş, hanımrefika-i hayat: hayat arkadaşı, eş
rütbeten: rütbecesaliha: dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah’ın sevgili kulu olan kadın
sefahet: yasak zevk ve eğlenceye düşkünlüksırr-ı iman: iman sırrı
tahsis: özel olarak belirlemetakvâ: Allah’ın emirlerini tutup, günahlardan sakınmak
tesettür: örtünmeveyl: yazık
âdi: basit, sıradanşamar: tokat
şer’an: şeriat hükmünce, dine göre

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dördüncü Lem'a - Sayfa 320

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Ne bedbahttır o kadın ki, müttakî kocasını taklit etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.

Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki, birbirinin fıskını ve sefahetini taklit ediyorlar, birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar.

ÜÇÜNCÜ HİKMET

Bir ailenin saadet-i hayatiyesi, koca ve karı mâbeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder. Tesettürsüzlük ve açık saçıklık, o emniyeti bozar, o mütekabil hürmet ve muhabbeti de kırar. Çünkü, açık saçıklık kılığına giren on kadından ancak bir tanesi bulunur ki, kocasından daha güzeli görmediğinden, kendini ecnebîye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, kocasından daha iyisini görür. Ve yirmi adamdan ancak bir tanesi, karısından daha güzelini görmüyor. O vakit o samimî muhabbet ve hürmet-i mütekabile gitmekle beraber, gayet çirkin ve gayet alçakça bir his uyandırmaya sebebiyet verebilir. Şöyle ki:

İnsan, hemşire misilli mahremlerine karşı fıtraten şehvânî his taşıyamıyor. Çünkü mahremlerin simaları, karâbet ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği cihetle, nefsî, şehvânî temâyülâtı kırar. Fakat bacaklar gibi şer’an mahremlere de göstermesi caiz olmayan yerlerini açık saçık bırakmak, süflî nefislere göre, gayet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir. Çünkü mahremin siması mahremiyetten haber verir ve nâmahreme benzemez. Fakat meselâ açık bacak, mahremin gayrıyla müsavidir. Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i farikası olmadığından, hayvânî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!

DÖRDÜNCÜ HİKMET

Malûmdur ki, kesret-i nesil, herkesçe matluptur. Hiçbir millet ve hükûmet




alâmet-i farika: ayırt edici işaretbedbaht: talihsiz, bahtsız
caiz olmayan: dinen izin verilmeyencihet: yön
ebedî: sonsuzecnebî: yabancı
emniyet: güven, korkusuzlukemniyet-i mütekabile: karşılıklı güven
fısk: günahfıtraten: yaratılış itibariyle
gayr: diğer, başkası, yabancıhayvânî: hayvansal
hemşire: kız kardeşhikmet: sebep, ince sır
hükûmet: idare, yönetimhürmet: saygı
hürmet-i mütekabile: karşılıklı saygı göstermekihsas etmek: hissettirmek
karâbet: yakınlıkkesret-i nesil: neslin çokluğu
mahrem: nikâh düşmeyen, evlenilmesi haram olanmahremiyet: mahremlik, nikâh düşmeme özelliği
malûm: bilinenmatlup: istenen, talep edilen
misilli: benzeri, gibimuhabbet: sevgi
muhabbet-i meşrua: dine uygun, helâl sevgimâbeyn: ara, iki şeyin arası
mübarek: hayırlımüsavi: eşit, denk
mütekabil: karşılıklımüttakî: takva sahibi, Allah’tan korkup emir ve yasaklarını titizlikle uyan
nazar: bakışnazar-ı heves: arzulu bakış
nefis: insanı kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygunefsî: nefisle ilgili
nâmahrem: nikahlanmanın haram olmadığı kişi, yabancısaadet-i hayatiye: hayat mutluluğu
sebebiyet: sebep olmasefahet: zevk ve eğlenceye düşkünlük
sima: yüzsukut-u insaniyet: insanlığın alçalışı
süflî: alçak, âditemâyülât: eğilimler
tesettürsüzlük: açık saçıklıkveyl: yazık
zevc: erkek eş, kocazevce: eş, hanım
şefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgişehvânî: şehvetle ilgili, nefsânî arzularla ilgili
şer’an: şeriat hükmünce, şeriata göre

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dördüncü Lem'a - Sayfa 321

yoktur ki, kesret-i tenasüle taraftar olmasın. Hattâ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:

تَنَاكَحُوا تَكَاثَرُوا فَاِنِّىۤ اُبَاهِى بِكُمُ اْلاُمَمَ 1


(ev kemâ kàl.) Yani, “İzdivaç ediniz, çoğalınız. Ben kıyamette sizin kesretinizle iftihar edeceğim.”

Halbuki tesettürün ref’i, izdivacı teksir etmeyip çok azaltıyor. Çünkü, en serseri ve asrî bir genç dahi refika-i hayatını namuslu ister. Kendi gibi asrî, yani açık saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır, belki de fuhşa sülûk eder.

