On Altıncı Lem'a

Ukbaa

Well-known member
On Altıncı Lem’a

بِاسْمِهِ
blank.gif
1 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
blank.gif
2

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ
blank.gif
3

AZİZ, sıddık kardeşlerim Hoca Sabri, Hafız Ali, Mes’ud, Mustafa’lar, Hüsrev, Refet, Bekir Bey, Rüştü, Lütfi’ler, Hafız Ahmed, Şeyh Mustafa ve saire.

Sizlere, meraklı ve medar-ı sual olmuş dört küçük meseleyi, malûmat kabilinden muhtasar bir surette beyan etmekliğe, kalbimde bir hatıra hissettim.

BİRİNCİSİ

Kardeşlerimizden Çaprazzâde Abdullah Efendi gibi bazı adamlar, ehl-i keşiften rivayeten, bu geçen Ramazan’da Ehl-i Sünnet ve Cemaat için bir ferec, bir fütuhat olacağını haber verdikleri halde, zuhur etmedi. Böyle ehl-i velâyet ve keşif neden hilâf-ı vâki haber veriyorlar? Benden sordular. Ben de, birden, sünuhat kabilinden olarak verdiğim cevabın muhtasarı şudur:

Hadis-i şerifte vârit olmuştur ki, “Bazan belâ nâzil oluyor; gelirken karşısına


[NOT]Dipnot-1 Allah’ın adıyla.

Dipnot-2 “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.

Dipnot-3 Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Bekir Bey: (bk. bilgiler)</TD><TD>Ehl-i Sünnet ve Cemaat: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>Hafız Ahmed: (bk. bilgiler – Muhacir Hafız Ahmed)</TD><TD>Hafız Ali: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>Hoca Sabri: (bk. bilgiler – Sabri Arseven)</TD><TD>Hüsrev: (bk. bilgiler – Hüsrev Altınbaşak)</TD></TR><TR><TD>Refet: (bk. bilgiler – Refet Barutçu)</TD><TD>Rüştü: (bk. bilgiler – Süleyman Rüştü Çakın)</TD></TR><TR><TD>aziz: çok değerli, izzetli</TD><TD>belâ: büyük sıkıntı</TD></TR><TR><TD>beyan etmek: açıklamak, izah etmek</TD><TD>ehl-i keşif: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözlemleme seviyesine ulaşmış insanlar</TD></TR><TR><TD>ehl-i velâyet ve keşif: mânevî mertebelere yükselen ve maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini keşfeden insanlar</TD><TD>ferec: tasa ve sıkıntıdan kurtulma</TD></TR><TR><TD>fütuhat: fetihler, zaferler</TD><TD>hadis-i şerif: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış</TD></TR><TR><TD>hilâf-ı vâki: gerçeğe ters</TD><TD>kabil: mümkün, olabilir</TD></TR><TR><TD>malûmat: bilgiler</TD><TD>medar-ı sual: soru sebebi</TD></TR><TR><TD>muhtasar: kısa, özet</TD><TD>nâzil olmak: inmek</TD></TR><TR><TD>rivayet: bir sözü nakletme</TD><TD>surette: şekilde</TD></TR><TR><TD>sünuhat kabilinde: kalbe gelen mânâlar şeklinde</TD><TD>sıddık: daima doğruluk üzere olan, iman hizmetine gönülden ve sadakatle bağlı kalan</TD></TR><TR><TD>ve saire: ve diğerleri</TD><TD>vârit olmak: ifade edilmek</TD></TR><TR><TD>zuhur etmek: ortaya çıkmak, görünmek</TD><TD>Çaprazzâde Abdullah Efendi: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>Şeyh Mustafa: (bk. bilgiler – Mustafa Üstün)</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Altıncı Lem'a - Sayfa 184

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>sadaka çıkar, geri çevirir.”
blank.gif
1
Şu hadisin sırrı gösteriyor ki, mukadderat, bazı şerâitle vukua gelirken geri kalır. Demek, ehl-i keşfin muttali olduğu mukadderat mutlak olmadığını, belki bazı şerâitle mukayyet bulunduğunu ve o şerâitin vuku bulmamasıyla o hâdise de vukua gelmiyor. Fakat o hâdise, ecel-i muallâk gibi, Levh-i Ezelînin bir nevi defteri hükmünde olan Levh-i Mahv-İsbatta mukadder olarak yazılmıştır.
blank.gif
2
Gayet nadir olarak Levh-i Ezelîye kadar keşif çıkar. Ekseri oraya çıkamıyor.


İşte bu sırra binaen, geçen Ramazan-ı Şerifte ve Kurban Bayramında ve daha başka vakitlerde, istihraca binaen veya keşfiyat nev’inden verilen haberler, muallâk oldukları şerâiti bulamadıkları için vukua gelmemişler ve haber verenleri tekzip etmiyorlar. Çünkü mukadder imiş, fakat şartı gelmeden o da vukua gelmemiş.

Evet, Ramazan-ı Şerifte bid’aların ref’ine Ehl-i Sünnet ve Cemaatin ekseriyetle hâlis duası bir şart ve bir sebeb-i mühim idi. Maalesef camilere Ramazan-ı Şerifte bid’alar girdiğinden, duaların kabulüne sed çekip ferec gelmedi. Nasıl ki, sabık hadisin sırrıyla, sadaka belâyı ref’ eder; ekseriyetin hâlis duası dahi ferec-i umumîyi cezb eder. Kuvve-i cazibe vücuda gelmediğinden, fütuhat da verilmedi.

İKİNCİ MERAKLI SUAL

Bu iki ay zarfında heyecanlı bir vaziyet-i siyasiye karşısında bana, hem alâkadar olduğum çok kardeşlerime kavî bir ihtimalle ferec verecek bir teşebbüs etmek lâzımken, o vaziyete hiç ehemmiyet vermeyerek, bilâkis, beni tazyik eden


[NOT]Dipnot-1 el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:492; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ: 2:30; Tirmizî, Zekât: 28; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr: 8:261; el-Beyhâkî, Şuabü’l-Îmân: 3:245.

Dipnot-2 bk. en-Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim: 16:114; İbni Hacer, Fethu’l-bârî: 10:415-416.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Ehl-i Sünnet ve Cemaat: (bk. bilgiler)</TD><TD>Levh-i Ezelî: olmuş ve olacak her şeyin üzerinde yazılı olduğu ezeli levha</TD></TR><TR><TD>Levh-i Mahv-İsbat: bir şeyin yıkılıp tekrar kuruluşunu kaydeden mânevî levha, İlâhî kudretin yaz boz tahtası</TD><TD>Ramazan-ı Şerif: mübarek Ramazan ayı</TD></TR><TR><TD>alâkadar olmak: alâkalı, ilgili olmak</TD><TD>bid’a: dinde olmayıp sonradan dine zarar verecek şekilde ortaya çıkan şey</TD></TR><TR><TD>bilâkis: tersine</TD><TD>binaen: dayanarak</TD></TR><TR><TD>cezb etmek: kendine doğru çekmek</TD><TD>ecel-i muallâk: mânevî kader levhasında yazılı olan ve gerçekleşmesi bazı şartlara bağlı olan ecel</TD></TR><TR><TD>ehemmiyet: değer, önem</TD><TD>ehl-i keşf: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözlemleme seviyesine ulaşmış insanlar</TD></TR><TR><TD>ekser: çoğunluk</TD><TD>ferec: tasa ve sıkıntıdan kurtulma, ferahlık</TD></TR><TR><TD>ferec-i umumî: genel ferahlık, sıkıntıdan kurtulma</TD><TD>fütuhat: fetihler, zaferler</TD></TR><TR><TD>hadis: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış</TD><TD>hâlis: içten, samimi</TD></TR><TR><TD>istihrac: eldeki delillerden hüküm çıkarma</TD><TD>kavî: kuvvetli</TD></TR><TR><TD>keşfiyat: keşifler, manevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri keşfetme</TD><TD>kuvve-i cazibe: çekim gücü</TD></TR><TR><TD>muallâk: boşta, asılı</TD><TD>mukadder: takdir olunmuş, kıymeti biçilmiş</TD></TR><TR><TD>mukadderat: Allah tarafından takdir olunmuş, ileride meydana gelecek haller ve olaylar</TD><TD>mukayyet: kayıt altında, sınırlı</TD></TR><TR><TD>mutlak: kayıtsız, kesin</TD><TD>muttali olmak: bir bilgiye ulaşmak, gözlemlemek</TD></TR><TR><TD>nev’i: çeşit</TD><TD>ref’ etme: ortadan kaldırma</TD></TR><TR><TD>sabık: geçen, önceki</TD><TD>sadaka: Allah rızası için ihtiyaç sahiplerine yapılan destek, yardım</TD></TR><TR><TD>sebeb-i mühim: önemli sebep</TD><TD>sed çekmek: engel olmak</TD></TR><TR><TD>tazyik eden: baskı yapan</TD><TD>tekzip etmek: yalanlamak</TD></TR><TR><TD>teşebbüs etmek: başvurmak, girişmek</TD><TD>vaziyet-i siyasiye: siyasî durum</TD></TR><TR><TD>vukua gelme: gerçekleşme</TD><TD>vücuda gelmek: var olmak, ortaya çıkmak</TD></TR><TR><TD>zarfında: içinde</TD><TD>şerâit: şartlar</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Altıncı Lem'a - Sayfa 185

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>ehl-i dünyanın lehinde olarak bir fikirde bulundum. Bazı zatlar hayret içinde hayrette kaldılar. Dediler ki: “Sana işkence eden bu mübtedi’ ve kısmen münafık baştaki insanların takip ettikleri siyaseti nasıl görüyorsun ki ilişmiyorsun?” Verdiğim cevabın muhtasarı şudur ki:

Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır, nifaka inkılâp eder. Hem nur, hem topuz-ikisini, bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için, bütün kuvvetimle nura sarılmaya mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor.

Amma maddî cihadın muktezası ise, o vazife şimdilik bizde değildir. Evet, ehline göre kâfirin veya mürtedin tecavüzatına sed çekmek için topuz lâzımdır. Fakat iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok.

ÜÇÜNCÜ MERAKLI SUAL

Bu yakında İngiliz ve İtalya gibi ecnebîlerin bu hükûmete ilişmesiyle, eskiden beri bu vatandaki hükûmetin hakikî nokta-i istinadı ve kuvve-i mâneviyesinin menbaı olan hamiyet-i İslâmiyeyi tehyiç etmekle şeâir-i İslâmiyenin bir derece ihyâsına ve bid’aların bir derece def’ine medar olacağı halde, neden şiddetle harp aleyhinde çıktın ve bu meselenin âsâyişle halledilmesini dua ettin ve şiddetli bir surette mübtedi’lerin hükûmetleri lehinde taraftar çıktın? Bu ise, dolayısıyla bid’alara tarafgirliktir.

