On Yedinci Lem'a

Ukbaa

Well-known member
On Yedinci Lem’a

Zühre’den gelmiş On Beş Notadan ibarettir.

besmele.jpg

Mukaddime

BU LEM’ANIN telifinden on iki sene evvel,
blank.gif
1
inâyet-i Rabbâniye ile, marifet-i İlâhiyede bir hareket-i fikriye ve bir seyahat-i kalbiye ve bir inkişâfât-ı ruhiyede tezahür eden bazı lemeât-ı tevhidiyeyi, Arabî olarak, notalar suretinde Zühre, Şule, Habbe, Şemme, Zerre, Katre gibi risalelerde kaydetmiştim. Uzun bir hakikatin yalnız bir ucunu göstermek ve parlak bir nurun yalnız bir şuâını irâe etmek tarzında yazıldığından, yalnız kendi kendime birer hatıra ve birer ihtar şeklinde olduğundan, başkalarının istifadesi mahdut kalmıştı. Hususan, en mümtaz ve en has kardeşlerimin kısm-ı âzamı Arabî okumamışlar. Bunların ısrarı ve ilhâhıyla, o notaların, o lem’aların kısmen izahlı ve kısmen kısa bir meâlini Türkçe olarak yazmaya mecbur oldum. Şu notalar ve Arabî risaleler, Yeni Said’in en evvel hakikat ilminden bir derece şuhud suretinde gördüğü için, tağyir edilmeden, mealleri yazıldı. Onun için, bazı cümleler, sair Sözlerde de zikredilmekle beraber burada da zikrediliyor. Ve bir kısmı, gayet mücmel olmakla beraber, izah edilmiyor, tâ letâfet-i asliyesini kaybetmesin.



[NOT]Dipnot-1 “On iki sene evvel” denilen tarih, Hicrî 1340, Milâdî 1921 seneleridir.[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Arabî: Arapça</TD><TD>Habbe: Mesnevî-i Nuriye adlı eserde yer alan bir bölüm</TD></TR><TR><TD>Katre: Mesnevî-i Nuriye adlı eserde yer alan bir bölüm</TD><TD>Sözler: Risale-i Nur Külliyatında yer alan bir eser</TD></TR><TR><TD>Yeni Said: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)</TD><TD>Zerre: Mesnevî-i Nuriye adlı eserde yer alan bir bölüm</TD></TR><TR><TD>Zühre: Mesnevî-i Nuriye adlı eserde yer alan bir bölüm</TD><TD>evvel: önce</TD></TR><TR><TD>gayet: çok</TD><TD>hakikat: gerçek</TD></TR><TR><TD>hakikat ilmi: eşyanın gerçek ve doğru yüzünü gösteren ilim; Kur’ân ilmi</TD><TD>hareket-i fikriye: fikrî hareket, düşünce alanındaki hareketlilik</TD></TR><TR><TD>hususan: özellikle</TD><TD>ibaret: meydana gelen, oluşan</TD></TR><TR><TD>ihtar: hatırlatma</TD><TD>ilhâh: bir şeyin kabulü için ısrarla üzerine düşmek</TD></TR><TR><TD>inkişâfât-ı ruhiye: ruh ile manevî alanlarda yapılan açılımlar</TD><TD>inâyet-i Rabbâniye: Allah’ın inayeti, yardımı</TD></TR><TR><TD>irâe etmek: göstermek</TD><TD>izah: açıklama</TD></TR><TR><TD>kısm-ı âzam: büyük kısım</TD><TD>lemeât-ı tevhidiye: Allah’ın birliğini gösteren parıltılar</TD></TR><TR><TD>lem’a: parıltı</TD><TD>letâfet-i asliye: bir şeyin aslında ve temelinde bulunan tatlılık, hoşluk</TD></TR><TR><TD>mahdut: sınırlı</TD><TD>marifet-i İlâhiye: Allah’ı bilme ve tanıma</TD></TR><TR><TD>meâl: açıklama, anlam</TD><TD>mukaddime: başlangıç, giriş</TD></TR><TR><TD>mücmel: kısa, öz</TD><TD>mümtaz: seçkin, üstün</TD></TR><TR><TD>nota: bildiri</TD><TD>risale: küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un bölümleri</TD></TR><TR><TD>sair: diğer</TD><TD>seyahat-i kalbiye: kalple yapılan manevî yolculuk</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, şekil</TD><TD>tağyir etmek: değiştirmek</TD></TR><TR><TD>telif: yazılı eser ortaya koyma</TD><TD>tezahür eden: ortaya çıkan, görünen</TD></TR><TR><TD>zikredilmek: anılmak, belirtilmek</TD><TD>Şemme: Mesnevî-i Nuriye adlı eserde yer alan bir bölüm</TD></TR><TR><TD>Şule: Mesnevî-i Nuriye adlı eserde yer alan bir bölüm</TD><TD>şuhud: görme, şahid olma</TD></TR><TR><TD>şuâ: ışın, güçlü ışık</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Yedinci Lem'a - Sayfa 201

BİRİNCİ NOTA

Kendi nefsime hitaben demiştim: Ey gafil Said! Bil ki, şu âlemin fenâsından sonra sana refakat etmeyen ve dünyanın harabıyla senden mufarakat eden birşeye kalbini bağlamak sana lâyık değildir. Hususan senin asrının inkırazıyla seni terk edip arka çeviren ve bahusus berzah seferinde arkadaşlık etmeyen ve hususan seni kabir kapısına kadar teşyî etmeyen,
blank.gif
1
hususan bir iki sene zarfında ebedî bir firakla senden ayrılıp günahını senin boynuna takan, hususan senin rağmına olarak husulü ânında seni terk eden fâni şeylerle kalbini bağlamak kâr-ı akıl değildir.


Eğer aklın varsa, uhrevî inkılâbâtında, berzahî etvârında ve dünyevî inkılâbâtının müsâdemâtı altında ezilen, bozulan ve ebedî seferde sana arkadaşlığa muktedir olmayan işleri bırak, ehemmiyet verme, onların zevâlinden kederlenme.

Sen kendi mahiyetine bak ki: Senin lâtifelerin içinde öyle bir lâtife var ki, ebedden ve Ebedî Zattan başkasına razı olamaz. Ondan başkasına teveccüh edemiyor. Mâsivâsına tenezzül etmez. Bütün dünyayı ona versen, o fıtrî ihtiyacı tatmin edemez. O şey ise, senin duygularının ve lâtifelerinin sultanıdır. Fâtır-ı Hakîmin emrine mutî olan o sultanına itaat et, kurtul.

İKİNCİ NOTA

Hakikattar bir rüyada gördüm ki, insanlara diyordum:

“Ey insan! Kur’ân’ın desâtirindendir ki, Cenâb-ı Hakkın mâsivâsından hiçbir şeyi, ona taabbüd edecek bir derecede kendinden büyük zannetme. Hem, sen kendini hiçbir şeyden tekebbür edecek derecede büyük tutma. Çünkü mahlûkat mâbûdiyetten uzaklık noktasında müsâvi oldukları gibi, mahlûkiyet nisbetinde de birdirler.”


[NOT]Dipnot-1 bk. Buhârî, Rikak 42; Müslim, Zühd 5; Tirmizî, Zühd 46; Nesâî, Cenaiz 52; Müsned 3:110.[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah</TD><TD>Ebedî Zat: varlığının sonu olmayan Allah</TD></TR><TR><TD>Fâtır-ı Hakîm: her şeyi hikmetle ve benzersiz sanatıyla yaratan Allah</TD><TD>asır: yüzyıl</TD></TR><TR><TD>bahusus: hususan, özellikle</TD><TD>berzah: öldükten sonra ruhların kıyamete kadar kalacakları mânevî âlem</TD></TR><TR><TD>berzahî: kabir âlemine ait</TD><TD>desâtir: prensipler, kurallar</TD></TR><TR><TD>dünyevî: dünya ile ilgili</TD><TD>ebed: sonsuzluk</TD></TR><TR><TD>ebedî: sonsuz</TD><TD>ehemmiyet: değer, önem</TD></TR><TR><TD>etvâr: haller, tavırlar</TD><TD>fenâ: gelip geçici oluş</TD></TR><TR><TD>firak: ayrılık</TD><TD>fıtrî: doğal, yaratılıştan gelen</TD></TR><TR><TD>gafil: duyarsız, sorumsuz</TD><TD>hakikattar: tamamen gerçek olan</TD></TR><TR><TD>harab: yok olma, yıkılma</TD><TD>hitaben: hitap ederek</TD></TR><TR><TD>husul: meydana gelme</TD><TD>hususan: özellikle</TD></TR><TR><TD>inkılâbât: değişimler, dönüşümler</TD><TD>inkıraz: dağılıp yok olma, son bulma</TD></TR><TR><TD>kâr-ı akıl: akıl kârı, işi</TD><TD>lâtife: ince duygu</TD></TR><TR><TD>mahiyet: öz nitelik, özellik</TD><TD>mahlûkat: varlıklar</TD></TR><TR><TD>mahlûkiyet: yaratılmış olma</TD><TD>mufarakat eden: ayrılan</TD></TR><TR><TD>muktedir olmayan: gücü yetmeyen</TD><TD>mutî: emre uyan, itaat eden</TD></TR><TR><TD>mâbûdiyet: ibadet edilmeye lâyık olma</TD><TD>mâsivâ: Allah’ın dışındaki varlıklar</TD></TR><TR><TD>müsâdemât: vuruşmalar, çarpışmalar</TD><TD>müsâvi: eşit, denk</TD></TR><TR><TD>nefs: insanın kendisi</TD><TD>nisbet: oran, kıyas</TD></TR><TR><TD>nota: bildiri</TD><TD>rağmına: zıddına, aksine</TD></TR><TR><TD>refakat: arkadaşlık</TD><TD>taabbüd etmek: kulluk etmek</TD></TR><TR><TD>tekebbür etmek: kibirlenmek, büyüklenmek</TD><TD>tenezzül etmek: alçalmak, kendi değerini düşürmek</TD></TR><TR><TD>teveccüh etmek: yönelmek</TD><TD>teşyî: uğurlama; vefat eden kişinin kabre götürülüp defnedilmesi</TD></TR><TR><TD>uhrevî: ahirete ait</TD><TD>zevâl: geçicilik, yokluk</TD></TR><TR><TD>âlem: dünya</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Yedinci Lem'a - Sayfa 202

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>
ÜÇÜNCÜ NOTA

Ey gafil Said! Bil ki, galat-ı his nev’inden, gayet muvakkat dünyayı lâyemut ve daimî görüyorsun. Etrafına ve dünyaya baktığın zaman bir derece sabit ve müstemir gördüğünden, fâni nefsini de o nazarla sabit telâkki ettiğinden, yalnız kıyametin kopacağından dehşet alıyorsun. Güya kıyametin kopmasına kadar yaşayacaksın gibi, yalnız ondan korkuyorsun.
blank.gif
1


Aklını başına al. Sen ve hususî dünyan, daimî zeval ve fenâ darbesine mâruzsunuz. Senin bu galat-ı hissin ve mağlâtan şu misale benzer ki: Bir adam, elinde olan âyinesini bir hane veya bir şehre veya bir bahçeye karşı tutsa, misalî bir hane, bir şehir, bir bahçe, o âyinede görünür. Ednâ bir hareket ve küçük bir tagayyür âyinenin başına gelse, o misalî hane ve şehir ve bahçede hercümerc ve karışıklık düşer. Hariçteki hakikî hane, şehir ve bahçenin devam ve bekàsı sana fayda vermez. Çünkü, senin elindeki âyinedeki hane ve sana ait şehir ve bahçe, yalnız âyinenin sana verdiği mikyas ve mizanladır.
Senin hayatın ve ömrün âyinedir. Senin dünyanın direği ve âyinesi ve merkezi, senin ömrün ve hayatındır. Her dakikada o hane ve şehir ve bahçenin ölmesi mümkün ve harap olması muhtemel olduğundan, her dakika senin başına yıkılacak ve senin kıyametin kopacak bir vaziyettedir. Madem öyledir, sen bu hayatına ve dünyana, çekemedikleri ve kaldıramadıkları yükleri yükletme.

DÖRDÜNCÜ NOTA

Bil ki, ekseriyetle Fâtır-ı Hakîmin âdetidir: Ehemmiyetli ve kıymettar şeyleri aynıyla iade ediyor. Yani, ekser eşyanın misliyle tazelenmesi, mevsimlerin tebeddülünde, asırların değişmesinde o kıymettar, ehemmiyetli şeyleri aynıyla iade ediyor. Yevmî ve senevî ve asrî haşirlerin umumunda, şu kaide-i âdetullah ekseriyetle muttarid görünüyor.