Kadın öyle değil; o derece kocasını inhisar altına alamaz. Çünkü kadının—aile hayatında müdir-i dahilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve herşeyine muhafaza memuru olduğundan—en esaslı hasleti sadakattir, emniyettir. Açık saçıklık ise, bu sadakati kırar, kocası nazarında emniyeti kaybeder, ona vicdan azabı çektirir. Hattâ erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehâvet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakate zarar olduğu için, ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar. Fakat kocasının vazifesi, ona hazinedarlık ve sadakat değil, belki himâyet ve merhamet ve hürmettir. Onun için, o erkek inhisar altına alınmaz, başka kadınları da nikâh edebilir.

Memleketimiz Avrupa’ya kıyas edilmez. Çünkü orada, düello gibi çok şiddetli vasıtalarla, açık saçıklık içinde namus bir derece muhafaza edilir. İzzet-i nefis sahibi birisinin karısına pis nazarla bakan, boynuna kefenini takar, sonra bakar. Hem memâlik-i bâride olan Avrupa’daki tabiatlar, o memleket gibi bârid ve câmiddirler. Bu Asya, yani âlem-i İslâm kıt’ası, ona nisbeten memâlik-i harredir. Malûmdur ki, muhitin, insanın ahlâkı üzerinde tesiri vardır. O bârid memlekette, soğuk insanlarda hevesât-ı hayvâniyeyi tahrik etmek ve iştahı açmak için


[NOT]Dipnot-1 el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3:269, no: 3366; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1021.[/NOT]





Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
Asya: (bk. bilgiler)
Avrupa: (bk. bilgiler)
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
ahlâk-ı seyyie: kötü ahlâk
asrî: çağdaş, modern
azab: sıkıntı
bârid: soğuk
câmid: cansız, donuk
düello: iki kişi arasında, tanıklar önünde yapılan silâhlı vuruşma
emniyet: güven, korkusuzluk
esaslı: köklü
ev kemâ kâl: veya söylediği gibi
evlâd: çocuklar
ferman etmek: buyurmak
fuhş: çok çirkin, aşağılık, helâl olmayan iş
haslet: huy, özellik
haysiyet: özellik
hazinedarlık: hazine bekçiliği
hevesât-ı hayvâniye: hayvansal hisler, arzular
himâyet: koruma altına alma
hürmet: saygı
iftihar etmek: övünmek
inhisar: sınırlandırma, kontrol
izdivac: evlenme
izdivaç etmek: evlenmek
izzet-i nefis: onur, öz saygı
kesret: çokluk
kesret-i tenasül: neslin çoğalması
kıyamet: dünyanın yıkılıp, âhiret hayatının başlaması
malûm: bilinen
memâlik-i bâride: soğuk memleketler
memâlik-i harre: sıcak memleketler
merhamet: acıma, şefkat
muhafaza: koruma, saklama
muhit: coğrafî bölge, doğal çevre
müdir-i dahilî: iç işleri yöneten
nazarında: gözünde, düşüncesinde
nikâh etmek: evlenmek
nisbeten: kıyasla
refika-i hayat: hayat arkadaşı, eş
ref’: ortadan kaldırma
sadakat: bağlılık
sehâvet: cömertlik
sülûk etmek: yönelmek, bir yola girmek
tabiat: insanların genel yapısı
tahrik etmek: harekete geçirmek
teksir etmek: çoğaltmak
tesettür: örtünme
tesir: etki
vasıta: araç
âlem-i İslâm kıtası: İslâm dünyasının üzerinde bulunduğu bölge

<TBODY>
</TBODY>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dördüncü Lem'a - Sayfa 322

açık saçıklık belki çok sû-i istimâlâta ve isrâfâta medar olmaz. Fakat seriütteessür ve hassas olan memâlik-i harredeki insanların hevesât-ı nefsâniyesini mütemadiyen tehyiç edecek açık saçıklık, elbette çok sû-i istimâlâta ve isrâfâta ve neslin zaafiyetine ve sukut-u kuvvete sebeptir. Bir ayda veya yirmi günde ihtiyac-ı fıtrîye mukabil, her birkaç günde kendini bir israfa mecbur zanneder. O vakit, her ayda on beş gün kadar hayız gibi arızalar münasebetiyle kadından tecennüp etmeye mecbur olduğundan, nefsine mağlûp ise fuhşiyata da meyleder.

Şehirliler, köylülere, bedevîlere bakıp tesettürü kaldıramaz. Çünkü köylerde, bedevîlerde, derd-i maişet meşgalesiyle ve bedenen çalışmak ve yorulmak münasebetiyle, hem şehirlilere nisbeten nazar-ı dikkati az celb eden, mâsûme işçi ve bir derece kaba kadınların kısmen açık olmaları, hevesât-ı nefsâniyeyi tehyice medar olamadığı gibi, serseri ve işsiz adamlar az bulunduğundan, şehirdeki mefâsidin onda biri onlarda bulunmaz. Öyleyse onlara kıyas edilmez.