Elcevap: Biz ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz—fakat kâfirlerin kılıcıyla değil! Kâfirlerin kılıçları başlarını yesin; kılıçlarından gelen fayda bize lâzım



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>bid’a: dinde olmayıp sonradan dine zarar verecek şekilde ortaya çıkan şey</TD><TD>dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık</TD></TR><TR><TD>def’: ortadan kaldırma, yok etme</TD><TD>ecnebî: yabancı</TD></TR><TR><TD>ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler</TD><TD>ehl-i İslâm: Müslümanlar</TD></TR><TR><TD>fena: kötü, çirkin</TD><TD>ferec: tasa ve sıkıntıdan kurtulma, ferahlık</TD></TR><TR><TD>fütuhat: fetihler, zaferler</TD><TD>galebe çalmak: üstün gelmek</TD></TR><TR><TD>hakikî: asıl, gerçek</TD><TD>hamiyet-i İslâmiye: İslâmiyetin temel değerlerini koruma duygusu ve gayreti</TD></TR><TR><TD>ihyâ: canlandırma, kuvvetlendirme</TD><TD>iman: inanç</TD></TR><TR><TD>inkılâp: dönüşme</TD><TD>kuvve-i mâneviye: mânevî güç, moral</TD></TR><TR><TD>kâfi gelmek: yeterli olmak</TD><TD>kâfir: Allah'ı veya Allah’ın bildirdiği kesin olan bir şeyi inkâr eden kimse</TD></TR><TR><TD>küfür: inkâr</TD><TD>lehinde: tarafında</TD></TR><TR><TD>maddî cihad: din uğrunda mal ve canla mücadele</TD><TD>medar: dayanak noktası</TD></TR><TR><TD>menba: kaynak</TD><TD>muhtasar: kısa, özet</TD></TR><TR><TD>mukteza: bir şeyin gereği</TD><TD>mübtedi’: bid’at ortaya atanlar, bid’alara taraftar olanlar</TD></TR><TR><TD>mühim: önemli</TD><TD>münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen</TD></TR><TR><TD>mürted: dinden dönen</TD><TD>nifak: münafıklık, ikiyüzlülük</TD></TR><TR><TD>nokta-i istinad: dayanak noktası</TD><TD>sed çekmek: engel olunmak</TD></TR><TR><TD>suret: biçim, şekil</TD><TD>sürur: mutluluk</TD></TR><TR><TD>tarafgirlik: taraftarlık</TD><TD>tecavüzat: tecavüzler, saldırılar</TD></TR><TR><TD>tehyiç etmek: harekete geçirmek</TD><TD>âciz: güçsüz, elinden bir şey gelmeyen</TD></TR><TR><TD>âsâyiş: düzen</TD><TD>çare-i yegâne: tek çare</TD></TR><TR><TD>İngiliz: (bk. bilgiler - İngiltere)</TD><TD>İtalya: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>ıslah olmak: düzelme, iyileşme</TD><TD>şeâir-i İslâmiye: İslâmiyete sembol olmuş iş ve ibâdetler</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Altıncı Lem'a - Sayfa 186

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>değil. Zaten o mütemerrid ecnebîlerdir ki, münafıkları ehl-i imana musallat ettiler ve zındıkları yetiştirdiler.

Hem harp belâsı ise, hizmet-i Kur’âniyemize mühim bir zarardır. Bizim en fedakâr ve en kıymettar kardeşlerimizin ekserisi kırk beşten aşağı olduğundan, harp vasıtasıyla vazife-i kudsiye-i Kur’âniyeyi bırakıp askere gitmeye mecbur olacaktılar. Benim param olsa, hüsn-ü rızamla, böyle kıymettar kardeşlerimin herbirisini askerlikten kurtarmak için, bedel-i nakdiye bin lira kadar da olsa verirdim. Böyle yüzer kıymettar kardeşlerimizin hizmet-i Kur’âniye-i Nuriyeyi bırakıp maddî cihad topuzuna el atmakta, yüz bin lira kendi zararımızı hissediyordum. Hattâ Zekâi’nin bu iki sene askerliği, belki bin lira kadar mânevî faydasını kaybettirdi.

Her neyse... Kadîr-i Külli Şey, bir dakikada, bulutlarla dolmuş cevv-i havayı süpürüp temizleyerek semânın berrak yüzünde ziyadar güneşi gösterdiği gibi, bu zulümatlı ve rahmetsiz bulutları da izale edip hakaik-i şeriatı güneş gibi gösterir ve ucuz ve dağdağasız verebilir. Onun rahmetinden bekleriz ki, bize pahalı satmasın. Baştakilerin başlarına akıl ve kalblerine iman versin, yeter. O vakit kendi kendine iş düzelir.

DÖRDÜNCÜ MERAKLI SUAL

Diyorlar ki: “Madem sizin elinizdeki nurdur, topuz değildir. Nura karşı muaraza edilmez ve nurdan kaçılmaz ve nurun izharından zarar gelmez. Neden arkadaşlarınıza ihtiyatı tavsiye ediyorsunuz, çok nurlu risaleleri halklara gösterilmesini men ediyorsunuz?”

Bu suale karşı cevabın muhtasar meâli şudur ki:

Başlardaki başların çoğu sarhoş, okumaz. Okusa da anlamaz, yanlış mânâ verip ilişir. İlişmemesi için, aklı başına gelinceye kadar göstermemek lâzım geliyor. Hem çok vicdansız insanlar var ki, garaz veya tamah veyahut havf cihetiyle nuru inkâr eder veya gözünü kapar. Onun için, kardeşlerime de tavsiye ediyorum ki, ihtiyat





<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Kadîr-i Külli Şey: herşeye gücü yeten, sonsuz kudret sahibi Allah</TD><TD>bedel-i nakdiye: parasal değer</TD></TR><TR><TD>belâ: büyük sıkıntı</TD><TD>cevv-i hava: gökyüzü, atmosfer</TD></TR><TR><TD>cihetiyle: yönüyle</TD><TD>dağdağa: kargaşa, dağınıklık</TD></TR><TR><TD>ecnebî: yabancı</TD><TD>ehl-i iman: Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler</TD></TR><TR><TD>ekser: çoğunluk</TD><TD>garaz: kötü kasıt</TD></TR><TR><TD>hakaik-i şeriat: şeriatın hakikatleri</TD><TD>harp: savaş</TD></TR><TR><TD>havf: korku</TD><TD>hizmet-i Kur’âniye: Kur’ân hakikatlerini yayma hizmeti</TD></TR><TR><TD>hizmet-i Kur’âniye-i Nuriye: Kur’ân’a dayalı Risâle-i Nur hizmeti</TD><TD>hüsn-ü rıza: en güzel şekilde hoşnut olma</TD></TR><TR><TD>ihtiyat: tedbir</TD><TD>ihtiyat etmek: tedbirli davranmak</TD></TR><TR><TD>iman: inanç</TD><TD>izale etmek: gidermek, ortadan kaldırmak</TD></TR><TR><TD>izhar: ortaya çıkarma, görterme</TD><TD>kıymettar: değerli</TD></TR><TR><TD>maddî cihad: din uğrunda mal ve canla mücadele</TD><TD>men etmek: yasaklamak</TD></TR><TR><TD>meâl: açıklama, kısa anlam</TD><TD>muaraza etmek: karşı koymak</TD></TR><TR><TD>muhtasar: kısa, özet</TD><TD>musallat etmek: bir kişinin başına belâ sarmak</TD></TR><TR><TD>mânevî: mânâya ait, maddî olmayan</TD><TD>mânâ: anlam</TD></TR><TR><TD>münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen</TD><TD>mütemerrid: inatçı</TD></TR><TR><TD>rahmet: şefkat, merhamet</TD><TD>risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden herbiri</TD></TR><TR><TD>semâ: gökyüzü</TD><TD>tamah: hırsla isteme</TD></TR><TR><TD>vasıta: aracı</TD><TD>vazife-i kudsiye-i Kur’âniye: mukaddes Kur’ân hizmeti</TD></TR><TR><TD>ziyadar: ışıklı</TD><TD>zulümat: karanlık</TD></TR><TR><TD>zındık: dinsiz</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Altıncı Lem'a - Sayfa 187

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>etsinler, nâehillerin eline hakikatleri vermesinler.
blank.gif
1
Hem ehl-i dünyanın evhâmını tahrik edecek işlerde bulunmasınlar.HAŞİYE-1




endOfSection.gif
endOfSection.gif




Hâtime
Bugün Refet Beyin bir mektubunu aldım. Lihye-i Şerife hakkındaki suali münasebetiyle diyorum ki:
Hadisçe sabittir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Lihye-i Saadetinden düşen saçların taneleri mahduttur. Otuz kırk tane veya elli altmış tane gibi az bir miktarda iken, binler yerde Lihye-i Saadetin saçları bulunması, beni bir zaman çok düşündürdü. O vakit hatırıma gelmiş ki, Lihye-i Saadet, yalnız Lihye-i Şerifin saçlarından ibaret değil. Belki re’s-i mübarekinin tıraş oldukça hiçbir şeyini kaybetmeyen Sahabeler,
blank.gif
2
o nurlu ve mübarek ve daimî yaşayacak saçları muhafaza etmişler. Onlar, binlerdir; şimdiki mevcuda müsâvi gelebilirler.


Yine o vakit hatırıma geldi ki: Acaba her camide bulunan, sened-i sahih ile bu saç Hazret-i Risaletin saçı olduğu sabit midir ki, ona karşı ziyaret makbul olabilsin?



[NOT]Dipnot-1 bk. İbni Mâce, Mukaddime: 17.

Haşiye-1 Ciddî bir meseleye vesile olabilecek bir lâtife: Dünkü gün sabahleyin bir dostumun dâmâdı Mehmed yanıma geldi. Mesrurâne, beşaretkârâne dedi ki: “Senin bir kitabını Isparta’da tab etmişler, çoklar okuyorlar.” Ben dedim: “O yasak olan tab değil; belki müstensihle bazı nüshalar alınmış ki, hükûmet ona birşey demez.” Hem dedim: “Sakın bunu senin dostun olan iki münafığa söyleme. Onlar böyle birşey arıyorlar ki bahane etsinler.” İşte, kardeşlerim, bu adam çendan bir dostumun dâmâdıdır; o münasebetle benim de ahbabım sayılır. Fakat berberlik münasebetiyle, vicdansız muallim ve münafık müdürün dostudur. Orada kardeşlerimizden birisi bilmeyerek öyle söylemiş. İyi oldu ki, en evvel geldi, bana haber verdi. Ben de tenbih ettim, fenalığın önü alındı. Ve teksir makinesi binler nüshaları bu perde altında neşretti.