İşte bu sabit kaideye binaen deriz: Madem, fünunun ittifakıyla ve ulûmun şehadetiyle, hilkat şeceresinin en mükemmel meyvesi insandır. Ve mahlûkat içinde


[NOT]Dipnot-1 bk. Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn 4:64; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 2:368.[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Fâtır-ı Hakîm: her şeyi hikmetle ve benzersiz şekilde yaratan Allah</TD><TD>asrî: yüzyıllık</TD></TR><TR><TD>bekà: devamlılık, kalıcılık</TD><TD>binaen: dayanarak</TD></TR><TR><TD>daimî: devamlı, sürekli</TD><TD>ednâ: en aşağı</TD></TR><TR><TD>ehemmiyetli: değerli, önemli</TD><TD>ekser: çoğunluk</TD></TR><TR><TD>ekseriyetle: çoğunlukla</TD><TD>eşya: şeyler, varlıklar</TD></TR><TR><TD>fenâ: fânilik, gelip geçicilik</TD><TD>fâni: geçici olan, ölümlü</TD></TR><TR><TD>fünun: ilimler</TD><TD>gafil: duyarsız, umursamaz</TD></TR><TR><TD>galat-ı his: his yanılması</TD><TD>hakikî: asıl, gerçek</TD></TR><TR><TD>hane: ev</TD><TD>harap olmak: yıkılıp yok olmak</TD></TR><TR><TD>haşir: yeniden diriltmek</TD><TD>hercümerc: karma karışık</TD></TR><TR><TD>hilkat şeceresi: yaratılış ağacı</TD><TD>hususî: özel</TD></TR><TR><TD>ittifak: anlaşma, birlik</TD><TD>kaide: kural, prensip</TD></TR><TR><TD>kaide-i âdetullah: Allah’ın adeti olan konum, kural</TD><TD>kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması</TD></TR><TR><TD>kıymettar: kıymetli, değerli</TD><TD>lâyemut: ölümsüz</TD></TR><TR><TD>mahlûkat: varlıklar</TD><TD>mağlâta: aldatmaca</TD></TR><TR><TD>mikyas: ölçek</TD><TD>misalî: görüntüden ibaret</TD></TR><TR><TD>misil: benzer</TD><TD>mizan: ölçü, denge</TD></TR><TR><TD>muhtemel: ihtimal dahilinde</TD><TD>muttarid: düzenli, kesintisiz</TD></TR><TR><TD>muvakkat: geçici</TD><TD>mâruz olma: uğrama, yüzyüze gelme</TD></TR><TR><TD>müstemir: devamlı, kararlı</TD><TD>nazar: bakış</TD></TR><TR><TD>nefs: kişinin kendisi</TD><TD>nev’i: tür, cins</TD></TR><TR><TD>nota: bildiri</TD><TD>senevî: yıllık</TD></TR><TR><TD>tagayyür: başkalaşım, değişme</TD><TD>tebeddül: değişim</TD></TR><TR><TD>telâkki etmek: kabul etmek, algılamak</TD><TD>ulûm: ilimler</TD></TR><TR><TD>umum: genel</TD><TD>vaziyet: durum, hal</TD></TR><TR><TD>yevmî: günlük</TD><TD>zevâl: gelip geçici olma</TD></TR><TR><TD>âdet: kanun, genel uygulama</TD><TD>şehadet: şahitlik</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Yedinci Lem'a - Sayfa 203

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>en ehemmiyetli insandır. Ve mevcudat içinde en kıymettar insandır. Ve insanın bir ferdi, sair hayvânâtın bir nev’i hükmündedir. Elbette, kat’î bir hads ile hükmedilir ki, haşir ve neşr-i ekberde, beşerin herbir ferdi aynıyla, cismiyle, ismiyle, resmiyle iade edilecektir.

BEŞİNCİ NOTA

Şu notada, Avrupa fünunu ve medeniyeti, Eski Said’in fikrinde bir derece yerleştiği için, Yeni Said harekât-ı fikriyede seyrettiği zaman, Avrupa’nın fünun ve medeniyeti o seyahat-i kalbiyede emrâz-ı kalbiyeye inkılâp ederek ziyade müşkilâta medar olduğundan, bilmecburiye, Yeni Said zihnini silkeleyip, muzahraf felsefeyi ve sefih medeniyeti atmak isterken, kendi ruhunda Avrupa’nın lehinde şehadet eden hissiyât-ı nefsaniyeyi susturmak için, Avrupa’nın şahs-ı mânevîsi ile bir cihette gayet kısa, bir cihette uzun, gelecek muhavereye mecbur olmuştur.

Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir. Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden bu birinci Avrupa’ya hitap etmiyorum. Belki, felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını mehâsin zannederek beşeri sefâhete ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitap ediyorum. Şöyle ki:

O zaman, o seyahat-i ruhiyede, mehâsin-i medeniyet ve fünun-u nâfiadan başka olan mâlâyâni ve muzır felsefeyi ve muzır ve sefih medeniyeti elinde tutan Avrupa’nın şahs-ı mânevîsine karşı demiştim:

Bil, ey ikinci Avrupa! Sen sağ elinle sakîm ve dalâletli bir felsefeyi ve sol elinle sefih ve muzır bir medeniyeti tutup dâvâ edersin ki, “Beşerin saadeti bu ikisiyledir.” Senin bu iki elin kırılsın ve şu iki pis hediyen senin başını yesin ve yiyecek!




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Avrupa: (bk. bilgiler)</TD><TD>Avrupa fünunu ve medeniyeti: Avrupa fenleri ve medeniyeti</TD></TR><TR><TD>Eski Said/Yeni Said: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)</TD><TD>adalet: her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesi</TD></TR><TR><TD>beşer: insan</TD><TD>bilmecburiye: zorunlu olarak</TD></TR><TR><TD>cihet: yön, taraf</TD><TD>cisim: beden</TD></TR><TR><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD><TD>din-i hakikî: gerçek din</TD></TR><TR><TD>ehemmiyetli: değerli, önemli</TD><TD>emrâz-ı kalbiye: kalp hastalıkları, mânevî hastalıklar</TD></TR><TR><TD>felsefe-i tabiiye: her şeyi tabiata dayandıran felsefe</TD><TD>feyiz: mânevî gıda, bereket</TD></TR><TR><TD>fünun: ilimler</TD><TD>fünun-u nâfia: faydalı ilimler</TD></TR><TR><TD>hads: güçlü sezgi, seziş</TD><TD>hakkaniyet: doğruluk, haklı olmak</TD></TR><TR><TD>harekât-ı fikriye: fikir hareketleri, düşünce alanındaki hareketler</TD><TD>hayat-ı içtimaiye-i beşeriye: insanların sosyal hayatı</TD></TR><TR><TD>hayvânât: hayvanlar</TD><TD>haşir ve neşr-i ekber: öldükten sonra yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma ve tekrar dağılıp yayılma</TD></TR><TR><TD>hissiyât-ı nefsaniye: nefse ait duygular</TD><TD>hitap: konuşma</TD></TR><TR><TD>inkılâp etmek: dönüşmek</TD><TD>kat’î: kesin</TD></TR><TR><TD>kıymettar: kıymetli, değerli</TD><TD>medar: sebep, kaynak</TD></TR><TR><TD>mehâsin: güzellikler</TD><TD>mehâsin-i medeniyet: modern medeniyetin insanlığa sunduğu güzellikleri</TD></TR><TR><TD>mevcudat: varlıklar</TD><TD>muhavere: karşılıklı konuşma</TD></TR><TR><TD>muzahraf: sahte, kof</TD><TD>muzır: zararlı</TD></TR><TR><TD>mâlâyâni: anlamsız, faydasız</TD><TD>müşkilât: zorluklar</TD></TR><TR><TD>nev’i: çeşit</TD><TD>nota: bildiri</TD></TR><TR><TD>nâfi: faydalı</TD><TD>saadet: mutluluk</TD></TR><TR><TD>sair: diğer</TD><TD>sakîm: hastalıklı, bozuk</TD></TR><TR><TD>sefih: yasak zevk ve eğlencelere aşırı düşkün olan</TD><TD>sefâhet: yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük; beyinsizce davranış</TD></TR><TR><TD>sevk eden: yönlendiren</TD><TD>seyahat-i kalbiye: kalple yapılan mânevî yolculuk</TD></TR><TR><TD>seyahat-i ruhiye: ruhla yapılan mânevî yolculuk</TD><TD>seyyiât: günahlar, kötülükler</TD></TR><TR><TD>ziyade: çok, fazla</TD><TD>zulmet: karanlık</TD></TR><TR><TD>İsevîlik: (bk. bilgiler – Hıristiyanlık)</TD><TD>şahs-ı mânevî: belli bir kişi olmayıp, bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik</TD></TR><TR><TD>şehadet eden: şahitlik eden</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Yedinci Lem'a - Sayfa 204

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Ey küfür ve küfrânı dağıtıp neşreden bedbaht ruh! Acaba, hem ruhunda, hem vicdanında, hem aklında, hem kalbinde dehşetli musibetlerle musibetzede olmuş ve azaba düşmüş bir adamın, cismiyle zâhirî bir surette, aldatıcı bir ziynet ve servet içinde bulunmasıyla saadeti mümkün olabilir mi? Ona mesut denilebilir mi?

Âyâ, görmüyor musun ki, bir adamın cüz’î bir emirden meyus olması ve vehmî bir emelden ümidi kesilmesi ve ehemmiyetsiz bir işten inkisar-ı hayale uğraması sebebiyle, tatlı hayaller ona acılaşıyor, şirin vaziyetler onu tazip ediyor, dünya ona dar geliyor, zindan oluyor. Halbuki, senin şeâmetinle kalbinin en derin köşelerinde ve ruhunun tâ esasında dalâlet darbesini yiyen ve o dalâlet cihetiyle bütün emelleri inkıtaa uğrayan ve bütün elemleri ondan neş’et eden bir biçare insana hangi saadeti temin ediyorsun? Acaba, zâil, yalancı bir cennette cismi bulunan ve kalbi, ruhu cehennemde azap çeken bir insana mesut denilebilir mi? İşte, sen biçare beşeri böyle baştan çıkardın; yalancı bir cennet içinde cehennemî bir azap çektiriyorsun.

Ey beşerin nefs-i emmâresi! Bu temsile bak, beşeri nereye sevk ettiğini bil. Meselâ bizim önümüzde iki yol var. Birisinden gidiyoruz. Görüyoruz ki, her adım başında biçare, âciz bir adam bulunur. Zalimler hücum edip malını, eşyasını gasp ederek kulübeciğini harap ediyorlar. Bazen da yaralıyorlar. Öyle bir tarzda ki, acınacak haline semâ ağlıyor. Nereye bakılsa, hal bu minval üzere gidiyor. O yolda işitilen sesler zalimlerin gürültüleri, mazlumların ağlayışları olduğundan, umumî bir matem o yolu kaplıyor. İnsan, insaniyet cihetiyle gayrın elemiyle müteellim olduğundan, hadsiz bir eleme giriftar oluyor. Halbuki vicdan bu derece teellüme tahammül edemediğinden, o yolda giden iki şeyden birisine mecbur olur: Ya insaniyetten tecerrüt edip ve nihayetsiz vahşeti iltizam ederek öyle bir kalbi taşıyacak ki, kendi selâmetiyle beraber umumun helâketi onu müteessir etmesin; veyahut kalb ve aklın muktezasını iptal etsin.

Ey sefahet ve dalâletle bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış Avrupa! Deccal



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Avrupa: (bk. bilgiler)</TD><TD>bedbaht: kötü bahtlı, tahlihsiz</TD></TR><TR><TD>beşer: insanlık</TD><TD>bîçare: çaresiz, zavallı</TD></TR><TR><TD>cihet: şekil, yön</TD><TD>cüz’î: ferdî, az, küçük</TD></TR><TR><TD>dalâlet: inançsızlık, hak yoldan sapkınlık</TD><TD>ehemmiyetsiz: önemsiz, değersiz</TD></TR><TR><TD>elem: acı, keder</TD><TD>emel: umut, istek</TD></TR><TR><TD>eşya: şeyler, varlıklar</TD><TD>gasp etmek: zorla almak</TD></TR><TR><TD>gayr: başkası</TD><TD>giriftar olmak: tutulmak</TD></TR><TR><TD>hadsiz: sınırsız</TD><TD>harap etme: yıkma, yok etme</TD></TR><TR><TD>helâket: mahvolma, yok oluş</TD><TD>iltizam etme: gerekli görme</TD></TR><TR><TD>inkisar-ı hayal: hayal kırıklığı</TD><TD>inkıtaa uğrama: kesintiye uğrama</TD></TR><TR><TD>küfran: nankörlük</TD><TD>küfür: inkâr ve inançsızlık</TD></TR><TR><TD>mazlum: zulme uğramış</TD><TD>mes’ut: mutlu</TD></TR><TR><TD>meyus: ümitsiz</TD><TD>minval: yol; tarz, biçim</TD></TR><TR><TD>mukteza: gerek</TD><TD>musibet: belâ, dert</TD></TR><TR><TD>musibetzede: belâya, sıkıntıya düşmüş olan kimse</TD><TD>müteellim: elemli, acı duyan</TD></TR><TR><TD>müteessir etmek: etkilemek, üzmek</TD><TD>nefs-i emmâre: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden güç</TD></TR><TR><TD>neşreden: yayan</TD><TD>neş’et eden: doğan, meydana gelen</TD></TR><TR><TD>nihayetsiz: sonsuz</TD><TD>saadet: mutluluk</TD></TR><TR><TD>sefahet: gayrı meşru zevk ve eğlence</TD><TD>selâmet: esenlik, güvenlik</TD></TR><TR><TD>semâ: gök</TD><TD>sevk etmek: yöneltmek</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, şekil</TD><TD>tahammül: dayanma, katlanma</TD></TR><TR><TD>tazip etme: azaplandırma, eziyet verme</TD><TD>tecerrüd etme: sıyrılma, arınma</TD></TR><TR><TD>teellüm: elem duyma, üzülme, tasalanma</TD><TD>temsil: analoji, kıyaslama tarzında benzetme</TD></TR><TR><TD>umum: genel, bütün</TD><TD>umumî: genele ait</TD></TR><TR><TD>vehmî: olmadığı halde varmış gibi görünen</TD><TD>ziynet: süs</TD></TR><TR><TD>zâhirî: açık</TD><TD>zâil: geçici, yok olucu</TD></TR><TR><TD>âciz: güçsüz</TD><TD>âyâ: acaba</TD></TR><TR><TD>İsevî dini: (bk. bilgiler – Hıristiyanlık)</TD><TD>şeâmet: kötülük, uğursuzluk</TD></TR></TBODY></TABLE>

<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Yedinci Lem'a - Sayfa 205

.<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?> <!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>gibi birtek gözü taşıyan
blank.gif
1
kör dehân ile ruh-u beşere bu cehennemî hâleti hediye ettin. Sonra anladın ki, bu öyle ilâçsız bir illettir ki, insanı âlâ-yı illiyyînden esfel-i sâfilîne atar, hayvânâtın en bedbaht derecesine indirir. Bu illete karşı bulduğun ilâç, muvakkaten iptal-i his hizmeti gören cazibedar oyuncakların ve uyutucu hevesat ve fantaziyelerindir. Senin bu ilâcın, senin başını yesin ve yiyecek!

İkinci yol ki, Kur’ân-ı Hakîm hidayetiyle beşere hediye etmiştir, şöyledir:

Görüyoruz ki, o yolun her menzilinde, her mekânında, her şehrinde bir sultan‑ı âdilin müstakim askerleri her tarafta bulunuyorlar, geziyorlar. Ara sıra o sultanın emriyle o askerlerin bir kısmını terhis ediyorlar. Silâhlarını, atlarını ve mîrî levazımatlarını alıyorlar, onlara izin tezkeresini veriyorlar. O terhis olunan neferler, çendan ünsiyet ettikleri at ve silâhların teslim alınmasından zâhiren mahzun oluyorlar; fakat hakikat noktasında, terhisle müferrah olup, sultanın ziyaretine ve padişahın pâyitahtına dönmesi ve padişahı ziyaret etmesi cihetinde gayet memnun oluyorlar.

