Risale-i Nur Soru Cevap 1 : Ülfet

teblið

Vefasýz
Rahman ve Rahim olan Allah'ın (c.c) adıyla...

Her hafta siz değerli müslümanlarla Risale-i Nurdan belirli bölümler tesbit ederek, soru cevap şeklinde anlamadığımız ve ya konuya vakıf olmadığımız meseleler üzerinde fikir alışverişinde bulunmak istedik..Bilmediklerimiz öğrenmek ,bildiklerimizide nasibimizce öğretmek adına bu dersimizin ilk konusunu siz kıymetli müslümanlarla paylaşmak istedik;

Bu hafta Ülfet konusunu ele alırsak; ve Risalei Nurdan şu mubarek söz le yola çıkalım dilerseniz ...,,

İnsanları fikren dalalete atan sebeblerden biri; ülfeti, ilim telakki etmeleridir. Yani melufları olan (önceden beri alışageldikleri) şeyleri kendilerince malûm bilirler. Hattâ ülfet dolayısıyla âdiyata (sıradan zannettikleri şeylere) teemmül edip (dikkatle düşünüp) ehemmiyet vermezler.

Halbuki ülfetlerinden dolayı malûm zannettikleri o âdi şeyler, birer hârika ve birer mu'cize-i kudret oldukları halde, ülfet saikasıyla (yönlendirmesiyle) onları teemmüle, dikkate almıyorlar; tâ onların fevkinde (üstünde) olan tecelliyat-ı seyyaleye (akıp duran tecellilere) im'an-ı nazar edebilsinler (dikkatle bakabilsinler).

Bunların meseli (hâli) deniz kenarında durup, denizin içerisindeki hayvanata ve sair garib hâlâtına (hallerine) bakmayarak, yalnız rüzgâr ile husule gelen (oluşan) dalgalara ve şemsin şuaatından (güneşin ışıklarından) peyda olan parıltısına dikkat etmekle Mâlik-ül Bihar (denizlerin sahibi) olan Allah'ın azametine (büyüklüğüne) delil getiren adamın meseli (hâli) gibidir." (Mesnevî-i Nuriye)

İnsanların arza (dünyaya) ait malûmat ve müsellemat-ı bedihiyatları (çok açık zannettikleri şeyler) ülfete mebnîdir (alışkanlık üzerine kurulmuştur).

Ülfet ise, cehl-i mürekkeb (bilmediği halde bildiğini zannetmek) üstüne serilmiş bir perdedir. Hakikate bakılırsa zannettikleri ilim, cehildir. Bu sırra binaendir ki, Kur'an âyetleriyle insanların nazarını melufatları olan (alışık oldukları) şeylere çeviriyor. Âyetler, necimler (yıldızlar) gibi ülfet perdesini deler atar. İnsanın kulağından tutar, başını eğdirir. O ülfetin altındaki havarik-ul âdât (adetleri yırtan) mu'cizeleri o âdiyat (sıradan şeyler) içerisinde gösterir." (Mesnevî-i Nuriye)

Şimdi şu sorunun cevabını arayalım hep beraber inşl..
Ülfetin hayatımızda çok büyük tahribatı var. Bizler bu ülfete karşı nasıl kendimizi muhafaza edebir, ruhtaki heyacan ve cevelanımzı nasıl diri tutabilriz?

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Risale-i Nur soru - cevap (ÜLFET)


İnsanları fikren dalalete atan sebeblerden biri; ülfeti, ilim telakki etmeleridir. Yani melufları olan (önceden beri alışageldikleri) şeyleri kendilerince malûm bilirler. Hattâ ülfet dolayısıyla âdiyata (sıradan zannettikleri şeylere) teemmül edip (dikkatle düşünüp) ehemmiyet vermezler.

İlim durağan bir şey değildir. Allah'ın isimleri ve isimlerinin tecellileri sonsuzdur. Kainattaski bütün isimler Allah'ın cc. sıfat ve isimlerinin tecellilerinden meydana geliyor. Bu tecelliler sonsuz olunca, ilminde bir yerde bitmiş olması mümkün değildir. İmam-ı Azam gibi bir mezheb aliminin söylediği şu söz "Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım başım göğe ererdi." ilmin ne derece sonsuz olduğunu anlamaya kafidir. Bildiğini zananedip onunla yetinmek cahilliğin ta kendisidir.

Halbuki ülfetlerinden dolayı malûm zannettikleri o âdi şeyler, birer hârika ve birer mu'cize-i kudret oldukları halde, ülfet saikasıyla (yönlendirmesiyle) onları teemmüle, dikkate almıyorlar; tâ onların fevkinde (üstünde) olan tecelliyat-ı seyyaleye (akıp duran tecellilere) im'an-ı nazar edebilsinler (dikkatle bakabilsinler).