Dipnot-2 bk. Buhârî, Vudû’: 33; Müslim, Hac: 311-326; Müsned: 3:133, 137.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’n salât ve selâmı onun üzerine olsun</TD><TD>Hazret-i Risalet: Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD></TR><TR><TD>Lihye-i Şerif/Lihye-i Saadet: Peygamber Efendimize ait (a.s.m.) ait sakal</TD><TD>Mehmed: (bk. bilgiler – Mehmed Keskin)</TD></TR><TR><TD>Refet Bey: (bk. bilgiler)</TD><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD></TR><TR><TD>Sahabe: Hz. Peygamber’i (a.s.m.) hayattayken dünya gözüyle gören Müslümanlar</TD><TD>ahbab: dost, arkadaş</TD></TR><TR><TD>beşâretkârâne: müjde verircesine</TD><TD>ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler</TD></TR><TR><TD>evhâm: vehimler, kuruntular</TD><TD>fenalık: kötülük</TD></TR><TR><TD>hadis: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış</TD><TD>hakikatler: imanî gerçekler</TD></TR><TR><TD>hatime: bir eserin sonuç kısmı</TD><TD>haşiye: dipnot</TD></TR><TR><TD>lâtife: ince ve ibret dolu gelişme</TD><TD>mahdut: sınırlı</TD></TR><TR><TD>makbul olmak: kabul olmak, geçerli olmak</TD><TD>mesrurâne: sevinçli bir şekilde</TD></TR><TR><TD>mevcud: var</TD><TD>muallim: öğretmen</TD></TR><TR><TD>muhafaza etmek: korumak, saklamak</TD><TD>mübarek: bereketli, hayırlı</TD></TR><TR><TD>münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen</TD><TD>münasebetiyle: vesilesiyle, sebebiyle</TD></TR><TR><TD>münasebetle: dolayısıyla</TD><TD>müstensih: bir nüshayı çoğaltan</TD></TR><TR><TD>müsâvi: eşit, denk</TD><TD>neşretmek: yaymak</TD></TR><TR><TD>nâehil: ehil olmayan</TD><TD>nüsha: yazılı şey, nümune</TD></TR><TR><TD>re’s-i mübarek: mübarek baş</TD><TD>sabit: değişmeyen</TD></TR><TR><TD>sened-i sahih: sağlam olduğunu gösterir delil</TD><TD>tab etmek: basmak</TD></TR><TR><TD>tahrik etmek: harekete geçirmek</TD><TD>teksir makinesi: yazıları çoğaltmak için kullanılan makine</TD></TR><TR><TD>tenbih etmek: uyarmak</TD><TD>vesile olmak: aracı olmak</TD></TR><TR><TD>çendan: gerçi</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Altıncı Lem'a - Sayfa 188

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Birden hatıra geldi ki, o saçların ziyareti vesiledir. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma karşı salâvat getirmeye sebep ve bir hürmet ve muhabbete medardır.
blank.gif
1
Vesilelik ciheti o şeyin zâtına bakmaz, vesilelik cihetine bakar. Onun için, eğer bir saç hakikî olarak Lihye-i Saadetten olmazsa, madem zâhir hale göre öyle telâkki edilmiş ve o vesilelik vazifesini yapıyor ve hürmete ve teveccühe ve salâvata vesile oluyor; kat’î senetle o saçın zâtını teşhis ve tayin lâzım değildir. Yalnız, aksine kat’î delil olmasın, yeter. Çünkü telâkkiyât-ı âmme ve kabul-ü ümmet, bir nevi hüccet hükmüne geçer.


Bazı ehl-i takvâ, böyle işlerde, ya takvâ veya ihtiyat veya azîmet noktasında ilişseler de, hususî ilişirler. Bid’a da deseler, bid’a-i hasene nev’inde dahildir. Çünkü vesile-i salâvattır.

Refet Bey mektubunda diyor: “Bu mesele ihvanlar beyninde medar-ı münakaşa olmuş.”

Kardeşlerime tavsiye ediyorum ki, inşikaka ve iftiraka sebebiyet veren münakaşa etmesinler. Yalnız müdavele-i efkâr suretinde, nizâsız mübahaseye alışsınlar.


endOfSection.gif
endOfSection.gif






[NOT]Dipnot-1 bk. Ahzâb Sûresi, 33:56. Ayrıca bk. Müslim, Salât: 11, 70; Tirmizî, Vitr: 21; Ebû Dâvud, Salât: 36; Nesâî, Cum’a: 5; Ezan: 37, Sehv: 55; İbni Mâce, İkâmetü’s-Salât: 79; Dârimî, Salât: 206: Müsned: 2:168, 375, 485, 3:102, 445, 4:8.[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun</TD><TD>Lihye-i Saadet: Peygamber Efendimize ait saç ve sakal</TD></TR><TR><TD>Refet Bey: (bk. bilgiler)</TD><TD>Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)</TD></TR><TR><TD>azîmet: dinî kuralları uygulamada çok titiz davranma</TD><TD>beyninde: arasında</TD></TR><TR><TD>bid’a: dinde olmayıp sonradan dine zarar verecek şekilde ortaya çıkan şey</TD><TD>bid’a-i hasene: Hz. Muhammed’den (a.s.m.) sonra ortaya çıkan, fakat Kur’ân ve Sünnete aykırı olmayan yenilikler</TD></TR><TR><TD>cihet: taraf, yön</TD><TD>ehl-i takvâ: takvâ sahipleri</TD></TR><TR><TD>hakikî: gerçek</TD><TD>hususî: özel</TD></TR><TR><TD>hüccet: güçlü ve sarsılmaz delil, kanıt</TD><TD>hürmet: saygı</TD></TR><TR><TD>iftirak: ayrılık</TD><TD>ihtiyat: tedbir</TD></TR><TR><TD>ihvan: kardeş</TD><TD>inşikak: yarılma, ayrılma</TD></TR><TR><TD>kabul-ü ümmet: bütün Müslümanların kabul etmesi</TD><TD>kat’î senet: kesin delil</TD></TR><TR><TD>medar: sebep</TD><TD>medar-ı münakaşa: tartışmaya sebep olan</TD></TR><TR><TD>muhabbet: sevgi</TD><TD>mübahase: karşılıklı konuşma, fikir alışverişi, sohbet</TD></TR><TR><TD>müdavele-i efkâr: karşılıklı fikir alışverişinde bulunma</TD><TD>münakaşa: tartışma</TD></TR><TR><TD>nevi: çeşit, tür</TD><TD>nizâ: çekişme, kavga</TD></TR><TR><TD>salâvat: Peygamberimize edilen rahmet ve esenlik duası</TD><TD>suret: biçim, şekil</TD></TR><TR><TD>takvâ: Allah’ın emirlerini tutup, günahlardan sakınmak</TD><TD>tayin: belirleme</TD></TR><TR><TD>telâkki etmek: kabul etmek</TD><TD>telâkkiyât-ı âmme: genel kabul gören anlayışlar</TD></TR><TR><TD>teveccüh: yönelme</TD><TD>teşhis: belirleme</TD></TR><TR><TD>vesile: vasıta, araç, sebep</TD><TD>vesile-i salâvat: Hz. Muhammed’e (a.s.m.) salat ve selâm gönderme sebebi</TD></TR><TR><TD>zâhir: görünür</TD><TD>zât: bir şeyin kendisi</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Altıncı Lem'a - Sayfa 189

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
blank.gif
1
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
blank.gif
2

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ
blank.gif
3

Aziz, sıddık Senirkentli kardeşlerim İbrahim, Şükrü, Hafız Bekir, Hafız Hüseyin, Hafız Recep Efendiler,

Hafız Tevfik ile gönderdiğiniz üç meseleye mülhidler eskiden beri ilişiyorlar.

BİRİNCİSİ:

حَتّٰۤى اِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ فِى عَيْنٍ حَمِئَةٍ
blank.gif
4

Âyetin ifade ettiği zâhir mânâsına göre, “Güneşin hararetli ve çamurlu bir çeşme suyunda gurup ettiğini görmüş” diyor.

İKİNCİSİ: Sedd-i Zülkarneyn nerededir?

ÜÇÜNCÜSÜ: Âhirzamanda Hazret-i İsâ’nın (a.s.) geleceğine
blank.gif
5
ve Deccalı öldüreceğine dairdir.

Bu suallerin cevapları uzundur. Yalnız muhtasar bir işaretle deriz ki:

Âyât-ı Kur’âniye, üslûb-u Arabiye üzerine ve zâhir nazara göre umumun anlayacağı bir tarzda ifade ettiği için, çok defa teşbih ve temsil suretinde beyan ediyor. İşte, تَغْرُبُ فِى عَيْنٍ حَمِئَةٍ yani, güneşin, hararetli ve çamurlu bir çeşme gibi görünen Bahr-i Muhit-i Garbînin sahilinde veya volkanlı, alevli, dumanlı dağın gözünde gurup ettiğini Zülkarneyn görmüş. Yani, zâhir nazarda, Bahr-i Muhit-i Garbînin sevâhilinde, yazın şiddet-i hararetiyle etrafındaki bataklık hararetlenmiş,



[NOT]Dipnot-1 Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.

Dipnot-2 “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.

Dipnot-3 Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Dipnot-4 “Nihayet gün batısına vardı ve güneşin hararetli ve çamurlu bir çeşmede gurub ettiğini gördü.” Kehf Sûresi, 18:86.

Dipnot-5 bk. Müslim, Fiten: 110; Tirmizî Fiten: 59, 62; Ebû Dâvud, Melâhim: 14; İbni Mâce, Fiten: 33; Müsned: 3:420, 4:181, 226, 390, 6:75.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Bahr-i Muhit-i Garbî: Atlas Okyanusu</TD><TD>Deccal: kıyamet kopmadan önce gelecek olan, İslâmiyeti kaldırmaya çalışacak ve dinlere savaş açacak olan yalancı ve aldatıcı kimse</TD></TR><TR><TD>Hafız Tevfik: (bk. bilgiler – Şamlı Hafız Tevfik)</TD><TD>Hazret-i İsâ: [bk. Bilgiler – İsâ (a.s.)]</TD></TR><TR><TD>Sedd-i Zülkarneyn: (bk. bilgiler – Zülkarneyn)</TD><TD>Senirkent: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>Zülkarneyn: (bk. bilgiler)</TD><TD>aziz: çok değerli, izzetli</TD></TR><TR><TD>beyan: açıklama, anlatım</TD><TD>gurup etmek: batmak</TD></TR><TR><TD>hararetlenmek: ısınmak</TD><TD>hararetli: sıcak</TD></TR><TR><TD>muhtasar: kısa, özet</TD><TD>mânâ: anlam</TD></TR><TR><TD>mülhid: dinsiz</TD><TD>nazar: bakış</TD></TR><TR><TD>sevâhil: sahiller</TD><TD>suret: şekil</TD></TR><TR><TD>sıddık: çok doğru ve sadık</TD><TD>temsil: analoji; bir bilinmeyeni bilinen birşeyle kıyaslayarak anlatma</TD></TR><TR><TD>teşbih: benzetme</TD><TD>umum: bütün</TD></TR><TR><TD>zâhir: açık, âşikar</TD><TD>âhirzaman: dünya hayatının kıyamete yakın son devresi</TD></TR><TR><TD>âyet: Kur’an’da yer alan her bir cümle</TD><TD>âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân âyetleri</TD></TR><TR><TD>üslûb-u Arabiye: Arap edebiyatı ve dilindeki ifade tarzı</TD><TD>şiddet-i hararet: şiddetli sıcaklık</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Altıncı Lem'a - Sayfa 190

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>tebahhur ettiği bir zamanda, o buhar arkasında büyük bir çeşme havzası suretinde uzaktan Zülkarneyn’e görünen Bahr-i Muhitin bir kısmında, güneşin zâhirî gurubunu görmüş. Veya volkanlı, taş ve toprak ve maden sularını karıştırarak fışkıran bir dağın başında, yeni açılmış ateşli gözünde, semâvâtın gözü olan güneşin gizlendiğini görmüş.

Evet, Kur’ân-ı Hakîmin mucizâne belâgat-i ifadesi bu cümle ile çok mesâili ders veriyor. Evvelâ, Zülkarneyn’in mağrip tarafına seyahati, şiddet-i hararet zamanında ve bataklık tarafına ve güneşin gurup âvânına ve volkanlı bir dağın fışkırması vaktine tesadüf ettiğini beyan etmekle, Afrika’nın tamam-ı istilâsı gibi çok ibretli meselelere işaret eder.