endOfSection.gif
endOfSection.gif







bedevî
: çölde yaşayan, göçebe







derd-i maişet
: geçim derdi
fuhşiyat: dinen yasaklanan ve haram sayılan davranışlarhassas: duyarlı
hayız: kadınların âdet, kanama hâlihevesât-ı nefsaniye: nefsin hevesleri, arzu ve istekleri
ihtiyac-ı fıtrî: yaratılıştan gelen doğal ihtiyaçisrâfât: israflar, lüzumsuz yere kullanmalar
kısmen: bir miktarkıyas etmek: karşılaştırmak
mağlûp: yenik düşenmedar olmak: sebep olmak, vesile olmak
mefâsid: ahlâkı bozan şeylermemâlik-i harre: sıcak memleketler
meyletmek: eğilim göstermekmeşgale: meşguliyet, çalışma
mukabil: karşılıkmâsûme: masum ve günahsız olan
münasebetiyle: vesilesiyle, sebebiylemütemadiyen: sürekli olarak
nazar-ı dikkat: dikkati celb eden; dikkat çekennefis: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
nesil: soynisbeten: kıyasla
seriütteessür: çabuk ve kolay etkilenensukut-u kuvvet: kuvvetten düşme
sû-i istimâlât: kötüye kullanmalartecennüp etmek: sakınmak, uzak durmak
tehyiç etmek: harekete geçirmek, heyecanlandırmaktesettür: örtünme
zaafiyet: zayıflık, güçsüzlük

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dördüncü Lem'a - Sayfa 323

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 1


Ehl-i iman âhiret hemşirelerim olan kadınlar taifesi ile bir muhaveredir.

Bazı vilâyetlerde taife-i nisâdan samimî ve hararetli bir surette Nurlara karşı alâkalarını gördüğüm ve haddimden pek ziyade, onların Nurlara ait derslerime itimadlarını bildiğim sıralarda, mübarek Isparta’ya ve mânevî Medresetü’z-Zehrâya üçüncü defa geldiğim zaman işittim ki, o mübarek âhiret hemşirelerim olan taife-i nisâ, benden bir ders bekliyorlarmış. Güya vaaz suretinde camilerde onlara bir dersim olacak. Halbuki, ben dört beş vecihle hastayım. Ve hem perişan, hattâ konuşmaya ve düşünmeye iktidarsız bulunduğum halde, bu gece şiddetli bir ihtarla kalbime geldi ki:

“Madem on beş sene evvel gençlerin istemeleriyle Gençlik Rehberi’ni onlar için yazdın ve pek çok istifade edildi. Halbuki hanımlar taifesi, gençlerden daha ziyade bu zamanda öyle bir rehbere muhtaçtırlar.”

Ben de bu ihtara karşı gayet perişan ve zaaf ve aczimle beraber, Üç Nükte ile, gayet muhtasar bazı lüzumlu maddeleri, o mübarek hemşirelerime ve mânevî genç evlâtlarıma beyan ediyorum.

BİRİNCİ NÜKTE

Risale-i Nur’un en mühim bir esası şefkat olmasından, nisâ taifesi şefkat kahramanları bulunmaları cihetiyle daha ziyade Risale-i Nur’la fıtraten alâkadardırlar. Ve lillâhilhamd bu fıtrî alâkadarlık çok yerlerde hissediliyor. Bu şefkatteki fedakârlık, hakikî bir ihlâsı ve mukabelesiz bir fedakârlık mânâsını ifade ettiğinden, şimdi bu zamanda pek çok ehemmiyeti var.

Evet, bir valide veledini tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu



[NOT]Dipnot-1 Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
[/NOT]




Gençlik Rehberi: Risale-i Nur içinde bulunan, gençlere ait meselelerden oluşan bir kitapçık
Isparta: (bk. bilgiler)
Medresetü’z-Zehrâ: (bk. bilgiler)
acz: güçsüzlük
alâkadar: ilgili, bağlantılı
beyan etmek: açıklamak
cihet: yön, şekil
ehemmiyet: değer, önem
ehl-i iman: Allah’a Ondan gelen herşeye inananlar, mü’minler
esas: temel
evlât: çocuklar
evvel: önce
fıtraten: yaratılış itibariyle
fıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
had: sınır, yetki
hakikî: asıl, gerçek
hararetli: çok istekli
hemşire: kız kardeş
ihlâs: içtenlik, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
ihtar: hatırlatma, uyarı
iktidarsız: güçsüz, kuvvetsiz
istifade etmek: faydalanmak
itimad: güven
lillâhilhamd: Allah’a hamd olsun
muhavere: karşılıklı konuşma
muhtasar: kısa, özet
mukabele: karşılık vermek
mübarek: bereketli, hayırlı
mühim: önemli
nükte: ince anlamlı söz
suret: biçim, şekil
taife: grup, topluluk
taife-i nisâ/nisâ taifesi: kadınlar topluluğu
valide: anne
vecih: yön
veled: çocuk
vilâyet: il
zaaf: zayıflık, güçsüzlük
ziyade: çok, fazla
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat
şefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgi

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dördüncü Lem'a - Sayfa 324

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>feda etmesi ve hakikî bir ihlâs ile vazife-i fıtriyesi itibarıyla kendini evlâdına kurban etmesi gösteriyor ki, hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var. Bu kahramanlığın inkişafı ile hem hayat-ı dünyeviyesini, hem hayat-ı ebediyesini onunla kurtarabilir. Fakat bazı fena cereyanlarla, o kuvvetli ve kıymettar seciye inkişaf etmez. Veyahut sû-i istimal edilir. Yüzer nümunelerinden bir küçük nümunesi şudur:

O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. “Oğlum paşa olsun” diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o mâsum çocuğunu, âhirette şefaatçi olmak lâzım gelirken dâvâcı ediyor. O çocuk, “Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?” diye şekvâ edecek. Dünyada da, terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, validesinin harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder.