Ülfet Alışma, alışkanlık; birisiyle münâsebette bulunmak, ünsiyet, ahbaplık, dostluk, huy etme, görüşme, konuşma
gibi manalara geliyor. Yukarıdaki alıntıda kullanılan manası, daha çok huy edinmeye karşılık geliyor. Yani ömrünün herhangi bir devresinde öğrenilmiş olan ilmi yeterli görme, bunun ilerisine ihtiyaç duymama gibi bir anlam çıkıyor. Mesela tıb bir ilimdir. O ilmin içinde daha bir çok ilim vardır. Dahiliye, ortopedi, beyin cerrahi gibi. Her geçen gün tıbtaki gelişmeler, bulunan yenilikler, o ilmin asırlardır bitmemiş olması, daha da her geçen gün hayret edilecek gelişmelerin olması; ülfetin, bildiğini ilim zannetmenin ne kadar yersiz olduğunu gösteriyor. Bir insan ömrünü harcayıp Allahın yaratmış olduğu sadece bir cildi araştırıp inceleyerek, profesör vs. olup, onun sadece hastalıklarına müdahelede bulunabiliyor. O cildi yapmaya ilmi yetmiyor. Bütün tıb ilimlerini sonra diğer ilimleri de buna kıyas ettiğimizde ilmin ne derece bir umman olduğunu idrak edebiliriz. Allah'ın kainattaki tecellileri ve faaliyetleri aralıksız devam ediyor. Devam eden bu tecelliler de ilmin daimi oluşuna işarettir. Tükenmeyen bir hazine olduğunu gösterir.

Bunların meseli (hâli) deniz kenarında durup, denizin içerisindeki hayvanata ve sair garib hâlâtına (hallerine) bakmayarak, yalnız rüzgâr ile husule gelen (oluşan) dalgalara ve şemsin şuaatından (güneşin ışıklarından) peyda olan parıltısına dikkat etmekle Mâlik-ül Bihar (denizlerin sahibi) olan Allah'ın azametine (büyüklüğüne) delil getiren adamın meseli (hâli) gibidir." (Mesnevî-i Nuriye)

Deniz bakıldığında mavi, üzeri dalgalı ve güneş veya ayın ışığını yansıtan bir su birikintisi gibi görünür. İnsan sadece denizin bu görüntüsüne bakıp ben denizi biliyorum derse, bu o ilimde ülfet etmektir. Onun haricine kendini kapamış ki ben denizi biliyorum diyor. Bildiğini zannetmek, bilmediğine delildir. Halbuki denizin içinde denizin kendisinden daha büyük kitapları içine alacak ilimler var. Denizler mürekkep, ormanlardaki ağaçlar kağıt olsa o ilimleri yazmak için yetmez. Denizin içindeki canlılar, onların denize uygun şekilde yaratılması, içindekilerin rızıklandırılması, neye ihtiyaç duydukları, herbir ihtiyaçlarının gözetiliyor olmaları, denizin taşmaması için kainattaki diğer cisimlerle irtibatı gibi sayısız ilimler içinde vardır. Denizin dalgasından, üzerindeki parıltılardan Allaha yol bulmak, Allaha delil getirmek için yeterli olabilir. Burda herkes denizin içindeki ilmi bilecek denmiyor. Benim anladığım hayatta öğreneceğimiz herşeyin, denizin içinde ancak bir damla hükmünde olabileceği.

İnsanların arza (dünyaya) ait malûmat ve müsellemat-ı bedihiyatları (çok açık zannettikleri şeyler) ülfete mebnîdir (alışkanlık üzerine kurulmuştur).

Ülfet ise, cehl-i mürekkeb (bilmediği halde bildiğini zannetmek) üstüne serilmiş bir perdedir. Hakikate bakılırsa zannettikleri ilim, cehildir. Bu sırra binaendir ki, Kur'an âyetleriyle insanların nazarını melufatları olan (alışık oldukları) şeylere çeviriyor. Âyetler, necimler (yıldızlar) gibi ülfet perdesini deler atar. İnsanın kulağından tutar, başını eğdirir. O ülfetin altındaki havarik-ul âdât (adetleri yırtan) mu'cizeleri o âdiyat (sıradan şeyler) içerisinde gösterir." (Mesnevî-i Nuriye)

Allah en ülfet ettiğimiz şeylere, yani bunun ne önemi var diye kendi kendimize bilmişlik yaptığımız şeylere dikkatimizi çekiyor ayetleriyle. Bir sineği misal veriyor. Halbuki sinek hergün gözümüzün önünde, onu bildiğimizi zannediyoruz. Oysa sinekte ne ilimler var, ondan alınacak ne dersler var. İlimde ülfet etmeyenlerden olmak temennisiyle, amin.