Malûmdur ki, görünen hareket-i şems zâhirîdir ve küre-i arzın mahfî hareketine delildir, onu haber veriyor. Hakikat-i gurup murad değildir. Hem çeşme, teşbihtir. Uzaktan, büyük bir deniz, küçük bir havuz gibi görünür. Hararetten çıkan sis ve buharlar ve bataklıklar arkasında görünen bir denizi, çamur içinde bir çeşmeye teşbihi ve Arapça hem çeşme, hem güneş, hem göz mânâsında olan ayn kelimesi, esrar-ı belâgatçe gayet mânidar ve münasiptir.HAŞİYE-1 Zülkarneyn’in nazarında uzaklık cihetiyle öyle göründüğü gibi, Arş-ı Âzamdan gelen ve ecrâm-ı semâviyeye kumanda eden semâvî hitab-ı Kur’ânî, bir misafirhane-i Rahmâniyede sirac vazifesini gören musahhar güneşi Bahr-i Muhit-i Garbî gibi bir çeşme-i Rabbânîde gizleniyor demesi, azametine ve ulviyetine yakışıyor ve mucizâne üslûbuyla denizi hararetli bir çeşme ve dumanlı bir göz gösterir; ve semâvî gözlere öyle görünür.


[NOT]Haşiye-1 فِى عَيْنٍ حَمِئَةٍ deki عَيْنٍ tabiri, esrar-ı belâgatçe lâtif bir mânâyı remzen ihtar ediyor. Şöyle ki: “Semâ yüzü, güneş gözüyle zeminin yüzündeki cemâl-i rahmeti seyirden sonra, zemin dahi deniz gözüyle yukarıdaki azamet-i İlâhiyeyi temâşâyı müteakip o iki göz birbiri içine kapanırken, rû-yi zemindeki gözleri kapıyor” diye, mucizâne bir kelime ile hatırlatıyor ve gözler vazifesine paydos işaretine işaret ediyor.[/NOT]



<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Afrika: (bk. bilgiler)</TD><TD>Arş-ı Âzam: Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin, her şeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer</TD></TR><TR><TD>Bahr-i Muhit-i Garbî: Atlas Okyanusu</TD><TD>Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân</TD></TR><TR><TD>Zülkarneyn: (bk. bilgiler)</TD><TD>ayn: çeşme, güneş ve göz anlamlarına gelen Arapça kelime</TD></TR><TR><TD>azamet: büyüklük</TD><TD>azamet-i İlâhî: İlâhî büyüklük</TD></TR><TR><TD>belâgat-i ifade: anlatma ve ifade etmedeki belâgat</TD><TD>beyan etmek: açıklamak</TD></TR><TR><TD>cemâl-i rahmet: rahmet ve merhametteki güzellik</TD><TD>cihet: taraf, yön</TD></TR><TR><TD>ecrâm-ı semâviye: gök cisimleri</TD><TD>esrar-ı belâgat: belâgatın sırları</TD></TR><TR><TD>evvelâ: öncelikle</TD><TD>gurub: batış</TD></TR><TR><TD>gurup âvânı: batış anları</TD><TD>hakikat-i gurup: gerçek batış</TD></TR><TR><TD>hararet: sıcaklık</TD><TD>hareket-i şems: güneşin hareketi</TD></TR><TR><TD>havza: civar, bölge</TD><TD>haşiye: dipnot</TD></TR><TR><TD>hitab-ı Kur’ânî: Kur’ânda yer alan hitap, Allah’ın hitabı</TD><TD>ibretli: düşündürücü, ders verici</TD></TR><TR><TD>ihtar etmek: hatırlatmak</TD><TD>küre-i arz: yerküre</TD></TR><TR><TD>lâtif: ince, hoş</TD><TD>mahfî: gizli</TD></TR><TR><TD>malûm: bilinen</TD><TD>mağrip: batı</TD></TR><TR><TD>mesâil: meseleler</TD><TD>misafirhane-i Rahmâniye: Allah’ın sonsuz rahmetiyle kulları için bir konak gibi hazırladığı dünya</TD></TR><TR><TD>mucizâne: mucize şeklinde</TD><TD>murad: kast edilen, istenen</TD></TR><TR><TD>musahhar: boyun eğmiş</TD><TD>mânidar: mânâlı, anlamlı</TD></TR><TR><TD>mânâ: anlam</TD><TD>münasip: uygun</TD></TR><TR><TD>müteakip: takip eden, sonraki</TD><TD>nazar: bakış</TD></TR><TR><TD>remzen: işaret yoluyla</TD><TD>rûy-i zemin: yeryüzü</TD></TR><TR><TD>semâ: gökyüzü</TD><TD>semâvât: gökler</TD></TR><TR><TD>semâvî gözler: göklerdeki melekler ve ruhânîlerin bakışları</TD><TD>sirac: kandil, lamba</TD></TR><TR><TD>suret: şekil</TD><TD>tabir: ifade</TD></TR><TR><TD>tamam-ı istilâ: her tarafının işgal edilmesi</TD><TD>tebahhur etmek: buharlaşmak</TD></TR><TR><TD>temâşa: gözlemleme, seyretme</TD><TD>tesadüf etmek: rastlamak</TD></TR><TR><TD>teşbih: benzetme</TD><TD>ulviyet: yücelik</TD></TR><TR><TD>zemin: yeryüzü</TD><TD>zâhirî: açık, âşikar</TD></TR><TR><TD>çeşme-i Rabbânî: her şeyin Rabbi olan Allah’ın çeşmesi</TD><TD>üslûp: ifade tarzı</TD></TR><TR><TD>şiddet-i hararet: şiddetli sıcaklık</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Altıncı Lem'a - Sayfa 191

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Elhasıl: Bahr-i Muhit-i Garbîye “çamurlu bir çeşme” tabiri, Zülkarneyn’e nisbeten uzaklık noktasında o büyük denizi bir çeşme gibi görmüş. Kur’ân’ın nazarı ise herşeye yakın olduğu cihetle, Zülkarneyn’in galat-ı his nev’indeki nazarına göre bakamaz. Belki Kur’ân semâvâta bakarak geldiğinden, küre-i arzı kâh bir meydan, kâh bir saray, bazan bir beşik, bazan bir sayfa gibi gördüğünden, sisli, buharlı, koca Bahr-i Muhit-i Atlas-ı Garbîyi bir çeşme tabir etmesi, azamet-i ulviyetini gösteriyor.

İKİNCİ SUALİNİZ: Sedd-i Zülkarneyn nerededir? Ye’cüc, Me’cüc kimlerdir?
blank.gif
1


Elcevap: Eskiden bu meseleye dair bir risale yazmıştım. O vaktin mülhidleri onunla mülzem olmuşlardı. Şimdilik hem o risale yanımda yoktur, hem kuvve-i hafızam tatil-i eşgal etmiş, yardım etmiyor. Hem Yirmi Dördüncü Sözün Üçüncü Dalında bir nebze bu meseleden bahsedilmiş. Onun için, bu meselenin yalnız iki üç nüktesine gayet muhtasar bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:

Ehl-i tahkikin beyanına göre, hem Zülkarneyn ünvanının işaretiyle, Yemen padişahlarından, Zülyezen gibi kelimesiyle başlayan isimleri bulunduğundan, bu Zülkarneyn, İskender-i Rumî değildir. Belki Yemen padişahlarından birisidir ki,
blank.gif
2
Hazret-i İbrahim’in zamanında bulunmuş
blank.gif
3
ve Hazret-i Hızır’dan ders almış.
blank.gif
4
İskender-i Rumî ise, Milâttan takriben üç yüz sene evvel gelmiş, Aristo’dan ders almış.
blank.gif
5


Tarih-i beşerî, muntazam surette üç bin seneye kadar gidiyor. Bu nâkıs ve kısa tarih nazarı, Hazret-i İbrahim’in zamanından evvel doğru olarak hükmedemiyor. Ya hurafevâri, ya münkirâne, ya gayet muhtasar gidiyor.



[NOT]Dipnot-1 bk. Enbiyâ Sûresi, 21:95-96.

Dipnot-2 bk. Ebu’s-Suûd, Tefsîru Ebi’s-Suûd: 5:239-240; İbni Hacer, Fethu’l-Bârî: 6:385; el-Âlûsî, Rûhu’l-Meânî: 16:27.

Dipnot-3 bk. el-Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân: 11:47; İbni Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ân: 1:180, 3:101; İbni Hacer, Fethu’l-Bârî: 6:382, el-Fâkihî, Ahbâru Mekke: 3:221.

Dipnot-4 bk. el-Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân: 11:47.

Dipnot-5 bk. İbni Hacer, Fethu’l-Bârî: 6:382-383; eş-Şevkânî, el-Fethu’l-Kadîr: 3:307; el-Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân: 1:184; el-Hâkim, el-Müstedrek: 2:17, 488.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aristo: (bk. bilgiler)</TD><TD>Bahr-i Muhit-i Garbîye: Atlas Okyanusu</TD></TR><TR><TD>Hazret-i Hızır: [bk. bilgiler – Hızır (a.s.)]</TD><TD>Hazret-i İbrahim: [bk. bilgiler – İbrahim (a.s.)]</TD></TR><TR><TD>Milât: (bk. bilgiler – Milâdî Takvim)</TD><TD>Sedd-i Zülkarneyn: (bk. bilgiler – Zülkarneyn)</TD></TR><TR><TD>Yemen: (bk. bilgiler)</TD><TD>Ye’cüc ve Me’cüc: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>Zülkarneyn: (bk. bilgiler)</TD><TD>Zülyezen: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>azamet-i ulviyet: Kur’ân’ın erişilmez yüceliği</TD><TD>beyan: açıklama, anlatım</TD></TR><TR><TD>cihet: taraf, yön</TD><TD>ehl-i tahkik: gerçeği bütün ayrıntılarıyla araştıran kişiler</TD></TR><TR><TD>elhasıl: kısaca, özetle</TD><TD>galat-ı his: his yanılgısı</TD></TR><TR><TD>hurafevâri: hurafe tarzında, uydurma gibi</TD><TD>kuvve-i hafıza: hafıza duyusu, bellek</TD></TR><TR><TD>kâh: bazan</TD><TD>küre-i arz: yeryüzü</TD></TR><TR><TD>muhtasar: kısa, özet</TD><TD>muntazam: düzenli</TD></TR><TR><TD>mülhid: dinsiz</TD><TD>mülzem: ilzam edilmiş, mağlup edilmiş, susturulmuş</TD></TR><TR><TD>münkirâne: inkâr edercesine</TD><TD>nazar: bakış</TD></TR><TR><TD>nebze: az miktar</TD><TD>nev’i: tür, çeşit</TD></TR><TR><TD>nisbeten: göre, oranla</TD><TD>nâkıs: eksik, noksan</TD></TR><TR><TD>nükte: ince anlamlı söz</TD><TD>risale: küçük çaplı kitap</TD></TR><TR><TD>semâvât: gökler</TD><TD>suret: biçim, şekil</TD></TR><TR><TD>tabir etme: yorumlama, açıklama</TD><TD>tarih-i beşerî: insanlık tarihi</TD></TR><TR><TD>tatil-i eşgal: işe ara verme</TD><TD>: sahip, mâlik</TD></TR><TR><TD>İskender-i Rumî: (bk. bilgiler)</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Altıncı Lem'a - Sayfa 192

