Yirminci Lem'a

Ukbaa

Well-known member


Yirminci Lem’a

İhlâs hakkında


On Yedinci Lem’anın On Yedinci Notasının Yedi Meselesinden, Beş Noktadan ibaret olan İkinci meselesinin Birinci Noktası iken, ehemmiyetine binaen Yirminci Lem’a oldu.


besmele.jpg

اِنَّآ اَنْزَلْنَا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللهَ مُخْلِصًا لَهُ الدِّينُ اَلاَ ِللهِ الدِّينُ الْخَالِصُ 1

âyetiyle ve
هَلَكَ النَّاسُ اِلاَّ الْعاَلِمُونَ وَهَلَكَ الْعَالِمُونَ اِلاَّ الْعَامِلوُنَ وَهَلَكَ الْعَامِلُونَ اِلاَّ الْمُخْلِصُونَ وَالْمُخْلِصُونَ عَلٰى خَطَرٍ عَظِيمٍ 2



(ev kemâ kàl) hadis-i şerifi, ikisi de ihlâs ne kadar İslâmiyette mühim bir esas olduğunu gösteriyorlar. Bu ihlâs meselesinin hadsiz nüktelerinden yalnız Beş Noktayı muhtasaran beyan ederiz.

TENBİH: Bu mübarek Isparta’nın medar-ı şükran bir hüsn-ü taliidir ki, ondaki ehl-i takvâ ve ehl-i tarikat ve ehl-i ilmin, sair yerlere nisbeten, rekabetkârâne ihtilâfları görünmüyor. Gerçi lâzım olan hakikî muhabbet ve ittifak yoksa da, zararlı muhalefet ve rekabet de başka yerlere nisbeten yoktur.


[NOT]Dipnot-1 “Muhakkak ki Biz sana kitabı hak ile indirdik. İbadetini ihlâs ile Ona yönelterek sadece Allah’a kulluk et. Bilin ki, şirkten ve riyadan uzak hâlis din Allah’a mahsustur.” Zümer Sûresi, 39:2-3.

Dipnot-2 “İnsanlar helâk oldu-âlimler müstesna. Âlimler de helâk oldu-ilmiyle amel edenler müstesna. Amel edenler de helâk oldu-ihlâs sahipleri müstesna. İhlâs sahiplerine gelince, onlar da pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar.” bk. Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 2:415; Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn 3:414.

[/NOT]


Isparta: (bk. bilgiler)
beyan etmek: açıklamak
binaen: dayanarak
ehemmiyet: değer, önem
ehl-i ilim: ilimle uğraşan kişiler, âlimler
ehl-i takvâ: takvâ sahipleri
ehl-i tarikat: tarikata mensup olanlar
esas: temel
ev kemâ kàl: veya buna benzer şekilde buyurduğu gibi
hadis-i şerif: Peygamberimize ait söz, emir ve davranış
hadsiz: sayısız, sınırsız
hakikî: asıl, gerçek
hüsn-ü tali: güzel kısmet, baht
ibaret olan: meydana gelen, oluşan
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme; samimiyet
ihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık
ittifak: anlaşma, birlik
lem’a: parıltı
medar-ı şükran: şükür sebebi
muhabbet: sevgi
muhalefet: aykırı davranma, ters düşme
muhtasaran: özet olarak
mübarek: bereketli, hayırlı
mühim: önemli
nisbeten: kıyasla
nokta: konu, bölüm
nota: bildiri
nükte: derin ve ince anlamlı söz
rekabetkârâne: rekabet edercesine
sair: diğer
tenbih: ikaz, uyarı
âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirminci Lem'a - Sayfa 253

Birinci Nokta

Mühim ve müthiş bir sual: Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hattâ ehl-i dalâlet ve ehl-i nifak rekabetsiz ittifak ettikleri halde, ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ı diyanet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarikat, neden rekabetli ihtilâf ediyorlar? İttifak ehl-i vifakın hakkı iken ve hilâf ehl-i nifakın lâzımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi?

Elcevap: Bu elîm ve fecî ve ehl-i hamiyeti ağlattıracak hadise-i müthişenin pek çok esbabından, yedi sebebini beyan edeceğiz.

BİRİNCİSİ

Ehl-i hakkın ihtilâfı hakikatsizlikten gelmediği gibi, ehl-i gafletin ittifakı dahi hakikattarlıktan değildir. Belki ehl-i dünyanın ve ehl-i siyasetin ve ehl-i mektep gibi hayat-ı içtimaiyenin tabakatına dair birer muayyen vazife ile ve has bir hizmet ile meşgul taifelerin, cemaatlerin ve cemiyetlerin vazifeleri taayyün edip ayrılmış. Ve o vezâif mukabilindeki alacakları maişet noktasındaki maddî ücret ve hubb-u cah ve şan ve şeref noktasında teveccüh-ü nâstan alacakları HAŞİYE-1 mânevî ücret taayyün etmiş, ayrılmış. Müzâhame ve münakaşayı ve rekabeti intaç


[NOT]Haşiye-1 İhtar: Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki verilir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlâsı kaybeder, riyâya girer. Şan ve şeref arzusuyla teveccüh-ü nâs ise, ücret ve mükâfat değil, belki ihlâssızlık yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır. Evet, amel-i salihin hayatı olan ihlâsın zararına teveccüh-ü nâs ve şan ve şeref, kabir kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz’iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azâb-ı kabir gibi nâhoş bir şekil aldığından, teveccüh-ü nâsı arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lâzımdır. Şöhretperestlerin ve şan ü şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın!

[/NOT]


amel-i salih: Allah için yapılan iyi işler
ashab-ı diyanet: dindar insanlar
azâb-ı kabir: kabir azabı
beyan etmek: açıklamak
cemaat: topluluk, grup
cemiyet: toplum, topluluk
dair: ilgili, ait
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
ehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlar
ehl-i hak: doğru ve hak yolda olan kimseler
ehl-i hamiyet: hamiyet ve gayret sahibi kimseler
ehl-i ilim: ilimle uğraşan kişiler, âlimler
ehl-i mektep: ilim ehli kimseler
ehl-i nifak: münafıklar, iki yüzlülük yapanlar
ehl-i siyaset: siyaset adamları, politikacılar
ehl-i tarikat: tarikata mensup olanlar
ehl-i vifak: birbirleriyle dostça yaşayanlar
elîm: acı ve sıkıntı veren
esbab: sebepler
fecî: kötü
hadise-i müthişe: insanı hayrete ve dehşete düşüren olay
hak: doğru, gerçek
hakikatsiz: asılsız, bir hakikate dayanmayan
hakikattar: bir gerçeğe dayanan
has: özel
hayat-ı içtimaiye: toplumsal hayat
haşiye: dipnot
hilâf: ayrılık, terslik
hubb-u cah: makam, mevki sevgisi
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme; samimiyet
ihtar: uyarı
ihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık
intaç etmek: sonuç vermek
itab: cezâlandırma
ittifak: anlaşma, birlik
lezzet-i cüz'i: sınırlı lezzet
maddî: maddeyle alâkalı
maişet: geçim
muayyen: belirlenmiş, kararlaştırılmış
mukabil: karşılık
muvakkat: geçici
mânevî: maddî olmayan
mücazat: ceza verme
mühim: önemli
mükâfat: ödül
münakaşa: tartışma
müthiş: dehşet verici
müzâhame: bir yerde yığılıp birbirine zahmet verme
nokta: konu, bölüm
nâhoş: hoşa gitmeyen
riyâ: gösteriş
taayyün etmek: belirlenmek
tabakat: tabakalar, dereceler
taife: grup, topluluk
teveccüh-ü nâs: insanların ilgi göstermesi
vezâif: vazifeler
şöhretperest: şöhret düşkünü

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirminci Lem'a - Sayfa 254

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>edecek derecede bir iştirak yok. Onun için, bunlar ne kadar fena bir meslekte de gitseler, birbiriyle ittifak edebilirler.

Amma ehl-i din ve ashab-ı ilim ve erbab-ı tarikat ise, bunların herbirisinin vazifesi umuma baktığı gibi, muaccel ücretleri de taayyün ve tahassus etmediği ve herbirinin makam-ı içtimaîde ve teveccüh-ü nâsta ve hüsn-ü kabuldeki hissesi tahassus etmiyor. Bir makama çoklar namzet olur. Maddî ve mânevî herbir ücrete çok eller uzanabilir. O noktadan müzâhame ve rekabet tevellüt edip vifakı nifaka, ittifakı ihtilâfa tebdil eder.