Eğer hakikî şefkat sû-i istimal edilmeyerek, biçare veledini haps-i ebedî olan Cehennemden ve idam-ı ebedî olan dalâlet içinde ölmekten kurtarmaya o şefkat sırrıyla çalışsa, o veledin bütün ettiği hasenâtının bir misli, validesinin defter-i a’mâline geçeceğinden, validesinin vefatından sonra her vakit hasenatlarıyla ruhuna nurlar yetiştirdiği gibi, âhirette de, değil dâvâcı olmak, bütün ruh u canıyla şefaatçi olup ebedî hayatta ona mübarek bir evlât olur.

Evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir. Bu münasebetle, ben kendi şahsımda kat’î ve daima hissettiğim bu mânâyı beyan ediyorum:

Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum





Avrupa: (bk. bilgiler)beyan etmek: açıklamak
biçare: çaresiz, zavallıcereyan: akım
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inkârcılıkdefter-i a’mâl: amel defteri
ebedî: sonsuzesaslı: köklü
evlât: çocukfena: kötü, çirkin
fıtrî şefkat: doğal, yaratılıştan gelen şefkat, merhamethafız mektebi: Kur’ân-ı Kerimi ezberlemek için gidilen okul
haps-i ebedî: sonsuz bir hapishasenât: iyilikler, sevaplar
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatıhayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatı
helâket: mahvolmaidam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluş
ihlâs: içtenlik, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetmeinkişaf: açığa çıkma
istifade: faydalanmaitibarıyla: özelliğiyle, bakımından
kasem etmek: yemin etmekkat’î: kesin
kıymettar: değerlimerhum: Allah’ın rahmetine kavuşmuş, vefat etmiş
misli: benzerimuallim: öğretmen
mukabele etmek: karşılık vermekmâsum: günahsız
mübarek: hayırlımünasebet: ilişki, bağlantı
nazara almak: göze almaknümune: örnek
ruh-u canıyla: ruhu ve canıylasebebiyet vermek: sebep olmak
seciye: karakter, üstün özelliksû-i istimal: kötüye kullanma
takviye: kuvvetlendirme, güçlendirmeterbiye etmek: yetiştirmek, büyütmek
terbiye-i İslâmiye: İslâm terbiyesitesirli: etkili
valide: annevazife-i fıtriye: yaratılıştan gelen görev
veled: çocukâhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat
üstad: öğretmen, hocaşefaatçi: af için aracılık eden
şefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgişekvâ etmek: şikâyet etmek

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dördüncü Lem'a - Sayfa 325

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.

Ezcümle: Meslek ve meşrebimin dört esasından en mühimi olan şefkat etmek ve Risale-i Nur’un da en büyük hakikati olan acımak ve merhamet etmeyi, o validemin şefkatli fiil ve halinden ve o mânevî derslerinden aldığımı yakînen görüyorum.

Evet, bu hakikî ihlâs ile hakikî bir fedakârlık taşıyan validelik şefkati sû-i istimal edilip, mâsum çocuğunun elmas hazinesi hükmünde olan âhiretini düşünmeyerek, muvakkat fâni şişeler hükmünde olan dünyaya o çocuğun mâsum yüzünü çevirmek ve bu şekilde ona şefkat göstermek, o şefkati sû-i istimal etmektir.

Evet, kadınların şefkat cihetiyle bu kahramanlıklarını hiçbir ücret ve hiçbir mukabele istemeyerek, hiçbir faide-i şahsiye, hiçbir gösteriş mânâsı olmayarak ruhunu feda ettiklerine, o şefkatin küçücük bir nümunesini taşıyan bir tavuğun yavrusunu kurtarmak için arslana saldırması ve ruhunu feda etmesi ispat ediyor.

Şimdi terbiye-i İslâmiyeden ve a’mâl-i uhreviyeden en kıymetli ve en lüzumlu esas, ihlâstır. Bu çeşit şefkatteki kahramanlıkta o hakikî ihlâs bulunuyor. Eğer bu iki nokta o mübarek taifede inkişafa başlasa, daire-i İslâmiyede pek büyük bir saadete medar olur. Halbuki erkeklerin kahramanlıkları mukabelesiz olamıyor; belki yüz cihette mukabele istiyorlar. Hiç olmazsa şan ve şeref istiyorlar. Fakat maattessüf biçare mübarek taife-i nisâiye, zalim erkeklerinin şerlerinden ve tahakkümlerinden kurtulmak için, başka bir tarzda, zaafiyetten ve aczden gelen başka bir nevide riyâkârlığa giriyorlar.