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Bu Yemenî Zülkarneyn, tefsirlerde eskiden beri İskender namıyla iştiharının
blank.gif
1
sebebi, ya o Zülkarneyn’in bir ismi İskender’dir ki, İskender-i Kebir ve Eski İskender’dir. Veyahut, âyât-ı Kur’âniyenin zikrettiği hâdisât-ı cüz’iyeler, küllî hâdisâtın uçları olduğu cihetle, Zülkarneyn olan İskender-i Kebirin nübüvvetkârâne irşâdâtıyla akvâm-ı zâlime ile milel-i mazlume ortasında hâil ve gaddarların garetlerine mâni olacak meşhur Sedd-i Çin’in binasını kurduğu gibi; İskender-i Rumî misilli müteaddit cihangirler ve kuvvetli padişahlar maddî cihetinde, ve mânevî âlem-i insaniyetin padişahları olan bir kısım enbiya ve bazı aktab dahi mânevî ve irşadî cihetinde, o Zülkarneyn’in arkasında gidip, iktidâ edip, mazlumları zalimlerden kurtaracak çarelerin mühimlerinden olan dağlar ortalarında sedleri, HAŞİYE-1 sonra dağlar başlarında kaleleri kurmuşlar. Ya bizzat maddî kuvvetleriyle veyahut irşad ve tedbirleriyle tesis etmişler. Sonra, şehirlerin etrafında surları ve ortalarında kaleleri, tâ son çare olan kırk ikilik topları ve kale-i seyyar gibi diritnavtları yapmışlar. Hattâ rû-yi zeminin en meşhur seddi ve kaç günlük uzak bir mesafe tutan Sedd-i Çin’i, Kur’ân lisanıyla Ye’cüc ve Me’cücün ve tabir-i diğerle tarih lisanında Mançur ve Moğol denilen ve âlem-i beşeriyeti kaç defa zîrüzeber eden ve Himalaya Dağlarının arkasından çıkan ve şarktan garba kadar harap eden akvâm-ı vahşiye ve garetkâr milletlerin Hint ve Çin’deki akvâm-ı mazlumeye tecavüzlerini durdurmak için, o Himalaya silsilelerine yakın iki dağ ortasında uzun bir sed yaptığı ve o akvâm-ı vahşiyenin kesretle hücumlarına çok zaman mâni olduğu gibi, Kafkas dağlarında, Derbent cihetinde yine



[NOT]Dipnot-1 bk. et-Taberî, Câmiu’l-Beyân: 16:17; el-Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân: 11:45; eş-Şevkânî, el-Fethu’l-Kadîr: 3:307; el-Âlûsî, Rûhu’l-Meânî: 16:26.

Haşiye-1 Rû-yi zeminde mürur-u zamanla dağ şeklini almış, tanınmayacak bir surette gelmiş çok sun’î sedler vardır.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Derbent: (bk. bilgiler)</TD><TD>Himalaya Dağları: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>Hint: (bk. bilgiler – Hindistan)</TD><TD>Kafkas Dağları: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>Mançur: (bk. bilgiler)</TD><TD>Moğol: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>Sedd-i Çin: Çin Seddi</TD><TD>Yemenî Zülkarneyn: Yemenli Zülkarneyn</TD></TR><TR><TD>Ye’cüc ve Me’cüc: (bk. bilgiler)</TD><TD>aktab: kutuplar, büyük velilerden zamanının en büyük mürşidi olan kimseler</TD></TR><TR><TD>akvâm-ı mazlume: zulme uğrayan kavimler</TD><TD>akvâm-ı vahşiye: vahşi kavimler</TD></TR><TR><TD>akvâm-ı zâlime: zalim kavimler</TD><TD>cihangir: savaşçı</TD></TR><TR><TD>cihet: taraf, yön</TD><TD>diritnavt: düşman saldırılarına engel olmak için yapılan hareketli kale</TD></TR><TR><TD>enbiya: nebiler, peygamberler</TD><TD>gaddar: acımasız</TD></TR><TR><TD>garb: batı</TD><TD>garet: gasp, yağma</TD></TR><TR><TD>garetkâr: çapulcu, yağmacı</TD><TD>haşiye: dipnot</TD></TR><TR><TD>hâdisât: hadiseler, olaylar</TD><TD>hâdisât-ı cüz’iye: küçük ve ferdî olaylar</TD></TR><TR><TD>hâil: engel</TD><TD>iktidâ etmek: tâbi olmak, uymak</TD></TR><TR><TD>irşadî: doğru yolu göstermekle ilgili</TD><TD>irşâdât: nasihatler, doğru yolu gösteren sözler</TD></TR><TR><TD>iştihar: meşhur olma</TD><TD>kale-i seyyar: gezici kale</TD></TR><TR><TD>kesretle: çoklukla</TD><TD>küllî: geniş ve kapsamlı</TD></TR><TR><TD>mazlum: zulme uğrayan</TD><TD>meşhur: çok tanınan</TD></TR><TR><TD>milel-i mazlume: mazlum milletler</TD><TD>misilli: benzeri, gibi</TD></TR><TR><TD>mânevî: mânâya ait, maddî olmayan</TD><TD>mâni: engel</TD></TR><TR><TD>mürur-u zaman: zamanın geçmesi</TD><TD>müteaddit: çeşitli, bir çok</TD></TR><TR><TD>nübüvvetkârâne: Peygamber gibi</TD><TD>rû-yi zemin: yeryüzü</TD></TR><TR><TD>sed: engel, hisar şekilde duvar</TD><TD>silsile: zincir</TD></TR><TR><TD>sun’i: el yapımı</TD><TD>tabir-i diğer: başka bir ifade</TD></TR><TR><TD>tecavüz: haddi aşma, saldırma</TD><TD>tefsir: yorum, açıklama</TD></TR><TR><TD>zalim: haksızlık eden</TD><TD>zikretme: anma, belirtme</TD></TR><TR><TD>zîrüzeber etmek: yerle bir etmek, yıkmak</TD><TD>Çin: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>âlem-i beşeriyet: insanlık âlemi</TD><TD>âlem-i insaniyet: insanlık âlemi</TD></TR><TR><TD>âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân âyetleri</TD><TD>İskender-i Kebir ve Eski İskender: (bk. bilgiler – Zülkarneyn)</TD></TR><TR><TD>İskender-i Rumî: (bk. bilgiler)</TD><TD>şark: doğu</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Altıncı Lem'a - Sayfa 193

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>çapulcu, garetgîr akvâm-ı Tatariyenin hücumunu durdurmak için, Zülkarneyn-misal eski İran padişahlarının himmetiyle sedler yapılmıştır. Bu neviden çok sedler var. Kur’ân-ı Hakîm, umum nev-i beşerle konuştuğu için, zâhiren bir hadise-i cüz’iyeyi zikredip, umum o hadiseye benzer hâdisâtı ihtar ederek konuşuyor. İşte bu nokta-i nazardandır ki, Sedde ve Ye’cüc ve Me’cüce dair rivayetler ve akvâl-i müfessirîn ayrı ayrı gidiyor.

Hem Kur’ân-ı Hakîm, münâsebât-ı kelâmiye cihetinde, bir hâdiseden uzak bir hâdiseye intikal eder. Bu münâsebâtı düşünmeyen zanneder ki, iki hâdisenin zamanları birbirine yakındır. İşte, Seddin harabiyetinden kıyametin kopmasını Kur’ân’ın haber vermesi, kurbiyet-i zaman cihetiyle değil, belki münâsebât-ı kelâmiye cihetinde iki nükte içindir:

Yani, bu sed nasıl harap olacak, öyle de dünya harap olacaktır. Hem nasıl ki fıtrî ve İlâhî sedler olan dağlar metindir, ancak kıyametin kopmasıyla harap olurlar. Öyle de, bu sed dahi dağ gibi metindir, ancak dünyanın harap olmasıyla hâk ile yeksân olabilir, inkılâbât-ı zaman tahribat yapsa da çoğu sağlam kalır demektir. Evet, Sedd-i Zülkarneyn’in külliyetinden bir ferdi olan Sedd-i Çinî binler sene yaşadığı halde daha meydanda duruyor. İnsanın eliyle zemin sayfasında yazılan mücessem, mütehaccir, mânidar, tarih-i kadimden uzun bir satır olarak okunuyor.

ÜÇÜNCÜ SUALİNİZ: Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın Deccalı öldürmesi, hem Birinci Mektup ve hem On Beşinci Mektupta gayet muhtasar ve size kâfi bir cevap vardır.





<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun</TD><TD>Deccal: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>Hazret-i İsâ: [bk. bilgiler – İsâ (a.s.)]</TD><TD>Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân</TD></TR><TR><TD>Sedd-i Zülkarneyn: (bk. bilgiler - Zülkarneyn)</TD><TD>Sedd-i Çin: Çin Seddi</TD></TR><TR><TD>Ye’cüc ve Me’cüc: (bk. bilgiler)</TD><TD>Zülkarneyn-misal: Zülkarneyn gibi </TD></TR><TR><TD>akvâl-i müfessirîn: Kur’ân-ı Kerimi tefsir edip yorumlayan âlimlerin görüşleri</TD><TD>akvâm-ı Tatariye: Tatar kavimleri</TD></TR><TR><TD>cihet: taraf, yön</TD><TD>fıtrî: doğal</TD></TR><TR><TD>garetgîr: saldırgan, çapulcu</TD><TD>hadise-i cüz’iye: küçük çaplı olay</TD></TR><TR><TD>harabiyet: yıkılma, yerle bir olma</TD><TD>harap olmak: yıkılmak</TD></TR><TR><TD>himmet: ciddî gayret, yardım</TD><TD>hâdisât: hadiseler, olaylar</TD></TR><TR><TD>hâk ile yeksân olmak: yerle bir olmak</TD><TD>ihtar etmek: hatırlatmak</TD></TR><TR><TD>inkılâbât-ı zaman: zaman içinde meydana gelen değişmeler</TD><TD>intikal etmek: geçmek, ulaşmak</TD></TR><TR><TD>kurbiyet-i zaman: zaman yakınlığı</TD><TD>kâfi: yeterli</TD></TR><TR><TD>külliyet: kapsamlılık, genellik</TD><TD>metin: sağlam, sarsılmaz</TD></TR><TR><TD>muhtasar: kısa, özet</TD><TD>mânidar: mânâlı, anlamlı</TD></TR><TR><TD>mücessem: cisimleşmiş, maddî olarak şekillenmiş</TD><TD>münasebât-ı kelâmiye: ifadeler arasındaki ilişki ve bağlantılar</TD></TR><TR><TD>münâsebât: bağlantılar, ilişkiler</TD><TD>mütehaccir: taş haline gelmiş</TD></TR><TR><TD>nev-i beşer: insanlar, insanlık</TD><TD>nevi: çeşit, tür</TD></TR><TR><TD>nokta-i nazar: bakış noktası</TD><TD>nükte: ince anlamlı söz</TD></TR><TR><TD>rivayet: bir sözü nakletme </TD><TD>tahribat: tahripler, yıkıp bozmalar</TD></TR><TR><TD>tarih-i kadim: eski zaman tarihi</TD><TD>umum: bütün</TD></TR><TR><TD>zikir: Allah’ı anma</TD><TD>zâhiren: açık, âşikar</TD></TR><TR><TD>İlâhî: Allah tarafından yapılan</TD><TD>İran: (bk. bilgiler)</TD></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Altıncı Lem'a - Sayfa 194

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
blank.gif
1 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
blank.gif
2

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَعَلٰۤى اِخْوَانِكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ
blank.gif
3

Aziz, fedakâr, sıddık, vefadar kardeşlerim Hoca Sabri ve Hafız Ali,

Mugayyebât-ı Hamseye
blank.gif
4
dair Sûre-i Lokman’ın âhirindeki âyetin hakkında mühim sualiniz gayet mühim bir cevap isterken, maatteessüf, şimdiki hâlet-i ruhiyem ve ahvâl-i maddiyem o cevaba müsait değildir. Yalnız, sualinizin temas ettiği bir iki noktaya gayet mücmel işaret edeceğiz.