Bazan terhis memurları acemî bir nefere rast geliyorlar. Nefer onları tanımıyor. “Silâhını teslim et” diyorlar. Nefer diyor: “Ben padişahın askeriyim, onun hizmetindeyim. Sonra onun yanına gideceğim. Siz neci oluyorsunuz? Eğer onun izin ve rızasıyla gelmişseniz, göz ve baş üstüne geldiniz. Emrini gösteriniz. Yoksa çekiliniz, benden uzak olunuz. Ben tek başımla kalsam, sizler binler dahi olsanız, yine sizinle dövüşeceğim. Kendi nefsim için değil, çünkü nefsim benim değil, benim sultanımındır. Belki bendeki nefsim ve silâhım, mâlikimin emanetidir. Emaneti muhafaza ve sultanımın haysiyetini himaye ve izzetini vikaye için size baş eğmeyeceğim!”

İşte, o ikinci yoldaki medar-ı sürur ve saadet olan binler ahvalden bu hal bir nümunedir. Sair ahvâli sen kıyas et. Bütün o ikinci yolun seferinde, tevellüdat namında, sevinç ve şenlikle bir tahşidat ve sevkiyat-ı askeriye vardır ve vefiyat



[NOT]Dipnot-1 bk. Buhârî, Enbiyâ 48, Libâs 68, Ta’bîr 11,13, Fiten 26; Müslim, Îmân 273-276.

[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Deccal: kıyamet kopmadan önce gelen, İslâmı kaldırmaya kalkan yalancı ve aldatıcı kimse (bk bilgiler)</TD><TD>Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân</TD></TR><TR><TD>ahval: haller, durumlar</TD><TD>bedbaht: kötü bahtlı, talihsiz</TD></TR><TR><TD>beşer: insanlık</TD><TD>cazibedar: cazibeli, çekici</TD></TR><TR><TD>cihet: yön, taraf</TD><TD>dehâ: felsefeyle eğitilmiş olağanüstü zekâ ve akıl</TD></TR><TR><TD>esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı</TD><TD>fantaziye: aşırı süs ve lüks </TD></TR><TR><TD>hakikat: gerçek, bir şeyin gerçek yönü</TD><TD>haysiyet: itibar, şeref</TD></TR><TR><TD>hayvânât: hayvanlar</TD><TD>hevesât: hevesler, arzu ve istekler</TD></TR><TR><TD>hidayet: doğru ve hak olan yol, İslâmiyet</TD><TD>himaye: koruma</TD></TR><TR><TD>hâlet: durum, hal</TD><TD>illet: hastalık</TD></TR><TR><TD>iptal-i his: hisleri uyuşturma, duyguları vazifelerini yapamaz hale getirme</TD><TD>izzet: değer, itibar, yücelik</TD></TR><TR><TD>kıyas etmek: karşılaştırmak</TD><TD>levazımat: ihtiyaç duyulan araç ve gereçler</TD></TR><TR><TD>mahzun olmak: hüzünlenmek</TD><TD>medar-ı sürur ve saadet: sevinç ve neşe kaynağı</TD></TR><TR><TD>mekân: yer</TD><TD>menzil: konaklama yeri</TD></TR><TR><TD>muhafaza: koruma, saklama</TD><TD>muvakkaten: geçici olarak</TD></TR><TR><TD>mâlik: sahip</TD><TD>mîrî: devlete ait</TD></TR><TR><TD>müferrah olmak: ferahlamak, rahatlamak</TD><TD>müstakim: dosdoğru olan</TD></TR><TR><TD>nam: ad</TD><TD>nefer: asker, er</TD></TR><TR><TD>nefs: kişinin kendisi</TD><TD>nümune: örnek</TD></TR><TR><TD>pâyitaht: başkent</TD><TD>ruh-u beşer: insan ruhu</TD></TR><TR><TD>sair: diğer</TD><TD>sefer: yolculuk</TD></TR><TR><TD>sevkiyat-ı askeriye: askerlerin belli hedeflere doğru yönlendirilmesi</TD><TD>sultan-ı âdil: adaletle hükmeden sultan</TD></TR><TR><TD>tahşidat: yığınak yapma işlemleri</TD><TD>terhis etmek: göreve son vermek, serbest bırakmak</TD></TR><TR><TD>tevellüdat: doğumlar</TD><TD>tezkere: belge</TD></TR><TR><TD>vefiyat: vefatlar, ölümler</TD><TD>vikaye: koruma</TD></TR><TR><TD>zâhiren: dış görünüş itibariyle</TD><TD>âlâ-yı illiyyîn: en yüksek mertebe</TD></TR><TR><TD>çendan: gerçi</TD><TD>ünsiyet: cana yakın olma, alışma</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Yedinci Lem'a - Sayfa 206

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>namında sürur ve mızıka ile terhisat-ı askeriye görünüyorlar. İşte, Kur’ân-ı Hakîm beşere bu yolu hediye etmiştir. Bu hediyeyi kim tam kabul etse, böyle iki cihanın saadetine giden bu ikinci yoldan gider. Ne geçmiş şeyden mahzun ve ne de gelecek şeyden havf eder.

Ey ikinci, bozuk Avrupa! Senin çürük ve esassız esaslarının bir kısmı şunlardır ki: “En büyük melekten en küçük semeğe kadar herbir zîhayat kendi nefsine mâliktir ve kendi zâtı için çalışır ve kendi lezzeti için çabalar. Onun bir hakk-ı hayatı var. Gaye-i himmeti ve hedef-i maksadı yaşamak ve bekàsını temin etmektir” diyorsun. Ve Hâlık-ı Kerîmin kerem düsturlarından ve erkân-ı kâinatta kemâl-i itaatle imtisal edilen düstur-u teavünle, nebâtat hayvânâtın imdadına ve hayvânat insanların yardımına koşmasından tezahür eden o umumî kanunun rahîmâne, kerîmâne cilvelerini cidal zannedip, “Hayat bir cidaldir” diye, ahmakane hükmetmişsin.

Acaba, o düstur-u teavünün cilvesinden olan, zerrât-ı taâmiyenin kemâl-i şevkle beden hücrelerinin gıdalandırılması için koşmaları nasıl cidaldir? Nasıl bir çarpışmaktır? Belki o imdat ve o koşmak, Kerîm bir Rabbin emriyle bir teavündür.

Hem çürük bir esasın, “Herşey kendi nefsine mâliktir” diyorsun. Hiçbir şey kendi nefsine mâlik olmadığına kat’î bir delil şudur ki:

Esbabın içinde en eşrefi ve ihtiyar noktasında en geniş iradelisi, insandır. Halbuki bu insanın düşünmek, söylemek ve yemek gibi en zâhir ef’âl-i ihtiyariyesinden yüz cüz’ünden onun dest-i ihtiyarına verilen ve daire-i iktidarına giren, yalnız meşkûk tek bir cüzdür. Böyle en zâhir fiilin yüz cüz’ünden bir cüz’üne mâlik olmayan, nasıl kendine mâliktir denilir?

Böyle en eşref ve ihtiyarı en geniş, bu derece hakikî tasarruftan ve temellükten




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Avrupa: (bk. bilgiler)</TD><TD>Hâlık-ı Kerîm: ikramı bol ve her şeyi yaratan Allah</TD></TR><TR><TD>Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah</TD><TD>Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân</TD></TR><TR><TD>Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah</TD><TD>ahmakane: ahmakça</TD></TR><TR><TD>bekà: devamlılık, kalıcılık</TD><TD>beşer: insanlık</TD></TR><TR><TD>cidal: mücadele</TD><TD>cihan: dünya, âlem</TD></TR><TR><TD>cilve: görüntü, yansıma</TD><TD>cüz’: kısım, parça</TD></TR><TR><TD>daire-i iktidar: gücü kullanabilme dairesi</TD><TD>dest-i ihtiyar: irade ve dileme eli</TD></TR><TR><TD>düstur: kural</TD><TD>düstur-u teavün: yardımlaşma kanunu</TD></TR><TR><TD>ef’âl-i ihtiyariye: iradeyle yapılan davranışlar, fiiller</TD><TD>erkân-ı kâinat: kâinatı oluşturan temel unsurlar</TD></TR><TR><TD>esas: temel</TD><TD>esbab: sebepler</TD></TR><TR><TD>eşref: en şerefli</TD><TD>gaye-i himmet: gayret ve çabanın dayandığı gaye</TD></TR><TR><TD>hakikî: gerçek</TD><TD>hakk-ı hayat: yaşama hakkı</TD></TR><TR><TD>havf etmek: korkmak</TD><TD>hayvânât: hayvanlar</TD></TR><TR><TD>hedef-i maksad: varılmak istenen maksat</TD><TD>ihtiyar: dileme, istek, irade</TD></TR><TR><TD>imtisal edilen: uyulan, boyun eğilen</TD><TD>irade: dileme, tercih etme ve seçme gücü</TD></TR><TR><TD>kanun: tabiat olaylarının bağlı olduğu değişmez kural</TD><TD>kemâl-i itaat: tam ve eksiksiz itaat</TD></TR><TR><TD>kemâl-i şevk: tam ve kusursuz bir istek</TD><TD>kerem: cömertlik, ikram</TD></TR><TR><TD>kerîmâne: çok cömert bir şekilde</TD><TD>mahzun: hüzünlü</TD></TR><TR><TD>melek: nurdan yaratılmış varlık</TD><TD>meşkûk: şüpheli</TD></TR><TR><TD>mâlik: sahip</TD><TD>nebâtat: bitkiler</TD></TR><TR><TD>nefs: kendisi</TD><TD>rahîmâne: çok şefkatli bir şekilde</TD></TR><TR><TD>semek: balık</TD><TD>sürur: mutluluk, sevinç</TD></TR><TR><TD>tasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetme</TD><TD>teavün: yardımlaşma</TD></TR><TR><TD>temellük: sahiplenme</TD><TD>terhisat-ı askeriye: askerlikten terhis etmeler</TD></TR><TR><TD>tezahür eden: ortaya çıkan, görünen</TD><TD>zerrât-ı taâmiye: yiyecekleri oluşturan atomlar</TD></TR><TR><TD>zâhir: açık, gözle görünür</TD><TD>zât: kendisi</TD></TR><TR><TD>zîhayat: canlı</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Yedinci Lem'a - Sayfa 207

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>eli bağlanmış bulunsa, “Sair hayvânat ve cemâdat kendi kendine mâliktir” diyen, hayvandan daha ziyade hayvan ve cemâdattan daha ziyade câmid ve şuursuz olduğunu ispat eder.

Seni bu hataya atıp bu vartaya düşüren, bir gözlü dehândır. Yani, harika, menhus zekândır. O kör dehân ile, herşeyin hâlıkı olan Rabbini unuttun, mevhum bir tabiata isnad ettin, âsârını esbaba verdin, o Hâlıkın malını bâtıl mâbud olan tâğutlara taksim ettin. Şu noktada ve o dehân nazarında, her zîhayat, herbir insan, tek başıyla hadsiz a’dâya karşı mukavemet etmek ve nihayetsiz hâcâtın tahsiline çabalamak lâzım geliyor. Ve zerre gibi bir iktidar, ince tel gibi bir ihtiyar, zâil lem’a gibi bir şuur, çabuk söner şule gibi bir hayat, çabuk geçer dakika gibi bir ömürle, o hadsiz a’dâya ve hâcâta karşı dayanmaya mecbur oluyor. Halbuki, o biçare zîhayatın sermayesi, binler matluplarından birisine kâfi gelmiyor. Musibete giriftar olduğu zaman, sağır, kör esbabdan başka derdine derman beklemiyor.
blank.gif
1
وَمَا دُعَاۤءُ الْكَافِرِينَ اِلاَّ فِى ضَلاَلٍ sırrına mazhar oluyor.


Senin karanlıklı dehân, nev-i beşerin gündüzünü geceye kalb etmiş. Yalnız o sıkıntılı, zulümlü ve zulmetli geceye ısındırmak için, yalancı, muvakkat lâmbalarla tenvir ettin. O lâmbalar sürurla beşerin yüzüne tebessüm etmiyorlar. Belki beşerin ağlanacak acı hallerindeki eblehâne gülmesine, o ışıklar müstehziyâne gülüp eğleniyor.

Herbir zîhayat, senin şakirtlerin nazarında, zalimlerin hücumuna mâruz, miskin birer musibetzededirler. Dünya bir matemhane-i umumiyedir. Dünyadaki sadâlar ölümlerden, elemlerden gelen vâveylâlardır. Senden tam ders alan şakirdin, bir firavun olur. Fakat en hasis şeye ibadet eden ve menfaat gördüğü herşeyi kendine rab telâkki eden bir firavun-u zelildir.