İKİNCİ NÜKTE

Bu sene inzivâda iken ve hayat-ı içtimaiyeden çekildiğim halde, bazı Nurcu kardeşlerimin ve hemşirelerimin hatırları için dünyaya baktım. Benimle görüşen





acz: güçsüzlüka’mâl-i uhreviye: âhirete yönelik àmeller, işler
bina etmek: kurmakbiçare: çaresiz, zavallı
cihet: yön, şekildaire-i İslâmiye: İslâm dairesi
esas: temelezcümle: meselâ, örneğin
faide-i şahsiye: kişisel faydafâni: gelip geçici, ölümlü
fıtrat: yaratılış, mizaçhakikat: asıl, esas
hakikî: asıl, gerçekhayat-ı içtimaiye: sosyal hayat
hemşire: kız kardeşihlâs: içtenlik, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
inkişaf: açığa çıkma, gelişmeinzivâ: yalnız başına bir yere çekilip dünya işleriyle uğraşmamak
kıymetli: değerlimaattessüf: ne yazık ki
medar olmak: sebep olmak, vesile olmakmerhamet: acıma, şefkat etme
merhum: Allah’ın rahmetine kavuşmuş, vefat etmişmeşreb: hareket tarzı, metod
mukabele: karşılık vermemuvakkat: geçici olarak
mübarek: hayırlımüşahede etmek: gözlemlemek
nevi: çeşit, türnükte: ince anlamlı söz
nümune: örnekriyâkârlık: iki yüzlülük
saadet: mutluluksair: başka, diğer
sû-i istimal: kötüye kullanmatahakküm: baskı, zorbalık
taife: grup, topluluktaife-i nisâiye: kadınlar topluluğu
telkinat: telkinler, öğütlerterbiye-i İslâmiye: İslâm terbiyesi
valide: annevalidelik: annelik
yakînen: kesin olarakzaafiyet: zayıflık
zalim: haksızlık edenâhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat
çekirdek-i esasiye: temel çekirdekşefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgi
şer: kötülük

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dördüncü Lem'a - Sayfa 326

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>ekserî dostlardan, kendi ailevî hayatlarından şekvâlar işittim. “Eyvah!” dedim. “İnsanın, hususan Müslümanın tahassungâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmaya başlamış?” dedim. Sebebini aradım. Bildim ki, nasıl İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısıyla din-i İslâma zarar vermek için, gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesâtıyla sefahete sevk etmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de, biçare nisâ taifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki, bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor. Ben de siz hemşirelerime ve gençleriniz olan mânevî evlâtlarıma kat’iyen beyan ediyorum ki:

Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de, bozulmaktan kurtulmanın çare-i yegânesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur. Rusya’da o biçare taifenin ne hale girdiğini işitiyorsunuz. Risale-i Nur’un bir parçasında denilmiş ki:

Aklı başında olan bir adam, refikasına muhabbetini ve sevgisini, beş on senelik fâni ve zâhirî hüsn-ü cemâline bina etmez. Belki, kadınların hüsn-ü cemâlinin en güzeli ve daimîsi, onun şefkatine ve kadınlığa mahsus hüsn-ü sîretine sevgisini bina etmeli—tâ ki, o biçare ihtiyarladıkça, kocasının muhabbeti ona devam etsin. Çünkü onun refikası, yalnız dünya hayatındaki muvakkat bir yardımcı refika değil, belki hayat-ı ebediyesinde ebedî ve sevimli bir refika-i hayat olduğundan, ihtiyarlandıkça daha ziyade hürmet ve merhametle birbirine muhabbet etmek lâzım geliyor. Şimdiki terbiye-i medeniye perdesi altındaki hayvancasına muvakkat bir refakatten sonra ebedî bir mufarakate mâruz kalan o aile hayatı, esasıyla bozuluyor.

Hem Risale-i Nur’un bir cüz’ünde denilmiş ki: Bahtiyardır o adam ki, refika-i ebediyesini kaybetmemek için saliha zevcesini taklit eder, o da salih olur. Hem