İşte bu müthiş marazın merhemi, ilâcı, ihlâstır. Yani, hakperestliği nefisperestliğe tercih etmekle ve hakkın hatırı, nefsin ve enâniyetin hatırına galip gelmekle, 1 اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللهِ sırrına mazhar olup, nâstan gelen maddî ve mânevî ücretten istiğnâ etmekle HAŞİYE-1 2 وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلاَّ الْبَلاَغُ sırrına mazhar olup, hüsnü kabul ve hüsn-ü tesir


[NOT]Dipnot-1 Benim mükâfâtımı vermek ancak Allah’a aittir.” Yunus Sûresi, 10:72; Hûd Sûresi, 11:29; Sebe’ Sûresi, 34:47.

Haşiye-1 Sahabelerin senâ-i Kur’âniyeye mazhar olan îsâr hasletini kendine rehber etmek, yani, hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek ve hizmet-i diniyenin mukabilinde gelen menfaat-i maddiyeyi istemeden ve kalben talep etmeden, sırf bir ihsan-ı İlâhî bilerek, nâstan minnet almayarak ve hizmet-i diniyenin mukabilinde de almamaktır. Çünkü, hizmet-i diniyenin mukabilinde dünyada birşey istenilmemeli ki, ihlâs kaçmasın. Çendan hakları var ki, ümmet onların maişetlerini temin etsin. Hem zekâta da müstehaktırlar. Fakat bu istenilmez, belki verilir. Verildiği vakit de “Hizmetimin ücretidir” denilmez. Mümkün olduğu kadar kanaatkârâne, başka ehil ve daha müstehak olanların nefsini kendi nefsine tercih etmek, وَيُؤْثِرُونَ عَلٰۤى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ[“Kendileri ihtiyaç halinde olsalar bile başkalarını kendi nefislerine tercih ederler.” Haşir Sûresi, 59:9] sırrına mazhariyetle, bu müthiş tehlikeden kurtulup ihlâsı kazanabilir.

Dipnot-2 “Peygambere düşen, ancak tebliğ etmekten ibarettir.” Nur Sûresi, 24:54.

[/NOT]


Sahabe: Hz. Peygamberi (a.s.m.) hayattayken görüp Müslüman olanlar
ashab-ı ilim: ilim sahipleri
ehil: layık
ehl-i din: dinine bağlı olanlar
enâniyet: benlik, gurur
erbab-ı tarikat: kendini tarikata, tasavvufa verenler
fena: kötü, çirkin
hak: doğru ve gerçek
hakperestlik: her zaman hakka taraftar olma
haslet: karakter, özellik
haşiye: dipnot
hizmet-i diniye: din hizmeti
hüsn-ü kabul: güzel kabul görmek
hüsn-ü tesir: güzel, iyi tesir
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme; samimiyet
ihsan-ı İlâhî: Allah’ın ihsanı, ikramı, bağışı
ihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık
istiğnâ: bir başkasına ihtiyaç duymama
ittifak: birlik, anlaşma
iştirak etmek: katılmak, ortaklık yapmak
kanaatkârâne: kısmetine razı olarak, yetinerek
maddî: maddeyle alâkalı
maişet: geçim
makam: derece
makam-ı içtimaî: sosyal hayattaki makam, mevki
maraz: hastalık
mazhar olmak: ulaşmak, elde etmek
mazhariyet: elde etme, edinme
menfaat-i maddiye: maddi fayda, çıkar
minnet: iyilik karşısında kendini borçlu hissetmek
muaccel: peşin, hemen verilen
mukabil: karşılık
mânevî: maddî olmayan
müstehak: hak etmiş, lâyık
müzâhame: bir yere yığılıp bir birine zahmet verme
namzet: aday
nefisperestlik: nefsin arzu ve isteklerine çok düşkün olma
nefs: insanı kötülüğe, maddî ve hazır lezzetlere yönlendiren duygu
nifak: ayrılık, dağılma
nâs: insanlar
sadaka: Allah rızası için ihtiyaç sahibi kişilere yapılan yardım
senâ-i Kur'âniye: Kur’ânın övgüsü
taayyün etmek: belirli hâle gelmek
tahassus etmek: belirlenmek
tebdil etmek: değiştirmek
teveccüh-ü nâs: insanların ilgi göstermesi
tevellüt etmek: ortaya çıkmak, doğmak
umum: genel
vifak: bir araya gelme
çendan: gerçi
ümmet: Hz. Peygambere inanıp onun yolundan giden mü’minler

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirminci Lem'a - Sayfa 255

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>ve teveccüh-ü nâsı kazanmak noktalarının Cenâb-ı Hakkın vazifesi ve ihsanı olduğunu ve kendi vazifesi olan tebliğde dahil olmadığını ve lâzım da olmadığını ve onunla mükellef olmadığını bilmekle ihlâsa muvaffak olur. Yoksa ihlâsı kaçırır.

İKİNCİ SEBEP

Ehl-i dalâletin zilletindendir ittifakları; ehl-i hidayetin izzetindendir ihtilâfları. Yani, ehl-i gaflet olan ehl-i dünya ve ehl-i dalâlet, hak ve hakikate istinad etmedikleri için, zayıf ve zelildirler. Tezellül için, kuvvet almaya muhtaçtırlar. Bu ihtiyaçtan, başkasının muavenet ve ittifakına samimî yapışırlar. Hattâ, meslekleri dalâlet ise de, yine ittifakı muhafaza ederler. Adeta o haksızlıkta bir hakperestlik, o dalâlette bir ihlâs, o dinsizlikte dinsizdârâne bir taassup ve o nifakta bir vifak yaparlar, muvaffak olurlar. Çünkü samimî bir ihlâs, şerde dahi olsa neticesiz kalmaz. Evet, ihlâs ile kim ne isterse Allah verir. HAŞİYE-1

Amma ehl-i hidayet ve diyanet ve ehl-i ilim ve tarikat, hak ve hakikate istinad ettikleri için ve herbiri bizzat tarik-i hakta yalnız Rabbini düşünüp tevfikine itimad ederek gittiklerinden, mânen o meslekten gelen izzetleri var. Zaaf hissettiği vakit, insanların yerine Rabbisine müracaat eder, medet Ondan ister. Meşreplerin ihtilâfıyla, zâhir-i meşrebine muhalif olana karşı muavenet ihtiyacını tam hissetmiyor, ittifaka ihtiyacını göremiyor. Belki hodgâmlık ve enâniyet varsa, kendini haklı ve muhalifini haksız tevehhüm ederek, ittifak ve muhabbet yerine, ihtilâf ve rekabet ortaya girer. İhlâsı kaçırır, vazifesi zîrüzeber olur.

İşte bu müthiş sebebin verdiği vahîm neticeleri görmemenin yegâne çaresi, Dokuz Emirdir.


[NOT]Haşiye-1 Evet, “Men talebe ve cedde, vecede” bir düstur-u hakikattir. Külliyeti geniş ve genişliği mesleğimize de şâmil olabilir.

[/NOT]


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah
Rab: her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık
dinsizdârâne: dinsizcesine
düstur-u hakikat: gerçeğe ulaştıran prensip
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
ehl-i diyanet: dindar insanlar
ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
ehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlar
ehl-i hidayet: doğru yolda olanlar, iman etmiş olanlar
ehl-i ilim: ilimle uğraşan kişiler, alimler
ehl-i tarikat: bir tarikata bağlı olanlar
enâniyet: benlik, gurur
hak: doğru, gerçek
hakperestlik: sadece doğruyu savunma
haşiye: dipnot
hodgâmlık: bencillik
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme, samimiyet
ihsan: bağış, iyilik, lütuf
ihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık
istinad etmek: dayanmak
itimad etmek: güvenmek, dayanmak
ittifak: anlaşma, birlik
izzet: değer, itibar, yücelik
külliyet: geniş kapsamlı oluş
medet: yardım
men talebe ve cedde, vecede: kim birşeyi ister ve elde etmek için ciddî çalışırsa istediği şeye ulaşır
meşrep: hareket tarzı, metod
muavenet: yardımlaşma
muhabbet: sevgi
muhalif: aykırılık gösteren, uymayan
muvaffak: başarılı olma, erişme
mânen: manevî olarak
mükellef: yükümlü
müracaat etmek: başvurmak
netice: son, sonuç
nifak: münafıklık, ikiyüzlülük
samimî: içten
taassup: körü körüne bağlılık
tarik-i hak: hak ve hakikat yolu
tebliğ: bildirme
teveccüh-ü nâs: insanların ilgi göstermesi
tevehhüm etmek: sanmak, zannetmek
tevfik: başarılı kılma
tezellül: alçalma
vahîm: dehşet verici
vazife: görev
vifak: dayanışma, uygun hareket etme
yegâne: tek
zaaf: zayıflık, kuvvetsizlik
zelil: alçak, aşağılık
zillet: hor ve hakir olma, aşağılanma
zâhir-i meşreb: hareket tarzının ve yöntemin dışa yansıyan görünümü
zîrüzeber olmak: alt üst olmak, dağılmak
şer: kötülük
şâmil: içine alan, kapsamlı

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirminci Lem'a - Sayfa 256

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>1. Müsbet hareket etmektir ki, yani, kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adâveti ve başkalarının tenkîsi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin, onlarla meşgul olmasın.