Şu sualinizin meâli gösteriyor ki, ehl-i ilhad tarafından tenkit suretinde, Mugayyebât-ı Hamseden yağmurun gelmek vaktine ve rahm-ı mâderdeki cenînin keyfiyetine itiraz edilmiş.

Demişler ki: “Rasathanelerde bir âletle yağmurun vakt-i nüzulü keşfediliyor. Onu da, Allah’tan başkası da biliyor. Hem röntgen şuâıyla rahm-ı mâderdeki cenînin müzekker, müennes olduğu anlaşılıyor. Demek Mugayyebât-ı Hamseye ıttıla kàbildir.”

Elcevap: Yağmurun vakt-i nüzulü bir kaideye merbut olmadığı için, doğrudan doğruya meşiet-i hassa-i İlâhiye ile bağlı ve hazine-i rahmetten hususî iradeye tâbi olduğunun bir sırr-ı hikmeti şudur ki:

Kâinatta en mühim hakikat ve en kıymettar mahiyet nur, vücut, hayat, rahmettir ki, bu dört şey perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya kudret-i İlâhiye ve meşiet-i hassa-i İlâhiyeye bakar. Sair masnuatta zâhirî esbab kudretin tasarrufuna perde oluyorlar. Ve muttarid kanunlar ve kaideler, bir derece irade ve meşiete


[NOT]Dipnot-1 Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.

Dipnot-2 “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.

Dipnot-3 Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi ebediyen, dâima kardeşlerinizin ve sizin üzerinize olsun.

Dipnot-4 bk. Lokman Sûresi, 31:34. Ayrıca bk. Buhârî, İstiskâ: 29, Tefsîru Sûre (6) 1, (13) 1, (31) 2, Tevhîd: 4; Müsned: 2:24, 52, 58, 122.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Hafız Ali: (bk. bilgiler)</TD><TD>Hoca Sabri: (bk. bilgiler – Sabri Arseven)</TD></TR><TR><TD>Mugayyebât-ı Hamse: beş bilinmeyen; “Kıyametin ne zaman kopacağını, yağmurun ne zaman yağacağını, kişinin yarın ne kazanacağını, rahimlerde olanı, kişinin nerede ve ne zaman öleceğini Allah’tan başka kimse bilemez.</TD><TD>Sûre-i Lokman: Lokman Sûresi</TD></TR><TR><TD>ahvâl-i maddiye: maddi haller, sağlık durumu</TD><TD>aziz: çok değerli, izzetli</TD></TR><TR><TD>cenîn: ana rahmindeki çocuk</TD><TD>ehl-i ilhad: dinsizler, imansızlar</TD></TR><TR><TD>esbab: sebepler</TD><TD>hazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesi</TD></TR><TR><TD>hâlet-i ruhiye: insanın ruh hâli, psikolojik durumu</TD><TD>kabil: mümkün</TD></TR><TR><TD>kaide: kural, düstur, prensip</TD><TD>keyfiyet: özellik, nitelik</TD></TR><TR><TD>keşfetmek: gizli ve bilinmeyen bir şeyi ortaya çıkarmak</TD><TD>kudret: güç, iktidar</TD></TR><TR><TD>kudret-i İlâhiye: Allah’ın sonsuz güç ve kudreti</TD><TD>kıymettar: değerli</TD></TR><TR><TD>maatteessüf: ne yazık ki</TD><TD>mahiyet: öz nitelik, özellik</TD></TR><TR><TD>masnuat: san’at eseri varlıklar</TD><TD>merbut: bağlı</TD></TR><TR><TD>meâl: açıklama, anlam</TD><TD>meşiet: dilek, arzu</TD></TR><TR><TD>meşiet-i hassa-i İlâhiye: Allah’ın bizzat Kendi dileği</TD><TD>muttarid: düzenli, intizamlı</TD></TR><TR><TD>mücmel: kısa, öz</TD><TD>müennes: dişi</TD></TR><TR><TD>müzekker: erkek</TD><TD>rahm-ı mâder: ana rahmi</TD></TR><TR><TD>rahmet: şefkat, merhamet, bağış</TD><TD>rasathane: gözlem evi</TD></TR><TR><TD>sair: diğer</TD><TD>suret: biçim, şekil</TD></TR><TR><TD>sıddık: çok doğru ve sadık</TD><TD>sırr-ı hikmet: herkesin bilmediği gizli sebep, gaye</TD></TR><TR><TD>tasarruf: faaliyet, istediği şekilde yönlendirme</TD><TD>tenkit: eleştiri</TD></TR><TR><TD>tâbi: bağlı</TD><TD>vakt-i nüzul: inme zamanı, yağmurun yağma zamanı</TD></TR><TR><TD>vasıtasız: aracısız</TD><TD>vücut: varlık</TD></TR><TR><TD>zâhirî: dış görünüşte</TD><TD>âhir: son</TD></TR><TR><TD>âyet: Kur’an’da yer alan her bir cümle</TD><TD>ıttıla: anlamak, bilgi sahibi olmak</TD></TR><TR><TD>şuâ: ışın, güçlü ışık</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Altıncı Lem'a - Sayfa 195

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>hicap oluyor. Fakat vücut, hayat, nur ve rahmette o perdeler konulmamış. Çünkü perdelerin sırr-ı hikmeti o işte cereyan etmiyor.

Madem vücutta en mühim hakikat rahmet ve hayattır. Yağmur, hayata menşe ve medar-ı rahmet, belki ayn-ı rahmettir. Elbette vesâit perde olmayacak, kaide ve yeknesaklık dahi meşiet-i hassa-i İlâhiyeyi setretmeyecek. Tâ ki, her vakit, herkes, herşeyde şükür ve ubudiyete ve sual ve duaya mecbur olsun. Eğer bir kaide dahilinde olsaydı, o kaideye güvenip, şükür ve rica kapısı kapanırdı.

Güneşin tulûunda ne kadar menfaatler olduğu malûmdur. Halbuki muttarid bir kaideye tâbi olduğundan, güneşin çıkması için dua edilmiyor ve çıkmasına dair şükür yapılmıyor. Ve ilm-i beşerî, o kaidenin yoluyla yarın güneşin çıkacağını bildiği için, gaipten sayılmıyor. Fakat yağmurun cüz’iyâtı bir kaideye tâbi olmadığı için, her vakit insanlar rica ve dua ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticaya mecbur oluyorlar. Ve ilm-i beşerî vakt-i nüzulünü tayin edemediği için, sırf hazine-i rahmetten bir nimet-i hassa telâkki edip hakikî şükrediyorlar. İşte bu âyet, bu nokta-i nazardan yağmurun vakt-i nüzulünü Mugayyebât-ı Hamseye idhal ediyor.

Rasathanelerdeki âletle bir yağmurun mukaddemâtını hissedip vaktini tayin etmek gaibi bilmek değil, belki gaipten çıkıp âlem-i şehadete takarrubu vaktinde bazı mukaddemâtına ıttıla suretinde bilmektir. Nasıl en hafî umur-u gaybiye vukua geldikte, veyahut vukua yakın olduktan sonra, hiss-i kablelvukuun bir nev’iyle bilinir. O gaybı bilmek değil, belki o, mevcudu veya mukarrebü’l-vücudu bilmektir. Hattâ ben kendi âsâbımda bir hassasiyet cihetiyle, yirmi dört saat evvel, gelecek yağmuru bazan hissediyorum. Demek yağmurun mukaddemâtı, mebâdileri var. O mebâdiler, rutubet nev’inden kendini gösteriyor, arkasından yağmurun geldiğini bildiriyor. Bu hal, aynen kaide gibi, ilm-i beşerin gaipten





<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Mugayyebât-ı Hamse: beş bilinmeyen; “Kıyametin ne zaman kopacağını, yağmurun ne zaman yağacağını, kişinin yarın ne kazanacağını, rahimlerde olanı, kişinin nerede ve ne zaman öleceğini Allah’tan başka kimse bilemez.</TD><TD>ayn-ı rahmet: rahmetin tâ kendisi</TD></TR><TR><TD>cereyan etmek: dolaşmak, işlemek</TD><TD>cihet: yön</TD></TR><TR><TD>cüz’iyât: bir bütünün parçaları, kısımları</TD><TD>dergâh-ı İlâhiye: Allah’ın yüce katı</TD></TR><TR><TD>dua: Allah’a yalvarma</TD><TD>gaip: görünmeyen, bilinmeyen</TD></TR><TR><TD>hafî: gizli</TD><TD>hakikat: bir şeyin gerçek yönü</TD></TR><TR><TD>hakikî: asıl, gerçek</TD><TD>hazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesi</TD></TR><TR><TD>hicap olma: perde olma</TD><TD>hiss-i kablelvuku: bir şeyi olmadan önce hissetme duygusu</TD></TR><TR><TD>idhal: içine alma</TD><TD>ilm-i beşer: insanlığın ortaya çıkardığı ilim</TD></TR><TR><TD>iltica: sığınma</TD><TD>ithal etmek: dahil etmek, içine katmak</TD></TR><TR><TD>kaide: düstur, prensip</TD><TD>malûm: bilinen</TD></TR><TR><TD>mebâdi: başlangıçlar, belirtiler</TD><TD>medar-ı rahmet: rahmet kaynağı</TD></TR><TR><TD>menfaat: fayda, yarar</TD><TD>menşe: kaynak</TD></TR><TR><TD>mevcud: varlık</TD><TD>meşiet-i hassa-i İlâhiye: Allah’ın hususî dilemesi</TD></TR><TR><TD>mukaddemât: ön belirtiler</TD><TD>mukarrebü’l-vücud: olması yakın</TD></TR><TR><TD>muttarid: düzenli, intizamlı</TD><TD>nev’: çeşit, tür</TD></TR><TR><TD>nimet-i hassa: özel nimet</TD><TD>nokta-i nazar: bakış açısı</TD></TR><TR><TD>rahmet: şefkat, merhamet</TD><TD>rasathane: gözlem evi</TD></TR><TR><TD>rica: ümit</TD><TD>setretmek: örtmek</TD></TR><TR><TD>sual: isteme</TD><TD>suret: biçim, şekil</TD></TR><TR><TD>sırr-ı hikmet: bir şeyin içinde gizli olan gerçek</TD><TD>takarrub: yakınlaşma</TD></TR><TR><TD>tayin etmek: belirlemek</TD><TD>telâkki etmek: kabul etmek, algılamak</TD></TR><TR><TD>tulû etmek: doğmak</TD><TD>ubudiyet: kulluk</TD></TR><TR><TD>umur-u gaybiye: gaybî, bilinmeyen şeyler</TD><TD>vakt-i nüzul: inme vakti</TD></TR><TR><TD>vesâit: vasıtalar, araçlar</TD><TD>vuku bulmak: gerçekleşmek, meydana gelmek</TD></TR><TR><TD>vücut: varlık</TD><TD>yeknesak: tekdüze, monoton</TD></TR><TR><TD>âlem-i şehadet: görünen âlem</TD><TD>âsâb: sinirler</TD></TR><TR><TD>âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle</TD><TD>ıttıla: haberdar olma, gözlemleme</TD></TR><TR><TD>şükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme</TD></TR></TBODY></TABLE>

<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Altıncı Lem'a - Sayfa 196

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>çıkıp daha şehadete girmeyen umura vusule bir vesile olur. Fakat daha âlem-i şehadete ayak basmayan ve meşiet-i hassa ile rahmet-i hassadan çıkmayan yağmurun vakt-i nüzulünü bilmek, ilm-i Allâmü’l-Guyûba mahsustur.