[NOT]Dipnot-1 “Kâfirlerin duası ancak boşa gider.” Ra’d Sûresi, 13:14.[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Hâlık: her şeyi yaratan Allah</TD><TD>Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah</TD></TR><TR><TD>a’dâ: düşmanlar</TD><TD>beşer: insanlık</TD></TR><TR><TD>biçare: çaresiz</TD><TD>bâtıl: hak olmayan</TD></TR><TR><TD>cemâdat: cansız varlıklar</TD><TD>câmid: cansız</TD></TR><TR><TD>dehâ: felsefeyle eğitilmiş olağanüstü zekâ ve akıl</TD><TD>eblehâne: ahmakçasına</TD></TR><TR><TD>elem: acı, keder</TD><TD>esbab: sebepler</TD></TR><TR><TD>firavun: (bk. bilgiler)</TD><TD>firavun-u zelil: alçak bir firavun</TD></TR><TR><TD>giriftar olmak: tutulmak</TD><TD>hadsiz: sınırsız, sayısız</TD></TR><TR><TD>hasis: âdi, değersiz</TD><TD>hayvânât: hayvanlar</TD></TR><TR><TD>hâcât: ihtiyaçlar</TD><TD>hâlık: yaratıcı</TD></TR><TR><TD>ihtiyar: dileme, istek, irade</TD><TD>iktidar: güç, kuvvet</TD></TR><TR><TD>isnad etmek: dayandırmak</TD><TD>kalb etmek: dönüştürmek</TD></TR><TR><TD>kâfi: yeterli</TD><TD>lem’a: parıltı</TD></TR><TR><TD>matemhane-i umumiye: genel yas evi</TD><TD>matlup: istenen şey</TD></TR><TR><TD>mazhar olmak: erişmek</TD><TD>menhus: uğursuz</TD></TR><TR><TD>mevhum: gerçekte olmadığı halde var sayılan</TD><TD>miskin: zavallı</TD></TR><TR><TD>mukavemet etmek: dayanmak, karşı koymak</TD><TD>musibet: belâ, büyük sıkıntı</TD></TR><TR><TD>musibetzede: musibete uğrayan</TD><TD>muvakkat: geçici</TD></TR><TR><TD>mâbud: ibadet edilen</TD><TD>mâlik: sahip</TD></TR><TR><TD>mâruz: hedef olma, yüz yüze gelme</TD><TD>müstehziyâne: alay edercesine</TD></TR><TR><TD>nazar: bakış, düşünce</TD><TD>nev-i beşer: insanlar</TD></TR><TR><TD>nihayetsiz: sınırsız</TD><TD>rab: yaratıcı, ilâh</TD></TR><TR><TD>sadâ: ses</TD><TD>sair: diğer</TD></TR><TR><TD>sürur: mutluluk, sevinç</TD><TD>sır: gizli gerçek</TD></TR><TR><TD>tahsil: elde etme, kazanma</TD><TD>taksim etmek: bölüştürmek, paylaştırmak</TD></TR><TR><TD>telâkki eden: kabul eden</TD><TD>tenvir etmek: aydınlatmak</TD></TR><TR><TD>tâğut: ibadet edilen bâtıl şey, put</TD><TD>varta: tehlike</TD></TR><TR><TD>vâveylâ: çığlık, feryad</TD><TD>zalim: haksızlık eden</TD></TR><TR><TD>zerre: atom, çok küçük parça</TD><TD>ziyade: çok, fazla</TD></TR><TR><TD>zulmetli: karanlık</TD><TD>zulüm: haksızlık</TD></TR><TR><TD>zâil: geçip gidici, yok olucu</TD><TD>zîhayat: canlı</TD></TR><TR><TD>âsâr: eserler</TD><TD>şakirt: talebe, öğrenci</TD></TR><TR><TD>şule: alev</TD><TD>şuur: bilinç, anlayış</TD></TR><TR><TD>şuursuz: bilinçsiz</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Yedinci Lem'a - Sayfa 208

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Hem senin şakirdin mütemerriddir. Fakat bir lezzeti için nihayet zilleti kabul eden miskin bir mütemerriddir. Hasis bir menfaat için şeytanın ayağını öper derecede alçaklık gösterir.
Hem cebbardır. Fakat kalbinde bir nokta-i istinad bulamadığı için, zâtında gayet âciz bir cebbâr-ı hodfuruştur.

O şakirdin gaye-i himmeti hevesât-ı nefsâniyeyi tatmin ve hamiyet ve fedakârlık perdesi altında kendi menfaat-i nefsini arayan ve hırs ve gururunu teskin etmeye çalışan bir dessastır. Nefsinden başka ciddî olarak hiçbir şeyi sevmiyor, herşeyi nefsine feda ediyor.

Amma Kur’ân’ın hâlis ve tam şakirdi ise, bir abddir. Fakat âzam-ı mahlûkata karşı da ubudiyete tenezzül etmez ve Cennet gibi en büyük ve âzam bir menfaati gaye-i ubudiyet yapmaz bir abd-i azizdir.
Hem halim selimdir. Fakat Fâtır-ı Zülcelâlinden başkasına, izni ve emri olmadan tezellüle tenezzül etmez bir halîm-i âlihimmettir.

Hem fakirdir. Fakat onun Mâlik-i Kerîmi ona ileride iddihar ettiği mükâfatla bir fakir-i müstağnîdir.
Hem zayıftır. Fakat kudreti nihayetsiz olan Seyyidinin kuvvetine istinad eden bir zaif-i kavîdir ki, Kur’ân hakikî bir şakirdine Cennet-i ebediyeyi dahi gaye-i maksat yaptırmadığı halde,
blank.gif
1
bu zâil, fâni dünyayı ona gaye-i maksat hiç yapar mı?


İşte iki şakirdin himmetlerinin ne derece birbirinden farklı olduğunu anla.
Hem felsefe-i sakîmenin şakirtleriyle Kur’ân-ı Hakîmin tilmizlerinin hamiyetkârlık ve fedakârlıklarını bununla muvazene edebilirsin. Şöyle ki:



[NOT]Dipnot-1 bk. Tevbe Sûresi, 9:72.[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Cennet-i ebediye: sonsuz Cennet hayatı</TD><TD>Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi olan ve her şeyi yoktan yaratan Allah</TD></TR><TR><TD>Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân</TD><TD>Mâlik-i Kerîm: sonsuz cömertlik sahibi ve her şeyin gerçek sahibi olan Allah</TD></TR><TR><TD>Seyyid: her şeyi emrinde tutan ve herşeyin efendisi olan Allah</TD><TD>abd: kul</TD></TR><TR><TD>abd-i aziz: izzetli kul, Allah’tan başkasına müracaat etmeyen ve minnet duymayan kul</TD><TD>cebbar: zorba, zalim</TD></TR><TR><TD>cebbâr-ı hodfuruş: kendini beğenen, satmaya çalışan zorba</TD><TD>dessas: hilebaz, aldatıcı</TD></TR><TR><TD>fakir-i müstağnî: fakir olmakla birlikte Allah’tan başkasına muhtaç olmayan kişi</TD><TD>felsefe-i sakîme: insanları yanlış yöne götüren, hastalıklı felsefe</TD></TR><TR><TD>fâni: geçici olan, ölümlü</TD><TD>gaye-i himmet: gayret ve çaba harcanarak ulaşmak istenilen hedef, gaye</TD></TR><TR><TD>gaye-i maksat: asıl hedef, ulaşılmak istenen maksat</TD><TD>gaye-i ubudiyet: kulluğun gayesi</TD></TR><TR><TD>hakikî: gerçek</TD><TD>halim selim: yumuşak huylu ve sağlam karakterli kişi</TD></TR><TR><TD>halîm-i âlihimmet: yumuşak huylu olmasının yanı sıra kutsal değerler uğruna gayret gösteren</TD><TD>hamiyet: din ve vatan gibi mukaddes değerleri ve kendi aile ve yakınlarını koruma duygusu ve gayreti</TD></TR><TR><TD>hasis: âdi, değersiz</TD><TD>hevesât-ı nefsâniye: nefsin gelip geçici olan arzu ve istekleri</TD></TR><TR><TD>himmet: ciddî gayret</TD><TD>hâlis: içten, karşılıksız</TD></TR><TR><TD>iddihar etmek: biriktirmek, depolamak</TD><TD>istinad eden: dayanan</TD></TR><TR><TD>kudret: güç, kuvvet</TD><TD>menfaat-i nefs: kişisel çıkar</TD></TR><TR><TD>miskin: zayıf</TD><TD>muvazene etmek: karşılaştırmak</TD></TR><TR><TD>mükâfat: ödül</TD><TD>mütemerrid: inatçı, dik kafalı</TD></TR><TR><TD>nefs: kişinin kendisi</TD><TD>nihayet: sınırsız</TD></TR><TR><TD>nihayetsiz: sınırsız</TD><TD>nokta-i istinad: dayanak noktası</TD></TR><TR><TD>tenezzül etme: inme, alçalma</TD><TD>teskin etmek: sakinleştirmek, rahatlatmak</TD></TR><TR><TD>tezellül: alçalma, kendisini küçük düşürme</TD><TD>tilmiz: öğrenci</TD></TR><TR><TD>ubudiyet: kulluk</TD><TD>zaif-i kavî: zayıflığında kuvvet bulunan</TD></TR><TR><TD>zillet: hor ve hakir duruma düşme, aşağılanma</TD><TD>zâil: geçip gidici, yok olucu</TD></TR><TR><TD>zâtında: kendi şahsında</TD><TD>âciz: güçsüz, elinden bir şey gelmeyen</TD></TR><TR><TD>âzam: en büyük</TD><TD>âzam-ı mahlûkat: varlıkların en büyükleri</TD></TR><TR><TD>şakirt: talebe, öğrenci</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Yedinci Lem'a - Sayfa 209

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Felsefenin şakirdi, kendi nefsi için kardeşinden kaçar, onun aleyhinde dâvâ açar. Kur’ân’ın şakirdi ise, semâvat ve arzdaki umum salih ibâdı kendine kardeş telâkki ederek, gayet samimî bir surette onlara dua eder.
blank.gif
1
Ve saadetleriyle mes’ut oluyor. Ve ruhunda şedit bir alâkayı onlara karşı hisseder ki, duasında

blank.gif
2
اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِلْمُؤْمِنيِنَ وَالْمُؤْمِنَاتِ der. Hem en büyük şey olan Arş ve şemsi musahhar birer memur ve kendi gibi bir abd, bir mahlûk telâkki eder.


Hem iki şakirdin ulviyet ve inbisat-ı ruhlarını bundan kıyas et ki: Kur’ân, kendi şakirtlerinin ruhuna öyle bir inbisat ve ulviyet verir ki, doksan dokuz taneli tesbihe bedel, doksan dokuz esmâ-i İlâhiyenin cilvelerini gösteren doksan dokuz âlemlerin zerrâtını, birer tesbih taneleri olarak şakirtlerinin ellerine verir, “Evradlarınızı bununla okuyunuz” der. İşte, Kur’ân’ın tilmizlerinden Şah-ı Geylânî, Rufâî, Şâzelî (r.a.) gibi şakirtleri, virdlerini okudukları vakit dinle, bak! Ellerinde silsile-i zerrâtı, katarat adetlerini, mahlûkatın aded-i enfâsını tutmuşlar, onunla evradlarını okuyorlar, Cenâb-ı Hakkı zikir ve tesbih ediyorlar.

İşte, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın mucizâne terbiyesine bak ki, nasıl ednâ bir kederle ve küçük bir gamla başı dönüp sersemleşen ve küçük bir mikroba mağlûp olan bu küçük insan, terbiye-i Kur’ân ile ne kadar teâli ediyor. Ve ne derece letâifi inbisat eder ki, koca dünya mevcudatını, virdine tesbih olmakta kısa görüyor. Ve Cenneti zikir ve virdine gaye olmakta az gördüğü halde, kendi nefsini Cenâb-ı Hakkın ednâ bir mahlûkunun üstünde büyük tutmuyor.
blank.gif
3
Nihayet izzet




[NOT]Dipnot-1 bk. Bakara Sûresi, 2:286; Âl-i İmran Sûresi, 3:16, 147, 193; Neml Sûresi, 27:19; Nûh Sûresi, 71:28; İbrahim Sûresi, 14:41.

Dipnot-2 “Allah’ım, mü’min erkekleri ve mü’min kadınları bağışla.”

Dipnot-3 Tirmizî, Zühd 9; İbni Mâce, Zühd 19.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Arş: Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer</TD><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah</TD></TR><TR><TD>Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân</TD><TD>Rufâî: (bk. bilgiler – Seyyid Ahmed Rufâî)</TD></TR><TR><TD>abd: kul</TD><TD>aded-i enfâs: canlıların hayatları boyunca aldıkları nefeslerin sayısı</TD></TR><TR><TD>alâka: ilgi</TD><TD>arz: yeryüzü</TD></TR><TR><TD>cilve: görünme, yansıma</TD><TD>ednâ: en basit, en küçük</TD></TR><TR><TD>esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri</TD><TD>evrad: okunması adet olan dualar</TD></TR><TR><TD>gam: sıkıntı, üzüntü</TD><TD>ibâd: kullar</TD></TR><TR><TD>inbisat: genişleme, yayılma</TD><TD>inbisat etme: genişleme</TD></TR><TR><TD>inbisat-ı ruh: ruh genişlemesi</TD><TD>izzet: değer, itibar, yücelik</TD></TR><TR><TD>katarat: damlalar</TD><TD>keder: sıkıntı, üzüntü</TD></TR><TR><TD>kıyas etme: karşılaştırma</TD><TD>letâif: insanın ruhundaki ince duygular</TD></TR><TR><TD>mahlûk: yaratılmış, varlık</TD><TD>mahlûkat: varlıklar</TD></TR><TR><TD>mağlûp olan: yenilen</TD><TD>mes’ut: mutlu</TD></TR><TR><TD>mevcudat: varlıklar</TD><TD>mucizâne: mucizeli şekilde</TD></TR><TR><TD>musahhar: boyun eğmiş</TD><TD>nefs: kişinin kendisi</TD></TR><TR><TD>nihayet: sınırsız</TD><TD>saadet: mutluluk</TD></TR><TR><TD>salih: iyi işler yapan, dinin emirlerine uyan kimse</TD><TD>samimî: içten</TD></TR><TR><TD>semâvât: gökler</TD><TD>silsile-i zerrât: zerreler, atomlar zinciri</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, şekil</TD><TD>telâkki etmek: kabul etmek, algılamak</TD></TR><TR><TD>terbiye-i Kur’ân: Kur’ân’ın terbiyesi</TD><TD>tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma</TD></TR><TR><TD>teâli etmek: yüceltmek</TD><TD>tilmiz: öğrenci</TD></TR><TR><TD>ulviyet: yücelik</TD><TD>umum: bütün</TD></TR><TR><TD>vird: devamlı yapılan zikir</TD><TD>zerrât: zerreler, atomlar</TD></TR><TR><TD>zikir: Allah’ı anma</TD><TD>âlem: dünya, evren</TD></TR><TR><TD>Şah-ı Geylânî: [bk. bilgiler – Abdülkadir-i Geylânî (k.s.)]</TD><TD>Şâzelî: (bk. bilgiler – Seyyid Ebü’l-Hasen-i Şâzelî)</TD></TR><TR><TD>şakirt: talebe, öğrenci</TD><TD>şedit: şiddetli</TD></TR><TR><TD>şems: güneş</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Yedinci Lem'a - Sayfa 210

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>içinde nihayet tevazuu cem ediyor. Felsefe şakirtlerinin buna nisbeten ne derece pest ve aşağı olduğunu kıyas edebilirsin.