2. Belki, daire-i İslâmiyet içinde, hangi meşrepte olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek,

3. Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, “Mesleğim haktır,” yahut “daha güzeldir” diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden “Hak yalnız benim mesleğimdir” veyahut “Güzel benim meşrebimdir” diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek,

4. Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlâhînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle,

5. Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüd sebebiyle, cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevînin dehâsıyla hücumu zamanında, o şahs-ı mânevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı mânevî çıkarıp, o müthiş şahs-ı mânevî-i dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmek,

6. Ve hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için,

7. Nefsini ve enâniyetini,

8. Ve yanlış düşündüğü izzetini,

9. Ve ehemmiyetsiz, rekabetkârâne hissiyatını terk etmekle ihlâsı kazanır, vazifesini hakkıyla ifa eder. HAŞİYE-1



[NOT]Haşiye-1 Hattâ, hadis-i sahihle, âhirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur’ân ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslektaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hıristiyanların hakikî dindar ruhanîleriyle dahi, medar-ı ihtilâf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve nizâ etmeyerek, müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar.

[/NOT]


Hıristiyan: (bk. bilgiler - Hıristiyanlık)
adâvet: düşmanlık, kin
bâtıl: doğru olmayan, hak olmayan
cemaat: topluluk, grup
cihet: yön, şekil
daire-i İslâmiyet: İslâm dairesi
dehâ: olağanüstü zekâ ve akıl
diyanet: dine ait olan
düstur: kural
ehl-i Kur'ân: Kur’ân’ın yolundan gidenler
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
ehl-i diyanet: dindar kişiler
ehl-i hak: doğru ve hak yolda olan kimseler
ehl-i hakikat: doğru ve hak yolda olan kimseler
enâniyet: benlik, gurur
hadis-i sahih: hakkında şüphe edilmeyen ve doğruluğu kesin olarak bilinen Peygamberimizin sözleri
hak: doğru, gerçek
hakkaniyet: doğruluk, haklı olmak
haşiye: dipnot
hissiyat: hisler, duygular
ifa etmek: bir işi gerçekleştirmek, yerine getirmek
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
ima eden: işaret eden, dolaylı olarak ifade eden
insaf: vicdana uygun davranış
ittifak: anlaşma, birlik
izzet: değer, itibar, şeref
medar: dayanak noktası, kaynak
medar-ı ihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık sebebi
medar-ı muhabbet: sevgi kaynağı
medar-ı münakaşa: tartışma sebebi
meslek: yol, metod
meşrep: mânevî zevk ve haz alınan yol, metod
muhabbet: sevgi
muhafaza: koruma
mukavemet: dayanma, karşı koyma
muvakkaten: geçici olarak
müsbet: olumlu
mütecaviz: saldırgan, haddi aşan
nefs: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
nizâ: kavga, uyuşmazlık
rabıta-i vahdet: birlik bağı
rekabetkârâne: rekabet edercesine
ruhanî: Hıristiyan din adamı
savlet: şiddetli hücum
suret: biçim, şekil
tenkîs etme: değerini düşürme, eksik görme
tesanüd: dayanışma
tevfik-i İlâhî: Allah’ın yardım ederek başarılı kılması
uhuvvet: kardeşlik
zındık: dinsiz
âhirzaman: kıyamete en yakın olan zaman dilimi
İsevî: Hıristiyan
şahs-ı mânevî: belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen manevî kişilik
şahs-ı mânevî-i dalâlet: inkârcılığı yaymaya çalışan kişilerden oluşan manevî kişilik

<TBODY>
</TBODY>

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirminci Lem'a - Sayfa 257

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>ÜÇÜNCÜ SEBEP

Ehl-i hakkın ihtilâfı himmetsizlikten ve aşağılıktan ve ehl-i dalâletin ittifakı ulüvv-ü himmetten değildir. Belki ehl-i hidayetin ihtilâfı, ulüvv-ü himmetin sû-i istimalinden ve ehl-i dalâletin ittifakı, himmetsizlikten gelen zaaf ve aczdendir.

Ehl-i hidayeti, ulüvv-ü himmetten sû-i istimale ve dolayısıyla ihtilâfa ve rekabete sevk eden, âhiret nokta-i nazarında bir haslet-i memdûha sayılan hırs-ı sevap ve vazife-i uhreviyede kanaatsizlik cihetinden ileri geliyor. Yani, “Bu sevabı ben kazanayım, bu insanları ben irşad edeyim, benim sözümü dinlesinler” diye, karşısındaki hakikî kardeşi ve cidden muhabbet ve muavenetine ve uhuvvetine ve yardımına muhtaç bir zâta karşı rekabetkârâne vaziyet alır. “Şakirtlerim niçin onun yanına gidiyorlar? Niçin onun kadar şakirtlerim bulunmuyor?” diye, enâniyeti oradan fırsat bulup, mezmûm bir haslet olan hubb-u câha temayül ettirir, ihlâsı kaçırır, riyâ kapısını açar.

İşte bu hatanın ve bu yaranın ve bu müthiş maraz-ı ruhanînin ilâcı şudur ki:

Cenâb-ı Hakkın rızası ihlâs ile kazanılır; kesret-i etbâ’ ile ve fazla muvaffakiyetle değildir. Çünkü onlar, vazife-i İlâhiyeye ait olduğu için, istenilmez, belki bazan verilir. Evet, bazan birtek kelime sebeb-i necat ve medar-ı rıza olur. Kemiyetin ehemmiyeti o kadar medar-ı nazar olmamalı. Çünkü bazan birtek adamın irşadı, bin adamın irşadı kadar rıza-yı İlâhîye medar olur.

Hem ihlâs ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine taraftar olmaktır. Yoksa, “Benden ders alıp sevap kazandırsınlar” düşüncesi, nefsin ve enâniyetin bir hilesidir.

Ey sevaba hırslı ve a’mâl-i uhreviyeye kanaatsiz insan! Bazı peygamberler



Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
a'mâl-i uhreviye: âhirete ait sevap kazandıran işler
acz: güçsüzlük
cihet: yön
ehemmiyet: değer, önem
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
ehl-i hak: doğru ve hak yolda olanlar
ehl-i hidayet: doğru yolda olanlar, iman etmiş olanlar
enâniyet: benlik, gurur
hakikî: asıl, gerçek
hakperestlik: sadece doğruyu savunma
haslet: huy, özellik
haslet-i memdûha: övülmüş huy
himmetsizlik: gayretsizlik
hubb-u câh: makam, mevki sevgisi
hırs-ı sevap: sevap kazanmak için gösterilen hırs
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
ihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık
irşad etmek: doğru yolu göstermek
istifade: yararlanma
ittibâ: uyma, arkasından gitme
ittifak: anlaşma, birlik
kanaatsizlik: yetinmeme
kemiyet: sayıca çokluk, nicelik
kesret-i etbâ': taraftar olanların sayıca çokluğu
mahdut: sınırlı
maraz-ı ruhanî: ruhî hastalık
medar: dayanak noktası, kaynak
medar-ı nazar: önemseme sebebi
medar-ı rıza: razı, memnun olma sebebi
mezmûm: aşağılanmış, kınanmış
muavenet: yardım
muhabbet: sevgi
muvaffakiyet: başarı
nefs: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
nokta-i nazar: bakış açısı
rekabetkârâne: rekabet edercesine
riyâ: gösteriş
rıza: hoşnut olma
rıza-yı İlâhî: Allah’ın rızası, hoşnutluğu
sebeb-i necat: kurtuluş nedeni
sevk eden: yönlendiren
sû-i istimal: bir şeyi kötüye kullanma
temayül etmek: eğilim ve istek göstermek
uhuvvet: kardeşlik
ulüvv-ü himmet: çok gayretli olmak, yüksek himmet sahibi olmak
vazife-i uhreviye: karşılığı âhirette alınacak görev
vazife-i İlâhiye: İlâhî görev
vaziyet: durum, tavır
zaaf: zayıflık
zât: kişi
âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat
şakirt: talebe

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirminci Lem'a - Sayfa 258

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>peygamberlik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almışlar. Demek hüner, kesret-i etbâ’ ile değildir. Belki hüner, rıza-yı İlâhîyi kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırsla “Herkes beni dinlesin?” diye, vazifeni unutup vazife-i İlâhiyeye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenâb-ı Hakkın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma.