Kaldı ikinci mesele: Röntgen şuâıyla rahm-ı mâderdeki çocuğun erkek ve dişisini bilmekle
blank.gif
1
وَيَعْلَمُ مَا فِى اْلاَرْحَامِ âyetinin meâl-i gaybîsine münâfi olamaz. Çünkü, âyet yalnız zükûret ve ünûset keyfiyetine değil, belki o çocuğun acip istidad-ı hususîsi ve istikbalde kesb edeceği vaziyetine medar olan mukadderât-ı hayatiyesinin mebâdileri, hattâ simasındaki gayet acip olan sikke-i samediyet muraddır ki, çocuğun o tarzda bilinmesi, ilm-i Allâmü’l-Guyûba mahsustur.
blank.gif
2
Yüz bin röntgen-misal fikr-i beşerî birleşse, yine o çocuğun umum efrad-ı beşeriyeye karşı birer alâmet-i farikası bulunan yalnız hakikî sima-yı veçhiyesini keşfedemez. Nerede kaldı ki, sima-yı veçhîsinden yüz defa daha harika olan, istidadındaki sima-yı mânevîyi keşfedebilsin!


Başta dedik ki: Vücut ve hayat ve rahmet, bu kâinatta en mühim hakikatlerdir ve en mühim makam onlarındır. İşte onun için, o câmi hakikat-i hayatiye, bütün incelikleriyle ve dekaikiyle irade-i hassaya ve rahmet-i hassaya ve meşiet-i hassaya bakmalarının bir sırrı şudur ki:

Hayat, bütün cihazatıyla ve cihâtıyla şükür ve ubudiyet ve tesbihin menşe ve medarı olduğundandır ki, irade-i hassaya hicap olan yeknesaklık ve kaidelik ve rahmet-i hassaya perde olan vesâit-i zâhiriye konulmamıştır. Cenâb-ı Hakkın, rahm-ı mâderdeki çocukların sima-yı maddî ve mânevîlerinde iki cilvesi var:



[NOT]Dipnot-1 “Rahimlerde olanı da O bilir.” Lokman Sûresi, 31:34.

Dipnot-2 bk. Buhârî, Bed’ül-halk: 6, Enbiyâ: 1; Müslim, Kader: 1.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>acip: hayret verici</TD><TD>alâmet-i farika: ayırt edici işaret</TD></TR><TR><TD>cihazat: cihazlar, âletler</TD><TD>cihât: cihetler, yönler</TD></TR><TR><TD>cilve: görünme, yansıma</TD><TD>câmi: kapsamlı, içine alan</TD></TR><TR><TD>dekaik: incelikler</TD><TD>efrad-ı beşeri: insanlığı oluşturan fertler</TD></TR><TR><TD>fikr-i beşerî: insanlara ait düşünce</TD><TD>hakikat: doğru gerçek</TD></TR><TR><TD>hakikat-i hayatiye: hayatın içinde gizli olan gerçek</TD><TD>hakikî: asıl, gerçek</TD></TR><TR><TD>hicap: perde</TD><TD>ilm-i Allâmü’l-Guyûb: gayb âlemini ve herşeyi bilen ve kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan Allah’ın ilmi</TD></TR><TR><TD>irade-i hassa: özel irade, Allah’ın özel iradesi</TD><TD>istidad: kabiliyet</TD></TR><TR><TD>istidad-ı hususî: özel yetenek</TD><TD>istikbal: gelecek</TD></TR><TR><TD>kaide: kural, prensip</TD><TD>kesb: kazanma</TD></TR><TR><TD>keyfiyet: özellik, nitelik</TD><TD>kâinat: evren</TD></TR><TR><TD>makam: derece, yer</TD><TD>mebâdi: başlangıçlar, belirtiler</TD></TR><TR><TD>medar: dayanak noktası, kaynak, sebep</TD><TD>menşe: kaynak</TD></TR><TR><TD>meâl-i gaybî: gayba ait anlam, gizlilik anlamı</TD><TD>meşiet-i hassa: sadece Allah’a ait olan dileme</TD></TR><TR><TD>mukadderât-ı hayatiye: kader kalemiyle yazılmış hayat programı, alın yazısı</TD><TD>murad: kast edilen, istenen</TD></TR><TR><TD>mühim: önemli</TD><TD>münâfi: aykırı, zıt</TD></TR><TR><TD>rahm-ı mâder: anne rahmi</TD><TD>rahmet: şefkat, merhamet</TD></TR><TR><TD>rahmet-i hassa: Allah’ın yarattığı varlıklara karşı gösterdiği özel şefkati</TD><TD>röntgen-misal: röntgen gibi</TD></TR><TR><TD>sikke-i samediyet: hiç kimseye muhtaç olmayan ve herşey Kendisine muhtaç olan Allah’a ait özel mühür</TD><TD>sima: yüz</TD></TR><TR><TD>sima-yı maddî ve mânevî: görünen ve görünmeyen yüz</TD><TD>sima-yı mânevî: mânevî yüz</TD></TR><TR><TD>sima-yı veçhî: yüzün görünüşü, yüz hatları</TD><TD>tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma</TD></TR><TR><TD>ubudiyet: kulluk</TD><TD>umum: bütün, genel</TD></TR><TR><TD>umur: işler</TD><TD>vakt-i nüzul: inme vakti</TD></TR><TR><TD>vesile: aracı</TD><TD>vesâit-i zâhirî: dış görünüşte işleyen araçlar</TD></TR><TR><TD>vücut: varlık, var olmak</TD><TD>vüsul: kavuşma, erişme</TD></TR><TR><TD>yeknesak: tekdüze olmak, monotonluk</TD><TD>zükûret: erkeklik</TD></TR><TR><TD>âlem-i şehadet: görünen âlem</TD><TD>âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle</TD></TR><TR><TD>ünûset: dişilik</TD><TD>şehadet: görünen âlem</TD></TR><TR><TD>şuâ: ışın</TD><TD>şükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Altıncı Lem'a - Sayfa 197

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Birisi: Vahdetini ve ehadiyetini ve samediyetini gösterir ki, o çocuk âzâ-yı esasîde ve cihazat-ı insaniyenin envâında sair insanlarla muvafık ve mutabık olduğu cihetle, Hâlık ve Sâniinin vahdetine şehadet ediyor. O cenîn bu lisanla bağırıyor ki: “Bana bu sima ve âzâyı veren kim ise, bütün esasat-ı âzâda bana benzeyen bütün insanların sânii dahi Odur. Ve hem bütün zîhayatın sânii Odur.”
İşte, rahm-ı mâderdeki cenînin bu lisanı, gaybî değil, kaideye ve ıttırada ve nev’ine tâbi olduğu için malûmdur, bilinebilir, âlem-i şehadettir. Âlem-i gayba girmiş bir daldır ve bir dildir.
İ
kinci cihet: Sima-yı istidadiye-i hususiyesi ve sima-yı veçhiye-i şahsiyesi lisanıyla Sâniinin ihtiyarını, iradesini ve meşietini ve rahmet-i hassasını ve hiçbir kayıt altında olmadığını, bağırıp gösteriyor. Fakat bu lisan gaybü’l-gaybdan geliyor. İlm-i Ezelîden başkası, kablelvücut bunu göremiyor ve ihata edemiyor. Rahm-ı mâderde iken bu simanın binde bir cihazatı, görünmekle bilinmiyor!

Elhasıl: Cenînin sima-yı istidadîsinde ve sima-yı veçhiyesinde hem delil-i vahdâniyet var, hem ihtiyar ve irade-i İlâhiyenin hücceti vardır. Eğer Cenâb-ı Hak muvaffak etse, Mugayyebât-ı Hamseye dair bazı nükteler yazılacaktır. Şimdilik bundan fazla vaktim ve halim müsaade etmedi; hâtime veriyorum.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
blank.gif
1

Said Nursî

endOfSection.gif
endOfSection.gif





[NOT]Dipnot-1 Bâkî olan sadece Odur.[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Hâlık: her şeyi yaratan Allah</TD><TD>Mugayyebât-ı Hamse: beş bilinmeyen; “Kıyametin ne zaman kopacağını, yağmurun ne zaman yağacağını, kişinin yarın ne kazanacağını, rahimlerde olanı, kişinin nerede ve ne zaman öleceğini Allah’tan başka kimse bilemez.</TD></TR><TR><TD>Said Nursî: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)</TD><TD>Sâni: her şeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah</TD></TR><TR><TD>cenîn: anne rahmindeki bebek</TD><TD>cihazat: cihazlar, organlar</TD></TR><TR><TD>cihazat-ı insaniye: insana ait cihazlar, organlar</TD><TD>cihet: taraf, yön</TD></TR><TR><TD>delil-i vahdâniyet: Allah’ın birliğini ilan eden delil</TD><TD>ehadiyet: Allah’ın birliğinin her bir varlıkta görünmesi</TD></TR><TR><TD>elhasıl: özet olarak</TD><TD>envâ: neviler, türler</TD></TR><TR><TD>esasat-ı âzâ: temel organlar</TD><TD>gaybî: bilinmeyen, gayba ait olan</TD></TR><TR><TD>gaybü’l-gayb: gayb âleminden de ötede bulunan gizli âlem</TD><TD>hâtime vermek: sona erdirmek</TD></TR><TR><TD>hüccet: güçlü ve sarsılmaz delil</TD><TD>ihata etmek: içine almak, kapsamak</TD></TR><TR><TD>ihtiyar: seçme, tercih etme</TD><TD>ilm-i Ezelî: Cenab-ı Hakk’ın ezelden beri var olan sonsuz ilmi</TD></TR><TR><TD>irade-i İlâhiye: Allah’ın iradesi, dilemesi</TD><TD>kablelvücut: var olmadan önce</TD></TR><TR><TD>kaide: kural, prensip</TD><TD>lisan: dil</TD></TR><TR><TD>malûm: bilinen</TD><TD>meşiet: istek, dilemek</TD></TR><TR><TD>mutabık: uygun</TD><TD>muvaffak etmek: başarmasını sağlamak</TD></TR><TR><TD>muvafık: uyumlu</TD><TD>nev’i: çeşit</TD></TR><TR><TD>nev’iyet: aynı türden olmak</TD><TD>nükte: ince anlamlı söz</TD></TR><TR><TD>rahm-ı mâder: anne karnı</TD><TD>rahmet-i hassa: Allah’ın yarattığı varlıklara karşı gösterdiği özel şefkati</TD></TR><TR><TD>sair: diğer</TD><TD>samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp her şeyin Ona muhtaç olması</TD></TR><TR><TD>sima: yüz</TD><TD>sima-yı istidadiye-i hususiye: bir insanda özel yeteneklerin oluşturduğu yüz</TD></TR><TR><TD>sima-yı istidadî: yetenek ve kabiliyet yüzü</TD><TD>sima-yı veçhiye: yüzün görünüşü, yüz hatları</TD></TR><TR><TD>sima-yı veçhiye-i şahsiye: her bir insanın kendisine has yüzü, çehresi</TD><TD>tâbi: bağlı</TD></TR><TR><TD>vahdet: Allah’ın birliğinin bütün varlıklarda görülmesi</TD><TD>zîhayat: canlı</TD></TR><TR><TD>âlem-i gayb: gayb âlemi, görünmeyen âlem</TD><TD>âlem-i şehadet: görünen alem</TD></TR><TR><TD>âzâ: uzuvlar, organlar</TD><TD>âzâ-yı esasî: temel organlar</TD></TR><TR><TD>ıttırad: belli bir kanun çerçevesinde düzenli olma</TD><TD>şehadet: şahitlik</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Altıncı Lem'a - Sayfa 198

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>
اسْمِهِ سُبْحَانَهُ
blank.gif
1
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
blank.gif
2

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَعَلٰۤى اِخْوَانِكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ
blank.gif
3

Aziz, sıddık, meraklı kardeşim Re’fet Bey,

Mektubunda Letâif-i Aşereyi sual ediyorsun. Şimdi tarikatı ders vermek zamanında olmadığımdan, tarîk-i Nakşî muhakkiklerinin Letâif-i Aşereye dair eserleri var. Şimdilik vazifemiz ise istihrac-ı esrar-ı Kur’ânî olduğundan, mevcud mesâili nakil değildir. Gücenme, tafsilat veremiyorum. Yalnız bu kadar derim ki; Letâif-i Aşere; İmam-ı Rabbanî: kalp, ruh, sır, hafî, ahfâ, insanda anâsır‑ı erbaanın herbir unsurdan o unsura münasip bir lâtife-i insaniye tâbir ederek seyr-i sülûkta her mertebede bir lâtifenin terakkiyatı ve ahvâlinden icmâlen bahsetmiştir.