Rusya: (bk. bilgiler)ailevî: aile ile ilgili
bahtiyar: talihli, mutlubeyan etmek: açıklamak
bina etmek: kurmakbiçare: çaresiz, zavallı
cihet: tarafcüz’: bölüm
daimî: devamlı, süreklidaire-i İslâmiye: İslâm dairesi
dehşetli: korkunç, ürkütücüdin-i İslâm: İslâm dini
ebedî: sonsuzekserî: çoğunluk, pekçok
esas: temelfâni: gelip geçici, ölümlü
fıtrat: yaratılış, mizaçgafil: Allah’ı düşünmeyen ve sorumluluklarından habersiz
hayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatıhayat-ı içtimaiye: sosyal hayat
hemşire: kız kardeşhevesât: gelip geçici arzu ve istekler
hususan: bilhassa, özelliklehüsn-ü cemâl: güzellik
hüsn-ü sîret: ahlâk güzelliğikat’iyen: kesinlikle
komite: bir maksat çerçevesinde toplanmış cemiyetmerhamet: acıma, şefkat
millet-i İslâm: İslâm milletimufarakat: ayrılık
muhabbet: sevgimuvakkat: geçici olarak
mânevî evlât: mânevi çocukmâruz kalma: yüz yüze gelme
nevi: çeşit, türnisâ taifesi: kadınlar topluluğu
refakat: arkadaşlıkrefika: eş, hanım
refika-i ebediye: sonsuza kadar arkadaş olarak kalacak olan eş, hanımrefika-i hayat: hayat arkadaşı, eş
saadet-i dünyeviye: dünyaya ait mutluluksaadet-i uhreviye: âhiret hayatındaki mutluluk
salih: dinin emir ve yasaklarına eksiksiz olarak uyan kişisaliha: dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden kadın
seciye: karakter, üstün özelliksefahet: yasak zevk ve eğlenceye düşkünlük
sevk etmek: yöneltmeksuret: biçim, şekil
tahassungâh: sığınma yeri, sığınaktaife: grup, topluluk
terbiye-i diniye: dinî eğitim, ahlâkî terbiyeterbiye-i medeniye: çağdaş eğitim
ulvî: yüce, büyükzevce: eş, hanım
ziyade: çok, fazlazâhirî: dış görünüşteki
çare-i yegâne: tek çareşefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgi
şekvâ: şikayet, yakınma

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dördüncü Lem'a - Sayfa 327

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>bahtiyardır o kadın ki, kocasını mütedeyyin görür, ebedî dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur, saadet-i dünyeviyesi içinde saadet-i uhreviyesini kazanır. Bedbahttır o adam ki, sefahete girmiş zevcesine ittibâ eder, vazgeçirmeye çalışmaz, kendisi de iştirak eder. Bedbahttır o kadın ki, zevcinin fıskına bakar, onu başka bir surette taklit eder. Veyl o zevc ve zevceye ki, birbirini ateşe atmakta yardım eder. Yani, medeniyet fantaziyelerine birbirini teşvik eder.

İşte, Risale-i Nur’un bu mealdeki cümlelerinin mânâsı budur ki: Bu zamanda aile hayatının ve dünyevî ve uhrevî saadetinin ve kadınlarda ulvî seciyelerin inkişafının sebebi, yalnız daire-i şeriattaki âdâb-ı İslâmiyetle olabilir. Şimdi aile hayatında en mühim nokta budur ki, kadın, kocasında fenalık ve sadakatsizlik görse, o da kocasının inadına, kadının vazife-i ailevîsi olan sadakat ve emniyeti bozsa, aynen askeriyedeki itaatin bozulması gibi, o aile hayatının fabrikası zîrüzeber olur. Belki o kadın, elinden geldiği kadar kocasının kusurunu ıslaha çalışmalıdır ki, ebedî arkadaşını kurtarsın. Yoksa, o da kendini açıklık ve saçıklıkla başkalara göstermeye ve sevdirmeye çalışsa, her cihetle zarar eder. Çünkü hakikî sadakati bırakan, dünyada da cezasını görür. Çünkü nâmahremlerin nazarından fıtratı korkar, sıkılır, çekilir. Nâmahrem yirmi erkeğin on sekizinin nazarından istiskal eder. Erkek ise, nâmahrem yüz kadından, ancak birisinden istiskal eder, bakmasından sıkılır. Kadın o cihette azap çektiği gibi, sadakatsizlik ittihamı altına girer, zaafiyetiyle beraber; hukukunu muhafaza edemez.

Elhasıl: Nasıl ki kadınlar kahramanlıkta, ihlâsta, şefkat itibarıyla erkeklere benzemedikleri gibi, erkekler de o kahramanlıkta onlara yetişemiyorlar. Öyle de, o mâsum hanımlar dahi, sefahette hiçbir vecihle erkeklere yetişemezler. Onun için, fıtratlarıyla ve zayıf hilkatleriyle nâmahremlerden şiddetli korkarlar ve çarşaf altında saklanmaya kendilerini mecbur bilirler. Çünkü, erkek sekiz dakika zevk ve lezzet için sefahete girse, ancak sekiz lira kadar birşey zarar eder. Fakat kadın sekiz dakika sefahetteki zevkin cezası olarak, dünyada dahi sekiz ay