İşte, felsefe-i sakîme-i Avrupaiyeden yek-çeşm olan dehâsının yanlış gördüğü hakikatleri, iki cihana bakan, gayb-âşinâ parlak iki gözüyle iki âleme nazar eden, beşer için iki saadete iki eliyle işaret eden hüdâ-yı Kur’ânî der ki:

Ey insan! Senin elinde bulunan nefis ve malın senin mülkün değil, belki sana emanettir. O emanetin mâliki herşeye kadîr, herşeyi bilir bir Rahîm-i Kerîmdir. O senin yanındaki mülkünü senden satın almak istiyor—tâ senin için muhafaza etsin, zayi olmasın. İleride mühim bir fiyat sana verecek. Sen muvazzaf ve memur bir askersin. Onun namıyla çalış ve hesabıyla amel et. Odur ki, muhtaç olduğun şeyleri sana rızık olarak gönderiyor ve senin takatin yetmediği şeylerden seni muhafaza eder. Senin şu hayatının gayesi, neticesi, o Mâlikin esmâsına ve şuûnâtına bir mazhariyettir. Sana bir musibet geldiği vakit, de:
blank.gif
1
اِنَّا ِللهِ وَاِنَّاۤ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ Yani, “Ben Mâlikimin hizmetindeyim. Ey musibet! Eğer Onun izin ve rızasıyla geldinse, merhaba, safâ geldin. Çünkü, elbette bir vakit Ona döneceğiz ve Onun huzuruna gideceğiz ve Ona müştâkız. Madem herhalde bir zaman bizi hayatın tekâlifinden âzâd edecektir. Haydi, ey musibet, o terhis ve o âzâd etmek senin elinle olsun, razıyım. Eğer benim emanet muhafazasında ve vazifeperverliğimi tecrübe suretinde sana emir ve irade etmiş, fakat sana teslim olmaklığıma izin ve rızası olmazsa, benim takatim yettikçe, emin olmayana, Mâlikimin emanetini teslim etmem” der.


İşte, binden bir nümune olarak, dehâ-yı felsefînin ve hüdâ-yı Kur’ânînin verdikleri derslerin derecelerine bak. Evet, iki tarafın hakikat-i hali, sabıkan beyan edilen tarzla gidiyor. Fakat hidayet ve dalâlette insanların dereceleri mütefavittir,


[NOT]Dipnot-1 “Biz Allah’ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak Onadır.” Bakara Sûresi, 2:156.[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Rahîm-i Kerîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan ve sınırsız bir cömertliği olan</TD><TD>amel etmek: hareket etmek</TD></TR><TR><TD>beyan edilen: açıklanan</TD><TD>beşer: insan</TD></TR><TR><TD>cem etmek: toplamak</TD><TD>cihan: dünya, âlem</TD></TR><TR><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD><TD>dehâ: felsefeyle eğitilmiş olağanüstü zekâ ve akıl</TD></TR><TR><TD>dehâ-yı felsefî: felsefeden güç alan yüksek akıl</TD><TD>esmâ: isimler</TD></TR><TR><TD>felsefe-i sakîme-i Avrupaiye: Avrupa’nın hastalıklı ve karanlık felsefesi</TD><TD>gayb-âşinâ: gaybı bilen, görünmeyenden haberi olan</TD></TR><TR><TD>hakikat: gerçek</TD><TD>hakikat-i hâl: bir durumun ardında gizlenen gerçek</TD></TR><TR><TD>hidayet: Allah’ın gösterdiği doğru ve hak yol, İslâmiyet</TD><TD>hüdâ-yı Kur’ânî: Kur’ân’ın gösterdiği hak ve hidayet yolu</TD></TR><TR><TD>irade etmek: istemek, dilemek</TD><TD>kadîr: gücü yeten iktidar sahibi</TD></TR><TR><TD>kıyas etmek: karşılaştırmak</TD><TD>mazhariyet: elde etme, edinme</TD></TR><TR><TD>muhafaza etmek: korumak</TD><TD>musibet: belâ, büyük sıkıntı</TD></TR><TR><TD>muvazzaf: görevli</TD><TD>mâlik: her şeyin hakiki sahibi olan Allah</TD></TR><TR><TD>mühim: önemli</TD><TD>mülk: sahip olunan şey</TD></TR><TR><TD>mütefavit: çeşitli, farklı</TD><TD>müştâk: düşkün, aşık</TD></TR><TR><TD>namıyla: adıyla</TD><TD>nazar: bakış</TD></TR><TR><TD>nefis: kişinin kendisi</TD><TD>nihayet: sınırsız</TD></TR><TR><TD>nisbeten: oranla, kıyasla</TD><TD>nümune: örnek</TD></TR><TR><TD>pest: aşağı</TD><TD>rıza: memnuniyet, hoşnutluk</TD></TR><TR><TD>saadet: mutluluk</TD><TD>sabıkan: bundan önce</TD></TR><TR><TD>safâ geldin: hoş geldin</TD><TD>suret: biçim, şekil</TD></TR><TR><TD>takat: güç, kuvvet</TD><TD>tekâlif: yükümlülükler, ağır görevler</TD></TR><TR><TD>terhis: göreve son verme, serbest bırakma</TD><TD>tevazu: alçakgönüllülük</TD></TR><TR><TD>vazifeperver: vazifesini seven, işine düşkün</TD><TD>yek-çeşm: tek gözlü</TD></TR><TR><TD>zayi: kayıp</TD><TD>âlem: dünya, evren</TD></TR><TR><TD>âzâd etmek: serbest bırakmak, hürriyetine kavuşturmak</TD><TD>şuûnât: fiiller, işler</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Yedinci Lem'a - Sayfa 211

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>gafletin mertebeleri de muhteliftir. Herkes her mertebede bu hakikati tamamıyla hissedemez. Çünkü gaflet, hissi iptal ediyor. Ve bu zamanda öyle bir derecede iptal-i his etmiş ki, bu elîm elemin acısını ehl-i medeniyet hissetmiyorlar. Fakat hassasiyet-i ilmiyenin tezayüdüyle ve her günde otuz bin cenazeyi gösteren mevtin ikazatıyla o gaflet perdesi parçalanıyor. Ecnebîlerin tâğutlarıyla ve fünun-u tabiiyeleriyle dalâlete gidenlere ve onları körü körüne taklit edip ittibâ edenlere binler nefrin ve teessüfler!
blank.gif
1


Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten sonra, hangi akılla onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittibâ edip emniyet ediyorsunuz? Yok, yok! Sefihâne taklit edenler, ittibâ değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittibâ ettikçe, hamiyet dâvâsında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibâınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzâdır.

هَدٰينَا اللهُ وَاِيَّاكُمْ اِلَى الصِّرَاطِ الْمُسْتَقِيمِ
blank.gif
2

ALTINCI NOTA

Ey kâfirlerin çokluklarından ve onların bazı hakaik-i imaniyenin inkârındaki ittifaklarından telâşa düşen ve itikadını bozan biçare insan! Bil ki, kıymet ve ehemmiyet, kemiyette ve adet çokluğunda değil. Çünkü, insan eğer insan olmazsa, şeytan bir hayvana inkılâp eder. İnsan, bazı frenkler ve frenkmeşrepler gibi ihtirâsât-ı hayvâniyede terakki ettikçe, daha şiddetli bir hayvâniyet mertebesini alır. Sen görüyorsun ki, hayvânâtın kemiyet ve adet itibarıyla hadsiz bir çokluğu varken, ona nisbeten insan gayet az iken, umum envâ-ı hayvânat üstünde sultan ve halife ve hâkim olmuştur.



[NOT]Dipnot-1 bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:100.

Dipnot-2 Allah bizi de, sizi de sırat-ı müstakime eriştirsin.
[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Avrupa: (bk. bilgiler)</TD><TD>Frenk: Avrupalı</TD></TR><TR><TD>adâvet: düşmanlık</TD><TD>biçare: çaresiz</TD></TR><TR><TD>bâtıl: hak olmayan</TD><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD></TR><TR><TD>ecnebî: yabancı</TD><TD>efkâr: fikirler, düşünceler</TD></TR><TR><TD>ehl-i medeniyet: dünyaya yalnız maddî zevk ve menfaatleri için bakanlar</TD><TD>elem: acı, keder</TD></TR><TR><TD>elîm: acı ve sıkıntı veren</TD><TD>emniyet etme: güvenme</TD></TR><TR><TD>envâ-ı hayvânat: hayvan türleri</TD><TD>frenkmeşrep: Avrupalıları taklit edenler</TD></TR><TR><TD>fünun-u tabiiye: tabiatın dış görünüşüyle ilgilenen ilim dalları</TD><TD>gaflet: Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli</TD></TR><TR><TD>hadsiz: sınırsız, sayısız</TD><TD>hakaik-i imaniye: iman hakikatleri</TD></TR><TR><TD>halife: yeryüzünde Allah namına hareket eden insan</TD><TD>hamiyet: din ve vatan gibi mukaddes değerleri koruma gayreti</TD></TR><TR><TD>hassasiyet-i ilmiye: ilmî duyarlılık</TD><TD>hayvâniyet: hayvanlık</TD></TR><TR><TD>hayvânât: hayvanlar</TD><TD>hâkim: hükmeden, idaresi altında tutan</TD></TR><TR><TD>ihtirâsât-ı hayvâniye: hayvanî istek ve arzularda aşırılıklar</TD><TD>ikazat: uyarılar</TD></TR><TR><TD>iltihak etmek: katılmak</TD><TD>inkılâp etmek: dönüşmek</TD></TR><TR><TD>iptal-i his: duyguyu etkisizleştirme, uyuşturma</TD><TD>istihfaf: hafife alma</TD></TR><TR><TD>istihzâ: alay etme</TD><TD>itikad: inanç</TD></TR><TR><TD>ittibâ etmek: tabi olmak, uymak</TD><TD>ittifak: anlaşma, birlik</TD></TR><TR><TD>kemiyet: sayı çokluğu</TD><TD>kâfir: Allah'ı veya Allah’ın bildirdiği kesin olan bir şeyi inkâr eden kimse</TD></TR><TR><TD>mevt: ölüm</TD><TD>nefrin: beddua</TD></TR><TR><TD>nisbeten: kıyasla, oranla</TD><TD>nota: bildiri</TD></TR><TR><TD>sefahet: zevk ve eğlenceye düşkünlük</TD><TD>sefihâne: zevk ve yasak şeylere düşkün olarak</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, şekil</TD><TD>teessüf etme: üzülme, esef duyma</TD></TR><TR><TD>terakki etmek: ilerlemek, gelişmek</TD><TD>tezayüd: ziyadeleşme, artma</TD></TR><TR><TD>tâğut: ibadet edilen bâtıl şey, put</TD><TD>umum: bütün</TD></TR><TR><TD>zulüm: haksızlık</TD><TD>âgâh: uyanık, aklı başında</TD></TR><TR><TD>âyâ: acaba</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Yedinci Lem'a - Sayfa 212

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?> <!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>İşte, muzır kâfirler ve kâfirlerin yolunda giden sefihler, Cenâb-ı Hakkın hayvânâtından bir nevi habislerdir ki, Fâtır-ı Hakîm onları dünyanın imâreti için halk etmiştir. Mü’min ibâdına ettiği nimetlerin derecelerini bildirmek için, onları bir vâhid-i kıyasî yapıp, âkıbetinde, müstehak oldukları Cehenneme teslim eder.

İşte, küffârın ve ehl-i dalâletin bir hakikat-i imaniyeyi inkâr ve nefyetmelerinde kuvvet yoktur. Çünkü, nefiy sırrıyla, ittifakları kuvvetsizdir. Bin nefyediciler, bir tek hükmündedir. Meselâ, bütün İstanbul ahalisi, Ramazan’ın başında ayı görmediğinden nefyetse, iki şahidin ispatıyla o cemm-i gafîrin nefiy ve ittifakı sukut eder.
blank.gif
1
Madem küfrün ve dalâletin mahiyeti nefiydir ve inkârdır, cehildir ve ademdir; küffârın kesretle ittifakı ehemmiyetsizdir.
blank.gif
2
Ehl-i hakkın, hak ve sabit ve sübutu ispat olunan mesâil-i imaniyede, şuhuda istinad eden iki mü’minin hükmü, hadsiz o ehl-i dalâletin ittifakına râcih olur, galebe eder.


Bu hakikatin sırrı şudur ki: Nefyedenlerin dâvâları sureten bir iken, müteaddittir; birbiriyle ittihad edemez ki kuvvetlensin. İspat edicilerin dâvâları ittihad ediyor, birbirinden kuvvet alır. Çünkü gökteki hilâl-i Ramazan’ı görmeyen der ki: “Benim nazarımda ay yoktur; benim yanımda görünmüyor.” Başkası da “Nazarımda yoktur’ der. Daha başkası da öyle der. Herbiri kendi nazarında yoktur der. Herbirinin nazarları ayrı ayrı ve nazara perde olan esbab dahi ayrı ayrı olabildiği için, dâvâları da ayrı ayrı olur, birbirine kuvvet veremez.

Fakat ispat edenler demiyor ki, “Benim nazarımda ve gözümde hilâl var.” Belki “Nefsü’l-emirde, göğün yüzünde hilâl vardır, görünür” der. Görenler bütün aynı dâvâyı ve “Nefsü’l-emirde vardır” der. Demek bütün dâvâlar birdir. Nefyedenlerin nazarları ayrı ayrı olduğundan, dâvâları da ayrı ayrı olur. Nefsü’l-emre hükmedemiyorlar. Çünkü nefsü’l-emirde nefiy ispat edilmez. Çünkü ihata lâzımdır.



[NOT]Dipnot-1 bk. Ebû Dâvûd, Savm 14; es-Serahsî, el-Mebsût 3:139-140; el-Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi’ 2:81-82; el-Merğinânî, el-Hidâye 1:121.