Ben kendimce görüyorum ki, insanın mâhiyet-i câmiasında ve istidad-ı hayatiyesinde çok letâif var, onlardan on tanesi iştihar etmiş. Hattâ hükemâ ve ulemâ-yı zâhirî dahi, o Letâif-i Aşerenin pencereleri veyahut nümuneleri olan havass-ı hamse-i zâhirî, havass-ı hamse-i bâtına diye o Letâif-i Aşereyi başka bir surette hikmetlerine esas tutmuşlar. Hattâ avam ve havas beyninde taaruf etmiş olan insanın letâif-i aşeresi, ehl-i tarikın letâif-i aşeresiyle münasebettardır. Meselâ, vicdan, âsab, his, akıl, hevâ, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye gibi letâifi; kalp, ruh ve sırra ilâve edilse Letâif-i Aşereyi başka bir surette gösterir. Daha bu letâiften başka sâika, şâika ve hiss-i kablel’l-vuku gibi çok letâif var. Bu meseleye dair hakikat yazılsa, çok uzun olur, vaktim de kısa olduğundan kısa kesmeye mecbur oldum.


[NOT]Dipnot-1 Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.

Dipnot-2 “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.

Dipnot-3 Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi ebediyen, dâima kardeşlerinizin ve sizin üzerinize olsun.
[/NOT]




<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Letâif-i Aşere: insandaki on duygu</TD><TD>Re’fet: (bk. bilgiler – Re’fet Barutçu)</TD></TR><TR><TD>ahfâ: çok gizli</TD><TD>ahvâl: haller, davranışlar</TD></TR><TR><TD>anâsır-ı erbaa: dört temel unsur; toprak, hava, su, ateş</TD><TD>avam: halk tabakası, halktan ilmi az olan kesim</TD></TR><TR><TD>aziz: çok değerli, izzetli</TD><TD>beyninde: arasında</TD></TR><TR><TD>ehl-i tarik: tarikata mensup olanlar</TD><TD>hafî: gizli</TD></TR><TR><TD>havas: seçkin insanlar, bilgiler</TD><TD>havass-ı hamse-i bâtına: kalbe bağlı beş duyu</TD></TR><TR><TD>havass-ı hamse-i zâhirî: görünen beş duyu organı</TD><TD>hevâ: gelip geçici arzu ve istekler</TD></TR><TR><TD>hikmet: felsefe ilmi</TD><TD>hiss-i kablelvuku: birşeyi olmadan önce hissetme duyusu</TD></TR><TR><TD>hükemâ ve ulemâ-yı zâhirî: zahire ve dış görünüşe göre hüküm veren alimler ve filozoflar</TD><TD>icmâlen: kısaca</TD></TR><TR><TD>istidad-ı hayatiye: hayatı sürdüren yetenekler</TD><TD>istihrac-ı esrar-ı Kur’ânî: Kur’ân’ın ince sırlarını keşfedip ortaya çıkarmak</TD></TR><TR><TD>iştihar etmek: meşhur olmak</TD><TD>kuvve-i şeheviye ve gadabiye: dünya zevklerine istek duygusu ve zararlı şeyleri defetmeye sevk eden hiddetlenme hissi</TD></TR><TR><TD>letâif: lâtifeler, duyular</TD><TD>lâtife: ince duygu</TD></TR><TR><TD>lâtife-i insani: insanda bulunan lâtif duygulardan birisi</TD><TD>mertebe: derece</TD></TR><TR><TD>mesâil: meseleler</TD><TD>mevcud: var olan</TD></TR><TR><TD>muhakkik: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen</TD><TD>mâhiyet-i câmia: çok geniş kapsamlı yapı</TD></TR><TR><TD>münasebettar: ilgili, bağlantılı</TD><TD>nakil: aktarma, anlatma</TD></TR><TR><TD>seyr-i sülûk: mânevî makamlarda ruh ile yapılan seyir ve seyahat</TD><TD>suret: biçim, görünüş</TD></TR><TR><TD>sâika: insanı belli bir yöne sevk eden duyu</TD><TD>sıddık: çok doğru ve sadık</TD></TR><TR><TD>taarruf etmek: yaygın olarak bilinmek</TD><TD>tafsilat: ayrıntılar</TD></TR><TR><TD>tarikat: tasavvuf yolunu gösteren ve mânevî ilerlemeyi sağlayan yol</TD><TD>tarîk-i Nakşî: Nakşibendî tarikati</TD></TR><TR><TD>terakkiyat: bir hedefe yönelik ilerlemeler</TD><TD>tâbir etmek: ifade etme, adlandırma</TD></TR><TR><TD>âsab: sinirler</TD><TD>İmam-ı Rabbanî: (bk. bilgiler)</TD></TR><TR><TD>şâika: insanı belli bir yöne teşvik eden duyu</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: On Altıncı Lem'a - Sayfa 199

<?xml version="1.0" encoding="UTF-8" ?><!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Senin ikinci sualin olan, mânâ-yı ismî ile mânâ-yı harfînin bahsi ise, ilm-i nahvin umum kitapları başlarında o mesele izah edildiği gibi ilm-i hakikatın Sözler ve Mektuplar namındaki risalelerinde temsilâtla kâfi beyânat vardır. Senin gibi zekî ve müdakkik bir zâta karşı fazla izahat fazla oluyor. Sen âyineye baksan, eğer âyineyi şişe için bakarsan şişeyi kasden görürsün, içinde Re’fet’e tebeî, dolayısıyla nazar ilişir. Eğer maksad, mübarek sîmanıza bakmak için âyineye baktın, sevimli Re’fet’i kasden görürsün.

blank.gif
1
فَتَبَارَكَ اللهُ اَحْسَنُ الْخَالِقِينَ dersin. Âyine şişesi tebeî, dolayısıyla nazarın ilişir.

İşte birinci sûrette âyine şişesi mânâ-yı ismîdir. Re’fet mânâ-yı harfî oluyor. İkinci surette âyine şişesi mânâ-yı harfîdir, yani kendi için ona bakılmıyor, başka mânâ için bakılır ki akistir. Akis mânâ‑yı ismîdir. Yâni

blank.gif
2
دَلَّ عَلٰى مَعْنًى فِىنَفْسِهِ olan târif-i isme bir cihette dahildir. Ve âyine ise

blank.gif
3
دَلَّ عَلٰى مَعْنًى فِىغَيْرِهِ olan harfin târifine mâsadak olur. Kâinat nazar-ı Kur’ânî ile bütün mevcudatı huruftur, mânâ-yı harfiyle başkasının mânâsını ifade ediyorlar. Yâni, esmâsını, sıfâtını bildiriyorlar. Ruhsuz felsefe ekseriya mânâ-yı ismiyle bakıyor, tabiat bataklığına saplanıyor. Her ne ise... Şimdi çok konuşmaya vaktim yoktur. Hatta Fihriste’nin en kolay, en mühim, en âhir parçasını dahi yazamıyorum. Senin ders arkadaşların, bilhassa Hüsrev, Bekir, Rüşdü, Lütfü, Şeyh Mustafa, Hâfız Ahmed, Sezâi, Mehmedler, Hocalara selâm ve mübarek hânende mübarek mâsumlara dua ediyorum.



اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
blank.gif
4

Kardeşiniz Said Nursî


endOfSection.gif
endOfSection.gif





[NOT]Dipnot-1 “Yaratıcılık mertebelerinin en güzelinde olan Allah’ın şânı ne yücedir!” Mü’minûn Sûresi, 23:14.

Dipnot-2 Kendi içinde var olan mânâya delalet eder.

Dipnot-3 Başkasında var olan mânâya delalet eder.

Dipnot-4 Bâkî olan sadece Odur.
[/NOT]





<TABLE border=0 cellSpacing=2 cellPadding=0><TBODY><TR><TD>Bekir: (bk. bilgiler – Bekir Bey)</TD><TD>Hâfız Ahmed: (bk. bilgiler – Muhacir Hafız Ahmet)</TD></TR><TR><TD>Hüsrev: (bk. bilgiler – Hüsrev Altınbaşak)</TD><TD>Lütfü: (bk. bilgiler – Abdullah Lütfi Özerdem)</TD></TR><TR><TD>Re’fet: (bk. bilgiler – Re’fet Barutçu)</TD><TD>Rüşdü: (bk. bilgiler – Süleyman Rüştü Çakın)</TD></TR><TR><TD>Said Nursî: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)</TD><TD>akis: yansıma</TD></TR><TR><TD>beyânat: açıklamalar</TD><TD>cihet: taraf, yön</TD></TR><TR><TD>esmâ: isimler</TD><TD>fihriste: özet, bir kitabın içindekiler bölümü, Risale-i Nur’da yer alan bir risale</TD></TR><TR><TD>huruf: harfler</TD><TD>ilm-i hakikat: hakikat ilmi</TD></TR><TR><TD>ilm-i nahv: Arapça gramer ilmi</TD><TD>izahat: açıklamalar</TD></TR><TR><TD>kasden: kasıtlı olarak</TD><TD>mevcudat: varlıklar</TD></TR><TR><TD>mânâ-yı harfî: bir şeyin kendisini değil de san’atkârını, sahibini bildirip tanıtan anlamı</TD><TD>mânâ-yı ismî: bir şeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan anlamı</TD></TR><TR><TD>mâsadak: bir söz veya hükmü doğrulayan husus, doğrulayıcı</TD><TD>mâsumlar: günahsız çocuklar</TD></TR><TR><TD>mübarek: bereketli, değerli</TD><TD>müdakkik: dikkatlice araştıran</TD></TR><TR><TD>nazar: bakış</TD><TD>nazar-ı Kur’ânî: Kur’ân’ın bakış açısı</TD></TR><TR><TD>risaleler: Risale-i Nur’u oluşturan bölümler</TD><TD>sima: yüz</TD></TR><TR><TD>suret: şekil</TD><TD>tebeî: başka bir şeye tabi olan, dolaylı</TD></TR><TR><TD>temsilât: kıyaslama tarzında yapılan benzetmeler, analoji</TD><TD>târif-i isim: ismin tanımı</TD></TR><TR><TD>umum: bütün</TD><TD>âhir: son</TD></TR><TR><TD>Şeyh Mustafa: (bk. bilgiler – Mustafa Üstün)</TD></TR></TBODY></TABLE>
<TABLE role=presentation cellSpacing=0 cellPadding=0><TBODY role=presentation><TR role=presentation></TR></TBODY></TABLE>
 
Üst