bahtiyar: talihli, mutlubedbaht: talihsiz, bahtsız
cihet: yöndaire-i şeriat: Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin bulunduğu daire
dünyevî: dünyaya aitebedî: sonsuz
elhasıl: kısaca, özetleemniyet: güven
fantaziye: eğlence, zevk ve heveslere hitap eden davranışlarfenalık: kötülük, çirkinlik
fısk: günahfıtrat: yaratılış, mizaç
hakikî: gerçekhilkat: yaratılış
hukuk: haklarihlâs: içten ve karşılık beklemeden yapılan davranış, samimiyet
inkişaf: açığa çıkma, gelişmeistiskal etmek: ağır bulmak, sıkılmak
itaat: emre uyma, boyun eğmeitibarıyla: açısından
ittibâ etmek: tâbi olmak, uymakittiham: suçlama
iştirak etmek: katılmakmeal: anlam
mecbur: zorunlumuhafaza etmek: korumak, saklamak
mâsum: günahsız, safmühim: önemli
mütedeyyin: dinin emirlerini eksiksiz yerine getiren, dindarnazar: bakış
nâmahrem: nikahlanmanın haram olmadığı kişi, yabancı kişisaadet: mutluluk
saadet-i dünyeviye: dünyaya ait mutluluksaadet-i uhreviye: âhiret hayatındaki mutluluk
sadakat: içten bağlılıkseciye: karakter, üstün özellik
sefahet: yasak zevk ve eğlenceye düşkünlüksuret: biçim, şekil
teşvik etmek: yönlendirmek, özendirmekuhrevî: âhirete ait
ulvî: yüce, büyükvazife-i ailevî: aile ile ilgili görev
vecih: yönveyl: yazık
zaafiyet: zayıflık, güçsüzlükzevc: erkek eş, koca
zevce: eş, hanımzîrüzeber olmak: alt üst, darma dağınık olmak
âdâb-ı İslâmiyet: İslâmiyetin terbiye kurallarııslah: düzeltme, iyileştirme
şefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgi

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dördüncü Lem'a - Sayfa 328

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>ağır bir yükü karnında taşır ve sekiz sene de o hâmisiz çocuğun terbiyesinin meşakkatine girdiği için, sefahette erkeklere yetişemez, yüz derece fazla cezasını çeker.

Az olmayan bu nevi vukuat da gösteriyor ki, mübarek taife-i nisâiye, fıtraten yüksek ahlâka menşe olduğu gibi, fısk ve sefahette dünya zevki için kabiliyetleri yok hükmündedir. Demek onlar daire-i terbiye-i İslâmiye içinde mes’ut bir aile hayatını geçirmeye mahsus bir nevi mübarek mahlûkturlar. Bu mübarekleri ifsad eden komiteler kahrolsunlar! Allah, bu hemşirelerimi de bu serserilerin şerlerinden muhafaza eylesin. Âmin.

Hemşirelerim, mahremce bu sözümü size söylüyorum:

Maişet derdi için, serseri, ahlâksız, frenkmeşrep bir kocanın tahakkümü altına girmektense, fıtratınızdaki iktisat ve kanaatle, köylü mâsum kadınların nafakalarını kendileri çıkarmak için çalışmaları nev’inden kendinizi idareye çalışınız, satmaya çalışmayınız. Şayet size münasip olmayan bir erkek kısmet olsa, siz kısmetinize razı olunuz ve kanaat ediniz. İnşaallah, rızanız ve kanaatinizle o da ıslah olur. Yoksa, şimdiki işittiğim gibi, mahkemelere boşanmak için müracaat edeceksiniz. Bu da, haysiyet-i İslâmiye ve şeref-i milliyemize yakışmaz.

ÜÇÜNCÜ NÜKTE

Aziz hemşirelerim, kat’iyen biliniz ki, daire-i meşruanın haricindeki zevklerde, lezzetlerde, on derece onlardan ziyade elemler ve zahmetler bulunduğunu, Risale-i Nur yüzer kuvvetli delillerle, hadisatlarla ispat etmiştir. Uzun tafsilâtını Risale-i Nur’da bulabilirsiniz.

Ezcümle, Küçük Sözler’den Altıncı, Yedinci, Sekizinci Sözler ve Gençlik Rehberi benim bedelime sizlere tam bu hakikati gösterecek. Onun için, daire-i meşruadaki keyfe iktifâ ediniz ve kanaat getiriniz. Sizin hanenizdeki mâsum evlâtlarınızla mâsûmâne sohbet, yüzer sinemadan daha ziyade zevklidir.