Dipnot-2 bk. Haşir Sûresi, 59:14.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah</TD><TD>Fâtır-ı Hakîm: her şeyi sınırsız bir hikmetle ve benzersiz olarak yaratan Allah</TD></TR><TR><TD>adem: yokluk, hiçlik</TD><TD>ahali: halk</TD></TR><TR><TD>cehil: cahillik, bilgisizlik</TD><TD>cemm-i gafîr: kalabalık insan topluluğu</TD></TR><TR><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD><TD>ehemmiyetsiz: önemsiz</TD></TR><TR><TD>ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler</TD><TD>ehl-i hak: doğru ve hak yolda olan kimseler</TD></TR><TR><TD>esbab: sebepler</TD><TD>galebe etme: üstün gelme</TD></TR><TR><TD>habis: kötü, pis</TD><TD>hadsiz: sınırsız</TD></TR><TR><TD>hakikat: gerçek</TD><TD>hakikat-i imaniye: iman esaslarıyla bağlantılı olan gerçek</TD></TR><TR><TD>halk etmek: yaratmak</TD><TD>hayvânât: hayvanlar</TD></TR><TR><TD>hilâl: ay; yay şeklinde görülen yeni ay</TD><TD>hilâl-i Ramazan: Ramazan ayının başladığını gösteren hilâl; yeni ay</TD></TR><TR><TD>hükmetme: hakimiyeti altına alma</TD><TD>ibâd: ibadet edenler</TD></TR><TR><TD>ihata: içine alma, kapsama</TD><TD>imâret: imar etme, kurma</TD></TR><TR><TD>istinad eden: dayanan</TD><TD>ittifak: anlaşma, birlik</TD></TR><TR><TD>ittihad etme: birleşme</TD><TD>kesretle: çoklukla</TD></TR><TR><TD>kâfir: Allah'ı veya Allah’ın bildirdiği kesin olan bir şeyi inkâr eden kimse</TD><TD>küffâr: kâfirler, inkârcılar</TD></TR><TR><TD>küfür: inkâr, inançsızlık (k-f-r)</TD><TD>mahiyet: nitelik, özellik</TD></TR><TR><TD>mesâil-i imaniye: imanla ilgili meseleler</TD><TD>muzır: zararlı</TD></TR><TR><TD>müstehak: hak etmiş, layık</TD><TD>müteaddit: bir çok, çeşitli</TD></TR><TR><TD>mü’min: Allah’a inanan</TD><TD>nazar: bakış</TD></TR><TR><TD>nefiy: inkâr</TD><TD>nefsü’l-emir: işin hakikati, aslı</TD></TR><TR><TD>nevi: çeşit</TD><TD>râcih: üstün gelen </TD></TR><TR><TD>sefih: yasak zevk ve eğlencelere aşırı düşkün olan</TD><TD>sukut etmek: düşmek, hükümsüz olmak</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, şekil</TD><TD>sübut: bir şeyin var olması</TD></TR><TR><TD>vâhid-i kıyasî: ölçü birimi</TD><TD>âkıbet: netice, son</TD></TR><TR><TD>şuhud: görme, şahid olma</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Yedinci Lem'a - Sayfa 213

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>1 اَلْعَدَمُ الْمُطْلَقُ لاَ يُثْبَتُ اِلاَّ بِمُشْكِلاَتٍ عَظِيمَةٍ bir kaide-i usuldür. Evet, birşeyi dünyada var desen, yalnız o şeyi göstermek kâfi gelir. Eğer yok deyip nefyetsen, bütün dünyayı eleyip göstermek lâzım gelir ki, tâ o nefiy ispat edilsin.

İşte bu sırra binaen, ehl-i küfrün bir hakikati nefyetmesi ise, bir meseleyi halletmek veyahut dar bir delikten geçmek veyahut bir hendekten atlamak misalindedir ki, bin de, bir de, birdir. Çünkü birbirine yardımcı olamaz. Fakat ispat edenler nefsü’l-emirde hakikat-i hale baktıkları için, müddeâları ittihad ediyor. Kuvvetleri birbirine yardım eder. Büyük bir taşın kaldırmasına benzer ki, ne kadar eller yapışsa daha ziyade kaldırması kolay olur ve birbirinden kuvvet alır.

YEDİNCİ NOTA

Ey Müslümanları dünyaya şiddetle teşvik eden ve san’at ve terakkiyât-ı ecnebiyeye cebirle sevk eden bedbaht hamiyetfuruş! Dikkat et, bu milletin bazılarının din ile bağlandıkları rabıtaları kopmasın. Eğer böyle ahmakane, körü körüne topuzların altında bazıların dinden rabıtaları kopsa, o vakit hayat-ı içtimaiyede bir semm-i kàtil hükmünde o dinsizler zarar verecekler. Çünkü mürtedin vicdanı tamam bozulduğundan, hayat-ı içtimaiyeye zehir olur.
blank.gif
2
Ondandır ki, ilm-i usulde “Mürtedin hakk-ı hayatı yoktur. Kâfir eğer zimmî olsa veya musalâha etse hakk-ı hayatı var” diye usul-i şeriatın bir düsturudur.
blank.gif
3
Hem mezheb-i Hanefiyede, ehl-i zimmeden olan bir kâfirin şehadeti makbuldür;
blank.gif
4
fakat fâsık merdûdü’ş-şehadettir. Çünkü haindir.
blank.gif
5



[NOT]Dipnot-1 “Mutlak yokluk, ancak pek büyük güçlüklerle ispat edilebilir.” İbni Kayyim el-Cevzî, es-Savâiku’l-Mürsele 4:1310; İbni Kayyim el-Cevzî, er-Rûh fi’l-Kelâm 1:198.

Dipnot-2 bk. Bakara Sûresî, 2:217.

Dipnot-3 Buhârî, Cihad 149, Tirmizî, Hudûd 25; İbni Mâce, Hudûd 2; Müsned 1:217, 282, 322, 5:231.

Dipnot-4 el-Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi’ 2:254-255, 6:266.

Dipnot-5 bk. Tirmizî, Şehâdât 2; Ebû Dâvûd, Akdiyye 16; İbni Mâce, Ahkâm 30; Müsned 2:181, 204, 208.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>ahmakane: ahmakça</TD><TD>bedbaht: talihsiz, bahtsız</TD></TR><TR><TD>binaen: dayanarak</TD><TD>cebir: zorlama</TD></TR><TR><TD>düstur: kural</TD><TD>ehl-i küfür: inkârcılar, inançsızlar, kâfirler</TD></TR><TR><TD>ehl-i zimme: İslâm ülkesinde yaşayan Müslüman olmayan halk</TD><TD>fâsık: günahkâr</TD></TR><TR><TD>hakikat: doğru, gerçek</TD><TD>hakikat-i hal: içinde bulunan şartların perde arkasındaki gerçek</TD></TR><TR><TD>hakk-ı hayat: yaşama hakkı</TD><TD>hamiyetfuruş: hamiyetlilik taslayan</TD></TR><TR><TD>hayat-ı içtimaiye: toplumsal hayat</TD><TD>ilm-i usul: bir işin nasıl yapılacağını gösteren ilim, metodoloji</TD></TR><TR><TD>ittihad etmek: birleşmek</TD><TD>kaide-i usul: usûl kuralı, metodolojide kullanılan bir kural</TD></TR><TR><TD>kâfi: yeterli</TD><TD>kâfir: Allah'ı veya Allah’ın bildirdiği kesin olan bir şeyi inkâr eden kimse</TD></TR><TR><TD>makbul: kabul edilen</TD><TD>merdûdü’ş-şehadet: şahitliği kabul edilmeyen</TD></TR><TR><TD>mezheb-i Hanefi: Hanefi mezhebi</TD><TD>misal: örnek</TD></TR><TR><TD>musalâha: barışma</TD><TD>müddeâ: iddia edilen</TD></TR><TR><TD>mürted: İslâmdan çıkan</TD><TD>nefiy: inkâr</TD></TR><TR><TD>nefsü’l-emir: işin aslı, hakikati</TD><TD>nefyetme: inkâr etme</TD></TR><TR><TD>nota: bildiri</TD><TD>rabıta: bağlantı</TD></TR><TR><TD>semm-i kàtil: öldürücü zehir</TD><TD>sevk eden: yönlendiren</TD></TR><TR><TD>terakkiyât-ı ecnebiye: yabancıların sağladığı gelişmeler, ilerlemeler</TD><TD>teşvik eden: şevklendiren, isteklendiren</TD></TR><TR><TD>usul-i şeriat: İslâm şeriatının temel usulü, kuralı</TD><TD>zimmî: anlaşma ile İslâm diyarında yaşaması kabul edilmiş Müslüman olmayan kişi</TD></TR><TR><TD>ziyade: çok, fazla</TD><TD>şehadet: şahitlik</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Yedinci Lem'a - Sayfa 214

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Ey bedbaht, fâsık adam! Fâsıkların kesretine bakıp aldanma ve “Ekseriyetin efkârı benimle beraberdir” deme. Çünkü fâsık adam, fıskı isteyerek ve bizzat talep edip girmemiş; belki içine düşmüş, çıkamıyor. Hiçbir fâsık yoktur ki, salih olmasını temenni etmesin ve âmirini ve reisini mütedeyyin görmek istemesin. İllâ ki—el-iyâzü billâh!—irtidat ile vicdanı tefessüh edip, yılan gibi zehirlemekten lezzet alsın!

Ey divane baş ve bozuk kalb! Zanneder misin ki Müslümanlar dünyayı sevmiyorlar veyahut düşünmüyorlar ki fakr-ı hale düşmüşler; ve ikaza muhtaçtırlar, tâ ki dünyadan hissesini unutmasınlar?

Zannın yanlıştır, tahminin hatadır. Belki hırs şiddetlenmiş; onun için fakr-ı hale düşüyorlar. Çünkü mü’minde hırs sebeb-i hasârettir ve sefalettir.

blank.gif
1
اَلْحَرِيصُ خَائِبٌ خَاسِرٌ durub-u emsal hükmüne geçmiştir.


Evet, insanı dünyaya çağıran ve sevk eden esbab çoktur. Başta nefis ve hevâsı ve ihtiyaç ve havassı ve duyguları ve şeytanı ve dünyanın surî tatlılığı ve senin gibi kötü arkadaşları gibi çok dâileri var. Halbuki bâki olan âhirete ve uzun hayat-ı ebediyeye davet eden azdır. Eğer sende zerre miktar bu biçare millete karşı hamiyet varsa ve ulüvv-ü himmetten dem vurduğun yalan olmazsa, hayat-ı bâkiyeye yardım eden azlara imdat etmek lâzım gelir. Yoksa, o az dâileri susturup çoklara yardım etsen, şeytana arkadaş olursun.

Âyâ, zanneder misin, bu milletin fakr-ı hali dinden gelen bir zühd ve terk-i dünyadan gelen bir tembellikten neş’et ediyor? Bu zanda hata ediyorsun. Acaba görmüyor musun ki, Çin ve Hintteki Mecusî ve Berâhime ve Afrika’daki zenciler gibi, Avrupa’nın tasallutu altına giren milletler bizden daha fakirdirler? Hem görmüyor musun ki, zarurî kuttan ziyade Müslümanların elinde bırakılmıyor?




[NOT]Dipnot-1 “Hırs, hasaret ve muvaffakiyetsizliğin sebebidir.” bk. İbni Kays, Kura’d-Dayf 4:301; el-Meydânî, Mecmeu’l-Emsâl 1:24.[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Afrika: (bk. bilgiler)</TD><TD>Avrupa: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>Berâhime: (bk. bilgiler)</TD><TD>Hint: (bk. bilgiler – Hindistan)</TD></TR><TR><TD>Mecusî: (bk. bilgiler - Mecûsîlik)</TD><TD>bedbaht: talihsiz, bahtsız</TD></TR><TR><TD>bizzat: doğrudan</TD><TD>biçare: çaresiz</TD></TR><TR><TD>bâki: devamlı, kalıcı, sonsuz</TD><TD>dem vurmak: söz etmek</TD></TR><TR><TD>divane: akılsız</TD><TD>durub-u emsal: ata sözleri</TD></TR><TR><TD>dâi: davet eden, çağıran</TD><TD>efkâr: fikirler, düşünceler</TD></TR><TR><TD>ekseriyet: çoğunluk</TD><TD>el-iyâzü billâh: Allah korusun</TD></TR><TR><TD>esbab: sebepler</TD><TD>fakr-ı hal: fakir bir halde olma, fakirlik</TD></TR><TR><TD>fâsık: günahkâr, dinî kurallara aykırı yaşayan</TD><TD>fısk: günah</TD></TR><TR><TD>hamiyet: din ve vatan gibi mukaddes değerleri ve kendi aile ve yakınlarını koruma duygusu ve gayreti</TD><TD>havas: hisler, duygular</TD></TR><TR><TD>hayat-ı bâkiye: devamlı ve kalıcı âhiret hayatı</TD><TD>hayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatı</TD></TR><TR><TD>hevâ: gelip geçici arzu ve istekler</TD><TD>ikaz: uyarı</TD></TR><TR><TD>imdat etmek: yardım etmek</TD><TD>irtidat: dinden çıkmak</TD></TR><TR><TD>kesret: çokluk</TD><TD>kut: rızık, gıda maddesi</TD></TR><TR><TD>mütedeyyin: dinin emirlerini eksiksiz yerine getiren, dindar</TD><TD>mü’min: Allah’a inanan</TD></TR><TR><TD>nefis: insanı kötüye yönelten duygu</TD><TD>neş’et etmek: kaynaklanmak</TD></TR><TR><TD>reis: başkan</TD><TD>salih: dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden kişi</TD></TR><TR><TD>sebeb-i hasâret: hüsrana uğrama sebebi</TD><TD>sefalet: perişanlık, yoksulluk</TD></TR><TR><TD>sevk eden: yönlendiren</TD><TD>surî: görünüşte</TD></TR><TR><TD>tasallut: musallat olma, sataşma</TD><TD>tefessüh etme: bozulma, kokuşma</TD></TR><TR><TD>terk-i dünya: dünyayı terk etme</TD><TD>ulüvv-ü himmet: yüksek himmet ve gayret sahibi</TD></TR><TR><TD>zarurî: zorunlu</TD><TD>zerre miktar: çok az miktar</TD></TR><TR><TD>ziyade: çok, fazla</TD><TD>zühd: Allah korkusuyla günahlardan kaçınıp kendini ibadete verme</TD></TR><TR><TD>Çin: (bk. bilgiler)</TD><TD>âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat</TD></TR><TR><TD>âmir: idareci</TD><TD>âyâ: acaba</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Yedinci Lem'a - Sayfa 215

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları, desiseleriyle ya çalar veya gasp ediyor.