Hem hak ve hakikati dinleyen ve söyleyene sevap kazandıranlar yalnız insanlar değildir. Cenâb-ı Hakkın zîşuur mahlûkları ve ruhanîleri ve melâikeleri kâinatı doldurmuş, her tarafı şenlendirmişler. Madem çok sevap istersin; ihlâsı esas tut ve yalnız rıza-yı İlâhîyi düşün. Tâ ki senin ağzından çıkan mübarek kelimelerin havadaki efradları, ihlâs ile ve niyet-i sadıka ile hayatlansın, canlansın, hadsiz zîşuurun kulaklarına gidip onları nurlandırsın, sana da sevap kazandırsın. Çünkü, meselâ sen “Elhamdü lillâh” dedin. Bu kelâm, milyonlarla büyük küçük Elhamdü lillâh kelimeleri, havada izn-i İlâhî ile yazılır. Nakkaş-ı Hakîm abes ve israf yapmadığı için, o kesretli mübarek kelimeleri dinleyecek kadar hadsiz kulakları halk etmiş. Eğer ihlâs ile, niyet-i sadıka ile o havadaki kelimeler hayatlansalar, lezzetli birer meyve gibi ruhanîlerin kulaklarına girer. Eğer rıza-yı İlâhî ve ihlâs o havadaki kelimelere hayat vermezse, dinlenilmez. Sevap da yalnız ağızdaki kelimeye münhasır kalır. Seslerinin ziyade güzel olmadığından, dinleyenlerin azlığından sıkılan hafızların kulakları çınlasın!

DÖRDÜNCÜ SEBEP

Ehl-i hidayetin rekabetkârâne ihtilâfı, âkıbeti düşünmemekten ve kasr-ı nazardan olmadığı gibi; ehl-i dalâletin samimâne ittifakları, âkıbet-endişlikten ve yüksek nazardan değildir. Belki ehl-i hidayet, hak ve hakikatin tesiriyle, nefsin kör hissiyatına kapılmayarak, kalbin ve aklın dûr-endişâne temayülâtına tâbi olmakla beraber, istikameti ve ihlâsı muhafaza edemediklerinden, o yüksek makamı muhafaza edemeyip ihtilâfa düşüyorlar. Ehl-i dalâlet ise, nefsin ve hevânın



Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah
Elhamdü lillâh: hamd ve şükür yalnızca Allah’a mahsustur
Nakkaş-ı Hakîm: varlıkları sanatlı nakışlarla donatan ve her şeyi hikmetle, yerli yerinde yaratan Allah
abes: boş ve faydasız
dûr-endişâne: gelecek endişesiyle
efrad: fertler, bireyler
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
ehl-i hidayet: doğru yolda olanlar, iman etmiş olanlar
esas: temel
hadsiz: sayısız, sınırsız
hafız: Kur’ân-ı Kerimi ezberleyen kişi
hak: doğru, gerçek
hakikat: asıl, esas
halk etmek: yaratmak
hevâ: gelip geçici arzu ve istekler
hissiyat: hisler, duygular
hüner: beceri
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
ihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık
israf: savurganlık
istikamet: doğru yolda olma
ittifak: anlaşma, birlik
izn-i İlâhî: Allah’ın izni
kasr-ı nazar: kısa ve dar görüşlü olma
kelâm: ifade, söz
kesret-i etbâ': taraftar olanların sayıca çokluğu
kesretli: çok sayıda
kâinat: evren
mahlûk: yaratılmış, varlık
makam: derece
melâike: melekler
muhafaza: koruma, yolda olma
mübarek: bereketli, hayırlı
münhasır: sınırlı
nefs: insanı kötülüğeve yasak zevklere yönelten duygu
niyet-i sadıka: doğru niyet ve düşünce
rekabetkârâne: rekabet edercesine
ruhanî: maddî yapısı olmayan mânevî varlık
rıza-yı İlâhî: Allah’ın rızası, hoşnutluğu
samimâne: içten, gönülden gelerek
temayülât: bir tarafa doğru meyletmeler, eğilimler
tesir: etki
tâbi olmak: bağlı olmak
vazife-i kudsiye: kutsal vazife
vazife-i İlâhî: Allah’a ait görev
yüksek nazar: ileri görüşlü olma
ziyade: çok, fazla
zîşuur: şuur sahibi
âkıbet: netice, son
âkıbet-endişlik: gelecek konusunda endişeye kapılm

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirminci Lem'a - Sayfa 259

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>tesiriyle, kör ve âkıbeti görmeyen ve bir dirhem hazır lezzeti bir batman ilerideki lezzete tercih eden hissiyatın mukteziyatıyla, birbirine samimî olarak, muaccel bir menfaat ve hazır bir lezzet için şiddetli ittifak ediyorlar.

Evet, dünyevî ve hazır lezzet ve menfaat etrafında aşağı, kalbsiz nefisperestler samimî ittifak ve ittihad ediyorlar. Ehl-i hidayet, âhirete ait ve ileriye müteallik semerât-ı uhreviyeye ve kemâlâta, kalb ve aklın yüksek düsturlarıyla müteveccih oldukları için, esaslı bir istikamet ve tam bir ihlâs ve gayet fedakârâne bir ittihad ve ittifak olabilirken, enâniyetten tecerrüd edemedikleri için, ifrat ve tefrit yüzünden, ulvî bir menba-ı kuvvet olan ittifakı kaybedip, ihlâs da kırılır. Ve vazife-i uhreviye de zedelenir. Kolayca rıza-yı İlâhî de elde edilmez.

Bu mühim marazın merhemi ve ilâcı, “El-hubbu fillâh” sırrıyla, tarik-i hakta gidenlere refakatle iftihar etmek; ve arkalarından gitmek; ve imamlık şerefini onlara bırakmak; ve o hak yolunda kim olursa olsun kendinden daha iyi olduğunun ihtimaliyle enâniyetinden vazgeçip ihlâsı kazanmak; ve ihlâsla bir dirhem amel, ihlâssız batmanlarla amellere râcih olduğunu bilmekle ve tâbiiyeti dahi, sebeb-i mes’uliyet ve hatarlı olan metbûiyete tercih etmekle o marazdan kurtulur ve ihlâsı kazanır, vazife-i uhreviyesini hakkıyla yapabilir.