Gençlik Rehberi: Risale-i Nur içinde bulunan gençlere ait meselelerden oluşan bir kitapçıkKüçük Sözler: Sözler kitabı içerisinden alınmış olan bazı bölümlerden oluşan kitapçık
aziz: çok değerli, izzetlidaire-i meşrua: dinin uygun gördüğü helâl daire
daire-i terbiye-i İslâmiye: İslâmiyetin terbiye dairesielem: acı, keder
evlât: çocuklarezcümle: örneğin
frenkmeşrep: Avrupalıları taklit edenfısk: günah
fıtrat: yaratılış, mizaçfıtraten: yaratılış itibariyle
hadisat: hâdiseler, olaylarhakikat: gerçek
hane: evharicinde: dışında
haysiyet-i İslâmiye: İslâmiyetin değeri, şerefihemşire: kız kardeş
hâmisiz: koruyucusuzifsad eden: bozan
iktifâ etmek: yetinmekiktisat: tutumlu olma
inşaallah: Allah izin verirsekabiliyet: yetenek
kanaat: Allah’ın nasip ettiği rızka razı olma, yetinmekanaat getirmek: elindekiyle yetinmek
kat’iyen: kesin olarakkomite: heyet, komisyon
mahlûk: yaratılmış, varlıkmahrem: gizliliği olan
mahsus: has, özelmaişet: geçim
menşe: kaynakmes’ut: mutlu
meşakkat: güçlük, zorlukmuhafaza: koruma, saklama
mâsum: günahsız, temiz, safmâsûmâne: suçsuz, günahsız bir biçimde
mübarek: hayırlımünasip: uygun
müracaat etmek: başvurmaknafaka: geçim için gerekli olan şey
nevi: çeşit, türnükte: ince ve derin anlamlı söz
rıza: hoşnutluksefahat: yasak zevk ve eğlenceye düşkünlük
tafsilât: ayrıntılartahakküm: baskı, zorbalık
taife-i nisâiye: kadınlar topluluğuterbiye: eğitim, yetiştirme
vukuat: meydana gelen olaylarziyade: çok, fazla
âmin: “Allahım kabul eyle”ıslah olmak: kötülüklerden kurtulup doğru yolu bulmak
şer: kötülükşeref-i milliye: millete ait şeref

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Dördüncü Lem'a - Sayfa 329

Hem kat’iyen biliniz ki, bu hayat-ı dünyeviyede hakikî lezzet iman dairesindedir ve imandadır. Ve a’mâl-i salihanın herbirisinde bir mânevî lezzet var. Ve dalâlet ve sefahette, bu dünyada dahi gayet acı ve çirkin elemler bulunduğunu Risale-i Nur yüzer kat’î delillerle ispat etmiştir. Adeta imanda bir Cennet çekirdeği ve dalâlette ve sefahette bir Cehennem çekirdeği bulunduğunu, ben kendim çok tecrübelerle ve hadiselerle aynelyakin görmüşüm ve Risale-i Nur’da bu hakikat tekrar ile yazılmış. En şedit muannit ve muterizlerin eline girip, hem resmî ehl-i vukuflar ve mahkemeler o hakikati cerh edememişler. Şimdi sizin gibi mübarek ve mâsum hemşirelerime ve evlâtlarım hükmünde küçüklerinize, başta Tesettür Risalesi ve Gençlik Rehberi ve Küçük Sözler benim bedelime sizlere ders versin.

Ben işittim ki, benim size camide ders vermekliğimi arzu ediyorsunuz. Fakat benim perişaniyetimle beraber hastalığım ve çok esbab, bu vaziyete müsaade etmiyor. Ben de sizin için yazdığım bu dersimi okuyan ve kabul eden bütün hemşirelerimi, bütün mânevî kazançlarıma ve dualarıma Nur şakirtleri gibi dahil etmeye karar verdim. Eğer siz benim bedelime Risale-i Nur’u kısmen elde edip okusanız veya dinleseniz, o vakit, kaidemiz mûcibince, bütün kardeşleriniz olan Nur şakirtlerinin mânevî kazançlarına ve dualarına da hissedar oluyorsunuz.

Ben şimdi daha ziyade yazacaktım. Fakat çok hasta ve çok zayıf ve çok ihtiyar ve tashihat gibi çok vazifelerim bulunduğundan, şimdilik bu kadarla iktifâ ettim.


اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى 1

Duanıza muhtaç kardeşiniz


Said Nursî



endOfSection.gif
endOfSection.gif




[NOT]Dipnot-1 Bâkî olan sadece Odur.[/NOT]





Gençlik Rehberi: Risale-i Nur içinde bulunan gençlere ait meselelerden oluşan bir kitapçık
Küçük Sözler: Sözler kitabı içerisinden alınmış olan bazı bölümlerden oluşan kitapçık
Nur şakirtleri: Risale-i Nur talebeleri
Tesettür Risalesi: 24. Lem’a örtünmeyle ilgili olan kitapçık
aynelyakîn: gözle görerek kesin bilgi edinme
a’mâl-i saliha: dinin emir ve yasaklarına uygun davranışlar
bedel: karşılık
cerh etmek: çürütmek
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inkârcılık
ehl-i vukuf: bilirkişi
elem: acı, keder
esbab: sebepler
evlât: çocuklar
hakikat: doğru gerçek
hakikî: gerçek
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı
hemşire: kız kardeş
hissedar: pay sahibi
iktifâ etmek: yetinmek
kaide: kural, prensip
kat’iyen: kesin olarak
kat’î: kesin
muannit: inatçı
muteriz: itiraz eden
mâsum: günahsız, temiz, saf
mûcibince: gereğince
mübarek: uğurlu, hayırlı
müsaade etmek: izin vermek
perişaniyet: perişanlık
sefahet: yasak zevk ve eğlenceye düşkünlük
tashihat: bir eser üzerinde, yanlışları gidermek amacıyla yapılan düzeltmeler
vaziyet: durum
ziyade: çok, fazla
şedit: şiddetli

<TBODY>
</TBODY>
 
Üst