 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Risale-i Nur soru - cevap (ÜLFET)

"Ülfet ve âdet ve yeknesaklık (monotonluk) perdeleri altında çok hârika hakikatler gizleniyor gördüm. Bilhassa ehl-i gaflet ve ehl-i tabiat ve felsefenin dinsiz kısmı, bu âdetullah kanunlarının (yaradılış kanunlarının) perdesi altında çok mu'cizat-ı kudret-i İlahiyeyi (Allah'ın kudret mucizelerini) görmeyip; dağ gibi bir hakikatı, zerre gibi bir âdi esbaba (sebeblere) isnad eder, yükletir. Kadîr-i Mutlak'ın, her şeydeki marifet (Allah'ı tanıma) yolunu seddeder (kapatır). Ondaki nimetleri kör olup görmeyerek, şükür ve hamd kapısını kapıyorlar." (Emirdağ Lahikası)

İşte ülfete düşen insan etrafındaki nice eserleri göremez, duyamaz, anlayamaz. Nimetlerin kıymetini bilemez Allah'ın kusursuz işleyen ve her an hayrete düşürecek kadar muhteşem yarattığı alemi gayet sıradanmışcasına seyreder artık bu noktada ülfet, tefekkürü ortadan kaldırmış Bediüzzaman'ın tabiriyle seddedip kapatmıştır.

Birşeyin sürekliliği o şeye olan heyecan ve merakı azaltır. Yani; bir insan sürekli nefes alıp verdiği için bu olay onun nazarında gayet sıradan ve olması gerekendir oysa tefekkür edip düşünse bir tek nefes için nasıl muazzam bir sistemin çalıştığını onlarca organ, kas, vs. bu bir tek nefes için elbirliği edip işlerini kusursuzca yerine getirdiğini ve yine düşünse o önemsemediği bir nefes onun bütün bir bedenini ayakta tutuyor. Yediği besinlerin dahi parçalanması ve enerjiye dönüşebilmesi için oksijene ihtiyacı var peki bu oksijeni nereden alıyor? işte o gayet doğal gördüğü, alıştığı, doğduğu günden beri onunla olan nefesten.....

Karıncaların akciğerleri yoktur mesela onların vucutlarınada oksijen lazım oysa ki ve bu oksijen karıncanın tüm bedenine yayılmış küçük deliklerden girip karbondioksitse yine aynı deliklerden dışarıya çıkıyor. Baktığımızda sıradan, dikkate değer görmediğimiz bu karınca ömrü boyunca hiç durmadan çalışıyor peki bu karıncaya dünya var olduğundan beri aynı çalışma azmini aynı hissiyatı ve aynı sistematiği veren nedir? Dünyanın her yerinde karınca yuvaları aynı şekildedir düzen,intizam, yuvanın işleyişi, hiyerarşi aynıdır. Birbirlerinden haberleri dahi olmayan bu mahlukatlar nereden biliyor neyi nasıl yapacaklarını. işte ehl-i gaflet karıncanın bunca ihtişamlı yaratılmışlığını sadece tabiatın gerekliliği olarak görür. Çünkü sadece baktığını görür, gördüğünü tefekkür etmez....Velhasıl nimetler sonsuz,hikmetler sonsuz yukarıda ki iki örnekle kifayet ediyoruz oysa bu sonsuz nimetleri tefekkür insan ömrüne sığmaz. Değil bir ömre binlerce ömrümüz olsa yetecek kadar heyecan, cevelan halk eylemiş Rabbimiz...Elhamdülillah...

İşte risale-i nur'lar aslında baktığımızda esas manasıyla bu ülfeti kırmak içindir...İnsanı sürekli olarak hikmetli derslerle tefekküre yöneltir. Gördüğünün sade bir eşya değil paha biçilemez bir kıymet sonsuz şükre layık bir nimet olduğunu gösterir...

Ülfetin hayatımızda çok büyük tahribatı var. Bizler bu ülfete karşı nasıl kendimizi muhafaza edebir, ruhtaki heyacan ve cevelanımzı nasıl diri tutabilriz?

"Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir. İşte himmetiniz şevke binip mübareze-i hayat meydanına çıktığı vakit, en evvel düşman-ı şedid olan yeis rast gelir. Kuvve-i maneviyesini kırar. Siz o düşmana karşı (Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz -Zümer, 53-) kılıncını istimal ediniz." (Münazarat)

Hata ve kusurlarımızdan Allah'a sığınıyoruz... Selam, vesselamet....

 

teblið

Vefasýz
Cevap: Risale-i Nur soru - cevap (ÜLFET)

Varlığa "var edicisi açısından bakma" denilebilecek olan birinci bakış; insanı hem zihin, hem duygu bakımından varlıkla bütünleştirir; her şey o aşkın varlığın delili olduğundan başka O'nun tanıtıcısı olarak görülür. Bu bakışı prensip edinen bir kimsenin dünyasında büyük-küçük, canlı-cansız her şey değerlidir, her şey kıymetlidir. Öyle ki her varlıkta O'nun varlığı, her iyilikte O'nun lütfu, her ikramda O'nun cömertliği, kısacası her güzellikte O'nun güzelliği görülür. Varlıklar, rahmetler, şefkatler, güzellikler O'nu tanıttığı için bir tür manevî hazine, manevî mücevher mesabesinde olur.

Bu mucizevi Rahmeti görmemizi engeleyen ÜLFET PERDESİNİ neyle yok edebiliriz..Ülfetin tedavisi veya tabiri cazi ise REÇETESİ ne olabilir ???
 

faris

Well-known member
Cevap: Risale-i Nur soru - cevap (ÜLFET)

Bu hususta latif bir örnekte ben vermek isterim şöyle ki;

Dallarına tadella takılmış ağacın altında oturan çocuğa adam sormuş evladım bu tadellaları bu dallara kim taktı? Çocuk; amca kimse takmadı deyince, adam "olur mu evladım onun fabrikası bizim memlekette 400 dönüm üzerine kurulu fabrikada şu kadar gıda mühendisi bu kadar işcisi, şekeri şuradan, fındığı buradan gelmekte" demiş. Çocuk "peki o tadellalardan birini alıp yerine bir nar tanesi taksak o zaman ne dersin şu odun parçası mı yaptı diyeceksin? Senin bir tadellan için felanca yerde yüzlerce dönüme kurulmuş fabrikada çeşitli bilim adamları ve her bir maddesi bir yerden geliyorken şu bir eşi ve benzeri dahi olmayan bu lezzetli yiyeceği bir odun parçasının yaptığını mı söyleyeceksin. Madem hal böyledir bir tek ağaçta dahi böyle binler harikalar ve sanatları bizlere gösteren Rabbimize o harikaları düşünerek tefekkür ederek şükretmeliyiz. Nar ağacı işte ya da elma ağacı işte demeden her bir hadisede o hadisenin sanatkarını sanatında tefekkür etmeliyiz. Bazen bakıyoruz açık arttırma da milyonlara tablolar resimler satılmakta. Adam onu duvarına asıyor karşısına geçip tefekkür ediyor. O tabloyu her gören her gördüğünde onda çeşitli güzellikleri düşünüyor. Paha biçilmez bu tablolar bir faninin eseri iken bunca tefekkürü yapıyoruz ama şu kainatı sanatlı ve güzel şekilde yaratan Rabbimizi bildiğimiz halde sanatını ve güzelliklerini tefekkür etmeden geçiştiriyoruz.

Bir otele tatile gidiyor, tatil dönüşü çevremize o otelde gördüklerimizi çok güzeldi şöyle oyun bahçeleri böyle havuzu, saunası, odaları, bahçeleri vesaireleri var diyoruz. Ama şu kainatı ne kendimize ne de bir başkasına o oteli anlattığımızın onda biri kadar anlatmıyoruz.

Ya geçen bir restauranta gittim, ustalar harika lezzetli yemek yapıyorlar. sözünü çevremize çok anlatıyoruz. Ama bize o nimeti veren Rabbimizin nimetlerini anlatmıyoruz. İneğe otu yediriyor, süt verdiriyor demiyoruz, demediğimiz gibi bunu tefekkür dahi etmiyoruz.


Bu mucizevi Rahmeti görmemizi engeleyen ÜLFET PERDESİNİ neyle yok edebiliriz..Ülfetin tedavisi veya tabiri cazi ise REÇETESİ ne olabilir ???

Bu acip asrın bu acip hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın tiryak misâl ilâçlarının nâşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metîn, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sadık, fedakâr şakirtleri mukavemet edebilir. Öyleyse, herşeyden evvel onun dairesine girmeli, sadakatle, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam itimadla ona yapışmak lâzım ki, o acip hastalığın tesirinden kurtulsun. (Kastamonu Lahikası)
 
Üst