BEŞİNCİ SEBEP

Ehl-i hidayetin ihtilâfı ve adem-i ittifakı zaaflarından olmadığı gibi, ehl-i dalâletin kuvvetli ittifakı da kuvvetlerinden değildir. Belki ehl-i hidayetin ittifaksızlığı, iman-ı kâmilden gelen nokta-i istinad ve nokta-i istinaddan neş’et eden kuvvetten ileri geldiği gibi; ehl-i gaflet ve ehl-i dalâletin ittifakları, kalben nokta-i



adem-i ittifak: ittifaksızlık, birlik oluşturmamak
amel: dinin emirlerini yerine getirme
batman: yaklaşık 8 kg ağırlığında bir ağırlık ölçüsü
dirhem: eskiden kullanılan ve 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi
dünyevî: dünya ile ilgili
düstur: kural
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
ehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlar
ehl-i hidayet: doğru yolda olanlar, iman etmiş olanlar
el-hubbu fillâh: Allah için sevmek
enâniyet: benlik, gurur
esaslı: sağlam temeller üzerine kurulu
fedakârâne: fedakârca
hak: doğru, gerçek
hatarlı: tehlikeli
hissiyat: hisler, duygular
ifrat: aşırılık, bir şeye aşırı ilgi gösterme
iftihar etmek: övünmek
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
ihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık
iman-ı kâmil: mükemmel iman
istikamet: doğru yolda olma
ittifak: anlaşma, birlik
ittifaksızlık: birlik oluşturmamak
ittihad etmek: birlik oluşturmak
kalben: kalp yoluyla
kemâlât: mükemmel özellikler
maraz: hastalık
menba-ı kuvvet: kuvvet kaynağı
menfaat: fayda, çıkar
metbûiyet: başkalarının kendisine uyması, tâbi olunan kimse
muaccel: peşin, hemen verilen
mukteziyat: bir şeyin gerekli neticeleri
mühim: önemli
müteallik: alakalı, ilgili
müteveccih: yönelen
nefisperest: nefsin arzu ve isteklerine çok düşkün olan
neş'et eden: kaynaklanan
nokta-i istinad: dayanak noktası
refakat: arkadaşlık
râcih: üstün gelen, tercih edilen
rıza-yı İlâhî: Allah’ın rızası, hoşnutluğu
sebeb-i mes'uliyet: sorumluluk nedeni
semerât-ı uhreviye: âhirete ait meyveler
tarik-i hak: hak ve hakikat yolu
tecerrüd etmek: soyutlanmak, sıyrılmak
tefrit: bir şeye aşırı seviyede ilgisiz kalma
tesir: etki
tâbiiyet: bir başkasına uymak, tabii olmak
ulvî: yüce
vazife-i uhreviye: âhirete ait görev
zaaf: zayıflık, güçsüzlük
âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat
âkıbet: netice, son

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirminci Lem'a - Sayfa 260

istinad bulmadıkları itibarıyla zaaf ve aczlerinden ileri gelmiştir. Çünkü zayıflar ittifaka muhtaç oldukları için kuvvetli ittifak ederler. Kavîler, ihtiyacı tam hissetmediklerinden, ittifakları zayıftır. Arslanlar, tilkiler gibi ittifaka muhtaç olmadıkları için ferdî yaşıyorlar. Yabanî keçiler, kurtlardan muhafaza için, bir sürü teşkil ederler.

Demek zayıfların cemiyeti ve şahs-ı mânevîsi kavî olduğu gibi, HAŞİYE-1 kavîlerin cemiyeti ve şahs-ı mânevîsi ise zayıftır. Bu sırra bir işaret-i lâtife ve zarif bir nükte-i Kur’âniyedir ki, ferman etmiş: 1 وَقَالَ نِسْوَةٌ فِى الْمَدِينَةِ Müenneslerin cemaatine, iki katlı müennes olduğu halde, müzekker fiili olan قَالَ buyurması; hem 2 قَالَتِ اْلاَعْرَابُ buyurmakla, müzekkerlerin cemaatine, müennes fiili olan قَالَتِtabiriyle, lâtifâne işaret ediyor ki, zayıf ve halîm ve yumuşak kadınların cemiyeti kuvvetleşir, sertlik ve şiddet kesb edip bir nevi recüliyet kazanır. Müzekker fiilini iktiza ettiğinden,وَقَالَ نِسْوَةٌ 3 tabiriyle, gayet güzel düşmüş. Erkekler ise, hususan bedevî a’rab olsa, kuvvetlerine güvendikleri için, cemiyetleri zayıf olup hem ihtiyatkârlık, hem yumuşaklık vaziyetini aldığından, bir nevi kadınlık hâsiyeti takındıkları için, müennes fiilini iktiza ettiğinden, قَالَتِ اْلاَعْرَابُ müennes fiiliyle tabiri tam yerindedir.


[NOT]Haşiye-1 Avrupa komiteleri içinde en şiddetlisi ve en tesirlisi ve bir cihette en kuvvetlisi, cins-i lâtif ve zayıf ve nazik olan kadınların Amerika’daki Hukuk ve Hürriyet-i Nisvan Komitesi olduğu, hem milletler içinde az ve zayıf olan Ermenilerin komitesi, gösterdikleri kuvvetli fedakârâne vaziyetle bu müddeâmızı teyid ediyor.

Dipnot-1 “Şehirdeki kadınlar dedi ki:” Yusuf Sûresi, 12:12.

Dipnot-2 “Bedevîler dedi ki:” Hucurât Sûresi, 49:14.

Dipnot-3 “Kadınlar dedi ki:” Yusuf Sûresi, 12:12[/NOT]



Amerika: (bk. bilgiler)
Avrupa: (bk. bilgiler)
Ermeni: (bk. bilgiler - Ermeniler)
Hukuk ve Hürriyet-i Nisvan Komitesi: Kadın Hakları ve Hukuku Komitesi
acz: güçsüzlük
a’rab: vatanı çöl olan ve medeniyetten uzak yaşayan Arap
bedevî: çölde yaşayan, göçebe
cemaat: topluluk, grup
cemiyet: topluluk, örgüt
cihet: yön
cins-i lâtif: nâzik ve nazenin tür, kadınlar
fedakârâne: fedakârca
ferdî: tekil, yalnız
ferman etmek: buyurmak
halîm: yumuşak huylu
haşiye: dipnot
hususan: özellikle
hâsiyet: özellik
ihtiyatkâr: tedbirli
iktiza etmek: gerektirmek
itibarıyla: açısından
ittifak etmek: birleşmek
işaret-i lâtife: güzel, ince işaret
kavî: güçlü, kuvvetli
kesb etmek: kazanmak
komite: bir maksat çerçevesinde toplanmış cemiyet
lâtifâne: hoş ve güzel bir şekilde
muhafaza: korunma, saklanma
müddeâ: iddia edilen şey
müennes: Arapça’da dişiliği ifade eden kalıp
müzekker: Arapça dilbilgisinde erkekliği ifade eden kalıp
nevi: çeşit, tür
nokta-i istinad: dayanak noktası
nükte-i Kur'âniye: Kur’ân’daki çok ince ve zarif bir mânâ
recüliyet: erkek olma
tabir: ifade, adlandırma
teyid etmek: doğrulamak, desteklemek
teşkil etmek: meydana getirmek, oluşturmak
vaziyet: durum, hal
yabanî: ehlileştirilmemiş, doğal ortamda yaşayan
zaaf: zayıflık
şahs-ı mânevî: belli bir kişi olmayıp, bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirminci Lem'a - Sayfa 261

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Evet, ehl-i hak, gayet kuvvetli bir nokta-i istinad olan iman-ı billâhtan gelen tevekkül ve teslimle, başkalara arz-ı ihtiyaç edip muavenet ve yardımlarını istemez. İstese de gayet fedakârâne yapışmaz. Ehl-i dünya, dünya işlerinde hakikî nokta-i istinadlarından gaflet ettiklerinden, zaaf ve acze düşüp, şiddetli bir surette yardımcılara ihtiyacını hisseder; samimâne, belki fedakârâne ittifak ederler.

İşte, ehl-i hak, ittifaktaki hak kuvvetini düşünmediklerinden ve aramadıklarından, haksız ve muzır bir netice olan ihtilâfa düşerler. Haksız ehl-i dalâlet ise, ittifaktaki kuvveti, aczleri vasıtasıyla hissettiklerinden, gayet mühim bir vesile-i makasıd olan ittifakı elde etmişler.

İşte, ehl-i hakkın bu haksız ihtilâf marazının merhemi ve ilâcı,1 وَلاَ تَنَازَعوُا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ âyetindeki şiddetli nehy-i İlâhî, 2 وَتَعَاوَنوُا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوى âyetinde, hayat-ı içtimaiyece gayet hikmetli emr-i İlâhîyi düstur-u hareket etmek; ve ihtilâfın İslâmiyete ne derece zararlı olduğunu ve ehl-i dalâletin ehl-i hakka galebesini ne derece teshil ettiğini düşünüp, kemâl-ı zaaf ve acz ile, o ehl-i hakkın kafilesine fedakârâne, samimâne iltihak etmektir, şahsiyetini unutmakla riyâ ve tasannudan kurtulup ihlâsı elde etmektir.

ALTINCI SEBEP

Ehl-i hakkın ihtilâfı nâmertliklerinden, himmetsizliklerinden, hamiyetsizliklerinden olmadığı gibi; gafletli ehl-i dünyanın ve ehl-i dalâletin hayat-ı dünyeviyeye ait işlerde samimâne ittifakları dahi mertlikten, hamiyetten, himmetten değildir. Belki, ehl-i hakkın, ekseriyetle âhirete ait olan faydaları düşünmekle, o


[NOT]Dipnot-1 “İhtilâfa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz elden gider.” Enfâl Sûresi, 8:46.