Sizin cebren böyle ehl-i imanı mim’siz medeniyete sevk etmekteki maksadınız, eğer memlekette âsâyiş ve emniyet ve kolayca idare etmek ise, kat’iyen biliniz ki, hata ediyorsunuz, yanlış yola sevk ediyorsunuz. Çünkü itikadı sarsılmış, ahlâkı bozulmuş yüz fâsıkın idaresi ve onlar içinde âsâyiş temini, binler ehl-i salâhatin idaresinden daha müşküldür.

İşte bu esaslara binaen, ehl-i İslâm dünyaya ve hırsa sevk etmeye ve teşvik etmeye muhtaç değildirler. Terakkiyat ve âsâyişler bununla temin edilmez. Belki mesailerinin tanzimine ve mâbeynlerindeki emniyetin tesisine ve teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar. Bu ihtiyaç da, dinin evâmir-i kudsiyesiyle ve takvâ ve salâbet-i diniye ile olur.

SEKİZİNCİ NOTA

Ey sa’y ve ameldeki lezzet ve saadeti bilmeyen tembel insan! Bil ki, Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, hizmetin mükâfâtını hizmet içinde derc etmiştir. Amelin ücretini nefs-i amel içine koymuştur. İşte bu sır içindir ki, mevcudat, hattâ bir nokta-i nazarda câmidat dahi, evâmir-i tekviniye tabir edilen hususî vazifelerinde, kemâl-i şevkle ve bir çeşit lezzetle evâmir-i Rabbâniyeyi imtisal ederler. Arıdan, sinekten, tavuktan tut, tâ şems ve kamere kadar herşey kemâl-i lezzetle vazifesine çalışıyorlar. Demek hizmetlerinde bir lezzet var ki, akılları olmadığından âkıbeti ve neticeleri düşünmeden, mükemmel vazifelerini ifa ediyorlar.





<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Asya: (bk. bilgiler)</TD><TD>Avrupa: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah</TD><TD>ahlâk: huy, tabiat, insanın davranış tarzı, tutum ve tavrı</TD></TR><TR><TD>amel: iş yapma</TD><TD>binaen: dayanarak</TD></TR><TR><TD>cebren: zorla</TD><TD>câmidat: cansızlar</TD></TR><TR><TD>derc etmek: yerleştirmek</TD><TD>desise: hile, aldatma</TD></TR><TR><TD>düstur: kural</TD><TD>ehl-i iman: Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler</TD></TR><TR><TD>ehl-i salâhat: dine göre yaşayanlar, salih kimseler</TD><TD>ehl-i İslâm: Müslümanlar</TD></TR><TR><TD>emniyet: güven, korkusuz</TD><TD>esas: temel</TD></TR><TR><TD>evâmir-i Rabbâniye: Allah’ın koyduğu kurallar</TD><TD>evâmir-i kudsiye: kusur ve noksandan uzak olan yüce emirler</TD></TR><TR><TD>evâmir-i tekviniye: Allah’ın tabiata yerleştirdiği kanunlar</TD><TD>fâsık: günahkâr, dinî kurallara aykırı yaşayan</TD></TR><TR><TD>gasp etmek: zorla almak</TD><TD>ifa etmek: bir işi gerçekleştirmek, yerine getirmek</TD></TR><TR><TD>imtisal etmek: bağlanmak, boyun eğmek</TD><TD>itikad: inanç</TD></TR><TR><TD>kamer: ay</TD><TD>kat’iyen: kesin olarak</TD></TR><TR><TD>kemâl-i kerem: lütuf ve cömertliğin mükemmelliği, kusursuz ikram edicilik</TD><TD>kemâl-i lezzet: eksiksiz lezzet</TD></TR><TR><TD>kemâl-i şevk: büyük bir istek</TD><TD>kâfir: Allah'ı veya Allah’ın bildirdiği kesin olan bir şeyi inkâr eden kimse</TD></TR><TR><TD>maksad: amaç, hedef</TD><TD>mesai: çalışma, iş zamanı</TD></TR><TR><TD>mevcudat: varlıklar</TD><TD>mim’siz medeniyet: ahlâksızlık, alçaklık (Arapça yazılış olarak medeniyet kelimesinin ilk harfi olan “mim” harfi kaldırılınca geriye alçaklık anlamında “deniyet” kelimesi kalır)</TD></TR><TR><TD>mâbeyn: iki şeyin arası</TD><TD>mükâfât: ödül</TD></TR><TR><TD>münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen</TD><TD>müşkül: zor</TD></TR><TR><TD>nefs-i amel: amelin kendisi</TD><TD>nokta-i nazar: bakış açısı</TD></TR><TR><TD>nota: bildiri</TD><TD>saadet: mutluluk</TD></TR><TR><TD>salâbet-i diniye: dinin emirlerini koruma ve uygulamaktaki ciddiyet ve sağlamlık</TD><TD>sa’y: çalışma</TD></TR><TR><TD>sevk etmek: göndermek</TD><TD>tabir edilen: adlandırılan</TD></TR><TR><TD>takvâ: Allah’ın emirlerini tutup, günahlardan sakınma</TD><TD>tanzim: düzenleme, düzene koyma</TD></TR><TR><TD>teavün: yardımlaşma</TD><TD>temin: sağlama</TD></TR><TR><TD>terakkiyat: ilerlemeler, yükselmeler</TD><TD>teshil: kolaylaştırma</TD></TR><TR><TD>tesis: kurma, yerleştirme</TD><TD>teşvik etme: şevklendirme, isteklendirme</TD></TR><TR><TD>vazife: görev</TD><TD>zalim: haksızlık eden</TD></TR><TR><TD>âkıbet: netice, son</TD><TD>âsâyiş: emniyet ve güven ortamı</TD></TR><TR><TD>şems: güneş</TD></TR></TBODY></TABLE>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Yedinci Lem'a - Sayfa 216

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?>Eğer desen: “Zîhayatta lezzet kabildir. Cemâdatta nasıl şevk ve lezzet olabilir?”

Elcevap: Cemâdat kendi hesaplarına değil, onlarda tecellî eden esmâ-i İlâhiye hesabına bir şeref, bir makam, bir kemal, bir güzellik, bir intizam isterler, arıyorlar. O vazife-i fıtriyelerinin imtisalinde, Nûru’l-Envârın isimlerine birer mâkes, birer âyine hükmüne geçtiğinden, tenevvür eder, terakki eder.

Meselâ, nasıl ki bir katre su, bir zerrecik cam parçası, zâtında ziyasız, ehemmiyetsizken, sâfi kalbiyle güneşe yüzünü çevirse, o vakit o ehemmiyetsiz, ziyasız katre ve cam parçası, güneşin bir nevi arşı olup senin yüzüne de tebessüm eder. İşte bu misal gibi, zerrat ve mevcudat, cemâl-i mutlak ve kemâl-i mutlak sahibi olan Zât-ı Zülcelâlin isimlerine vazifeperverlik cihetinde âyine olmalarıyla, o katre ve zerrecik şişe gibi gayet aşağı bir dereceden gayet yüksek bir derece-i zuhura ve tenevvüre çıkıyorlar. Madem vazife cihetinde gayet nuranî ve yüksek bir makam alıyorlar; lezzet mümkün ve kabilse, yani hayat-ı âmmeden hissedar iseler, gayet lezzetle o vazifeleri görüyorlar denilebilir.

Vazifede lezzet bulunduğuna en zâhir bir delil: Sen kendi âzâ ve duygularının hizmetlerine bak. Herbiri, bekà-i şahsî ve bekà-i nev’î için ettikleri hizmetlerinde ayrı ayrı lezzetleri var. Nefs-i hizmet, onlara bir telezzüz hükmüne geçiyor. Hattâ hizmeti terk etmek, o uzvun bir nevi azabıdır.

Hem en zâhir bir delil dahi, horoz ve yavrulu tavuk gibi hayvânâtın vazifelerinde gösterdikleri fedakârâne ve merdâne vaziyetleridir ki, horoz aç olduğu halde tavukları nefsine tercih edip, bulduğu rızka onları çağırır; yemez, onlara yedirir. Ve bir şevk ve iftihar ve telezzüzle o vazifeyi gördüğü görünür. Demek o hizmette, yemekten fazla bir lezzet alır. Hem küçük yavrularına çobanlık eden tavuk dahi, yavrularının hatırı için ruhunu feda eder, ite atılır. Kendini aç bırakıp onları doyurur. Demek o hizmette öyle bir lezzet alır ki, açlık acısına ve ölmek elemine tereccuh eder, ziyade gelir.




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Nûru’l-Envâr: nurların nuru, sonsuz nur sahibi olan Allah</TD><TD>Zât-ı Zülcelâl: sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi Allah</TD></TR><TR><TD>arş: taht; emir ve egemenliğin tecelli ettiği yer</TD><TD>azab: sıkıntı, acı çekme</TD></TR><TR><TD>bekà-i nev’î: türün devamlılığı</TD><TD>bekà-i şahsî: ferdin devamlılığı</TD></TR><TR><TD>cemâdat: cansız varlıklar</TD><TD>cemâl-i mutlak: sınırsız güzellik</TD></TR><TR><TD>cihet: yön</TD><TD>derece-i zuhur: ortaya çıkma derecesi</TD></TR><TR><TD>ehemmiyetsiz: önemsiz</TD><TD>elem: acı, sıkıntı</TD></TR><TR><TD>esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri</TD><TD>fedakârâne: fedakârca</TD></TR><TR><TD>hayat-ı âmme: genel hayat, hayatın genel mânâsı</TD><TD>hayvânât: hayvanlar</TD></TR><TR><TD>hissedar: pay sahibi</TD><TD>iftihar: övünme</TD></TR><TR><TD>imtisal: bağlanma, boyun eğme</TD><TD>intizam: disiplin, düzen</TD></TR><TR><TD>kabil: mümkün, olabilir</TD><TD>katre: damla</TD></TR><TR><TD>kemâl: mükemellik, olgunluk</TD><TD>kemâl-i mutlak: her yönüyle mükemmel olma</TD></TR><TR><TD>makam: derece</TD><TD>merdâne: mertçe</TD></TR><TR><TD>mevcudat: varlıklar</TD><TD>misal: örnek</TD></TR><TR><TD>mâkes: yansıma yeri, ayna</TD><TD>nefs: bir varlığın kendisi</TD></TR><TR><TD>nefs-i hizmet: hizmetin bizzat kendisi</TD><TD>nevi: çeşit, tür</TD></TR><TR><TD>nuranî: nurlu, parlak</TD><TD>sâfi: temiz, arınmış</TD></TR><TR><TD>tecellî: yansıma, görünme</TD><TD>telezzüz: lezzetlenme</TD></TR><TR><TD>tenevvür etmek: nurlanmak, aydınlanmak</TD><TD>terakki etmek: ilerlemek, gelişmek</TD></TR><TR><TD>tereccuh etmek: üstün gelmek</TD><TD>uzuv: organ</TD></TR><TR><TD>vazife-i fıtriye: yaratılıştan gelen görev</TD><TD>vazifeperver: vazifesini seven, işine düşkün</TD></TR><TR><TD>vaziyet: durum</TD><TD>zerrat: zerreler</TD></TR><TR><TD>zerre: atom</TD><TD>zerrecik: atom</TD></TR><TR><TD>ziyade: çok, fazla</TD><TD>ziyasız: ışıksız</TD></TR><TR><TD>zâhir: açık, gözle görünür</TD><TD>zât: bir şeyin kendisi</TD></TR><TR><TD>zîhayat: canlı</TD><TD>âzâ: organlar</TD></TR><TR><TD>şevk: büyük istek ve arzu</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Yedinci Lem'a - Sayfa 217

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Hayvânî valideler, yavrularını, küçük iken vazifeleri bulunduğundan, lezzetle himayeye çalışır. Büyük olduktan sonra vazife kalkar, lezzet de gider. Yavrusunu döver, elinden daneyi alır. Yalnız, insan nev’indeki validelerin vazifeleri bir derece devam eder. Çünkü insanlarda, zaaf ve acz itibarıyla, daima bir nevi çocukluk var; her vakit de şefkate muhtaçtır.

İşte umum hayvânâtın, horoz gibi çobanlık eden erkeklerine ve tavuk gibi validelerine bak, anla ki, bunlar kendi hesabına ve kendileri namına, kendi kemalleri için o vazifeyi görmüyorlar. Çünkü hayatını, vazifede lâzım gelse feda ediyorlar. Belki vazifeleri, onları o vazifeyle tavzif eden ve o vazife içinde rahmetiyle bir lezzet derc eden Mün’im-i Kerîmin hesabına ve Fâtır-ı Zülcelâlin namına görüyorlar.

Hem nefs-i hizmette ücret bulunduğuna bir delil de şudur ki: Nebâtat ve eşcar, bir şevk u lezzeti ihsas eden bir tavırla Fâtır-ı Zülcelâlin emirlerini imtisal ediyorlar. Çünkü, dağıttığı güzel kokular ve müşterilerin nazarını celb edecek ziynetlerle süslenmeleri ve sümbülleri ve meyveleri için çürüyünceye kadar kendilerini feda etmeleri, ehl-i dikkate gösterir ki, onların, emr-i İlâhînin imtisalinden öyle bir lezzetleri var ki, nefsini mahvedip çürütüyor.

Bak, başında çok süt konserveleri taşıyan hindistan cevizi ve incir gibi meyvedar ağaçlar, rahmet hazinesinden lisan-ı hal ile süt gibi en güzel bir gıdayı ister, alır, meyvelerine yedirir, kendi bir çamur yer. Nar ağacı sâfi bir şarabı hazine-i rahmetten alıp meyvesine yedirir, kendisi çamurlu ve bulanık bir suya kanaat eder.

Hattâ hububatta dahi sümbüllenmek vazifesinde zâhir bir iştiyak görünür. Nasıl ki dar bir yerde hapsedilen bir zat, bir bostana, geniş bir yere çıkmayı müştakane ister; öyle de, hububatta, sümbüllenmek vazifesinde öyle sürurlu bir vaziyet, bir iştiyak görünüyor.