Dipnot-2 “Birbirinizle iyilik ve takvâda yardımlaşın.” Mâide Sûresi, 5:2.[/NOT]


acz: güçsüzlük
arz-ı ihtiyaç etmek: ihtiyacını bildirmek, muhtaç olduğunu söylemek
düstur-u hareket: hareket prensibi
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
ehl-i hak: doğru ve hak yolda olan kimseler
ekseriyetle: çoğunlukla
emr-i İlâhî: Allah’ın emri
fedakârâne: fedakârca
gaflet: Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli
galebe: üstün gelme
gayet: çok
hak: doğru, gerçek
hakikî: asıl, gerçek
hamiyet: mukaddes değerleri koruma duygusu ve gayreti
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı
hayat-ı içtimaiye: toplumsal hayat
hikmetli: içinde derin hakikatlerin bulunduğu bir şekilde
himmet: ciddî gayret
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
ihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık
iltihak etmek: katılmak
iman-ı billâh: Allah’a iman
ittifak: anlaşma, birlik
kafile: grup, topluluk
kemâl-ı zaaf ve acz: tam bir zayıflık ve güçsüzlük
maraz: hastalık
muavenet: yardım
muzır: zararlı
mühim: önemli
nehy-i İlâhî: Allah’ın yasaklaması
netice: son
nokta-i istinad: dayanak noktası
nâmertlik: alçaklık, korkaklık
riyâ: gösteriş
samimâne: samimi, içten bir şekilde
suret: biçim, şekil
tasannu: yapmacık harekette bulunmak
teshil etmek: kolaylaştırmak
tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme
vasıta: araç
vesile-i makasıd: hedeflere ulaşma aracı
zaaf: zayıflık
âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat
âyet: Kur’an’da yer alan her bir cümle
şahsiyet: kişilik

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirminci Lem'a - Sayfa 262

ehemmiyetli ve kesretli meselelere hamiyeti, himmeti, mertliği inkısam eder. Hakikî sermaye olan vaktini bir meseleye sarf etmediği için, meslektaşlarıyla ittifakı muhkemleşmiyor. Çünkü meseleler çok, daire dahi geniştir.

Gafletli ehl-i dünya ise, yalnız hayat-ı dünyeviyeyi düşündüklerinden, bütün hissiyatıyla ve ruh ve kalbiyle, şiddetli bir surette hayat-ı dünyeviyeye ait meselelere sarılır. Ve o meselede ona yardım edene kuvvetli yapışır. Ve hakikat nokta-i nazarında beş paraya değmeyen ve ehl-i hak ona on para kıymet vermeyen meselelere, divane olmuş elmasçı bir Yahudinin beş paralık cam parçasına beş lira fiyat verdiği gibi, beş yüz lira kıymetindeki vaktini o meseleye hasreder. Elbette bu kadar fiyat verip ve şiddetli hissiyatla sarılmak, bâtıl yolunda dahi olsa, samimî bir ihlâs olduğundan, o meselede muvaffak olur ve ehl-i hakka galebe eder. Bu galebe neticesinde ehl-i hak zillete ve mahkûmiyete ve tasannua ve riyâya düşüp ihlâsı kaybeder. O nâmert, himmetsiz, hamiyetsiz bir kısım ehl-i dünyaya dalkavukluk etmeye mecbur olur.

Ey ehl-i hak! Ey hakperest ehl-i şeriat ve ehl-i hakikat ve ehl-i tarikat! Bu müthiş maraz-ı ihtilâfa karşı birbirinizin kusurunu görmeyerek, yekdiğerinizin ayıbına karşı gözünüzü yumunuz.

1 وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا edeb-i Furkanî ile edepleniniz. Ve haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşâtı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telâkki edip, yüzer âyât ve ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp, bütün hissiyatınızla, ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette


[NOT]Dipnot-1 “Onlar boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhafaza ederek oradan geçip giderler.” Furkan Sûresi, 25:72.

[/NOT]



Yahudi: (bk. bilgiler - Yahudilik)
bâtıl: hak olmayan, dine aykırı
dahilî münakaşât: iç tartışmalar
dalkavukluk: kendisine çıkar ve yarar sağlayacak olan kimselere aşırı saygı ve hayranlığını göstererek yaranmaya çalışma
divane: akılsız, şaşkın
edeb-i Furkanî: hak ile batılı, doğru ile yanlışı ayıran Kur’ân-ı Kerim’in ortaya koyduğu bir ahlâk kuralı
edeplenmek: terbiye ve güzel ahlâk sahibi olmak
ehemmiyetli: değerli, önemli
ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
ehl-i hak: doğru ve hak yolda olan kimseler, Müslümanlar
ehl-i hakikat: doğru ve hak yolda olan kimseler
ehl-i tarikat: tarikata mensup olanlar
ehl-i şeriat: Allah’ın emir ve yasaklarını özenle yerine getirenler
ehâdis-i Nebeviye: Hz. Peygamber (a.s.m.) tarafından söylenen sözler, hadisler
gaflet: Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli
galebe etmek: üstün gelmek
hakikat: gerçek, esas
hakikî: asıl, gerçek
hakperest: sadece doğruyu savunmaya çalışan
hamiyet: mukaddes değerleri koruma duygusu ve gayreti içinde olma
haricî: dıştan gelen
hasretmek: bir mesele üzerinde yoğunlaşmak
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı
himmet: ciddi gayret
hissiyat: hisler, duygular
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
inkısam etmek: bölmek, kısımlara ayırmak
kesretli: çok sayıda olan
mahkûmiyet: hükümlülük, belli bir cezaya çarptırılma
maraz-ı ihtilâf: anlaşmazlığa düşme hastalığı
mecbur: zorunlu
muhabbet: sevgi
muhkemleşmek: sağlam ve sarsılmaz olmak
muvaffak olmak: başarmak
mühim: önemli
nokta-i nazar: bakış açısı
nâmert: mert olmayan, alçak
riyâ: gösteriş
sarf etme: harcama
sukut: alçalış, düşüş
suret: biçim, şekil
tasannu: yapmacık harekette bulunma
teavün: yardımlaşma
telâkki etmek: kabul etmek
uhuvvet: kardeşlik
vazife-i uhreviye: âhirete ait görev
yekdiğeri: bir başkası
zillet: hor, hakir, aşağılanma
âyât: âyetler

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirminci Lem'a - Sayfa 263

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz, yani, ihtilâfa düşmeyiniz. “Böyle küçük meseleler için kıymettar vaktimi sarf etmektense, o çok kıymetli vaktimi zikir ve fikir gibi kıymettar şeylere sarf edeceğim” deyip çekilerek ittifakı zayıflaştırmayınız. Çünkü bu mânevî cihadda küçük mesele zannettiğiniz, çok büyük olabilir. Bir neferin, bir saatte, mühim ve hususî şerâit dahilindeki nöbeti bir sene ibadet hükmüne bazan geçmesi gibi, bu ehl-i hakkın mağlûbiyeti zamanında, mânevî mücahede mesâilinde, küçük bir meseleye sarf olunan senin kıymettar bir günün, o neferin o saati gibi bin derece kıymet alabilir, bir günün bin gün olabilir. Madem liveçhillâhtır, o işin küçüğüne, büyüğüne, kıymetli ve kıymetsizliğine bakılmaz. İhlâs ve rıza-yı İlâhî yolunda zerre, yıldız gibi olur. Vesilenin mahiyetine bakılmaz, neticesine bakılır. Madem neticesi rıza-yı İlâhîdir ve mayası ihlâstır; o küçük değildir, büyüktür.

YEDİNCİ SEBEP

Ehl-i hak ve hakikatin ihtilâf ve rekabetleri kıskançlıktan ve hırs-ı dünyadan gelmediği gibi, ehl-i dünyanın ve ehl-i gafletin ittifakları dahi civanmertlikten ve ulüvv-ü cenaptan değildir. Belki ehl-i hakikat, hakikatten gelen ulüvv-ü cenap ve ulüvv-ü himmet ve tarik-i hakta memdûh olan müsabakayı tam muhafaza edemediklerinden ve nâehillerin girmesi yüzünden bir derece sû-i istimal ettiklerinden, rekabetkârâne ihtilâfa düşüp hem kendine, hem cemaat-i İslâmiyeye ehemmiyetli zarar olmuş.

Ehl-i gaflet ve ehl-i dalâlet ise, meftun oldukları menfaatlerini kaçırmamak ve menfaat için perestiş ettikleri reislerini ve arkadaşlarını küstürmemek için, zilletlerinden ve nâmertliklerinden, hamiyetsizliklerinden, mutlak arkadaşlarıyla-hattâ denî ve hain ve muzır olsalar dahi hâlisâne ittihad, hem menfaat etrafında toplanan—ne şekilde olursa olsun—şerikleriyle samimâne ittifak ederler, samimiyet neticesi olarak istifade ederler.



cemaat-i İslâmiye: İslâm toplumu
civanmert: yiğit, mert
dahil: iç
denî: alçak
ehemmiyetli: önemli
ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
ehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlar
ehl-i gaflet ve dalâlet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlar ve hak yoldan sapan inançsız kişiler
ehl-i hak: doğru ve hak yolda olan kimseler
ehl-i hakikat: doğru ve hak yolda olan kimseler
fikir: düşünme, tefekkür etme
hamiyetsizlik: hamiyetsiz olma, mukaddes değerleri koruma duygusu ve gayreti içinde olmama
hususî: özel
hâlisâne: ihlâslı bir şekilde, karşılık beklemeksizin
hırs-ı dünya: dünya nimetlerine karşı gösterilen açgözlülük
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
ihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık
ittifak: anlaşma, birlik
ittihad: birlik, birleşme
kıymettar: değerli
liveçhillâh: Allah için
mahiyet: nitelik, özellik
mağlûbiyet: yenilgi
meftun: düşkün, tutkun
memdûh: övülmüş
menfaat: fayda, yarar
mesâil: meseleler
muhafaza: koruma, saklama
mutlak: kesin
muzır: zararlı
mânevî cihad: nefis ve şeytana karşı yapılan mücadele
mânevî mücahede: nefis ve şeytana karşı yapılan cihad, mücadele
mühim: önemli
müsabaka: yarışma
nefer: asker
netice: son, sonuç
nâehil: bir şey hakkında ehil olmayan
nâmertlik: mertçe davranmamak
perestiş etmek: aşırı derece sevmek ve bağlanmak
reis: başkan
rekabetkârâne: rekabet edercesine
rıza-yı İlâhî: Allah’ın rızası
samimâne: samimi bir şekilde
sarf etmek: harcamak
sû-i istimal: bir şeyi kötüye kullanma
tarik-i hak: hak ve hakikat yolu
ulüvv-ü cenap: yüksek şeref sahibi
ulüvv-ü himmet: çok gayretli olmak, yüksek himmet sahibi olmak
zerre: atom
zikir: Allah’ı anma
zillet: hor, hakir, aşağılanma
şerik: ortak
şerâit: şartlar

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirminci Lem'a - Sayfa 264

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>İşte, ey musibetzede ve ihtilâfa düşmüş ehl-i hak ve ashab-ı hakikat! Bu musibet zamanında ihlâsı kaçırdığınızdan ve rıza-yı İlâhîyi münhasıran gaye-i maksat yapmadığınızdan, ehl-i hakkın bu zillet ve mağlûbiyetine sebebiyet verdiniz.

Umûr-u diniye ve uhreviyede rekabet, gıpta, haset ve kıskançlık olmamalı. Ve hakikat nokta-i nazarında olamaz. Çünkü kıskançlık ve hasedin sebebi: Birtek şeye çok eller uzanmasından ve birtek makama çok gözler dikilmesinden ve birtek ekmeği çok mideler istemesinden, müzâhame münakaşa, müsabaka sebebiyle gıptaya, sonra kıskançlığa düşerler. Dünyada bir şey-i vâhide çoklar talip olduğundan ve dünya dar ve muvakkat olması sebebiyle insanın hadsiz arzularını tatmin edemediği için, rekabete düşüyorlar. Fakat, âhirette tek bir adama beş yüz seneHAŞİYE-1 mesafelik bir cennet ihsan edilmesi ve yetmiş bin kasır ve huriler


[NOT]Haşiye-1 Mühim bir taraftan ehemmiyetli bir sual: Rivayette gelmiş ki, Cennette bir adama beş yüz senelik bir cennet verilir. Bu hakikat akl-ı dünyevînin havsalasında nasıl yerleşir? Elcevap: Nasıl ki bu dünyada herkesin dünya kadar hususî ve muvakkat bir dünyası var. Ve o dünyanın direği onun hayatıdır. Ve zâhirî ve bâtınî duygularıyla o dünyasından istifade eder. “Güneş bir lâmbam, yıldızlar mumlarımdır” der. Başka mahlûkat ve zîruhlar bulunmaları, o adamın mâlikiyetine mâni olmadıkları gibi, bilâkis, onun hususî dünyasını şenlendiriyorlar, ziynetlendiriyorlar. Aynen öyle de—fakat binler derece yüksek—herbir mü’min için binler kasır ve hurileri ihtiva eden has bahçesinden başka, umumî Cennetten beş yüz sene genişliğinde birer hususî cenneti vardır. Derecesi nisbetinde inkişaf eden hissiyatıyla, duygularıyla, Cennete ve ebediyete lâyık bir surette istifade eder. Başkaların iştiraki, onun mâlikiyetine ve istifadesine noksan vermedikleri gibi, kuvvet verirler. Ve hususî ve geniş cennetini ziynetlendiriyorlar. Evet, bu dünyada bir adam, bir saatlik bir bahçeden ve bir günlük bir seyrangâhtan ve bir aylık bir memleketten ve bir senelik bir mesiregâhta seyahatinden ağzıyla, kulağıyla, gözüyle, zevkiyle, zâikasıyla, sair duygularıyla istifade ettiği gibi, aynen öyle de, fakat bir saatlik bir bahçeden ancak istifade eden bu fâni memleketteki kuvve-i şâmme ve kuvve-i zâika, o bâki memlekette bir senelik bahçeden aynı istifadeyi eder. Ve burada bir senelik mesiregâhtan ancak istifade edebilen bir kuvve-i bâsıra ve kuvve-i sâmia, orada beş yüz senelik mesiregâhındaki seyahatten, o haşmetli, baştan başa ziynetli memlekete lâyık bir tarzda istifade eder. Her mü’min derecesine ve dünyada kazandığı sevaplar, haseneler nisbetinde inbisat ve inkişaf eden duygularıyla zevk alır, telezzüz eder, müstefid olur.[/NOT]


akl-ı dünyevî: dünya aklı
ashab-ı hakikat: doğruları bilen hak ve hakikat sahipleri
bilâkis: tersine
bâki: devamlı olan, sonsuz
bâtınî: görünmeyen, iç
ebediyet: sonsuzluk
ehemmiyetli: önemli
ehl-i hak: doğru ve hak yolda olan kimseler
fâni: geçici olan, ölümlü
gaye-i maksat: ulaşılmak istenen gaye, hedef
gıpta: özenme, hayranlık duyma
hadsiz: sınırsız, sayısız
hakikat: asıl, esas, gerçek
hasene: iyilik
haset: kıskançlık
havsala: anlama gücü
haşiye: dipnot
haşmetli: büyük, görkemli
hissiyat: hisler, duygular
huri: Cennet kızı
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
ihsan etmek: karşılıksız olarak nimet vermek
ihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık
ihtiva etmek: içermek
inbisat etmek: genişlemek, yayılmak
inkişaf: ortaya çıkma, gelişme
iştirak: ortak olma, katılma
kasır: saray, köşk
kuvve-i bâsıra: görme duyusu
kuvve-i sâmia: işitme duyusu
kuvve-i zâika: tad alma duyusu
kuvve-i şâmme: koku alma duyusu
mahlûkat: varlıklar
makam: derece, yer
mesiregâh: gezinti yeri
musibet: belâ, büyük sıkıntı
musibetzede: musibete uğrayan
muvakkat: geçici
mâlikiyet: sahiplik
mü'min: Allah’a inanan
münhasıran: bir şey üzerinde yoğunlaşarak
müsabaka: yarışma
müstefid olmak: istifade etmek, yararlanmak
müzâhame: bir yere yığılarak fertlerin birbirine zahmet vermesi
nisbet: oran, kıyas
nisbetinde: oranında
noksan vermek: eksiltmek
nokta-i nazar: bakış açısı
rivayet: Hz. Peygamberden (a.s.m) nakledilen hadis
rıza-yı İlâhî: Allah’ın rızası
sair: diğer, başka
sebebiyet: sebep olma
seyrangâh: gezi ve seyir yeri
suret: şekil, biçim
talip olmak: istemek
telezzüz etmek: lezzet almak, tatmak
umumî: genel
umûr-u diniye ve uhreviye: dine ve âhirete ait işler
zillet: hor, hakir, aşağılanma
ziynetlendirmek: süslemek
zâhirî: dış görünüşte
zâika: tat alma duygusu
zîruh: ruh sahibi
âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat
şenlendirmek: neşelendirmek
şey-i vâhid: bir şey, tek şey