İşte “sünnetullah” tabir edilen, kâinatta cereyan eden bu sırlı uzun düsturdandır ki, işsiz, tembel, istirahatle yaşayan ve rahat döşeğinde uzananlar, ekseriyetle, sa’y eden, çalışanlardan daha ziyade zahmet ve sıkıntı çeker. Çünkü, daima





<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve büyüklük sahibi olan ve her şeyi yoktan benzersiz olarak yaratan Allah</TD><TD>Mün’im-i Kerîm: sonsuz cömertlik sahibi ve nimet verici Allah</TD></TR><TR><TD>acz: güçsüzlük</TD><TD>celb etmek: çekmek</TD></TR><TR><TD>cereyan eden: meydana gelen</TD><TD>dane: tane, tohum</TD></TR><TR><TD>derc eden: yerleştiren</TD><TD>düstur: kanun</TD></TR><TR><TD>ehl-i dikkat: olayları derinlemesine inceleyen kişiler</TD><TD>ekseriyetle: çoğunlukla</TD></TR><TR><TD>emr-i İlâhî: Allah’ın emri</TD><TD>eşcar: ağaçlar</TD></TR><TR><TD>hayvânât: hayvanlar</TD><TD>hayvânî: hayvanlardan olan</TD></TR><TR><TD>hazine-i rahmet: Allah’ın sonsuz rahmet hazinesi</TD><TD>himaye: koruma</TD></TR><TR><TD>hububat: tohumlar, taneli bitkiler</TD><TD>ihsas eden: hissettiren</TD></TR><TR><TD>imtisal: emre uyma, boyun eğme</TD><TD>itibarıyla: açısından</TD></TR><TR><TD>iştiyak: çok arzu ve istek</TD><TD>kanaat etmek: yetinmek</TD></TR><TR><TD>kemâl: mükemmellik, olgunluk</TD><TD>kâinat: evren</TD></TR><TR><TD>lisan-ı hal: hal ve beden dili</TD><TD>meyvedar: meyveli</TD></TR><TR><TD>müştakane: aşk ile, çok isteyerek</TD><TD>namına: adına</TD></TR><TR><TD>nazar: bakış</TD><TD>nebâtat: bitkiler</TD></TR><TR><TD>nefs: bir şeyin kendisi</TD><TD>nefs-i hizmet: hizmetin bizzat kendisi</TD></TR><TR><TD>nev’: tür, çeşit</TD><TD>rahmet: şefkat, merhamet</TD></TR><TR><TD>sa’y eden: çalışan</TD><TD>sâfi: temiz, arınmış</TD></TR><TR><TD>sünnetullah: kâinatta yürürlükte olan İlâhî kanunlar</TD><TD>sürurlu: mutluluk ve sevinç verici</TD></TR><TR><TD>tabir edilen: adlandırılan, ifade edilen</TD><TD>tavzif eden: görevlendiren</TD></TR><TR><TD>umum: bütün</TD><TD>valide: anne</TD></TR><TR><TD>vaziyet: durum, hâl</TD><TD>zaaf: zayıflık</TD></TR><TR><TD>zat: kişi</TD><TD>ziyade: çok, fazla</TD></TR><TR><TD>ziynet: süs</TD><TD>zâhir: açık, gözle görünür</TD></TR><TR><TD>şarab: içecek</TD></TR></TBODY></TABLE>

<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Yedinci Lem'a - Sayfa 218

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>işsizler ömründen şikâyet eder, eğlence ile çabuk geçmesini ister. Sa’y eden ve çalışan ise şâkirdir, hamd eder, ömrünün geçmesini istemez.

اَلْمُسْتَرِيحُ الْعَاطِلُ شَاكٍ مِنْ عُمْرِهِ وَالسَّاعِى الْعَامِلُ شَاكِرٌ
blank.gif
1
küllî düsturdur. Hem o sır iledir ki, “Rahat zahmette, zahmet rahattadır” cümlesi darbımesel olmuştur.

Evet, cemâdâta dikkatle nazar edilse, bilkuvve yalnız istidat ve kabiliyet cihetinde nâkıs kalıp inkişaf etmeyenlerin, gayet bir içtihad ve sa’y ile inbisat edip bilkuvveden bilfiil suretine geçmesinde, mezkûr sünnet-i İlâhiye düsturuyla bir tavır görünüyor. Ve o tavır işaret eder ki, o vazife-i fıtriyede bir şevk ve o meselede bir lezzet vardır. Eğer o câmidin umumî hayattan hissesi varsa, şevk kendisinin olur; yoksa, o câmidi temsil eden, nezaret eden şeye aittir. Hattâ bu sırra binaen denilebilir: Lâtif, nâzik su incimad emrini aldığı vakit, öyle şiddetli bir şevkle o emre imtisal eder ki, demiri şak eder, parçalar. Demek burûdet ve tahtessıfır soğuğun lisanıyla, ağzı kapalı demir kaptaki suya “Genişlen” emr-i Rabbânîsini tebliğinde, şiddet-i şevkle kabını parçalar. Demiri bozar, kendisi buz olur.

Ve hâkezâ, herşeyi buna kıyas et ki, güneşlerin deverânından ve seyir ü seyahatlerinden tut, tâ zerrelerin mevlevî gibi devretmelerine ve dönmelerine ve ihtizazlarına kadar kâinattaki bütün sa’y ve hareket, kanun-u kader-i İlâhî üzerine cereyan ediyor ve dest-i kudret-i İlâhîden sudur eden ve irade ve emir ve ilmi tazammun eden emr-i tekvînî ile zuhur eder.

Hattâ herbir zerre, herbir mevcut, herbir zîhayat, bir nefer askere benzer ki, orduda muhtelif dairelerde, o neferin ayrı ayrı nisbetleri, vazifeleri olduğu gibi,


[NOT]Dipnot-1 Atâlet içinde istirahat eden, ömründen şikâyetçidir. Çalışan ve iş gören ise haline şükreder.[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>bilfiil: fiilen, uygulamaya koyarak</TD><TD>bilkuvve: potansiyel olarak</TD></TR><TR><TD>binaen: dayanarak</TD><TD>burûdet: soğukluk</TD></TR><TR><TD>cemâdât: cansız varlıklar</TD><TD>cereyan etmek: meydana gelmek</TD></TR><TR><TD>cihet: yön</TD><TD>câmid: cansız</TD></TR><TR><TD>darbımesel: atasözü</TD><TD>dest-i kudret-i İlâhî: Allah’ın sonsuz kudret eli</TD></TR><TR><TD>deverân: dönüş</TD><TD>devretme: dönme</TD></TR><TR><TD>düstur: kanun</TD><TD>emr-i Rabbânî: bütün varlıkları yaratılış gayelerine göre terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah’ın emri</TD></TR><TR><TD>emr-i tekvînî: Allah’ın varlıkları şekillendirmeye yönelik emri</TD><TD>hamd etmek: şükür ve övgülerini sunmak</TD></TR><TR><TD>hâkezâ: bunun gibi</TD><TD>ihtizaz: sarsılma, hareketlenme</TD></TR><TR><TD>imtisal etme: emre uyma, boyun eğme</TD><TD>inbisat etme: genişleme, yayılma</TD></TR><TR><TD>incimad: donma, katılaşma</TD><TD>inkişaf etme: açığa çıkma</TD></TR><TR><TD>irade: dileme, seçme gücü</TD><TD>istidat: kabiliyet</TD></TR><TR><TD>içtihad: çaba gösterme, gayret etme</TD><TD>kanun-u kader-i İlâhî: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri gerçekleşmeden önce sonsuz ilmiyle belirlediği ve bütün kâinatta geçerli olan kanunlar</TD></TR><TR><TD>kâinat: evren</TD><TD>küllî: geniş, her şeyi kuşatan</TD></TR><TR><TD>lisan: dil</TD><TD>lâtif: ince, güzel</TD></TR><TR><TD>mevcut: var</TD><TD>mevlevî: Mevlevîlik tarikatına mensup olan ve kendi etrafında dönerek semâ yapan kişi</TD></TR><TR><TD>mezkûr: adı geçen</TD><TD>muhtelif: çeşitli</TD></TR><TR><TD>nazar etmek: bakmak</TD><TD>nefer: asker, er</TD></TR><TR><TD>nezaret eden: gözeten</TD><TD>nisbet: bağlılık, bağlantı noktası</TD></TR><TR><TD>nâkıs: eksik, noksan</TD><TD>nâzik: zarif, ince, narin</TD></TR><TR><TD>sa’y eden: çalışan</TD><TD>seyr ü seyahat: yolculuk</TD></TR><TR><TD>sudur eden: ortaya çıkan </TD><TD>suret: biçim, görünüş</TD></TR><TR><TD>sünnet-i İlâhiye: Allah’ın kainata koyduğu kanunlar</TD><TD>tahtessıfır: sıfırın altında</TD></TR><TR><TD>tazammun eden: içeren</TD><TD>tebliğ etmek: bildirmek</TD></TR><TR><TD>temsil eden: bir şeyin temsilcisi olan</TD><TD>umumî: bütün</TD></TR><TR><TD>vazife-i fıtriye: yaratılıştan gelen görev</TD><TD>zahmet: zorluk</TD></TR><TR><TD>zerre: atom</TD><TD>ziyade: çok, fazla</TD></TR><TR><TD>zuhur etmek: ortaya çıkmak, görünmek</TD><TD>zîhayat: canlı</TD></TR><TR><TD>şevk: şiddetli arzu ve istek</TD><TD>şiddet-i şevk: şiddetli bir istek ve arzu</TD></TR><TR><TD>şâkir: Allah’a şükreden</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Yedinci Lem'a - Sayfa 219

herbir zerre, herbir zîhayatın dahi öyledir. Meselâ senin gözünde bir zerre, gözün hücresinde ve gözde ve âsâb-ı veçhiyede ve bedenin şerâyin tabir edilen damarlarında birer nisbeti ve o nisbete göre birer vazifesi ve o vazifeye göre birer faydası vardır. Ve hâkezâ, herşeyi ona kıyas et.

Buna binaen herbir şey, bir Kadîr-i Ezelînin vücub-u vücuduna iki cihetle şehadet eder:

Biri: Tâkatinin binler derece fevkinde vazifeleri görmekteki acz-i mutlak lisanıyla o Kadîrin vücuduna şehadet eder.

İkincisi: Herbir şey, nizam-ı âlemi teşkil eden düsturlara ve muvazene-i mevcudatı idame eden kanunlara tatbik-i hareket etmekle o Alîm-i Kadîre şehadet eder. Çünkü zerre gibi bir câmid, arı gibi küçük bir hayvan, Kitab-ı Mübînin mühim ve ince meseleleri olan nizam ve mizanı bilmez. Câmid bir zerre, arı gibi küçük bir hayvan nerede? Semâvat tabakalarını bir defter sayfası gibi açıp, kapayıp toplayan Zât-ı Zülcelâlin elindeki Kitab-ı Mübînin mühim, ince meselelerini okumak nerede? Eğer sen divanelik edip zerrede o kitabın ince hurufâtını okuyacak kadar bir göz bulunduğunu tevehhüm etsen, o vakit o zerrenin şehadetini redde çalışabilirsin!

Evet, Fâtır-ı Hakîm, Kitab-ı Mübînin düsturlarını gayet güzel bir surette ve muhtasar bir tarzda ve has bir lezzette ve mahsus bir ihtiyaçla icmâl edip derc eder. Herşey öyle has bir lezzet ve mahsus bir ihtiyaçla amel etse, o Kitab-ı Mübînin düsturlarını bilmeyerek imtisal eder. Meselâ, hortumlu sivrisinek dünyaya geldiği dakikada hanesinden çıkar, durmayarak insanın yüzüne hücum eder, uzun asâsıyla vurur, âb-ı hayat fışkırtır, içer. Hücumdan kaçmakta, erkân-ı harp gibi maharet gösterir. Acaba bu küçük, tecrübesiz, yeni dünyaya gelen mahlûka bu san’atı ve bu fenn-i harbi ve su çıkarmak san’atını kim öğretmiş? Ve nerede öğrenmiş? Ben, yani bu biçare Said, itiraf ediyorum ki, eğer ben o hortumlu sineğin


Alîm-i Kadîr: her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten Allah
Fâtır-ı Hakîm: her şeyi hârika üstün sanatıyla benzersiz olarak ve hikmetle yaratan Allah
Kadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah
Kadîr-i Ezelî: her şeye gücü yeten ve varlığının başlangıcı ve sonu olmayan Allah
Kitab-ı Mübîn: her şeyin açıkça yazılı olduğu, Allah katındaki kitap
Said: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi Allah
acz-i mutlak: sınırsız güçsüzlük
amel etmek: davranmak
asâ: baston, değnek
binaen: dayanarak
biçare: çaresiz
cihet: yön
câmid: cansız
derc etmek: yerleştirmek
divanelik: akılsızlık
düstur: kanun
erkân-ı harp: savaş komutanı
fenn-i harb: savaş sanatı
fevkinde: üstünde
hane: ev
hurufât: harfler
hâkezâ: bunun gibi
icmâl etmek: özetlemek
idame eden: devam ettiren
imtisal etmek: emre uymak, boyun eğmek
kanun: tabiat olaylarının bağlı olduğu değişmez kaide
lisan: dil
maharet: beceri, hüner
mahlûk: yaratık, varlık
mahsus: has, özel
mizan: ölçü, denge
muhtasar: kısa, özet
muvazene-i mevcudat: kâinattaki varlıkların ölçü ve denge içinde olması
mühim: önemli
nizam: düzen
nizam-ı âlem: âlemin düzeni
semâvât: gökler
suret: biçim, görünüş
tabir edilen: adlandırılan
tatbik-i hareket: uygun hareket
tevehhüm etmek: sanmak, zannetmek
teşkil eden: oluşturan
tâkat: güç, kapasite
vazife: görev
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
vücud: varlık
zerre: atom
zîhayat: canlı
âb-ı hayat: hayat suyu, kan
âsâb-ı veçhiye: insanın yüzünde bulunan sinirler
şehadet etmek: şahitlik etmek
şerâyin: atardamar

<TBODY>
</TBODY>
 
Üst