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirminci Lem'a - Sayfa 265

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>verilmesi ve ehl-i Cennetten herkes kendi hissesinden kemâl-i rıza ile memnun olması işaretiyle gösteriliyor ki, âhirette medar-ı rekabet birşey yoktur ve rekabet de olamaz. Öyleyse, âhirete ait olan a’mâl-i salihada dahi rekabet olamaz; kıskançlık yeri değildir. Kıskançlık eden ya riyâkârdır; a’mâl-i saliha suretiyle dünyevî neticeleri arıyor. Veyahut sadık cahildir ki, a’mâl-i saliha nereye baktığını bilmiyor ve a’mâl-i salihanın ruhu, esası, ihlâs olduğunu derk etmiyor. Rekabet suretiyle evliyaullaha karşı bir nevi adâvet taşımakla, vüs’at-i rahmet-i İlâhiyeyi ittiham ediyor. Bu hakikati teyid eden bir vakıa:

Eski arkadaşlarımızdan bir adamın, bir adama karşı adâveti vardı. O adamın yanında senâkârâne onun düşmanı amel-i salihle, hattâ velâyetle tavsif edildi. O adam kıskanmadı, sıkılmadı. Sonra birisi dedi: “Senin o düşmanın cesurdur, kuvvetlidir.” Baktık ki, o adamda şiddetli bir kıskançlık ve bir rekabet damarı uyandı.

Ona dedik: “Velâyet ve salâhat hadsiz bir hayat-ı ebediyenin pırlantası gibi bir kuvvet ve bir yüksekliktir. Sen buna bu cihette kıskanmadın. Dünyevî kuvvet öküzde ve cesaret canavarda dahi bulunmakla beraber, velâyet ve salâhate nisbeten, bir âdi cam parçasının elmasa nisbeti gibidir.”

O adam dedi ki: “Bir noktaya, bir makama ikimiz bu dünyada gözümüzü dikmişiz. Oraya çıkmak için basamaklarımız da kuvvet ve cesaret gibi şeylerdir. Onun için kıskandım. Âhiret makamâtı hadsizdir. O, burada benim düşmanım iken, orada benim samimî ve sevgili kardeşim olabilir.”

Ey ehl-i hakikat ve tarikat! Hakka hizmet, büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzunda taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar. Kıskanmak şöyle dursun, gayet samimî bir muhabbetle o gelenlerin kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziyade tesirlerini ve yardımlarını müftehirâne alkışlamak lâzım gelirken, nedendir ki rekabetkârâne o hakikî kardeşlere ve fedakâr yardımcılara bakılıyor ve o hal ile ihlâs kaçıyor? Vazifenizde müttehem olup,



Hak: her şeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah
a'mâl-i saliha: dinin emir ve yasaklarına uygun davranışlar
adâvet: düşmanlık
amel-i salih: Allah rızası için yapılan iyi işler
cihet: yön, taraf
derk etmek: anlamak, algılamak
dünyevî: dünya ile ilgili
ehl-i Cennet: Cennet ehli, Cennetlikler
ehl-i hakikat: doğru ve hak yolda olan kimseler, Müslümanlar
ehl-i tarikat: tasavvuf yoluyla manevî mertebeleri aşan kişiler
esas: temel
evliyaullah: Allah’ın sevgili kulları
fedakâr: özveride bulunan
hadsiz: sınırsız, sayısız
hakikat: esas, gerçek
hakikî: asıl, gerçek
hayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatı
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
ittiham etmek: suçlamak
kemâl-i rıza: tam bir memnuniyet, hoşnutluk
makam: derece, yer
makamât: dereceler, makamlar
medar-ı rekabet: rekabete sebep olan şey
muhabbet: sevgi
muhafaza etmek: korumak, saklamak
müftehirâne: övgüyle dolu, överek
müttehem: suçlanan, itham altında kalan
nevi: çeşit, tür
nisbet: kıyaslama, orantı kurma
nisbeten: kıyasla, oranla
rekabetkârâne: rekabet ederek
riyâkâr: ikiyüzlü, gösteriş meraklısı
sadık: bağlı
salâhat: dindarlıkta çok ileri olma hali
senâkârâne: övgü dolu bir şekilde
suret: biçim, şekil
tavsif etmek: vasıflandırmak, nitelemek
tesir: etki
teyid eden: destekleyen
vakıa: olay
velâyet: velilik
vüs'at-i rahmet-i İlâhiye: Allah’ın rahmet ve şefkatinin genişliği
ziyade: çok, fazla
âdi: basit, sıradan
âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirminci Lem'a - Sayfa 266

ehl-i dalâletin nazarında, sizden ve sizin mesleğinizden yüz derece aşağı olan, “din ile dünyayı kazanmak ve ilm-i hakikatle maişeti temin etmek, tamah ve hırs yolunda rekabet etmek” gibi müthiş ittihamlara mâruz kalıyorsunuz?

Bu marazın çare-i yegânesi: Nefsini ittiham etmek ve nefsine değil, daima karşısındaki meslektaşına taraftar olmak... Fenn-i âdâb ve ilm-i münazaranın uleması mâbeynindeki hakperestlik ve insaf düsturu olan şu “Eğer bir meselenin münazarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır.” Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit, o münazarada bilmediği birşeyi öğrenmiyor. Belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa, zararsız, bilmediği bir meseleyi öğrenip menfaattar olur, nefsin gururundan kurtulur. Demek insaflı hakperest, hakkın hatırı için nefsin hatırını kırıyor. Hasmının elinde hakkı görse, yine rıza ile kabul edip taraftar çıkar, memnun olur.

İşte bu düsturu ehl-i din, ehl-i hakikat, ehl-i tarikat, ehl-i ilim kendilerine rehber ittihaz etseler, ihlâsı kazanırlar. Ve vazife-i uhreviyelerinde muvaffak olurlar. Ve bu fecî sukut ve musibet-i hazıradan rahmet-i İlâhiye ile kurtulurlar.


سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ 1



endOfSection.gif
endOfSection.gif




[NOT]Dipnot-1 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.[/NOT]




düstur: kanun, prensip
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
ehl-i din: dindarlar, dinine bağlı olan kimseler
ehl-i hakikat: doğru ve hak yolda olan kimseler
ehl-i ilim: ilimle ilgilenen kişiler, âlimler
ehl-i tarikat: tarikata mensup olanlar
fecî: kötü
fenn-i âdâb: ahlâk ilmi
hak: doğru, gerçek
hakperest: doğruluktan ayrılmayan, hakkı tutan
hasım: düşman
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
ilm-i hakikat: hakikat ilmi
ilm-i münazara: bir meseleyi tartışarak çözümleme ilmi
insaf: vicdana uygun davranış
insaflı: vicdanlı
ittiham etmek: suçlamak
ittihaz etmek: kabullenmek, edinmek
maişet: geçim
maraz: hastalık
menfaattar: faydalı, yararlı
musibet-i hazıra: içinde bulunulan şimdiki belâ ve sıkıntı
muvaffak olmak: başarmak
mâbeyn: bir topluluğun içinde ve arasında olan
mâruz kalmak: bir şeyle yüz yüze gelmek, tesirinde kalmak
nazar: bakış
nefis/nefs: kişinin kendisi
rahmet-i İlâhiye: Allah’ın her şeyi kuşatan sonsuz rahmeti
rıza: hoşnutluk
sukut: alçalış, düşüş
tamah: açgözlülük, hırs
temin etmek: sağlamak
ulema: âlimler
vazife-i uhreviye: âhirete ait görev
çare-i yegâne: tek çare

<TBODY>
</TBODY>
 
Üst